Ana Sayfa>Genel(Sayfa 94)

Mirali Baba Türbesi

Kazakistan – Sayram’da Şehir merkezinde.

10. yüzyılda inşa edilen yapı, Yüksek sivri kubbesi, taçkapı anlayışıyla yükseltilen ön cephesi ile türbe yapılarının genel karakterini yansıtır. Ancak, giriş eyvanının sepet kulpu biçimindeki kemeri, küçük payandalarla oluşturulan yüzey oynunları, köşelerindeki kemerli alınlıklarıyla cephenin kurgusu, bölgedeki diğer eserlerden tamamen farklıdır.

 

Yusuf ibni Ali Ebu Yakub

Bu mübarek zat aslen yemen Araplarından olup daha sonra Mağrip kabilelerinden Sınhaç kabilesine intisap etmiş ve kendisinin Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ‘in sahabesinden Akmer İbni Ezher El-Himyeri Hazretlerinin zürriyetinden olduğu kitaplarda yer almıştır.

Bu mübarej zat hicri sene 593’te Recep ayında vefat etmiş ve cenazesine insanlar çok büyük kalabalıklarla iştirak etmişlerdir.

Kendisi şanı büyük ve faziletli zatlardandır. En büyük özelliği Allah-u Te’ala’nın kaderine razı gelmesi ve mübarek bedeninde bazı vakitler zuhur eden cüzzam hastalığına sabretmiş hatta şükretmiş olmasıdır.

Hatta cüzzam hastalığına uğrdığı için Allah-u Te’ala’ya şükretmek üzere dervişlere yemekler hazırlamış ve Mevla Te’ala’nın kendisini imtihan etmesinden dolayı Mevla Te’ala’ya şükretmiştir.

Bu zatı yıkayan ve cenazesini kılan fakih Ebu ali Hazretleri: ” Ben onu yıkarken tebessüm ettiğini müşahede ettim” demiştir. Kendisi vefatından evvel ne zaman vefat edeceğini beyan etmek üzere vefatından kırk gün evvel parmaklarıyla işaret ederek günleri saymıştır ve böylece kerameti sabit olmuştur.

İbn Meşiş

Fas – Tanta şehrinin 100 km uzağındaki Cebeli alem dağının tepesinde. ( Haritadaki nokta tam olarak yerini göstermiyor.) .

Ebu Muhammed Abdüsselam b. Meşiş El Haseni (ö. 625/1228)

Tasavvufun Kuzey Afrika’daki en büyük temsilcilerinden biri, Ebul Hasan eş-Şazeli hazretlerinin şeyhi olan bu zatın hayatı hakkında kaynaklarda yeterli bili yoktur. Bu büyük veliye dair bilgiler daha çok menkıbelere dayanır.

Rivayete göre Hz. Hasan soyundan geldiği için el-Haseni unvanıyla anılan Abdüsselam, yedi yaşlarında iken kendini ibadete vermiş, dini ilimlerin i öğrenmiş ve genç yaşta keşf mertebesine ulaşmıştır. Daha sonra 16 yıl süren bir seyahete çıkmış, Fas yöresinde dolaşarak tasavvufi bilgi ve tecrübesini arttırmıştır. Seyahetlerinden birinde konakladığı mağaraya gelen Abdurrahmanb. Hüseyin ez- Zeyyat kendisini yedi yaşından beri manen terbiye ettiğini söyleyince ona intisap etmiştir. Zeyyat’ın sohbetinde ne kadar bulunduğunu ve ondan neler öğrendiğini hakkında bilgi yoktur. Tasavvuf hırkasını Ebu Medyen et-Tilimsani’den giydiği de söylenmektedir.

Kur’an ve hadise son derece bağlı olan, sünnetten uzaklaşan zümrelerle mücadele eden İbn Meşiş, peygamberlik iddiasında bulunarak etrafına birçok cahil taraftar toplayan Muhammed b. Ebu Tavacin’e karşı koymak için inzivadan çıkıp mücadele meydanına atılmış, bu mücadeleden vazgeçmesi için yapılan teklifleri reddedince, İbn Ebu Tavacin’in adamları tarafindan şehid edilmiştir. Ölüm tarihi olarak 622, 623, 625 yılları gösterilmektedir.

