Uşak – Ulubey ‘e Bağlı Karacaahmet köyünde
…
Evliya, Sahabe, Peygamber Kabirleri
Evliya ve Sahabe
Manisa – Karaca ahmet köyünde
Manisa’da Horozköy’den bir iki km. mesafede kabri bulunan Karaca Ahmed’in rivayetler dışında yaşadığı dönem hakkında ilk gerçek bilgiyi Saruhanoğlu İshak Çelebi’nin 1371 tarihinde Manisa’da Şeyh Revak Sultan’a vakfettiği arazi için düzenlenen vakfiyedeki şahitler arasında‚ “..Süleyman Horasani oğlu Karaca Ahmed..” adıyla rastlarız. 1371’de sağ olduğu anlaşılan Karaca Ahmed için, İshak Çelebi’nin vezirlerinden Murtaza Bey’in oğlu Emiri Bekir Hoş Kadem Paşa’nın 1397 yılına ait düzenlenen vakfiyesinde “…..Gökçeağaç denilen iki kıt’a arazinin cem’isinden gelen hasılat Eşşeyh arif-i Billah Karacaahmed Tekkesi’nin sakinlerine, orada yapılmış merkad ve türbesine gelenlere, merkadin hizmetçileri ile gelip gidenlere halin iktizasına göre it’amiyye sarf edilecek…”, kaydı ile Karaca Ahmed’in vefat etmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Aşıkpaşazade Karaca Ahmed’in Orhan Gazi devrinde sağ olduğunu ve I.Murad zamanında öldüğünü yazmaktadır. 1371’de sağ olan Karaca Ahmet büyük bir ihtimalle I.Murad’ın ölüm tarihi olan 1390’dan önce vefat etmiş olmalıdır. Tire’de medfun bulunan Bali Baba’nın soy kütüğünde Karaca Ahmet Sultan’ın isminin de yer aldığını bu arada belirtmek gerekir. Kanuni Sultan Süleyman’ın cariyesi olan Gülfem Hatun, Manisa Sancağında bulunduğu sırada sık sık Horozköyü’ne giderek Karaca Ahmed Sultan’ın türbesini ziyaret ederdi. Bilindiği gibi, İstanbul’daki makam yerinin inşaını da o gerçekleştirmiştir. Karaca Ahmed’in birçok yerde makamı bulunmaktadır.
Kaynak
Evliyalar Şehri Manisa , Abdulhalim Durma , 2013 .
Ankara – Nallıhan – Emrem Sultan köyü.
Anadolu’nun manevi mimarlarından ve Yunus Emre’nin şeyhidir. Türbesi, Nallıhan ilçesine bağlı Ermemsultan Köyündedir. Hayatı ve kimliği hakkında tarihi kaynaklarda bilgi olmayıp, menkıbevi şahsiyeti yazılı ve sözlü kültürümüzde kabül görmüştür. Tabduk Emre, Cengiz istilası üzerine Buhara tarafından Anadolu’ya gelmiş Sinan Efendi, yahut Sinan Ata adlı Orta Asyalı bir Türk şeyhi tarafından irşad edildiği hakkındaki görüş Anadolu dervişleri arasında kabül görmüştür.
Menkıbevi hayatında ismi Emre’dir. Sakarya ırmağı kenarında bir köye yerleşmiş bir “Anadolu (Rum) eri”, ermişidir. Günümüzdeki Ermemsultan köyü olarak bilinen köyde kurduğu dergahta irşad faaliyetlerini sürdürmüştür. Hacı Bektaş-ı Veli de Horasan bölgesinden Anadolu’ya gelmiş ve irşada başlamıştır. Sakarya boylarında bulunan erenler Hünkar’ın gelişi duymuşlar ve ziyaret etmek için bir araya gelmişler, Emre’nin de kendileriyle gelmesi için davet etmişler. Bunun üzerine Emre gelemiyeceğini söyler. Erenler sebebini sorunca, Emre şu cevabı verir:
“Erenlere Dost divanında nasib verildiğinde, Hacı Bektaş Hünkar adlı bir kimseyi görmedik, işitmedik.” Erenler topluluğu Hünkar’ı ziyarete varınca, Emre’nin bu sözünü Hacı Bektaş-ı Veli’ye söylerler. Hünkar müridi Sarı ismail’i, Emre’ye gönderir ve dergahına davet eder. Davete icabet eden Emre’ye Hünkar şu suali sorar:
“Dost meclisinde erenlere nasib veren erin nişanı nasıldı?” Bu suale Emre şu cevabı verir:
“Yeşil perde ardından biri çıkıp, cümle erenlere nasip dağıttı. Avuç içinde güzel, nurani, yeşil bir ben vardı.” Hacı Bektaş sorar: “O eli görsen tanırmısın?” Emre: “Evet” cevabını verir.
Bunun üzerine Hünkar elini açıp, avucunu gösterir. Hacı Bektaş’ın avucundaki yeşil beni gören Emre:
“Tapduk, Hünkarım, Tabduk.” diye üç defa tekrar eder. Hemen ayağa kalkar ve kapının eşiğine yüz sürer. Özür diler ve tacını Hünkar’ın önüne koyar. Hacı Bektaş Emre’nin özrünü kabul eder, tacını giydirir, dua eder. Bu olaydan sonra “Tabduk Emre” olarak anılır. Hünkar’la sohbet edip, Sakarya kıyılarında bulunan derğahına geri döner.
