Germiyanzade Süleyman Şah Türbesi

Manisa – Kula’da Çarşı Camii yanında Geermiyanzade Süleyman Şah ; Miladi 1071’deki Malazgirt zaferinden sonra asya kıtasının Hazer Bölgesinden Anadolu’ya göç edip Kütahya’da Germiyan Beyliğini kuran Ali Germiyan Yakup çelebi Ahfadından Mehmet Bey’in oğludur. Kendisi daha küçük yaşlarında babası Mehmet Bey ile bir çok savaşlara …

Ahmed Şemseddin Marmaravi – Yiğitbaş Veli (k.s.)

Manisa – Saruhan Mahallesindeki Yiğitbaş camiinde

Ahmed Şemseddin Marmari Hazretleri , Manisa’ya bağlı Gölmarmara ilçesinde doğmuştur. Babasının adı İsa’dır. 1435’te doğmuş ve 1505’te Manisa’da vefat etmiştir. ‘’ Marma-ravi’’ diye tanınır. Kendini Camiu’l-Esrar adlı eserinde şöylece tanıtır ;
                              Saruhani İbn-i İsa Derviş Ahmed ismimiz
                             Marmara’da vaki olmuş mevlidimiz cismimiz
İlk Tahsiline babasının yanında başlayan Ahmed Şemseddin daha sonra yine onun vasıtasıyla Uşak2IN Kabaklı köyüne gitmiş ve orada irşad hizmetlerini sürdüren Alaaddin Uşşaki’den de manevi eğitimini tamamlamıştır. Maddi ve manevi ilimlerdeki tahsilini ikmal ettikten sonra Manisa’ya dönen Ahmed Şemseddin hazretleri burada vaaz etmiş ve ders vermiştir. 1485’de şeyhi Alaaddin Uşşaki hazretlerinin vefatı üzerine de onun halifesi olarak Manisa’da irşad faaliyetlerini yerine getirmek için memleketine dönmüştür.

Ahmed Şemseddîn hazretleri Manisa’da hocasının isteği doğrultusunda talebeler yetiştirmekle meşgûl oldu. Ancak bu sırada Şâh İsmâil de, Ehl-i sünnet îtikâdını, müslümanların Peygamber efendimizden gelen doğru inancı yıkmak için harekete geçmişti. Bu gâye ile Anadolu’ya “dâî” adı verilen halîfeler göndermiş, sahte şeyhler eliyle bozuk ve yanlış tarikatler kurdurmuştu. Ayrıca Antalya’dan Bursa’ya kadar pek çok yerde isyanlar çıkartarak halkı silâh gücü ile de sindirmek istemişlerdi. Karışıklık had safhada idi. Öyle ki bu sahte şeyhler Osmanlı merkezine kadar sızdılar. İstanbul sahte şeyhlerle doldu ve halk kime inanacağını şaşırdı.

Velî pâdişâh İkinci Bayezîd Han sahte tarîkatlerin ayıklanarak kapatılmasını istedi. Böylece halkın yanlış inanışlara kapılıp Ehl-i sünnet îtikâdından uzaklaşmasına mâni olmak üzere harekete geçti. Kurulan bir mecliste şeyhlerin imtihana tâbi tutulmasını istedi. Bu düğümü çözmek için de Ahmed Şemseddîn hazretlerini Manisa’dan İstanbul’a dâvet etti. Ahmed Şemseddîn hazretleri derhal bu ulvî görevi kabûl edip İstanbul’da Sultan Bâyezîd-i Velî hazretlerinin huzûruna çıktı ve Osmanlı Sultânının da hazır bulunduğu imtihan heyetine reislik etti.

