Beşir Efendi (ks.)

Beşir Efendi’nin kabri Şerifi ; Amasya – Taşova’da İdris torun mahallesindeki Kabristanda.

Beşir Efendi Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i Şerifi

Beşir Efendi, 1905 yılında Dağıstan’da doğmuştur. 12 yaşına kadar Dağıstan bölgesinde yaşamını sürdürmüştür.

Dağıstan’dan Türkiye’ye gelmek için yola çıktığında henüz 12 yaşındadır. Beşir Efendi 1930-1935 yılları arasında beş yıl “Karakuş” dağlarında kalmış, bu bölgedeki insanları doğruya ve güzelliğe çağırmıştır. Bu beş yılın sonunda Ali Osman Efendinin yanına dönmüş, 1935-1940 yılları arasında ticaretle meşgul olmuştur. 1940 yılında da Erbaa’nın Ravak (Cevresu) köyüne yerleşmiştir. Ravak (Cevresu) köyüne yerleştiğinde Şeyhi Ali Osman Efendi’nin kızı Pembe Hatun’la evlenmiştir.

1958 yılına kadar Ravak (Cevresu) köyünde hayatını sürdürmüştür. Aynı yıl yani 1958 yılında Taşova’ya gelerek Taşova’nın Yemişen mahallesine yerleşmiştir.

Beşir Efendi’nin bağlı olduğu tasavvuf okulu, Nakşibendi Tarikatı’nın Halidiyye koludur. Mevlanâ Halid-i Bağdadi’ye kadar ulaşan Halidi silsilesi şu zatlardan oluşmaktadır.
– Mevlana Halid-i Bağdadi
– Abdullah-ı Mekki
– Yanyalı Hacı Mustafa İsmet Efendi
– Behrullah Efendi
– Ali Osman Efendi
– Beşir Efendi.

Beşir Efendi’nin Türkiye’ye geliş Öyküsü

Beşir Efendi’nin Türkiye’ye geliş öyküsü şu şekildedir: Beşir Efendi’nin ailesinin Dağıstan’da çok geniş arazileri ve koyun sürüleri vardı. Bir gün çobanlarla koyun sürülerinin bulunduğu yere giden Beşir Efendi, biraz gezdikten sonra ırmak kıyısında bir kulübecıkte uyuya kalır. 0 arada şiddetli bir yağmur başlar ve ırmak taşar. Bunun sonucunda Beşir Efendi sele kapılır. Suyun içinde sürüklenirken ırmak kenarında yaşlı, ak sakallı, nurani yüzlü bir dede kendisine seslenir;
-Oğlum, elini uzat bana der. Beşir Efendi sese doğru bakınır, aralarında on metre kadar mesafe vardır.
-Dede, nasıl uzatayım elimi? Der. Yaşlı dedenin elini uzatması için ısrarı üzerine, öylesine elini uzatır. Peşinden selden kurtulduğunu ve ırmağın kenarında olduğunu görürve şaşkınlık içerisinde:
-Dedeseni nasılbulabilirim?
Dede cevap verir:
-Evladım Beşir, Türkiye’nin Tokat ili, Erbaa ilçesi Eksel köyünde [Koçak Kasabası) Şeyh Behrullah Efendi diye ararsan bizi bulursun.

Bu.kısacık tanıma, tanışma ve adres öğrenme faslından sonra Behrullah Efendi gözden kaybolur. Fakat bu olay, Beşir Efendi’nin kalbinde ilahi aşkın canlanmasına vesile olur. 0 anda ilahi aşk, “Eksel Şeyhi” diye tanınan Şeyh Behrullah Efendi’den Beşir Efendi’ye intikal eder. Bu hadiseden sonra Beşir Efendi artık Dağıstanda duramaz.

Ailesi çok zengin ve itibarlı kimseler olmasına rağmen onlara haber vermeden yoculuk hazırlıklarına başlar ve yanına aldığı bir kese altınla Türkiye’ye doğru yola çıkar. İçinde bulunduğu ilahi aşkın etkisiyle sınırdaki askerlere fark ettirmeden Türkiye’ye geçer.

Aşk atına binerek aştığı yollar onu sonuçta Tokat, Erbaa’ya ve oradan da Eksel’e ulaştırır. Eksel köyü sakinlerine sora sora Behrullah Efendi’nin dergahını bulur. Dergahı bulur bulmasına ama kısa bir müddet önce Şeyh Behrullah Efendi fani dünyadan göçmüş Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Behrullah efendi Beşir Efendi’nin ilk mürşididir. Vefat etmeden önce en yakın talebesi ve halefi olan Holaylı (Ballıbağ köyü) Ali Osman Efendi’ye şöyle nasihat ve tembihte bulunmuştur.

-“Ali Osman Efendi, kuzum; Dağıstan’dan buraya bir molla gelecek bana yetişemeyecek. Ona sahip çık. O’nun adı Beşir’dir. Sözüde peşindir. Maddi terbiyesi sana, manevi terbiyesi de bana aittir.” Behrullah efendi gibi çok değerli bir irşad edicinin mürşidi olmanın vakarlılığı içerisinde tam yedi yıl onun dergahında kendisine tevdi edilen bütün görevleri yapar. Dergaha odun taşır, çift sürer, orak biçer, harman sürer. Kendisine verilen görevlerin hiçbirisini reddetmez. Hatta Dağıstan’dan gelirken getirmiş olduğu bir kese altını da dergahın ihtiyaçlarına harcar.

Kendisine bir şey sorulduğu zaman kısa, öz ve tek bir cevap verirdi. En çok söylediği söz “Sükutul- lisan, selametül insan” idi. Yine sohbetlerinde “Bilen söylemez, söyleyen bilmez” gibi daha bir çok hikmetli sözler söylerdi.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
http://tasova.gen.tr/besir-efendi-turbesi/
Kaynak: Taşabad Erenleri Mustafa Unsal shf. 17-18
[/toggle]

Şeyh Ahmed Fevzi Efendi (Baysoy)

Erzincan – Terzi Baba Kabristanında

Terzi Baba’nın Halifesi

Şeyh Ahmed Feyzi Efendi (k.s.) Silsile-i Şerifi

Şeyh Fehmi Efendi’nin oğlu olarak 1280/1864 tarihinde Erzincan’da doğmuştur. Çocukluğundan itibaren Terzi Baba dergâhı çevresinde yetişen Ahmed Fevzi’nin babasından ve şehrin diğer âlimlerinden ders aldığı, gençlik döneminde kaybettiği babasının yerine dergâhın son postnişini olduğu bilinmektedir. Ahmed Fevzi Efendi’ye Osmanlı Meşihat Dairesi tarafından mahreç mevleviyeti verilmesi, dönemin etkili şahsiyetlerinden olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

Ahmed Fevzi Efendi hakkındaki bilgilerimizin onun daha çok siyasî yönüne işaret ettiğini söylemek gerekir. Esasında bir tarîkat şeyhi olarak gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet döneminde vatan savunması ve ülkenin düşmandan kurtulması konusunda gösterdiği gayret hususunda babası Fehmi Efendi’yi hatırlatmaktadır. Babasıyla beraber Sultan Abdulhamid’i ziyaret eden Ahmed Fevzi’nin, aynı padişah tarafından siyasî sebeplerle 1887 yılında Şam’a sürgün edildiği daha sonra yeniden Erzincan’a döndüğü anlaşılmaktadır. I. Dünya Savaşı’nda Rusların Erzincan’ı işgaliyle halkın buradan göçe zorlanmasına karşı çıkıp engel olması üzerine esir edilerek Tiflis’e götürülmüş daha sonra buradan kurtularak Erzincan’a dönmüştür.

Milli mücadele yıllarında Mustafa Kemal Atatürk ile yakın ilişki kuran Ahmed Feviz Efendi, 1919 yılında Ordu müfettişi göreviyle kurtuluş savaşının hazırlıkları yapılırken Erzincan’a gelişinde Atatürk’ü törenle karşılamıştır. M. Kemal Paşa’nın yanında yer alarak Erzurum Kongresi’ne Erzincan delegesi olarak katılmış, ‚Temsil Heyeti‛ ile ‚Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti‛ne seçilmiştir. TBMM’nin I. Dönemde Erzincan milletvekili olarak Meclise katılan ve Meclis’te çeşitli komisyonlarda görev alan Ahmed Fevzi Efendi, 1923 yılında hastalanınca Erzincan’a dönmüş ve 1924 yılında vefat etmiştir. İstiklal madalyası sahibi olan ve Mecliste Şeyh Hacı Ahmed Fevzi Efendi olarak anılan Terzi Baba kolunun son postnişininin mezarı Terzi Baba mezarlığındadır.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Erzincan’da Nakşi – Halidi Geleneği , Doç. Dr. Halil baltacı , Arş. Gör. Ömer Aslan , Batman Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi derigsi, Yıl 2017 cilt 1 sayı 2 [/toggle]

Hacı Hafız Muhammed Rüşdi Efendi

Erzincan – Kemah Yolu üzeri

Terzi Baba’nın Halifesi

Hacı Hafız Muhammed Rüşdi Efendi (k.s.) Silsile-i Şerifi

Terzi Baba’nın yüksek halifelerindendir. Erzincan’ın önemli âlimlerinden Hocazâde veya Battalzâde olarak tanınan Alansalı Battal Hocaefendi’nin oğludur. Erken yaşlardan itibaren âlim olan babasından iyi bir eğitim aldığı, on dört yaşında hıfzını tamamladığı ve Erzincan’da hocalık yaptığı anlaşılmaktadır.