Hacı Bektaşi Veli’nin irşad gücü ve kerametleri Anadolu’da duyulur. Her taraftan mürid olmak için dergahına akınlar başlar ve muhipleri çoğalır. Halk arasında ve menkıbelerde Yunus Emre’nin, Tabduk Emre ile tanışması şöyle anlatılır:
Yunus isminde, çiftçilikle geçinen, çok fakir bir adam vardır. Bir sene kıtlık olur. Daha da fakirleşen Yunus, bir çok kerametlerini duyduğu Hacı Bektaş-ı, Veli’den yardım almak için ziyaretine gider. Hacı Bektaş-ı Veli’ye dağdan topladığı bir miktar alıçı (yabani elma) hediye götürür. Suluca Karahöyük’te (Hacıbektaş kazası) bulunan dergaha gelir ve Pirin ayağına yüz sürer, hediyesini verir ve müşkilini şöyle anlatır:
“Ben fakir bir kimseyim, bu yıl ekinimden ürün alamadım, siz den bir miktar buğday almaya geldim.” Hacı Bektaş “kabül” der ve birkaç gün misafir kalmasını söyler. Yunus ise köyüne dönmek için acele eder. Dervişler Pir’e Yunus’un acelesini anlatırlar. O da:
“Sorun bakalım ne ister, buğday mı, yoksa erenler himmeti mi?”
Dervişler Yunus’a şeyhin arzusunu ilettiler. Yunus ise düşünmeden “buğday isterim” der. Bu cevabı öğrenen Hünkar:
“Getirdiği her alıç adedince himmet edelim, kendisine söyleyin.” Yunus bu söze şu cevabı verir:
“Nefes (himmet) karın doyurmaz, evladı iyalim var, bana buğday gerek.” Bu sözü Hünkar’a arz ederler. Hünkar’da:
“Her ahçının çekirdeği karşılığında on nefes verelim.” Yunus isteğinde ısrarlı olup, cevabını tekrarlar:
“Nefes (himmet) istemiyorum. Çocuklarım var, evladı iyalim var, bana buğday gerek.” Bu sözü üzerine Hünkar istediği kadar buğday verilmesini emreder. Buğdayı Yunus’un öküzüne yük lerler ve uğurlarlar. Yunus köyün çıkışına varınca ayıkır. Kendi kendine şöyle söyleşir: “Hünkar bana himmet (nefes) vermek istedi. Ben ise buğday istedim. Halbuki buğday yenince biter, nefes ise öyle değil. Hünkar’ın himmetini reddederek ona karşı edep hatası da yaptım” der ve geri dergaha döner. Hünkar’ın dervişlerine yaptığı hatayı anlatır ve:
“Hünkar’a arzedinde buğdayı geri alsın, bana himmet (nefes) versin” der. Durumu Hünkar’a arzederler, Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli:
“Biz Yunus’un anahtarını Tabduk Emre’ye verdik. Gitsin nasi bini ondan alsın” cevabını verir. Yunus Emre büyük bir nedamet le dergahtan ayrılır. Tabduk Emre’nin dergahına gelir, başından geçenleri şeyhe anlatır. Tabduk Emre de:
“Safa geldin, halin bizce malumdur. Hizmet et, emek ver, nasibini al” der. Yunus Emre, Tabduk Emre’nin dergahında kırk yıl hizmet eder.
Yunus şiirlerinde Tabduk Emre’yi onaltı yerde zikreder.
Taptuk ‘un tapusunda kul olduk kapusuna
Yunus miskin çiğidi bişdi elhamdülillah
Doğum tarihi tam olarak bilinmemekle beraber, kendisinin Selçuklu Devletinin son zamanları ile Ertuğrul ve Osman Gazi dönemlerinde yaşamış olduğu sanılmaktadır. Yunus Emre ekseri görüşe göre 1320’li yıllarda vefat etttiğine göre, şeyhi Tabduk Emre’nin de 1200’lü yıllarda yaşadığı tahmin edilebilir. Menkıbelerde Tapduk Emre ile Hacı Bektaş Veli aynı tarihlerde yaşadığı gösterilir. Tabduk Emre nin irşad metodu ile ilgili bilgileri ve tasavvufi terbiye esaslarını en büyük eseri olan Yunus Emre’de görmekteyiz. Hanefi mezhebi esaslarına ve sunni akidelere bağlı, Horasan melametiliğini benimsemiş olduğu, Yunus Emre’nin şiirlerindeki dile getirdiği tasavvufi düşünceden anlaşılmaktadır.
Türbe-i Şerifi
Türbe, Emremsulan Köyü girişinin sağında hafif meyilli bir arazi içerisinde bulunan mezarlık içerisinde yer alır. Köyün mezarlık sahası olarak belirlenen özel mülkiyetteki ve koruma altındaki bir arazidedir. Kare planlı ve kubbelidir. Duvarları içerden 6 x 6 metre boyutunda ve 1.6 metre kalınlığındadır. Sarıyar Barajı‟nın yapımı sırasında 1954-1958 yıllarında Etibank tarafından türbe olarak onarılırken kubbeyi korumak ve akıntıyı önlemek amacıyla kubbenin üzerine kiremit kaplı şemsiye külah şeklinde, dışa taşkın saçaklı bir çatı yapılmıştır. Türbeye doğu yönünden, oldukça sade ve basık kemerli alçak bir kapıdan girilir. Orijinal ahşap kapı kanatları türbeden çıkarılmıştır ve köydeki yeni camide saklanmaktadır. Basık kemerli, kapı girişinin üstünde devşirme bir antik mermer üstüne oyulmuş dört satırlık kitabesi mevcuttur.
Güney duvarında 1.5 metre yüksekliğinde 67 cm genişliğindeki dikdörtgen pencere tek açıklıktır. Taşıyıcı duvarlar moloz taştan inşa edilmiş olup, kubbe ve pandantifler ise tuğla örgüdür. Kare planlı türbede ayrı bir mezar odası bulunmadığından cenazeler doğrudan ziyaret (mescit) kısmına gömülmüştür. İçeride altı sanduka yer almaktadır. Ortada 3.7 metre uzunluğunda ve 72 cm genişliğinde Tapduk Emre‟nin sandukası vardır. Tabduk Emre‟nin eşi ve dört çocuğuna ait olduğu sanılan beş sanduka daha bulunur. Türbenin 20 metre batısında ise Tabduk Emre‟nin hatiplerinin türbesi vardır.








