Hazreti Pir Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin çamaşırcısı olan bu mübarek velinin hayatı hakkında ne yazıkki yeterli bilgiye sahip değiliz. Allah sırrını mübarek eylesin.
Ali Senai Efendi‘nin Türbesi ;Kastamonu – Merkez’de Türbe yolu sokakta yer alan Müfessir Alaeddin Efendi Türbesindedir.
Ali Senai Efendi Araç kazasının Sırt (iğdir) nahiyesine tabi Ribati köyünde 1230 hicri yılında doğdu. İlk öğrenimine komşu Uğru köyünde başladı ise de babasının işlerine yardım gerekçesiyle izin vermemesi yüzünden tahsiline ara vermek zorunda kaldı.
Babasi Bekir Ağanın kısa bir süre sonra vefatı üzerine ilk tahsilini tamamlayıp Kastamonu’ya gelerek Mahmudiye Medresesine kaydoldu. Zile’li Abdurrahman Hoca, Deli Emin Efendi, Abdullah Efendi ve Keskin Efendi isimli hocalardan ders aldı.
Safranbolu’ya giderek Kürt Hoca lakaplı müderristen fen ilimleri tahsil eden Senai Efendi tekrar Kastamonu’ya dönerek Karakadızade’den tefsir, Trablusgarp’ın Hoca Mahcub’dan hadis tahsil ederek icazetnameler aldı. Bu sırada Kastamonu’da bulunan Horasan’lı Şeyh Abdülvahid Efendi’den Nakşibendî usulü üzere tasavvuf eğitimi tahsil edip hilafet aldı.
Bilahare bir çok zat bu tarikat usulünce kendisinden irfan tahsil etmiştir. Dört zata icazet vermiş olan Senai Efendi’nin ikmale muvaffak olamadan vefat etmesi üzerine kabir azabı bahsinde kalan akaid kitabı daha sonra Ahmet Hicabî Efendi tarafından tamamlanmıştır. Görev yaptığı Semhiye Medresesinde son dönemlerinde kırktan fazla talebesi vardı.
Hoca Ali Senai Efendi 1287 hicri yılında elli yedi yaşinda vefat etti ve Müfessir Alaeddin Efendi Türbesinde sırlandı. Hoca merhum 1272 senesinde inşa ettiği medresesine bir de kargir kütüphane ilave etmiş ve bütün kitaplarını oraya vakfetmiştir. Kendi yazdığı “Buhari-i şerif” ve “Dürer” isimli eserler de bunlar arasındadır.
Ali Senai Efendi sabrı ve vatanperverliği ile de meşhurdur. At ve silah meraklısı olduğundan tatil günleri talebelerine şehrin Okmeydanında nişan talimi yaptırırmış. Rusya’nın Sinop’u bombardımanı esnasında çoğu talebesi olmak üzere yüz kişilik gönüllü süvari birliği ile oraya gitmiştir. Hoca Efendi cömertliği ile de maruftur. Hanesi her zaman fakir ve zengine açık bulundururdu.
Hacı Mehmet ve Abdurrahman adında iki oğlu olup Hacı Mehmet Efendi babasından icazetli olarak 1321 senesinde vef atına kadar babasının medresesinde ilim neşriyle meşgul olmuştur. Torunu Darü’I hilafet-i aliye sabık müderrislerinden Zühdü Efendi de dedesinin inşa ettiği Semhiye Medresesinde müderrislik görevinde bulunmuştur. Zühdü Efendi İstiklal Savaşı esnasında halka yaptığı müessir telkinlerle öne çıkan alimler arasındadır.
Bazılarının elinde fotokopisi bulunan tarihsiz bir icazetnamede bu zat ve diğer bazı ulema hakkında aydınlatıcı bilgiler mevcuttur. Bu belgeye göre. Ali Senaî Efendi, aralarında İmam-ı Gazalî, Fahreddin Razî… gibi müfessirlerin de bulunduğu, peygamberimize kadar ulaşan bir silsilenin halkalarından birisidir.
