Samur Dede

Samur Dede‘nin kabri ; Kastamonu – Merkez’de Hepkebirler camii haziresinde.

Hepkebirler camii haziresinde bulunan Samur Dede’nin hayatı ile ilgili herhangi bir bilgiye rastalayamadık. Bununla birlikte çevresi bir hazire olan cami ve türbede medfun bulunan şahısların hepsinin de büyük insanlar olduğu kabul edildiği için cami ve türbe Hepkebirler adıyla bilinir. Allah sırrını takdir eylesin…

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,

Bandırmalı Tatlıcı Ali Efendi

Bandırmalı Tatlıcı Ali Efendi‘nin kabri şerifi ; Balıkesir – Bandırma ‘da Tekke camii haziresinde Ali rıza Bezzaz hazretlerinin yanında

1331 (1913 veya 1914) Üsküp’te doğmuş, küçük yaşta Bandırma’ya yerleşmiş gönül ehli bir insandı Ali Öztaylan Efendi, yakınlarının deyimiyle Tatlıcı Ali Ağabey. Zâhirî tahsil îtibâriyle ilkokul mezunu. Bandırma’da kurduğu tatlıcı dükkanı ile geçimini temin etmiş. Ancak gençliğinde vakit buldukça İstanbul’a gidip zamanın önde gelen ilim, sanat ve tasavvuf erbâbı ile tanışmış, sohbetlerinden istifâde edip feyz almıştır. Tâhirü’l-Mevlevî’nin Mesnevî sohbetlerine iştirâk etmiş, kendisiyle dost olmuş, hattâ Tâhirü’l-Mevlevî Divan’ının ikinci cildinden bir nüsha kendisine hediye ederken iç kapağa Ali Efendi için şu ithaf şiirini yazmıştır:

Sene 1949; bir müslüman Sütevi sahibi Ali Öztaylan:

Sana sâlık verdim ey din kardeşi,
Hakîkat ali’nin bulunmaz eşi,
Allah ve Rasûlü’ne sâdık bir bende,
Onların aşkıyla vücûdu zinde,
Fazîlet severlik olmuştur yolu,
Hulâsa Allah’ın sâfî bir kulu,
Benim de mânevî evlâdımdır o,
Bâis-i sürûr-i fuâdımdır o,
Olsun diyerek bir tuhfe-i edeb,
Yazdırdı birinci Dîvân’ımı hep,
İstedi yazdırmak ikinciyi de,
Şu nüsha o yüzden geldi vücûde,
Allah salâhını müzdâd eylesin,
Kalbini nur ile âbâd eylesin,
Benden ona karşı şükrân-ı duâ,
Kabul eyler elbet Cenâb-ı Hüdâ,
Duâsı böyledir Tâhir Olgun’un,
Allah onu dâim eylesin memnûn.

Ali Efendi gençliğinde Nakşbendî meşâyıhından Ali Haydar Efendi’ye intisap ile mürîdi olmuş. Kendi ifâdesine göre, Ali Haydar Efendi bir defasında Ali Efendi’ye: Oğlum, Tâhiru’l-Mevlevî sizin için Divan’ında bir şiir yazmış, şiirde isminiz de geçiyor, o Divan şu raftaki kitap olsa gerek, verir misiniz? deyince Tatlıcı Ali Efendi bir taraftan raftaki kitabı alırken bir taraftan da: Acaba efendi hazretleri hem Nakşî hem Mevlevî meşreb olunur mu? diyerek beni azarlayacak mı, diye endişe etmiş. Ancak Ali Haydar Efendi kitaptaki o şiiri bulup okuduktan sonra: Tâhirü’l-Mevlevî benim hapis arkadaşımdır. (İskilipli Âtıf Efendi’nin şapka muhâkemesi döneminde aynı hücrede kalmışlar). Çok kıymetli, muhterem bir insandır. Böyle bir zâtın muhabbetini kazanmış olmanız büyük bir saadettir, diyerek iltifat etmiştir.

