Adil Bey Türbesi

Adil Bey Türbesi , Kastamonu – Merkeze bağlı Terzi köyünde

Adil Bey, Candaroğulları Beyliği’nin 4. hükümdarı olup Yakup Bey’in oğlu ve Celaleddin Bayezid Bey’in babasıdır. Tahta çıkışı, adına bastırmış olduğu sikkelere göre 746/1345 olarak kabul edilmektedir. Zamanındaki olaylar hakkında bilgi elde edilememiştir.

762/1361 Tarihinde bir savaşta vefat etti. Beyliğin merkezi olarak türbenin bulunduğu bu mevkii seçtiği ve sarayının bu köydeki “harem-i şah” yani şahın sarayı adıyla anılan yerde bulunduğu, vakıf kayıtlarından anlaşılmaktadır. Trabzon Rum İmparatoru II. Alexious’un kızı Prenses Edoxia ile evlenmiştir. Uzun sayılabilecek bir müddet emirlikte bulunduğu halde Terzi Köyü’ndeki günümüzde yıkılmış olan camiden başka eserine rastlanmamaktadır.

Halk tarafından ziyaret edilen türbeye, açık arazide bulunmasına rağmen vahşi hayvanların da hürmet gösterdiği; hatta geyiklerin kendilerine has hareketlerle türbeye hürmet arz ederek kıble duvarının dışındaki taşları yaladıkları çevre halkı tarafından ifade edilmektedir. Filvaki çürümemiş cesedin bulunduğu taraftaki bazı taşların bu hareketin eseriyle inceldiği fark edilmektedir. Çevredeki cinslerinden farkı bulunmayan bu taşlara karşı yapılan hareketlerin halk tarafından türbedeki zevata ihtiram amacı taşıdığı kabul edilmektedir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi

 

Atabey Gazi

Atabey Gazi Türbesi , Kastamonu – Atabey mahallesindeki Atabey Gazi camiinin güneydoğu köşesinde

Mülkiyeti Atabey gazi vakfına ait olan Cami’nin kitabesinden öğrenildiğine göre, Çobanoğulları beylerinden Atabey Muzafferüddin  Yavlak Aslan 1273 yılında yaptırmıştır. Kastamonu’nun en eski camisi olan bu yapı 1800 ve 1871 yıllarında onarılmıştır. Cami kesme ve moloz taştan yapılmış, ibadet mekanını kırk ahşap direğin taşıdığı bir tahta tavan ile örtülmüştür. Bundan ötürü de halk arasında Kırk Direkli Cami olarak tanınmıştır. Giriş kapısı taştan yapılmıştır.

Rivayete göre Selçuklu devletinde üst düzey komutanlardan birisi olan ve 200 bin çadırlık aşireti ile önemli bir güce sahip bulunan Hüsamettin Çoban Bey Kastamonu’yu fethettiğinde, kalenin hemen eteklerinde bir cami yaptırmis ve ilk Cuma namazını burada kıldırmıştır. Cuma hutbesine çıkarken de, fethin simgesi olarak minbere kılıç kuşanarak çıkmıştır. Daha sonradan torunu Muzafereddin Yavlak Arslan tarafından ilk yapılan cami yıkılarak yerine bugünkü Atabey camii inşa edilmiştir. Ancak fethin ardından kılınan ilk Cuma namazında minbere kılıçla çıkan Hüsamettin Çoban Bey’in başlattığı gelenek sonradan da devam ettirilmistir. Günümüzde de Atabey cami’mde imam hala Cuma hutbesi için minbere çıkarken kılıç kuşanma geleneğim devam ettirmektedir.

Caminin güney duvarının hemen doğusunda da Atabey Gazi Hazretlerinin türbesi bulunmaktadır. Türbede bu zatın dışında kimin yattığı kesin olarak bilinmemekle beraber, Muzaffereddin Yavlak Arslan’ın mefdun olduğu kesin olarak bilinmektedir. Cami ve türbe son olarak 2009 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafında restore edildi.

Türbede medfun olan Atabey ‘in adı belli olmamakla beraber tarihî kaynaklar Kastamonu fatihi olarak Hüsameddin Çoban Bey’i göstermektedir. Son yıllara kadar kale kilidinin sandukasının başında asılı durması ve türbe duvarındaki levhada yazılı bulunan:”Eazım-ı Rical-i Selçukiyye’den Fatih-i belde Atabey Gazi Hazretlerinin türbe-i Şerifesidir” ibaresinden bu Atabeyin Hüsameddin Çoban Bey olduğu anlaşılmaktadır.

