Ödemişli Hasan Kudsi Efendi

Karaman – Seki çeşme mahalesindeki Kethane camii haziresinde

Mevlana Halid Bağdadi Hazretlerinin halifesidir.

Ödemişli Hasan Kudsi Efendi (k.s.) Silsile-i Şerifi


Ödemişli Hasan Kudsi Efendi Hazretleri , Mevlana Halid Bağdadi hazretleri’nin halifesidir. Mevlana Halid Bağdadi tarafından Kudüs’e halvet ve irşat için görevlendirilmişti. Bundan dolayı da kendisine “Kudsi” lakabı verilmiştir.

Mevlana Halid Bağdadi’yi ziyaretten dönerken Hadim’e oradan da Karacahisar’a uğradı. Karacahisar’da Ödemişli Hasan Kudsi’yi büyük bir öğrenci grubu karşıladı. Şeyh Memiş Efendi bu şahsa intisap etti. Ödemişli Hasan Kudsi Efendi beş altı gün Karacahisar’da kaldı. Ödemişli Hasan Kudsi, Memiş Efendi’ye Halid-i Bağdâdî Hazretleri’nin sohbetlerine devam etme izni verdi. Hasan Kudsi Efendi Karacahisar’dan Seydişehir’e geçti. Memiş Efendi de medrese ve öğrencilerini bırakarak hocasının peşinden Seydişehir’e geldi.
Ödemişli Hasan Kudsi Efendi;

— “Memiş Efendi, senin hatırın için Seydişehir’de on gün kalıp seyr-u sulûk edelim. Sonra sen yerine geri dön öğrencilerini perişan etme. Dersler bittiği zaman Konya’ya gel” dedi. On günlük bir seyr-u sulûk eğitiminden sonra Memiş Efendi, Karacahisar’a dönerek dersler bitene kadar ilim ve zikirle meşgul oldu.

Dersler bittikten sonra Konya’ya gelen Memiş Efendi beş ay Konya’da kalarak tasavvufi hilafet izni aldı. Daha sonra da irşad için Kayseri’ye görevlendirildi.
Fakat Hasan Kudsi Efendi “(Önce) en yakın akrabanı uyar.” ayeti gereğince Memiş Efendi’ye:

– “Kendi memleketine git. İrşat ile halkı Hakk’a davet et” buyurarak memleketi Bozkır’a görevlendirdi.

Ödemişli Hasan Kudsî Efendi kendisi de Karaman’da irşat faaliyetlerine başladı. Hasan Kudsi Efendi 1834/1254 yılında Karaman’da vefat etti. Kabri Karaman’da Seki çeşme mahallesinde bulunan Ketenci /Kethane camii haziresindedir. Bu zaviyeyi Ketenci Baba adında bir Nakşibendî şeyhi kurmuştur. Ketenci Baba’dan sonra yerine oğlu Şeyh Mansur geçmiştir. Bu civar, Ödemişli Hasan Kudsî Efendi için Nakşi-Halidi tarikatının yayılıp gelişeceği bir temel olmuş ve Karaman’da tasavvufi görüşlerini yayma imkanı bul­muştur. Bu cami ve zaviyesi Hasan Kudsî Efendi adına, Hadimi’nin torunu Karaman müftüsü Abdullah Hasib Efendi tarafından 1255/1839 yılında inşa edilmiştir.

Ödemişli Hasan Kudsi Efendi’nin mezar taşı kitabesi

“Kutbu irşad-ı velâyet nuruna
Şah-ı sertâc-ı kerâmet feyzuna
Bülbül-i bâğ-ı tarîk-i nakşîbend
Rehnümây-ı rabt-ı âlem sernüvâ
Bâisi feyzullahtır âleme
Şu’leyân etti kulûb-i aşkına
Ravza-i kabrin ziyareti âşıkân
Eylesünler istifaza ruhina
Ol Hasan Kudsi benâm-ı mahlası
Vâsıl oldı ruhı Hakk’a ızzdına
Ta hıtâm-ı ömri es’ad tarihi
Mühr-i yâb kaddesallahu şeyhenâ sene 1254 h. (1838 m.)

Ödemişli Hasan Kudsi Efendi’nin hanımı Emine Hanım 1298/1880 yılında vefat etmiş, kabri de Hacı Fettah Mezarlığı’nda bulunmaktadır. Kabir taşı kitabesindeki vefat tarihi Ödemişli Hasan Kudsi’nin hanımı olma ihtimali kuvvetlendirmektedir. Mezar taşı kitabesinde şunlar yazılıdır
“Huve El-merhume ve’l-mağfur leha
eş-Şeyh Hasan Kudsi
Efendi’nin zevcesi
Emine’nin ruhi çün 1298.”

Ödemişli Hasan Kudsi Efendi’nin iki çocuğu vardı. Bunlardan biri Muhammed Bahaeddin Efendi ile evli olan Ayşe Sıdıka Hanım diğeri ise Ubeydullah Efendi’dir. Ço­cuklarının her ikisinin de kabri Hacı Fettah mezarlığında­dır. Ayşe Sıdıka Hanım’ın kabri Muhammed Bahaeddin Efendi’nin türbesi içindedir.

Hasan Kudsi Efendi’nin oğlu Ubeydullah Efendi’nin kabri ise Muhammed Bahaeddin Efendi’nin türbesinin kuzey doğusundadır. Hicri 1295/miladi 1878 kemerli mezar taşında şunlar yazılıdır:
“Ah minel mevt.
el-merhum ve’l-mağfur
eş Şeyh Hasan el-Kudsi
Efendi’nin mahdumu
Ubeydullah
Efendi’nin
Ruhi için
El-fatiha. 1295­

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Muhammed Kudsi Bozkıri, Yrd. Doç. Dr. İsmail Bilgili – Ahmet Çelik , [/toggle]

Şeyh Ali Sebti (ks.)

Elazığ – Palu – Yukarı Palu mahallesi

Mevlana Halid Bağdadi Hazretleri’nin halifesi

Şeyh Ali Sebti hazretleri (k.s.) Silsile-i Şerifi

Şeyh Ali Sebti Hazretleri, 1786 yılında Diyarbakır’a bağlı ancak günümüzde Mardin’in Savur ilçesine bağlı olan merkez köylerinden Kırkdirek (Çilsütun)’da dünyaya gelir. Rivayete göre, Çilsütun köyünden kırk tane veli yetişmiştir. Bunlardan kırkıncısı ise Ali Sebti hazretleri’dir. Bu köye Kırkdirek adı Şeyh Ali Sebti’nin Mevlana Halid Bağdadi’nin (177?-1827) kırkıncı halifesi olduğu için verilmiştir. “Sebti” kelimesi Şeyh Ali Sebti’ye hocası Mevlana Halid–i Bağdadi tarafından tasavvufi bir mahlas olarak verilmiştir. Bu kelime Arap bilginleri tarafından evlad-ı Resul olanlara iltifat mahiyetinde söylenirmiş.

Sultan IV. Murat’ın Bağdat seferleri sırasında bir takım iftiralar sonucunda Şeyh Ali Sebti’nin dedeleri siyasi bir operasyona maruz kalır, evleri yakılıp yıkılır, köyleri harabeye döner. Bu olayda Sebti’nin “Seyyidlik” şecereleri de zayi olur. Fakat Sebti Hazretlerinin seyyid olduğu Hüseyin Hilmi Işık tarafından kaleme alınan “Tam İlmihal Saadeti Edebiye” adlı eserin sonunda belirtilir. Şeyh Ali Sebti ilk ilim tahsilini Diyarbakır Ulu Camii medresesinde yapar. Daha sonra eksik kalan ilmini ise Irak’ın Erbil ve Süleymaniye şehirlerinde tamamlayarak icazetini alır. Bundan sonra kendi köyüne döner ve medrese açıp ders vermeye başlar. Bu sırada irşad ve hilafetle görevli olarak Hindistan’dan dönen Nakşibendî müritlerinden Mevlana Halid, büyük mürşitleri Abdullah-ı Dehlevi’nin emriyle Diyarbakır’a uğrayıp Aliyyü’s Sebti’yi bularak evine misafir olur ve irşadında kendisine arkadaş olmasının Abdullah-ı Dehlevi tarafından emredildiğini söyler. O da Mevlana Halid’le birlikte Diyarbakır’dan ayrılarak Şam’a gider. Şeyh Ali Sebti, Mevlana Halid’in vefatına kadar yanında kalır ve madden ve manen büyük hizmetlerde bulunur. Bunun neticesinde Mevlana Halid Bağdadi tarafından kendisine hilafet verilmiştir. Mevlana Halid Bağdadi vefatından önce Şeyh Ali Sebti’ye, “Vefatımdan sonra Palu’ya gidiniz, orada irşat ile meşgul olunuz”, diye vasiyette bulunmuştur. Bir gün Şeyh Sebti’nin annesinin hasta olduğu haberi gelir. Bunu duyan Mevlana Halid, Sebti’yi çağırarak, “Ali annen hastadır, anneni görmeye git”, emrini verir. Yola çıkan Ali Sebti eve ulaştığında annesinin vefat ettiğini öğrenir. Annesinin sağlığına yetişemeyen Ali Sebti bu üzüntü içinde tekrar şeyhinin yanına döner. O, Şam’a geldiğinde şeyhi Mevlana Halid’in de vefat haberini duyunca üzüntüsü bir kat daha artar. Diğer bir rivayete göre ise, sağlığında hocasının verdiği icazetnameyi kabul etmemiştir. Mevlana Halid Bağdadi vefat edince Sebti’ye kardeşi Şeyh Mahmud Sahib, “Sizin icazetnameniz Mevlana Halid’in emri üzerine yazılmış, ben de imzalıyorum. Bana verilen emir üzerine doğuda Palu’ya yerleşip doğu bölgesinde halkı irşad etmekle vazifelendirilmiş olduğunuzu size bildirmekle Mevlana’nın size vasiyetini yerine getirmiş bulunuyorum”, buyurmuştur. İcâzetnâmesini talebelerinden Abdullah-ı Mekkî Palu’ya getirerek teslim eder. Bu arada Şah Abdullah Dehlevi’nin manevi işaretleri Ali Sebti’nin “üveyslik” mertebesinde talim edilmesine vesile olmuştur.