O gün Ahmed Şemseddîn hazretlerinin tuttuğu şerîat süzgecinden hak ve doğru yolda bulunan şeyhler rahatlıkla geçerken sahteleri tutuldu. Bunlar mahcup ve perişan oldular. Tekkeleri kapatıldı ve yaptıkları işten men edildiler. Ahmed Şemseddîn hazretlerine, imtihan sırasında gösterdiği kemâl, dirâyet ve olgunluk sebebiyle “Yiğitbaşı” lakabı verildi. Pâdişâh çok hoşnut kaldığı ve takdir ettiği bu büyük velîyi hediyelerle taltîf etti. O ise bu hediyelerin tamamını fakirlere dağıttı. İstanbul’da kalması tekliflerine rağmen, tekrar Manisa’ya döndü. Bu hâdise dilden dile, şehirden şehire yayıldı. Sohbetine kavuşmak isteyenler Manisa’ya akın ettiler ve çevresinde geniş bir sohbet halkası meydana getirdiler.

Yiğitbaş veli hazretleri ; Tevhid , akaid, tasavvuf, taraikat, mürşid-mürid, ahlak ve edebe dair iri ufaklı manzum ve mensur 13 eser kaleme almıştır. Bu eserlerin çeşitli şehirlerdeki elyazma nüshasının bulunması, halk nezdinde ne derece hüsn-i kabul gördüğünün ifadesidir.

Ahmed Şemseddin Marmaravi Hazretleri ; İlim irfan yolundaki tahsili , vaaz ve tedris faaliyetleri, terbiye ve irşad hizmetleriyle dolu dolu geçen 70 senelik bereketli ömrünü 910 (1505)’te  tamamlamış, Manisa’da vefat etmiştir. Kabri o tarihlerdeki Seyyid Hoca bugünkü adıyla Adakale Mahallesindeki dergahının ( Yiğitbaş camii) bahçesindedir. Günümüzde tekkenin bulunduğu yere bir cami yapılmış , kabri de bu caminin bahçesinde olup ziyaret edilmektedir. Yiğitbaşı Veli’den sonra tarikatı çok geniş bir coğrafyaya yayılmış ve yüzyıllar boyunca tesirleri devam etmiştir.

Halvetiler arasında ”Ortakol” olarak tanınan Ahmediyye şubesi daha sonraları dört ana kola, bu ana kollar da çeşitli kollara ayrılmışlardır ki kurucularının adıyla anılan bu kolların bazıları şöyledir ; Sinaniyye , Ramazaniyye, Cihangiriyye,Cerrahiye,Uşşakiyye, Mısriyye …. Bu kollar vasıtasıyla tesirleri Balkanlara kadar yayılmış ve günümüzde de devam etmektedir.

Yedi Kızlar Türbesi

Manisa – Merkez’de   Dere mahallesinde Ünlü Manisa Kır kahvesinin hemen yanında

Dere Mahallesi’nde Çaybaşı Deresi’nin yakınında bir çıkmaz sokak içerisinde bulunan Yedi Kızlar Türbesi’ne bu isim halk tarafından yakıştırılmış ve burası XIV. yüzyıldan bu yana bir ziyaretgâh olmuştur. Günümüzde genç yaşta ölen kız ve gelinlerin çeyiz ve duvaklarından bazı parçalar sandukaların üzerine örtülmektedir. Türbede gömülü olan kişilerin kim oldukları bilinmemekle beraber Saruhanoğulları’nın eşlerinin burada yattığı, ön sıradaki sandukanın Gülgün Hatun’a ait olduğu sanılmaktadır.

Türbe yontma taş ve moloz karışımı bir duvar işçiliği göstermektedir. Türbenin önünde kubbeli bir giriş sahanlığı bulunmaktadır. Türbe kare planlı olup üzeri çatı ile örtülüdür. İç mekan biri kapı üzerinde diğerleri de kuzey, güney ve batı yönlerinde yer alan birer pencere ile aydınlatılmıştır. Türbe içerisinde ön sırada üç, arka sırada da dört tane olmak üzere toplam yedi sanduka bulunmaktadır. Bugün yapı restore edilmiş olup ziyarete açıktır.