Hüsameddin Çoban Bey’in Anadolu Selçuklu Devletinin ilk hükümdarı Kutalmış oğlu Süleyman Şah’ın seçkin emirlerinden Kara Tekin’in soyundan geldiği kabul edilmektedir. (Kara Tekin, 1074 M. yilinda Sinop ve Kastamonu havalisini fetheden Danişmentliler Devleti emindir ve Çankırı’da medfundur).

Çağdaş kaynaklarda bildirildiğine göre Hüsameddin Çoban Bey, Anadolu Selçuklu Devleti’nin önde gelen komutanlarından biridir. Melikü’l ümera unvanına bakılırsa sıradan bir bey olmayıp Bizans sınırlarındaki “Uç” tabir edilen bölgenin Beylerbeyidir. Binaenaleyh, sınırları Sinop’un batısında kain bir noktadan Kastamonu, Devrek, Bolu, Eskişehir, Kütahya ve Denizli’yi içine alan bir yay şeklinde Akdeniz’de Fethiye Körfezine kadar uzanan bölgenin tamamı Hüsameddin Çoban Bey’in liderliğindeki Kayı Boyunun yönetiminde bulunuyordu. Aralarında Ertuğrul Gazi‘nin de bulunduğu bütün Kayı beyleri bu beylerbeyi’ne tabi idi.

Muzafereddin Yavlak Arslan döneminde Hoylu Hasan Bin Abdüldülmümin tarafından yazılan bir eserin mukaddimesinde yer alan, “Melikü’I ümera ve sipah-büd-ı diyar-ı uç” unvanlarından Beylerbeyi sıfatının Çobanoğulları Beyliği’nin yıkılmasına kadar Kastamonu beylerinin uhdesinde kaldığı görülmektedir. Bu durumda Ertuğrul ve Osman Beyler Söğüt civarında bir oymağın beyleri sıfatıyla yaşadıkları devirde kuzey-batı Anadolu sınırlarının muhafazası ile görevli bulunan Çobanoğulları Beyliği’ne tabi bulunuyorlardı.

Hüsameddin Çoban Bey ve oğulları Bizans’ı Paflagonya Bölgesinden atarak sürekli mücadelelerle zayıflatmış ve küçük bir bölgeye sıkıştırarak nöbeti Osmanlı’lara devretmiştir. Osman Bey’in Söğüt Yaylası’nda temellerini attığı muhteşem imparatorluğun mayasında Kastamonu’nun payı küçümsenemeyecek ölçülerdedir. Bugün gururla yad ettiğimiz Osmanlı Devlet geleneklerinin tecrübelerle olgunlaştığı yer olarak Kastamonu, Türk-îslam tarihinde müstesna bir mevkie sahiptir.

Atabey Gazi Türbesi, Atabey Camiinin Güneydoğu köşesindedir. Yerli tuğladan yığma tekniği ile yapılmış, üzeri aynı teknikle kubbe biçiminde örtülmüştür. İçeriden bakıldığında sekiz köşeli, dışarıdan yuvarlaktır. 3.8×3.8 Metre ebadındaki türbenin kapısı güney duvarından açılmaktadır.

Türbe ile cami arasını birleştirmek suretiyle meydana getirilmiş 4×6 metre ebadındaki duvarları moloz taşı ve harçla örülmüş olan döşemesi tahta, tavanı ahşap tonozlu bölüm son restorasyonda kaldırılmıştır.

Türbe iki katlı olarak inşa edilmiş olup zeminde mezarlar üst katta ahşap sandukalar vardır. Cesetler toprağa gömülü olup sandukalar işaret için konulmuştur. İçinde iki adet tahta sanduka vardır. Diğerine göre daha büyük olanı bölgenin fatihi Atabey Gazi’ye aittir. Son restorasyon esnasında kaldırılan bölümden çıkan mezar şahidelerine göre buradaki mezarlardan birisi 1227/1812 tarihinde vefat eden Bayrami Şeyhi Şemseddin Efendi diğeri de 1234/1818 tarihinde vefat eden eşi Gülsüme Hanım’a aittir.

Atabey Gazi Türbesinin civarındaki kabristan, aralarinda alim, şair, tabip, mühendis ve müderrislerin bulunduğu; Her biri sahasında emsalsiz olan çok sayıda zevatın ilmî sohbetlerinin hiç aksamadan devam ettiği bir meclis gibi görülmektedir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi

Terzi Baba

Terzi Baba hazretlerinin türbesi ; Erzincan – Merkez’deki Terzi Baba Kabristanında

Terzi Baba silsile-i Şerifi

Mevlana Halid-i Bağdadî hazretlerinin halifesi Erzincanlı Abdullah Mekkî Efendi’den hilafet almış aşık bir zat ve Anadolu’da yetişen büyük velîlerdendir. İsmi “Muhammed Vehbî“dir. “Hayyat Vehbî” diye meşhur olmuşdur. 1776 veya 1781 senesinde doğdu. Kaynaklarda Erzurum’da veya Erzincan’da doğduğu yazılıdır.