Hacı Hâfız Muhammed Rüşdi Efendi, herkesin itiraz ettiği bir dönemde Terzi Baba’ya intisap edenlerin ilki olarak kabul edilmektedir. Terzi Baba intisabı şöyle olmuştur;

Ledünnî ilimlerin zevklerinden tatmağa başladığı zamanlarında, bir gece Kelime-i Tayyibe zikriyle pek çok meşgul olduklarında, kendisini gayet derîn bir denizde ve pek tehlikeli bir vaz’iyyetde bulmuş, derhal Terzî Baba Hazretleri, ma’nen yetişip imdad ederek kendisini o tehlikeli halden kurtarmıştır. Bu halden sonra, Terzî Baba Hazretleri’ne muhabbeti, teslîmiyeti ve bağlılığı günden güne artmış ve mübarek hocasınm teveccühlerine ve himmetlerine daha çok na’il olmuştur. Bu halleri, şu manzümesinden de anlaşılmaktadır:
Elim tutdu, beni kıldı karındaş
Buyurdu bu tarîkda bana yoldaş
Bu şühii edemem hergiz eda ben
Meğer olam kapısında gedd ben

Tarîkata intisabından sonra evinin bitişiğindeki Kurşunlu Câmii’nde her pazartesi ve cuma günleri hatm-i hâcegân kıraat ettirdiği, katılanlar arasında Terzi Baba’nın da bulunduğu nakledilmektedir. İlim ve İrfan meclislerinde Yazıcızade Muhammed Efendi’nin ”Muhammediye” isimli eserini okuturdu.

Şeyh Hacı Fehmi Efendi’nin son derece hürmet beslediği, tarîkat ve evrad isteyen kimselere öncelikle tavsiye ettiği Hacı Hâfız Efendi’nin, ölüm döşeğinde iken Terzi Baba’ya rabıta ve teveccühte bulunarak gavsiyyet ve kutbiyyet makamlarını istediği ancak bunun gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. Hacı Hafız Efendi’nin, Terzi Baba’nın mensur olarak dile getirdiği Kenzü’l-futûh adlı eserini Miftâhü’l-kenz adıyla nazma aktardığı görülmektedir. Vefat tarihi 1860 veya 1868 olarak kaydedilmiştir. Türbesi Kemah yolu üzerindedir.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Erzincan’da Nakşi – Halidi Geleneği , Doç. Dr. Halil baltacı , Arş. Gör. Ömer Aslan , Batman Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi derigsi, Yıl 2017 cilt 1 sayı 2
Erzincalı Terzi Baba Hayatı, Eserleri , Halifeleri , Menkıbeleri , Şaban Er , Kutup Yıldızı Yayınları , 2014[/toggle]

Eyneselli Mustafa Eren (ks.)

 

Giresun – Eynesil – Yeşil camii önünde medfun

İhramcızade İsmail Efendi’nin Halifesi

Eynesilli Mustafa Eren Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i Şerifi

Eynesilli Mustafa Eren Efendi, 28 Ocak 1926’da, Eynesil’in Ören köyünde , eski adıyla “Yağabil” yeni adıyla “Yakuplu” mahallesinde doğmuştur. Babası, Mollahaliloğullarından Molla Mustafa’dır. Sert mizacı ile tanınan Molla Mustafa, Eynesil’de ticaretle meşgul olmuştur.

Ona ilk eğitimini annesi vermiştir. İlköğrenimini ise Eynesil Merkez ilkokulunda ta­mamlamıştır. Ağabeyi, Dr. Hakkı Eren, ondan daha ileri sı­nıflarda olmasına rağmen, onunla sık sık müzakereye girdi­ği, zihni gücünü ispat ettiği nakledilir.

1944 yılında evlenmiş olan Mustafa Eren Efendi, 1946’da Urfa’da asker­lik şartlarında nöbetleri sırasında Kur’an’ı ezberlemiştir. Askerliğinin kalan kısmını Trabzon’da ta­mamlamıştır. Asıl eğitimini askerlik dönüşünde ikmal etmiştir.

Medre­selerin kapatılması, müderrislerin çeşitli suçlar isnat edile­rek telef edilmeleri ve dini eğitimin yasaklanması gibi tek parti uygulamalarına rağmen; Eynesil’de mukim, son devrin Osmanlı ulemasından Güdükoğlu Hacı Hasan Efendi ve Emekli müftü Kasberzâde Hacı Ahmet Elendi gibi kimseler­den temel İslâmi ilimleri tahsil etmeye muvaffak olmuştur.

Eynesil eski müftüsü merhum Mehmet Emecen’in, onun­la ilgili bir hatırasını şöyle naklettiği anlatılır: “Ben günlük derslerimi yapmak için, bütün gün çalışırken, Mustafa Eren dükkânda ticaretle meşgul olurken bir taraftan da küçük kâğıtlara notlar tutar; ertesi günü ben dersimi vermekle zor tanırken O, Hacı Ahmet Hocaya gelecek dersler için soru­lar sorar ve hocayı müşkül durumda bırakırdı.”

Tahsil ile ticareti bir ara­da yürüten Mustafa Eren Efendinin, 1950de Trabzon’a bir manifa­tura dükkânı açtığı, ancak arzuladığı ortamı bulamayarak tekrar Eynesil’e döndüğü, 1955 yılına kadar aynı işi burada devam ettirdikten sonra, bu işi oğullarına bırakarak kendi­sini tasavvufa ve İslâmi çalışmalara verdiği bilinen bir hu­sustur. Ticaretteki dürüst davranışları ve başarısı, halen onu tanıyanlarca takdir ile anlatılır. Böyle olmasına rağmen onun ticareti bırakmasında, hiç şüphesiz içine girdiği mane­viyat ikliminin nimetlerini tatmış olması belirleyici olmalıdır.

Onun tasavvufla tanışması önce kitaplar aracılığı ile ol­muş olmalıdır. Zira 1950’lı yıllarda bu anlamda bir arayış içindedir. Nitekim bu arayışın bir sonucu olarak, İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Efendi ile tanışımadan önce Vakfıkebir’de mu­kim Kadiri şeyhi Hafız Osman Efendi; Görele’de mukim Halveti şeyhi Hacı Mürsel Efendi gibi maneviyat ehli insan­larla görüşmüştür.

Mustafa Eren Hazretleri, İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Top­rak Hazretleri ile 1953 yılı mayıs ayında tanışmış ve hayatında­ki asıl değişiklik bundan sonra başlamıştır. Bu tanışmayı ki­min sağladığını henüz bilemiyoruz, ancak ticaretle meşgul olduğu için mala gittiği İstanbul’da Eyüp Sultan Hazretleri­ni ziyaret ederek, dua ettiği ve dönüşünde Sivas’a geçtiği, Hacı İsmail Hakkı Efendiye burada intisap ettiği ifade edilmek­tedir. Bundan önce, herhangi bir yere intisabının olmadığı da bilinen bir husustur. Mustafa Eren Hazretleri’nin bundan sonra manevi hazlar dünyasına ait haller ile zahiri ilimleri gönlünde ve zihninde meze ederek, muhabbet ve rahmani zevk dolu bir hayat yaşadığı bilinmektedir.

Tasavvuf literatüründe geçen manevi hallerin içinde, farklı bir dünya yaşayan ve Allah Teâlâ’ya âşık olmanın verdiği lez­zetli iklimde şeyhi İhramcızâde Hazretleri ile dolu dolu tam 16 yıl geçirmiştir. İhramcızâde Hazretlerinin 1969’da Hakk’a yürüyüşü ile de manevi görevine başlamış, kendi irşad halkasını oluştur­muştur.

Mustafa Eren Hazretleri’nin, daha şeyhinin sağlığında ihvan arasında “Hoca Efendi” diye anıldığı, iştirak ettiği sohbetlerde yüksek bir karizma oluşturduğu ve manevi ta­sarrufunun oldukça taşkın olduğu, o dönemi yaşayan ih­vanlar tarafından nakledilmekledir.

Dört defa hacca gitmiş, İmam-ı Azam, Şeyh Şibli, Hasan Basri ve İmam Ali radiyallâhü anhümü, her hac yolculuğunda ziya­ret etmeyi ihmal etmemiştir.

Mustafa Eren Hazretleri, 1990 yılında rahatsızlanmıştır. Rahatsızlanmazdan önce, hiç aksatmadan sürdürdüğü “ge­zerek irşad” faaliyetini durdurmuş ve özel otomobilini de satmıştır. Yakalandığı kanser hastalığı ile ilgili yapılan teda­viler olumlu sonuç vermemiş ve elem verici bir nekahet devrinden sonra, 1991 yılı 22 Temmuz günü Bulancak’ta hastalık döneminde kaldığı bir ihvanının evinde rahmet-i rahmana kavuşmuştur. Vefat ettiği odada, Eynesil ve Ören­deki vekalelerde saatlerin 13.55’de durmuş olması da kutsiyetine işarettir.

Manevi özellikleri bakımından çok farklı özelliklere sahip olan Mustafa Efendinin, fiziki bakımdan da diğer insanlardan seçkin olduğu görülür. Uzun boylu, seçkin yapılı ve buğday tenli olduğu bilinmektedir, Etkileyici bakışları, anlaşılır ve kı­sa konuşma tarzı, güçlü hafızası, derin sezgi gücü ve keskin zekâsı ile hayranlık uyandıran bir yapıya sahiptir.