Şeyh Sinan Türbesi

Manisa – Alaşehir İlçesi Şeyh Sinan camii

Cami, tekke, kütüphane, türbe ve hazireden oluşan Şeyh Sinan Külliyesi ilçenin güney kısmında yer alır113. Evliya Çelebi Alaşehir’i ziyaretinde diğer camilerle birlikte Şeyh Sinan Camii’nden söz ederken, “bir bayır üzerinde altı adet kargir kubbeli ve şehrin diğer kiremit örtülü camilerinin aksine, kurşun örtülü bir cami-i ruşendir”, der Günümüze bu yapılardan sadece cami, türbe ve hazirenin küçük bir kısmı kalmıştır. Türbenin kitabesinden caminin, Bursa’dan gelerek Alaşehir’e yerleşen Emir Sultan’ın halifelerinden Şeyh Sinan Efendi (ö. 1482) tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Harim kapısı üzerinde bulunan kitabe 1821 tarihli onarıma aittir. Milli mücadele yıllarında depo olarak kullanılan cami 1964’te esaslı bir onarım görür ve 1969 depreminde harap olduktan sonra halk tarafından tamir ettirilerek ibadete açılır.

Cami avlusunun kuzeybatı köşesindeki türbede Şeyh Sinan Efendi ve beş yakınına ait sandukalar bulunmaktadır. Kapısı üzerinde yer alan kitabe 1485 tarihlidir. Külliyenin yok olmuş yapılarından olan tekke caminin 50 m. kadar güneydoğusunda bulunmakta idi. İçinde çok miktarda yazma eserin bulunduğu kütüphanesi ise tek kubbeli bir yapı idi. Erzurum Kadısı Mehmet Zühdü Efendi kitaplarını buraya vakfetmişti. Yapı, içindeki kitaplarla birlikte 4 Eylül 1922 tarihindeki yangında tahrip olur. Tekke ve kütüphane binaları 1926 yılında yolun genişletilmesi için yıktırılmış, caminin doğusundaki hazireden sadece beş metrelik bir kısım kalabilmiştir.

Şeyh Mecdüddin İsa

Manisa – Akhisar – Şeyh İsa camii içerisinde

Şeyh İsa (1447-1530) Saruhan Bey’in Akhisar’ı fethinden sonra bölgeye yerleşen Taşgunoğulları adıyla bilinen bir Türk ailesine mensuptur. Babasının adı İlyas, anasının adı İnci Hatun’dur. Şeyh İsa aynı zamanda Şeyh Mecdüddin İsa adıyla da bilinmektedir. Türbesi, Akhisar’da kendi adıyla anılan Şeyh İsa Camii bahçesindedir. Türbesinin bulunduğu mahalleye de Şeyh İsa Mahallesi adı verilmiştir. Kabri halen ziyaret edilmektedir.

Taşgunoğlu İsa tahsile Akhisar’da başlar. Yedi yaşında hafız olur. Daha sonra Bursa’ya gidip tahsilini orada tamamlar. Bayramî tarikatından Carullah Efendi’nin oğlu Muhammed Çelebi’ye intisab eder. Bir buçuk yıllık hizmet ve altı aylık halvet hayatından sonra, hilafet alıp Akhisar’a geri döner. Burada irşad görevine devam ederken yine Bayramî tarikatından Eşrefzade ile görüşmesinden sonra manevi açıdan eksik olduğunu hisseder ve Eşrefzade’den beyat ister. Eşrefzade, Şeyh İsâ’yı Kayseri’de bulunan bir başka Bayramî şeyhine, Şeyh Kasım’a gönderir. Şeyh Kasım, Akşemseddin’in halifesi İbrahim Tennûri’nin oğludur.

