Şeyh Takıyeddin Norşini (k.s.)

Bitlis – Güroymak  – Norşin ( Nurtepe) köyünde

Şeyh Takıyuddin Norşini hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Şeyh Takiyeddin Norşini hazretleri ; Şeyh Molla Fethullah’ın oğlu ve Şeyh Muhammed Dıyaeddin Hazret (k.s) torunudur. Doğum tarihi tam olarak bilinmiyor. Fakat Hazret (k.s)’in vefatında on iki yaşlarındaydı. İlk tevbesini Hazret (k.s)’den almıştır. Hazret (k.s) hayatta iken Hazret (k.s)’den, babası Şeyh Fethullah’dan ve ağabeyisi Molla Cemaleddin’den ders alırdı. İlk cuma Molla Fethullah, ikinci cuma Hazret (k.s), üçüncü cuma Molla Fethullah (k.s)’ın oğlu Molla Cemaleddin vefat etti. Bu üç Mübareğin de onbeş gün içerisinde vefat etmelerinden sonra Seyda ailesinin bütün çocukları yetim kaldılar. Fakat Hazret (k.s) onlara büyük bir miras birakmıştı.

Bu miras ;
16 halife ve sayısı belli olmayan çoklukta ki alimlerdi.
Bu halife ve ulemalar Seyda ailesinin çocuklarına sahib çıktıkları gibi, müritlerede manevi destek veriyorlardı. Hazret (k.s)’in vefatından sonra amcası sayılan Şeyh Masum onlara dediki ;
– ” Yeterki okuyun sizden hiç bir iş yada çalışma istemiyorum.”
Onlarda hiç zamanlarını boşa harcamadan okudular. Akabinde her biri birer büyük alimler oldular. Bunlar ;
1- Şeyh Takiyeddin (k.s)
2- Şeyh Taha (k.s) – Şehid Şeyh Muhammed Said (k.s)’in oğlu.
3- Şeyh Maşuk (k.s)- Şeyh Masum (k.s)’un oğlu.
4- Şeyh Nasır (k.s) – Şeyh Molla Fethullah (k.s)’ın oğlu.
Bu Mübarekler, tasavvuf derslerini Mele-i Mezin Şeyh Muhammed Emin (k.s) yanında çalışıyorlardı. Şeyh Takiyeddin (k.s) ilminin büyük bölümünü Seyda Şeyh Muhammed Baki (k.s) yanında okudu ve ondan ilmi icazet aldı.

Hazret’in k.s vefatından sonra Norşinde irşad faaliyetlerini devam ettiren Şeyh Muhammed Emin Kursinci Mele-i Mezin (k.s)’in vefatından sonra, Şeyh Alaeddin Verkanisi’nin (k.s) yanında tasavuf derslerine devam etti. Onaltı seneye yakın bir zamana kadar, Şeyh Alaeddin (k.s)’in yanında süluk’a devam etti. Bütün kış boyunca Oğin’de kaldı. Şeyhan ve Balekan’lılar gelip onu Norşin’den Oğin’e götürürledi. Arada bir Şeyh Alaaddin (k.s)’den izin alıp onu köyüne götürürlerdi. Bazen Şeyh Alaaddin (k.s) ona bir kaç gün izin verirdi. Şeyhan ve Balekan’lılar gelip onu tekrar Oğin’e geri götürürlerdi. Onaltı seneye yakın böyle devam etti.
Şeyh Alaaddin (k.s)’in vefatından önce. Şeyh Alaaddin (k.s)’in zevcesi ;
– ” Sen niye Şeyh Takiyeddin (k.s)’e hilafet vermıyorsun ? O uzun zamandır burda Seyda ailesinin ona ihtiyaçları var.”
Şeyh Alaaddin (k.s)’ şöyle cevap verir ;
– ” Evet doğru. Uzun zamandır burada süluk yapıyor. O şimdi ki şeyhlerden çok daha iyi yetişmiş bir durumdadır. Ben istiyorum ki Seyda-i Taği (k.s) ve Hazret (k.s) gibi olsun. Bu sebeb ile kendisini bekletiyorum.”
Şeyh Alaaddin (k.s)’in ömru ona hilafet vermeye yetmedi. Ölüm şerbetini içti. (Hakk’a kavuştu) Şeyh Alaaddin (k.s)’in vefatından sonra. Şeyh Alaaddin (k.s)’in oğulları Şeyh Mazhar (k.s), Şeyh Halid (k.s) ve Şeyh Asım (k.s)’a ;
– ” Sizler nereye gidersenız, ben de oraya giderım. ” Diyerek onlara bağlılığını gösterdi.
Bunlar büyük ve olgun bir grup idiler. Hazret (k.s)in işaretlerini araştırdılar. Hazret (k.s)’in şeyh Alaaddin (k.s)’e ;
– ” Sen büyük emek vereceksin. ”
Şeyh Mahmud-i Karaköy (k.s)’e ;
– ” Sonu sende olacak.” Sözünden yola çıkarak, hep beraber Şeyh Mahmud-i karaköy (k.s)’e gittiler.

Şeyh Alaaddin (k.s)’in üç oğlu, Şeyh Takiyeddin (k.s), Şeyh Cüneyd (k.s) (Şeyh Mahmud-i Zokaydinin k.s oğlu) ve beraberlerinde çok sayıda alimlerle birlikte yola çıkarak Suriye – Haseki’ye bağli Tililon köyüne gittiler.
Şeyh Mahmud (k.s) Şeyh Alaaddin (k.s)’in taziyesini yapar.
– ” Keşke ben ondan üç sene önce vefat etseydim.” Der.
(burada ilk kerametini gosterir. Gerçekten Şeyh Mahmud (k.s) Şeyh Alaadin (k.s)’den üç sene sonra vefat eder) Bu Alimler tekrar Şeyh Alaaddin (k.s)’in yanında seyri sulükleri kaldıkları yerden Şeyh Mahmud’un (k.s) yanında amele başlarlar.
Şeyh Mahmud (k.s) onların herşeylerinin tamamlandıklarını görür. Aynı sene Şeyh Asım (k.s)’ın dışında, Onların hepsine hilafet verir.
Önce Şeyh Takiyeddin (k.s)’e hilafet verir.
Bunun üzerine biri sorar ;
– ” Kurban Şeyh Takiyeddin (k.s)’e Hazret (k.s)’in torunu olduğu içinmi önce ona halifelik verdin ? Yoksa onu kamil mi gördün?
Şeyh Mahmud (k.s) ;
– ” Vallahi onu çok kamil gördüğüm için verdim. Zaten Şeyh Alaaddin (k.s), bana şefkat gostermiş. Herşeylerini tamamlamıştı. Sadece beni bu hayırdan mahrum birakmamak için onu bana verdi.”
Şeyh Asım rivayet ediyor ;
– ” Şeyh Takiyeddin letaifleri o kadar çok zikir yapıyordu ki, uykusu hiç gelmiyordu. Çok büyük bir alim olarak yetişti.”
O kış mevsimini Tililon’da geçirdikten sonra Şeyh Mahmud (k.s) ;
– ” Git irşad et.”dedi.

Norşin bölgesi susamış uzun zamandır onu bekliyorlardı. Döner dönmez irşada başladı. İlk tevecühünü Xask köyünde yaptı. (Norşine yakın bir köy) Sonra köy köy dolaştı. Tarikat verdi, teveccüh yaptı. Bütün kış köylerde irşat yapıyordu. Bu bölgeler de tarikat almayan çok az kişi kaldı. Aynı zaman da talebelere de ders veriyordu. Norşin medresesinde, Onun derslerinin bereketli olduğu çok meşhurdu. Herkes onun yanın da okumak ve onun talebesi olmak istiyordu. Talebeler ;
– ” Bir ders bile bizim için çok onemli ” Derlerdi.

O donemde yetişen büyük ulemalar onun talebesiydi. (Molla Sadreddin Yüksel gibi zatlar.) Onun Özelliklerini gören herkes onu çok severdi. Birde onun mutevaziliği meşhurdu. Şeyh Abdulğani El-Haznevi’nin de (k.s) kayınpederidir. Şeyh Takiyeddin (k.s)’in vefat tarihi ; 6 Haziran 1967

ŞEYH TAKİYEDDİN (K.S)’E DAİR MENKIBELER
Şeyh Takyedin (k.s) küçükken, Hazret (k.s)’in odasında uyurdu. Kendileri Hazret (k.s)’den şöyle bahis ederlerdi.
– ” Birgün. Ben daha küçüktüm. Hazret (k.s) ;
fecir vaktinden önce teheccüt namazı kıldıktan sonra. Yüce Allah (c.c)’a haykırışla yalvardı. Fakat nasıl yalvarıyor. O sırada hanımı namazı bitirirken sonra, hanımının paçasını tutup, yüce Allah (c.c)’a şöyle yalvardı.
” Ey Allah (c.c)’ım bilirsin.”
Bir kişi bir kişiye karşı suç işlediği zaman. Hanımıyla o kişinin evine gider.
” Namusumla beraber sana geldım. Bunun hatırı için beni af et. ” Derdi.
O kişi de ne kadar suçlu olsa dahi. Hanımıyla kendini o kişiye teslim etmesi o kişinin af edilmesine sebep oluyordu. Ve hazret şoyle devam etti.
” Ey Allah (c.c)’ım ben namusumla kendimi sana attım. Beni af et.”
Şeyh Takiyeddin (k.s) diyor ;
” Ben on yaşindaydım. Hazret (k.s)’in bu haykirişi sonrası, birden şiddetli deprem gibi bir şey hissetım. Sanki arş yere inecek. Ben çok korktum, yatakların bulunduğu yere saklandım. Sessizlik olunca. Hazret (k.s)’in hanımı ;
” Oğlum nerde ? Onu korkuttun.”
Beni aramaya başladılar. O zaman ben yatakların bulunduğu yerden çiktım.”
” Ben Hazret (k.s)’in bu haykırışından göklerin titrediğini fark ettim. ”
Şeyh Takiyeddin (k.s) 1968 yılında vefat etmiştir. Kabri Norşinde markad’ta Seyda ailesi kabristanlığındadır.

ŞEYH TAKİYEDDİN (K.S)’İN HALİFELERİ
1- Şeyh Asım (k.s) – Şeyh Alaaddin (k.s)’in oğlu.
2- Şeyh Molla Muhammed Çılğori (k.s) – Balekan’lı.
3- Şeyh Molla Abdulbari Ğavaşi (k.s)
4- Şeyh Molla Tayfur Diyarbekri (k.s)

[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”] https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=1596068340459609&id=815355828530868
[/toggle]

Şeyh Seyyid Muhammed Nurani Erol (k.s.)

Siirt – Baykan – Zokamir Köyü (Eğridere köyü)

Şeyh Seyyid Muhammed Nurani  hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Muhammed Nurani Erol, babası Abdulhakim Bilvanisi’nin görev yaptığı Siyanis (Gümüşkaş) köyünde doğmuştur. Tahsiline babasının yanında başlamış ancak babasının Şeyh Ahmed Haznevi’nin yanına gittiği dönemlerde onun talebesi Molla Osman’ın yanında devam etmiştir. Tasavvufi eğitimine de babasının halifesi Şeyh Ali Arınci’nin yanında başlamıştır.

1981 yılında hilafet aldıktan sonra Van’ın Çaldıran ilçesinin Soğuksu köyünde görev yapmaya başlamış, 1984 yılında şeyhinin vefatından sonra Veysel Karani beldesine yakın Zokamir köyüne taşınarak tedris ve irşad hizmetlerini burada yürütmeye başlamıştır. Bu dönemde yaz aylarında
Soğuksu ve çevresindeki köylerde irşad faaliyetleri yürütmüştür. 1984 yılından sonra bölgede yaşanan sosyal olaylardan rahatsız olması ve çevresinde bulunan bazılarının, yaşanan olaylarla ilgili nasihatlerini dinlememesi üzerine Zokamir’den ayrılmaya karar vermiştir.

Şeyhi Ali Arınci’nin oğlu Hikmet Efendi; Zokamir köyüne giderek köyden ayrılmamasını yahut Arınc (Tılfakir) köyüne gelerek kendileriyle beraber kalmasını rica etmişse de Muhammed Nurani Erol Efendi, kararında ısrar etmiştir. Bu dönemde İzmit’teki muridlerinin daveti üzerine 1992 yılında bu ile bağlı Doğantepe köyünde bir külliye inşa ederek irşad hizmetlerini yürütmeye başlamıştır. Şartların musait olduğu dönemlerde Zokamir köyüne sık sık ziyaretlerde bulunmuş ve nihayet olayların azalması üzerine tekrar bu köye dönmüştür.

Muhammed Nurani Erol Efendi, 2002 yılında bu köyde vefat etmiştir. Kabri bu koydedir. Şeyh Ali Arınci’nin oğulları Hikmet ve Fadli, babalarının tek halifesi Muhammed Nurani Erol’dan tasavvufi hilafet almışlardır. Günümüzde Zokamir köyünde Muhammed Nurani Erol’un oğlu Hikmetullah irşad hizmetlerini yurutmektedir.

Şeyh Ali Arınci ve Arınç/Tılfakir Dergahı , İbrahim Baz , Şırnak Ünicersitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi , 2016/2 yıl 7 Cilt :VII
[/toggle]

Şeyh Halil Becirmani (k.s.)

Mardin – Dargeçit – Deywan köyü (Sümer)

Seyda Halil Becirmani hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Şeyh Halil Becirmani hazretleri’nin oğlu Şeyh M. Beşir Aksoy’un anlatımı ile Şeyh Halil Becirmani hazretlerinin hayatı ;

Babam Şeyh Halil, Batman’a bağlı olan Bilaxşe Köyünde dünyaya geldi. Biz aslen Bêcirman’lıyız. Bu köy seyyidlerin yaşadığı en meşhur köylerdendir. Bu köye ilk gelen dedemiz Seyyid Bilal’dır. Seyyid Bilal, Moğollar tarafından Abbasî Halifeliğinin yıkıldığı dönemde, takriben Miladi 1258 tarihinde İslam âlemindeki çalkantıdan dolayı Bağdat’tan hicret edip Bêcirman Köyüne yerleşmiştir. Cizre, Mardin, Siirt ve civarındaki birçok seyyidin soyu Seyyid Bilal vasıtasıyla Hz. Resulullah’a dayanır. Bunun dışında Arnas Seyyidleri gibi birkaç seyyid ailesi daha vardır. Fakat bunlar içerisinde Seyyid Bilal’ın soyundan gelen Bêcirman (Kürtçe “vergisiz” anlamına gelmektedir. Cumhuriyetten sonra köyün adı “vergili” olarak değiştirilmiştir.) seyyidleri bölgede daha yaygındırlar.