Eynesilli Mustafa Eren Hazretlerinin (k.s.) Sözleri

” Oğlum mehdiyi ne yapacaksınız, siz kalbinizi temizleyin o gelir sizi bulur.”
“Bu tarikata inanır severseniz burası sizi ölümden çeker.”
“Biz çay içtiğimizi unutamıyoruz”
“Ben ihvanımın Allah ile konuşmasını isterim”
“Allah veli kullarını meccanen affeder,amellerini ihvanlarına pay eder.”
“Şeyh olan müritlerinin ruhlarını toplayıp inceleyecek yastığının altına koyup yatacak. Eğer yapamıyorsa onu teslim almasındansa, vursun öldürsün ondan daha az günah işler.”
“İhvan düzelsin, dünyayı düzeltmek zor değil”
“Kıymetinizi bilin, sahabe kıymetindesiniz.”
“Camilerimizde bir taşı olanı Allah yakmayacak.”
“Bu ihvanın rızıklarını da Allah bize verdi. Oğlum siz derviş olun, Allah gökten yağdırır.”
“Nasıl hal sahibidir ki sigara içerde hali bozulmaz.”
“Dersini çek, kendini bekle ömür biter.”
“İhvanın tespihi ve işi.”
“Biz otuz sene daha yanınızdayız, beş yüz senede tesirimiz olacak.”
“Kimi ihvanımız var parasız kalsa ihvanlık yapamaz. Kimisi de parası olsa ihvanlık yapamaz. Para lazım olduğu kadar lazım.”
“Ruh kemale erdiğinde bütün dünyayı kaplar. Bu beden onun başı olur.”
“Oğlum evde oturup Allah demeyle bu iş olmaz. Çay için sohbete devam edin.”
“Oğlum gidin cennete gidersiniz ama benim işime karışmayın. Ben sizi Allahın elinden kurtaramam.”
“Biz Medine-i Münevvere’nin üç yüz bin kişisini temizledik.”
“Bu yolda bozulmadan gidersek Allah bizden hesap sormayacak.”
“Oğlum küpün dibinden yiyin, üstünden değil.”
“Bundan sonra olacak bütün olaylar İslamiyet’in lehine olacak.” (1980)
“Sana fetva verseler dahi kalbine danış.”
” Selavat getirirdim de derdim ki “Ya Resulallah selavatımı duyuyor musun? “Duyuyorum oğlum duyuyorum” buyururdu.”
“Bu çocuk bu tarikata girsin bütün talükatını kurtarır.”
“Şeytan seni tutar yere çalar ancak öldüğün zaman anlarsın.”
“Allahın ne kulları var. Burayı bir duysalar bizleri böyle fırlatır atarlar.”
“Bu verilenleri yaptılar Allaha ulaştılar,  bize verdiler biz yaptık. Bizde size veriyoruz.”
“Doğru olan ve namazını kılanın ekmeği yenilir.”
“Oğlum bin sene yaşasan, vazifeleri bir hakkın yapsan sohbete gelmez isen Allahın huzuruna kupkuru gidersin.”
” Biz İstanbul’u biraz gezdik her şey oluşmuş. İsa gelse de bu iş bitse.”
“Şeytanın ve Yahudi’nin el atmadığı yer kalmadı.”
“Kalbinizi temizlersininiz Allah oraya gelir. Sen Allah ile beraber ahirete gidersin sana kimse soru soramaz. Canım Allaha kim soru sorabilir.”
“Şeytan girer kalbine Allah’ı, Peygamberi, Şeyhini inkar ettirir.”
“Oğlum velilik kolay değil. Bir velinin kanadının altında çay içerek gidiniz.”
“Bin tane çürük elma olmaktansa, bir tane sağlam elma olsun ondan iyidir.”
“İmanın nuru, Kop ile Vağuk dağı arasında kaldı”
“Sibirya da bir olay olur sigorta bizde atar, bu milletin yüküyle yüklenenden sohbet beklenmez.”
“Bunların cehennem ile işi yoktur, bunlar büyük günah işlemezler, küçük günahlarını da Allah affeder.”
“Biz bunları tanımazdık bunlar bizi tanımazdı. Allah bizi ervah-ı ezelde beraber yazmış.”
“Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler.”
“Allah bunları saçmış insanlarının içerisine biz topluyoruz.”
“Bizim imama ihtiyacımız yoktur, yalnız sigara içmesin.”
“Bu beden çekmez bu yükü. Allah benim yerime birisini koymadan ahiret’e gitmemi istemiyor ama ben Allah ile aramı yapıp gideceğim.”

 

Giresun/Eynesil ilçesine bildiğimiz üç tane eser bırakmıştır. Bunlardan birisi, Eynesil giriş tarafında bulunan Kubbeli Çeşmedir ve yol tarafında hemen camiînin yanında yer almaktadır, hiçbir mimari proje olmadan yaptırtmıştır. Cennette aynen böyle bir şadırvan gördüğünü belirtmiştir.

Ayrıca Giresun giriş ve çıkışına birer tane büyük camii yaptırtmaya başlamıştır. Bu camiilerde Osmanlı mimarisi kullanılmaktadır ve kesme taşlar ile yapılmaktadır.

Giresun giriş ve çıkışlarına, Osmanlı mimârisi ile kesme taşlar kullanarak iki câmi projesi çizmiştir ve inşâları hâlâ devam etmektedir. Bu camilerin adları Yeşil Câmii ve Sarayburnu Camii`dir. Kabri, Yeşil Camii önünde medfûndur.

Bu iki camii hakkında, Yeşil Camii tamamlandığında  Türkiye’nin düzeleceğini, Sarayburnu Camii tamamlandığında Dünyadaki durumların düzeleceğini söylemiştir.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Tasavvufta Mekki Kolu , Mehmet Fatsa , Mavi yayıncılık , 2000 [/toggle]

Göreleli Hüseyin Efendi

Giresun – Görele – Karakeş Köyü

İhramcızade İsmail Efendi’nin Halifesi

Göreleli Hüseyin Efendi’nin Silsile-i Şerifi

Göreleli Hüseyin (Kibar) Efendi, Görele’nin Karakeş köyünden Kibaroğlu Mehmet Efendi’nin oğludur. 1915 yılınnda doğduğu bilinmektedir. Bu yıllar, I. Dünya savaşının en elem verici yılarıdır. Çanakkale, Kafkasya, Süveyş ve diğer cephelerde yaşanan dramatik olaylar, toplumu ve ekonomik şartları çok zor duruma sokmuş, sair imkansızlıkların yanında eğitim imkanlarının da kısıtlı duruma düşmesi sebebiyle eğitim imkanı büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. İşte bu yüzden Hüseyin Efendi arzuladığı eğitimini alamamış, Rüştiye tahsili ile yetinmek dıırumunda kalmıştır. Askerliğini Kırklareli’nde tamamlamıştır.

Verilen bilgilere bakacak olursak, ceddinden ekseriyetinin ehli tarik olduğu, tasavvufi geleneğin bu ailede önceden var olduğu anlaşılmaktadır. Hatta, Nakşibendi silsilesinde önemli bir yer işgal eden Hasan Harakani Hazretlerinin soyundan olduğu rivayet edilmektedir. Ancak onun, Halidiligin Mekki kolu ile tanışması, çalışmak için gittiği Zonguldak’ta mukim, İsmail Hakkı Efendi’nin halifelerinden Hacı Hamza Efendi sayesinde olmuştur, ilk intisabını Hacı Hamza Efendi’ye yaptığı anlaşılan Göreleli Hüseyin Efendi’nin, daha sonra Sivas’a gittiği burada bir ay kaldığı ve bundan sonra irşadını İhramcızade İsmail Hakkı Efendi ile beraber sürdürdüğü anlaşılmaktadır.

Daha sonra irşad görevi ile memleketine geldiği, ilk irşad faaliyetlerine köyünden başladığı bilinmektedir. Ekonomik durumunun iyi olması, onun kendisini irşad hizmetlerine rahat vermesine yardımcı olmuştur. Hatta kendisine ait arazilerin önemli bir kısmını sattığı, ihvanlan için harcadığı ifade edilmektedir. Onun bu tasaddukçu tutumu, bölgede bulunan saygın esnaf ve ilim ehli bir çok insanın, ona intisap etmesine neden olmuş ve bu sayede İhramcızade mektebinin tesiri bölgede yayılmıştır.

Göreleli Hüseyin Efendi, bir ara şehre inmiş, irşad faaliyetlerini Görele şehir merkezinde sürdürmüştür. Ancak İnkilaplar döneminin tekke ve zaviyelerle ilgili tatumu yüzünden uğradığı takibatlar, onu tekrar köyüne dönmeye mecbur etmiştir. Buradaki tasavvufi yaşayışı daha çok “münzevi” tarzda snyılabilir. Matta, hayatının son donemlerinde evinden uzakça bir yerde, bahçe içinde kurduğu “çardakta kendini tamamıyla ibadete verdiği nakledilmektedir.

Marangozluk işi ile de uğraştığı bilinen Hüseyin Efendi’nin, zature hastalığına yakalandığı, bu hastalıktan kurtulamayarak, 48 yaşında, 1963 yılında vefat ettiği bilinmektedir. Hafız Abdurrahman, Faik Hoca, Tahir Duman Hoca, Cevdet Hafız gibi önemli şahsiyetlerin, onun kurduğu sohbet meclislerinde yetişmiş olduğu ifade edilmektedir. Göreleli Hüseyin Efendinin, züht yaşayışında daha çok istiğrak halinin hakim olduğu, münzevi hayatı, belki devrin şartları gereği tercih ettiği söylenilebilir. Ama irşad usulü İhramcızade mektebinin yöntemlerini sürdürdüğü kesindir..

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Tasavvufta Mekki Kolu , Mehmet Fatsa , Mavi yayıncılık , 2000 [/toggle]

Ali Osman Sırrı Efendi

Tokat – Erbaa – Ballıbağ (Holay) Köyü kabristanında

Mustafa İsmet Garibullah Hazretlerinin halifesi Behrullah Efendi’nin Halifesi

Ali Osman Sırrı Efendi Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i Şerifi
Ali Osman Efendi, Tokat’ın Erbaa ilçesi Holay köyünde 1877 yılında doğdu. Doğduğu köyde tahsîlini tamamladıktan sonra saatçilik yapmaya başladı.