Şeyh Kasım’dan da icazet alan Şeyh İsa, Akhisar’a geri döner. Uzun yıllar seyahatlerde bulunur. Konya, Sivas, Musul, Hemedan, Bedahşan, Bağdat, Halep, Şam, Trakya, Mısır, Mekke ve Medine ziyarette bulunduğu yerler arasındadır. Daha sonra Ankara, Sivas, Demirci, Gördes ve Kayacık kasabasına uğrar. Akhisar’a dönüp irşad ve ilim yayma hayatına yeniden başlar. 1511 yılında Hicaz’dan İskenderiye yolu ile Antalya’ya uğrar. O sıralarda Celalî şakilerinin Alaşehir ve Saruhanlı’yı harap etmeleri üzerine Antalya kalesine gidip iki ay kadar kalede kalır. Sonra Aydın tarafına geçip Nazilli’ye on üç km. mesafede bulunan Kestel’de bir müddet kalır. Burada halkı irşad ile meşgul olur. Sonra Ödemiş’in Köşk bucağına gidip beş yıl kadar orada kalır yöre köylerini dolaşarak halkı irşad ile meşgul olur. Daha sonra Tire’ye gidip bir müddet orada müderrislik yapar.

Mecdüddin İsa Hazretleri, Ehl-i Sünnet inancının yerleşmesi ve yayılması için çalışır. Baba Ahmed Mağribi adındaki talebesini ilim ve tasavvufta yetiştirdikten sonra Endülüs’e gönderir. Anlatılır ki, Mecdüddin-i İsa Hazretleri Malkara’ya giderken Bergama’ya uğrar. Orada bir handa konaklar. Yanında bulunan talebeleri kendisinden izin isteyip çarşıya çıkarlar. Dönerken hocalarının iki hanımına birer yemeni alırlar. Yemenileri hocalarına verecekleri sırada birini kaybetmiş olduklarını fark edip telaşlanırlar. Mecdüddin İsa Hazretleri, kerametiyle bu durumu anlayıp, “Telaş etmeyiniz! Benim Meryem ananıza çok muhabbetim var. Onun vefat halini bana göstermemesi için Allahü Teala’ya dua etmiştim. Allahü Teala bilir ama Meryem ananız vefat etmiş olsa gerek!”, der. Akhisar’a döndüklerinde hocalarının bu hanımının vefat etmiş olduğu görülür. Mecdüddin İsa Hazretlerinin Hızır, Abdullah ve İlyas adlarında üç oğlu olup, bunlardan İlyas hariç, diğer ikisi sağlığında vefat ederler.

Türbesi XVI. yüzyılda yapılmıştır. Ölümünden sonra yapılan bu türbe kesme taştan olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür. XX. yüzyılda türbenin yanına Şeyh İsa Camii inşa edilir.

Pek çok kişiye hilafet vermiş olan Şeyh İsa herhangi bir eser bırakmamıştır. Şeyh İsa ile ilgili menkıbeler oğlu İlyas tarafından bir araya getirilir. Bu menakıbname Ramazan Muslu ve Sezai Küçük tarafından yayına hazırlanmış ve önce Aşiyan Yayınları arasından daha sonra da sadeleştirilerek, Akhisar Belediyesi Kültür Yayınları arasından basılmıştır.
.
Şeyh İsa’nın silsilesi şöyledir.
Hacı Bayram-ı Veli (1348-1350 / 1430)
Akşemseddin (1389-90 / 1459)
İbrahim Tennûri (öl. 1482)
Şeyh Kasım (XVI. yy.)
Mecdüddin İsâ-yı Saruhanî (1447-1531)