Şeyh Ali Sebti hazretleri (k.s.) Ailesi ve Çocukları
Şeyh Ali Sebti Hazretleri doksan altı yıl yaşamış ve beş erkek çocuğu olmuştur, beş oğlundan üçünün soyu devam etmiş olup, bu sülaleden 216 aile yetişmiş ve (422+261+161) toplam: 844 torunu olmuştur.
SÜLALEDE VAR OLAN SOY İSİMLERİ:
1-AKAR
2-AYGÖREN
3-BİLGİN
4-DENİZ
5-DURGUN
6-FIRAT
7-GÖRÜR
8-İMRE
9-ÖZSOY
10-SEPTİOĞLU olmak üzere 10 tanedir.

Şeyh Ali Septi Palevi Hazretlerinin Hanımları:
1-Ekrekli Molla Ali Kızı Ayşen Hanım
2-Melekanlı Esma Hanım
ŞEYH ALİ SEBTİ PALEVİ (K.S)’NİN YEDİ ÇOCUĞUOLMUŞTUR
1-Şeyh Muhammed Nesih Efendi (k.s) (1835-1873)
2-Şeyh İbrahim (Kudo) Efendi (k.s) (6 yaşında vefat etmiş)
3-Şeyh Mahmudi Feyzi Efendi (k.s) (1838-1895)
4-Şeyh Hasan Naqi Efendi (k.s) (1843-11918)
5-Şeyh Hüseyini Taqi (Zeki) Efendi (k.s) (1848-1914)
6-Amine (Melekandan evlenmiş)
7-Fatma (Bekar iken vefat etmiş)
1-ŞEYH MUHAMMED NESİH EFENDİ(k.s) soyu devam etmemiştir.
2-ŞEYH MAHMUD FEYZİ EFENDİ (k.s) 10 çocuğu olmuş:
Şeyh M.Said Efendi (1865-1925) ŞEHİD (FIRAT Soyadını almıştır)
Şeyh Bahaeddin Efendi (1876-1925) ŞEHİD (FIRAT Soyadını almıştır)
Şeyh Necmeddin Efendi (1878-1918) (FIRAT ve SEPTİOĞLU)
Şeyh Tahir Efendi (1879-1970) (AKAR ve SEPTİOĞLU)
Şeyh Diyaeddin Efendi (1889-1925) ŞEHİD (İMRE Soyadını almıştır)
Şeyh Abdurrahim Efendi (1894-1937) ŞEHİD (BİLGİN Soyadını almıştır)
Şeyh Mehdi Efendi (1895-1969) (AYGÖREN ve SEPTİOĞLU)
Nefise: (Palu beylerinden evlenmiş)
Sıddıka: (Çanlı Şeyh Şerif ile evlenmiş)
Zekiye: (Çanlı Şeyhlerinden Şeyh İbrahim ile evlenmiş)
3-ŞEYH HASAN NAKİ EFENDİ (k.s) 6 erkek çocuğu olmuş:
1-Şeyh Ali Rıza Efendi (Küçük Efendi) ŞEHİD (1874-1925)
Şey Ali Rıza Şeyh Hasan Nakiy’nin oğlu, o da Palulu Şeyh Ali Sebti’nin oğludur, H-1294/M-1877 Tarihinde Palu’nun Kasımiye mahallesinde doğdu, annesi ise Karakoçanlı Zeynel Ağanın kızı Gulé Hanımdır ki aynı zamanda Karakoçanlı Necip Ağanın da halasıdır, bu aile aynı zamanda Salahaddin Eyyubi’nin dedesi Şadi ailesine mensuptur.
Şeyh Ali Rıza, İblişye medresesi adıyla bilinen babasının Palu’daki medresede tahsilini yaptı, çok zeki olan Ali hem gramer hem de diğer ilimlerin ezberlerini yaparak babası Şeyh Hasan Naki yanında bitirdi. Bu arada 29 yaşında iken 1324 h./1906 m. senesinde babası ona Nakşibendî tarikatında icazet verdi, o da hiç ara vermeden babasının Palu’daki medresesinde tedrise devam etti.
Palu’nun eşrafından olan Fatıma Hanımla evlenen Şeyh Ali’nin bu hanımından dört kızı oldu, babasının 1337 h./1919 m. Tarihindeki vefatından sonra ise Palu’da babası yerine müftü oldu ve Palulu Şeyh Said kıyamında şehit oluncaya kadar bu göreve devam etti.
Bazı mektuplaşmalarında ilk zamanlar vatan ve dinin mukaddesatı için Kemal Atatürk’ü desteklediğini görsek de aslında Atatürk’ün kötü niyetini ortaya koyup Hilafeti kaldırmak istemesi ve Laikliği hâkim kılması karşısında bu defa o da İslam’ı ve Hilafeti İslamiye’yi müdafaa maksadıyla Atatürk’ün aleyhine geçmiştir.
Şeyh Ali Palu’da irşada devam ederken Şeyh Muhammed Sait de amcası Şeyh Hasan Naki’den sonra Kolhisar’dan Palu’ya gelmek ister, öğrencileriyle birlikte Palu’ya gelince gördü ki irşat ve tedrisat konusunda her şey yolunda gidiyor, bunun üzerine tekrar Kolhisar’a döndü ve Paluluların çevresini serhatta genişleterek irşat ve tebliğe devam etti.
Şeyh Ali’nin kardeşleri içinden ikisi Çanlı Şeyh Ahmed’in kızı Halime Hanımdandı, Halime hanımın babası Şeyh Hasan Naki’nin vefatından sonra babasının medresesinde büyüdüler ve ilim ile hikmeti ondan aldılar. Ancak Şeyh Sait vakası patlak verince 48 yaşında isabet eden bir kurşunla şehit düştü.
Bundan sonra kardeşi Şeyh Abdulkadir Efendi yerine geçerek Halidi tarikatının babasına atf edilen Besti kolunu ihya etti. İcazetini babasının halifesi olan Hacı Salih Mir Muhammedi’den aldıktan sonra kendisi de hem Kadiri hem de Nakşibendî tarikatında Kûr’un şeyhlerinden olan Şeyh Fazli Efendi ve Mele Kasım Sağuni’nin torunlarından olan Şeyh Abdulkadir Efendi’ye icazet verdi.
Şeyhin 1375 h- 1956 m. Tarihindeki vefatından sonra ise, Palu müftüsü kardeşi Şeyh Sait irşat ve ilmi tedrisatı sürdürdü. Yukarıda dediğimiz gibi kendisi Hacı Salih Mir Muhammedi’den icazet aldığı gibi, kendisi de Hanili Mele Osman el-Mukri ve Gençli Mele Ahmed’e icazet vermiştir. Mele Osman da Şeyh Sadi ve oğlu Şeyh Şemseddin medresesinde müderris oldu, miladi 1976 yılında 87 yaşında vefat ederken de kendinden sonra Akide ve Tasavvuf hakkında bir kitap bıraktı, sonra da bu kitap basıldı. Allah cümlesine rahmet eylesin.
(Hanımı: Abdullah Beygillerden, Gülfiroz
Çocukları: Vecide, Fahide, Zübeyde, Fatma)
2-Şeyh Muhammed Şerif Efendi (1887-1925) ŞEHİD
(DENİZ Soyadını almış.) Hanımı: Çanlı Şeyh İbrahim kızı Sabitedir. Çocukları: Nizameddin, Mahmut, Rauf, Mustafa, Hasan.
3-Şeyh Feyzullah Efendi (ÖZSOY ve SEPTİOĞLU Soyadını almış. Hanımı:Şeyh Said Efendi’nin kızı Fakide Hanımdır. Çocukları:
1-Mehmet Zeki Özsoy (1910-1978) Çocukları: (Feyzullah, Kutbettin, Mehdi, Fuat, Said)
4-Şeyh Abdulkadir Efendi (SEPTİOĞLU Soyadını almış
Hanımları: 1-Şeyh Hüseyin Zeki Efendi’nin kızı Zühre, 2-Çanlı Şeyh Hüseyin kızı Sadiye, 3-Hafız Ağazadelerden Reşit Ağanın kızı Vasfiye, 4-Bilozadelerden İbrahim kızı Fatma.
Çocukları: Niyazi, Bedrettin, İbrahim, Seyfettin, Hüsamettin, Mehmet Vehbi, Halime, Naciye, Fatime, Hatice, Rokiye, Havva, Ayşe, Halise, Rukiye, Sabite)
5-Şeyh Sadi Efendi (1898-1975) (GÖRÜR ve SEPTİOĞLU) Soyadını almış. Hanımı: Çanlı Şeyh Mustafa kızı Halime Hanımdır. Çocukları: 1-Ali Rıza SEPTİOĞLU (1924-2001) (Çocukları: Feyzi, Muhammet, Mücahit, Selahattin, Faruk, Zehra) 2-Şemsettin (1926-1974))
6-Şeyh Muhammed Tevfik Efendi (DURGUN Soyadını almış)
4-ŞEYH HÜSEYİN TAKİ EFENDİ (k.s) iki erkek çocuğu olmuş:
Şeyh Muhammed Şerif Ef. (ÖZSOY ve SEPTİOĞLU Soyadını almış)
Şeyh Mehmet Taha Efendi (ÖZSOY ve FIRAT Soyadını almış)
5-ŞEYH İBRAHİM (KUDO) EFENDİ (k.s) (Altı yaşında iken vefat etmiş)