Ali Haydar Efendi’nin vefâtından sonra şeyhinin mânevî işâretiyle Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Efendi’ye intisap eden Ali Efendi Prof. Süheyl Ünver, Sâmiha Ayverdi, Hasan Basri Çantay ve Neyzen Tevfik’in de husûsî dostu olmuştur. Neyzen Tevfik, bir gün Prof. Dr. Fuad Köprülü gibi seçkin ilim adamlarının da bulunduğu bir mecliste mûsikî ve ney hakkında uzun ve ilmî bir sohbet yapıp ney üfledikten sonra: Bu benim son ney üfleyişim, demiş, ardından Ali Efendi’ye: Benim cenâze namazımı sen kıldıracaksın, diye vasiyet etmiştir. Ali Efendi: Benim tahsilim yok, dediyse de kabul ettirememiş. Bir hafta kadar sonra da vefât etmiş ve cenazesini Ali Efendi kıldırmış.

Ali Efendi, kendi anlattığına göre, gençliğinde insanları irşâd edebilmek, onlarla diyalog kurabilmek için bâzen meyhânelere gider, orada ayran içer ve insanlarla konuşurmuş. Şöyle anlatıyor: Dükkanımızda tatlı ve pasta sattığımız için akşam geç saate kadar çalışır, sonra dükkan temizliği yapıp eve giderdik. Yolda meyhanelerin bol olduğu sokağa uğrar, o geç saatte sarhoş olup kalan var mı diye bakardık. O saate kadar meyhanede kalan kişi ya faturayı ödeyecek parası olmadığı için meyhaneciden korkan, ya da evdeki hanımından fırça yiyeceğini düşünüp korkan kişidir. Biz bunların borcunu öderdik. Ancak adam ayakta zor durduğu için bir fayton çevirir, faytoncuya onu evine götürmesini söyleyip yol parasını verirdik. Ayrıca sarhoş olan adama bizim dükkandan bir paket höşmerim tatlısı sarıp verir: “Bunu hanımına ver de sana kızmasın” derdik.

Ali Efendi’nin insanlara karşı olan bu şefkat, merhamet ve hoşgörüsü meyvelerini vermiş, onun bu olgun tavrından etkilenen bazı kimseler içkiyi zamanla bırakıp doğru yolu bulmuşlardır. Bir defasında telefon numarasını yanlış çevirip Ali Efendi’nin tatlıcı dükkanını ticari taksi durağı zannederek bir taksi isteyen kişiye Ali Efendi’nin “yanlış numara” demek yerine “pekiyi efendim, hemen taksiniz geliyor, adresinizi alayım” dediği, bir taksi bularak adrese gönderdiği, ücretini de kendisinin ödediği anlatılır.

Ali Efendi dînî bayramlarda ve kandil gecelerinde umumhâneleri (genelevleri) ziyâret eder, oradaki kadınlara hediyeler götürürmüş. Günah işleyen kişi İslâmiyet’ten çıkmış olmaz, sadece günahkâr müslüman olur. Ali Efendi o kadınlara önce insan olarak değer verir, sonra dînî bir kandil ya da bayram vesilesiyle hediye vererek gönüllerindeki İslâm nûrunu tekrar hatırlatmaya çalışırdı. Oradaki kadınların hiç birinin hayatından memnun olmadığını ve kalplerinin mahzûn olduğunu söylerdi. Bandırmalı Tatlıcı Ali Efendi günahkâr müslümanlara ve hattâ müslüman olmayan insanlara hoşgörüyle bakar, onların âhir-i ömürlerinde tevbe edip sâlih bir insan olarak âhirete göçebileceklerini düşünürdü. Ancak İslâmiyete düşman olanlara karşı müsâmahası yoktu.

Tek parti döneminde büyük sıkıntılar görmüş Ali Efendi. Tatlıcı dükkanında Fâtih Sultan Mehmed’in resmi ve besmele, hilye gibi levhalar bulundurduğu için “Osmanlı muhibbi” olmakla, “harf inkılâbına muhâlefet etmekle” suçlanmış. Evi uzun süre gözetim altında tutulmuş, sabah namazına kalkıp evinde lambayı yakınca niçin lambayı yaktığı sorulmuş, kendi evinde sabah namazı kıldığı için azarlanmış, o da “çocuğum hasta idi, ona ilaç vermek için lambayı yaktım”, demek zorunda kalmıştır. Evindeki dînî kitaplara, özellikle Osmanlıca eserlerin çoğuna, yapılan baskınlarda el konmuş ve bir daha iâde edilmemiştir.