Bosna Hersek – Mostar’da Blagay Tekkesinde
Kaynaklara göre 1210 – 1293 yılları arasında yaşayan San Saltuk, Çepni Türkmen Aşireti’nin dini lideri konumunda olan Türkmen babasıdır. Sarı Saltuk aynı zamanda çağdaşı olan Hacı Bektaş-ı Velî gibi Kalenderi Tarîkatı’nın Haydarîye koluna mensup bir şeyhtir. Türk folklorunda “Saltuk Baba” motifli destan, efsane ve menkibe çok yaygın olup, Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar geniş bir coğrafî sahaya yayıldığı görülür.
San Saltuk’a ait geniş bilgiyi çeşitli kaynakların yanında özellikle Cem Sultan tarafından maiyetindeki Ebü’l-Hayr-ı Rumî’ye yazdırılan ve 1480 yılında tamamlanan “Saltukname” de bulmaktayız. Bu eser San Saltuk’un ölümünden çok sonra yazılmıştır . Menkîbelere göre Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş’tan sonra “Sarı Saltuk” lakabı ile tanınan müridi Muhammed Buhari’ye meşhur tahta kılıcını beline kuşatarak Horasan erenleriyle beraber Anadolu’ya göndermiştir. Sarı Saltuk, Anadolu ve Balkanlar’ın fethi sırasında gazalara savaşlara katılan kahramanlığı ve velayeti ile daha yaşarken efsanevi bir şahsiyet haline gelen bir Türk kahramanıdır.
Aslen Buharalı olan San Saltuk’un asıl adının Saltukname’de “Şerif Hızır” olduğu belirtilirken, Evliya Çelebi de “Muhammed Buhari” şeklinde zikretmektedir. Türk geleneklerine uygun olarak 14 yaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı, “Saltuk” adım almıştır. San Saltuk, Anadolu Selçuklu Sultanı II. tzzeddin Keykavus’un teşvikiyle 1263 yılında bugün Romanya’nın sınırları dahilinde olan Dobruca’ya Çebni boyuna mensup aşiretiyle beraber göç etmiştir. San Saltuk, burada bir zaviye kurarak Balkanlar’ın Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında büyük katkıları olan Türk kahramanı ve İslam büyüğüdür.
Kaynaklara göre San Saltuk 1293 yılında vefat etmiş ve Dobruca’daki Babadağı Türbesi’ne defnedİlmiştir. Saltukname’de, San Saltuk’un 12 mezarı olduğu belirtilmektedir. San Saltuk, kralların ve beylerin mezarına sahip çıkmak isteyeceklerini söyleyerek, her isteyene verilmek üzere birer tabut hazırlamalarını vasiyet eder. Çünkü ölümünden sonra 12 yerde makamının olacağını müritlerine söylemiştir. Saltuknameye göre. San Saltuk’un tabutunu alarak ülkesine götüren krallar ve beyler şunlardır : Tatar Ham, Eflak, Bogran, Rus, Üngürüs (Macar}, Leh (Polonya). Çeh (Çek), Bosin (Bosna), Beravatı (Hırvat ?), Kamaîa (?). Bunların yanında Baba’ya (Babadağı-Romanya) ve Eski Baba’ya (Babaeski-Kırklareli) gömülen tabutlarla mezar sayisi on ikiye ulaşmaktadır. Bazı kaynaklarda ise Sarı Saltuk’un vefatından önce 7 tabut hazırlattırdığı ve uzaklarda bulunan 7 kafir memleketine defnedilmesini vasiyet eniği belirtilmektedir. Böylece kabrimi ziyaret edecek Müslümanların hakiki mezarını bilemeyeceklerini ve 7 kafir memleketin her birine gitmek mecburiyetinde kalacaklarını ve dolayısıyla bu ülkelerin İslam devletine ilhak edileceğini düşünmüştür.
Bektaşiler, her türlü mahallî inançları kolayca bünyesine mal edebilen bir inanç yapışma sahip olmuşlardır. Bunun tipik bir örneğini Sarı Saltuk Zaviyeleri teşkil eder. Bu zaviyeler Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’da bulundukları yerlerde mahallî aziz kültlerini kendilerine mal ederek İslamileştirmişler ve böylece yerli Hristiyanları zahmetsizce ihtida etmişlerdir. Sarı Saltuk hala Anadolu ve Balkan Türklerinin gönlünde ve hafızasında yaşamaktadır. Günümüzde Balkanlar’dan Anadolu’ya uzanan geniş coğrafyada, Sarı Saltuk’a atfedilen birçok türbe ve mezar bulunmaktadır. Tespit edilen türbe ve mezarların bulunduğu yerler şunlardır: Kaliakra (Varna-Bulgaristan), Babadağı (Romanya), Ohri (Makedonya), Djakovica (Arnaviftluk), Kruja (Arnavutluk), Kosava, îpek (Kosava), Blagay (Bosna-Hersek), Korfu Adasi (Yunanistan), Bor (Niğde), Babaeski (Kırklareli), Hozat (Tunceli), Diyarbakır, îznik (Bursa), Rumeli Feneri (îstanbul) ve Kütahya Sarı Saltuk’un türbe ve mezarları genellikle tepelik yerlerde, akarsuların ve büyük ağaçların yanlarında bulunmaktadır. Bilindiği gibi bunlar, İslamiyet öncesi Türk inancı içerisinde kutsallık atfedilen yerlerdir. Yine bu türbe ve makamların normal mezarlıkların içerisinde bulunmaması da yurdumuzda diğer makamlarda görülen özelliklerdir .