Aynı kaynaktan Ali Senaî Efendi’nin Sırtlı Ebubekir Efendi’nin oğlu ve Kastamonu Semhiyye Medresesi müderrislerinden olduğu anlaşılmaktadır. Belgenin düzenlendiği tarihte hayatta olmadığı anlaşılan Senaî Efendi’nin tefsir, usul-i hadis, usul-i fıkıh, hikmet, kelam, meanî ve mantık gibi ilim dallarında üstat olduğu ve Nebe Suresine kadar Kuran-ı Kerim tefsir ettiği belirtilmektedir.
Said lakabıyle meşhur olan Kelkit’li Mehmet Efendi’den icazetli olan Ali Senaî Efendi‘nin hususiyetleri sayılırken kullanılan, “tahrir-i kamil (güzel yazı ve beyan sahibi), Allame-i zemani hi (devrinin en büyük alimi), Sahibül-kuvvet-i kudsiye (manevî kuvvet sahibi) ve Ebu’n-nür (nur sahibi)…” gibi ifadeler onun İlmî kariyeri hususunda fikir vermektedir.
Ali Senai Efendi’nin kabrinin bulunduğu Müfessir Alaaddin Efendi’nin Türbe binası, harçla moloz taşından yapılmış, çatışı ahşap ve kiremitle örtülü; iç ebadı 5.5×10 metre olan dikdörtgen bir binadır. İlk yaptıranın kim olduğu ve yapılış tarihi net olarak belli değildir. Fakat bu türbeden alınarak Kastamonu Müzesine kaldırılmış olan bir kitabede: “Emera biimareti hazihi’l makbereti el-Abdurraci rahmete rabbihi Yaman bin Mehmet fî sene semanün semanine ve sitte mie.” 688/1289 yazısı vardır.
Bu yazılı taşın, bir mezarın başından alınmış olmasına rağmen şahide türbe kitabesi olduğu görülmektedir. Kitabede adı geçen Yaman bin Mehmet, kuvvetle muhtemeldir ki Candaroğulları Beyligi’nin kurucusu olan Şemseddin Yaman Candar’dan başkası değildir.
Müfessir Alaeddin Efendi kendisi veya bir başkası için yaptırılmış olan bu türbede medfundur ve halkın rağbetine binaen türbe onun adıyla anılmaktadır. Kuzey köşesindeki kapıdan girilen türbenin içi boydan boya ahşap şebeke île bölünmüştür. Doğu tarafı salon olarak bırakılmış olan türbede yedi adet ahşap sanduka vardır. Sandukalar kabirlerin baş ve ayak şahideleri arasına gelecek şekilde konulmuştur. Kesin olmamakla beraber sağdan sola doğru sandukalar şöyledir ;
I. Sanduka ; Müfesssir Alaeddin Efendi
II. Sanduka ; Şahidesi silik olduğu için kime ait olduğu belli değildir.
III.Sanduka ; Vefat tarihi 1374 kim olduğu belli değil.
IV. Sanduka ; Merhum Sırtlı hoca Ali Senai Efendi
V. Sanduka ; Şahidesinde ” Külli şey’in halikün illa vechehü” yazısı okunmakta ama kime ait olduğu belli değil.
VI. Sanduka ; Vefat tarihi ve kim olduğu belli değil.
VII.Sanduka ; İzbelizade Mehmet Efendi‘ye aittir. Türbede kesin olarak kime ait olduğu belli olan sadece bu mezardır. Mehmet Efendi’nin Celvetî tarikatına mensup olduğu ve 1228/1813 tarihinde veba hastalığından vefat ettiği hususu şahidesindeki yazılardan anlaşılmaktadır. Mehmet Efendi Kırkçeşme’deki Şeyh Mustafa Efendi dergahında şeyhlik görevi îfa etmiş bir Celvetî şeyhidir. Rabbim şefaatlerine nail eylesin. Amin
Müfessir Alaeddin Efendi Türbesi ;Kastamonu – Merkez’de Türbe yolu sokakta yer alan türbesinde
Müfessir Alaeddin Efendi’nin hayatı hakkındaki bilgiler menkıbelerden ibarettir. Halk üzerinde o derece müessir olmuştur ki hakkındaki menkıbeleri bilmeyen hemen hemen hiç kimse yoktur. Türbesinin bulunduğu mevkie adının verilmiş olması kendisinin ebediyyen minnetle anılması anlamına gelmektedir.