Anlattığına göre, Behçet Kemal Çağlar konferansta bir konuşma yapmak için Bandırma’ya geldiğinde Ali Efendi’nin dükkanındaki Osmanlı’ya dâir resim ve bazı hat yazılarını görünce: Buranın sâhibi Osmanlı hayrânı gâlibâ, şununla bir tanışalım, demiş. Ali efendi’nin evine telefon açılmış ve Behçet Kemal’in bir grup muallim arkadaşıyla ziyârete gelmek istediği söylenmiş. ali Efendi bir saat sonra gelebileceklerini söylemiş. Ancak içinde bazı endişeler de varmış. Gusül abdesti alıp beklemeye başlamış. Misâfirler gelip izzet ikrâm yapılmış. ali
Efendinin endişe ettiği gibi hakâretâmîz sözler de sarfedilmemiş, sohbete saygılı bir üslup hâkimmiş. Derken ali
Efendi: Behçet Kemal Bey! Fakîr, ilk mektebi zor bitirmiş tahsili nâkıs bir insanım. Ancak zât-ı âlînizin birkaç şiiri hâfızamdadır. Onuncu yıl marşı isimli bir şiirinizde “On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan” diyorsunuz. Bu ifâdeyi keşke yarattık değil de yetiştirdik deseydiniz. Yaratmak Allah’a mahsustur. Bu sözünüz gayretullaha dokunabilir, demiş. Behçet Kemal: Bu mevzûyu kapatalım, demiş, ancak bu cümleyi yaklaşık on kez tekrarlamış ve yarı cinnet hâlinde yere yuvarlanmış. Yere çarpmanın tesiriyle ağzından burnundan kanlar gelmiş. Arkadaşları onu götürmüşler. Ancak bu yarı cinnet hâli geçmemiş ve on gün kadar sonra ölmüş.

Ali Efendi, Menderes’in Demokrat Partisi’nin iktidar olduğu dönemde Ankara’ya gidip bir hafta orada kalmış, nazı geçen siyâsîlere ricâlarda bulunmuş ve Mezarlıklar Kânunu’nun çıkmasını sağlamıştır. Zîrâ bu kânun çıkmadan önce Osmanlı yâdigârı kitâbeleri olan, ilim, târih ve sanat değeri olan mezar taşları kırılıp ufalanarak mıcır yapılıyormuş. Bu kânunun çıkmasından sonra Merkez Efendi, Sümbül Efendi gibi birçok meşâyıhın rûhâniyetinin âlem-i mânâda gelerek kendisini tebrîk ettiklerini söylerdi ali Efendi.

Ali Efendi’nin en çok sevdiği kişilerden biri Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi tasavvuf hocası merhûm Yrd. Doç. Dr. Selçuk Eraydın idi. “Selçuk vefât edince sanki vücudumun yarısı öldü” derdi. Selçuk bey İstanbul’da bir kandil akşamı vaazdan dönerken trafik kazası geçirip hayatını kaybedince aynı anda Bandırma’da evinde bulunan ali Efendi “Selçuk şehid oldu” diye mânen bir ses duyduğunu, bundan bir saat sonra telefonla Selçuk beyin kızının arayıp babasının vefâtını haber verdiğini anlatırdı.

Ali Efendi torunu yaşındaki insanların elini öper, son yıllarında yaşlı ve ayakları rahatsız olmasına rağmen değneklere dayanarak bütün misâfirlerini kapıya kadar bizzat uğurlardı. Sohbetlerine nezâket ve tatlı bir Osmanlı üslûbu hâkimdi. Uyduruk Türkçe kelimeler kullanmazdı. Bütün hareketlerinde edeb ve kibarlık vardı. Tam bir Osmanlı efendisi idi.

Ve bu Osmanlı efendisi 4 Ağustos 2008 Pazartesi günü Hakk’ın rahmetine kavuştu. Özellikle Selçuk beyden bahsederken “Dostlarımın çoğu öbür âleme gitti, bedenim artık bana ağır geliyor” derdi. Şimdi Mevlâsına, dostlarına ve Selçuk beyine kavuştu. 6 Ağustos 2008 günü Bandırma’daki Tekke Câmii avlusunda bulunan hazîreye defnedildi. Mekânı Cennet olsun! Rûhu için el-Fâtiha.