Yukarıda belirttiğimiz gibi San Saltuk ve Hacı Bektaş-ı Velî aynı dönemde Anadolu’da yaşamışlar ve her ikisi de Kalenderi Tarîkatı’nın Haydarîye koluna mensuptular. XVI. yüzyıl başlannda Balım Sultan tarafindan kurulan Bektaşi Tarikatı, Hacı Bektaş gibi San Saltuk’u da Kalenderi Tarikatı’na mensup oldukları için büyük mürşitleri olarak tanımışlardır. Bundan dolayı günümüzde de Sarı Saltuk kültü hem Bektaşiler’de hem de Alevîler arasında güçlü bir şekilde yaşamaktadır. Böylece Bektaşi Tarîkatı’nın yayıldığı her bölge, San Saltuk’un mezarının da kendi bölgesinde bir mekana yerleştirmiştir. Aynı şekilde Niğde-Bor’u 1649 yılında ziyaret eden Evliya Çelebi yapıdan; “Eski Mezarlıkla yer alan Sarı Saltuk Tekkesi de Bektaşiler Tekkesi’dir” şeklinde bahsederek, türbenin yanında “Bektaşi Tekkesi” olduğunu belirtmektedir. Sarı Saltuk Türbesi’ne bitişik olan tekke, 1950’li yillara kadar mevcuttu. Yukarıda belirttiğimiz gibi Sarı Saltuk’un, 1293 yılında Dobruca’da (Romanya) vefat ettiği ve “Dobruca Babadağı Türbesi” ne defnedildiği kabul edilmektedir. Balkanlar’dan Anadolu’ya yayılan diğer türbe ve mezarların ise San Saltuk adına inşa edilen “makam türbeleri” olduğu anlaşılmaktadır.
Sarı Saltuk hazretlerinin türbesi ;Niğde – Merkez’de Sarı Saltuk caddesi ile Alparslan Türkeş bulvarı kesişiminde
Türbenin inşa kitabesi olmadığı için yapım yılını bilemiyoruz. Kaynaklara göre 1210 – 1293 yılları arasında yaşayan San Saltuk, Çepni Türkmen Aşireti’nin dini lideri konumunda olan Türkmen babasıdır. Sarı Saltuk aynı zamanda çağdaşı olan Hacı Bektaş-ı Velî gibi Kalenderi Tarîkatı’nın Haydarîye koluna mensup bir şeyhtir. Türk folklorunda “Saltuk Baba” motifli destan, efsane ve menkibe çok yaygın olup, Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar geniş bir coğrafî sahaya yayıldığı görülür. San Saltuk’a ait geniş bilgiyi çeşitli kaynakların yanında özellikle Cem Sultan tarafından maiyetindeki Ebü’l-Hayr-ı Rumî’ye yazdırılan ve 1480 yılında tamamlanan “Saltukname” de bulmaktayız. Bu eser San Saltuk’un ölümünden çok sonra yazılmıştır .
Menkîbelere göre Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş’tan sonra “Sarı Saltuk” lakabı ile tanınan müridi Muhammed Buhari’ye meşhur tahta kılıcını beline kuşatarak Horasan erenleriyle beraber Anadolu’ya göndermiştir. San Saltuk, Anadolu ve Balkanlar’ın fethi sırasında gazalara savaşlara katılan kahramanlığı ve velayeti ile daha yaşarken efsanevi bir şahsiyet haline gelen bir Türk kahramanıdır. Aslen Buharalı olan San Saltuk’un asıl adının Saltukname’de “Şerif Hızır” olduğu belirtilirken, Evliya Çelebi de “Muhammed Buhari” şeklinde zikretmektedir. Türk geleneklerine uygun olarak 14 yaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı, “Saltuk” adım almıştır.
San Saltuk, Anadolu Selçuklu Sultanı II. tzzeddin Keykavus’un teşvikiyle 1263 yılında bugün Romanya’nın sınırları dahilinde olan Dobruca’ya Çebni boyuna mensup aşiretiyle beraber göç etmiştir. San Saltuk, burada bir zaviye kurarak Balkanlar’ın Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında büyük katkıları olan Türk kahramanı ve İslam büyüğüdür. Kaynaklara göre San Saltuk 1293 yılında vefat etmiş ve Dobruca’daki Babadağı Türbesi’ne defnedİlmiştir.
Saltukname’de, San Saltuk’un 12 mezarı olduğu belirtilmektedir. San Saltuk, kralların ve beylerin mezarına sahip çıkmak isteyeceklerini söyleyerek, her isteyene verilmek üzere birer tabut hazırlamalarını vasiyet eder. Çünkü ölümünden sonra 12 yerde makamının olacağını müritlerine söylemiştir. Saltuknameye göre. San Saltuk’un tabutunu alarak ülkesine götüren krallar ve beyler şunlardır : Tatar Ham, Eflak, Bogran, Rus, Üngürüs (Macar}, Leh (Polonya). Çeh (Çek), Bosin (Bosna), Beravatı (Hırvat ?), Kamaîa (?). Bunların yanında Baba’ya (Babadağı-Romanya) ve Eski Baba’ya (Babaeski-Kırklareli) gömülen tabutlarla mezar sayisi on ikiye ulaşmaktadır. Bazı kaynaklarda ise Sarı Saltuk’un vefatından önce 7 tabut hazırlattırdığı ve uzaklarda bulunan 7 kafir memleketine defnedilmesini vasiyet eniği belirtilmektedir. Böylece kabrimi ziyaret edecek Müslümanların hakiki mezarını bilemeyeceklerini ve 7 kafir memleketin her birine gitmek mecburiyetinde kalacaklarını ve dolayısıyla bu ülkelerin İslam devletine ilhak edileceğini düşünmüştür.
Bektaşiler, her türlü mahallî inançları kolayca bünyesine mal edebilen bir inanç yapışma sahip olmuşlardır. Bunun tipik bir örneğini Sarı Saltuk Zaviyeleri teşkil eder. Bu zaviyeler Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’da bulundukları yerlerde mahallî aziz kültlerini kendilerine mal ederek İslamileştirmişler ve böylece yerli Hristiyanları zahmetsizce ihtida etmişlerdir.