İslam ümmeti arasinda ümmîlikle meşhur olmuş Allah dostu bir zattır. Terzi Baba hazretleri ilk temel dînî bilgilerini tahsil ettikten sonra, anne ve babasının isteği üzerine, bir sanat sahibi olmak için terzilik mesleğini öğrenmeğe başladı. Terzi Baba diye meşhur olması buradan gelmektedir.

Terzi Baba hazretlerinin dünyaya hiç rağbeti yoktu. Maneviyatçı meyli çok fazla idi. Mesleği île meşgul olurken, ibadetlerini asla terketmez, nefsinin arzu ve isteklerini yapmama hususunda azamî gayret gösterirdi. Mevlana Halid-i Bağdadî’nin halîfelerinden Şeyh Abdullah Mekkî Efendi’ye tasavvuf terbiyesinde talebe oldu. Şeyh Abdullah-ı Erzincanî el-Mekkî hazretleri Mekke-i Mükerreme’de irşadla vazifeli idi. Bundan sonra Terzi Baba hazretlerinin manevî mertebesi günden güne ilerledi. Nefsle mücadele ve riyazette çok ileri derecelere ulaştı. Abdullah Mekkî Efendi, ona i’cazet verdi ve insanları irşada selahiyetli hale geldi.

Terzi Baba hazretleri, hem dikiş diker hem de dili ve kalbi ile Allahü Teala’yı anardı. Dükkanında dikiş dikerken, her iğneyi kumaşa geçirip çıkarışta dili ve kalbi ile Allahü Teala’nın ism-i şerîfini zikrederdi. Halîm-selîm, mütevazî bir zat idi. Kimsenin halimi bilmesini istemezdi. Fakirleri çok sever ve bu husustaki hassasiyetini açıkça belli ederdi.

Tasavvuf yoluna girmesine vesile olan Abdullah Mekkî Efendi ile tanışmaları şöyle oldu ; Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri, halifelerinden Abdullah Mekkî Efendi’yi Anadolu’ya göndermişti. Abdullah Mekkî Efendi, Erzurum’a uğramış, sonra Erzincan taraflarına yönelmişti. Erzincan’a yaklaşınca, yanındaki arkadaşlarına: “Hocamızın bize tarif eylediği memleket, Allah bilir ya burasıdır. Burada bir zatın bizde emaneti vardır” demişti. Abdullah Mekkî Efendi, Erzincan’ı şereflendirince, insanlar akın akın ziyaretine geldiler. Gelenler arasında Terzi Baba hazretleri de vardı. Abdullah Mekkî Efendi, ilk defa gördüğü Terzi Baba girince ayağa kalktı. Davet edip yanında yer verdi. Hiç kimseye yapmadığı iltifatı Terzi Baba’ya yaptı. Ona: “ Mevlana Halid-i Bağdadî hazretlerinden bizde bir emanet var. Bu emanet sana çok menfaatler sağlar. Kabul edersen sana teslim edeyim” dedi. Terzi Baba da: ” Siz bilirsiniz efendim, maddî menfaatse; dünya için Allah demem” cevabını verdi. Abdullah Mekkî Efendi bu cevabı alınca: “Oğlum, sen bulacağını buldun. Teslim edeceğim emanet seni dünya sevgisinden kurtarmaktan başka bir şey değildi” buyurarak. Terzi Baba’ya nazar edip, emaneti tevdî etti.

Şah-ı Nakşibend hazretlerinin yolunda terbiye edip, kemale ermesine vesîle oldu. Terzi Baba’ya hilafet-verip Allahü Teala’nın kullarına, Allahü Teala’nın dînini öğretmek marifetullaha kavuşturmak vazifelerinin verdi. Bunun üzerine Terzi Baba’nın hali değişti. Maneviyat dünyasına daldı.

Bu hadiselerden sonra , Terzi Baba’nın yüksek derecesi halk arasında yayıldı. Herkes istifade etmek için ona geldi. Zamanla Terzi Baba’ya bağlı talebelerin sayısı arttı. Bu hali çekemeyenler, onun hakkında dedikodu etmeye başladılar .