Şeyh Ali Sebti, Mevlana Halid Bağdadi’nin üçüncü halifesidir. Birincisi Mevlana Halid’in kendi kardeşi, ikincisi ise Erbilli Fettah Ahmed’dir. Ali Sebti Mevlana Halid’in vasiyeti üzerine 1830 tarihinde Palu’ya gider ve burada irşad çalışmalarına devam eder. Şeyh Ali Sebti bölgede irşâd çalışmalarına devam ederken o günün feodal yapısını devam ettirmeye çalışanlar tarafından kendisi ve yakın çevresi rahatsız edilmeye başlanır. Şeyh Sebti bu durum karşısında bölgede kargaşa ve huzursuzluğa yer vermemek için Ali Hoca’yı da yanına alarak Ali Hocanın köyü olan önceden Palu’ya bağlı Kelhası (Bingöl / Genç) köyüne gelip yerleşir. Burada irşad, talim ve derslerini devam ettirir. Şeyh Sebti bu göçten iki sene sonra tekrar Palu’ya dönmek ister. Buna kendisine intisab edenler razı olmayınca o, “Şeyhim Mevlana Halid’in emrini yerine getirmek gerekir” deyince karşı çıkan olmaz. Birkaç müridi ve Ali Hoca ile birlikte Palu’ya hareket eder. Aynı günün akşamı Palu’nun Çayyukarı bahçelerine ulaşıp geceyi burada geçirir. Bu arada Ali Sebti ve beraberindekilerin geldiğini haber alan Palu’nun Aşağı Mahalle sakinleri onları mahallelerine davet ederler. Bu teklifi kabul eden Ali Sebti ve beraberindekiler Aşağı Mahalleye gider. Mahalle sakinlerinden Eblaşoğulları tarafından kendilerine arsa vakfedilir. Ali Sebti vakfedilen bu arsa üzerinde bir cami, medrese ve cami yanında da iki odalı bir ev inşa ettirir. Nakşîlik tarikatı bu bölgeye ilk defa Ali Sebti ile girer. Palu’da bozulan nizamı o yıllarda tesis ederek dini, gerçek yönleriyle halka anlatmış ve birçok gayr-i müslimin İslamla şereflenmesinde etkili olmuştur. Şeyh Ali Sebti 1871 yılında 85 yaşında vefat eder.

Şeyh Ali Sebti hakkında birçok keramet ve menkıbe anlatılır. Rivayete göre; bir gün Şeyh Ali Sebti görevli olarak Bağdat’a giderken yol üzerinde oturan ve geçişi engelleyen bir aslana rastlar. Aslanın yolu kesmesine ve korkutucu bir halde yol üstünde oturmasına önem vermeyerek yoluna devam eder. Bu korkutucu ve tehlikeli olan hayvana yaklaştığında “Meded ya Hazret” diyerek Mevlana Halid’den yardım diler. Tam o esnada bir el aslanın ağzına çarpar ve bunun üzerine aslan yoldan kalkarak oradan hızla uzaklaşır. Şeyh Ali Sebti de yoluna devam eder.

Şeyh Ali Sebti hazretleri (k.s.) Halifeleri
ŞEYH ALİ SEBTİ PALEVİ HAZRETLERİNİN HALİFELERİ:
(Kutbu Dairetul Mulukin Şeyh Ali Halidi Sebti Palevi Kuddise Sirruhulaziz)
Şeyh Ali Es-Septi birçok halife yetiştirdi. (Yaklaşık 50 halifesi vardır)
Bazı meşhur halifelerinin isimleri aşağıda yazılıdır:
1- (Oğlu) Şeyh Muhammed Nesih Halife-i Ekber.
2- Şeyh Abdullahi Melekan-i Çapakçur (Bingöl) şehrine bağlı Melekan köyünden.
3- (Oğlu) Şeyh Mahmud-i Feyzi (Bu zat meşhur Şeyh Said’in babasıdır)
4- Şeyh Muhammed Henani
5- Şeyh Muhammed Karmişi
6- Şeyh Memiş Palevi
7- Şeyh Kasım
8- Şeh Hüseyn’il Hekari
9- Şeyh Ahmed-i Halifani
10- Şeyh Ahmed-i Çani (Korkutata) Çapakçura bağlı (Çan) köyünden.
11- Şeyh Mela Evliya Hacıyani
12- Şeyh İbrahim Kulbini
13- Şeyh Hüseyin Cümelaşi
14- Şeyh İbrahim Nesari
15- Şeyh Haci Haydari Kersi
16- Şeyh Süleymani Kuri. (Bingöle bağlı (Gur) veya (Gevr) köyünden)
17- Şeyh Muhammed Pirani
18- Şeyh Muhammed Huzari
19- Şeyh Selim Zenakiri Karbaşi
20- Şeyh Mela Muhammed Liceli
21- Şeyh Muhammed Serdi
22- Şeyh Muhammed Efendi Palevi
23- Şeyh Mahmud Samini Palevi, Palu kazasının Hun köyünden
24- Şeyh Said-i Palevi (Uveysi kabul)
25- Şeyh Ali Cümelaşi
26- Şeyh Hasan Diyarbekiri
27- Şeyh Ömer Urfali
28- Şeyh Hafız Osman Harputi
29- Şeyh Hüseyin Kolani
30- Şeyh Fettah Şaklati
31- Şeyh Mela Musa Zıriki
32- Şeyh Mela Muhammed Melekani
BÜYÜK MÜRİDLERİ:
1- Seyyid Derviş Hayrullah
2- Seyviyi Cibi Seyfkari
3- Şeyh Muhammed Dağıstani
4- Şeyh Seyda Müderrisi Palevi
5- Şeyh Ali Hoca Sivani
6- Şeyh İsmail Falıci
7- Mela Ahmet Kuki
8- Mela Behti Palevi
Kaynakça:
1-kitap “İki Ğavs’ı Enam, Seyid Ali Es-Sebti, Seyyid Ahmed El Kurdi” Mehmet İhsan Hattatzade
2-kitap “Mektubat-ı Halıdi Bağdadi” – Esad Sahibi
3-kitap “Elazığ Efsaneleri” -İsmail GÖRKEM- Manas Yayıncılık
4-kitap “Tasavvuf Yolunda Manevi Cihad” – Muhammed İhsan OĞUZ- Oğuz Yayınları
5-kitap “PALU Tarih-Kültür-İdari ve Sosyal Yapı” -Süleyman YAPICI- Elazığ-2004
6-kitap “PALU VE ŞEYH ALİ-Yİ SEBTİ HAZRETLERİ” –Hüsameddin Septioğlu- 

Yine bir başka rivayete göre, Palu beylerinden biri Şeyh Ali Sebti’yi evine davet eder. Bunun üzerine Ali Sebti bu davete icabet eder. Beyin Ali Sebti’yi davet etmesindeki asıl maksat onun şeyh olup olmadığını sınamaktır. Bunun için bey, bir tavuğu İslami usuller dışında keserek yani murdar ederek yemek hazırlatır ve Sebti Hazretlerine ikram eder. Ali Sebti önüne konulan tavuk etinden yer. Bunun üzerine bey Sebti’ye dönerek “Sizin yediğiniz tavuk eti murdar bir tavuğun eti idi. Eğer Şeyh olmuş olsaydınız etin murdar olup olmadığını anlardınız”, der. Bunun üzerine Ali Sebti tebessüm ederek Beyi yanına çağırır ve ağzını açarak “İçeri bak ne görüyorsun?” der. Bey, Şeyh Ali Sebti’nin ağzına bakınca büyük bir derya ve deryanın içerisinde tavuğun yüzdüğünü görür. Ali Sebti, beye dönerek “Sizin o murdar ettiğiniz tavuk bu büyük deryayı kirletebilir mi?” diye sorar. Bu manzara karşısında mahcup olan bey özür dileyerek Şeyh Ali Sebti’ye intisab eder.