Bu yüce velinin nereden ve ne zaman geldiği belli değildir. Kastamonu Müzesinde bulunan 1268/1851 tarihli Hamdi Paşa tarafından yaptırılan tamire ait kitabede onun, Belh şehrinden olduğu belirtilmiştir.
Yalova Güney Köyünde medfun bulunan Şeyh Şerafettin Hazretleri’nin beyanı veçhile; ”Bu zat aslen Buhara’lı dır. Kastamonu’yu teşrif leri şöyle olmuştur. Kendisi hacc için Mekke-i Mükerreme’de bulundukları sırada imameynden yani zamanın kutbunun sağ ve solunda bulunan iki veliden sağ cenahta bulunan veli yanına gelerek: ” Siz hacc esnasında Kastamonu’lu hacılardan bir zatın kerimesini görerek aşık olacaksınız. Aşk zehirinin zararının dokunmaması için şimdi burada evleniniz” dedi. Müfessir Alaaddin Efendi hüsnü zannı galip biri olduğundan bu veliyi tanımadığı halde emrini kabul ederek : “Ben burada garibim, kimseyi tanımam, bu işi kendim nasıl yaparım” dedi. O zat kendisine yardım sözü verdi ve sonrasında Mekke Şerifi’nin yanına giderek bir vasıta ile kayınpederi olacak Kastamonu’lu zatı huzurlarına davet ettirip kerimesini Alaeddin Efendi Hazretlerine nikah ettiler ki böylece gelecekte olması lazım olan zarar zail oldu. İşte böyle bir manevî işaret üzerine Kastamonulu bir zatın kızı ile evlenmeleri suretiyle bu zatın Kastamonu’ya gelişi gerçekleşmiştir.
Hacdan sonra eşiyle birlikte Medine-i Münevvere’ye giderek orada bir ev satın aldı ve orada temelli kalmayı tercih etti. Bir müddet ikametten sonra bir gece rüyasında Hz. Ebubekir (r.a.)’i görerek: “Ey Alaeddin! Resulullah’ın bütün ashabı Ümmet-i Muhammed’e faydalı olan ilmi miras bırakmak için alemin dört bir tarafına tohum gibi ekildiler. Siz ise burada mücavirliği seçmekle nefsinizi emniyette bulundurmak istiyorsunuz. Bu doğru olmaz ” şeklinde bir ikazla karşılaştılar. Bunun üzerine Alaeddin Efendi evlerinni Medine-i Munevvere’ye vakfederek Kastamonu’ya doğru yola çıktılar.”
Şerafettin Efendi’nin aktardıklarına göre Alaeddin Efendi’nin farsça bir tefsiri vardır ki bunun Arapçaya çevrilmesini asrındaki ulemadan Abdülmuhsin en Nisaburi’ye havale etmiştir.Kendisi bu tefsirde tefsir ile tevili birbirine karıştırmadan ayrı ayrı açıklamış olduğundan gayet istifadelidir. Müseylemetül Kezzaba karsı yalan hadisleri tetkik ve reddeden bir eseri daha bulunduğu da ifade edilmektedir.
Bu zatın vefat tarihi de kesin olarak belli değildir. Fakat yaşadığı dönemi tahmin etmek mümkündür. Şöyle ki: Mevlana Celaleddin-i Rumî’nin torunu olan Ulu Arif Çelebi, Candaroğullan’nın ilk hükümdarlarından 1. Süleyman Paşa zamanında Kastamonu’yu ziyaretleri esnasında Alaaddin Efendi île görüşmüş ve kendisine Necmeddin Daye’nin yazma tefsirini hediye etmiştir. Ulu Arif Çelebi, 1272- 1319 M. yılları arasında yaşamış olduğuna göre bu tarihlerde Alaaddin Efendi de hayattadır.