Ummi bir cahilin başına bu kadar insan toplanmış” diyorlardı. Hatta ilimden biraz nasibi olanlar da, bu gibi sözleri söylemeye başlamıştı. Bunun üzerine beldenin müftüsü, Terzi Baba’yı imtihan için davet etti. Maksadı ise, Terzi Baba sorulan suallere cevap veremeyince, cehaletini anlayıp, insanları irşad, yol gösterme davasından vazgeçmesini sağlamaktı. Terzi Baba hazretleri, Müftü Efendi’nin davetini kabul edip gitti. Orada büyük bir ilim meclisinin toplandığını gördü. Müftü Efendi’ye kendisini niçin davet ettiğini sorduğunda, müftü efendi ona: ” Biz seni imtihan için davet ettik. Hakkınızda birçok dedikodu yapılıyor. Buna son vermek lazım geldi. Şimdi bazı sualler soracağız. Siz cevap vereceksiniz” dedi. Bir çok sualler sordu. Terzi Baba hazretleri büyük bir hakikati ortaya çıkarmak için sorulan bir suale: “Allahü Teala’nın, bu ahirde yaşayanlara göre yedi, diğer beldelere göre sekiz tane sıfatı-ı subutiyesi vardır. Bu beldeye göre Allahü Teala’nın Subutî sıfatları şunlardır: ilim, Semi, Basar, irade. Hayat, Kelam ve Tekvîn. Bu şehre göre Allahü Teala’nın Kudret sıfatı yoktur. Çünkü bu şehir insanları Allahü Teala’nın “Kudret” sıfatını inkar etmektedirler. Eğer bu şehrin insanları Allahü Teala’nın “Kudret” sıfatına inansalardı, Allahü Teala bir ümmî kulunda, insanlara doğru yolu gösterme kabiliyetini yaratmaya kadirdir, derlerdi” cevabını verir vermez, orada bulunanlar, Terzi Baba’nm ilm-i ledünnîye sahip, kamil bir zat olduğuna kanaat getirip, ellerine kapanarak af dilediler. Ona gereken ikram ve hürmeti gösterdiler.

Terzi Baba hazretlerinin eserleri
Terzi Baba hazretlerinin yetiştirdiği talebeler arasında, Hafız Rüşdü Efendi, Hacı Mustafa Fehmi, Leblebici Baba vardır. Terzi Baba hazretleri, ilahî aşk île dolu adeta ikinci bir Yunus Emre’dir. Tasavvufun hakîkatlerine dair manzumelerinin yer aldığı, Miftahu’l-Kenz isminde bir eseri çok meşhurdur. Yine takrirlerinin yer aldığı Sıfat-ı Subutiyye isimli eseri de vardır.

Vefatı
Terzi Baba hazretleri, 1847 (H. 1264) senesinde Erzincan’da vefat etti. Dergahının olduğu yere defnedildi. Bugün burası Terzi Baba Mezarlığı diye anılmakta, türbesi mezarlığın ortasında bulunmaktadır.

Kaynak
Hüseyin Vassaf , Sefine-i Evliya , Kitabevi yayınları , 2013
Bursalı Mehmet Tahir Efendi , Osmanlı Müellifleri
Ömer Faruk Yılmaz , Bütün Menkıbeleriyle İstanbul ve Anadolu Evliyaları , İpek Yayın dağıtım.

Hayran Efendi

Hayran Efendi Türbesi ; Kastamonu – Gökdere caddesi üzerindeki hazirede.

Gökdere caddesi üzerindeki yıkılmış olan Hacı Kürük camii ile aynı yerde bulunan hazirede 7 adet kabir vardır. Mezar şahideleri tamirler esnasında yıpranmış ve yazılar okunamayacak duruma gelmiştir. Bu yüzden kime ait oldukları belli değildir. Sadece kıble tarafından dördüncü mezarın şahidesinde 1125/1713 tarihi okunabilmektedir. Duvarın kıble tarafında ise camide imamet görevi yaptıkları zannedilen 1282 ve 1295 tarihlerinde vefat etmiş Erzurumlu Seyyid Ahmet ve iskilipli Gazi Ahmet Ağa’nın mezarları vardır. Hayran Efendi’nin kabir taşı ise ne yazık ki yoktur. Halk tarafından Hayran Efendi Türbesi olarak bilinip fatihalar okunmaktadır.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi

Hacı Hamza Türbesi

Hacı Hamza Türbesi ; Kastamonu – Şeyh Şaban Veli hazretlerinin kabrinin hemen arkasında yer alan Kerpiçlik sokağında.

Kerpiçlik sokağı’ndaki yıkılmış Hacı Hamza camii’nin bahçesinde kabri bulunan Hacı Hamza Efendi’nin hayatı ile ilgili bir bilgiye ulaşamadık. Kabrinin bulunduğu yerde üç adet kabir var. Mezar şahidesi yıpranmış olduğu için vefat tarihi tespit edilemiyor. Okunabilen kısmında Sakioğlu derviş Ahmet Ağa adında birisi medfundur.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi

Hacı Dede

Hacı Dede Türbesi ; Kastamonu – Beyçelebi mahallesi Hacı dede sokaktaki Hacı Dede camii yanındadır.