“Şehid kutub” diye de meşhur olan İbn Meşiş’in naaşı Beni Arus arazisindeki Cebelialem’e defnedilmiştir. Hakkında pek çok keramet ve menkıbe nakledilen ve İslam aleminde büyük hürmet gören İbn Meşiş’in türbesi Fas’ın önemli ziyaret yerlerinden biridir. Çok sarp bir yerde bulunan mezarı bir nevi harem kabul edildiğinden, gayri müslimlerin buraya yaklaşmalarına izin verilmemektedir. Şeyhin oğulları ve torunları da asırlar boyu bölge halkından büyük bir saygı görmüşlerdir. İbn Meşîş’in ölüm yıldönümü dolayısıyla Tittavin civarındaki Şaşavan kasabası sakinlerince düzenlenen ihtifale (mevlid) çok sayıda insan katılmaktadır. (Kuddise sirruhum)

İbn Meşiş’in asıl önemi, milyonlarca müridi ve yaygın bir nüfuzu olan Şazeliyye tarikatının kurucusu Ebü’l-Hasen eş-Şazelî’yi yetiştirmiş olmasından ileri gelmektedir. İbn Meşiş’e, Meşişiyye veya Abdüsselamiyye adı verilen bir tarikat nisbet edilmişse de onun bir tarikat kurucusu olmadığı, çevresine mürid toplamak için hiçbir gayret göstermediği, hatta intisap etmek için gelen kişileri müridliğe kabul etmediği bir gerçektir. Hatta bir gün huzuruna gelerek, “Bana el ver” diyen kişiye hiddetle, “Ben peygamber miyim ki sana el vereyim! Farzlar da haramlar da bellidir. Farzları yerine getir, haramlardan sakın!” dediği rivayet edilmektedir.

Şazeli, onun bir seher vakti halkın kendisinden yüz çevirmesi için Allah’a dua ettiğini nakleder. Kendisi ne kadar az tanınmışsa müridi Şazeli de o kadar çok tanınmış, fikir ve görüşleri hakkında ancak bu müridi vasıtasıyla zamanımıza bilgi ulaşmıştır.

Şazeli’nin anlattığına göre, İbn Meşiş Allah sevgisine çok fazla önem verir, sevgiyi bütün hayır ve faziletlerin etrafında döndüğü bir merkez, her türlü nur ve kerametlerin kaynağı olarak kabul ederdi.

İbn Meşiş’in evradı, es-Salavatü’l-Meşişiyye adıyla günümüze kadar gelmiştir. Kısa bir salavattan ibaret olan bu evrad, tasavvufun belli başlı kavramlarını özlü bir şekilde ifade ettiğinden, abid ve süfîler arasında hararetle okunmuş ve muhtelif müellifler tarafindan defalarca şerhedilmiştir. Yusuf en-Nebbanî, el-Cevahirü’l-bihar adlı eserinde (II, Beyrut 1327), Abdülazîz ed-Debbağ, Abdülganî en-Nablusî ve Sidi Abdullah el-Mirgani’nin şerhlerini aynen iktibas etmiştir. Es-Salavatü’l Meşişiyye, İsmail Hakkı Bursevi tarafindan da tercüme ve şerhedilmiştir (İstanbul 1256).

Süfîler, metni kısa olan bu salatın manevî tesirine inandıkları için onu vird olarak benimsemiş ve günün belirli vakitlerinde okunmasını tavsiye etmişlerdir. Onlara göre bu salat, insan tarafından tertip edilen salavatını en mükemmeli olup ilahî bir ilhamla söylenmiştir; zira insan kendiliğinden böyle bir salat düzenleyemez.

Bazı hikmetli sözlerim nakledecek olursak;

Kendisi buyururdu ki:
“Dünya kirinden temizlen. Arzu ve isteklerine meylettiğin zaman onu tövbe ile düzelt. Allah sevgisine yapış. Allah sevgisi öyle bir şeydir ki, her iyilik, hayır ve üstünlüğün esası odur. ”

”Sevaba kavuşamayacağın yere ayağını koyma. Günah işlemeyeceğin yere otur.”

”AIlahü Tealanın sevdiği işleri yapmakta yardım isteyeceğin kimseden başkasıyla oturma.”

”En güzel nasihatçı seni Mevla’ya sevk edendir ”

”Kendisi hatırlanınca, Allahü tealayı hatırlatanlarla beraber ol.”