Ali Sebtî hazretleri, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını hatırlatır, Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdının üstünlüğünü ve buna bağlı olmayı anlatırdı. Namaz için titrer, fırsat buldukça kazâ namazı kılmayı söyler; “Namazlarınızı terk etmeyiniz, aksi halde iyiliği terk edersiniz” buyururdu. Günümüzde türbesi yöre halkı ve çevre illerden gelen ziyaretçiler tarafından yoğun olarak ziyaret edilmektedir. Gelen ziyaretçiler tarafından kabri şerifleri başında Kur’an-ı Kerim ve dualar okunmaktadır. Ziyaret yaptıktan sonra bazı ziyaretçilerin nafile namazı kıldıkları görülür. Burası haftanın bütün günleri ziyaret edilmektedir. Özellikle sıcak mevsimlerde gerek yöre halkı ve gerekse çevre illerden gelen kişiler tarafından yoğun olarak ziyaret edilir. Ziyarete her türlü hastalık için gidilmekte, dua edilmekte ve Allah’tan şifa temenni edilmektedir. Çok sık olmamakla beraber adağı bulunan ziyaretçilerin burada kurban kestikleri de söylenir. Yine çeşitli dilek ve istekleri olan kişiler bu maksatlarına ulaşmak amacıyla buraya gelir ve burada yatan zatların yüzü suyu hürmetine Allah’a dua eder.

Şeyh Ali Sebti hazretleri (k.s.) nin İcazetnamesi

ŞEYH ALİ SEBTİ EL-PALEVİ HAZRETLERİ’NE (KUDDİSE SIRRUHU) MEVLANA HALİD BAĞDADİ HAZRETLERİNİN EMRİYLE, MEVLANA SAHİB MAHMUD HAZRETLERİ TARAFINDAN VERİLEN İCAZETNAMENİN TERCÜMESİ
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA

Allah’ın kendi zatı için razı olacağı hamd ile Allah’a hamd olsun. Salât ve selam onun vahyine ve hitabına dosdoğru bir şekilde sarılan yeryüzündeki halifeleri (kastedilen yirmi dört peygamber arasından) arasından en seçkini Hz. Muhammed (s.a.v) ve onun ashabının (onun arkadaşlarının ve yolundan giden ümmetinin) üzerine olsun.    

Sonra ben Allah için sevilen ve yüzünü (yönünü, istikametini) Allah’a dönmüş olan Şeyh Ali Efendi’ye icazet verdim. Allah onun halini güzelliklerle doldursun. Yüce Nakşibendî Tarikatı’nda insanları bilgilendirme (irşat) , Allaha yönelme (tevcih), Allah’a zikir ( zikir telkini) sunarak feyzini ( bereketini) müminlerin üzerlerine serpsin. (akıtsın) Sonra ben onu defalarca tecrübe (ilmini ahlakını sınayarak denedim) ettim. O görüşlerinin tesirini talebeleri için sürdürsün. Onları güzel bir şekilde aydınlatma ( onlara nurlarını serpme) ve örtünmeyi yükseltmek ( Ahlakı yükseltmek) için kudretini güzel bir şekilde kullansın.

Sonra Peygamberin şeriatını seçmesi (sımsıkı bağlı olması), ve yüce silsile sadaatinden icazetli olması (o silsileye dâhil olması için) için icazet verdim. Evliyaların yolunda sabit bir şekilde kalmak (dimdik ayakta durmak) isteyen her kimse onun sohbetini ganimet bilsinler. (kaçınılmaz bir fırsat olarak değerlendirsinler)

İlimleri yeterli derecede olmayan âlimlerin ve onların akıllarının kuşatmadığı şeyler için onun emrine ve hizmetine her kim (ona lazım olan işlerde yardımcı olmak) yardımcı olursa karşılığı kendisine garanti edilir. (Allah onun karşılığını verir)

Ona Kitap (Kur’an) ve Sünnet’e sarılmasını vasiyet ederim. Doğru yolu bulan (keşfeden) ve vicdanlarının sesine kulak veren imamların (evliyaların) üzerinde ortak karara vardıkları Fırka-ı Naciye (Kurtuluşa eren kişiler) olan Ehl-i Sünnet’in görüşlerini muhteva eden fıkıh kurallarını (içtihat) düzeltmeye görevlidir.

Ona vasiyetim; Kuran-ı öğretenlere, Fıkuhaya ( Fıkıh âlimlerine) ve fakirlere özenli davranacak, (özen gösterecek) ve gönlünü (içini) daima ferah tutacak, herkese karşı nefsinde hoşgörülü olacak, eli açık cömert olacak, güler yüzlü olacak, kendisini görmeye gelenlere bol bol ikram edecek.

İslam dini uğruna kendisine isabet eden musibetlere sabır edecek yapılan eziyet ve sıkıntılara katlanacak, din kardeşlerinin hatalarını ve kusurlarını düzeltmelerine vesile olacak, küçüklere ve büyüklere nasihat edecek, kin ve düşmanlığı terk edecek, dünya malına meyil etmeyecek ( maddi menfaat peşinde koşmayacak).

Allah’ın geçim için kendisine sunduğu rızık ile yetinecek ona şükür edecek, Allah rızık konusunda kendisine yüzünü çevirerek güvenen kimseyi asla zayi etmez.

Kurtuluşa dönüşün ( Allah’a kurtularak dönüşün) ancak doğrulukla olduğunu bilecek. Allah’a ulaşmanın yolu ancak Hz. Muhammed’e (s.a.v) tabi ( onun yolundan giderek emirlerini ve nehiylerini yerine getirmekle) olmaktır. Hz. Muhammed’in (s.a.v) ashabına salât ve selam olsun.

Kendisini bir kimseden (herhangi bir kimseden) faziletli (üstün, yetenekli) görmeyecek, bilakis kendisinde oluşan manevi halleri kendi nefsinden bilmeyecek (bu hallerin Allah’ın inayetiyle olduğunu asla unutmayacak)

Her kim kendisine karşı uzun süre (çoğu zaman) hasetlik ve nimette kusurluluk ( nankörlük, münafıklık) yaparsa onları Allah’a havale edecek. Kendi gayretiyle (himmeti ile) onların bu şerlerini defetmeye yükümlü değildir.

Bu Tarikatta (Nakşibendiyye) öyle insanlar (evliyalar, âlimler, tasavvuf erbapları) vardır ki onların gücüyle ( himmeti) ile dağlar korkularından sarsılırlar. Şayet onlar dilerlerse (dilemek isteseydiler) hızlı bir şekilde kötülerin fesadını ve fitnesini Allah’ın inayetiyle (kudreti, gücü) kökünden söküp atarlardı.

Allah’ın salât ve selamı Nebi-il Ümmeti (Ümmetin Peygamberi) Hz. Muhammed’in (s.a.v) âline (ailesine) ve ashabının (onun yolundan giden arkadaşları ve ümmeti) üzerine olsun.
Hamd Âlemlerin rabbi (terbiye edicisi, düzenleyicisi) Allah’a mahsustur.
Sadi (Sahib) Mahmud
Ehli Halidiyyil Muhammedi
MÜHÜR
Mütercim: Serdar KARABULUT

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abbdulhalim Durma
[/toggle]

Şeyh Halid-i Cezeri (k.s.)

Şırnak – Cizre – Basret ( İnceler) köyünde (1992 yılında köy boşaltılmıştır)

Şeyh Halid-i Cezeri hazretleri , Cizre ilçesinde doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Cizre’nin köklü ailelerinden biri olan Hacı Zuraf ailesinden olan Şeyh Halid-i Cezeri, Hacı Zuraf’ın amcasıdır. Bugun Cizre’de Ozkan, Oktaykaan ve Emek soyadını taşıyanlar bu ailenin mensuplarıdır.

Şeyh Halid-i Cezeri, ilim tahsiline memleketi olan Cizre’de başladı. O dönemlerde Botan bölgesinin en meşhur medresesi olan Cizre’deki Kırmızı Medrese’de birçok büyük alimden ders aldı.

Mevlana Halid-i Bağdadi, Irak’tan Şam’a geçerken, tarih boyunca bir ilim ve irfan merkezi olan Cizre’ye uğrayarak Nakşbendi tarikatını anlatmak ve halkı irşad etmek ister. Cizre’de halkın büyük teveccühü ile karşılanır. Kendisini misafir ve ziyaret eden ilim ehli arasından “Molla Halid” olarak tanınan Halid-i Cezeri’nin ilmini ve halini beğenir ve onu Şam’a davet eder. Bunun uzerine Halid-i Cezeri, Mevlana Halid-i Bağdadi ile birlikte Şam’a gider ve orada seyr u suluka girer. Bu sürenin ne kadar olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Halid-i Cezeri, şeyhinin yanında büyük bir mahviyet ve tevazu ile hizmete devam etmiş, onun teveccühüne nail olmuş ve eğitimini tamamladıktan sonra kendisine tasavvufi icazet verilerek Cizre, Mardin, Diyarbakır ile Botan bolgesinde bulunan dağlardaki köylerin irşadı ile görevlendirilmiştir.

Mevlana Halid-i Bağdadi’nin önde gelen halifelerinden biri olan Şeyh Halid-i Cezeri, şeyhi tarafından özellikle Cizre halkının irşadı icin görevlendirilmiş ve bu vazife tamamlanmadan şehri terk etmemesi istenmiştir. Bu emir uzerine, ilk yıllarda onun faaliyetlerine karşı çıkanlar olmuşsa da o bir yandan muderrislik vazifesi, bir yandan da yoğun bir irşad hizmeti yürütmüştür. Bu vazifenin Cizre’de ne kadar sure ile devam ettiği tam olarak bilinmemekle birlikte kaynaklarda geçen ve halen Cizre’de ilimle uğraşan hemen herkesin sözlü olarak naklettiği bir olay, Halid-i Cezeri tarafından Cizre’deki irşad hizmetlerinin tamamlandığına bir işaret olarak kabul edilir.