Şeyh Hacı Dede ; Şeyh Şaban-ı Veli hazretlerinin halifelerindendir. Şabaniye Silsilenamelerinde Hazreti Pir’in bizzat kendisinden icazetli şeyhler arasında gösterilmektedir. Menakıbname-i Şeyh Şaban-ı Veli’de Ömer Fuadi , Şeyh Hacı Dede’den bahisle, ona da başvurduğunu anlatır. Abdülbâki Efendi’ye o sırada İskilip’te olması sebebiyle ulaşamayan Fuâdi, içinde gitgide artan aşk ateşine daha fazla sabredemez. Bunun üzerine Şeyh Şa’bân-ı Veli’nin halifelerinden meşhur Hacı Dede’ye halini arz eder. O da bu durumun kısa sürede halledilemeyeceğini, zamana ve tedrice ihtiyaç olduğunu, Allah’tan başka her şeyi terk ederek tarikata girmesini ve böylece mücahede ile hâlinin düzeleceğini ifade eder. Ömer Fuadi, bu sırada duyduğu heyecan ve çektiği ıstırapla Hacı Dede’den derhal irşad niyaz etmektedir.

Şeyh Hacı dede’nin hayatı hakkında ne yazık ki başka bir bilgiye ulaşamadık . Kendisinden sonra kimin postnişin olduğu da malum değildir. Bir süre görevde bulunan ve 1125/1713 tarihinde vefat eden Şeyh Mahmut Efendi’ nin yerine şeyhlik ve imamet görevi oğulları Mehmet ve Mustafa efendilere tevcih edilmiştir. Kırk üç sene kadar görevde kalan Mehmet Efendi’nin vefatı üzerine 1168/1754 tarihli buyrultuyla seccadeye oğulları Abdullah ve Mustafa efendiler getirilmiştir. Son iki zatın vefatından sonra tekke uzun bir süre muattal kalmış ve 1220/1805 tarihli buyrultuyla Nakşibendî Şeyhi Hacı Hafız Ahmet bin Mustafa Efendi Şeyhlik makamına atanmış ve dergah, Nakşî dergahı olmuştur. Daha sonra bir süre görev ifa eden Güdüloğlu Hafız Hüseyin Efendi görevden çekilmiş ve yerine, yapılan sınavda başarılı olan Mehmet Sadık Efendi atanmıştır.

Adıgeçen zevattan hangilerinin türbede medfün ve sandukaların kime ait olduğu malum değildir. Yalnız türbede asılı bir levhada bunlardan birisinin Benli Sultan’ın oğlu olduğu yazılıdır.

1591 tarihlerinde yapılmış olduğu tahmin edilen Hacı dede mescidi yanmış, yerine bugünkü mescit 1850 yılında yapılmıştır. Döşeme ve tavanı ahşap, mihrap ve minberi basittir. Türbe 1971 yılında restore edilmiştir. Caminin dikkat çeken bir özelliği, duvarlarının tavanla bitişen üst kısımlarının içeriye kavisli olmasıdır. Bu özellik Hz. Pir Camii’nde de mevcuttur. En son 1971 yılında cemaat tarafından tamir edilmiş, bitişiğindeki türbe ile cami avlusunun zemini betonla yenilenmiş ve avluya abdest alma yeri, tuvalet yapılmıştır. Doğu bitişiğindeki kapıdan türbeye geçilmektedir. Bölge halkı tarafından sık sık ziyaret edilmektedir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,

Abdülfettah Veli

Abdülfettah Veli  hazretlerinin türbesi ; Kastamonu merkez’de yer alan Yılanlı camii içerisinde

Abdülfettah-ı Veli (k.s.), Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin torunudur. Babasının adına izafeten Abdülazizzade nisbesiyle anılan kola mensuptur. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivindeki 203/706 esas nolu şahsiyet kaydına göre Pervane Ali bin Süleyman tarafından inşa edilen şifahane bünyesindeki camiin şeyhlik,imamet ve hitabet vazifeleri kendisine tevdi edilmiş ve bu vazifeler tevarüs yoluyla ahfadına (torunlanna) intikal etmiştir. Yılanlı Dergahı olarak bilinen yapı Selçuklu döneminin önemli eserlerindendir. 1837 senesinde çıkan yangında yanmıştır. Eserden geriye sadece camiinin girişinde yer alan inşa kitabesi kalmıştır.