Kaynak ; Lalegül Dergisi , Ekim 2015 , sayı 32 , Cübbeli Ahmet Hoca ”
(Muhammed ibni Cafer, Selvetül-Enfas, 1/5, Ibnü Ataillah, Letaifül minen 1/92, Abdııllah et-TeMı, el-Mutrib, sh:90-106, Nebhani,Camiu-Keramat-il-Evliya; c.2, s.69, Tıbyan-ul-Vesail; c.3, s.124-129, Abdülhalîm Mahmüd, el-Kutb-üş-Şehîd Sîdî Abdüsselam bin Meşîş, Kahire, 1976; Isam, Islam Ansiklopedisi, 1/302)

Ebul Fazl Kadı İyaz

Fas – Marakeş .

Bu zatın makamının yüceliğine dair ulema ve imamlar ittifak etmiştir. Şifa-i Şerif onun en büyük eseridir. Kendisinin daha birçok hadis kitaplarına yaptığı şerhler vardır. Bir çok ilimde kıymetli eserler yazmıştır.

Kendisi Hicri 476 yılında Şaban ayının yarısında Septe’de doğmuş, 544 senesinin Ramazan-ı Şerifinde bir Cuma günü Marakeş’te vefat etmiştir.

532 yılında Gıranada’da kadılık yapmıştır. Rasulüllah (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) hakkında yazmış olduğu Şifa-i Şerif eseri ise halen bütün dünyada okunmaktadır. Bu eserinden dolayı Rasulüllah (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) mana aleminde kendisine dua etmiş ve ona; ”Ey İyaz! Sana müjde olsun” buyurunca, “Ne sebeple Ya Rasulüllah
diye sorunca Rasülüllah (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) de; “Şifa-ı Şerifi yazdığın için sana Cennete girmek müjde olsun. Bu kitabı okuyanlara ve dinleyenlere de; kör olmayacaklarına dair müjde verebilirsin” buyurmuşlardır.

Allah-ü Teala şefaatlerine nail eylesin.

Ebu’l Abbas Septi

Fas – Marakeş .

Kendisi çok büyük bir velidir. Muhyiddîn ibni Arabî Hazretleri’nin de şeyhidir. Kendisinin tarikattaki yolu isar yani başkalarını tercih etmek ve malının mülkünün zaruret miktarı dışındakileri fakir fukaraya harcamaktır.

Evliyanın büyüklerindendir. İsmi Ahmed olup, babasının adı Cafer’dir. Künyesi Ebü Abbas olup, Sebti diye bilinir. 1130 (H.524) senesinde Sebte’de doğup, 1204 (H.601) tarihinde Marakeş’te vefat etti. Marakeş’in dışında bir yere defnedildi. Sebtî Hazretleri, Muvahhidin Sultanlarından Yakub bin Mensur’un zamanında yaşadı. Çok meşhur idi. Menkıbeleri herkesin arasında yayıldı, insanları, fakirlere ve muhtaçlara sadaka vermeye teşvik ederdi.

Şihab el-Makkari (Rahimehullah), Nefh-ut-Tıyb ismindeki eserinde, onun hayatını anlatmış, büyük alimlerin onu övdüğünü, en büyük velilik derecesinde bulunduğuna şehadet ettiklerini bildirmiştir.

Ebu Abbas Sebtî’nin yakınlarından olan Ebu Hasan Senhaci, kendisine Allah-u Teala’nın izni ile varlıklar üzerinde nasıl tesirli olduğunu, yaptığı duaların kabul olma sebebini, halinden şikayette bulunanlara ve dileklerini elde etmek istiyenlere niçin sadaka vermelerini ve isar sahibi olmalarını emrettiğini sorunca, ona şunları anlattı:

“Ben, insanlara sadece faydalarına olan şeyleri tavsiye ediyorum. Yirmi yaşında iken. Kadı İyad’ın talebesi olan büyük alim Ebu Abdillah Fahar’ın yanında, ahkamla ilgili kitapları okudum. Yirmi yaşıma geldiğimde Nahl Süresi’nin 90’ıncı ayetine rastladım. Bu ayet-i kerime üzerinde düşündüm. Kendi kendime; senden, adalet ve ihsan sahibi olman isteniyor, dedim.