Buna göre, şehri çevreleyen Dicle nehrinin iki yakası arasında bir köprü bulunmadığından gecişler ve her turlu taşımacılık “Kelek” adı verilen tahta sallarla gerçekleştirilmektedir. Bir zaman bu tahta sallardan biri üzerinde yolcularca unutulan bir çanta uzun süre orada kalır. Nihayet, çantanın sahibi olmadığına inanılan bir kişi tarafından alınması üzerine şehir halkı bu olaya büyük tepki göstererek çantayı alan kişiyi şehirden cıkarırlar. İşte bu olay üzerine Şeyh Halid-i Cezeri, şeyhi Halid-i Bağdadi tarafından verilen Cizre’nin irşadı vazifesinin tamamladığına kanaat getirir ve kuzeyde bir yere yerleşme arzusu duyar. Bunun üzerine Gabar Dağı’nın batısında bulunan Demirboğaz (Kerhver) köyüne yerleşir. Ancak bir süre sonra Kerhver köyünün doğusunda ve Gabar Dağının zirvesine daha yakın Basret köyüne geçer.

Basret Köyü, içinden geçen bir çay ile batıda Hacıaliye, doğuda ise Derşev aşiretlerinin sınırlarının ortasındadır. O tarihte sıklaşan ve şiddetlenen iki aşiret arasındaki sınır tartışmaları nedeniyle, her iki aşiretin ileri gelenleri bir araya gelerek Kerhver köyünde ikamet eden Şeyh Halid-i Cezeri’yi hakem tayin ederler. Ancak yapılan anlaşmaya sadakat konusunda sorunlar devam edince, iki aşiretin arasındaki bu köyün kullanımını Şeyh Halid-i Cezeri’ye vermek ve onun ilim ve irfanından istifade etmek konusunda anlaşırlar. Şeyh Halid-i Cezeri, kendisine yapılan bu teklifi kabul ederek Eski Basret olarak bilinen yerleşim alanında büyük bir mescid ve buna bağlı bir medrese ve bir dergah kurarak tedris ve irşad hizmetlerine başlar.

Şeyh Halid-i Cezeri’nin tedris ve irşad hizmetleri arttıkca Hacıaliye ve özellikle Basret köyünün doğusunda ve Gabar Dağı’nın zirvesinde bulunan Derşev Köyü ve Derşev aşireti mensuplarından cok sayıda kişi ona intisap ederler. Medrese ve dergahta eğitim alan Derşevi ailesine mensup Şeyh Muhammed Nuri ed-Derşevi ve Şeyh Abdulhakim ed-Derşevi gibi birçok alim ve arif yetişir. Basret Dergahı kısa sürede bölgede adından çok zikredilen bir irfan merkezi haline gelir. Bölgenin tanınmış alimlerinden biri olan Molla Halil-i Siirdi, Şeyh Halid-i Cezeri’yi Basret köyünde sık sık ziyaret eder, onun sohbetlerine katılır ve ondan hilafet alır.

Doğu ve Guneydoğuda irşad hizmeti yürüten hemen bütün tarikat şeyhlerinin ortak yönlerinden bir tanesi, her yıl ortalama üç ay kadar kendi çevrelerinde ve halifelerinin bulundukları bölgelerde belli sayıdaki talebesiyle birlikte irşada çıkmalarıdır. Şeyh Halid-i Cezeri de bu çercevede irşad faaliyetleri yürütmüştür. Bircok tanınmış alim Şeyh Halid-i Cezeri’nin yanında medrese okumuş ve tasavvufi eğitimden gecerek ondan icazet almıştır. Bu alimlerden , Basret dergahında postnişin olan Şeyh Salih-i Sıpki , Mardin ve çevresinin irşadı için görevlendirdiği Şeyh Hamid-i Mardini ve Gavs-ı Hizani olarak bilinen Sıbgatullah Arvasi hazretleri en önemlileridir.

Şeyh Halid-i Cezeri, kurduğu medrese ve dergah ile tedris ve irşad merkezi haline getirdiği Basret köyünde 1839 tarihinde vefat etmiştir. Kabrinin üzerine Mardinli ustalar tarafından kubbeli bir türbe yapılmıştır. Vefatından sonra türbesi bölge halkının en onemli ziyaret mekanlarından biri haline gelmiştir.

Halid-i Cezeri’nin erkek cocuğu olmamış, üç kızını üç halifesi veya ailesinden birileri ile evlendirmiştir. Kendisinden sonra Basret Dergahı’nın postnişini olan Şeyh Salih-i Sıpki ile Mardin bolgesindeki halifesi Şeyh Hamid-i Mardini’nin oğlu damadı olmuştur.

Şeyh Halid-i Cezeri Hazretleri’nin Silsile-i Şerifi

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Mevlana Halid-i Bağdadi’nin Halifelerinden Şeyh Halid-i Cezeri ve Basret Dergahı , İbrahim Baz , Tasavvuf Dergisi , 2013/2 s.139-167
[/toggle]

Şeyh Osman Siraceddin Tavili (k.s.)

Irak – Halepçe’nin Tavile köyünde

Hazret-i Siraceddin el-Sâni’nin bu ailenin büyüklerinden naklettiğine göre; Hazret-i Mevlâna Hâlid-i Bağdadi (KS): “Ben gurbete ve meşakkate tahammül ettim. Ve bende makamatlar hâsıl oldu. Onları da benden Osman Taviylî aldı” buyurmuşlardır.

Şeyh Osman Siraceddin Tavili hazretleri 1195/1781 yılında günümüzde Kuzey Irak’ın Halepçe kentinde yer alan Tavile Köyü’nde dünyaya gelmiştir. Soyu baba tarafından Hz. Hüseyin’e, anne tarafından ise Hz. Hasan’a dayanan Şeyh Osman’ın tam adı Osman b. Hâlid b. Abdillah b. Muhammed b. Dervîş b. Müşerref b. Cum’a b. Zâhir’dir. Halepçe’nin köklü ve saygın ailelerinden olan Tavili ailesinin, soyu Hz. Hüseyin’e dayanan ve Hamrin Dağında ikamet eden Naim Seyyidleri’nden oldukları ve aile büyüklerinden Seyyid Zahir’in Hamrin’den Havraman bölgesine göç ederek Tavîle Köyü’ne yerleştiği belirtilir.

Şeyh Osman’ın Tavile’de Kur’an-ı Kerim öğrenimi ile başlayan eğitimi Biyâre, Hırpan, Hurmal ve Halepçe’de bulunan medreselerde devam etmiştir. Abdülkerim Müderris Yar-ı Merdan isimli eserinde, onun medrese eğitimini ikmal ettikten sonra daha üst seviyede medrese eğitiminden istifade edebilmek ve içinde tasavvufa karşı oluşan iştiyak sebebiyle yirmi beş yaşında iken Bağdat’a gittiğinden bahseder. Şeyh Osman, Bağdat’a gittikten sonra Şeyh Abdulkadir Geylani’nin türbesinin yanında yer alan medresede ders okumaya başlar. Bu arada kurulan zikir halkalarına da dâhil olur.Onun medrese eğitiminin devam ettiği bu dönemde herhangi bir şeyhe intisap edip etmediği hususunda bilgi bulunmamaktadır.

1226/1811 yılında Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî Hindistan’dan memleketi Sü- leymaniye’ye dönmüş ve çok geçmeden Bağdat’a gelerek Şeyh Abdulkadir Geylânî türbesinde misafir olarak kalmaya başlamıştır. Şeyh Osman daha önce Halepçe bölgesindeki medreselerde eğitim gördüğü dönemde tanıştığı Mevlânâ Hâlid’i ziyaret ederek ona intisap etmiştir. Abdülkerim Müderris, Şeyh Osman’ın Mevlânâ Hâlid’e intisap ettiğinde otuz bir yaşında olduğunu ifade eder.

Şeyh Osman Tavili, Bağdat’ta Abdulkadir Geylânî türbesinde başlayan tasavvufî eğitimine Süleymaniye’de devam etmiştir. Çünkü Mevlânâ Hâlid beş ay kaldığı Bağdat’tan ayrılarak Süleymaniye’ye dönmüş ve orada Nakşbendi şeyhi olarak irşad faaliyetlerine başlamıştır. Şeyh Osman da intisap ettiği Mevlânâ Hâlid ile beraber Süleymaniye’ye dönmüş ve yanında seyr ü sülûkünü devam ettirmiştir. 1226/1811’de başlayan tasavvufî eğitimini 1228/1813 yılında tamamlayan Şeyh Osman otuz üç yaşında Mevlânâ Hâlid’den tarîkat icâzeti almıştır.

Şeyh Osman Siracüddin et-Tavîlî’nin Süleymaniye bölgesinde Mevlânâ Hâlid’den tarîkat icâzeti alan ilk halifesi olduğu söylenir. Tarîkat icâzeti aldıktan sonra da Mevlânâ Hâlid’in yanından ayrılmayan Şeyh Osman, şeyhinin 1238/1822’de Şam’a gidişinden sonra Havraman bölgesine dönmüş Biyâre ve Tavîle köylerinde irşad ve tedrîsâtla uğraşmıştır. Mevlânâ Hâlid’in “Fakih Osman” diye hitap ettiği, Şeyh Osman, Hurmal mıntıkasında yer alan Biyâre Medresesi’ni daha da etkin hale getirmiş ve ilmî faaliyetlere paralel olarak tasavvufî etkinlikleri de bu medresede yürütmeye başlamıştır.