Sarı Saltuk hala Anadolu ve Balkan Türklerinin gönlünde ve hafızasında yaşamaktadır. Günümüzde Balkanlar’dan Anadolu’ya uzanan geniş coğrafyada, Sarı Saltuk’a atfedilen birçok türbe ve mezar bulunmaktadır. Tespit edilen türbe ve mezarların bulunduğu yerler şunlardır: Kaliakra (Varna-Bulgaristan), Babadağı (Romanya), Ohri (Makedonya), Djakovica (Arnaviftluk), Kruja (Arnavutluk), Kosava, îpek (Kosava), Blagay (Bosna-Hersek), Korfu Adasi (Yunanistan), Bor (Niğde), Babaeski (Kırklareli), Hozat (Tunceli), Diyarbakır, îznik (Bursa), Rumeli Feneri (îstanbul) ve Kütahya
Sarı Saltuk’un türbe ve mezarları genellikle tepelik yerlerde, akarsuların ve büyük ağaçların yanlarında bulunmaktadır. Bilindiği gibi bunlar, İslamiyet öncesi Türk inancı içerisinde kutsallık atfedilen yerlerdir. Yine bu türbe ve makamların normal mezarlıkların içerisinde bulunmaması da yurdumuzda diğer makamlarda görülen özelliklerdir .
Yukarıda belirttiğimiz gibi San Saltuk ve Hacı Bektaş-ı Velî aynı dönemde Anadolu’da yaşamışlar ve her ikisi de Kalenderi Tarîkatı’nın Haydarîye koluna mensuptular. XVI. yüzyıl başlannda Balım Sultan tarafindan kurulan Bektaşi Tarikatı, Hacı Bektaş gibi San Saltuk’u da Kalenderi Tarikatı’na mensup oldukları için büyük mürşitleri olarak tanımışlardır. Bundan dolayı günümüzde de Sarı Saltuk kültü hem Bektaşiler’de hem de Alevîler arasında güçlü bir şekilde yaşamaktadır. Böylece Bektaşi Tarîkatı’nın yayıldığı her bölge, San Saltuk’un mezarının da kendi bölgesinde bir mekana yerleştirmiştir. Aynı şekilde Niğde-Bor’u 1649 yılında ziyaret eden Evliya Çelebi yapıdan; “Eski Mezarlıkla yer alan Sarı Saltuk Tekkesi de Bektaşiler Tekkesi’dir” şeklinde bahsederek, türbenin yanında “Bektaşi Tekkesi” olduğunu belirtmektedir. Sarı Saltuk Türbesi’ne bitişik olan tekke, 1950’li yillara kadar mevcuttu.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Sarı Saltuk’un, 1293 yılında Dobruca’da (Romanya) vefat ettiği ve “Dobruca Babadağı Türbesi” ne defnedildiği kabul edilmektedir. Balkanlar’dan Anadolu’ya yayılan diğer türbe ve mezarların ise San Saltuk adına inşa edilen “makam türbeleri” olduğu anlaşılmaktadır.
Bor’daki Sarı Saltuk Türbesi
Bor’lu Hacı Mahmut Recai Efendi, 1869 yılında yayınladığı “Nesayih-i Amme” isimli risalesinde de Bor’daki San Saltuk Turbesi’nin, “makam-ı şerif olduğunu ifade etmektedir. Yine San Saltuk’un Bor’daki bu makamının öteden beri bilindiği edebî kaynaklardan da anlaşılmaktadır. Ahmet Kuddusî bir şiirinde;
Belde-i Bor daki Sarı Saltuk Türbesi
Kim ziyaret itse kalmaz kürbesi dizileriyle,
Konya’lı halk şairi Lemi de;
Gece Akşehir ‘den uğra Nevşehir ‘e
Niğde ‘de Kesikbaş, Kemal Ummî
Bor ) da Sarı Saltuk pünhana yalvar
dizileriyle Bor’da San Saltuk’a ait bir ziyaretgahın bulunduğunu belirtmektedirler . Günümüzde de bu türbe halk arasında büyük bir saygı görmekte ve sürekli ziyaret edilerek, kutsal günlerde türbede adaklar adanmaktadır. Ayrıca türbenin küçük hazîre kısmında 762 H./ 1360 M., 779 H./ 1377 M, 1303 H./ 1886 M., 1305 H./ 1889 M. ve 1346 H./1927 M. tarihli mezarlar bulunmaktadır. Hazîre kısmının, türbenin inşasından sonra teşekkül ettiği anlaşılmaktadır
Bu bilgiler çerçevesinde Bor’daki San Saltuk Türbesi’nin, San Saltuk’un 1293 yılında Dobruca’da (Romanya) ölümünden sonra XIV. yüzyılın içinde “Makam Türbesi olarak yapıldığını düşünmekteyiz. Bazı çalışmalarda hiçbir kaynak gösterilmeden türbenin 1360 yılında inşa edildiği belirtilmiştir. Günümüze onarımlar görerek gelen türbe, orijinal özelliğini önemli ölçüde korumaktadır. Türbenin bilinen ilk onarımı iç mekanda yer alan tamir kitabesine göre, Halimzadeler’den ivaz’in oğlu Hacı Mehmet tarafindan 1148 H./1735 M. yilinda yaptırılmıştır. Daha sonra türbede mevcut olan bir levhada yapının, Sipahi Miralayı Sakir Bey tarafindan 1255 H./ 1839 M. yilinda tamir ettirildiğini öğreniyomz. Kaynaklarda türbenin 1949 ve 1980’li yıllarda oldukça bakımsız bir durumda olduğu belirtilmektedir . Türbe en son 1990’lı yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafindan restore edilmiştir.
Kaynak ; Türk Kültür Varlıkları Envanteri – 51-Niğde – Türk Tarih Kurumu Yayınları
Kırşehir ile Niğde arasında kalan Reşadiye köyünde
Ulupınar kasabasında tepede yer alan türbe kare planlı ve konik külahlıdır. Ziyarettepe Mevkii’ndeki Yunus Emre Türbesi’nde, Kırşehir ve Aksaray Valiliklerince her yıl ortaklaşa tören düzenlenir. Buradaki türbe, sarp kayalıklar üzerine sonradan yapılmıştır. Yunus Emre Milli Parkı içinde bulunmaktadır
Kırşehirli Albay Refik Soykut (1921-1998) tarafından Ziyaret Tepe’de bulunan Yunus Emre’ye ait mezardan alınan 12 adet kemik, 1982 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Antropoloji Kürsüsü tarafından bilimsel tekniklerle incelenmiş, 600 yıllık olan bu mezarın çok gezen yetişkin, 60-70 yaşlarında bir erkeğe ait olduğu raporlarla tespit edilmiştir. Kemiklerde bulunan karbon miktarının yeterli olmaması sebebiyle yaş tespitinin tam yapılamamış olması da mezarın çok eski olduğunun bir göstergesidir.