Bir gün Eksel köyünde (yeni ismi Koçak) oturan Eksel şeyhi olarak bilinen Behrullah Efendinin saati bozuldu. Talebelerine tâmir edilmesini söyleyince, onlar; “Efendim, karşı Holay köyünden Ali Osman isminde birisi var ona tâmir ettirelim.” dediler. Talebelerinden biri Ali Osman Efendi ile Erbaa’da karşılaşınca, hocasının saatinden bahsetti. Ali Osman Efendi de Eksel köyüne gitti. Saati tâmir edip duvara astı. Behrullah Efendiye; “Tamam çalışıyor efendim.” dedi. Behrullah Efendi saate bakınca çalışan saat durdu. Ali Osman Efendi tekrar yapıp duvara astı. Behrullah Efendi saate bakınca, saat yine durdu. Ali Efendi hayretler içinde tekrar yaptı. Yine Behrullah Efendi saate bakınca, saat durdu. O zaman Ali Osman Efendi kendi kendine; “Bu zât evliyâ bir zâttır. Şu an kalbimin saatini tâmir edecek kalp ustasının huzûrundayım.” dedi ve Behrullah Efendiye talebe oldu. Arapça, Farsça ve kalp ilimleri de dâhil bütün ilimleri Behrullah Efendiden öğrendi. Behrullah Efendi vefâtına yakın; “Bende ne varsa Ali Osman Efendi aldı götürdü. Bende bir şey bırakmadı.” buyurdu.

Ali Osman Efendi insanlara doğru yolu anlatmak için köy köy dolaşırdı. İnsanlara doğru yolu anlatırken çok yumuşak, hattâ arada nükte yapardı. Siyâset ve devlet işlerine hiç karışmazdı. Sohbetinin ağırlığı, güzel ahlâk üzerine olurdu. Güzel ahlâkın bulunmaz bir hazîne olduğunu anlatırdı. Fakat bâzılarının gözü hep altında olduğundan bir gün onlara dönüp; “Altının kulpu burası, çok altın var diye bir yeri işâret etti. Bunu duyan altın düşkünleri sabaha kadar orayı kazdılar. Fakat hiçbir şey bulamadılar. Elleri boş Ali Osman Efendinin köyüne döndüler. Kimseye de hiçbir şey anlatmadılar. Ertesi gün onları gören Ali Osman Efendi; “Oğlum işâret ederler ama, düşkünlerine vermezler.” dedi.

Yine bir gün talebeleri ile Ladik’e ders vermek için gidiyordu. Talebelerinden birinin kalbine vesvese gelip hocası için; “Bu da insan biz de insanız.” gibi bir düşünce geldi. Yolları bir ormandan geçiyordu. Bu sırada bir kurt, Ali Osman Efendinin önüne gelip iki ön ayaklarını havaya kaldırıp, arka iki ayağı üzerine durunca; “Dağ ve taşlardaki hayvanlar inandı da bâzıları hâlâ anlıyamadı.” buyurdu. O talebe düşüncesinden dolayı hemen tövbe etti.

Dînî vecîbeleri yerine getirmenin yasak olduğu dönemde Ali Osman Efendi, Gümüşçakır köyünde sohbet ederken jandarmalar köyü bastı. Ali Osman Efendi tutuklanarak önce Vezirköprü daha sonra da Samsun cezâevine gönderildi. Ali Osman Efendi Samsun’da bir hücreye kondu. Hücrede namaz kıldığını gördüklerinde, kılmaması için su vermediler. Bir süre sonra su olmamasına rağmen, yine onu namaz kılarken gördüler. Mahkeme esnâsında savcı, Ali Osman Efendiye akla gelmedik hakâretlerde bulundu. Duruşmada Ali Efendi sâdece; “Savcı bey biz insanlara namaz kılın, âhirete hazırlanın dedik. Söylediklerimizin hepsi bu kadar.” dedi. Ertesi gün savcı kalp krizinden öldü. Bir süre sonra mahkeme, Ali Osman Efendiyi serbest bıraktı.

Ali Osman Efendi, Erbaa zelzelesi olmadan önce atına binip, Erbaa’dan ayrıldı. O sırada herkesin Deli Mehmed diye bildiği bir meczub arkasından; “Tutun, yakalayın! Erbaa zelzelesini mühürledi gidiyor!” diye bağırdı. Deli diye kimse bu meczûbun sözlerini dikkate almadı. Bir süre sonra Erbaa’da çok büyük zelzele oldu. Bu zelzelede Ali Osman Efendinin 14 yaşındaki bir kızı da hayatını kaybetti. Zelzeleden sonra Erbaa’ya dönen Ali Osman Efendiye kızının vefât ettiği söylenince;

“Daha büyük belâ gelmemesi için evladımızı kurban verdik. Halk, Deli Mehmed’in sözlerine deli zannettikleri için inanmadılar.” buyurdu.

Talebelerine sık sık şu nasîhatı yapardı: “Hiç kimse ile münâkaşa etmeyiniz. Söz dinleyiniz. Kim söz dinlerse, o benim öz oğlumdur. Birbirinizi sevin, beni sevmiş olursunuz. Aranızda dargınlık olmasın.”

Ali Osman Efendi birgün dergâhında namaz kılıyordu. Oğlu İbrâhim babasının yanına girmek istedi. Babasının namaz kıldığını görünce, içeri girmedi. Birkaç kere baktığında babasını tehiyyatta oturur gördü. Sonra dayanamayarak içeri girdi. Babasının vefât ettiğini anladı. O esnâda kapıda bulunan köpek koşarak uzaklaştı. Talebelerinin bulunduğu bütün köyleri dolaştı. Hepsi bunda bir iş var diyerek dergâha geldiler ve cenâze namazını kılıp Holay köyü kabristanlığına defn ettiler.

1942 senesinde vefât eden Ali Osman Efendi, 63 yaşında idi. Kabri ziyâret mahallidir.

Ali Osman Efendi, hocasının vefâtından sonra insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatmaya başladı. Bir kış mevsimi Ali Osman Efendi talebesi Veysel Hâfız ile bir yere giderlerken namaz vakti daralır. Ali Osman Efendi talebesine; “Buralarda tanıdık bir köy yok mu?” diye sorunca, Veysel Efendi; “Tanıdık var ama îtikâdları bozuktur.” dedi. Ali Osman Efendi olsun deyip köye gittiler. Veysel Hâfız tanıdığı birisinin kapısını çaldı. O zât bunları görünce, odada kim varsa herkesi dışarı çıkardı. Ali Osman Efendi, talebesi ile namaz kıldıktan sonra, sohbete başladı. Sohbete köyden herkes geldi ve sabaha kadar devâm etti. Sohbetin netîcesinde bu köyün halkı bozuk olan îtikâtlarına tövbe edip Ehl-i sünnet îtikâdını kabûl ettiler.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Evliyalar Ansiklopedisi , Türkiye gazetesi [/toggle]

Eksel Şeyhi Behrullah Efendi

 

Tokat – Erbaa – Eksel Köyü ( koçak köyü)

Mustafa İsmet Garibullah Hazretlerinin halifesi

Behrullah Efendi Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i Şerifi

Halkın ‘Hazret Baba’ diye tanıdığı Behrullah Efendi 1838’de Koçak (Eksel) kasabasında dünyaya gelir. Babası Ali Efendi’dir. Tokat’taki ilk öğrenimi sırasında kendilerine bir zat misafir olur. O gün Behrullah Efendi ertesi günkü dersini yapar ve ardından namazını kılıp yatar. Gece kalktığında o zatın devamlı ilimle meşgûl olduğunu görür. Bu zâtın ilim sâhibi, gayretli biri olduğunu anlayarak, “Efendim bu gece hiç uyumadınız. O ilimden bize de öğretseniz.”, diye arz edince, o zat, “Evlâdım senin ilmi nasibin İstanbul’daki Yanyalı Hacı İsmet Efendi’den olacak. Sende onun kokusu var.”, diye buyurur.

Bunun üzerine Behrullah Efendi, köye dönüp ağabeysinden izin aldıktan sonra İstanbul’a gider. Bu sıralarda İstanbul’da talebe okutmakta olan Yanyalı İsmet Efendi, talebelerine sık sık, “Anadolu’dan bir erin geleceğini, vazifesinin esasında o eri yetiştirmek olduğunu”, söylemektedir.

İsmet Garibullah Efendi, Mevlana Bağdadi Hazretleri’nin halifesi Abdullah Mekki Hazretlerinin halifesidir. Behrullah Efendi 30 yıl İsmet Efendi’nin derslerini takip eder. Bütün ilimlerde ve tasavvuf yolunda kemale erdikten sonra, hocası tarafından kendi beldesine gönderilir.

İsmet Efendi bu görevi kendisine şöyle bildirir:
– Azizim bundan sonra siz kendi memleketinizde hizmete memursunuz. Amasya’ya vardığınızda evlenip oraya yerleşmenizi isterler. Sakın kabul etmeyiniz. Behrullah Efendi, şeyhinin bu emri ile memleketinin yolunu tutar. Amasya’dan geçerken İsmet Efendi’nin işaret ettiği hal vuku bulur. Yüksek hallerine hayran kalanlar orada evlendirip yerleştirmek, bu şekilde kendisini sahiplenmek isterler. Fakat Efendi Hazretleri önceden tenbihli olduğu için kabul etmez. Yoluna devam edip köyüne ulaşır. Orada evlenip barklanır, fakat kimseye sırrını ifşaya yanaşmaz. Köylüler de ‘Deli Molla’ diye hitap ettikleri bu garib dervişi köye çoban yaparlar.

O günlerde Sivas Valiliğinde bulunan Memduh Paşa görev icabı Tokat’a gelir O devirlerde Tokat da Sivas’a bağlıdır. Eksel köyünden geçerken yanında bulunanlara Bahrullah Efendi ile görüşmek istediğini bildirir. Tanımadıklarını söylerler. Öyle ya soran koskoca Vali Paşa Hazretleri, sorulan köyün garip çobanı. Nereden akıllarına gelsin. Memduh Paşa, Bahrullah Efendi’nin yüksek tevazu sebebiyle gizlendiğini anlar. Huzuruna gider. Onu, irşada memur olduğu, bu maksatla Tokat’a gönderildiği, gizlenmek yerine Peygamber Efendimiz’den kendisine kadar sahih yed ile gelen yolun yayılması, devam ettirilmesi için üzerine düşen vazifeyi yapması gerektiği, yoksa mesul olacağı hususunda ikna eder.
Köylülere de,
“Gelmemiştir cihana Behrullah gibi bir veli.
Onu bulanlar buldu, bulmayanlar mutlak deli”
mısraını okuduktan sonra, “Siz bu zâtın kıymetini bilmez iseniz elinizden çıkar.”, der. Bunun üzerine insanlar ondan ilim öğrenmeye koşarlar.