Biyâre ve Tavîle arasında mekik dokuyan ve daha çok Biyâre’de ikamet eden Şeyh Osman Siracüddin, 1272/1856 tarihinden sonra tamamen Tavîle Köyüne yerleşerek orada bir de Zaviye kurmuştur. Şeyh Osman’ın Tavîle’de ikamet etmeye başlaması oranın ilmî ve tasavvufî yönden canlanmasını sağlamıştır.

Bir dönem Süleymaniye merkezinde bulunan Hânekâyı Mevlânâ Hâlid’de görev yapan Şeyh Osman ömrünün geri kalanını Biyâre ve Tavîle’de ilim ve irşadla geçirmiştir. Büyük çoğunluğu Biyâre Medresesi’nde olmak üzere yüze yakın halife yetiştiren Şeyh Osman, Mevlânâ Hâlid’in ilk halifeleri içerisinde en çok halife yetiştiren kişidir.

Şeyh Osman’ın postnişîn olduğu Biyâre Medresesi hem ilmî hem de tasavvufî açıdan bölgenin gözde merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bu sayede gerek Irak’ın farklı bölgelerinden gerekse İran’ın Sünnî Kürtlerin meskûn olduğu kuzeybatı şehirleri Merivan, Senendec ve Bane ile Azerî ve Dağıstanlıların meskûn olduğu Taliş ve Dağıstan bölgelerinden çok sayıda zevat ilim ve tasavvuf eğitimi için Biyâre’ye teveccüh etmişlerdir. el-Beytâr isimli eser , Şeyh Osman’ın irşad faaliyetleri sayesinde İran’da yaşayan çok sayıda Yahudi ve Hıristiyan’ın Müslüman olduklarından bahsetmektedir.

İrşad faaliyetlerini yürütürken diğer tarîkat mensuplarıyla oldukça seviyeli ve samimi münasebetler kuran Şeyh Osman, bölgede saygın bir yere sahip olan Berzencî ailesine mensup Kadirî şeyhlerinden Süleymaniyeli Kâke Şeyh Ahmed’le mektuplaşarak dostluğunu ilerletmiştir.

Şeyh Osman’ın yaptığı evliliklerden altısı erkek on altısı kız toplam yirmi iki çocuğu dünyaya gelmiştir.

Altmıştan fazla halifesini İslâm coğrafyasının dört bir yanına göndermiş ve Nakşibendîlik ruhuna büyük bir güç kazandırmıştır. Sirâceddîn Hazretleri, irşâd vazifesini büyük oğlu Muhammed Bahâuddin’e ve Abdurrahman Ebu’l-Vefâ’ya bıraktıktan sonra 88 yaşında iken Tavila’daki evinde vefat etmiş ve evinin önünde defnedilmiştir. Kabri hâlen burada ziyaret edilmektedir.

Şeyh Osman Siraceddin Tavili Hazretleri’nin Silsile-i Şerifi


[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak
MEVLÂNÂ HÂLİD-İ BAĞDADÎ’NİN HALİFELERİNDEN ŞEYH OSMAN SİRACÜDDİN ET-TAVÎLÎ (v. 1283/1866) VE BİYÂRE
MEDRESESİ/TEKKESİ , Abdulcebbar Kavak
[/toggle]

Şeyh İsmail Siraceddin Şirvani (k.s.)

 

Şeyh İsmail Siraceddin hazretlerinin kabri şerifi ; Amasya – Merkez’de Yukarı Türbe camiinde 

İsmail Siraceddin Şirvani hazretleri, Hicretin 1197 (1782/83) yılında Rusyanm, Şemahi kazasına bağlı Kürtemir’de dünya ya gelmiştir. Tahsil çağına ulaşınca, Şemâhî kasabasında bulunan âlimlerden Baba Efendinin talebelerinden olan Muhammed Nûrî Efendiden, ilk tahsiline başlayıp, Molla Câmî’nin Kâfiye Şerhi’ne kadar okudu. (1800/01) tarihinde Erzincan’a gelip Meşhur Evliya-zade Abdurrahman Efendi’den derse başlamış ve bu zatın önünde dersini tamamlamıştır.

Daha sonra Tokat’a gelen İsmail Şirvani , birkaç sene de Tokat’ta kaldıktan sonra Bağdat’a gitmiş Bağdat’ta Şeyh Yahya El-Mervezi’den Hadis ilmini okumaya başlamıştır. Bir taraftanda Ademoğlu lakabı verilen Molla Muhammed namındaki faziletli kişiden Felsefi İlmileri tahsil etmiştir.

1227 (1812) tarihinde Bağdat’tan Burdur kasabasına gelerek, burada da Fıkıh ilmini tahsil etmiştir. Buradan da doğum yeri olan asıl memleketi Kürtemir’e dönüp yedi sene kadar eğitim ve öğretimle meşgul olmuştur. Daha sonra memlektinden doğruca Hicaz’a gidip Hicaz’dan dönüşünde Medine-i Münevvere’ye uğramış ve oradan İstanbula gelerek birkaç ay kaldıktan sonra, Hindistan da bulunan Seyyid Abdullah Dehlevi Hazretlerini ziyaret etmek üzere İstanbul’dan ayrılmıştır. Basra’ya vardığı zaman orada kendilerine vaki olan manevi bir işaret üzerine Bağdat’a yönelmiş ve Bağdat’ta Mevlana Halid Bağdadi Hazretlerine intisab eyleyerek, Mevlana Halid hazretlerinin yanında seyr-i sülük’unu tamamladıktan sonra (1813-1817) Hilafet rütbesi ile taltif edilmiş, zahiri ve batıni ilimleri neşretmek üzere görevlendirilmiştir. 1233(1817/18)de yüce mürşitlerinin izni ile Şirvan’a dönmüş dokuz yıl kadar Şirvan’da irşat görevi ile meşgul olmuş, ve bu arada evlenmiştir. İsmail Şirvani hazretlerinin Şirvan’da Abdulhamit Efendi adında bir oğlu dünya’ya gelmiş bu zat Karadeniz’e bir yolculuk esnasında vapurdayken vapurun batması ile vefat etmiştir.

Mevlana Halid’in ölümünden sonra Dağıstan’a geri döndü ve zaviyesini kurdu. Has Muhammed Şirvani, Şeyh Muhammed Yaraği, Seyyid Cemaleddin Gazikumuki’yi sırasıyle halefi olarak yetiştirdi. İsmail Şirvani’nin başlattığı tasavvufi faaliyet kısa zamanda bütün Kafkasya’da süratle yayılarak daha sonra İmam Şeyh Şamil‘in şahsında bayraklaşan müridizm hareketine başlangıç oluşturdu. Faaliyetleri Rusyanın siyasi politikalarına uymadığı için, Rusya tarafından evvela yakın müridleri hapsedilip sürgün edildi. Şeyh İsmail Şirvani’nin bölgedeki nüfuzundan korkan Rus idaresi bir taraftan da O’nu tazyik etmeye başladı ve Şirvan’ı terk etmesini istedi. Bu baskılar neticesinde önce Ahıska’ya sonra ise Anadolu’ya göç etti.

Amasya’ya gelişlerinden iki sene sonra 1244(1828/29) yılında oğlu Mehmet Rüştü dünya ya gelmiştir. (Sadrazam Mehmet Rüştü Paşa). Mevlana İsmail Şirvani bundan sonra Amasya’dan ayrılarak Sivas’a gitmiş ve dokuz sene Sivas’ta ikamet etmiştir. Diğer oğlu Ahmet Hulusi (Kadasker), 1249(1833/34) yılında Sivas’ta doğmuştur. İsmail Şirvani 1255(1839/40) yılın da tekrar Amasya’ya dönmüş burada 1260(1844) yılında üçüncü oğlu Mustafa Bey doğmuştur. İsmail Şirvani Hazretleri Ömrünün son zamanlarını Amasya’da geçirip, orada 1847 (H.1264) senesinde çıkan kolera salgınından bir Ramazan ayında vefât etti. Geçirdiği ömür 67 yıldır.

Siraceddin mahlası Hazreti Mevlana Halid Bağdadi tarafından verilen bir lakabtır. Alimler arasındaki lakabı, Fakirullah, Kutbu’l-Aktab, Gavsü’l-Enam, Seyyid Ennüceba, Şah İsmail Şirvani, Hazreti Mevlana diye çağrılır. Denizli Kasabası’ndan Şeyh Hacı Ahmet Efendi ve yukarda ismi geçen Mir Hamza Nigari bu zatın halifelerindendir. Akli ve nakli ilimlerde zamanının emsalsiz bir bilgini olduğu, özel olarak fıkıh ilminde bir kaynak teşkil eder derecede bilgiye sahip olduğu anlatılmaktadır. İsmail Şirvani hazretleri, gayet alçak gönüllü, iteatkar, saygılı ,Şah Nakşbend meşrep, hikmet sahibi, Hakka ulaştıran, eğitici bir mürşiddi. Kabirleri Amasya’da Samlar Mahallesinde oğlu Rüştü Paşa tarafından yaptırılan türbededir. Yukarı Türbe denilen yer burasıdır.

Ahmed Bin Süleyman Ervadi (k.s.)