Seydayê Şeyh Halil, 1916 yılında Gerçüş’ün Bilaxşe Köyünde doğmuş, ilk olarak babası Şeyh İbrahim’in yanında ilim tahsiline başlamıştır. Dedem Şeyh İbrahim bölgenin tanınan bir âlimiydi. Fıkıh ve astronomi alanındaki ilmi çok meşhurdu. Bunun yanında diğer ilimlere de ciddi vukufiyeti vardı. Şeyh Ahmed Haznevi, Şeyh İbrahim’in yanında uzun bir müddet ilim tahsil etmişti.

Rahmetli babam Şeyh Halil, “Kavli Ahmed” isimli kitaba kadar dedemin yanında okumuştur. 18 yaşlarındayken dedem vefat etmiş, bu sıralar Serdêf Köyünde imamlık yapmaya başlamış, Cizreli Şeyh Seyda, bu köyü ziyaret ederken babamla tanışmış, babamın Şeyh İbrahim’in oğlu olduğunu öğrenip onun kişiliğini beğenmiş ve Cizre’ye gelip ilim tahsilini tamamlamasını istemiştir. O sıralar evli ve çocuk sahibi olan babam Şeyh Halil, Cizre’ye gitmiş ve burada ilim tahsilini tamamlamıştır. Oradayken Şeyh Seyda, Molla Abdullah, Molla Süleyman ve Cizre müftüsü Molla Mahmud gibi âlimlerden dersler almış ve Şeyh Seyda’dan icazetini almıştır. Şeyh Seyda, Şeyh Halil’e ilim icazeti verdikten bir sene sonra 1953 yılında ona tasavvuf icazetini de vermiştir. Şeyh Halil burada ilmini ikmal ettikten sonra tekrar Serdêf Köyüne dönmüş, kısa bir müddet sonra da Dargeçit’e bağlı Dêyvan (şimdiki adıyla Sümer beldesi) Köyüne yerleşmiştir.

Şeyh Halil Dêyvan Köyüne yerleştikten sonra bir cami, yanına da medrese inşa ettirmiş, bir yandan camide halka vaaz ve nasihat vermekle meşgul olurken diğer yandan medresede talebe yetiştirmiştir. İslami ilimlere vukufiyeti ve Şeyh Seyda’nın halifesi olması hasebiyle kısa zamanda etrafı insanlarla dolmuş, medresesi ilim talebelerinin rağbet ettiği mekân haline gelmiştir. Bölgedeki insanların bir sıkıntısı olduğunda Şeyh Halil’e müracaat ederler, Şeyh Halil onların sıkıntıları ile ilgilenir, çözüm bulmaya çalışırdı. Aşiretler arası yaptığı sulhlar çok meşhurdu. Birçok kere iki kabile arasında bir öldürme vakası olduğunda daha ölünün cenazesi defnedilmeden Şeyh Halil iki kabileyi barıştırmıştı. Şeyh Halil’in güzel bir ikna kabiliyeti ve hoş sohbeti vardı. Dolayısıyla halkı çabuk etkilerdi. Onun yaptığı bu sulhlar daha sonra bölgenin her tarafına yayılmış, Ğarzan, Botan, Serhad bölgelerinden aşiretler sulh için babamın yanına gelmeye başlamıştı.

Şeyh Halil’in cömertliği de meşhur idi. “Tor” diye isimlendirilen o bölgede Şeyh Halil’in evinde yemek yemeyen insan hemen hemen yok idi. Hatta Batman, Cizre, Siirt, Bitlis gibi yerlerden ilimle uğraşan müderrisler, tasavvuf şeyhleri, köy ve şehirlerde yaşayan insanlar sık sık babamın ziyaretine gelirler, onun yemeğini yerler, sohbetinde bulunurlardı. Divanı her zaman insanlarla doluydu. “Şeyh Halil’in hem sohbeti hoş, hem de yemekleri hoştur.” sözü halkın dilinde dolaşırdı. Şeyh Halil’in yaşadığı bölge, toplumsal sorunların çok yaşandığı bir yer idi. Seyda, sohbetlerinde, sulh yapmak için gittiği köylerde halkı sükûnete davet ediyor, onlara İslami yaşantının güzelliğini anlatıyor, çalışmalarının etkisi, toplumda herkes tarafından hissediliyordu. Onun yaptığı bu faaliyetler Midyat’taki kilise papazları tarafından dahi çoğu zaman takdir edilmişti. Çünkü onlar da halk arasındaki bu sorunlardan zarar görüyorlardı. Hatta Seyda vefat ettiğinde taziyesine çevredeki Süryaniler ve Papazlar da gelmişlerdi.

Seyda, halkın sorunları ile ilgilenip irşad çalışmalarında bulunmaktan dolayı çok istediği halde kitap telifi yapamamıştı. Medresesindeki ilim tahsiliyle de son zamanlar ilgilenememiş bütün zamanını halkın sorunlarıyla ilgilenip, irşad faaliyetlerine ayırmış, İslam davetçisi olarak hayatı sürdürmüştü. Ağrılı Şeyh Muhammed, Şeyh Reşidê Mivêlê, Molla Muhammedê Bêcirmanî (Molla Mizgin) gibi birçok âlim Şeyh Halil’in yanında yetişmişti.

Şeyh Halil ve onun zamanındaki diğer âlimler hem ilimlerinin hem de tasavvufun hakkını verirlerdi. Bundan 30–40 yıl önceki bölge âlimleri, İslami ilimlerde şimdiki mollalardan çok daha ileri seviyelerdeydiler. Yine tasavvuf şeyhlerinin zahidane yaşantıları vardı. Hilafet vermek istediklerinde ilmi ve takvası yerinde olan kimselere hilafet verirlerdi. Daha sonra bazı şeyhler vefat ettiklerinde hilafet almadıkları halde oğulları onların yerine geçtiler. Yine eski âlimlerin maddi yönden ciddi varlıkları yoktu. Mesela babam o kadar meşhur olmasına rağmen bir arabası dahi yoktu. Tasavvufun aslı budur. Eski âlimler tasavvuf ile nefislerini terbiye eder, dünya malından uzaklaşırlar, Allah’a ibadet etmeye yönelip divanlarında halkın sorunları ile ilgilenirlerdi. Ama daha sonra bu tasavvufi yaşantı da bir şekilde değişime uğradı. Şeyh Seyda, Üstad Bediüzzaman’ın Urfa’ya geldiğini öğrenince yaşlılığına rağmen Üstad’ı ziyaret etmek için halife, talebe ve müridlerinden oluşan kalabalık bir kafileyle Urfa’ya doğru yola çıkar. Midyat’a ulaştıklarında Üstad’ın vefat haberini alırlar. Bunun üzerine Şeyh Seyda burada gıyabi cenaze namazı kıldırır. Ve Şeyh Halil’in evine misafir olur. Cuma namazını ise Şeyh Seyda çok yaşlı olduğu için kıldıramaz, Şeyh Halil o kalabalığa Cuma namazını kıldırır. Babam Üstad’ı çok sever, kütüphanesinde risaleleri bulundurur, zaman zaman onları mütalaa ederdi. Seyda’nın tasavvufi yaşantısı birebir Kur’an ve Hadis ile örtüşüyordu. O, İzz Bin Abdusselam, İmam-ı Suyuti, İbni Hacer-i Askalani gibi âlimlerin yaşadığı tasavvufu benimsiyor ve tasavvufi yaşantının Kur’an, Sünnet ve bu âlimlerin görüşlerine uygun olmasını istiyordu. Seyda vefatından önce birtakım âlimlere tasavvuf hilafeti de vermiştir.

2002 yılının Şubat ayında Seyda, Camide Cuma namazını kıldırmış, kısa bir süre sonra da vefat etmişti. Seyda’nın cenaze namazı on binlerce insanın katılımıyla kılınmış, naaşı Dêyvan Köyüne defnedilmişti. Seyda vefat ettiğinde Dargeçit, Midyat, Batman ve çevre ilçelerdeki birçok dükkân kapatılmış, yurtdışından ve yurtiçinden binlerce kişi cenaze namazına iştirak etmişti. Cenaze namazına katılanlar şimdiye kadar öyle bir kalabalığı hiç görmediklerini söylemekteydi. Allah rahmetini esirgemesin.

Şeyh Muhammed Kasım Zilani (k.s.)

Batman – Beşiri – Örmegözü köyü Kanireval’deki kabristana

 

 

Şeyh Seyyid Mevlana Halid-i Zilani Hazretleri’nin Silsile-i Şerifi

Seyyid Mevlana Muhammed Kasım-i Zilan Hazretleri Batman da yaşayan âlim ve evliyanın en büyüklerindendir. İnsanları Hakk’a davet eden, onlara doğru yolu gösterip onları hakikate kavuşturan ve kendilerine Silsile-i Aliyye denilen büyük âlim ve velilerin otuz altıncısıdır.

Tasavvuf mütehassıslarının üstadı Müslümanların gözbebeği Seyyid olup Hz. Ali Efendimizin soyundandır. Hicri 1332 de Batman’ın Beşiri köyünde daha annesinin karnında iken babası Seyyid Hâlid’i ziyarete gelen Bağdatlı Seyyid Ali, Seyyid Muhammed Hazretleri annesi onlara hizmet ederken şu anne karnındaki çocuğa bir selam verelim dediler. Ziyaretleri bittikten sonra Bağdat’a döndüler ve aradan tam 7 yıl geçtikten sonra aynı Seyyidler Zilân dergâhına geldiklerinde bir çocuk sohbet ediyordu. Selam verdiler, çocuk onlardan iki selam aldı. Seyyidler çocuğa “Ey çocuk biz sana bir selam verdik, sen bizden iki selam aldın bu nedendir” o zaman çocuk olan Seyyid Kasım Hazretleri “sizden aldığım birinci selam şimdi verdiğiniz ikinci ise ben anne karnında iken verdiğiniz selamın karşılığıdır” diye buyurur. Eğer ben İsa (AS) ‘dan hayâ etmeseydim anne karnında selamınızı alırdım.

Seyyid Kasım Hazretleri 7 yaşındayken Kur’an-ı Kerimi ezberledi. Ve Şafi mezhebi fıkıh ve beşeri ilimlerinde büyük bir âlim olan babası Seyyid Halid Hazretlerinin yanında 40 yaşına kadar tasavvuf ilmini aldı. 1953’de seyri sülüğünü tamamlayan Seyyid Kasım-i Zilan Hazretleri babası Seyyid Mevlana Muhammed Hâlid-i Zilan Hazretlerinden tasavvufi icazetlerin tümünü aldıktan sonra irşad vazifesi ile Batman’ın Binatlı köyüne gitti. Bu arada yöre halkı ve sevenleri Hazret-i Sultan’ı ziyarete giderler. Hazreti Sultan ziyaretine gelenlere; “artık bende bir şey yok, bende oğlum Seyyid Kasım-i Zilan’dan himmet bekliyorum, hepsini oğlum Seyyid Kasım aldı. Cenab-ı Allah Zülcelal (c.c.) hepsini oğlum Seyyid Kasım-i Zilan’a verdi. Bu yüzden sizler oğluma gidiniz” buyurarak Seyyid Kasım-i Zilan Hazretlerinin de babasını yetiştiren veli unvanının Kasım-i Zilan Hazretlerinde olduğunu belirtmiş, Kasım Baba’nında“MEVLANA” makamına ulaştığını beyan etmiştir. Bu yüzden Seyyid Kasım-i Zilan Hazretlerine “Seyyid Mevlana Muhammed Kasım-i Zilan” denilmektedir.