Kur’ân-I Kerim Sayfaları Yollarda Uçuşuyordu

Altınoluk Dergisinin 148. sayısında Merhum Ali Öztaylan Efendi ile “Her Şeyi Latif Görmeli” başlığıyla bir mülakat yayınlanmıştı. Bir gönül insanının, zengin hatıralarıyla dolu tadına doyulmaz mülakat o günlerde oldukça ilgi görmüştü. 1998 yılının Haziran ayında yayınlanan o sobbetten kısa bazı bölümleri yeniden sunuyoruz. Bu vesileyle Mermuh ali Öztaylan Efendi için fatihalar okuyor, fatihalar temenni ediyoruz.

* Çocuk yaşlarından itibaren kitaplara ve okumaya karşı derin bir muhabbetim vardı. Okumak, yazmak, udebâyı, meşâyıhı, şuarâyı tanımayı çok arzulardım. Allah’a hamd olsun dönemimizin pek çok mümtaz şahsiyetlerini tanımayı Rabbim fakire nasip etti. Hakkari’den Şeyh Selim Efendi’den tutun da Edirne’den Ragıp Efendi’ye kadar Kâdirî, Mevlevî, Nakşî bir çok meşâyıhı ve üdebâyı tanıma fırsatı buldum…

* Kur’an-ı Kerim tahsilimi o yasaklı dönemde camide mum ışığında Hoca Zekeriyya Efendiden aldım. Akşamla yatsı namazları arasında gizli gizli bir şeyler öğrenmeye çalışırdık. Hatta bir gün birileri hoca Kur’an öğretiyor diye ihbar etmişler. Tabii bu gibi durumlara karşı sürekli tedbirli olurduk. Ayakkabı giymezdik. Cami içerisinde iki tane büyük dolap vardı. Jandarma camiye baskın yapınca bizler hemen dolap içerisine girdik. Mumları da sakladık. Dolaplara bakmak akıllarına gelmedi de öylece kurtulduk jandarmanın elinden…

* Bir gün İstanbul’da Babiâli yokuşundan İstanbul kütüphanesine gidiyordum. Baktım Kur’an-ı Kerim sayfaları yollarda uçuşuyor, bütün Babıâli yolunu doldurmuş durumda. Arabaların tekerleri altında çiğneniyordu. Gerçekten son derece hazin bir görüntü vardı. Orada iş yeri olan Eşref Bey’e uğradım. Nedir böyle diye ona sordum… Meğer Maarif kütüphanesi sahibi Acem Naci Bey bir Kur’an-ı Kerim neşretmiş, arkasına da dört sayfa elif-ba koydurmuş. Bunu görmüşler daha ciltlenmeden matbaaya baskın düzenlemişler ve bütün Kur’an-ı Kerimlere el koymuşlar. Çöp kamyonlarına doldurup yakmaya götürüyorlarmış, çöp arabalarına yüklenirken rüzgârın etkisiyle Kuran sayfaları yollara dağılmış.

* Her şeyi lâtif görmekte fayda var. Her şeye Muhammedî bir gözle bakacaksın. “Ben ne küfrü teftişe memurum, ne hayrı tespite memurum” diyerek herkese karşı hüsnü zan üzere olmak gerek. Hiç kimse hakkında su-i zanda bulunmamak lâzım. Filanca şahıs şöyle kötü böyle kötü diye konuşmamak lâzım. Ne mâlum beş dakika sonra tüm kötü huylarından kurtulmayacağı.