Tekke ve zaviyelerin kapanmasına kadar burası kadirî dergahı olarak da irşat merkezi hususiyetini muhafaza etmiştir. Son Şeyh Necip Efendi zamanında dergahta fakirlere, yolculara ve misafirlere yemekler verildiği, mevlit kandillerinde de halka ikramlarda bulunulduğu ve bu hizmetler karşılığında dergahın aylık beşyüz kuruş tahsisatı olduğu bilinmektedir.

Dergaha Yılanlı denilmesinin sebebi ise rivayete göre şöyle ; Abdülfettah Veli hazretleri , Kastamonu ya geldiğinde belde halkından cami yapmak için yer talep etti. Onlar da,’Şurada cinlerin zabtettiği bir yer vardır. Eğer ona razı olursanız veririz’ dediler. Razı olup o mahalde bir mabet yapmaya başladı. Bir gün gördüler ki, büyük bir yılan hankahın kapısına çöreklenmiş. (Abdülfettah Efendi) Keşfiyle bunun yılan suretinde bir cin olduğunu bildiler ve eliyle meshedince Allahın kudretiyle taş oldu. Bir müddet geçtikten sonra bir ejder zuhur etti. Onun da cin taifesinden olduğunu anlayınca aynı şekilde meshetti ve o da tasa çevrildi. Bu hadiselerden sonra cinlerin tasallutundan kurtuldu. Ejderli taşı camiye sütun olarak kullandı ve diğer taşı da başka bir yerde muhafaza etti.Hatta bu bilgilerden başka halk arasında Abdülfettah Hazretlerinin buradaki yılanları toplayarak bir bohça ile şehrin üst tarafındaki Kaybılar deresine attığı ve yılanların kendisine itaat ettiği de anlatılmaktadır.
Abdülfettah-ı Veli hakkında daha etraflı bilgiler veren Seydişehirli Şeyh Şerafeddin Efendi 1329/1911 tarihinde Kastamonu’yu ziyaretleri esnasında şu bilgileri kaydettirmiştir: “Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin Anadoluda birçok torunu medfundur, birisi Bursa’da Ahmed el Kebir, ikisi İstanbul’da Arpacı Camiinde Musa el Hadi ve Abdül Hadi, birisi de Sinop’ta Medfun olan Salih el Geylani’dir. Kastamonu Yılanlı Dergahında medfun olan Abdülfettah adındaki zat da Geylani Hazretlerinin halifelerinden ve cariyeden gelme torunlarındandır. Büyükler arasında sayılan Abdülfettah’lardan biri de bu zattır. Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin torunları dokuzdur. Bu torunlanndan biri de Kastamonu’daki Abdülfettah Hazretleridir. Evladının oraya buraya dağılmalarının sebebi zamanlarındaki padişahın zulüm ve düşmanlığıdır.Abdülfettah Hazretleri de aynı sebepten dolayi bin kişi île birlikte Bağdat’tan buraya hicret etmişlerdi. Medfun oldukları yerde civarında bulunanlar da büyüklerdendir. Nitekim Kabr-i Şerîfin üzerinde bulunan malumattan anlaşıldığı üzere etrafında yatan zevattan ikisi hariç diğerlerinin tümü çocukları ve torunlarıdır.

Abdülfettah Veli hazretlerinin türbesi Yılanlı Camii’nin içerisindedir. Camiden ve kuzey tarafından açılan iki kapısı vardır. Duvarları harçla moloz taşından yapılmış, çatışı ahşap, üzeri kiremitlidir. Dikdörtgen planlı olan bina doğu-batı istikametinde uzanmaktadır.

Döşemesi beton olan binanın kıble duvarında bir mihrap hücresi vardır. 1133 Tarihli Şer’iye Sicilinden ilk binanın kubbeli olduğu ve harap olan kubbesinin aynı tarihte Yusuf Paşa’nın vakfettiği meblağdan tamir edildiği anlaşılmaktadır.

İçinde büyüklü küçüklü 25 adet ahşap sanduka bulunmaktadır. Mihrabın hemen önünde ve cami tarafında bulunan, diğerlerinden daha büyük ve yüksekçe yapılmış olan, bakır mahfaza içindeki sanduka Abdülfettah-ı Velî hazretlerine aittir. Adı geçen şer’iye siciline göre sandukalardan birisi Süleyman Efendi isimli bir zata,bir diğeri de türbeye ikiyüz kuruş vakfetmiş olan Kayseri valiliğinden emekli Yusuf Paşa’ya aittir.