Şeyh Muhammed Kasım Zilani hazretlerinin sözleri
– “Ey müridlerim önce içinizdeki nefis denen ejderi öldürün, yüzünüzü toprağa sürün, hata ve isyanı kabul ve itiraf edin ve işlediğiniz hata dolu ibadetlerinizin yüzünüze vurulmasından korkun. AllahuTeala kullarının kalbine nazar eder o halde ey insanlar kalbinizi temiz ve pak tutunuz, onu cilalandırınız, güzel tutup parlatınız. Orada yalnız doğruluk ve ihsan bulunsun.”
– İhvan olmak isteyen birine; “ey oğlum tövbe etmek istersen bu hususta laubali olma yani hem dilinle hem de kalbinle tövbe etmeli hem haramları hem de yasak olanları yapmamalısın. Tövbe nasıl olur bilir misin kulun kalbini Allah’tan başka bir şeyle meşgul etmemeye tövbe etmesiyle tövbesi makbul olur. Hak Teala Hazretlerinin izzeti ve celali için yemin ederim ki Kur’an- Azimüşşan’da her harfin kendine has manaları vardır ki ins ve cin tasvir etmekten acizdir. Yaratılmışların hepsi bir araya gelse yalnız bir harfinin manasını çözmeye güçleri yetmez.”
– Seyyid Mevlana Muhammed Kasım-i Zilan Hazretleri bir gün ihvanlarına; “Allah neyi emretmişse onu işlemenizi, neyi nehyetmişse onlardan kaçmanızı tavsiye ediyorum” diye buyuruyordu.
– “Seven sevilir, hor gören hor görülür. Allah’a itaat edene insanlarda itaat eder. İlim kulluğun gerçek manasını anlamak ve Allaha tam kulluk etmek içindir. Gıybet yalancıların meyvesi, fasıkların ziyafeti, kadınların sakızıdır.”
– Cenabı Hak şu kimseleri sever; “İffetli ve kalbi temiz olanı, elini fenalıktan, bedenini ve dilini gıybetten ve lüzumsuz sözlerden koruyanı, edep yerine sahip olanı, iyilik, ikram ve ihsana koşanı, daima Allah’ı hatırlayanı, affetmeyi seveni sever. Kişinin Rabbine kavuşması onun uğrunda vücudundaki yağların eriyip ciğerlerinin parçalanmasıyla olur. Kalbin fani arzularına karşı meyletmemesi lazımdır ki; ancak bu şekilde olduktan sonra aradan perdeler kalkar, perdeler kalkıncada ilahi hitap buyrulur. Levh-i Mahfuzdaki işaretler  okunur pek gizli manalar bile kendiliğinden çözülür.
– “Ey müritlerim bizim yolumuzun esası zaruri olanla yetinmektir. Sonsuz saadeti arzu ediyorsanız Allah’u Tealadan başkasına muteolmayınız, bizim tasavvufa girenin gıdası Kanaat ve ihlâs ile gözyaşı akıtmaktır. Mutlaka kalbe acıma duygusu gelene kadar oruç tutmaktır. İşte o zaman insan kalbi huzurla ibadetlerini yapar Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin manalarını anlayıp ondan istifade eder, tasavvuf yoluna girmiş olan müritlerimin sermayesi muhabbet ve teslimiyettir. Muhalefeti bırakıp Seyyidinbütün emirlerini, onun arzu ettiği şekilde yapmalısınız. Müritler Seyyidin müsaadesi olmadan konuşmamalıdır. Eğer Seyyid orada hazır değilse manevi olarak ondan müsaade istenmelidir. Zira her bakımdan haberi olan Seyyid müritlerinin bu şeylere riayet ettiğini görünce onu çok sever kısa zamanda hedefine ulaştırır.
– “Bir kimse dinimizin emir ve yasaklarına uymazsa benim öz evladım dahi olsa onu benim evladım olarak kabul etmem. Her kim dinin emir ve yasaklarına uyar ilimle amel ederse en uzak memlekette olsa bile o benim öz evladımdır.” Seyyid Mevlana Muhammed Kasım-i Zilan Hazretleri; Bir konuşmasında şöyle buyurdular; “hiçbir kimse bütün insanları sevip şefkat göstermedikçe ve ayıplarını örtmedikçe kemale eremez. Olgun bir insan olamaz.”
Kasım Baba şöyle buyurdu; “Allah-u Tealayamuhabbetle vesile ol ki yerdekiler ve göktekilerde sana muhabbet etsin. Allah-u Tealaya itaat et ki insanlarda, cinlerde sana itaat etsin. Cenabı Hakk’a muhabbet ve itaat edene Allah-u Teala ikram ve ihsanlarda bulunur. Sular dönüp yol olur, hava emrine amade olur. Yine Kasım baba buyurdu ki uygun olmayan yerlere gitmekten çok sakın oralara girip çıkanlardan kendini sakın. Müslüman kardeşlerinde yersiz bir şey görürsen ona iyi muamele et, iyi geçin onun durumuna düşmekten kaçın. Senin en iyi en yakın dostun özü sözü doğru olandır. O böyle kaldıkça onu koru.”
– Seyyid Muhammed Kasım Hazretleri şöyle buyurdular; “ey evlatlarım ömrümüz her geçen gün azalmakta, acele ediniz ecel her geçen gün yaklaşmaktadır. Bir gün bu üstünde yaşadığımız dünya duracak kıyamet kopacaktır. Her gün amel defterinizi hayırlı işlerle doldurmaya bakın. Böyle yapanlara müjdeler olsun amel defterini yasaklarla dolduranlara yazıklar olsun. Vaktinizi israf etmeyiniz. Zamanınızı boşa geçirmeyin, değerlendiriniz. Yoksa pişman olursunuz. Eğer duanızın kabul olmasını istiyorsanız helal yiyiniz ve Müslüman kardeşlerinizin hakkında yersiz söz söylemekten dilinizi tutunuz” buyurdu.
– Her şeyin özünü Kasım Baba 4000 hadisten 400 tane, bunların içindende şu 4 taneyi  seçmiştir:
1) Kalbini bir kadına bağlama, bugün senin yarın başkasının, eğer kadına itaat edersen cehenneme gidersin
2) Kalbini mala bağlama zira mal sana emanettir bugün senin ise yarın başkasınındır. Başkasının malı için kendini yorma başkasına hoş gelir fakat günahı sanadır. Eğer kalbini mala bağlarsan Allah-u Tealanın haklarını gözetmezsin. Kalbine fakirlik korkusu girer ve şeytana itaat edersin.
3) Herhangi bir hususta kalbine de bir sıkıntı olursa o şeyi terk et, zira mü’minin kalbi şahit yeridir. Kalp şüphelilerden sıkılır helal de ise sukut bulur.
4) Bir işin makbul olacağı hükmüne varmadan o işi yapma!!
Seyyid Mevlana Muhammed Kasım-i Zilan sabah namazından sonra şu sohbeti yaptı; “Bir Seyyid bir müride tövbe ettirir, tasavvuf yoluna davet ederse, O Seyyid O müridin gece kaç kere sağa ve sola döndüğünden, ailesi ile ne konuştuğundan, evini her türlü afattan koruyamıyorsa, O Seyyid posta oturmasın dağa çıkıp eşkıyalık yapsın. O Seyyidlikten daha iyidir.” buyurmuşlardır.


Seyyid Muhammed Kasım Zilan hazretleri ;Mürşidi Kamil ve Rabbani ilmine sahipti. 23 sene insanları Hakk’a davet edip irşâd etti. 63 yaşındayken 1977 Şubatının yedisinde Batman ve Beşiri arasındaki Kanireyol’da Mevlana Seyyid Halid’in yanına türbesi yapıldı. Ömrünü hep İslam’a hizmet etmekle geçirdi. İnsanların doğru yola kavuşması için çaba gösterdi. Geceleri uyumaz sabahlara kadar ibadet ile ve Cenabı Hakk’a bütün kalbi ile yalvarmakla geçirirdi. Gündüzleri talebelerine ders verirdi. Sünnet olduğu üzere öğleleri bir miktar kaylule yapardı. Ömrünün sonuna kadar müritleri ile sohbet ederdi. Seyyid Muhammet Kasım-i Zilan Hazretleri “zahirden önce batınınızı temizleyin, gurur kibir haset ve bu gibi kötü huylardan kalbinizi muhafaza ediniz” diye buyururdu.
Seyyid Mevlana Muhammed Kasım-i Zilan hayatı boyunca kimseden bir şey kabul etmedi. Bazı Seyhler gibi mal toplama zenginlik peşinde koşmayı sevmezdi. Evi ve dergâhı kerpiç duvardan yapılmıştı. Evinin üstü çil kamış, altındaki sergisi hasırdandı.
Seyyid Mevlana Muhammed Kasım-i Zilan Hazretleri geride milyonlarca mürid bıraktı. Müridlerine son sözü “ ben dünyada da ahirettede sizin Üstadınızım” diye emretti.

Mübarek ruhunu Hakk’a teslim eyledi. Yüce Allah sırrını mukaddes ve mübarek kılsın. Vefatından sonra oğlu Seyyid Süleyman Efendi türbenin hizmetlerini yürütmektedir

Şeyh Muhammed Kasım Hazretlerinin Keramet ve Menkıbeleri
– Kasım Baba Hz. Bir sohbet meclisinde bulunuyorlardı. Şehrin ve civar illerin gelenleri ordaydı. Oturanlardan bir kaçı aralarında konuşuyorlardı. İçlerinden biri “bu devirde hiç evliya yoktur” dedi. Kasım-i Zilân Hazretleri bu söyleneni duydu. Ve sebebini sordu. O da “hiç” dedi. Bunun üzerine Kasım Baba “hemen tövbe et sakın bundan sonra böyle bir şey aklından geçirme; zira âlemin ayakta durması evliya iledir. Onlar olmazsa bütün dünya alt üst olur.” O kişi Kasım Baba Hazretlerine; “doğru söylüyorsunuz bu fakir bunu inkâr etmiyor lakin görünüşe göre böyle birisi yoktur” dedi. Kasım Baba sukut etti. O kişi o anda yere düştü ve yuvarlanmaya başladı. Oradakiler bu kişiyi kaldırıp götürdüler. Sabah erkenden bu kişi tövbe etti ve tam bir muhabbetle Seyyidin huzuruna geldi ve özür diledi. Kasım Baba bu kişiye şefkatle muamele etti ve buyurdular ki; “rahat ol bundan sonra evliya için uygun olmayan söz sakın ha söyleme. Eğer dalgınlıkla ağzından uygunsuz söz çıkarsa tövbe et evliyalardan yardım iste” buyurdu.
– Kasım Baba Hazretlerinin dergâhı hidayet ve ihtiyaç sahiplerinin sığınabildiği, dergâha gelen muhtaçların işini görüldüğü, hastaların şifa, dertlilerin deva bulduğu bir mekândı. Ahlakı Muhammed ile ahlaklanmıştır. Hayagibi üstün sıfatlarda Hz Osman’a benzemiştir. Cömertlikte engin bir deniz gibiydi. Tasavvufta 12 tarikatın yüksek yoluna mensuptu.
– Kasım Baba hazretlerinin sohbetlerinde bulunmak için uzak yerlerden kalkıp gelenler olurdu. Gelenlerin çoğu onun veli bir zat olduğunu bilirler ve onun sohbetlerinden istifade ederlerdi. Dergaha gelen birisi aklından bir şey tutup, bana bunu şunu ikram etsinler diye kalplerinden geçirir ve birbirlerine söylemez. Tuttukları şeylerin hepsi mevzu olan ve bulunan şey olurdu. Gelenlerin arasında itikadı bozuk bir kimse vardı. Arkadaşlarına eğer gerçekten Seyyid hazretleri evliya ise bana bu ayda bulunmayan bir kavun versin, eee bu mevsimde kavun bulunmaz ama bakalım bilecek mi? Arkadaşları ona böyle yapmamasını söylediler ama o hiç aldırmadı. Nihayet Seyyidin huzuruna vardılar. Seyyid Kasım onlara “buyurun oturun” dedi. Nihayet Seyyid onlara niyet ettikleri şeyi ikram etti. Sonra o bozuk itikatlı kimseye geldiğinde ona da “ey oğul sen bu mevsimde bulunmayan bir kavun istedin inşallah o da az sonra gelir” dedi Bu sırada müritlerinden biri bir iş için uzak bir yere gitmişti ve oradan dönüyordu dönerken vakti geçtiği için ikram olsun diye Seyyid hazretlerine bir kavun alıp getirmişti. Bu arada Seyyidin huzuruna vardı kavunu Seyyid hazretlerine sundu. Seyyid hazretleri de kavunu alıp o bozuk itikatlı kimseye uzattı. Bir müddet sonra gitmek için izin istediler. Seyyid izin verince oradan ayrıldılar dışarı çıktıktan sonra herkes onun büyük bir zat olduğundan hürmetle bahsederken  okavunu alan kişi yine alaylı konuşmaya başladı. Arkadaşları onu ayıpladılar ey kafasız tövbe et yoksa rezil ve helak olursun dediler. Böyle bir mürşidi Kamil zat için uygun olmayan sözler söyleme dediler fakat  o kimseyi dinlemedi bozuk sözler söylemeye devam etti. Nihayet bu hadiseden sonra hastalandı gün gün hastalığı arttı hiçbir ilaç fayda vermedi sonra herkese ibret olacak şekilde vefat etti. Bu olay Batman ve çevresinde anlatılır.
– Bir gün dergâha bir kız çocuğu getirdiler, çocuk çok hastaydı. Seyyid Hazretleri o sırada abdest alırken Allah-u Tealatarafından kalbine ilham geldi hastanın sahibine buyurdu: abdest suyundan arta kalanı içsin ve suyun geri kalanını çocuğa içirsinler. Allah-u Tealanın izniyle hemen orada şifa buldu.
– Seyyid Kasım Hz bir gün Mardin’e sohbet için müritleriyle gitmiştir. Orada sohbet ederken yanlarına bir iki kişi geldi Seyyidinelini öptü Seyyid hazretleri bu iki kişiyi hiç tanımıyordu. Seyyid Hazretleri bu kişilerin halini hatırını sordu sonra gelen kişi şöyle dedi: “Efendim ben cinlerdenim burası bizim kaldığımız yerdir. Sizin müridiniz olmak feyiz ve bereketinizden istifade etmek istiyorum sizin gibi yüksek bir zat bekliyorduk ve sizi çok sevdik. Cinin bu sözlerini dinleyen Seyyid Kasım onun arzusunu kabul edip sohbetlerinde bulunabileceğini böylece arzu ettiğine kavuşabileceğini söyledi, daha sonra ki sohbetlerinde bu cin ve arkadaşları katıldılar Seyyidin sohbetlerini dinlediler Bu gelenleri Seyyid Kasım’dan başkası göremezdi.
– Seyyid Hazretleri ölümüne yakın bazı halifeleri ve vekillerine cinleri görmeleri ve konuşmaları için müsaade etmiştir. Seyyid Kasım Hazretleri çok büyük bir veliydi. Üstadı ve babası Seyyid Mevlana Hâlid-i Zilan Hazretleri buna en güzel delil idi. Gayet vakarlı heybetli bir zattı. Müritleri yetiştirmesi manevi olarak terbiye etmesi Allah-u Tealaya kavuşmak arzusunda bulunanlara pek güzeldi. Seyyid Hâlid pek çok Seyyidler yetiştirdi. Çokta kerametleri  görülmüştü. Seyyid Mevlana Hâlid-i Zilan Hazretleri vefatından önceki son sözleri şöyledir: “Silsileyi aliyye ismi verilen büyük velilerden otuz altıncı zatı görüyorum. Bu yüksek hanedanın makamına oturmak bizden sonra size verildi. Önceki hastalığım esnasında görmüştüm ki siz bizim makamımıza oturmuş kayyumluk size verilmişti. Teveccühü ve kabiliyeti ile bizden sonra bu dergahı Seyyid Muhammed Kasım-ı Zilan a bırakıyorum” buyurdu.
– Evliyanın büyüklerinden Seyyid Muhammed Kasım-i Zilan Hazretleri Batmanın köylerinden birine uğramıştı. Köylülerden biri Seyyid Kasıma bu köyde büyük bir âlim var. Herkes ona saygı duyar. O zat çok hasta olup ayrıca benim babamdır hep yatıyor ayağa kalkamıyor Seyyid Kasım baba bu kişinin derdini dinledikten sonra hastayı ziyarete gider ve onun bozuk itikatlı olduğunu anladı. Ve şöyle buyurdu; Şifa bulup kalkarsan rücu edecekmisin? Hasta olan adam eğer şifa bulursam köy halkı ile birlikte sana tabii oluruz Seyyid Kasım Baba namaz kıldıktan sonra yüce Allah’a hastanın şifası için dua etti. Seyyid Kasım Baba giderken hastaya: tövbe et ve sakın tövbeni bozma eğer tövbeni bozarsan hastalığın tekrar başlar dedi ve bir kaç sene sonra bu adam tövbesinden döndü. Seyyid Kasım bunu yanına çağırdı; ona da şöyle buyurdu ben sana söylememiş miydim? Sende razı olmuştun merhamete müstehakdeğilsin, velilerin attığı ok geri dönmez” der.
– Seyyid Kasım Hazretlerinin bir rivayetini de Şahabeddin nakleder. Bir gün akşam namazında abdest almak için destisini istedi ve sehpaya oturarak abdest almaya başladı. Bende suyu dökmeye başladım abdestin yarısına gelince bana Seyyid Kazım-i Zilan Hz. emrettiler ki; bırak geç, orada ayaklarını yıkamak için içlerinden birine suyu sen dök dedi. O kardeşimiz suyu dökmeye başladı. Bu arada takunyasını ayağından fırlattı. Dergâhın bahçesini aramamıza rağmen bir türlü takunyayı bulamadık. Akşam namazını kıldıktan sonra Seyyid Kasım Baba son abdest suyunu döken müride hadi sen köyüne dön evladım dedi.
– O mürit elinde kayıp takunya üzerinde bir insan gözü ile bunu Seyyid Hazretlerine verin dedi. Takunyayı alıp Seyyid Hazretlerine vermek için bahçeye doğru gittim. Seyyid Kasım Baba sabah namazını kılmak için geliyordu ki takunyayı ve gözü görerek bunları hemen kaybedin diye emretti. Ve o müridi çağırarak ona dedi ki: “Köyün muhtarı için elini kana bulama onun ömrü az ölür gider.” Bu olayı mürit hanımından rivayetle şöyle anlatır. Akşam ezanı okunurken kapı çaldı kapıyı araladım baktım ki köyün muhtarı önce seni sordu ben de; kocam Seyyide gitti gelmez dedim. Muhtar bu durumdan faydalanmak isteyerek Ben bu gece seninle kalacağım dedi. Ben kapıyı itmeye başladım, o arada bir takunya muhtarın gözünü çıkardı. Muhtar bağırarak kaçtı.