Doç.Dr. Vahit GÖKTAŞ, Şeyh İsa’nın Vasiyeti ve Edep adlı makalesinde Şeyh İsa hazretlerinin vasiyetine ve verdiği mesajlara dikkat çeker Şeyh İsa’nın Menakıbının anlatıldığı eserde şöyle geçer. “Şeyh Hazretleri bir gün hasta olur. Dervişler ziyarete geldiler. Ve oğulları da hazır bulundular. “Bize öğüt ver, nasihat ve vaziyet eyle. İş iki Tanrı bir” dediler. Şeyh hazretleri dedi ki
“Evvel öğüdüm size bu olsun ki, namazı elden ve zikri dilden düşürmeyin. Mezhebiniz dahi İmam-ı Azam mezhebinden şaşırmayın. Bana Fahr-i Alem Ravza-i Mutahhara’ya vardığım vakit mezheb-i sahih, İmam-ı Âzam mezhebidir; onun dışında olma” diye buyurmuştur. Beni sevenler ve benim tarîkim üzerine olanlar mansıb ve merâtib gözetmesinler. (İnsanları ayırmasınlar). Bir kimsenin ayıbını görürlerse yüzüne vurmasınlar. Kimsenin nâ-makul izini izlemesinler; kendi izlerini izleyeler; görsünler, izleri mescit yolunda mı yoksa meyhanede mi? Allah teâla hazretlerini cemiyetle zikretmeye mi gider, yoksa kadı meclisine yalan yere şehadete mi? Haramlardan ellerini ve yalanlardan dillerin ve yetlü (kötü) yerlerden yolların kessinler.

Helal de olsa, gayet ince suflar gibi pahalı elbise giymesinler. Zira pahalı elbiseyle gönül ululanır, sınmaz. Dervişin gönlü sınık gerek. Ama yeşil ve nefti çuha giymek caizdir. Kaynar sularla muhkem yıkandıktan sonra ve beyaz abalar, çuhalar ve beyaz kaftanlar giymek bana göre merguptur. Bizim sevdiğimiz sevenler dünya ve âhirette bizim iledir ve bizdendir ve biz onlar ileyiz. Nola heykel görünmezse ve benim evladım ilm-i zahir kuvvetiyle müderris olunca bizdendir. Eğer kadı yahut kadı naibi olursa bizden değildir.

Benim evlâdım ilim tahsil iderken sanat öğrensinler. Hiç sanatsız olmasunlar. Sanatı olmayanların dünyada zillet çekmeleri eksik değildir. Sanatsızlık kişiyi nâmerde muhtaç eyler ve âzâde iken kul eyler. Benim evlâdım âr itmesünler sanat öğrenmeye. Beni sevenler bıyıklarını kaşları miktarı kalıncaya kadar kırksınlar ve sakallarını kırkmasınlar. Allah teâlâ erlere sakalı hürmet için vermiştir. İnsanın yüzü nazargâhı olduğu için Hak Teâlâ sakalı yüzde yarattı. Yüzden muteber yer olsaydı, orada halk ederdi.

Benim dervişlerim her gecede geçmişlerine armağanlar gönderib yatsınlar. Yani zikredip yahut Kur’an okuyup yahut yetmiş veya mani varsa yedi defa salavat getirip “Sevabını geçmişlerime bağışladım” dedikten sonra uyusunlar. Benim bu öğüdüm tutanlar sahih benim dervişlerimdir. Benim evladım dahil böyle eyleye. Kendilerinin geçmişleri de dünya ve ahrette Allah tarafından rahmetler, rahatlar ve rahatlıklar bulalar. Ben vefat edince oğlum İlyas beni yıkasın ve beni yıkarken, talebelerimi yanımda ayakta durdurup, beni upuzun yatırmasınlar. Ömrüm boyunca uzanıp yattığımı kimse görmemiştir. Yıkanırken de görmesinler, yoksa çok utanırım. Hakk Teâlâ’nın kulları ayakta dururken, ben ortalarında uzanıp yatamam. Beni evimin içinde yıkasın ve hücremin içine koysun. Ondan sonra varsın ben ne halde isem o da öyle olsun”dedi.”

Akhisar’da her yıl Çağlak mevkiinde, Şeyh İsa Hazretlerinin yaklaşık 550 yıl önce Akhisar’ı şereflendirmesinin anısına festivaller düzenlenir ve bu vesile ile bu büyük zat anılır.