Memduh Paşa’nın başkanlığında yapılan dergâhda, Behrullah Efendi ilim tâliplerine ders vermeye başlar. Behrullah Efendi herkese müşfik, güler yüzlü davranmaktadır Sokakta gördüğü çocukların başını okşayıp, onlara hediyeler vererek gönüllerini almaktadır. Herkese Allahü teâlânın merhâmetinden bahseder. “Biz insanlar da merhametli olmalıyız.” der. Kendisine gönderilen hediyeleri el sürmeden fakirlere dağıtır.

Behrullah Efendi, talebesi Ahmet Efendi ile bir gün dere kenarında oturmaktadır. Talebesi kahve yapmakla meşguldür. Hocasına doğru bakınca kucağında bir yılan görür ve korkar. Sonra yılan, Behrullah Efendi’nin kucağından inip gider. Talebesinin merak içinde kaldığını fark edince, “Cinnîlerden idi. Hasankale’den geliyor. Dersini verdim gitti.”, diye buyurur.

Talebelerinden İskender isminde bir zât, donanmada vazifelidir. Gemi denizde giderken fırtına çıkar. O sırada Behrullah Efendinin himmetine sığınır, yardım ister. O anda hocasını karşısında görür. Ona, “Evlâdım korkma, üzülme on dakika sonra fırtına geçer!”, diye buyurur. Nitekim on dakika sonra fırtına diner.

Talebelerine, “Biz kuşlar kadar bile olamıyoruz. Onlar Allahü tealayı devamlı zikrediyorlar. Biz ise gaflet içindeyiz. Dinin emir ve yasaklarını bilmezseniz, bu yolda hiç mesafe katedemezsiniz.”, diye buyurur.

Behrullah Efendi 1918’de 80 yaşındayken Eksel köyünde vefat eder. Kalabalık bir cemaat ile cenaze namazı kılındıktan sonra köykabristanlığına defnedilir. Kabri ziyaret mahallidir. Behrullah Efendi’nin yerine talebesi Ali Osman Efendi geçti.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Tokat Evliyaları – Abdulhalim Durma [/toggle]

Darendeli Hacı Mahmud Efendi

Malatya – Darende – Hamid Veli camii haziresi

Şiranlı Hacı Mustafa Rumi Efendi’nin halifesi.

Yaşar Baş’ın yazısından ( Yaşar Baş. Şeyh Hamid-i Veli Caii haziresinde medfun zatlar Müftü Sofuzade Hacı Mahmud Efendi. Yıl.3 Sayı 11. ) Hacı Mahmut Efendi’nin, Sofuzade lakabı ile tanınan Mehmed Ağa’nın oğlu olduğunu öğreniriz.

1 Ocak 1826’da Darende’de dünyaya gelen Mahmut Efendi, belli bir öğrenim yaşına gelince, Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri Camii şerifi yakınında bulunan sıbyan mektebi’nde tahsil hayatına başlar. Buradan mezun olduktan sonra Uşak’da bulunan Ayıntabizade Hacı Ahmet Efendi’nin ders verdiği medreseye devam eder. Sonra Sivas’a giderek ikamet eder ve evlenir.

Gökmedresede müderrislik yapmakta olan Darendeli Hacı Salih Efendi’nin derslerine devam eder. Hocasının da iznini alarak Kayseri’ye gider ve burada Kurşunlu Medresesinde Ağcakoyun Müftüsü Hacı Arif Efendi’den dersler alır. Daha sonra İstanbul’a gider. Edirnekapı yolu üzerinde bulunan Nişancı Medresesinde ikamet etmeye başlar. Aynı zamanda bu medresede görev yapmakta olan Kavalalı Yusuf Efendi’den Şerh-i akaid ve diğer bazı dersleri alır. Hocasının ölümü üzerine Fatih Camii Medresesi müderrisi Kara Halil Efendi’den Kadı Miri ve Celali derslerini alır. Aynı hocadan 1861 tarihli bir icazetname alarak medrese tahsilini tamamlar. Burada ders gördüğü esnada 1860’da ruus-u hümayun (resmi göreve tayin) imtihanına girer. Bu imtihanı kazandığına dair kendisine şehadetname verilir. Ancak göreve tayin edilmeden Çorum’a gider. Burada müderrislik yapmaya başlayan Hacı Mahmud Efendi, tahsili esnasında Arapça ve Farsçayı da öğrenmiş olduğundan bu dersleri de vermektedir. Çorumlu Mustafa Rûmi Şiranî Efendiye intisab ederek, tasavvuf ilimlerine de âşinalık kazanır. Bu arada şeyhi ile beraber hac ziyaretine gider. Dönüşünden sonra Hacı Mahmud Efendi diye anılmaya başlar.

İsmail Hakkı Altuntaş, Hacı Mahmut Efendi’nin evliliğinin Çorum’da gerçekleştiğini kaydeder . Bu evlilikten üç oğlu olur. Bunlardan ikisi Müftü Mehmet Emin ve Rüştü Efendidir. Küçük oğlu ise, genç yaşta vefat eder. Raziye, Zeynep, Firdevs ve Nafiye isimlerinde dört de kızı dünyaya gelir. Raziye Hanım, âlim Ömer Şem’i Efendinin oğlu âlim ve fazıl Mustafa Esad Efendi ile evlenir.

Çorum’da yaklaşık yirmi beş yıl kaldıktan sonra, ziyaret maksadıyla Darende’ye gelir. Halk yeni kurulmuş olan mahallelerdeki bahçeli yazlık evlerde oturmaktadır. Bu sebeble Darende’nin eski mahallelerindeki evler, camiler ve diğer eserlerin birçoğu harap olmuştur. Camilerden sadece Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri Camii şerifi yıkılmamıştır. Hacı Mahmud Efendi, bu caminin yıkılmaması için hemen onun etrafına sekiz on odalı bir medrese ve tekke yaptırır. Ve burada ders vermeye başlar. Bu medrese Şeyh Hamid-i Veli Medresesi olarak tanınır. Hacı Mahmud Efendi, eski şehrin bulunduğu mahaldeki bu medreseyi yeniden ihya edince, halk da kısmen bu bölgede kalmaya başlar.

20 sene zarfında yüzlerce talebeye ders okutan Seyyid ve Hâlid Efendilerin hocaları Hacı Mahmûd Efendi, Şeyh Hamidi Veli Hazretlerinin Darende’de bu Câmii Şerîf derûnunda medfûn bulunduğunu ve birçok kerre murâkabe halinde gördüğünü anlatır. Şeyh Hamidi Veli Kütüphanesine kitaplar vakfeder.

Hacı Mahmud Efendi, tahminen üç dört yıl kadar Şeyh Hamidi Veli Medresesi’nde müderrislik yaptıktan sonra, halkın isteği üzerine 65 yaşında iken Darende müftülüğüne tayin edilir. Bu tayini Şeyhülislamın 7 Ocak 1891 tarihli menşuru ile gerçekleşir. Onun birkaç yıl müftülük yaptıktan sonra eski görevi olan müderrisliğe geri dönmüş olduğu görülür.

Hacı Mahmud Efendi’nin dirayetli, her yönü ile görevini yapmaya muktedir bir kimse olup orta boylu, ela gözlü, kumral sakallı bir eşgale sahip olduğu nakledilir. Kabri Şeyh Hamid-i Veli Camii haziresindedir. Mezar kitabesinde, ‘Ulema-ı kiramdan eş-Şeyh Müftü Hacı Mahmud Efendi 1901’ kaydı bulunmaktadır.

Başlangıçta, Hacı Mahmud Efendinin cenazesi kendisinin Şeyhli ailesinden olmadığı ileri sürülerek Şeyh Hamid-i Veli Camii haziresine defnedilmek istenmemişse de, Şeyh Süleyman Efendinin aracılığı ile mesele halledilerek defin gerçekleşmiştir.

Hacı Mahmud Efendi, Şeyh Hamidi Veli Medresesi’nde müderrislik yaptığı yıllarda 240 öğrenci okutup, on beş hocaya icazet verir. Sonraları adlarını çokça duyurmuş olan Darendeli âlimlerin yetişmesine öncülük eder. Oğlu Hacı Mehmet Emin Efendi, Gürün Müftüsü Gürünlü Nazif Efendi, Elbistan kadısı Seyyid Efendi, Mehmet Paşa Medresesi müderrisi Çorumlu Kasım Efendi, Kangal’ın Karacaviran köyünden Hacı Bekir Efendi, Gerimterli Ömer Efendi, Bayram Efendilerden Hacı Mehmet Efendi, Müftüzâdelerden Darende kadılığı yapmış olan Mustafa Esad Efendi, Halidi Yekta Efendi, Es-Seyyid Ömer Osman Hulusi Efendi, Es-Seyyid Hatip Hasan Efendi, onun önde gelen talebeleri idi.
Hacı Mahmut Efendi’nin hakkında anlatılan menkıbelerden ikisi şöyledir ;
Talebelerinden biri Ramazana yakın bir günde, bir köye yolu düşer ve o köyün ileri gelenleri ile görüştüğünde kendini takdim eder. Köyün ileri gelenleri, “Çok iyi geldin, yarın Ramazan, bizim teravih namazlarını hatimle kıldırabilir misin?”, diye sorduklarında, “kıldırırım” kelimesi ağzından çıkar. Halbuki kendisi hafız değildir. Büyüğünün ve Allah’ın hidayetine sığınarak bir boy abdesti alıp, her gün bir cüzü ezberlemek kaydıyla 30 gün yanlışsız ve noksansız teravih namazını hatim ile kıldırır. Ancak son rekatta “Nas” suresinde şaşırmış olup üç kere tekrarlaması ile düzeltip, namazı ikmal etmiştir. Bilahare Darende’ye geldiğinde durumu hocası Hacı Mahmud Efendi’ye beyan ettiğinde, merhum, “Oğul! O şaşırma kabahatı senin değildir. O anda biz seni tasarrufumuzda tutmamıştık”, diye buyurur.