Kaynak
Altınoluk dergisi 2008 – Eylul, Sayı: 271, Sayfa: 042 Prof. Dr. Necdet Tosun

Osman Hulusi Efendi

Osman Hulusi Efendi’nin kabri şerifi ; Malatya – Darende’de Somuncu Baba Külliyesinde

Son devrin Nakşibendi büyüklerinden olan Es-Seyyid Hacı Osman Hulusi Efendi, 12 Ağustos 1914 tarihinde Darende’nin Hacılar-Şeyhli mahallesinde  dünyaya gelmiştir. Soyu, babası Şeyhzadeoğlu sülalesinden Hasan Feyzi vasıtasıyla 24. kuşaktan neseb-i alîleri olan Somuncu Baba Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’ne, oradan da Hz. Hüseyin (r.a.) vasıtasıyla 36. kuşaktan Hazret-i Muhammed (s.a.v.)’e intikal eder. Bu neseb zincirleri validesi Fatıma Hanım tarafindan da ecdadı olan Taceddin-i Veli Hazretleri’nin vasıtasıyla yine alemlerin Peygamberine ulaşır.

Osman Hulusi Efendi, babasının büyük kardeşi olup genç yaşta vefat etmiş olan Ömer Osman Hulusi Efendi’nin adını almıştır. Bu adı babası vermiş ve büyük kardeşi Ömer Osman Hulusi Efendi’nin hatırasına olan saygıya binaen Osman Hulusi Efendi, babası ve çevresi tarafından “Efendi” adı ya da unvanı ile tanınmıştır.

Kendisinin ifadesine göre, annesi Osman Hulusi Efendi‘ye abdestsiz süt vermemiş ve daimi olarak İslamî bir atmosfer içerisinde yetişmiştir. Babasından aldığı ilk manevi terbiye ve sahip olduğu yüksek seciyelerin etkisi ile daha çocuk denilecek yaşta iken, 1919-1920 senelerinde Darende’ye teşrif eden İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri’nin para mı istersin himmet mi sorusuna karşı, tereddütsüz olarak himmet isterim cevabını vererek manevi olgunluğunu göstermiş ve İsmail Hakkı Toprak Hazretleri’ne intisap etmiştir. Çocuklukta başlayan tasavvufi atmosfer, kamil bir insana intisap etmesi ile onun için tasavvufi seyr-i süluka dönüşmüştür.

Osman Hulusi Efendi, ilk eğitimini babasından aldığı dini bilgilerin yanında, çocukluğunun geçtiği Şeyhli mahallesindeki camiin medresesine devam ederek almış, daha sonra Dutluk Sıbyan Mektebi’ne devam etmiştir. Bu sıralarda babası Hatip Hasan Feyzi Efendi ile birlikte yazları Hacılar’da, kışları ise Zaviye mahallesindeki evlerinde ikamet etmekte idiler. Ancak bir süre sonra daimi olarak Zaviye mahallesinde kalmaya başlamışlardır. Bu tarihten bir süre sonra, yeni alfabe kabul edilmiş ve 1923 yılında Darende’de Cumhuriyet ilkokulu açılmıştı. Bu okuta devam eden Osman Hulusi Efendi, 1928-1929 eğitim-öğretim yılında iyi derece ile okulu tamamlamıştır.

Ne var ki yokluk zamanlarında öğrenimine devam edemeyen Hulusi Efendi, babası tarafından gençliğinin en verimli yıllarında sanatkarlığa gönderilmiştir. Yine babasının teşviki ve kendi çabaları île eserlerinde en güzel bir şekilde kullanacak derecede Edebiyat, Farsça ve Arapça bilgisini ilerletmiştir. Bu arada geçimini sağlamak üzere ciltcilik, şirazelik, marangozluk, matbaacılık, dizgi, baskı, oymacılık ve mühür kazma işleri ile meşgul olmuştur. Bu sayede kendi kitaplannın cilt, dizgi ve şirazelerini de kendi elleriyle yapmıştır. Gençliğini gurbette ticaret yaparak geçiren Osman Hulusi Efendi, bir defa Cuma namazını kaçırınca “Beni ibadetime mani olan kazanca muhtaç etme Ya Rabbi” duasında bulunmuş ve ticareti bu nedenle bırakarak memleketine dönmüştür.