Bu ayet-i kerîme üzerinde yine düşünmeğe devam ettim. Bundan sonra elime geçen az çok ne olursa olsun, üçte birini kendime bırakıp, geri kalan üçte ikisini Allah rızası için fakirlere ve muhtaçlara sarfetmeye karar verdim.

Sonra Allah-u Te’ala’nın ihsan makamında olan bir kimseye, ilk önce farz kıldığı şeyin ne olduğunu araştırınca, bunun, nimetine şükür olduğunu anladım.”

Ebu Abbas Sebti Hazretleri, bir gece ilim ile meşgul olan talebelerin yanında bulunuyordu. Derslerini müzakere ettikleri için, fazla gürültü oluyordu. Bu sırada bekçiler, talebelerin kaldığı evin kapısını çaldı. Talebelerin hizmetleri ile uğraşan hizmetçi, onları karşıladı. Bekçiler hizmetçiye; “Geceleyin gürültü yapanların cezalandırılacağını bilmiyor musunuz?” dedi. Sonra bekçilerden ikisi, sabah olunca oradaki talebeleri karakola götürmek için, medresenin kapısı önünde beklemeye başladı. Hizmetçi, bu durumu talebelere haber verince, çok korktular. ”Eğer götürürlerse, bizi mutlaka öldürürler,” diyorlardı. Bu sırada orada hazır bulunan Ebu Abbas gülüyor ve talebelerin endişe ettikleri hususa hiç aldırmıyordu. Seher vakti bir müddet yalnız kaldıktan sonra, talebelere; “Hiç korkmayın! Ben, Allah-u Te’ala’dan sizi muhafaza buyurması için dua ettim. Onlar size hiçbir şey yapamıyacaklar.” dedi ve dediği gibi çıktı. Bekçiler, bir şey yapmaya muvaffak olamadılar.

Bazıları Ebu Abbas İbni Afir Hazretleri’ne evliyanın kerameti hakkında sordular. O da şöyle cevap verdi: Ölüm ile velinin kerameti kesilmez. Marakeş’de defnedilmiş bulunan Ebu Abbas Sebtî’yi işaret ederek; fakirlere sadaka verdikten sonra, onun kabrinin yanında, onu vesile ederek AIlah-u Te’ala’ya dua eden kimsenin ihtiyacının nasıl giderildiğine bakarsan bunu anlarsın” dedi.”

Nefh-ut-Tıb kitabinin sahibi Makkarî (Rahimahullah) şöyle anlatır: “Ebü Abbas Ahmed Sebti’nin kabr-i şerifinin yanında birkaç defa durup, Allah-u Te’ala’dan dileklerde bulundum. Dileklerimden birisi de; ilim sahibi olmam ve öğrenmek istediğim bazı kitapları bana anlamayı nasib etmesi idi. Bu dileklerime erişmem için Ebu Abbas Sebtî’nin kabrinin yanında dua ettim. Allah-u Te’ala benim bu duamı kısa zamanda kabul etti.”

Abdurrahman ibni Yusuf Hısti, Ebü Abbas Sebti’nin aleyhinde konuşan biri idi. Bir gece rüyasında Rasülüllah (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizi gördü: “Ey Allah’ın Resulü Sebti hakkında ne buyurursun?” diye sordu. Resülullah Efendimiz tebessüm ettikten sonra:” Sebtî salih (iyi) kimselerdendir” buyurdu. Bunun üzerine “Ya Rasülallah! Bana bunu açıklar mısın?” dedi.O zaman RasülulIah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz onun Sırat köprüsünden şimşek gibi, pek süratli bir şekilde geçeceğini bildirdi.

Ebu Hasan Habbaz, Ebu Abbas Sebti’ye; “İnsanlar kuraklık ve pahalılık sebebiyle büyük bir sıkıntı içerisindeler” deyince, ona; “Cimriliklerinden dolayı, Allah-u Te’ala onlara yağmur vermiyor. Eğer siz, elde ettiğiniz mahsullerin zekatı ile fakirlere sadaka verseydiniz, buna karşılık Allah-u Te’ala’da size yağmur verirdi.” dedi. Ebu Abbas’ın bu sözleri üzerine Ebu Hasan Habbaz, fakirlere sadaka verip, yardımda bulundu. Güneş pek kızgın, hava çok sıcaktı, yağmurdan ümidini kesmişti, ağaçların ve diğer bitkilerin kummaya yüz tuttuğunu gördü. Bir müddet sonra, öyle bir yağmur yağdı ki, bütün her taraf suya kandı.