Diğer menkıbede şunlar anlatılır. Hafız Ağa bir gün ırmaktan omuz çengeli ile iki kova su götürürken, bunu Mahmud Efendi görür. “Hafız Efendi! Bu suyu nereye götürüyorsun?” diye sorduğunda, Hafız Efendi, “Sayın hocam! Malumunuz kuyunun suyu kurudu. Ağaçların dibine götürüyorum.”, der. Bunun üzerine Hacı Mahmud Efendi, “Öyle mi! Hele onu bırak bir kuyuya kadar gidelim”, diyerek kuyunun başına varıp otururlar. Hacı Mahmud Efendi 40 tane taş sayıp Hafız Ağa’nın eline vererek, “Oğlum 40 Yasin-i Şerif oku, her Yasin-i Şerif’in bitiminde bu taşın birini kuyuya at”, demesiyle, kendisi istiğrak haline dalar. Hafız Ağa 39 Yasin-i Şerif’i okuduktan sonra 40. taşı Hacı Mahmud Efendi kendisi alıp ağzında ıslatarak kuyuya bırakmasıyla beraber kuyunun suyu bir anda dolarak yatağı olan arka revan olmaya başlar. Bunu gören Hafız Ağa büyük bir sevinç ve hayretler içine düşerek bir abdest almak ister. Hacı Mahmud Efendi, “Gel oğul! Abdestimizi gidip caminin önünde alalım”, demesiyle beraber onlar caminin önüne gelinceye kadar su onlardan önce gelmiştir. Su ile abdestlerini alırlar.

Kaynak : Malatya Evliyaları , Abdulhalim Durma ( Allah ondan razı olsun ) 

Niksarlı Hacı Ahmed Efendi (k.s)

 

Tokat – Niksar – Melikgazi Kabristanında

Niksarlı Hacı Ahmed Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i Şerifi

Niksarlı Hacı Ahmet Efendi, Ordu sınırları dahilinde olan. Melet suyu yakınlarındaki Beyseki köyünde dünyaya gelmiş, çocukluk ve gençlik yılları burada geçmiştir. Babası, alim ve fazıl biri olarak tanınmış olan Yusuf Efendidir. İlk egitimini babasından almıştır. Hafızlığını köyünde tamamlayan Hacı Ahmet Efendi, bir vesile ile Çorum Şeyhi Mustafa Rumi ile tanışmış ve ona intisap etmiştir. Çorum’da bulunan medresede, Arapça, Fıkıh, Akait gibi dini ilimleri tedris ederken; aynı yerde bulunan tekkede de manevi eğitimini ve seyr-i sülükunu tamamlamuştır.

Zahiri ve batıni eğitimini tamamladıktan sonra, Mustafa Rumi’den icazetini alarak, yine şeyhinin isteği ile Niksar’a gelmiş ve irşada başlamıştır. Niksar’da Karşıbağ mahallesinde kurduğu tekkesinde irşada başlayan Hacı Ahmet Efendinin daha çok Trabzon, Gümüşhane, Bayburt, Of, Tokat, Çorum, Alaca, İskilip ve Erzincan gibi yerlerde tesiri oldu. Niksar’da daha çok Arapça, Farsça ve Osmanlıca eserlerden oluşan, zengin bir kütüphane kurmuş olan Ahmet Efendinin bu çalışması, zamanın idarecileri tarafından talan edılmiş, bu eserlerin bir kısmı İstanbul’a Süleymaniye kütüphanesine götürülmüştür.Kurtuluş Savaşı yıllarında Pontus Rumlarına karşı, ihvanı ile birlikte mücadele ettiği, o dönemde yaşamış olanlar tarafından nakledilir. Kurtuluş Savaşındaki mücadelesi bilindiği halde, manevi yönü ve tasavvufi faaliyetleri nedeniyle takibata uğramış ve İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanmıştır.

Hacı Ahmet Efendi, tekke faaliyetilerinin yanında, Danişmentli Devleti’nden kalma Ulu Camide verdiği vaazlarıyla halkı aydınlatmaya ve morallerini yükseltmeye çalışmıştır. İki defa evlenmiş olan Hacı Ahmet Efendi, 90 yaşlarında iken (30.01.1937) vefat etmiştir. Cenazesi, iyi bir müderris olan kardeşi Ömer Lütfü Zarakol tarafindan yıkanarak kıldırılmıştır. Hacı Ahmet Efendi, 9 defa hacca gitmiştir. Turhal Gat köylü Mustafa Efendi, Erbaalı Muttalip Efendi, İskilipli Zeynelabidin Efendi, Alacalı Hacı Bekir Efendi ve Tosyalı Mehmet Çevik Efendi gibi halifeleri vardır.

Vaazları, güzel yaşayışı ile çevresinde önemli izler bırakan Ahmet Efendinin kabri, Niksar’da Melik Gazi kabristanlığındadır.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Tasavvufta Mekki Kolu , Mehmet Fatsa , Mavi yayıncılık , 2000 [/toggle]

Hafız Muhammed Özcan Termevi

Samsun – Terme

Hafız Muhammed Özcan Efendi Silsile-i Şerifi

Nakşi halidi kolunun büyüklerinden olan Hafız Muhammed Özcan Efendi, Emaneti ömrü boyunca yüzlerce kilometre yol aşıp her defasında ulaştığı Sivas ülkesinden, Hafız Hakkı Ürgubi Hazretleri’nden aldı. Kendisi ehli kerâmet ve ehli kâmil olarak sadece ihvan içinde değil bölge halkı tarafından da bu şekilde tanınıyor, biliniyordu. 05.03.1931 tarihinde doğmuş ve 08.09.2009 tarihinde vefat etmiştir.

Tarikat kendisine emanet edilince en nazik ve dar geçitlerinden geçmekte idi. Bu geçiş bazı kendini bilmez insanların, onun tabiri ile “tarikat eşkıyalığı” yapması sonucunda daha fazla daralmıştı fakat kendisi de aynı zamanda yetiştiği ve feyz aldığı o büyük pınarın himmeti ile bu konulara hızla çare bulabilecek, muhteşem bir karaktere sahipti.

Her yönüyle tam donanımlı “Şah efendimiz” olarak nitelendirdiği Şah-ı Nakşibend Hazretleri’’nin emanet takipçisi ve altın halkanın taşıyıcı müdekkikan’ı olarak harikulade bir ahlaka ve ilme sahipti.

Kendisinin yakın alakalılarından müftü Mustafa Bey… O kadar çok yakın ve ışığın merkezinde ki bir sahra sohbetinde mürşidinden müsaade alarak ve yine o ışığın devamında afiyette olsunlar için şöyle duâ ediyor:

“-Efendiler! İçimden bir duâ geldi. Kabul ederseniz “amin”dersiniz, etmezseniz mal benim!

İstiyorum ki hep Efendi konuşşun! Yalnız duam şu: Allah bu bayram ziyaretinin, Zilhicce Ayı’nın yüzü suyu hürmetine efendimize elli yaşının sağlığını geri versin! Yüz kırk yaşındaki peygamberlere çocuk veren Allah, Efendimizede elli yaşının sağlığını verir inşallah! Sonra da hep Efendi konuşşun dinleyelim!

Her kütüğün başına karınca toplanmaz! Bu çok büyük bir kütük! Allah Efendiyi başımızdan almasın! Bu karıncaları da o kütüğün başından almasın! Âmin !”

İşte böylesine yakın ve yangın Müridleri ışığın kaynağına… Hele bir çavuşu var idi(Allah uzun ömürler ihsan etsin)ki adı Bekir … Onun için:

“-Allah her peygambere ve sevdiği kuluna bir Bekir hediye edermiş, bu da bizim Bekir !”diye kendisine inceden inceye duâ ederdi.

Kendisi çok celalli ve Ömer sıfatlı olduğu için yanlarına çok yaklaşamaz, hâllerine vakıf olamazdık. Lakin bütün bu disiplinli görünüşünün altında büyük bir merhamet ve şefkat dolu yüreği vardı.

Müridana ders ve sohbet hususunda çok sertti. Fahirettin Hoca Efendiyi anmak için toplandığımız bir Çarşamba-Kızılot sahrasında sohbeti keserek uzun süre Müridleri seyretmiş sonra da celallenerek:

“-Evet, bazı yerlerde ders ve hatim hocamız yok! Bu yüzden mahremi olan kadınların; kocası, amcası, kardeşi, dayısı, oğlu dersini değişecek! Kadınlar ders değişecek! On senedir dersini değişmemiş kadın olmaz! Muzaffer Hoca dersini değişmiş, bir daha ders değiştireni olmamış, böyle şey olmaz!”diye adeta kükremişti.

Büyük insan, büyük mürşid-i kâmil, büyük veli… Halkanın tamamlayıcısı. Pençesine düştüğü diyabet hastalığı kendisini gün gün bizden uzaklaştırırken, üzüntümüzü yüzümüzden okur;

“-Ayrılık yok! Biriz, beraberiz! Burada sizi nasıl bıraktıysak orada öyle karşılayacağız! “Sizden hiçbiriniz mahşer sahrasında kalmayıncaya dek sıratı geçmeyeceğiz!” derdi merhum İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri, biz de o sözün üzerindeyiz. Dersinizi bırakmayın. Sohbetlere devam edin. Hocalarımızı dinleyin. Onlar bizim dilimizle konuşuyor “ diyerek dervişlere soğukluk verirdi.