1940-1942 (26-28 yaş.) yılları arasında Diyarbakır ve Maraş’ta askerlik vazifesini yerine getiren Osman Hulusi Efendi, Şeyh Hamid Veli camii imam-hatibi olan babasi Seyyid Hasan Feyzi (k.s.) Efendi’nin 1945 yılında vefatı üzerine, Şeyh Hamid Veli Camii’nin boşalan imam-hatibliğine tayin edilmiştir. 1945 yilindan 1953 yılına kadar 8 sene bu vazifeyi fahri olarak yürüten Osman Hulüsî Efendi, bu tarihten itibaren camii şerifin kadrolu imam-hatibi olarak tayin edilmiştir. 1-31 Ekim 1969 tarihleri arasında katıldıkları imam-hatip ve müezzinler tekamül kurşunu Pekiyi derece ile bitirmiştir.

Osman Hulüsî efendi 42 yıl gibi uzun bir müddet ifa ettikten sonra 65 yaşını doldurduğundan dolayı 01.07.1987 tarihinde re’sen emekliliğe sevk edilmesi üzerine görevini mahdumları ve aynı zamanda manevi varisleri olan Hamid Hamideddin Ateş Efendi’ye devretmişlerdir.
Gençliğinde başlayan hizmet zincirleri ömürlerinin sonuna kadar insanlığa hizmetle geçmiştir. Bütün bu amiller ve şartlar kendilerinin kemal şifalının zirvelere çıkmasına vasıta olmuş, rıza, vera ve takva bütün incelikleriyle ta o zaman şahıslarında tekemmül etmiştir. Gençlik yıllarında beldesinin her sorunu ile ilgilenmiş bizatihi kendi gayretleri ile elektrik, su ve yol gibi hizmetlerin yapılmasında üstün gayretler göstermiştir. Keramete fazla önem vermeyen Osman Hulusi Efendi Hazretleri, güzel ahlakı, ilmi, hele ilahi aşkı her şeyin üstünde tutmuşlar, bilhassa ilim sahasında fetvaya muktedir bir seviyeye erişmişler. Verilen vehbi ilimle de bütün ilimlere vakıf olmuşlardır. O “Hüsn-ü ahlak her kemalin fevkindedir” buyurarak bu uhdeyi kendilerine düstur kabul etmişlerdir.
Osman Hulusî Efendi, tasavvuf ve manevi aşkının etkisi ile söylediği şiirleri ile de irşad görevini yerine getirmiştir. Meşhur Divan-ı Hulusi-i Darendevi isimli divanı bu yönüyle önemli bir eserdir. Kerametleri sayılamayacak kadar çoktur. Ancak o keramete ehemmiyet vermeyerek, “Hüsn-ü ahlak her kemalin fevkindedir.” buyurarak bu umdeyi kendilerine düstur kabul etmişlerdir. Güzel ahlakı, ilmi, hele aşkı her şeyin üstünde tutmuşlar, ilme olan merakının ve teşviki ile birçok okullar, kurslar ve kütüphaneler yaptırmış, yirmiyi mütecaviz derneğin başkanlığını yapmış, hizmet sahasında bir insanın düşünemeyeceği kadar geniş ve inanılmaz faaliyetlerde bulunmuşlardır. İradeleri hizmet, sevgi, muhabbet ve insanlığa yardım ve irşad doğrultusunda tecelli etmiştir.

14 Haziran 1990 tarihinde rahmet-i Rahman(c.c)’a kavuşan Osman Hulusi Efendi’nin Kabri şerifi Darende ‘deki Somuncu Baba Külliyesindedir.. ..

Musa Fakih

Musa Fakih Türbesi ; Kastamonu Merkez’de Şeyh Şaban-ı Veli hazretlerinin camisine gelmeden 200 metre önce sağ tarafta yer alan Musa Fakih camii haziresinde.

Musa Fakih , unvanından da anlaşılacağı gibi bir fıkıh alimidir ve Candaroğlulları dönemi ulemasındandır. Kabrinin bulunduğu Musa Fakih camii yerinde bulunan zaviyesinde ; Tekke Şeyhi olup bir hayli şöhrete sahip bulunduğu adına vakfedilen arazilerin çokluğundan anlaşılmaktadır.

II. Bayezid Dönemi Vakıf Tahrir Defterinde kendisinden, İftiharul fukaha (Fıkıh alimlerinin seçkini) diye bahsedilen Muslihiddin Musa Fakih’e, Hüseyin Bey isimli bir hayırsahibi, Araç İlçesi Tavşanlı Köyü’nde arazi vakfetmiş, Candaroğlu İsmail Bey de vakfiyeyi yenilemiştir.