Kaynaklar
Kaynak: Şeyh Kasım Zilan Hz. Eski talebeleri
Şeyh Kasım, Yazan İbrahim Bağdu, Star Matbaası, İst.1993.

Seyyid Şeyh Mevlana Halid-i Zilani (k.s.)

Batman – Beşiri – Örmegözü köyü Kanireval’deki kabristana

Şeyh Seyyid Mevlana Halid-i Zilani Hazretleri’nin Silsile-i Şerifi

Osmanlı zamanında Anadolu’da yetişen evliyanın en büyüklerinden olup insanlara İslamiyet’in emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyada ve ahirette saadet ve mutluluğa kavuşmalarına vesilen olan insanları Hakk’a davet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakikî saadete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i Aliyye” denilen büyük âlim ve velilerin otuz beşincisidir.   

1826 yılında şimdiki Batman iline bağlı Zilan köyünde doğdu. Soy kütüğü Hazreti Hüseyin, Hazreti Fatıma ve Hazreti Ali yoluyla Allah Resulüne ulaşan Hâlid-i Zilan Hazretleri “Seyyid” olup, ceylan derisi üzerine yazılı ve Osmanlı padişahlarının tasdik ettikleri havi şecerelerinin çok yakın tarihe kadar ellerinde bulunduğu bilinmektedir.

Hazret-i Sultan 7 yaşından 10 yaşına kadar Zilan da amcası Şeyh Muhammed Zilan’dan ve cami imamından medrese eğitimi aldı. Hazreti Sultan köyün çocuklarını medresede toplayıp küçük yaşta olmasına rağmen çocuklara hatme ve teveccüh yaptırmıştır.

Hazreti Sultan Yeniçağlar köyü Zilan medresesinde talebeyken bir gün hocası Hazret-i Sultan’a toprak olan medrese damını silindir (banger) taşı ile sıkıştırmasını söylüyor. O esnada çok şiddetli bir yağmur yağıyordu. O’da yağmurdan korunmak için damın saçağı altında duruyor ancak çok ağır taş kütlesinden olan silindir taşı sanki güçlü bir kimse tarafından kullanılıyor gibi kendiliğinden gidip geliyordu. Hocası talebelerden bir tanesine; ”git Halid’e söyle ıslanmasın insin aşağı” diye söylüyor. Talebe yukarı çıktığında Halid’in saçağın dibinde olduğunu, silindir taşınında kendiliğinden gidip gelmekte olduğunu görüyor. Hazreti Sultan’ın kerametini gören bu talebe Şeyh Halid’in amcası olan hocası Şeyh Muhammed’in yanına giderek bu olayı Şeyh Muhammed’e anlatıyor. Halid’in üstün kabiliyet ve zekaya sahip olduğunu gören amcası Şeyh Muhammed, bu olay üzerine küçük yaşta kerametler gösteren yeğeni Halid’i alarak kendi üstadı olan çok ünlü İslam âlimi ve Silsileyi Aliyyenin büyüklerinden zahiri ilim ve tasavvuf âlimi Şeyh Kasım-i Al-Toğari’ye götürüyor.

Kasım-i Al-Toğari Hazretleri genç Halid’e nazar ederek, tövbe verip amel ettirmeye başlatıyor. Kasım-i Al-Toğari Hazretleri artık iyice yaşlanmıştı. Şeyh Muhammed Zilana dönerek “ben ihtiyarladım, bu evladımı üstadım olan Hasan-i Nurani’nin okuduğu Molla Halil-i Si’ridî Hazretlerinin medresesine gönder” diye buyuruyor. Bu emir üzerine Şeyh Muhammed yeğenini Molla Halil-i Si’ridî’nin o tarihteki Medresesinde (şimdiki üniversite) okumaya gönderiyor. Hazret-i Sultan burada yetişen birçok âlimlerle imtihan edilerek başarılı bir şekilde eğitimini tamamlamıştır. Birçok Arvasi âlimleri ve Halid-i Zibari Hazretleri ile çok mülakatlar yapmış ve kimse bu mülakata erişememiştir.

Seyyid Halid-i Zilan hazretleri 21 yaşında Zilan Köyüne geri gelerek (bugünkü ismi Yeniçağlar Köyü) burada çiftçilik etmeye başlar. Çift sürmek üzere öküzlerle birlikte tarlada iken öküzün hal dilini dinler, o esnada hayvanların “Allah bu işi yapasın diye seni yaratmadı” sözünü işitir ve bu söz üzerine kendisine büyük bir dikkat çeker.

Hazreti Sultan bu arada yine ilme devam eder. Bu süreçte Delail-ul Hayrat ismiyle bilinen Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin üzerinde büyük bir çalışma yaparak Delail-ul Hayrat’ı tamamlayıp İlahi sırlara nâil oldu. Seyyid Halid-i Zilan hazretleri bu yaşlarda Allah-ü Teala’nın lütuf ve ihsanına kavuşarak ilimde mücazi oldu. Levh-i Mahfuz Hazreti Sultan’a bu yaşta gösterildi. Genç yaşta olmasına rağmen pek çok âlim müşküllerini Hazreti Sultana gelip sorarlar idi. Zira O, Allah-ü Teala’nın izni ile bu yaşta âlim olmuştu. Yanına gelen büyük âlimler O’nu görünce kendilerini “deryada bir damla su gibi” görürlerdi.

Bunu gören amcası Şeyh Muhammedi Zilan, yeğenini yetiştirmeyi düşünüyordu. Ama Hazret-i Sultan bir gün rüyasında Sevgili Peygamber Efendimizi gördü. Peygamber Efendimizin; “Gülpevar’a gideceksin, benim manevi emanetim var O’nu alacaksın” diye buyurduğunu gördü. Hazreti Sultan bu rüyayı annesine anlattı. Annesine; “babamdan müsaade al ben gideyim” dedi. Hazreti Sultan babasından da müsaade aldıktan sonra çok genç yaşta meşrebine uygun bulunduğu Şeyh Hâlid-i Gülpevarî Hazretleri’nin hizmetine girdi. Yirmili yaşlarda sülûkunu tamamlayıp şeyh Hâlid-i Gülpevarî’den hilafet aldı. Böylece hazreti sultan Nakşibendi tarikatının Zilaniye kolunun kurucusu olmuş oldu. Nakşibendi tarikatı Hatme dualarında “Menzilete” diye geçer. Menzilete’den kasıt Nakşibendi tarikatı piri Bahaaddin-i Buhara hazretlerinin Menzilete köyüdür. Hazreti Sultan Zilaniye kolunun kurucusu olduğundan Hatme dualarında “Zilanete” diye geçer.

Hazreti Sultan’ın hilafeti aldığı gece üstadı Halid-i Gülpevari hazretleri uykusunda bir rüya görür. Rüyasında babası ve üstadı olan Kasım-i Al Toğari hazretlerinin kendisine beyaz bir kartal verdiğini ve bu kartalı uçur dediğini görür. Sabah uyanınca rüyasında aldığı emir gereğince, Hazreti Sultan’ın icazetini vererek Zilan’a gönderir. Rüyasında gördüğü bu beyaz kartal kendisinden icazet ve hilafet alan talebesi Hazreti Sultandır. Bu nedenle Seyyid Halid-i Zilan hazretlerine ”Beyaz Kartal” da denmektedir.

Hâlid-i Gülpevarî hazretleri talebesi Mevlana Seyyid Hâlid-i Zilan’a; “eğer; Allah (c.c.)’ın ve Resulünün feyzi sende ise ve seni köyden taşlayıp, kovarlarsa bilki “ diye buyuruyor.

Hocası Hâlid-i Gülpevar’ın bu sözü aynen yerine gelmiş Hazreti Sultan Zilan köyüne yaklaştığı zaman akrabaları ve amcası olan Şeyh Muhammed O’nu köyden kovdurmuştur. Bu olayı duyan Hâlid-i Gülpevarı hazretleri çok sevinmiştir. Çünkü Allah ve Resulullah’ın aşkı, muhabbeti ve feyzi Mevlana Seyyid Hâlid-i Zilan’dadır.

Bütün bunlara rağmen Mevlana Seyyid Hâlid-i Zilan yoluna devam etti ve her türlü engellemelere karşı koyabildi. Ancak bu bakışlar sonucu bölgesinde sık sık yer değiştirme durumunda kaldı. Kaderin cilvesine bakınız ki çok geçmeden kendisine dünyayı dar eden yakınları ve rakiplerinin tamamı birer birer dünyadan çekilip gittiler.

Bir asrı aşan irşad hayatında, dünya mevkiine ve zenginliğine meyletmedi. Gerek Güneydoğuda gerekse Anadolu’nun muhtelif yörelerinde bulunduğu zamanlarda hep insanların irşad ve İslami bağlılıklarına yardımcı oldu. Anadolu’daki sevenlerince “Hazreti Sultan” olarak isimlendirilen şeyh Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretleri, küfürle ettiği mücadele kadar, cehalet ve koyu taassupla da mücadele etti. İnsanların dış görünümlerinden ziyade iç güzelliklerini esas aldı. Teferruat sayılacak şeylerle uğraşırdı.

Hazret-i Sultan günde 7 cüz Kur’an-ı Kerim okuyarak haftada bir hatim yapardı. Kur’an okumayı yani Allah (c.c.) ile kelam etmeyi çok severdi.

1938 yılında bazı olaylar nedeniyle Seyyid Hacı Hâlid-i Zilan hazretleri ailesi ile birlikte Siirt’ten Giresun’a mecburi ikametgah nedeniyle göç etmek zorunda kaldı.  

Seyyid Mevlana Muhammed Hâlid-i Zilan Hazretleri Giresun’da sürgün olduğu ilk yıllarda bir çadır içinde bütün ailesiyle birlikte kaldılar. Zaman sonra çocuklar acıkmaya ve üşümeye başladılar. Bu şikâyetlerini Halid-i Zilan Hazretlerine bildirirler. Efendi Hazretleride namazdan sonra yörenin en zengini olan bir yahudinin evinin yolunu tutar. Yardım istemek için eve yaklaştığında “gâvur” kokusu geliyor diye gerisin geri döner ve camiye gelir. Camide bulunan cemaat Efendi Hazretlerini sarıklı ve cübbeli görünce kendisinden vaaz vermesini ister. Efendi Hazretleride vaaz ettikten sonra vaktin namazını da kıldırır ve camiden ayrılır. Hazret-i Sultan’ın anlattıklarının etkisinde kalan halk; bundan sonra Seyyid Mevlana Muhammed Hâlid-i Zilan Hazretlerinin maddi ihtiyaçlarını karşılar.

Seyyid Hacı Hâlid-i Zilan Hazretlerinin hizmetinde bulunmak için Siirt’ten gelen Hamo adında bir mürid, çadırda kaldıkları sırada aileden birine darılarak Samsun’a gider. Orada inşaat işçiliği yapmaya başlar. Daha sonra Samsun’da şeyhlik yapan Açıkbaş Ömer Efendi’nin müridleriyle tanışır ve onlarla oturup kalkmaya başlar. Hamo, Ömer Efendinin müridlerinden, geçimini hamallık yaparak sürdüren Abdullah Efendi adında bir zatın dikkatini çeker. Hamo, Abdullah Efendiyi alarak en kısa zamanda Hazreti Sultana götürerek tanıştırır. Abdullah Efendi, Hazreti Sultan’a teslim olur, tövbe ederek amel etmeye başlar. Bir müddet sonra Abdullah Efendi ile Hamo Samsun’a geri dönerler. Hamo iki yıl kadar Samsun’da kaldıktan sonra tekrar Giresun’a geri döner.

Seyyid Hacı Hâlid-i Zilan Hazretleri Giresun’da iken bir ara Samsun’a, oradan da Havzaya gitti. Tedavi için bir müddet Havza kaplıcasında kaldı. Kısa sürede hayli kişi onun muhabbet halkasına katıldı. Daha sonra Bafra ve Çarşamba dolaylarına giderek buralarda da bir çok insanın muhabbet halkasına girmesine vesile oldu. Böylece Samsun ve çevresinde de Seyyid Halid-i Zilan hazretlerinin nuru yayıldı ve muhabbet halkası genişledi.

Hazreti Sultan Giresun’a döndükten sonra zikir yaptıkları esnada, ihbar üzere polisler zikir meclisini basarlar. Bunun üzerine Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretleri ve yanında bulunanlar tevkif edilerek hapse atılırlar. Hazreti Sultan cezaevinde bulunduğu sırada yaklaşık 300 kadar mahkûma Allah’ın emir ve yasaklarını anlatır, mahkumlara imamlık eder ve namaz kıldırır. Bu olaylardan haberdar olan ve mahkumların ıslah edici bu durumlarını gören cezaevi savcısı kısa zamanda Hazreti Sultanın hapisten çıkarılmasını sağlar.