Devlet Planlama Teşkilatı, 1983-1987 yılları arasında yaptığı çok yönlü çalışmalardan sonra bölgeyi, Yunus Emre Milli Parkı olarak ilan eder. Ziyaret Tepe etrafında her yıl binlerce ağaç dikimi yapılarak bölgenin güzelleştirilmesine çalışılır. Bugün bile bölgede çocuklara konan isimler arasında Yunus, Emre, Derviş, Eren isimlerinin çok yaygın olması ve yöredeki alıç ağaçlarının çokluğu dikkat çekicidir.
Kırşehir ilinin Ulupınar Kasabası ile Aksaray iline bağlı Sarıkaraman (Sarıköy) kasabası arasında yer alan 1267 rakımlı Ziyaret Tepe’de yatan zatın Yunus Emre olduğu kabul edilmiştir. Kırşehir ve Aksaray Valiliklerince Yunus Emre ile hocası Tapduk Emre için anıt mezarlar yaptırılmıştır. Her yıl Kırşehir ve Aksaray valiliklerince Yunus Emre’yi anmak üzere ortak törenler düzenlenmeye devam edilmektedir.
Bina, 1988 yılında düzgün kesme taş malzemeden yapılmıştır. Kesme taştan yapılmış, kare planlı türbenin doğu ve güney duvarında bulunan kemerlerin içinde demir parmaklıklı birer dikdörtgen pencere yer almaktadır. Türbenin iç örtüsü, daralarak yükselen bir bindirme tavan biçimindedir. Dıştan da kare piramit şeklinde bir taş külah ile korunan bu tavan örtüsünün tepesi, kare planlı bir boşluk halinde bırakılmıştır.
Veysel Karani hazretleri’nin kabri şerifi Siirt – Baykan’da Ziyaret köyünde.
“Şüphesiz tabiinin en hayırlısı Üveys’dir.”
Asıl adı Üveys bin Amir-i Karani olan Veysel Karani’nin doğum yeri, Yemen’in Karen Köyü’dür. 555–560 yılları arasında burada doğduğu tahmin edilir.
Üveys el-Karani, Yemen’deki Murad kabilesinin Karan aşiretine mensuptur. Veysel Karani’nin Yemen’de iken nasıl müslüman olduğu, Kufe’deki hayatı, vefatı ve şahsiyetine dair yeterli bilgi yoktur. Rivayetlere göre Veysel Karani Yemen’de deve çobanlığı yaparak, hurma çekirdekleri toplayıp satarak geçimini sağlayan bir zahiddir. Muhtemelen İslam’ı anlatmak üzere Yemen’e giden müslümanlar vasıtasıyla İslamiyet’i kabul etmiştir. Medine’ye gidip Hazreti Peygamber’i ziyaret etme arzusuna rağmen yaşlı annesini bırakamamış, 40 yaşının üzerindeyken Hazreti Peygamberi görmek için Medine’ye gitmek üzere annesinden izin alır. Uzun bir yolculuktan sonra Medine’ye gelir, ancak peygamberimiz Tebük Seferi’nde olduğu için, O’nu bulamaz. Hazreti Aişe O’na kapıyı açar ve selamını peygamberimize iletir. Peygamberimiz eve döndüğünde evine ulu bir insanın geldiğini anlar ve Hazreti Aişe’ye kimin geldiğini ve onu görüp görmediğini sorar. Hazreti Aişe, onu gördüğünü söyleyince peygamberimiz, “O gözünü ben de ziyaret edeyim, görüşün ve gördüğün mübarek olsun.”, der. Sahabilere de Üveys’i gören gözü ziyaret etmelerini buyurur ve ardından, “Şüphesiz tabiinin en hayırlısı Üveys’dir.”, der. Peygamberimiz son hastalığında, Hazreti Ömer, Hazreti Ali ve Hazreti Aişe’ye, “Benden sonra, arkamdaki hırkamı Üveys’e verin.”, diye vasiyette bulunur. Hırka ona teslim edildikten sonra, halkın gözünde değeri artar. O da, annesinin vefatıyla Küfe’ye ve Basra’ya gider.
Bazı hadis kitaplarındaki rivayetlere göre Hazreti Ömer, halifeliği döneminde Yemen’den gelen bir grup insana aralarında Üveys el- Karani’nin bulunup bulunmadığını sormuş, bunun üzerine Üveys ortaya çıkıp kendini tanıtmış, Hazreti Ömer de Resul-i Ekrem’in kendisine ileride Üveys’in Medine’ye geleceğini haber verdiğini ve onu gördüğü takdirde dua istemesini tavsiye ettiğini söylemiş, Üveys de ona dua etmiştir. Bu sırada Hazreti Ömer, Üveys’in Kufe’ye gitmekte olduğunu öğrenince Kufe valisine onun hakkında bir mektup yazmayı teklif etmiş, ancak Üveys kalabalıktan uzak sade bir hayat yaşamayı tercih ettiğini belirtmiştir. Ertesi yıl Kufe’den hacca gelen bir kişiye Üveys’in durumunu soran Hazreti Ömer, onun yoksulluk içinde yaşadığını öğrenince, ona Üveys hakkında Hazreti Peygamber’den duyduklarını anlatmış, hacdan dönen Kufeli de Üveys’in yanına gidip ondan dua istemiştir. Bu olay üzerine halkın dua istemek için yanına gelip kendisine iltifat etmesinden endişe duyan Veysel Karani’nin o bölgeyi terk ettiği kaydedilir.