Musa Fakih’in Türbesi Gümüşlüce caddesi üzerindeki Musa Fakih camii haziresindedir.İhata duvarı ile çevrili olan hazîrede 12-13 kadar mezar bulunduğu işaretlerden anlaşılmaktadır. 1900’lü yılların başında burada mîmarî anlamda bir türbenin bulunduğu o zamana ait şehir haritasından; üzeri kabartma motifli lahitlerin var olduğu da bazı kalıntılardan anlaşılmaktadır.

Kıble tarafındaki köşede bulunan ve sadece baş şahidesinin kavuk kısmı kalmış olan mezarın, camiin banisi Musa Fakih’e ait olduğu biliniyor. Sağlam durumda olan tek mezar, “Sertac-ı Etemm” yani kamillerin, olgunlann baştacı olarak nitelenen ve 1198/1783 yılında vefat etmiş olan Hacı Ali Efendiye aittir. Şahide kavuğundan ilmiye sınıfına mensup olduğu anlaşılan Hacı Ali Efendi. 1161/1748 yılında camii tamir ettiren zattır.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,

Kesikbaş Türbesi – Kastamonu

Kesikbaş Türbesi ; Kastamonu – Merkez’de Kesikbaş sokak ile demir sokağın kesişiminde yer alır.

Kastamonu merkez’de Kesikbaş isminde üç tane türbe vardır. Bunlardan Kesikbaş sokak ile demir sokağın kesişiminde yer alan Kesikbaş hazretleri Türbesinde kimin medfun olduğu meçhuldür. Kabir taşı yoktur sadece sarık şeklinde bir işaret taşı vardır. Kabrin etrafı kiremitlerle duvar oluşturulup çevrilmiştir.
Diğer İki Kesikbaş Türbesi ;
1- Aktekke mahallesi , Eski Tosya caddesinden ayrılan Budak Tepesi sokağının köşesinde
2- Merkez’de Şaban-ı Veli camiinin yankınındaki Direk sokağın sonunda yer alır.

Kesikbaş Efendi Türbesi

Kesikbaş Efendi Türbesi ; Kastamonu – Merkez’de Şaban-ı Veli camiinin yankınındaki Direk sokağın sonunda yer alır.

Kastamonu merkez’de Kesikbaş isminde üç tane türbe vardır. Bunlardan Şeyh Şaban-ı Veli hazretlerinin türbesinin yakınındaki direk sokağın sonunda yer alan Kesikbaş efendi Türbesinde kimin medfun olduğu meçhuldür. Kabir taşında latin harflerle Kesikbaş Efendi’nin ruhuna fatiha yazısı vardır. Yalnıza bir kabirden ibarettir üzerinde bir yapı yoktur.
Diğer İki Kesikbaş Türbesi ;
1- Aktekke mahallesi , Eski Tosya caddesinden ayrılan Budak Tepesi sokağının köşesinde
2- Merkez’de Kesikbaş sokak ile demir sokağın kesişiminde.

Kazan Dede

Kazan Dede‘nin kabri ; Şeyh Şaban-ı Veli camiinin giriş kapısının hemen karşısında

Kabri şerifi ; Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli camiinin girişi kapısının hemen karşısında yer alan Kazan dede‘nin hayatı ile ilgili herhangi bir bilgiye ulaşamadık. Kabrinin yanında yer alan levhada şu bilgiler vardı;
” Eskilerden Bir Veli
Sandukanın bulunduğu yerde oturur
Cemaat ve İhvana hitap eder ;
Kazan
İlim Kazan,
İrfan Kazan,
Dünyalık Kazan,
Ahiret Kazan,
Kazanda YE!… ”

İbrahim Nureddin Efendi

İbrahim Nureddin Efendi ; Kastamonu – Merkez’de İsmail Bey Külliyesi avlusundaki hazirede

Kadiriyye şeyhlerinden faziletli bir zat olup ”Cecelizade” şöhretiyle meşhur bir Allah dostudur. 1260 (m. 1844) yılında memleketi olan Kastamonu da vefat ederek, İsfendiyaroğullan’ndan İsmail Bey Camii avlusuna defnedilmiştir. Akaidden “Cecelizade” adıyla bilinen bir manzumesi olduğu gibi, “Şerh-i Vasiyetname-i îmam-ı A’zam“, “Feraidü’l-Lealî fi Şerh-i Esmai’l-Metealî” adlarında basılmış eserleri bulunmaktadır.
Yüce Allah sırrını takdis buyursun.