Lübnan – Trablusşam’da Diba Mescidinde

Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi hazretleri’nin Şeyhi , Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin en son halifesi Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî, Trablusşam’ın Ervad kasabasında doğdu. Bu yüzden Ervâdî nisbesiyle tanındı. Nesebi Hz. Hüseyin (ra.) yoluyla Peygamber Efendimiz’e ulaşır.

İlk tahsiline memleketinde başlayan Ervâdî hazretleri ilmini ikmal etmek için Mısır ve Şam’a çeşitli seyahatler yapar. Bu memleketlerin meşhur alimlerinden dersler alır. Bunlar arasında Mısır ve Şam diyarının en mümtaz alimlerinden ve Ezher Üniversitesi şeyhlerinden İbrahim el-Bacûrî, Şeyh Muhammed el-Fudâlî; Mısır müftülerinden Şeyh Ahmed et-Temîmî, Şeyh Abdurrahman el-Uşmûnî, Şeyh Ahmed es-Sâvî el-Halvetî en-Nakşibendî, Mustafa el-Mübellad el-Ahmedî, Mustafa el-Bolâkî, Şeyh Abdurrahman el-Küzberî, Hüseyin ed-Decânî, Allame Muhammed İbni Âbidîn de bulunmaktadır.İlim tahsilini bu hocalarda tamamlayarak icâzet alır. Bu sahada bazı hocalarını bile geride bırakacak kadar büyük bir mesafe kat’eder. Zâhirî ilimlerde üstadlık payesini kazandıktan sonra kendisinde tarikate intisap duygusu uyanır. Bunun için muhitinin muhtelif bölgelerinde bulunan meczub, ümmî, velî ve ârif şeyhlerin hizmetinde bulunur. Ekberiye, Rifâiye, Desûkiye, Ahmediye (Bedeviye), Halvetiye ve Şâzeliye’den icazet alıp Câmiu’t-turûk bir hilâfet iznine sahip olur. Daha sonra Şam’da bir müddet Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin hizmetlerine ve sohbetlerine devam ederek kısa zamanda Kâdiriye, Sühreverdiye, Kübreviye, Çeştiye, Nakşibendiye, Müceddidiye, Mazhariye ve Hâlidiye tarikatlerinden de hilâfet-i tâmme ile icazet alır. Memleketine dönerek şeyhinin işareti ile tarikat neşrine başlar.

Hiçbir ilim yoktur ki Ervâdî hazretlerinin ondan büyük bir nasibi olmasın ve hiçbir tarikat yoktur ki ondan büyük bir fazilete ermesin.

Ervâdî, kendisinden ilim öğrenmeye gelenlere çok faydalı dersler takrir ettirir, nefis terbiyesi ve tasfiyesi için kendisine gönül bağlayan müridlerine de izinli olduğu tarikatlerden birinin usûl ve âdâbı ile müridin kabiliyetine göre değişen seyr u sülûk tarzı uygulardı.

Müridlerine; bazen Ekberiye tarikatinde olduğu gibi sadece teveccüh ederek, bazen Bedeviye tarikatinde olduğu gibi muhabbet nazarıyla bakarak, bazan de Rifaiye ve Hâlidiye tarikatinde olduğu gibi onları etrafına saf saf toplayıp kalplerindeki havâtırın def’i için teveccüh ederdi. Her müridin kabiliyetine göre kendi bâtınından feyz almasını sağlar, ledünnî ilmin gönüllerinde zuhuruna gayret gösterirdi.

Şeyh-i Ekber Muhiddin İbnü’l-Arabî’ye ait Risâle Men Arefe Nefsehu Fekad Arefe Rabbeh isimli eserin şerhinde Ervâdî, Nakşibendî tarikatinde bulunan, nefsin yedi mertebesini kat’etme keyfiyetini anlattıktan sonra şöyle diyor:
“Nefsin yedi tabakasını kat’etmek bazı tarikatlerde esmâ-ı seb’ay’ı (yedi isim) geçmekle, bazılarında şeyhin müride teveccüh etmesiyle, bazılarında şeyhin müride muhabbet nazarıyla bakmasıyla, bazılarında ise şeyhle bir araya gelerek ilim ve feyiz almak suretiyle olur. Bu durumda mürid şeyhin dediklerini duymasa bile şeyhle biraraya gelmek suretiyle ilimle dolup taşar. Nitekim şeyhim Hâlid-i Bağdâdî’nin dersinde hazır bulunduğum zamanlar istiğrak haline girer, ne dediğini duymaz ve birşey görmez olurdum. Şam’daki medresesinde bulunduğum sırada bazı alimler bana şeyhin derste takrir ettiği şeylerden sordukları zaman, söylediklerinin hepsinin hafızamda fazlasıyla mevcut olduğunu görür ve onları tek tek açıklardım.”

Ervâdî hazretleri bir müddet memleketinde bulunduktan sonra şeyhi tarafından İstanbul’a gönderilmiştir. Mevlânâ Hâlid (ks.), halifesi Ervâdî’yi İstanbul’a gönderişindeki ulvi gayeyi şöyle anlatır:
“Ey dost! Parıltısı ile Kuzey Afrika, Buhara, Mısır, Mekke, Medine, Hindistan ve Uzak Doğu’nun aydınlanacağı zât için İstanbul’a git, onu ara bul. O henüz açılmamış bir velayet goncasıdır. İstanbul’a senden evvel pek çok halife gönderilmiş ise de onun nasibi ezelde sana tevdi ve tensip edilmiştir. Onun irşadı ile meşgul ol. Zira o bizden sonra sâhib-i zaman ve rehber-i tarîkat olacaktır.”
Bu sözler üzerine Ervâdî hazretleri, İstanbul’a giderek Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî hazretlerini bulur ve ona tarikat telkininde bulunur.

Osmanlı Devleti’nin her bölgesine, her köşesine halifeler gönderen Bağdâdî hazretleri, İstanbul’a gönderdiği halifelerin özellikle uymaları gereken hususları belirlemiş, bunların yerine getirilmesini istemişti. Bunun sebebi, İstanbul’un Dârulhilâfetilaliyye olarak İslâm dünyası içindeki özel konumu ve hemen hemen bütün tarikatlerin temsil edildiği zengin bir tasavvuf muhitine sahip oluşuydu. İstanbul halifelerinin uyması gereken şartlar şunlardı:
1. İstanbul’a gidecek olan halife vezirler ve devlet adamları ile yakın alaka kurmaktan kaçınıp gerek bizzat ve gerek bir vasıta ile onlardan bir maaş tayini veya yakınlık istemeyecek. Tekke ve zaviye adına bile olsa bundan sakınılmalıdır.
2. Tekke ve zaviyesine genç kadınların tarikat ve telkin alma bahanesi ile olsa da gidip gelmelerine izin verilmemelidir.
3. İstanbul hilafetini kabul eden kişi basit bir meselede dahi olsa ihtiyatı ve haberleşmeyi elden bırakmamalı, bağımsız hareket etmemelidir.
4. Beraberinde götürdüğü hanımı üzerine İstanbul hanımlarından biri ile evlenmemeli, irşat hizmetlerinin verimini düşürücü böyle bir tutumdan sakınmalıdır.
5. Mürid ve müntesiplerin şahsi işlerinde, tekke ve tarikat adını kötüye kullanmalarına asla fırsat verilmemelidir.
6. Dünya işlerinde kanaatkâr olmalı, Peygamber Efendimiz’in “Yaşayabileceğin kadar dünyan için, içerisinde kalacağın kadar âhiretin için çalış. Muhtaç olduğun kadar Allah için ateşinin yakıcılığına tahammülün kadar cehennem için çalış.” hadîs-i şerîfini hatırdan uzak tutmamalıdır.
İstanbul’da hizmet görmesi düşünülen Hâlidîler için ileri sürülen bu emir ve tavsiyeler, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin tarikat prensiplerini gösterdiği kadar zamanın şartları çerçevesinde tarikatlere yönelik tenkit noktalarını da giderici mahiyet arzetmektedir.
Halifelerinde mânevî kemal ve kabiliyetten başka anılan bu şartlara da riayeti şart koşan Bağdâdî hazretlerinin halifelerinden Ervâdî’yi sırf Gümüşhânevî’yi irşad etmek üzere mânevî bir işaretle göndermiş olması, onun İstanbul şartlarında ve konulan esaslara göre tarikat neşrinde bulunabilecek kabiliyet sahibi olduğunu gösterir.
Ervâdî hazretlerinin Günüşhanevî hazretlerinden başka müridleri ve halifeleri de vardır. Halifelerinden Salim el-Mesûtî, Ervâdî hazretlerinde şahit olduğu kerâmetleri şöyle anlatıyor:
“Bir gün elinde çok az miktarda su alan bir ibrik gördüm. Şeyhim abdest almaya başladı. Su yetmedi ve bitti. Sonra hazret, ibriğe baktı aniden bardak su ile doldu, tekrar bitti, tekrar bakınca ibrik su ile doldu. Üç veya dört defa tekerrür eden bu halden sonra abdestini tamamladı.
“Bir defasında da çok uzaklarda, haksız yere hapsedilmiş olan ve kendisinden istimdat eden müridini, bir anda tayy-ı mekân ederek bulunduğu yere varıp hapisten kurtarmıştır.”