Seyyid Hacı Hâlid-i Zilan Hazretleri aile fertleriyle birlikte Giresun’da tam on yıl kadar ikamet ettiler. Bu sırada Hazreti Sultanın sağ kolunda bilinmeyen bir sebepten dolayı yara çıkmıştı. Doktorlar Hazreti Sultan’ın yaralı olan sağ kolunu ameliyata aldılar ve Efendi hazretlerinin kolunu kurtaramayarak kesmek zorunda kaldılar. Samsun’dan gelen ihvanlar Hazreti Sultanın kesik kolunu alarak Samsun’a götürüp defnettiler. Bu hastalığın ardından Hazreti Sultan Ankara’ya dilekçe yazarak Giresun’dan başka bir yere nakledilmelerini istedi. Ankara’ya ulaştırdıkları dilekçelerine ”Söke’ye gönderilmeleri” şeklinde cevap geldi. Sevenlerinin gözyaşları arasında Giresun’dan uğurlandılar. Gemiyle Samsun’a gelip, karaya çıktılar ve Samsun vekili Abdullah efendi’nin evinde misafir oldular. Bu misafirlik bir hafta sürdü. Bu süre zarfında Samsun’da Hazreti Sultan’ın birçok kerameti görüldü ve unutulmaz hatıralar bıraktı.

Seyyid Hâlid-i Zilan hazretleri ve ailesi trenle Samsun üzerinden Havza’ya doğru gitmek üzere tren garına gelirler. Hacı Halid-i Zilan hazretlerinin müridleri kendisini bir kez daha görebilmek için tren garının yanında bulunan arazide toplanır. Efendi hazretleri trenden inerek topluluğun ortasına oturup sohbete başlar. On dakika mola süresi dolar, makinist treni hareket ettirmeye çalışır, bir türlü treni çalıştıramaz. Seyyid Halid-i Zilan Hazretleri tam dört saat sohbet eder ve sohbeti bittikten sonra trene biner. Hazreti Sultan trene biner binmez tren çalışır ve Söke’ye doğru uğurlanırlar.

Hazreti Sultan Söke’ye yerleştikten kısa bir süre sonra, yarım kalan bir mahkûmiyetinden dolayı tekrar tevkif edilir. On iki gün hapiste yatıp tahliye olur. Söke’deki sürgün yılları iki yıl kadar sürdükten sonra Demokrat Partinin iktidar olmasıyla, sürgünde bulunanların tamamına af çıkar. Onlarda bu aftan yararlanıp Beşiri’ye geri dönerler.  

Hazreti Sultan; oğlu Seyyid Muhammed Zilan’ın aniden hastalandığını ve Diyarbakır hastanesine yatırıldığını öğrenince çok üzülür. Bir hafta sonra ise Seyyid Muhammed Zilan hastanede vefat eder. Cenazesi Beşiri’ye getirildikten sonra naaşı daha sonra Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretleri’ne türbe olacak Kanireval’deki kabristana defnedildi. Seyyid Hâlid-i Zilan Hazretleri oğlunun vefatına çok üzüldü.

Seyyid Mevlana Hâlid-i Zilan Hazretleri gayet vakarlı ve heybetli bir zattı. Müritleri yetiştirmesi, manevi olarak terbiye etmesi Allah-ü Tealaya kavuşmak arzusunda bulunanlara pek güzeldi. Seyyid Hâlid-i Zilan pek çok seyyidler, müridler ve talebeler yetiştirdi. Hazreti Sultan’ın çokça kerametleri görülmüştür.

Hazreti Sultan’ın dünya hayatında yetiştirdiği sülük yoluyla icazet verdiği talebelerinden bazıları şunlardır. Önce babası Seyyid Abdurrahman (lakabı Seyh Cami) Hazretlerini yetiştirdi. Hâlid-i Gülpevar Hazretlerinin sülükten gönderdiği Ahmet Belfırat Hazretlerini, daha sonra oğlu Seyyid Muhammed-i Zilan Hazretleri, Hacı Hamid-i Hasani, Molla Süleyman ve oğlu Seyyid Kasım-ı Zilani Hazretlerini yetiştirdi. Mevlana Seyyid Kasım-ı Zilan Hazretlerini 1953’te sülüke sokarak bu yolun icazetini ve postunu sülükten başarıyla çıkan oğluna verdi.

Hazreti Sultan talebelerini sülükten çıkardıktan sonra tasavvufi icazet diplomasını mühürleyerek kendilerine vermiştir. Günümüzde bazı insanlar sülük gördüğünü ve icazet aldıklarını söylemektedirler. Ancak bu kişiler icazet diplomalarını göstermedikleri sürece sülüke girdiklerini ispat edemezler. Hazret-i Sultan’ın bu halifelerinden başka birçok yetiştirdiği âlim ve veli zatlar vardır. Yetiştirdiği âlimlere tasavvuf icazeti vermemiştir. Bunlardan örnek vermek gerekirse Molla Said Erdinç gibi mümtaz şahsiyetlerin yetişmesine vesile olmuştur.
[toggle title=”Menkıbeleri ” load=”hide”]Menkıbeleri

1- Hac vazifesini deniz yolunu kullanmak suretiyle gerçekleştirdi. Hicaza giderken Suriye sınırlarında vapur alabora oldu. Bütün Hac yolcuları Mevlana Seyyid Hâlid’in yanına gelerek; “Ey Allah (c.c) dostu duanız makbuldür, dua edin bu sıkıntıdan kurtaralım” dediler. Hazreti Sultan ayağa kalkarak bastonunu vapurun ortasına vurdu, muhabbeten çok sevdiği Muhyeddin-i Arabî Hazretlerine; “şaka yapma, bende şaka yaparsam Şam’ı alt üst ederim” buyurdular.

Bunun üzerine vapurda bulunan bir Hacı adayı Hazreti Sultan’ın yanına yaklaşarak “o ki bu kadar birbirinize nazınız geçiyorsa, tasavvufta ”Yusuf Hamedani’nin yanına Seyyid Abdulkadir-i Geylani Hazretleri gitti. Yusuf Hamedani Hazretleri Abdulkadir-i Geylani ye buyurdu ki: ”öyle görüyorum ki Allah Resulünün ayakları Abdulkadir-i Geylani Hazretlerinin omuzuna, Abdulkadir-i Geylani Hazretlerinin ayakları da tüm Velilerin omuzuna olsun” bu söze ne dersiniz dedi.
Hazreti Sultan;
“Ben çok severim Abdulkadir-i Geylani hazretlerini,
Ben severim Hallac-ı Mansur Hazretlerini,
Ben severim Muhyeddin-i Arabî Hazretlerini,
Ben severim Ahmed-i Bedevi Hazretlerini,
Ben severim Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerini” dedi ve devamla; “herkes kendi devrinde o makamı alır, şimdi ise o makam ve Allah Resulünün ayakları kimin omzunda olduğunu buna göre tasavvur edin” diye buyurdu. Ve bu sözden sonra Resul oğlu  Nizam isimli hacı adayı bir cezbe haliyle yere düşüyor. Cezbeden uyanınca “şu anda görüyorum ki Allah Resulünün ayakları Mevlana Seyyid Hâlid-i Zilan’ın omzunda, O’nun ayakları da tüm Velilerin omzundadır” diye nida ediyor

2- Osmanlı döneminde Siirt Merkez vaizi olan Molla Süleyman Efendi birgün vaazında “şeyhler, tarikat ehilleri kimseyi kurtaramazlar, kimseye ahirette yardımcı olamazlar” diye konuşmuştu. Molla Süleyman o geceden sonra üç gün üst üste aynı rüyayı görür. Rüyasında Mevlana Seyyid Muhammed Halid-i Zilan hazretlerini görür. Sırat köprüsünün kurulduğunu, sırat köprüsünden Halid-i Zilanın tek başına gittiği sırada Molla Süleyman; “işte ben kürsüden dedim ya, işte tek başına gidiyor” diye söyleniyor. Şeyh Seyyid Halid-i Zilan hazretleri sırat köprüsünü geçtikten sonra geri dönerek; “Molla Süleyman, ben teslim aldığım ihvanı sırat köprüsünün korkusunu göstermeden, cübbemin altında taşıyarak geçiririm” dediğini, cübbesini silkelediğini ve o esnada mahşeri bir kalabalığın Hazreti Sultanın cübbesinden döküldüğünü görüyor.

Molla Süleyman rüyanın etkisiyle uyandıktan sonra sabaha kadar sağa sola dönüyor, sabah namazını kıldırdıktan sonra medresede bulunan Said isimli 9 yaşındaki talebesine; “bugün Beşiriye gidelim, Halid-i Zilan hazretlerini ziyaret edelim” diyor. Birlikte Beşiriye gelerek rüyasını Seyyid Halid-i Zilan hazretlerine anlatıyor.

Hazreti Sultan “bir mürşidi kamil müridine ecel ve sırat korkusunu hissettirmez” diyerek Molla Süleyman ve küçük Said’e tövbe ve tarikat veriyor. Molla Süleyman ve Said, Siirt’e geri dönerek medrese eğitimlerine devam ediyorlar.

Küçük yaşta Halid-i Zilan hazretlerinden tarikat ve tövbe alan Said, zamanın büyük üstadlarından Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleridir.

3- Hazreti Sultan icazet aldıktan yirmi yıl kadar sonra hacca gitmeye karar verdi. Büyük oğlu Seyyid Abdülkuddüs ve yeğeni Abdulkadir ona refakat ettiler. Hazreti Sultan 40 yaşında 1866 yılında bu Hac kafilesi ile Cidde’ye geldikten sonra Resul oğlu Nizam isimli bu zat uzaktan Halid-i Zilan hazretlerini takip etmeye başlıyor. Kafile Medine’ye vardıktan sonra hacı adayları çadırlarda kalıyorlar. Bir gece yarısı herkes uykudayken Hazreti Sultan çadırdan çıkarak Ravzayı Mutahhara’ya doğru gider. Hacı Nizam Hazreti Sultanı takip etmeye devam eder. Hazreti Sultan, Ravzanın kapısında durarak “Ya Resülallah senin kabrini ziyaret etmek ve öpmek istiyorum, kapıyı aç” diye dua etti. Bu esnada kapı büyük bir nur ile aydınlanıp açıldı ve Hazreti Sultan “Ya Resülallah, ihvanıma Cehennem korkusu ve kabir azabı çektirme” diye dua etti. Hazreti Sultanı takip eden zat “Evladım Halid, senin dualarını Allah (c.c) kabul etti, senin ismini duyan kabir azabı çekmesin” diye bir ses işitti. Ve bu olaydan sonra hacı adayı yere yığılıp kalıyor. Hazreti Sultan Ravzayı Mutahharadan ayrılırken kendisini takip eden bu zata doğru gelerek Resul oğlu Nizam isimli bu zatı yerden kaldırarak “beni niye takip ettin” diyerek kızar ve bu olayı kimseye söylememesini tembihler. Daha sonra Hazreti Sultan hacı adayına dönerek ”Seyyid Abdulkadir-i Geylani Hazretlerinin kabrinin önünden geçen ve dua eden kabir azabı çekmeyecek ve benim ismimi duyan da yine kabir azabı çekmeyecek” diye söyler.

Hac vazifesinden döndükten sonra çok geçmeden Hazreti Sultan’ın küçük oğlu Alâeddin Efendi vefat eder. Hazreti Sultan oğlunun vefatına çok üzülür.

Hazreti Sultanı takip eden hacı Nizam isimli kardeşimiz üç yıl sonra tekrar Hacca gider. Ravzayı Mutahharayı ziyaret edince çok ağlar. “Ya Resülallah yanımda Hazreti Sultan yok ki senin nurunu göreyim, senin O sesini işiteyim” diye dua eder ve ağlar. Bu arada kendisine bir uyku gelir, uykusunda Allah Resulü (s.a.v)’nü görür, Peygamber Efendimiz bu kişiye rüyasında şu sözü söyler “ümmetim beni görmek, beni ziyaret etmek isterse evladım Seyyid Muhammed Halid-i Zilan’ı ziyaret etsin, beni hayatta iken görmüş gibi olur” diye buyurduğunu görür. Hacı kardeşimiz Hac dönüşünden sonra her yıl iki defa Hazreti Sultan’ın ziyaret gider.
[/toggle]

Seyyid Mevlana Hâlid-i Zilan Hazretlerinin vefatından önceki son sözleri şöyledir: “Silsileyi Aliyye ismi verilen büyük velilerden otuz altıncı zatı görüyorum. Bu yüksek hanedanın makamına oturmak bizden sonra size verildi. Önceki hastalığım esnasında görmüştüm ki siz bizim makamımıza oturmuş kayyumluk size verilmişti. Teveccühü ve kabiliyeti ile bizden sonra bu dergahı Seyyid Muhammed Kasım-i Zilan’a bırakıyorum” buyurmuştur.

Seyyid Mevlana Muhammed Hâlid-i Zilan Hazretleri oğlu Seyyid Kasım-i Zilan Hazretlerine tasavvufi icazetlerin tümünü verdikten sonra irşad vazifesi ile Batman’ın Binatlı köyüne gönderir. Bu arada yöre halkı ve sevenleri Hazret-i Sultan’ı ziyarete gelirler. Hazreti Sultan ziyaretine gelenlere; “artık bende bir şey yok, bende oğlum Seyyid Kasım-i Zilan’dan himmet bekliyorum, hepsini oğlum Seyyid Kasım aldı. Cenab-ı Allah Zülcelal(c.c.) hepsini oğlum Seyyid Kasım-i Zilan’a verdi. Bu yüzden sizler oğluma gidiniz” buyurarak Seyyid Kasım-i Zilan Hazretlerinin de babasını yetiştiren veli unvanının Kasım-i Zilan Hazretlerinde olduğunu belirtmiş, oğlu Seyyid Kasım-i Zilanında “MEVLANA” makamına ulaştığını beyan etmiştir.

Seyyid Hacı Halid-i Zilan Hazretleri Süleyyi Hak Edebi isimli bir kitap yazmış ancak bu kitabı çoğaltılmamıştır, ayrıca birçok Divançeleride mevcuttur.

19 Aralık 1954 tarihinde bir Pazar sabahı, emanetini sahibine, yüceler yücesi Allah’a teslim etti. Seyyid Mevlana Muhammed Kasımi Zilan Hazretleri muhterem babasını yıkayıp kefenledikten sonra Hazreti Sultanın vücudunu bir Nur kapladı, Seyyid Muhammed Kasımi Zilan Hazretleri dışarıdaki topluluğa “Allah ve Resulullah’ın nurunu görmek isteyen varsa gelsin baksın” diye nida etti.

Hazreti Sultan Kanireval’deki türbede oğlunun yanına defnedildi. 128 yıllık büyük çınar fani vücudunu toprağa teslim ediyordu. Ruhu ise atalarının yanına, Allah Resulü’nün “liva’ü hamd” inin altına doğru uçuyordu.
Her yıl Mayıs ayının ikinci haftasında Batman – Beşiri- örmegöze köyünde Şeyh Halid’i anma ve aş dökme etkinliği yapılır. 2 gün süren etkinlikte konuları ağırlamak için 5 bin çadır kurulur ve 50 bin kişi katılırdı.

Yüce Allah sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.