Ebü Abbas Sebtî Hazretlerinin kerametleri hakkında ciltler doluşu kitap yazılabilir. Vefatından sonra da birçok kerametleri görülmüştür. Vefatından sonra kabrinde tasarrufu devem eden velilerdendir. Allah-u Te’ala şefaatlerine nail eylesin. Amîn!

Kaynak ; Lalegül dergisi , Ekim 2015 , sayı 32 , Cübbeli Ahmet Hocaefendi
(Muhammed ibni Abdisselam, Bulüğu’l-amal fi zikri menakıbi sebati rical, sh:66132, Abdullah et-Telîdî, el-Mutrib, sh:82-90, Nebhanî, Camiu
Keramat-il-Evliya; 1/303, El-A’lam; 1/107, Islam Alimleri Ansiklopedisi; 8/201)

Ebu Silham Hazretleri

Fas.

Bu zat Mağrip’te bulunan, tasarrufu devam eden üç veliden biri olarak kitaplarda zikrediliyor. İbni Meşiş Hazretleri’nin huzurunda sadece ahiret işleri için tevessül yapılacağı, Ebu Silham Hazretleri’nin ziyaretinde özellikle dünya hacetleri ile ilgili muratlar isteneceği, Ebü Yaze Hazretleri’nde ise her türlü muradın Mevla Te’ala’dan İstenebileceği hususunda kitaplarda malumat bulunmaktadır. Rabbim şefaatlerine nail eylesin. Amîn

Kaynak ; Lalegül dergisi , Ekim 2015 , Sayı 32 , Cübbeli Ahmet Hoca Efendi
(Abduflah et-Telîdî, el-Mutrib, sh:55; Ebul Hasen el-Yüsî, el -Muhazarat, sh:75)

Evliya Ata

…..

Evliya Ata Türbesinin kitabesi yoktur. Yesevi menakıp kitaplarında ” Katte Evliya” , ” Barak Han oğlu Evliya Ata Kara Han ” adıyla kayıtlıdır.
Ayşe Bibi türbesiyle aynı dönemde tarihlenen yapı, çok daha büyüktür. Binadan daha yüksek, büyük bir taç kapı şeklindeki giriş cephesinin iki köşesi , sütunçelerle sınırlanır. Bina sivri kesimli kubbe ile örtülüdür.
Sovyet döneminde , dönemin anlayışıyla tamir edildiğinden, özgün durumuyla ilgisi hayli azalmıştır. Ön cephenin bezemesinin şimdikiyle pek ilgisinin olmadığını ispatlayan eski fotoğraflarında, cephede nişler yerine tuğlaların farklı dizilişiyle oluşan zikzaklar baklava desenli işlemlerle görülür.

Çoban Ata

Özbekistan – Taşkent .

Çaban Ata adıyla anılan türbeler , Orta Asya’nın geniş çoğrafyasında bir çok şehirde görülür. Anadolu’da Elazığ, Harput, Adana, Sivas, ve başka illerde Çoban Baba – Çoban Dede adı verilen türbelere rastlanmaktadır. Taşkent Çoban Ata türbesi, taçkapı görünümüyle yükseltilen giriş cephesi ve çok yüksek kubbeli yüksek kubbesi ile ihtişam kazanan küçük bir yapıdır.

Abdülaziz Han Türbesi

Kazakistan – Çimkent’e bağlı Sayram kasabasında şehir girişindeki kabristanda.

Sayram’da şehir girişindeki kabristanda yer alır. Mezarlığın kapısındaki kitabeye göre 9. yüzyılda, türbe kapısındaki levhaya göre 14. yüzyılda inşa edilmiştir. Yanlarda türbe, ortada mescit ile meydana gelen üç bölümlü bir yapıdır. Üç birim de yüksek kubbelerle örtülüdür. Mescit bölümünün kubbesi, ön cephenin ortasındaki taçkapıyı da aşacak şekilde iyice yükseltilmiştir.