Kaynak
İstanbul ve Anadolu Evliyaları , Pamuk Yayınları

Hatun Sultan Türbesi

Hatun Sultan Türbesi ;Kastamonu – Merkez’de Kırkçeşme caddesi üzerindeki Şeyh Mustafa Efendi türbesinin hemen arkasında;

Kırkçeşme mahallesi Selçuk sokaktaki Selçuklu Camii’nin önünde bulunan meydanın köşesindeki şahsa ait evin bahçesinde yer alan türbe, kesme ve moloz taştan kare planlı olarak yapılmış olup, tromplu basık bir kubbe ile örtülüdür. İçten içe 5.38X5.38 m. boyutlarındaki türbeye doğusundaki kemerli kapıdan girilmekte, diğer cephelerinde birer pencere bulunmaktadır.

Türbenin doğu tarafındaki 1436 tarihli kitabe vardır; ” Emere biimareti hazihi’t türbeti’ş şerife ismetü’d dünya veddin Hatun Sultan binti es Sultan Mehmet bin Bayezid Han. Bevveehümallahü fi dari’s selam. Fi sene erbaine ve semane mie” Manası ; ”Bu türbe-i şerifin yapılmasını din ve dünyanın ismeti , Bayezid Han oğlu Sultan Mehmet Han’ın Kızı Hatun Sultan emretti. Allah onları darü’s selamda daim eylesin.”

Kitabeye göre türbe ; Çelebi Sultan Mehmed’in kızı Hatun Sultan tarafından, kardeşi II. Sultan Murad’ın karısı olan Candaroğulları Beyi İbrahim’in kızı Hatice Sultan’ın kardeşleri için yaptırılmıştır. Türbenin içinde dörderden iki sıra halinde üzerleri sülüs kabartma yazılı 8 mermer lahid vardır.
1. lahid; 840/1436’da vefat eden İbrahim Bey’in kızı Paşa Melek Hanım’a aittir.
2. lahidde de Paşa Melek Hanım’a ait bilgiler yer alır. Her iki lahid de bu hanıma atfedilmiştir.
3. lahid; Orhan Bey,
4. lahid; Emir Yusuf Bey ait olup üzerinde ‘1441 tarihinde vefat etti’ yazmaktadır.
5. lahid; Hafese Hatun’a aittir. Lahit sanat değeri ve üzerindeki yazılar bakımından dikkati çekicidir. Bunların sahipleri İbrahim Bey’in çocuklarıdır.
6. lahid; Murat kızı Sitti Nefise Hanım’a ait olan en son tarihli mezardır.
7. lahid; kimliği bilinmeyen bir zata ve
8. lahid de; ulemadan Lütfullah oğlu Mehmed’e aittir.

İkinci sırada köşede duran lahdin baş şahidesinde burmalı bir kavuk bulunur. Türbenin 1898 yılı onarımı ile ilgili Başbakanlık Osmanlı Arşivinde belgeler vardır. 1316 tarihli irade, ‚I. Mehmed kızı İsmet Sultan, İsfendiyarzadelerden İbrahim Bey ve Şeb-i Çırağ Hatun’un türbesinin tamire ihtiyaç gösterdiği, yapılan keşif ve eksiltme sonucu 6885 kuruşdan 135 kuruş eksikle 6750 kuruş masrafla vücuda getirildiği‛ bilgilerini içermektedir. 1922 yılında türbeyi ziyaret eden M. Behçet, o tarihte türbenin ilk biçimini korumadığını, yıkılmış, yeniden inşa edilmiş olduğunu kaydetmekte, ‚mimari kıymeti olmadığını belirttiği türbenin ‚sakıflı, tahta döşemeli, sıva duvarlı basit bir yapı‛ olduğunu not etmektedir. Türbe 1997 yılında hemen yakınındaki Celveti külliyesi ile birlikte restore edilmiştir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,