Kaynak
Abdülkadir Geylani ve Kadirilik , Adalet Çakır , İsam.
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Kastamonu Evliyaları – Abdulhalim Durma
Lalegül Dergisi , Kasım 2015 sayısı

Abdürrezzak Efendi

Abdürrezzak Efendi Türbesi ; Kastamonu – İsfendiyar mahallesindeki Abdürrezzak Efendi camii içerisinde

Abdürrezzak Efendi hakkındaki bilgiler çok azdır. Ancak türbesindeki mezarın baş şahidesinde ”intekalen merhum el mağfur es-Said eş-şehid hoca veli bin Osman”, ayak şahidesinde ise,tarih şehr-i recep 918yazılıdır. Bu yazıya göre, Osman oğlu Hoca Veli, 1512 yılında vefat etmiştir.

Bu zatın tefsir ve hadis alanında müderris derecesinde alim olduğu hatta Şeyh Şaban-ı Veli’ye icazet verdiği anlatılır. Bu vesile ile halk arasında Şeyh Şaban Veli’nin hocası olarak bilinir. Bu zatın tayy-ı zaman ve tayy-ı mekan gibi kerametleri bulunduğu; kendisinin heybetli bir zat olduğu ve türbenin bulunduğu yerde bu dehşet ve heybetin hissedildiği anlatılır.

Türbenin bu isimle anılmasına bir başka sebep de binayı inşa ettiren veya yardımlarda bulunan Abdürrezzak isimli bir hayır sahibi olabilir. Kastamonu’da bu isimde birkaç paşa ve hayır sahibi vardır. Ancak bunlarla türbe arasında münasebet kurulması mümkün olmamaktadır.

Türbede iki mezar vardır.Kapıdan girince sağdaki mezar Recep bin Turani isimli zata, diğeri Abdurrezzak Efendi’ye aittir. Kerpiç malzeme ile yapılmış olan türbe iç alanı, 3.80X7.20 m. ebadında, dikdörtgen şekilli olup cami boyunca uzanmaktadır. Hem kuzeyden hem de cami tarafından açılan iki kapısı vardır. Döşemesi beton, tavanı ahşap ve kiremitle örtülüdür.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,

Deveci Sultan

Deveci Sultan türbesi ; Kastamonu – Deveciler mahallesindeki Deveci camii içerisindeki türbesinde

Deveci Sultan olarak bilinen zatın asıl adı Horasanlı Yusuf’tur. Hacc’a gitmek üzere kendisine tabi yüz kişi ile beraber yola çıkıp Erzincan’a vardıklarında gece rüyasında Peygamber Efendimizi görür. Peygamberimiz kendisine Kastamonu beldesinin fethi için mücadele eden orduya katılmasını emrederek bu gazanın yetmiş bin hacdan daha efdal olduğunu söyler. Ne suretle hareket edeceğini bilemeyen Yusuf Efendi tereddüt içinde kalınca yedi gece aynı rüyayı görür. Bunun üzerine hac seferine ayırdığı paralarıyla bir çok at katır ve deve satın alarak Kastamonu’ya hareket ederler. Horasan’da iken kendisine Kabe ve Mescit-i Nebevi’ye sarf edilmek üzere bol miktarda para verilmiştir. Bu para ile de bir çok deve satın alırlar. Bu develeri Kastamonu’nun etrafında bizzat güttükleri için ‘Deveci Sultan’ lakabı ile anılır.

Altı ay sonra Atabey Gazi de Kastamonu’ya ordusu ile vasıl olur. Yusuf Efendi develerin tamamını gazilere taksim eder. Bu sırada yine rüya yolu ile Haddad Endülüsi Hz.leriyle görüşerek kendisinden demirden harp aletleri yapmasını öğrenir. Bu ve benzeri hususlarda Yusuf el Horasani Atabey Gazi’ye yardımcı olarak fethin gerçekleşmesinde müessir olmuştur. Fetihten sonra Atabey Gazi tarafından devlet hazinesine reis ve nazır tayin edilir. Hazinenin başına geçirildiği halde, bu kasadan sadece tuz, ekmek ve sirkeden başka bir şey almaz. Bir ekmeğin dörtte biri ve biraz tuz, onun bir günlük yiyecekleridir. Kendileri ehl-i keşif ve ashab-ı velayettendir. Bu bilgiler türbesindeki sandukasının başında yazılı olan şairi ve tarihi belirsiz bir şiirde tekrarlanmaktadır.