Halifelerinden biri de Abdüllatif b. Ömer el-Buhârî’dir.Mevlânâ Hâlid’in kendisine “Sana Şam sahillerinin şeyhi denilse yeridir.” diye iltifat ettiği Ervâdî, açık bir sırrın, berrak bir nurun, bol bir feyzin, güzel koku gibi yayılan şeref ve faziletin ve seyyid olma şerefinin sahibi idi. Alim ve ârif olarak zamanının büyüklerinden olduğunda şüphe olmayan Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî hazretlerinin yüzden fazla eseri bulunmaktadır. Kendisi aynı zamanda şairdir.

Ervâdî hazretlerinin önemli eserleri şunlardır:
1. Ferâid-i Fevâid
2. Mir’âtü’l-irfân
3. Târîh-i Kebîr
4. Elfiye fî ulûmi’l-edeb
5. Kifâyetü’l-mürîd min Mühimmâti’l-Tarîk
6. Kitâbu’n-Nuri’l-mazhâr fî Şerhi Salâti’l-vüstâ li’ş-Şeyhi’l-Ekber
7. Risâle fî Râbıta beyne fîhâ şemâili’r-ricâli’t-tarîka
8. Risâle fi’l-Halvet
9. Evrâd
10. Manzûme fî Esmâi’llâhi’l-hüsnâ
11. İlhâmâtü’r-rabbâniyye fî Şerhi’s-Saliti’z-Zâtiyye
12. Keşfu’s-sutûr an meâni salâti’n-nûr
13. et-Tibrü’l-Mesbûk fî nihâyeti’s-sülûk

Ervâdî hazretleri, 1261/1845 senesinde şeyhinin işareti ile İstanbul’a gelmişti. Burada müridi Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî’ye yaptırdığı ilk halvetten sonra bir ara memleketine gider. Bir yıl sonra İstanbul’a gelen Ervâdî iki sene Ayasofya Camii’nde hadis dersi okutur. İcra edilen ikinci halvetin ardından Gümüşhânevî’ye izinli olduğu bütün tarikatlerden hilâfet-i tâmme ile icâzet verir. Ervâdî hazretleri 1264/1848 yılında Gümüşhânevî’ye İstanbul’daki Hâlidi şeyhlerinden Abdülfettah el-Ukarî’ye (1281/1864) sohbet şeyhi olarak bağlanmasını tavsiye ederek, memleketi Trablusşam’a döner. Trablusşam müftüsü diye de anılan Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî 1275/1858 senesinde memleketinde âhirete irtihal etmiş, Diba Mescidi’ndeki medfen-i mahsusuna defnedilmiştir.

Abdullah Mekki (k.s.)

Suudi Arabistan – Mekke’de cennetül Mualla kabristanında

Nakşi – Halidi yolunun büyüklerden olan Abdullah Mekki (k.s.), Mevlana Halid-i Bağdadî hazretlerinin halifelerindendir. İsmi Abdullah’tır, Erzincani ve Mekki nisbeleriyle tanınmıştır. Doğum ve vefat tarihleri bilinmemektedir. On dokuzuncu yüzyılda yaşamıştır.Aslen Mekkeli olan Abdullah Efendi, zamanının usülüne göre çeşitli ilmileri tahsil etti. İlimde yüksek dereceye ulaştıktan sonra Bağdad’da bulunduğu sırada büyük alim ve veli, Nakşibendiyye yolunun mürşid-i kamili Mevlana Halid-i Bağdadî hazretlerini tanıdı, sohbetleriyle şereflendi.

Mevlana Halid hazretlerinin sohbet ve hizmetlerinde bulunarak, kemale, olgunluğa ulaştı. Tasavvuf yolunda ilerleyip yüksek manevi derecelere kavuştu. Mevlana Halid-i Bağdadî hazretlerinin talebelerinin önde gelenlerinden oldu. Hocası ona hilafet-i mutlaka yani tam icazet, diploma verdi. İnsanlara İslamiyetin emir ve yasaklarını anlatmak ye talebe yetiştirmekle vazifelendirerek Erzincan’a gönderdi.

Abdullah Mekki (k.s.) önce Erzurum’a uğradıktan sonra Erzincan’a gitmek üzere yola çıktı. Erzincan’a gelirken buranın ova ve dağlarını seyredip, yanındakilere; “Allah bilir ama Mevlana Halid-i Bagdadî hazretlerinin bize tarif buyurdukları memleket burası olmalıdır. Buradaki zatın biz de nasibi ve emaneti vardır”dedi.

Abdullah Mekki (k.s.), Erzincan’ı şereflendirince insanlar akın akın ziyaretine geldiler. Gelenler arasında Terzi baba diye bilmen Muhammed Vehbi Efendi de vardı. Abdullah Mekki (k.s.), Muhammed Vehbi Efendi içeri girince ayağa kalktı. Onu davet edip yanına oturttu Muhammed Vehbî’ye karsı hiç kimseye göstermediği iltifatlarda bulundu.

Sonra Muhammed Vehbi Efendii’nin durumunu öğrenmek için yanndakilere; “Bu zatın serveti var mıdır?” diye sordu. Oradakiler; “Hayır. Yalnız köyde, Sarıgöl’de bir bağı ile, şehirde bir evi, birkaç parça tarlası ve terzilik yaptığı bir dükkanı vardır” dediler. Bunun üzerine Muhammed Vehbi’yi yanına çağıran Abdullah Mekki hazretleri, “Oğlum! Pir-i azam Mevlana Halid-i Bağdadi bizi buralara gönderdi, Bize ehline verebileceğimi bir emaneti verdi. O emanete seni layık gördüm. Kabul edersen onu sana teslim edeyim”diye teklifte bulundu. Muhammed Vehbi, Abdullah Mekki’ye gönül huzuru ve teslimiyet, ifade eden bir tavırla; “siz bilirsiniz” cevabını verdi.

Abdullah Mekki; “Vereceğim emanet sana çok faydalar sağlayacak” buyurunca, Muhammed Vehbî Efendi; ”Şeyh Efendi! Vallahi dünya için Allah demem” cevabını verdi. Bunun üzerine Abdullah Mekki; “Oğlum haydi git! Sen bulacağını buldun. Teslim edeceğim emanetde zaten bu idi” buyurarak onun yüksek derecesine işaret etti. Terzi Baba’ya himmetle nazar ederek emaneti tevdî etti. Terzi Babanın hali derhal değişti. Manevî feyzler deryasına daldı.

Bir müddet Erzincan’da kalan Abdullah-ı Mekki, sohbetleriyle insanların Allahü tealanın rızasına kavuşmaları için çalıştı. Bu sırada onun sohbetinden ve hizmetinden ayrılmayan Terzi Baba da tasavvuf yolunda ilerleyip evliyalık derecesine kavuştu. Abdullah Mekki, Terzi Baba’nın olgunluğa erdiğini görerek, ona hilafet verdi.

Yerine Terzi Babayı bıraktıktan sonra Erzincan’dan ayrılarak Erzurum’a oradan da Küdüs’e gitti. Mukaddes makamları ve büyüklerin kabirlerini ziyaret ettikten sonra Mekke-i mükerremeye ulaştı. Orada yerleşip Nakşibendiyye yolunun Halidiyye kolunun yayılması ve insanların bu manevî yoldan faydalanmaları için gayret sarf etti. Mevlana Halid-i Bağdadî hazretleri hayatta olduğu müddetçe Abdullah-ı Mekki’nin ihtiyaçalırını Süleymaniye, Şam ve Bağdad’dan gönderdi. Hac ibadetini yerine getirmek için gidişinde onun misafiri oldu.

Abdullah-ı Mekkî, Mekke’de kaldığı müddet içinde pekçok alim ve evliya ile karşılaşıp, sohbet etti. Sayısız talebe yetiştirdı. Hac ibadetini yerine getirmek için gelen Şeyh Süleyman bin Hasan Kırımi sohbetinde kemale olgunluğa erdi.

Abdullah Mekkî Hazretleri’nin halifelerinden Süleyman Kırımî (kırımlı) ve İsmet Garibullah-i Yanyavî (Yanyalı) bir gün Mekke’den Taife deve ile yolculuk yapıyorlardı. Yolculuk esnasında Süleyman Kırımi’nin devesi çöktü. Yoldaşı İsmet Garibullah’a sultanımız vefat etti dedi. Ve geriye Mekke’ye döndüler Gerçektende Abdullah Mekkİ Hazretlerİ vefat etmişti. Süleyman Kırîmî Mekke’de kalarak irşat vazifesini devam ettirdi. İsmet Garibullah hazretleri ise, Türkiye’ye geldi. Edirne de Sultan Camiinde irşat vazifesine devam etti.

Abdullah-ı Mekkî Erzincani büyük alim, ilmiyle amel eden, fazilet sahibi velî bir zat idi. Dünya ve ona aid olan her şeyden kesilerek, vatanını ve yakınlarını bırakıp İslamiyetin emir ve yasaklarmı anlatmak için çeşitli memleketleri dolaştı. Evliyanın büyüklerinden olup, sekr, cezbe ve manevî sarhoşluk hali ile fena makamlarını geçmiş, evliyalığın en yüksek makamlarına kavuşmuştu. Mevla kabri şerifi mübarek etsin . (amin)

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak

1) İslâm Meşhurları Ansiklopedisi; c.1, s.168

2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.260,261

3) Erzincan Târihi; c.2, s.278,279

4) Şems-üş-Şümûs Tercümesi; s.107

5) Mecd-i Tâlid Tercümesi; s.107,108

6) Osmanlı Târihi Ansiklopedisi; c.6, s.151

[/toggle]