 

 

Mehmet Feyzi Efendi

Hayatı boyunca insanlara ilim irfan, hikmet ve güzel ahlakın yüceliğini en güzel bir tarzda yaşayarak anlatan merhum Mehmet Feyzi Efendi (Kuddise Sirruhü), 28 Mart 1912de Kastamonu’da doğdu. Babası İzzet Efendi, annesi Hafize Aişe hanımdır.

1935 1937 yılları arasında İstanbul Yıldız’da muvazzaf askerliği, daha sonra da Beykoz da7 ay ihtiyat askerliğini yaptı. 1957 yılında muallim İbrahim Efendi’nin kızı Melek hanımla evlendi. Nuriye, Aişe,Münibe, Mevlibe ve Mehmet Münip diye isimlendirdiği dört kızı bir oğlu oldu. 1966,1970 ve 1976 yıllarında üç defa hacca gitti.

Soyu neseben Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e ulaşan nurani Seyyidler silsilesindendir ki sohbetlerinde Seyyid olmayanın seyyid im demesi nasıl çirkin bir yalansa, seyyid olanında değilim demesi ceddini inkar olacağını şecere şart değil, aile içi bilgilendirme (tevatür nakü) ile bilinmesi o kimsenin seyyidliğine kafidir buyurarak bu kutsi emaneti çocuklarına biz hem anne, hem de baba tarafından seyidiz. Müjdesiyle vermiştir.

Tahsil Hayatı
Bilinen ilk muallimesi Çerkez Hoca Hanımdır. O günkü eğitim koşullarina göre 7 yaşında başladığı Yarabcı Mektebinde ilk tahsilini tamamladı. Sinanbey Cami’inde imamlık, Nasrullah Camiinde Hatiplik yapan daha sonra İstanbul Fatih Camii başimamı ve diyanet işleri başkanlığına ait Mushafları inceleme kurulu başkanlığı görevinde bulunan Kurra Hafız Ömer Aköz hoca efendiden hafızlığını tamamladı ve Kuran talimi aldı.

Yine aynı hocaefendiden “Mukaddeme-i Cezeriyye”, “Tecvid-i Edaiye” ve “İlm-i irtifa” okudu. Hafız Abdurrahman Efendiden Arapça, Fıkıhtan Halebi Hafız Tevfik Efendiden ”Kıraat-ı Sab-a” Reisü’l- Kurra Hoca Kamil Efendiden “Mülteka”, ”Şiriatü’l İslam” ve ”Fıkh-ı Ekber” tahsil etti.

İstanbul’da iken Nevşehirli Hacı Hayrullah Efendiden “Tefsir-i Alusi” Hoca Hüsrev Efendiden Buhari-i Şerif okudu Abdulhakim Arvasi Hazretleri’nin “Tefsir-i Kebir” den verdiği derslere katıldı.

Asker dönüşü daha önce Kastamonu’ya gelmis olan Bediüzzzaman Said Nursi Hazretleri’nden Kelam, İslam Felsefesi ve mantık dersleri aldı. Hizmetteki yakınlığından dolayı Sır Kitabı unvanıyla taltif edildi. Bu ünvan altında mazhar olduğu “İlm-i Ledün” den hikmetleri ise sohbetleriyle insanlara sundu.

Aynı zamanda zahir anlamda kendisine müracaat edenlere Arapça Tefsir ve Hadis dersleri vermenin yanında önceleri hafızlara sonra İmam Hatip lisesi talebelerine Kur’an-ı Kerim talimi okuttu.

Hayata Bakışı

Merhum Mehmet Feyzi Efendi (Kuddise Sirruhu) yıllarca ilim, iman, hikmet ve feyz dolu sohbetlerinde Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerif okuma, bunların hakikatlerini keşfetme, manası ile ahlaklanıp yaşamanın önemini yaşayarak anlatmıştır.

Kur’an’ın tealluk, tehalluk, tahakkuk mertebelerinin olduğunu belirterek ittibadaki istikameti göstermiştir.
Çağımız ilim asrı olduğundan, ne akıl namına kerameti reddetmiş, ne de keramet namına aklı iptal etmiştir. Bu nedenle kerrer sohbetlerinde farzdan evvel farz ilmidir, ihlas sevgi huşu ve samimiyetten uzak ilminde ölü ceset gibi olacağından hareketle farz içinde farz da ihsastır. Buyurarak ilim ile İhlasın varoluştaki önemini veciz bir ifade ile belirtmiştir.