Kaynaklar
Kaynak: Pamuk Yayıncılık İstanbul ve Anadolu Evliyaları Ansiklopedisi s.176
Tezkire-i Meşayih-i Amid (Diyarbekir Velileri I-II s.246
Şeyh Halid, Yazan İbrahim Bağdu, Star Matbaası, İst.1993.

Şeyh Seyda Muhammed Nurullah Cezeri (k.s.)

Şırnak – Cizre’de Şeyh Seyda camii yakınındaki aile  kabristanında.Şeyh Seyda Muhammed Said Hazretlerinin yanında

Seyda Muhammed Nurullah El-Cezeri hazretlerinin Silsile-i Şerifi

 

Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, 1949/1368 yılında Sefer ayında Cizre’de dünyaya gelmiştir. 1985’te de Cizre’de vefat etmiştir. Şeceresi Hz.Ebubekir’e dayanmaktadır. Küçük yaşından itibaren zekâ, akıl, edep ve irfanın sembolü olmuştur. İlk eğitimini babasından alan el-Cezerî, onaltı yaşına gelince büyük bir ilme sahip olmuş kendini birçok alanda geliştirmiş Arapça, Farsça kısmen İngilizceyi de öğrenmiştir. Evlenmiş yedi erkek ve üç kız evladı dünyaya gelmiştir.

12 Mayıs 1985 tarihinde geçirdiği bir trafik kazasın sonucu vefat etmiş ve Cizre’de babasının mezarı yanında defnedilmiştir. Kısa ömrünün içine fıkıhtan, tefsire, hadisten kelama ve tasavvufa dair 13 eser sığdıran el-Cezerî, özellikle bir yandan medrese eğitimi ve diğer yandan tasavvuf eğitimi alanlarında pek çok talebe yetiştirmiş, onları başta Doğu, Güneydoğu Anadolu bölgesi olmak üzere Suriye ve Irak bölgelerinde de ilim irfan ve maneviyat dünyasına kazandırmıştır.

Küçüklüğünü ve ilk ilmi öğrenimini ailesinden almıştır. Daha küçüklüğünden itibaren babası onu gözden ırak tutmamıştır. Bazen kendisi bazen de bölgesinin değişik yerlerindeki mümtaz hocaları nezaretinde eğitim ve terbiyesine son derece önem vermiştir. Onun hocalarından birisi de Mela Abdurrahman Erzeni’dir. Hocası Nurullah Seyda el-Cezerî’nin yetişmesi için gayret ve ihtimamı göstermekte geri durmamıştır. Kendisi oldukça zeki ve kabiliyetli olduğundan kısa bir zaman içerisinde kendisini yetiştirdi.

Nurullah Seyda el-Cezerî’nin şahsiyetine bakıldığında onun oturuşu, kalkışı, yürüyüşü hep kontrollüydü. İnsanlarla konuşması, görüşmesi, onlara karşı ilgisi, tepkisi, latifesi ölçülüydü. Bir konuyu izah ederken insanları sıkmazdı, konuya girer ve kısa sürede mevzuda hâkim olur, sınırlarını belirler az ve öz şekilde anlatırdı. Sadece dini konularda değil, tarihi, iktisadi, beşeri münasebetler ve diğer sosyal hususlarda da tatminkâr ve doyurucu izahlar yapardı. İlhamını, uhdesinde bütün güzellikleri barından asil kaynağından almıştı. Çünkü arazinin güzel ürün vermesi tohumun iyiliğine bağlıdır. Kader yavaş yavaş bu edip şahsiyeti aslının adabını öğrenmeye müsait hale getirmiştir. Akranlarının bir mesafe kat ettiği konularda o birkaç merhaleyi kat edecek yetenekte idi.

Kısa sürede ilmi yeteneklerini ispatlayıp ilmi icazetini babasının halifesi olan Batman’lı Şeyh Fahreddin’den aldı. Tarikat hilafetini ise babasından aldı. Babasının vefatından sonra henüz yaşı 19–20 olmasına rağmen irşad tahtına geçmiştir. Şeyh Seyda: “Benden sonra şeyhiniz Nurullah’tır. Çünkü onu hem zahiri ve hem de batında imtihan ettim. İmtihanı başarıyla kazandı.” İfadesiyle de işaret buyurdukları Şeyh Muhammed Nurullah Seyda hazretleri irşad tahtına oturmuş ve bu mukaddes vazifeyi ifa etmeye başlamıştır. Yaşının henüz genç olması bazı ihtilaflara yol açtıysa da daha sonra ondaki ilmi kudret ve edebi güzellik müntesipleri arasında onu her geçen gün yüceltti. O iyi bir nasihatçi, kötü ve çirkin bid’atleri kaldırıcı, münazaralarda barıştırıcı, sulük ve riyazette irşad edici, vakitlerini ilimle değerlendirici olarak seyrine devam etti. Davranışları, meziyetleri babasını aratmayacak güzellikteydi.

Onun yanında birçok canlı birer kaynak olan âlim yetişmiştir. İslâm’a hizmet ve sünneti ihya bakımından merhum babasının yolunu takip etti. İlmi icazet verdiği pek çok şahsiyetlerden bazıları şunlardır: Silopi’li Mela Abdulhamit, İdil’li Seyyid Ahmet, Midyat’lı Mela Hacı gibiler. Tasavvufi icazet verdikleri ise: Batman’lı Mela İsmet, İdil’li Şeyh Muhammed, Suruç’lu Şeyh Mustafa gibi zatlar onun yanında okuyup yetişen kıymetli şahsiyetlerden bazılarıdır.

Şeyh Muhammed Nurullah Seyda hazretlerinin ilimde icazet verdikleri

Pederi Şeyh Seydâ-i Cezerî’nin halîfesi Şeyh Fahruddin-i Arnâsî-i Batmanî’den ilim icâzet aldıktan bir gün sonra kendisi başkalarına ilim icâzetleri vermeye başlar, vefâtına kadar çok sayıda medrese ilim icâzeti verir. Şeyh Muhammed Nurullah Seydâ (k.s) Hz.lerinin rahle-i tedrîsinde tahsil görerek, az-çok ondan ders okuyup sadece ilim icâzeti alan bazı şahısların isimleri, memleketleri ve icâzet tarihleri:
1- İkinci Molla Abdülhakîm (ATAÇ), Pederinin halîfesi ve kendisinin hocalarından Şeyh Beşîr-i Halilî (Kılavuz) yê Baseyî’nin oğlu,
2- Molla Abdulaziz (TANRIVERDİ), İdil/Bafê (Sulaklı)’li Molla Necimin oğlu,
Şeyh Muhammed Nurullah (k.s) Hz.leri ilim icâzeti aldıktan bir gün sonra bu ilk ikisine kendisi ilim icâzetlerini vermişlerdir.
3- Molla Hikmetullah (ATAN), Pederinin halîfelerinden Şeyh Musa el-‘Umerî’nin oğlu, Kızıltepe/Mardin, h. 10 Muharrem 1388/m. 8 Nisan 1968 Pazartesi,
Bu zâta daha sonra 7. postnişîn Şeyh Ömer Faruk (k.s) Hz.leri tarafından tarîkat hilâfeti verilmiştir.
4- Molla Muhyiddin-i Cezerî (ÜLPER),
Bu zâta daha sonra 7. postnişîn Şeyh Ömer Faruk (k.s) Hz.leri tarafından tarîkat hilâfeti verilmiştir.
5- Molla Abdulhamit Cezerî/Şahî (Çağlayan Şah Köyü) (rh. a),
6- Molla Muhammed (YÜKSEL), pederinin halîfelerinden Şeyh Fahruddin-i Diyarbekirî-yi Hıdırilaysî’nin oğlu,
7- Seyyid Molla Muhammed Şefik (AKSOY), Pederinin halîfelerinden Şeyh Seyyid Halil Serdêfî yi Bêcirmanî’nin oğlu,
8- Molla Bahauddin (AYYILDIZ), pederinin has talebesi ve hizmetçisi Diyarbakır/Eğil Beylerinden.
Bu zâta daha sonra 7. postnişîn Şeyh Ömer Faruk (k.s) Hz.leri tarafından tarîkat hilâfeti verilmiştir.
9- Molla Masum (BAYAR), Molla Süleyman-i Hoserî’nin oğlu,
10- Molla Fâdıl (AŞAN/BEDİRHANOĞLU), Bedirhan Paşa (rh.a.)’nın yeğeninin torunlarından Lütfi Beyin oğlu Cizre’nin Çağlayan Şah Köyünden,
11- Molla Beşîr (MALKAÇ), pederinin fedakâr hizmetçisi ve komşusu Hacı Muhammed-i Bozê’nin oğlu, 30 Nisan 1973 m./28 Rabiulevvel 1393 h. Pazartesi,
12- Molla Beşîr, Molla Hüseyin-i Davrikî’nin oğlu, m. 30 Nisan 1973/h. 28 Rabiulevvel 1393 Pazartesi,
13- Molla Abdurrahaman-i Koçer, (İNAN) m. 30 Nisan 1973/h. 28 Rabiulevvel 1393 Pazartesi,
14- Molla Haci-yi İvanî, (ÇELİK) Dargeçit,
15- Mola Ahmed-i Koçer-i Dudêrî yê Davudî (ASLAN) (Ağben),
16- Seyyid Molla Yusuf (DÜZGÜN) İdil,
17- Molla Tahir-i Kiveğî, Botân, 18 Aralık 1972,
18- Molla Seyyid Muhammed Can-i Basurk (Kayabal)’î Batmanî, (İBİN)
19- Molla Abdussamed-i Kerhî,
20- Molla Tahir-i Halilî (BAPUR) (Kılavuz Köyü),
21- Molla Osman (ÜNAL), Hors (Bulmuşlar) Köyü-Botan/Cizre, 1975,
22- Molla Abdulhamid-i Sanuhî/Pervari,
23- Molla Sirac-i Zercelî, (Danalı Köyü-Beşiri/Batman) (BOZYİĞİT) Molla Ali-i Zercelî’nin oğlu,
24- Molla Hanefi Bingolî, (BALLI)
25- Molla Seyyid Muhammed Kartminî, (DENİZ)
26- Molla Sâlih-i Heskal (KISA) (Kaşıkçı Köyü/İdil)’î h. 8 Zilhicce 1389,
27- Molla İbrahim Hoser (BAVLİ) (Düzova Köyü)’î, Cizre, 13 Nisan 1975,
28- Molla Muhammed Naim (BİLİR) Navyan (Güneyçam/Şırnak)’î, 1970,
29- Molla Seyyid Ramazan-i Torî yê Bazgur (ÜZÜMCÜ) (Kentli/İdil)’î, h. 27 Muharrem 1391/m. 24 Mart 1971,
30- Molla İbrahim-i Danêr (Duru Köyü/İdil)’î, h. 27 Muharrem 1391/ m. 24 Mart 1971,
31- Molla Muhammed-i Reyhanik (TAY) (Bostancı Köyü/Silopi)’î, Tillolu Şeyh Mustafa’nın oğlu,
32- Molla Seyyid Necmuddin-i Kartminî (DENİZ) Midyat,
33- Molla İzzet, Diyarbakır,
34- Molla Seyyid Muhammed (ERZEN), Fındık’lı Seyyid Necmuddin’in oğlu, h. Cemadulevvel 1393/m.1973,
35- Molla Beşîr, Molla Hüseyin-i Davrikî’nin oğlu, m. 1 haziran1973/ h. 28 Rabiulevvel 1393 Pazartesi,
36- Molla Muhammed-i Dudırî, (GERÇİN) İdil, 1976,
37- Molla İsmail Delavêkasrî (OĞRAK) (Aliyan Köyü/İdil),
38- Molla İbrahim-i Meranî Dargeçit/Mardin,
39- Molla Muhammed Kasım (ELARSLAN), Fındıklı Hacı Adıl’ın oğlu, h. 7 Zilhicce 1389/m. 13 Şubat 1970.
40- Seyyid Sabri Yıldız. (Batmanlı Seyyid Şeyh Faruddin Yıldız Hz.lerinin ortanca mahdumları) H. Rebiulahir 1398/m. Nisan 1978

Şeyh Muhammed Nurullah Seydâ el-Cezerî (k.s) Hz.leri tarîkat icâzetini yani halîfeliği sadece dokuz kişiye vermiştir. Bunlar:
1- Şeyh Ömer Faruk Seydâ el-Cezerî (k.s), kardeşi, ilimde mücâzı ve ondan sonraki postnişîni, m.1972,
2- Seyyid Şeyh Ma’rûf (rh.a), Suriye,
3- Seyyid Şeyh Muhammed (DÜZGÜN) (rh.a), pederinin halîfesi Seyyid Şeyh Muhammed Beşîr-i Alakamişî’nin büyük mahdumu, İdil,
4- Şeyh İsmetullah Batmanî Bışêrî, ilimde de mücâzı,
5- Şeyh Muhammed Ali (ASLAN), ilimde de mücâzı,
6- Şeyh Ali (BİRTANE), Gevaş/Van,
7- Şeyh Hatip (YÜKSEL), pederinin halîfesi Diyarbakırlı Şeyh Fahruddin-i Hıdırilyasi’nin mahdumu,
8- Şeyh Recep Efendi (rh.a), ilimde de mücâzı Nizip/Gaziantep, h. 1 Rabiulevvel 1390/m. 6 Mayıs 1970,
9- Şeyh Mustafa (ÇETİNKAYA) (rh.a), Suruç/Şanlıurfa.

Nurullah Seyda hazretleri , ilmi, edebi ve tasavvufi calışmalarıyla temayüz ederek risaleler şeklinde ön dört eser kaleme almıştır. Seyda’nın Cem’u’l-Cevâmi’ adlı eserini kaleme aldığında henüz on yedi yaşında olduğu bildirilmektedir. Yine Seyda, yirmi yaşlarında iken tasavvuf alanında kaleme aldığı Esrâru’t-Tasavvuf isimli eseri ile de öne çıkmıştır. Bu calışmalar Seyda’nın daha erken yaşlarda dikkat çeken önemli bir alim olduğunu gostermektedir.

Seyda’nın yazdığı eserleri, onun bir tarikat büyüğü olarak irşad faaliyetlerini yürütürken İslami ilimleri okutmayı ve bu alanlarla meşgul olmayı ihmal etmediğini de göstermektedir. Seyda’nın kaleme aldığı çalışmalardan anlaşılmaktadır; ki onun gibi medrese hocaları, İslam dunyasındaki ilmi inkişaf ve yönelişlerden uzak kalmamış, medreselerdeki eğitim sistemini bu yönelişler ışığında gözden geçirmeye çalışmışlardır.