Kaynaklar ; Manisa Evliyaları , Abdulhalim Durma

Şeyh İlyas Çelebi

Manisa – Akhisar – Şeyh İsa camii içerisinde

Şeyh İsa Oğlu Şeyh İlyas (1496 – 1560) da babası gibi Bayrami tarikatındandır. Kendi yaşadığı dönemde cifir (gelecekten haber verme sanatı), duyum ve astronomi bilimlerinde söz sahibidir. Bayrâmiyye’nin Şemsiyye kolunun İseviyye dalının pîri olan İlyas Efendi, 1496’larda, Manisa’nın Akhisar ilçesinde dünyaya gelir. Akhisar vaktiyle Saruhan sancağına bağlı olduğu için Şeyh İlyas ‘İbn-i İsa Saruhânî’ diye anılır. Medresede ilim, tekkede irfân tahsîl eden İlyas Efendi tarîkat icazetini de babası Bayrâmî Şeyh Mecdüddin İsâ Saruhânî’den almıştır.

Hacı Bayrâm-ı Velî, Akşemseddin, İbrâhim Tennûrî, Kâsım Tennûrî, Mecdüddin İsâ kanalından feyiz alan İlyas Efendi, “Rumûz-u Künûz” adlı eserinde babası ve mürşidi Mecdüddin İsâ Efendi’den ‘pîrim’ diye söz eder. Tasavvuf ve tarikatları ele alan kaynaklarda bu tarîkin ictihad sahibi olarak her ne kadar İlyas Efendi gösterilirse de, bu ifâdeye göre bu yolun Pîrinin babası Mecdüddin İsâ Efendi (öl. 1530) olması gerekir. Bu yola İlyâsiyye değil de İseviyye denilmesi de bunu gösterir.

Alem-i suğrâ cihândır, âlem-i kübrâ benem!
Hem muhittem gayrı sanman yârinen suğra benem!
Mazhar-ı Hakkım ben ancak mazharımdır mümkinât,
Varlığımdan var olubdur cümleden a’lâ benem!
Şol kadar câmî sıfadam bende mevcud her ne var,
Onsekiz bin âlemem, hâkem, yedi deryâ benem!
Ben benimle söylenirdim gayrı yok kime direm,
Gayrıyam sanıb işiten kesret-i eşyâ benem!
Kesretimdir İbn-i İsâ, vahdemdir Hak benim,
Yüzde bir gizli olan doksandokuz esmâ benem!
diyen İbn-i İsâ (İsa oğlu) İlyas Efendi’nin on bin ilahi ve gazel yazdığı söylenmekte ise de bunların pek azı günümüze ulaşmıştır. 1521’de babasının Aydın’a taşınmasından sonra Akhisar’daki tekkenin başına geçen İlyas Efendi babasının ölümüne kadar hiç kimseye hilafet vermez96. 1560’larda Akhisar’da Hakk’a yürür. Babasının tekkesinde, Şeyh İsâ Câmii’nin hazîresinde medfûndur.

Eserleri şunlardır ; 1- Nûriye, 2- Nutk-ı İbn İsa, 3- Rumûz-u Künûz, 4- Tabiatnâme, 5- Ferahnâme, 6- Kıyâfetnâme, 7- Fusûl-u Seb’a Etvar, 8- Fusul-u Aşere, 9- Manzum Şerh-i Esmâ-i Hüsna, 10- Kavâid-ül Teshir, 11- Kıyametname, 12- Risale-i Mukantarat, 13- Menâkıb-ı Şeyh Mecdüddin İsâ, 14. Terceme-i Müfredat-ı İbn İsa

Füsul-ı Aşere’nin birinci faslında kendisinden icazet alan zevatın isimleri şöyle verilir. Şeyh Muslihuddin Germiyani, Şeyh Baba Ahmed-i Germiyani, Şeyh Nuri Ruşeni, Şeyh Kasım-ı Malati, Şeyh Ömer-i Menteşevi, Şeyh Mehmed-i Rumi, Şeyh Dede Hüsnü-yi Bayındıri, Şeyh Abdi-yi Tirevi