Sohbetlerinde fiziki kerametten ziyade ilmi keramet göstererek akıldan geçen soruları sormadan anlatmıştır. Bununla beraber sohbetlerinin bir başka özelliği de muhatapların dillerindeki sorudan ziyade kalplerindeki manevi hastalığı giderecek nitelikte olmasıdır.

Sosyal olaylarla ilgili olarak bir yandan “Sadakat-i Vataniye (vatanseverlik), Mefahir-i Milliye (milliyetçilik) ve hamiyet-i Diniye (dindarlık) birdir, bunları ayırmaya çalışıyorlar. Vatan olmazsa millet olmaz, millet olmazsa kim Islamiyeti yaşayacak?” diğer yönüyle de sultan zalim bile olsa beddua edilmez. O zaman terör ve anarşi olur, hukuk olmaz. Buyurarak vatan millet din, devlet, hukuk kavramlarının ayrılmaz bir bütün olduğunu izah ederek tefrika çıkarmak isteyenlere meydan vermemiştir.

İslamiyet ruh Türklük cesettir. Sözleriyle de bin asırlık tarihimizi özetlemiştir. Din ve millet ilişkisinin kuramını belirleyip müspet milliyetçiliğin en güzel tanımını yapmıştır.

Yine yeis (ümitsizlik), fert ve toplumlar için kötü sonuç vereceğinden, bir “Fecr-i Sadık”ın doğacağını müjdelerken öbür yönden “Alim vaktini bilmek” mecburiyetindedir.

Fecr-i Kazipte (yalancı fecir) sabah namazı kılınmaz buyurarak ”din garib başladı ileride yine garib olacak…” hadisindeki GARİB kelimesini vatanından ayrı kalana denir diyen fıkıhçılar gibi tarif etmemizi çünkü bu hadisin varud (söyleniş) sebebinin fıkhi bir hüküm çıkarma olmayıp, bir hakikatin bir doğuşun anlatıldığını İslam başlangıçta nasıl çok kısa zamanda hakikati ile bir güneş gibi diğer dinler arasında parladı ise sonunda da böyle olacağının müjdesi var.

Ehl-i Hakikat, GARİBİ güneşle tarif ediyor. Yani benzersiz, adim-i binazir, biz de böyle düşünelim. Buyurmuştur. Bu hadis yorumunu Fetih Süresindeki; “Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hidayet ve hak din île gönderen O’dur..” (Fetih 48/28} Ayetiyle birleştirerek ahir zamanda da yine öyle olacağının müjdesini vermiştir. Ancak pencere kışta iken açılmaz, baharda açılır. Buyurarak müspet düşüncenin, müspet konuşmanın, müspet hareket etmenin önemini de ayrıca belirtmiştir.

Vefatı

Mehmet Feyzi Efendi (Kuddise Sirruhü), hayatının her safhasında hatta her anında, sakalından-tırnağına, yemesinden içmesine, sevincinden, kızmasına, sözlerinden sözlerini yaşamasına kadar Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem) sünnetine ittibada (uymada) öylesine dikkat etti ki, bunun mükafatı olarak, bin bir sır ve hikmetleri içeren Cenab-ı Hakk’m Habibi’ni (Sallallahu Aleyhi ve sellem) dünyada iken ilahi huzuru davet mucizesi Miraç gecesine rastlayan 4 mart 1989’da vefat ederek ilahi huzura kavuşması, Kuranı Kerimin mucize bir tarzda verdiği, ahir zamanda süneti ve sünnete ittibayı hafife alacak bir takım insanlara karşı ;
“(Resulüm) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana ittiba edin ki, Allah ta sizi şevsin…” (Ali îmran 3/31)
Ayetinin surrına nail olurken öbür yandan mezarının bile annesinin ayakucunda oluşuyla cennet , anaların ayaklarının altındadır. Hadis-i Şerifinde ittibanın güzel bir örneği olmuştur.

Vasiyeti üzerine kabir taşına yazılan;
HÜVE-L-HAYYÜ’L-BAKÎ,
Burada yatan ADEM
Bir zaman HUBBİ idi
Bir zaman CUBBİ idi
Bir zaman SUKÜTİ idi
Şimdi de TURABİ oldu