Hazreti Ali, onu Sıffın Savaşı’nda yanında yer alması için, Medine’ye davet eder. Veysel Karani de oraya gider. Savaş sırasında yaralanarak 657 şevvalin 18. günü şehit olur. Şehit olduktan sonra, üç ayrı kabile onun naaşını alarak kendi topraklarına götürmek isterler. Bu duruma, ilk etapta Hazreti Ali de bir çözüm bulamayınca onu korumaya alır. Ertesi gün Veysel Karani Hazretleri’nin mübarek naaşı üç kabilenin de tabutlarında görülür. Her biri razı olarak; biri Yemen’e, biri Şam’a, biri de Bitlis’e doğru yola çıkarırlar.
Veysel Karani hazretlerinin kabrinin bulunduğu yer tam olarak belli değildir. Yemen’in Zebid, İran’ın Kazvin ve Kirmanşah, Özbekistan’ın Hive, Suriye’nin Şam ve Rakka şehirleriyle Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ona nisbet edilen makam-mezarlar vardır. Anadolu’daki en meşhur makamları Manisa, Mardin, Kurtalan, Bursa Gemlik yolundaki Atıcılar, Diyarbakır’ın Lice ilçesi ve Siirt’in Baykan ilçesi yakınındadır. Veysel’in Sıffin Savaşı’nda öldüğü yolundaki rivayetlerin genel kabul gördüğü, bu savaşın da Suriye’nin Rakka şehri yakınlarında vuku bulduğu dikkate alınırsa asıl kabrinin bu şehirde olması ihtimali güç kazanır.
Zahidane hayatı dolayısıyla Veysel Karani tasavvuf ehli tarafından örnek bir şahsiyet kabul edilmiş, Hazreti Peygamber’i zahiren görmemekle birlikte manen kendisinden feyiz aldığı ileri sürülmüştür. Bu sebeple sonraki asırlarda Resul-i Ekrem’i, Veysel Karani’yi veya herhangi bir şeyhi görmeden rüya gibi manevi bir yolla onlardan eğitim alan kişilere Üveysi denmiş, bu şekilde eğitim almaya Üveysilik adı verilmiştir. Ayrıca Resulullah’a nisbet edilen, “Rahmanın nefesini Yemen’den alıyorum” sözüyle Veysel Karani’nin kastedildiği söylenmiştir.
Veysel Karani hazretleri ve Hırka-ı şerif
Hazreti Peygamber’in ona bıraktığı rivayet edilen hırkanın sonraki nesillere intikal ederek günümüze ulaştığı kabul edilir. Bu hırka, İstanbul’un Fatih ilçesindeki Hırka-i Şerif Camii’nde ramazan aylarında ziyaret edilmektedir 58. Hırka-ı Şerif Camii, İstanbul, Fatih İlçesi’nde Atikali semti sınırları içinde, adını verdiği Hırka-i şerif Mahallesi’nde yer almakta olup 1851’de inşa edilmiştir. Burası, Hazreti Muhammed’in Veysel Karani’ye hediye ettiği hırkanın (Hırka-ı Şerif) muhafaza ve ziyaret edilmesi için padişah Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır. Veysel Karani’nin vefatından sonra Üveysi sülalesi elinde kalan Hırka-ı Şerif XVII. Yüzyılın başlarında, ailenin o tarihteki reisi Şükrullah Üveysi tarafından I. Ahmed’in fermanı gereğince İstanbul’a getirilir. İstanbul’a yerleşen Üveysi ailesinin, Fatih semtindeki evinde ziyaret edilen hırkanın korunması için Sadrazam Çorlulu Ali Paşa’nın kagir bir hücre ile bitişiğinde bir çeşme ve imaret inşa ettirdiği, daha sonra Şeyh Osman Üveysi zamanında 1725’te ilk defa bir vakfın tesis edildiği bilinir. Yapının ziyaretler için yetersiz kalması üzerine I. Abdülhamid bugün “Küçük Hırka-i Şerif Dairesi” veya “Eski Hırka-i Şerif Odası” olarak adlandırılan ve caminin avlusunda kalan hücreyi 1780’de inşa ettirir. II. Mahmud tarafından 1812’de yenilenen hücre zamanla yetersiz kalınca Sultan Abdülmecit devrinde Hırka-ı Şerif Camii yaptırılır. Çevredeki binaların kamulaştırılarak yıktırılmasından sonra 1847’de başlayan inşaat, 1851’de tamamlanır. Camide Hırka-ı Şerif’in korunması ve ziyareti için birimler, hünkar mahfili ve hünkar kasrı bulunur. Ayrıca yapının çevresinde Üveysi ailesinin en yaşlı erkek bireyi (reisi) ile ailesi için bir meşruta, bu kişinin reşit olmaması halinde kendisine vekalet edecek olana mahsus vekil dairesi, hırka-i şerifi korumakla görevli bir bölük jandarma için kışla ve görevliler için çeşitli odalar da inşa edilmiştir.
Veysel Karani hazretleri ve Pakistan’daki Kırık iki dişi
Veysel Karani’nin Uhud Gazvesi’nde Resul-i Ekrem’in dişinin kırılması üzerine kendi dişini kırdığı şeklindeki rivayete istinaden, Pakistan’ın Lahor şehrindeki Badşahi Camii’nin avlusunda bulunan Teberrükat-ı Mukaddese Bölümü’nde ona izafe edilen kırık iki diş sergilenmektedir. Hayatına dair müstakil menakıbnameler ve şiirler kaleme alınan Veysel Karani’nin gerçek hayatı ile efsanevi kişiliği birbirine karışmıştır.