Uzun yıllar boyu kendisi ile yaşamış, ona yarenlik etmiş olan büyük halifeleri onun celal sıfatının önde olduğuna dikkat çeker, huzurunda dil ve kalplerimize sahip olmamızı özellikle salık verirlerdi. Mübarek insan en ufak bir disiplinsiz harekete, adaba mugayir olan bir davranışa, tarikat düşünce ve ilim ufkuna sığmayacak söze ve fikre çok celallenir, hemen düzeltirdi.

Yer yine Çarşamba… Kaşıkçı namı ile maruf Mehmet Amcamızın vekalesinde sahra için toplanılmış uzaktan gelenlerden sağlıklı haberleri ve mesafeleri hususunda hatim hocaları ile sürekli irtibat hâlinde… Bir kafile çok geri kalmış ve Efendi de merak hat safhada… Sahra başlıyor ve ancak uzun bir süre sonra sohbete katılabiliyorlar. Kafilenin hatim hocası sualde:
“- Nerede kaldınız?”

— Efendim! Abdest tazelemek için içimizdeki yaşlılar sebebiyle yakın bir yerde uzun bir süre duraklamak zorunda kaldık. O sırada baktık ki yakındaki bir bahçenin içinde çok güzel kirazlar var. Sahibini soruşturduk, olmadığını söylediler. Biz de yediğimiz kadar kirazın karşılığını abdesthane görevlisine vererek, sahibine ulaştırmasını tembih edip hızla yola koyulduk.”

Hatim hocası burada helâlden ödün vermediklerini, sahipsiz de olsa kullanılan bir malın karşılığını verdilerini dolayısıyla incelik ve hassasiyetlerinin ne kadar üst seviyede olduğuna dikkat çekmek isterken hiç ummadığı bir şekilde Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri’nden şöyle bir azar işitir.

“- Mübarek adam sen bilmez misin “en nezaretü minen nar ”? (beklemek ateştendir.) bu kadar insan sizi bu sohbet yerinde bekliyor, siz de kiraz yemekle meşgulsünüz öyle mi? Allah size merhamet etsin!”

Vekalelelere çok özen gösterir oraların bakım yapım ve onarımı için müridanı çok teşvik eder, her sahrada muhakkak bu konu üzerinde ya kendisi konuşur ya da o çok sevdiği yakın halifelerinden birine anlattırırdı. Bu hususta sürekli tekrar ettiği şu hatırasını artık Fatiha suresi gibi hafızamıza almıştık:

“- Vekale evlerimizin vekilidir. Herkes vekaleye yardım edecek! Her zaman söylerim, Allah sizlerden razı olsun! Allah’a şükür oturacak evlerimiz var, rahat oturuyoruz. Ancak Terme’de vaktiyle vekale yoktu. Çok sonradan ufak bir vekale yaptık. Ali Osman hoca efendi geldi, sobayı yaktık. Kış günü idi. Hemen vekale ısındı. Isınınca hoca efendi bana döndü elini uzattı ve:
—Kibriti ver bana! Dedi.

Bende kendisine tazim ile kibriti uzattım. Sonra elindeki kibriti kaldırarak buyurdu ki:
— Bu vekalelere bir kibrit almak, dağın başında cemaatsiz bir cami yapmaktan evladır!
Evet! Zikir meclisinin sobası yanıyor, ısınıyorsunuz, hatim okuyorsunuz.”

Yeryüzünün ayakta kalması iki şeye bağlıdır: biri zekât diğeri zikir ! Bu iki müessese oldukça yeryüzü batmayacak.”

Aşar da zekâttır. Malın zekâtıdır. Mahsulü Allah bol vermiş onda birini vermelisiniz. Burası vekaledir, şimdi evimizdir, rahatça oturuyoruz. İnşallah herkes vekalesini yapar. Allah vekaleleriniz hususunda sizin yardımcınız olsun!”

Cemaati kendisine sarsılmaz bir inançla ve Kur’an’ın tabiri ile “aralarına demirden harçlar dökülmüş taştan duvarlar gibi ” bağlı idi. Öyle çok severlerdi ki Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri’’ni onu görmek bile gözyaşı pınarlarının sel olması için yeterli idi. Muhyiddin Arabî Hazretleri buyuruyor ki:

“- Bazı velilere sıkı bir riyazetten sonra âlemin zuhurundaki sırlar gösterilir… Bu sırra erişmiş velilerden birisi bir sahra sohbetinde cemaate şöyle sesleniyordu:

“- Muhteremler! Allah’a şükürler olsun bu gün yine sahra yapıyoruz. Allah büyüklerimizin ruhlarını şad etsin. Büyüklerimiz konuşmamızı emrediyor ancak konuşmak için de hâl lazım! Hâl’imiz yok! Ne ile konuşacağız? Bu yol “kâl” değil “hâl” yoludur. Cenab-ı Allah bizi hâl ile hâllenip yaşamayı nasip etsin.

Derviş öyle hâllenirmiş ki, ağaçlar, kuşlar, gören gözler hep ona âşık olurmuş. Ağaçlar:
“— Şu mübarek benim yanımdan geçse” dermiş.
Merhum Tarakçı Hamit Hoca Efendi bir yerden gelirken, yolu bırakmış ormana girmiş. Yanındaki talebeleri:
“- Hocam niçin yolu bıraktınız?” dediklerinde,

— Şu karşı ki ağaçlar çağırdı. “Yıllar var ki orman içinde bir mübarek yüz görüp selamını alamadık. Çok içerlerde olduğumuz için hasret kaldık Allah’ın mübarek kullarına. Şöyle yanımızdan geç de mübarek yüzünü bir görelim.” Dediler ben de o yüzden yolu bıraktım! Buyurmuş”
Efendi de derin bir sukut ve müridi, dostu, evliyası, halifesine karşı onaylı bir tebessüm.
Derlerdi ki;
“-Umre haccından gelen bir dervişle efendisini ziyaretten gelen bir derviş karşılaşırlar. Umreden gelen;
“-Sevapları değişelim”,diyor hemen hatiften bir ses geliyor:
“- Sakın değişme! Galip sensin! Görüyor musunuz Efendiyi ziyarette ne kadar büyük sevap var!”
Yine derlerdi ki:

“- Nefer olmak çok zor iş. Eğer sana bir şey emredilirse sakın yan çizme! Elinden geldiği kadar “ baş üstüne” de, oraya devam et.

Bu tarikattır, bu işler kendi kendine olmaz! Yapmıyorum diyenler, alıp da yapmayanlar perişan oldu! Masrafı olursa da o masraf çıkar, geri durmayın!

Çamlıbel dağlarında İbrahim Bey’ in arabası gitmiyor. Ahmet ağa yeni araba almış ondayız. Kar çok, zincir de yok! Arkadaş, dayanıyoruz, biraz gidiyoruz, araba badanaj yapıyor. Kar belde… Akıl işi değil bu! Şimdi düşünüyoruz, bak, kimse kalmadı! Allah göçenlere rahmet etsin!

Efendiyi ziyaret gibi bir şey yok! Tarakçı Hamit Hoca Efendi Kırklareli’nde asker olan Tokatlı Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri Nuri Sayın’ı ziyarete gidiyor. Tarakçı Hamit Hoca Efendi’yi nizamiyeden içeriye almıyorlar. Bir süre sonra ziyaretine gittiği asker çağırılıyor ve geliyor. Tarakçı Hamit Hoca Efendi’yi görür görmez ayaklarına kapanıyor. Tarakçı Hamit Hoca Efendi:
“- Hayır! El öptün, tamam! Ayağa kapanmak yok! Asker diyor ki:
“- Ne yapayım ben size! Benim için ta buralara kadar geldiniz!

— Ne yapacaksın? Yüz yüze baktık, Allah rızası için geldik, görüştük. Daha ne olsun! Der Tarakçı Hamit Hoca Efendi.
Tatlı olur böyle görüşmeler. Merhum İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri’ buyurdu ki:
“- İki kişi karşılaşınca, önce ziyarete sebep olanı Allah affediyor sonra da ziyaret edeni… ”

Ulaşım ve haberleşme zamanla daha da çok yerleşecek. Birisi hasta olduğunda diğeri cemaate hemen haber versin. Cemaatin haberi olmuyor! Bu çok önemli! Cenazelerde, hastalıklarda, yardımlaşmak gerekiyor. Bunun için birini görevlendirin.”

Cömertliğe, yiğitliğe, civanmertliğe çok kıymet verirdi. Kendisi de olabildiğince cömert, eli açık, âli cenab, bir mürşid-i kâmil idi. Fırsat buldukça bu sıfatlarını alabildiğince engin sergilerlerdi.

Huzur sohbetlerinde cömertlik hususuna değinildiğinde çok memnun olur, o celalli tebessümünü bu hususta konuşan hoca efendiden esirgemezdi.

Kendisinin vefatından sonra yakın halifelerinden ve altın halkanın en yakın hizmetçilerinden bir olan hoca efendilerimizden bizlere onun çok hoşlanarak anlattığı şu “ cömertliği gözetlemek” sıralı hikâyelerini şöylece rivayet etmişti;

“- Merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri’nin manevi huzurundayız. Uzaklardan yakınlardan geldik, toplandık. Allah rızasına muvafık kılsın. Elde edilecek mesubatın en azamisini versin. (âmin)

İnsan dünyaya azık toplamak için geldi. Kendimizi göstermeye, Allah’ı razı etmeye gönderildik. Yaptığımız işler çok akıllı işler değil. Amma çok akıllı olanların da yaptıkları işleri görüyoruz. Çok akıllı olmak da gerekmiyor.