Başta Cizre olmak üzere bölgede birçok ailenin cocuklarına “Muhammed Nurullah”, “Mehmet Nurullah” veya sadece “Nurullah” şeklinde isim vermiş olmaları Seyda’nın toplumun değişik kesimleriyle kurduğu güçlü diyaloğu göstermektedir.

Vefatı
Şeyh Muhammed Nurullah 1985 Mayıs ayında Nusaybin Kızıltepe yolu üzerinde geçirdiği trafik kazası sonucu 36 yaşında hakkın rahmetine kavuşmuş, on binlerce seveninin katılımıyla kılınan cenaze namazının ardından naaşı babası Şeyh Seyda’nın yanına defnedilmiştir Vefatına sebep olan bu
olayın kaza süsü verilmiş suikast olup Şeyh’in hizmetlerini hazmedemeyen güçler tarafından gerçekleştirildiği de düşünülmektedir Şeyh, vefat etmeden önce bir yakınına taziye için yazdığı mektupta ölüme şöyle yaklaşmaktaydı “Allah’a ve O’nun takdirine iman eden, manevi âleme, yepyeni ve ebedi bir hayata gidiş sırasını bekleyen gönülden sizlere selam olsun Beklenilen o manevi belde öyle bir yerdir ki; bu üzgün kalbin en sevdiği, en değer verdiği kişiler, dedeleri, hocaları, üstadları ve dostları hep oraya gittiler Eğer önümüzde o manevi âlem olmasaydı, yemin ederim ki bu zavallı kalbim özlem ve iniltiler içinde helak olurdu” Allah onu rahmetine ğarketsin (Âmin)

Seyda Muhammed Nurullah Hazretlerinin eserleri
Seyda’nın eserleri şunlardır:
1- Hizbu’l-Hakâikı’l-İrşâdiyye: Dua ve zikir konularından bahseder.

2- es-Sâihu’l-Mutefekkir: Akaid ile meselelere değinir.

3- Cem’u’l-Cevâmi’: Fıkıh Usulu, Tefsir Usulu ve Hadis Usulu risalelerini icerir. Bu esere de üçüncü sahife ismini vermiştir. Risale, Sahîfetul-İrşâdi’s-Sâlise fi’l-Usûli’s- Selâse adıyla 1389/1969’da Kamışlı’da bulunan Rafideyn Matbaasında basılmıştır. Ayrıca bu risale Türkçe’ye de kazandırılmıştır.

4- Hulâsatu’t-Telhîs: Kalemu’l-Me‘anî ve Kalemu’l-Bedî‘ risalelerinden oluşan Hulâsatu’t-telhîs, Hatîb el-Kazvînî’nin (o. 739/1338) Telhîsu’l-Miftâh adlı kitabı ile karşılaştırıldığında Telhîs’ın me‘ani ve bedi‘ ilimlerinin özetini teşkil ettiği görülecektir.İfade etmek gerekir ki el-Kazvînî de, Ebu Yakub Yusuf es-Sekkaki’nin (o. 626/1229) kaleme aldığı Miftâhu’l-Ulûm’un belağatla ilgili kısmını Telhîsu’l-Miftâh adıyla ihtisar etmiştir. Dördüncü sahife olarak adlandırılan Hulâsatu’t-Telhîs risalesi, Sahîfetul İrşâdi’s-Sâlise fi’l-Usûli’s-Selâse adıyla 1389/1969’da Kamışlı’daki Rafideyn Matbaasında basılmıştır.

5- Sahîfetu’l-İctihâd: Fıkhi meselelerden içtihad konusunu ele alan bir çalışmadır. Beşinci sahife ismini almıştır. Sadece ismi zikredilen bu calışmanın herhangi bir nushasına ulaşılamamıştır.

6- Esrâru’t-Tasavvuf: Tasavvuf, bey’at, murşid-i kamilin ozellikleri, müridin kendi nefsine karşı görevleri, tevbe, zuhd, şeriat-tarikat-hakikat-marifet kavramları üzerinde durmuştur. Bu kitaba da altıncı sahife adını vermiştir. Fatih Yayınevi Matbaası tarafından 1979’da İstanbul’da basılmıştır. Tasavvufun Sırları adıyla Elvan Ajans tarafından da basılmıştır.

7- el-Akâid: İnanç mevzularını ele almakta olup kainatı yaratanın varlığına delalet eden kat’i delilleri serdeder. Bu risale, yedinci sahife olarak isimlendirilmiştir. Sadece ismi zikredilen bu çalışmanın herhangi bir nushasına ulaşılamamıştır.

8- el-Berâhîn Alâ haşri’l-İnsan ve Vücûdi Âlemîn Âhar: İnsanların tekrar dirileceğine ve başka bir alemin varlığına dair delilleri ele alır. Bu çalışmaya da sekizinci sahife demiştir. Sadece ismi zikredilen bu çalışmanın herhangi bir nushasına ulaşılamamıştır.

9- ed-Delâilu’l-Kâtı’a alâ Risâleti Seyyidinâ Muhammed ve İ’câzi’l-Kur’ân: Hz. Muhammed’in (sas) peygamberliğine ve Kur’an’ın i’cazına delalet eden kat’i delilleri ihtiva etmektedir. Bu da dokuzuncu sahifesidir. Sadece ismi zikredilen bu çalışmanın herhangi bir nushasına ulaşılamamıştır.

10- Sahîfetu’l-Ma’rife: Marifetle alakalıdır. Seyda’nın Esrâru’t-Tasavvuf adlı risalesini tercüme eden Özturk, bu risalenin basıldığını ifade etmesine rağmen her hangi bir nushasına ulaşılamamıştır.

11- Tanînu’t-Tabîa: Seyda, bu eserinde tabiatı esas alarak Allah’ın sıfatları, Allah’ın varlığının ispatı, din-şeriat-bilim ilişkisi konularını işlemiştir. Seyda, gaye ve nizam delilinden hareketle Allah’ın varlığı ve sıfatları konusunu ele almış, bilme ve anlama sürecinde akıl ve kalp birlikteliğini zorunlu görmüştür. Seyda, kullandığı yöntem açısından tasavvuf ve kelam arasında durmaktadır.

Bu risale, Abdurrahman Erzen tarafından 1983 yılında Tabiat Çınlıyor adıyla Türkçeye tercüme edilmiştir. Emekli Muftu Celal Yıldız, bu risaleye yazdığı takrizde risalenin hasta kalplere şifa mahiyetinde bulunduğunu zikretmiş ve insanlık için tavsiyeler içerdiğini ifade etmiştir.

12- Dîvân: Arapca ve Kürtçe şiirlerden oluşmaktadır. Matbu değildir.

13- Büzûr ve Hakâik: İnsanın manevi yapısını felsefi ve mantıki perspektifle ele alan bir calışmadır. Kitap, 54 sayfadan oluşmakta olup Fatih Yayınevi Matbaası tarafından 1979’da İstanbul’da basılmıştır. Bu risale, Abdullah Yucel tarafından Çekirdekler ve Gerçekler adıyla Turkceye kazandırılmıştır.

14- el-Evrâk: Medreselerde okutulan meşhur Hallu’l-Meâkıd adlı eserin mukaddimesini beyan, belağat, meani, sarf ve nahiv ilimleri acısından değerlendiren kısa bir haşiyesidir. Hallu’l-Meâkıd, Ebu’s-Sena Ahmed b. Muhammed’in, İbn Hişam’in (o. 762/1361) el-İ’râb an kavâidi’l-İ’râb adlı risalesine yazmış olduğu şerhtir. Bu şerh medreselerde Sadini’den sonra okunan sıra kitabıdır.

 

[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”]Kaynaklar ;
1- ”Hadis Usulu Konularına Dair Bir Risale; Muhammed Nurullah Seyda’nın es-Sahifetü’s-Salise Fi Usuli’l – hadis ” , Nurullah Agitoğlu , Şırnak Üniversitesi , İlahiyat Fakültesi Dergisi 2016/2 .
2- Şark Medreselerinin İhya Teşebbüslerinde Muhammed Nurullah Seyda El Cezeri ve ” Usulu’t-tefsir” adlı risalesi , Yrd.Doç. Dr. Mehmet Nurullah Aktaş
3- Güneydoğuda Bir İrfan Merkezi : Serdahl Tekkesi ve Külliyesi , İbrahim Baz , Şırnak Üniversitesi İlahiyat fakültesi Dergisi 2011/2 yıl :2 cilt:II sayı :2
4- İbrahim Halil ER – http://www.ibrahimhaliler.com/2016/04/22/tanidigim-bir-allah-dostu/
[/toggle]

Mehmet Feyzi Efendi

Hayatı boyunca insanlara ilim irfan, hikmet ve güzel ahlakın yüceliğini en güzel bir tarzda yaşayarak anlatan merhum Mehmet Feyzi Efendi (Kuddise Sirruhü), 28 Mart 1912de Kastamonu’da doğdu. Babası İzzet Efendi, annesi Hafize Aişe hanımdır.

1935 1937 yılları arasında İstanbul Yıldız’da muvazzaf askerliği, daha sonra da Beykoz da7 ay ihtiyat askerliğini yaptı. 1957 yılında muallim İbrahim Efendi’nin kızı Melek hanımla evlendi. Nuriye, Aişe,Münibe, Mevlibe ve Mehmet Münip diye isimlendirdiği dört kızı bir oğlu oldu. 1966,1970 ve 1976 yıllarında üç defa hacca gitti.

Soyu neseben Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e ulaşan nurani Seyyidler silsilesindendir ki sohbetlerinde Seyyid olmayanın seyyid im demesi nasıl çirkin bir yalansa, seyyid olanında değilim demesi ceddini inkar olacağını şecere şart değil, aile içi bilgilendirme (tevatür nakü) ile bilinmesi o kimsenin seyyidliğine kafidir buyurarak bu kutsi emaneti çocuklarına biz hem anne, hem de baba tarafından seyidiz. Müjdesiyle vermiştir.

Tahsil Hayatı
Bilinen ilk muallimesi Çerkez Hoca Hanımdır. O günkü eğitim koşullarina göre 7 yaşında başladığı Yarabcı Mektebinde ilk tahsilini tamamladı. Sinanbey Cami’inde imamlık, Nasrullah Camiinde Hatiplik yapan daha sonra İstanbul Fatih Camii başimamı ve diyanet işleri başkanlığına ait Mushafları inceleme kurulu başkanlığı görevinde bulunan Kurra Hafız Ömer Aköz hoca efendiden hafızlığını tamamladı ve Kuran talimi aldı.

Yine aynı hocaefendiden “Mukaddeme-i Cezeriyye”, “Tecvid-i Edaiye” ve “İlm-i irtifa” okudu. Hafız Abdurrahman Efendiden Arapça, Fıkıhtan Halebi Hafız Tevfik Efendiden ”Kıraat-ı Sab-a” Reisü’l- Kurra Hoca Kamil Efendiden “Mülteka”, ”Şiriatü’l İslam” ve ”Fıkh-ı Ekber” tahsil etti.

İstanbul’da iken Nevşehirli Hacı Hayrullah Efendiden “Tefsir-i Alusi” Hoca Hüsrev Efendiden Buhari-i Şerif okudu Abdulhakim Arvasi Hazretleri’nin “Tefsir-i Kebir” den verdiği derslere katıldı.

Asker dönüşü daha önce Kastamonu’ya gelmis olan Bediüzzzaman Said Nursi Hazretleri’nden Kelam, İslam Felsefesi ve mantık dersleri aldı. Hizmetteki yakınlığından dolayı Sır Kitabı unvanıyla taltif edildi. Bu ünvan altında mazhar olduğu “İlm-i Ledün” den hikmetleri ise sohbetleriyle insanlara sundu.

Aynı zamanda zahir anlamda kendisine müracaat edenlere Arapça Tefsir ve Hadis dersleri vermenin yanında önceleri hafızlara sonra İmam Hatip lisesi talebelerine Kur’an-ı Kerim talimi okuttu.

Hayata Bakışı

Merhum Mehmet Feyzi Efendi (Kuddise Sirruhu) yıllarca ilim, iman, hikmet ve feyz dolu sohbetlerinde Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerif okuma, bunların hakikatlerini keşfetme, manası ile ahlaklanıp yaşamanın önemini yaşayarak anlatmıştır.

Kur’an’ın tealluk, tehalluk, tahakkuk mertebelerinin olduğunu belirterek ittibadaki istikameti göstermiştir.
Çağımız ilim asrı olduğundan, ne akıl namına kerameti reddetmiş, ne de keramet namına aklı iptal etmiştir. Bu nedenle kerrer sohbetlerinde farzdan evvel farz ilmidir, ihlas sevgi huşu ve samimiyetten uzak ilminde ölü ceset gibi olacağından hareketle farz içinde farz da ihsastır. Buyurarak ilim ile İhlasın varoluştaki önemini veciz bir ifade ile belirtmiştir.

Sohbetlerinde fiziki kerametten ziyade ilmi keramet göstererek akıldan geçen soruları sormadan anlatmıştır. Bununla beraber sohbetlerinin bir başka özelliği de muhatapların dillerindeki sorudan ziyade kalplerindeki manevi hastalığı giderecek nitelikte olmasıdır.

Sosyal olaylarla ilgili olarak bir yandan “Sadakat-i Vataniye (vatanseverlik), Mefahir-i Milliye (milliyetçilik) ve hamiyet-i Diniye (dindarlık) birdir, bunları ayırmaya çalışıyorlar. Vatan olmazsa millet olmaz, millet olmazsa kim Islamiyeti yaşayacak?” diğer yönüyle de sultan zalim bile olsa beddua edilmez. O zaman terör ve anarşi olur, hukuk olmaz. Buyurarak vatan millet din, devlet, hukuk kavramlarının ayrılmaz bir bütün olduğunu izah ederek tefrika çıkarmak isteyenlere meydan vermemiştir.

İslamiyet ruh Türklük cesettir. Sözleriyle de bin asırlık tarihimizi özetlemiştir. Din ve millet ilişkisinin kuramını belirleyip müspet milliyetçiliğin en güzel tanımını yapmıştır.

Yine yeis (ümitsizlik), fert ve toplumlar için kötü sonuç vereceğinden, bir “Fecr-i Sadık”ın doğacağını müjdelerken öbür yönden “Alim vaktini bilmek” mecburiyetindedir.

Fecr-i Kazipte (yalancı fecir) sabah namazı kılınmaz buyurarak ”din garib başladı ileride yine garib olacak…” hadisindeki GARİB kelimesini vatanından ayrı kalana denir diyen fıkıhçılar gibi tarif etmemizi çünkü bu hadisin varud (söyleniş) sebebinin fıkhi bir hüküm çıkarma olmayıp, bir hakikatin bir doğuşun anlatıldığını İslam başlangıçta nasıl çok kısa zamanda hakikati ile bir güneş gibi diğer dinler arasında parladı ise sonunda da böyle olacağının müjdesi var.