Siirt – Baykan’daki Veysel Karani camii ve Türbesi
Yakın zamanda yenilenmiş olan külliyenin ilk inşa tarihi kesin şekilde bilinmemektedir. X. Yüzyıl coğrafyacısı Muhammed b. Ahmed el-Makdisi ve Nasır-ı Hüsrev eserlerinde bugünkü Ziyaret beldesinde mevcut bir mescidden bahseder. Evliya Çelebi ise Veysel Karani Camii ve Türbesi’nden Mescid-i Üveys-i Karani diye söz eder ve ayrıntılı bilgi verir. Evliya Çelebi’nin, “Menzil-i Hazret-i Sultan Veys: Hazzo hakinde bir dere ve tepeli sengistan içre bir uyun-i sagire kenarında …” ifadesiyle tanıttığı cami ve türbe, Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi’ne (1534) katılan Matrakçı Nasuh’un minyatüründe gerçekçi bir şekilde tasvir edilir. Bu minyatürde sekizgen planlı ve üzeri içten kubbe, dıştan külahla örtülü türbe ile buna bitişik iki bölümlü kubbeli cami görülmektedir.
Türbeyi Osmanlı devrinde saray tarafından görevlendirilen türbedarlar idare eder. Son dönemde tayin edilen Seyyid Muhammed’in (ö. 1902) ardından Seyyid Abdülkerim Tekin bu göreve getirilir. Seyyid Abdülkerim, 1918’de vefat eden amcası Seyyid Ali’nin yerine kaymakamlık payesiyle Siirt’in son nakibüleşrafı olmuş, 1934’te Siirt’te vefat etmiş ve Zeyve Mezarlığı’na defnedilmiştir. Seyyid Abdülkerim zamanında türbenin sol tarafında bir mescidle bir medrese inşa edilmiştir. İsmet İnönü zamanında tekkenin kapatıldığı, önüne duvar örüldüğü, kimsenin içeriye girmesine izin verilmediği, daha sonra Demokrat Parti zamanında türbenin tekrar ziyarete açıldığı nakledilir. 1901 yılında “cas” denilen yerli harçla ve kısmen moloz taşlarla yapılan ve çatısı tonozlarla örtülen türbe, mimari tarzı itibariyle bir sanat değeri taşımadığı gibi devamlı rutubet alması sebebiyle tehlikeli bir durum arzettiğinden 1967’de Veysel Karani Tarihi Eserleri Koruma ve Eski Değerleriyle Güzelleştirme Derneği tarafından yıktırılır ve valilikçe hazırlatılan plana göre eski ölçüler içinde yeni bir türbe inşa edilir. Külliye, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün girişimleriyle 1974 yılından itibaren çok daha bakımlı bir görünüme kavuşur. 1982’de avlu düzenlemesinden sonra 1983’te kesimhane binaları, ardından otel ve konukevi binaları devreye sokulur. Cami ve türbe 1987, 1991 ve 1998’de onarımdan geçirilir, 1998-2001 yılları arasındaki restorasyonda türbenin içi ve çevresi düzenlenir.
Kare planlı olan caminin son cemaat yeri üç kubbelidir. Ana mekanı örten kubbe sekizgen kasnağa oturmaktadır. Son cemaat yerindeki sütunlar kısa olup kubbeler yuvarlak ve geniş aralıklı kemerler üzerine dayanmaktadır. Sade bir iç mekana sahip olan caminin kalem işleri ve hat uygulamaları bozuktur. Kubbeye geçiş iç mekandaki tromplarla sağlanmıştır. Harimin içi, alttan harimi çevreleyen yuvarlak nişli pencerelerin üst hizasına kadar çinilerle kaplıdır. Mihrabı, sade ve düzgün kesme taştan, minberi ve vaaz kürsüsü ahşap olan caminin kadınlar mahfili yine ahşaptır ve harimin kuzeyinde yer alan giriş kapısının üstündedir. Caminin kuzeybatısında bulunan minare de ana yapıya bitişik olarak düzgün kesme taştan yapılmıştır. Kaidesi de düzgün kesme taştan olan minarede kaideden gövdeye pahlanarak bir geçiş sağlanmıştır. Kaidede yatay dikdörtgen mermer bir levha içinde 1956 tarihli, oldukça bozuk bir hatla Hazreti Muhammed’in Veysel Karani hakkında söylediği hadisler yazılmıştır. Bu çerçevenin altında, 1956 tarihli bir başka levhada ise iki satır halinde bir ayet yazılıdır (el-İsra 17/37)61. Caminin kuzeyindeki şadırvan yuvarlak sekiz kemerli ve tek kubbelidir. Türbe yakınında Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün iki katlı irtibat bürosu ve arkasında gasilhane ile müştemilat binası bulunmaktadır.
Türbe cami, şadırvan ve diğer müştemilat binalarıyla aynı avlu içinde yer almaktadır ve kareye yakın dikdörtgen planlı olup kubbe ile örtülüdür. Türbenin kuzey cephesinde iki kapı vardır. Bitkisel süslerle bezenmiş Veysel Karani’nin ahşap sandukasının etrafı ahşap bir korkulukla çevrilidir. Sanduka köşelerde sepet örgülü birer, yanlarda çiçek motifli ikişer sütuna oturan yuvarlak ve dilimli sivri kemerli bir bölüm içinde yer almaktadır. Türbede pencere açıklıklarının üst hizalarına kadar duvarlar çini karolarla kaplanmıştır. Üst kısımlarda ve kubbede bitkisel süslemeli kalem işleri ve hat uygulamaları bulunmaktadır. Türbenin giriş kapısının hemen yanındaki mezarda türbedarlardan ve Siirt nakibüleşrafından Seyyid Muhammed Efendi yatmaktadır. Veysel Karani Türbesi’nin yanı başındaki ağaçlıklı alan mezarlık olarak düzenlenmiştir. Her yıl 16- 17 Mayıs Veysel Karani’yi anma günleri olarak kutlanmakta, türbe bahar aylarında ve özellikle mayıs ayında yurdun dört bir yanından gelen ziyaretçilerin akınına uğramaktadır.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak
Abdulhalim Durma , Siirt Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
http://www.mustafagurelli.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz ve Mustafa Gürelli ‘den Allah razı olsun
[/toggle]