Bu hizmet kıyamete kadar devam edecek. Kıyamet koptuğu andaki mürşid-i kâmilimiz de hafız olacak. Bunu defalarca merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri’nden dinlemiştik. Bunda şüphe yokken biz şimdi ne yapabiliriz noktasındayız. Biz yokken de bu tarikat vardı, bizden sonra da var olmaya devam edecek. Allah bu yükünü taşıttırır. Bu yükü bize taşıttırıyorsa bize ne mutlu! Bu iş yürüyecektir. Bizim gayretimiz buradan alacağımız ecirdir.

Tarikatımızda şöyle bir adab vardır; “ihvan kardeşini şeyhi mesabesinde görmeyen bu tarikatta yol alamaz”. Onun için ben merkezli değil, “ biz” merkezli olalım.
Bir hikâye;

Bir şeyhin tekkesinde otuz derviş varmış. Bir yemek gelmiş. Ancak sadece iki kişiye yetecek kadar bir yemek… Dervişler ışığı söndürmüşler ki yemeği yiyenler görünmesin… Işık açılınca bir de bakmışlar ki bir lokma yemek yenmemiş, herkes kardeşim yesin demiş. İşte bu sahabe ahlakıdır.

Peygamberimiz (sav) zamanında bir koyun kellesinin bütün evleri dolaşıp geri ilk çıktığı yere dönmesinin anlatıldığı hadis meşhurdur.

Büyüklerimizden biri bir yemeğe davet edilmiş. Misafir olarak sofraya oturunca adamlar yemeğe öyle saldırmışlar ki, misafirden de açlar… O da geri çekilmiş ve adamların karnını doyurmasını beklemiş. Evine dönünce yemek yaptırmış ve ancak o zaman karnını doyurmuş.

Samiri buzağıyı yapıp Hazreti Musa (a.s.)’da bu durumu görünce onu öldürmeye yeltenmiş. Allah şöyle buyurmuş Hazreti Musa (a.s.)’a:

“- Samiri’yi öldürme! O cömerttir!”

Yine Yahudiler ile yapılan bir gazadan sonra esirler Medine-i Münevvere’ye getirilip kılıçtan geçirilirken; Peygamberimiz (sav) içlerinden birisini ayırmalarını işaret etmiş. Hazreti Ali(r.a.) bu işe şaşırmış ve Peygamberimiz (sav)’e sormuş:

“- Ya Rasullallah! Şuç bir, ceza bir, din bir, kitap bir. Onu niçin ayırdınız?

— Ya Ali! Cebrail geldi, “Allah, onu öldürmesin çünkü o cömerttir. Cömertler Allah’ın dostudur!” buyurdu dedi, ben de bıraktım.”

Öşür ve zekât veren biri hakkında Ali Osman Hoca Efendi, merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri’ne;
— Bu adam cimridir! Diyince merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri;

—Aman efendim! O adam zekâtını, öşürünü verir! Diye mukabelede bulunuyor. Bunun üzerine Ali Osman Hoca Efendi şu keskin tarikat adabını dile getiriyor:
“- Sen hiç o adamı ihvana bir tabak yemek yedirir iken gördün mü?…”

Bir gün Ramıteni Efendimiz Hazretleri tekkede banyo yapacak içeri giriyor, hizmetlisi de kapıya bir kova sıcak suyu bırakıyor. Efendi Hazretleri kovayı içeri alıyor ama bakıyor ki su, dökülemeyecek kadar sıcak. Efendisine yeni mürid olmuş bir genç de belki ihtiyacı olur diye bir kova soğuk suyu kapının önüne bırakıp, öksürerek çekiliyor. Efendi Hazretleri bu iki suyu birbirine karıştırıp güzelce banyosunu yapıyor. Dışarı çıkınca;

“- Kim idi o suyu getiren? Diye soruyor, o talebesi utanıyor yanlış bir iş yaptım zannederek, sıkılgan bir hâlde kendisi olduğunu fısıldıyor. Efendi Hazretleri kendisine şöyle mukabelede bulunuyor:
“- Evlat, öyle bir iş yaptın ki, kırk yıllık ihvanı ileri geçtin.”
Bu yüzden Cömertliği gözetlemek lazımdır.”
Hoca Ubeydullah Taşkendi Hazretleri şöyle buyuruyor:

“- Tevhid ibadette, teni şehvetlerden kullukta da gönlü boş fikirlerden kurtarmaktır. Yoksa Allah birdir ve onu bir olarak idrak edebilmek muhâldir. ”

Bu söz öyle bir mânâ ve hikmet ifade ediyor ki bizlere sürekli derslerimizi yapmak, rabıtalarımızı tamamlamak hususunda edilen tavsiye ve öğütler bu sözle derin bir anlam kazanıyor. “onu idrak edebilmek… “ Altın halkanın tamamlayıcısı ve bir sonraki emanetçisine, erdiricisi merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri’nin şu aşağıdaki sahra sohbetindeki sözleri bu mânâyı tefsir kabilindendir. Burada da ayrıca “ sözlerin büyüğü büyüklerin sözleridir” kelam-ı kibarı bir kere daha hakikat ışığını parlatıyor:

“- En büyük kerâmet yüz yüze görüşmektir. Ali Osman Hoca Efendi “ El-mahbub kü’l-lel mahbub.” (insanlar birbirlerini seviyorsa birbirlerinin kusurlarını görmezler) derdi. Dışarı da Âdem(a.s.)’den beri salınmış bir şeytan var. Beşer şaşar içeride nefis var. Onunla başa çıkmak zor! Hazreti Âdem (a.s.)’ın melekler kırk gün çamurunu yoğurdular, Cebrail başlarında târif ediyor. Hazreti Âdem (a.s.)’in boğazına kadar cesedini yapmışlar. Şeytan karnına girmek için hamle yaptığında;
“- Gelme! Ben buradayım! Diye içerden sesleniyor nefis…
Ali Osman Hoca Efendi hastalanmış, durumu ağır! Rıza arıyor;

“- on sekiz sene talebe okuttum. Beş yüz tane müftü olacak talebem var! Diyince yanındakiler hocanın mırıldanmasını fırsat bilip sormuşlar;
— Hocam, nasılsınız?

— Ağlıyorum, hiçbir şey yapamadık, bom boş gideceğiz! Diye cevap veriyor. İnsanların olgunu da böyledir. Yokluğa giderler, büyüdükçe… “
İşte, kelime-i tevhidin, mutlak Bir’in anlaşılma ve kavranma noktası… Daha ne denilebilir…

Merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri ile yirmi yılı aşkın bir süre birlikte olmuş, dizi dibinde hem hakikatları dinlemiş ve hem de hakikatları anlatmış bir büyük ehlullah, tarikat okulu müderrislerinden… Yolun meydana açılan büyük caddelerinden… İfta makamından emekli… Bakın o muhterem merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri’ni nasıl anlatıyor:

“- Efendi (merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri ) ilk defa Çarşamba da ders almış. Biz de burada ders aldık. Perşembenin gelmesi çarşambadan belli olur. Gölge olması için ağaç olması lazım. Gölge, ağacın varlığına işarettir.
Efendi şimdi üzerimizde ki çadırı işaret etti de ben de dedim ki;

— Bu çadırın gölgesi cennet ağaçlarının gölgesine benziyor. Cennet çadırı olmasa bu çadır bu gölgeler ortaya çıkmaz. Bu gün bizim burada oluşumuz, cennette de bu gölgelerin altında oturup sohbet edeceğimizin müjdesidir inşallah. Bu gün biz buraya nasip olduk, inşallah cennette de bu çadırların altında eksiksizce otururuz. Bütün meşayıh ile başta Efendimiz( Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri ) olmak üzere orada olalım, inşallah.

Bütün gayretimiz orada da mürşid-i kâmilimizin etrafında toplanmak arzusudur. Şu sohbeti yapanlardan Allah razı olsun!
Ol söyleyeni dinle,
Ol söyleteni anla,
Kabul kıl ânı canla,
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.

Bizi buraya mevlanın izni ile Efendimiz ( Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri ) toplamadı mı? Şu devletli günümüz kutlu olsun, mutlu olsun, huzurlu olsun, evlerimize temizlenmiş bir hâlde dönelim inşallah. Kıyamet günü “ Allah için birbirlerini sevenler nerede? ” diye sorulacak. Bizler ter deryasına batmışız! O vakit gökten nurdan minderler indirilecek! Mahşer halkı bunlara bakacak ve imrenecekler. O zaman diyecekler ki; “ bunlar kimin için?” hatiften kendilerine şu cevap verilecek;

“- Bunlar, dünyada iken ne peygamber idiler, ne şu idiler, ne de bu idiler! Bunlar bir yerden bir yere yürüyerek ya da binitli, sırf Allah rızası için bir birlerinin yüzüne bakan, beraber oturup Allah’ı zikredenlerdir. Bu da onlara mükâfattır!” diye ilan edilecek.

Dünya hayatı için bir kere şans veriliyor. Ve değerlendirmeler görevli melekler tarafından yapılıyor. Bunlar karşımıza çıkacak. Artık ebedi âleme gidiyoruz. Bu bize ya mükâfat olacak yahut mücazat… Ya eşleri ile karşılıklı oturacakları bir cennet ya da kan ile irin kuyuları…

Kevser… Bir damla içen ebedi susamayacak! Kıyamete kadar gelen insanların hepsi de bunlardan istifade edebilme şansı ile analarından doğacaklar! Vizesi; “la ilahe illallah”, şartı ise “iman”… Eğitimimiz hep cenneti kazanmak için. Her şey cennette…

İşte böyle bir insandı merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri… Şimdi onu bizden alan ecelin götürdüğü yerin giriş kapısında şunlar yazıyor:

Şah-ı Nakşibend Tarikatı Meşayıhından, Hadim-i Piran Hafız Muhammed Özcan, D.05.03.1931,Ö.08.09.2009. Ruhuna Fatiha…
[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Silsile-i Zeheb ( Altın halka) , Er Yavuz Yakut , Ekim 2011 [/toggle]