Ehl-i Hakikat, GARİBİ güneşle tarif ediyor. Yani benzersiz, adim-i binazir, biz de böyle düşünelim. Buyurmuştur. Bu hadis yorumunu Fetih Süresindeki; “Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hidayet ve hak din île gönderen O’dur..” (Fetih 48/28} Ayetiyle birleştirerek ahir zamanda da yine öyle olacağının müjdesini vermiştir. Ancak pencere kışta iken açılmaz, baharda açılır. Buyurarak müspet düşüncenin, müspet konuşmanın, müspet hareket etmenin önemini de ayrıca belirtmiştir.

Vefatı

Mehmet Feyzi Efendi (Kuddise Sirruhü), hayatının her safhasında hatta her anında, sakalından-tırnağına, yemesinden içmesine, sevincinden, kızmasına, sözlerinden sözlerini yaşamasına kadar Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem) sünnetine ittibada (uymada) öylesine dikkat etti ki, bunun mükafatı olarak, bin bir sır ve hikmetleri içeren Cenab-ı Hakk’m Habibi’ni (Sallallahu Aleyhi ve sellem) dünyada iken ilahi huzuru davet mucizesi Miraç gecesine rastlayan 4 mart 1989’da vefat ederek ilahi huzura kavuşması, Kuranı Kerimin mucize bir tarzda verdiği, ahir zamanda süneti ve sünnete ittibayı hafife alacak bir takım insanlara karşı ;
“(Resulüm) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana ittiba edin ki, Allah ta sizi şevsin…” (Ali îmran 3/31)
Ayetinin surrına nail olurken öbür yandan mezarının bile annesinin ayakucunda oluşuyla cennet , anaların ayaklarının altındadır. Hadis-i Şerifinde ittibanın güzel bir örneği olmuştur.

Vasiyeti üzerine kabir taşına yazılan;
HÜVE-L-HAYYÜ’L-BAKÎ,
Burada yatan ADEM
Bir zaman HUBBİ idi
Bir zaman CUBBİ idi
Bir zaman SUKÜTİ idi
Şimdi de TURABİ oldu

Şeyh Yakupzade Hafız Mustafa Efendi

Uşak şehir merkezindeki Şehitler Kabristanında. Kabristanının üst kapısından girdiğimizde 50 metre aşağı yürüyoruz . Sol tarafta 20 metre ileride.

Yakupzade Şeyh Mustafa Özyürek
Yakupzade Şeyh Mustafa Özyürek

Halvetı/Şabani Azizlerinden Yakupzade Hafız Mustafa (Özyürek) Efendi (d. 1887-ö. 1973) Uşaklı­ dır. Annesi Alime hanım, babası Mehmed Efendi’dir. Her ikisini de küçük yaşlarında kaybeder. Teyzesi tarafından büyütülür. Teyzeoğlu ile birlikte hafızlık tahsil eder. On sekiz yaşında Rukiye Hanım (nam-ı diğer Rukiye Molla) ile evlenir. Bu evlilikten Ah­met, Mehmet, Nurettin, Hatice (Kayahan), Ulviye (Aksekili), ve Alime (Vidinlioğlu) adlı çocukları dünyaya gelir. İyi bir halıcı olan Rukiye Hanım’ın da des­teğiyle Uşak’taki medrese tahsilinden sonra Birinci Dünya Harbi sı­rasında İstanbul’a Harbiye’ye nakleder. Buradaki tahsilini ikmalden sonra 1 Temmuz 1915 tarihinde Kafkas Cephesi’ne gönderilir. Üçün­cü Orduda teğmen rütbesiyle görev yapar ve üç sene sonra Uşak’a geri döner. Memleketine döndükten sonra ticaret ve Yeşil Cami’de imamet ile meşgul olmaya başlar.

Yakup Baba tesirli hutbeleri ve va’zlarıyla tanınmış ve saygı du­yulmuş bir azizdir. Onu yakinen tanıyanların ifadelerine göre halk üzerinde fevkalade tesiri olan ileri görüşlü bir kişidir. Hutbelerinde ”Allah’ı isteyen eteğimi tutuversin” diyecek kadar açık sözlü olmasına rağmen tasavvufi yönünü halktan gizlemeyi de bilmiştir.

Kendinden önceki piran gibi aşka ve irfana dayalı süluk anlayı­şıyla sohbetlerinde ısrarla vahdet bilincini vurgulayan Yakupzade Hazretlerine göre “Süluk, gönülden önce, dil; kulak, göz, el ve ayak eği­timidir. Dil Hakkı söyleyecek, kulak Hakkı duyacak, göz hakkı görecek! Bunlar eğitilmeden, gönül Çalab’ın tahtı olmaz! Bu eğitim birkaç gün­ de gerçekleştirilecek bir şey olmadığı gibi, ne sadece bedeni, ne de ruhi bir eğitimdir. Kırk sene hizmetin sırrı, topyekun bir gönül eğitimiyle ilgilidir. Yunus’un dergaha kırk yıl hizmet etmesi, gönül (insan) terbi­yesinin ne kadar zor ve hassas olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu hizmet sırasında dervişin içten içe idrak etmesi gereken nüktelerden birisi de, “halka hizmetin Hakk’a hizmet ve ibadet olduğu” bilincine ulaşmakla ilgili­dir. Bu bilince bazıları kırk günde bazıları da kırk senede ulaşır. Kırk günde gelene “nerede kaldın?”; kırk senede gelene “ne kadar erken geldin!” demişlerdir. Hasıl-ı kelam, vücud-ı vahidi anlamak, cemal ve celali birlemek, sonra dönüp vücud içinde kendi aslını seyretmek kolay değildir. Kırk gün veya kırk sene tabirlerinde kabiliyet nüktesi gizlidir!

Yakup Aziz, büyük bir alim ve natık­tır. Fakat eline kalem alıp ilmini kitaba dökmemiş, ömrünü insan yetiştirmeye hasretmiş ve insan-ı kamiller yetiştirmiş­tir. Bu sebeple bizzat kaleme aldığı “Ey gözüm nuru ne bilsin gizlidir esrarımız/ Cahil ü nadan ne bilsin anlamaz ahvali­miz” matlaıyla başlayan tek nutkundan başka edebi değeri haiz bir şey bırakma­mıştır. Menakıbı maalesef derlenme­miştir. Müntesipleri tarafından dilden dile aktarılan cümlelerinden birisi “Türkiye’de ve dünyada bütün sınırlar bir gün kalkar!” sözüdür.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Yakupzade hazretlerinin insanın kalbine ok gibi tesir eden bir sohbeti var idi. Yanına gelen müftü, müderris yahut ulemadan her kim olursa olsun edeben susar, mey­danı azize bırakmak durumunda kalırdı. Yamalı Dede’ye derviş olan devrin büyük alimlerinden Fatih medreselerinden mezun Yusuf Ziya Bey, bilahire Yakupzade hazretlerine gelerek tekmil-i süluk etmiş ve ondan hilafet almış velayet erbabındandır. Bu zat Cuma hutbesi ve­rirken dahi Aziz içeri girse, hutbeyi keser, tazim ettikten sonra “des­ tur” der söze öyle devam ederdi. Bulunduğu mecliste otururken içeri girse ayağa kalkar, hürmet ederdi. Oğlum bunu yapma, istirham ederim derse de: -Aziz efendim, istirham ederim, işte bunu benden istemeyiniz der, saygıda kusur etmezdi. Bu Yusuf Ziya Hazretleri ciltler dolusu kitap yazabilecek kabili­yette olduğu halde, Aziz hazretlerinin huzurunda bir saatlik sohbet­te binlerce müşkilinin çözüldüğünü belirtirdi… Bu zat, Yamalı Dede’nin Tac-ı şerif ve asa gibi emanetlerini ya­şadığı bir hal üzere Yakupzade hazretlerine getiren kişidir aynı za­manda..

Yamalı Dede ile başlayan çağdaş kıyafet tercihi, Yakupzade haz­retleri ile devam etmiş olduğu için, gerek Yamalı, gerek Yakupzsde ve gerek onun takipçileri dönemlerinin modern kıyafetleriyle dikkat çekmişlerdir.

Yakupzade hazretleri hem şiir hem de musiki vadisinde yete­nekli olduğu halde önceki azizler gibi bu konularla doğrudan ilgi­lenmemiştir. Meclislerinde kendilerinden meşkeden bilhassa zakir­ başıları Cemaleddin Kunat ve Uşak Kurşunlu Camii Müezzini Hafız Abdullah Tez (ö. Uşak 2010) vasıtasıyla meşkettiği bazı besteli ilahiler günümüze intikal etmiştir. El yazısıyla bıraktığı tek ilahi defteri eli­ mizde olup, içinde kendilerine ait iki nutk-ı şerifleri, Salih ve Yamalı Babaların şahide kitabeleri ve zikir meclislerinde okuduğu ilahiler kayıtlıdır.

Yakup Aziz’in hatıraları bir bütün olarak toplanmamıştır. Onun yetiştirdiği pek çok zat bugün vefat etmiştir veya yaşlılık dönemini yaşamaktadır. Yakup Aziz sohbetlerinde tasavvufi tecrübelerini sa­vaş hatıralarıyla kaynaştırıp ayrı bir çeşni vermiştir fakat derlen­mediği için bunların çoğu unutulup gitmiştir. Özellikle Uşak’taki ih­vanından derlenecek hatıralar fevkalade kıymeti haizdir. Bildiğimiz şu ki onun yerine posta geçen zat silsiledeki pek çok meşayih gibi mahfi yaşamıştır. 15 Mart 2013 tarihinde göçen Cemalettin Kunat zat postu olarak kırk sene irşad görevinde bulunmuş ve sessiz seda­sız bu alemden göçmüştür.

Yaman Dede – Mehmed Abdülkadir Keçeoğlu

istanbul – üsküdar – küçük selimiye camii karşısında.

Şair, aşık. Yaman dede‘nin kim olduğunu herkes bilmez. O ismi gibi yaman bir insan. Milyonda bir nadir bulunan bir dede!… Onun için birkaç kelime ile kendisinden bahsetmek istiyorum. Hayatında ibretler var!

“Yaman Dede” ve ”Yanar Dede” lakablarıyla anılan şairimizin asıl adı “Diyamandi” dir. Kayseri Rumlarından iplik tüccarı Yuvan’ ın oğludur. Anasının adı ise Afurani’dir. Diyamandi, 1887’de Talas’da doğdu. Henüz on aylık bir çocuk iken ailesi Kayseri’den Kastamonu’ya göç etmişti.

İlk tahsilini Rum Ortodoks mektebinde yapan Diyamandi, 1901’de Kastamonu Lisesine girdi. Yedi senelik liseyi birincilikle bitirdi. Lisede okuduğu yıllarda, duruş, davranış ve hareketlerinden dolayı, Diyamandi, “Yamandi Molla” diye anılıyordu.

Yamandi Molla’nın yaratılışında var olan İslamiyet, onu Kastamonu Lisesinde dürtmeye başlamıştı. Bu sebeple liseyi bitirince iki yıl da medreseye devam etmişti. 1909’da İstanbul Hukuk Fakültesi’ne başlayan Yamandi Molla, 1913’te Hukuk’u bitirdi. Avukatlık yapmaya başladı. Bir taraftan da, Galatı Mesnevihanesi’nde bulunan Ahmed Celaleddin ve Ahmet Remzi dedelerden Mesnevi dersleri okudu.

Ahmed Remzi Dede, Yamandi Molla’nın içinde parlayan İslamiyet’ine bakarak ona “Yaman Dede” adını verdi ve ona hep bu isimle hitab ederdi.

20 sene kadar avukatlık yapan Yaman Dede, daha sonraları avukatlığı bırakarak öğretmenliğe başladı. İlk öğretmenliği 1931’de Üsküdar Rum Karma İlkokulu’nda Türkçe Kültür dersleri ile başlar. 1942’li yıllara kadar, çeşitli Rum ortaokul ve liselerinde Türkçe-Edebiyat dersleri okutmuştur.

Müslüman Olduğunu Açıklaması
Yaradılışında, özünde var olan ve uzun yıllar gizli gizli yaşadığı Müslümanlığını 1942’lerde resmen açıkladıktan sonra Mehmed Abdülkadir Keçeoğlu adını almıştı. 1902 yıllarında Kastamonu Lisesinde başlayan hidayet nuru, onu bir Müslüman hayatı içerisinde, uzun yıllar sessiz, kapalı bir volkan gibi kaynatıp durmuştu. Müslümanlığını açıklayınca Yaman Dede, ailesi, dost-ahbap, Kilise ve çevresi tarafından dışlandı. Sokakta yalnız kaldı. Müslümanlar, İstanbul’un mütedeyyin ve münevver kişileri ona sahip çıktı. Kendisine ev aldılar, everdiler ve onore ettiler.

Görev Yaptığı Yerler
Ondan sonra da, Türk okullarında Türkçe-Edebiyat ve Farsça dersleri öğretmenliği ölümüne kadar devam etmişti. Çamlıca Kız Lisesi’nde din dersleri ve Türkçe, İstanbul imam-Hatip okulu’nda Türkçe, Farsça, İstanbul Yüksek İslam Ensititüsü’nde edebiyat ve Farsça öğretmenliği yapan Yaman dede, İstanbul imam-Hatip Lisesi’nde de, Yüksek lslam Enstitüsü’nde de bize Farsça derslerine gelmişti. Yanıp kavrulmuş, volkanlar gibi kaynayan aşık bir insandı. Resulüllah· (s.a.v.) dediği zaman gözlerinden yaşlar boşanırdı. Aşıktı Resulüllah’a …

Hukukçuluğu, öğretmenliği, ilmi, irfanı ve aşık oluşu yanında bir de iyi bir şairliği vardı. Avukatlığı bıraktığı, Müslümanlığını resmen açıkladığı ve kendisini tamamen eğitime adadığı zamanlar gayet güzel manzumeler, na’tlar ve gazeller yazmıştır.

Vefatı

Yaman Dede, 3 Mayıs 1962 Perşembe günü saat 02.15’te Çamlıca’daki evinde Hakk’a yürümüştür. Merhum Yaman Dede, Karacaahmet Mezarlığında, Küçük Selimeye, Çiçekçi Camii’nin karşısında medfundur. Yeri Cennet, makamı ali olsun! Amin. Şefaatlerini dileriz.

Kaynak ; Yolumuzu Aydınlatanlar -1 , Yahya Kutluoğlu , İbb Yayınları