Türbesi bir zamanlar kendi isminden mülhem Deveciler diye anılan mahallenin aynı isimli sokağında bulunan Deveciler Camii’nin harimi dahilindedir. Tavanı cami ile ortak olan türbenin döşemesi tahta olup, sandukaların görünebileceği bölüm camlarla kaplanmıştır. İçinde 12 adet ahşap sanduka vardır. Makbereler toprakta olup sandukalar işaret için konulmuş ve üzerleri yeşil örtülerle örtülmüştür. Bunlardan diğerlerine göre daha gösterişli olanı Deveci Sultan’a aittir. Diğer sandukalardan birisi Kastamonu mutasavvıflarından Nakipzade Hacı Kadem Efendi’ye, bir diğeri Elyakut Hoca’ya, birisi de Miralay Mehmet Ali Bey’e aittir. Diğerlerinin kime ait olduğu
bilinmemektedir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,

Karanlık Evliya

Karanlık Evliya türbesi ; Kastamonu Yavuz Selim mahallesi Karanlık evliya sokaktadır. Hepkebirler camii’nin arka sokağında.

Burada medfun bulunan zatın veya kişilerin kim olduğu bilinmiyor. Fakat Selçuklu mimarî geleneğinde yapılmış bulunan bu tip türbelerin hükümdarlar için inşa edildiği bilinmektedir. Buna göre türbenin, Çobanoğulları hükümdarlarından birisi için inşa ettirilmiş olması muhtemeldir. Ne yazık ki hiç bir yerinde kitabe veya işaret bulunmamaktadır. Hakkında belge de bulunamadığından kimin adına inşa edildiği meçhuldür. Bilinen bir şey varsa o da türbenin, beldenin en kadim türbelerinden birisi olduğudur.

Bununla birlikte, menkıbe türbede yatan zatı devlet adamı olmaktan çok bir evliya olarak kabul eder. Rivayete göre, hayattayken kalabalık içine karışmayan ve yüzünü kimseye göstermeyen bu kişinin Cuma günleri namaz kıldıracağı zaman da camiye yüzünde siyah bir örtü ile gelip, namazı öyle kıldırdığı anlatılır. İşte yüzündeki o siyah örtüden dolayı kendisine Karanlık Evliya denildiğine inanılmaktadır. İsimle ilgili bir başka inanış da türbenin taş yapısının siyahlaşmış oluşundandır. Çevre sakinlerinin söylediklerine göre, türbe zamanında bir yangın geçirir. Yapı taş bina olduğu için türbe yanmaz ama taşları alevlerden dolayı kararır. Bu sebeple, burada yatan evliyaya Karanlık Evliya denmiştir. Bir başka anlayışa göre de ışık alacak penceresi olmadığı için içerisinin karanlık olmasından dolayı bu ismin türbeye verilmiş olduğudur . Hakkında yazılı kaynaklarda bilgi bulunmayan evliyanın mahalle halkını her türlü kötülükten koruduğuna inanılmaktadır.

Türbe ; Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının akabinde avlusunda bulunduğu ev ile beraber Aşçı Ragıp Usta adındaki sahsa satılmış ise de daha sonra çevresi istimlak edilerek açığa çıkarılmış ve yanında bulunan mescit ile beraber restore edilmiştir.

Bina, kesme taştan sekiz köşeli ve iki katlı olarak yapılmıştır. Üzerinde koni biçiminde çatısı vardır. Sandukanın yer aldığı alt kata, doğu taraftan 80 cm. eni ve 100 cm. yüksekliği bulunan küçük bir kapıdan girilmektedir. Işık alacak penceresi de bulunmadığı için içerisi karanlıktır. Bu yüzden “Karanlık Evliya” adı ile bilindiği tahmin edilir. Kapı üzerinde 100 cm. uzunluğunda bir tonoz bulunmaktadır. 3.5×3.5 Metre ebadındaki bu bölümün döşemesi tahtadır. Tavanı enli tuğlalardan yapılmış basık bir kubbe ile örtülüdür. Ortasında bir adet tahta sanduka vardır. Bu sandukanın içinde sonradan bir araya toplandığı tahmin edilen birkaç kişiye ait iskeletler bulunmaktadır. Üst katın duvarları da aynı şekilde sekiz köşe üzerinde yükselmektedir. Doğudan açılan kapının üzerinde kemerli bir hücre bulunmaktadır. Kapı süveteri aynı zamanda hücre kemerine ayak vazifesi görmektedir. Boş olan bu katın üzeri tuğladan sivri bir kubbe ile örtülüdür.Bu sivri kubbe aynı zamanda binanın çatısını teşkil etmektedir.

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1966 yılında, 1975-1977 yılları arasında, 1979’da ve 1981’de olmak üzere çeşitli kereler onarılmış; bu sırada merdiven basamakları ile taş kaplamaları yenilenmiştir. Gerek mimari ve gerekse kıymeti bakımından son derece önemli olan türbe ; Yerli yabancı ziyaretciler tarafından ziyaret edilip fatihalar okunmaktadır.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,