Kastamonu’da Işık Saçan Türbe Ve Müfessir Alaeddin Efendi
Fazıl Çifçi’nin ” Kastamonu Türbeleri ” isimli kitabının 187. sayfasında ” Kastamonu Asarı Kadimesi” ve yine sf107 de ayrıca Paflagonia sf 345 den naklenMüfessir Alaeddin Efendi türbesinde ilginç olaylar yaşandığı , nurlar görüldüğü , oradan çekilen resimlerde de bunun belirgin olduğu belirtilir. Bu konuyla ilgili özel bir çalışma yapan Dr. Gültein Caymaz’ı okuyalım ;
Dr. GÜLTEKİN CAYMAZ fizik tedavi ve Türkiye’nin sayılı akupunktur uzmanlarından biridir. Ayrıca bilinmeyen ve açıklanamayan olayların yorulmak bilmez bir takipçisi ve yorumcusudur. Bütün bu özellikleriyle, sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da tanınmaktadır. Dünyanın yarısını dolaşmış, incelemeler yapmıştır. Esrarengiz ışıklar saçan türbenin hikayesini anlatması için ise sözü şimdi ona bırakalım …
Türbeyi ziyaret
“1981 yılındaki Anadolu gezimde. Kastamonu yakınlarındaki bir türbenin öyküsü dikkatimi çekti. Türbenin yakınındaki gecekondulara yol açmak için bir buldozer getirtmişler. ‘Türbeyi yıkıp başka bir yere daha iyisini yaparız’ demişler. Buldozerin türbeye her yaklaşışında motor durmuş. Aracı bir türlü çalıştıramamışlar. Ardından
insan gücünü denemişler. Kazmalarla işe girişmişler. Kazmalar toprağa saplanıp kalmış. Bir türlü çıkarılamamış. zorlayınca da sapları kırılmış. Türbenin civarında geceleri garip ışıklar görülüyormuş. Korkmuşlar ve işi bırakmışlar …
Ben inançlı biri olduğum için gidip orayı ziyaret ettim. Dua okudum … Niyetim türbenin fotoğraflarını çekmek!i. Birçok fotoğraf çektim. Bir de kendimi türbenin önünde çekeyim dedim. O anda birinden yardım istediğim takdirde sanki işin tılsımı bozulacaktı. .. Fotoğraf makinemi ayaklı sehpasına yerleştirdim. Otomatiğe ayarladım. Koşarak türbeyi arkama alacak biçimde makinenin karşısına geçtim.
Ankara’ya döndüğümde film banyo edildi.
Hayretle gördüm ki. kendimi çektiğim fotoğrafta çevremde yaygın bir ışık alanı oluşmuştu (1 no’lu fotoğraf, üstte). Türbenin esrarengiz ışıklar çıkardığı ya da oluşturduğu doğru muydu?. Yoksa ortada başka şeyler mi dönüyordu?. Tekrar oraya gidip fotoğraf çekmeye karar verdim.” Işığın kaynağı
Dr. Caymaz olayı açıklamak ıstıyor. Kastamonu’ya tekrar gidiyor. “İkinci gidişimde hava kararana kadar bekledim. Yine yalnızdım. Fotoğfraf makinemi sehpasına yerleştirdim. Otomatiğe ayarladım. Bu sefer değişiklik olsun diye. türbenin tam köşesinde durdum. Çıkan fotoğraf ta çevremdeki ışığın yine havaya ve yere doğru yayıldığı görülüyordu. Acaba bu ışığın kaynağı ben miydim? Bir başkasını götürüp onun resmini çektim ve aynı ışığın bu defa onun çevresinde yer aldığını gördüm (2 no’lu fotoğraf).
Deneylere devam ettim. 3 no’lu fotoğraf ta görüldüğü gibi. iki ayrı kişiyi aynı şekilde. yine ışıklı olarak görüntüledim. Birinin yerini değiştirdim. Yanına da bir başkasını yerleştirdim. Yine ışık vardı (4 no’lu fotoğraf).
Son fotoğrafi çekerken. fotoğrafinı çektiğim kişiler benim çevremde de bir ışığın olduğunu ve bunu gözle gördüklerini söylediler. Yer değiştirdik. onlar beni bir başkasıyla çektiler.
Hava kararıyordu. yanımdakileri 5 no’ lu fotoğraftaki yere gönderdim. Fotoğrafi çektiğim anda çevrelerinde oluşan parlamayı gördüm. İşte bu fotoğraf en garibiydi … “
Başı kaybolan insan
“Bu çektiğim fotoğraf ta (5 no’lu fotoğraf) gördük ki, fotoğraftakilerin birinin başı yarı yarıya kaybolmuştu, diğerinin, yani gür saçları olan kızın saçlarının bir kısmı yoktu. Ama benfotoğrafi çekerken bu eksiklikleri görememiştim.
Daha sonra, aynı yerde, ama daha uzaklardan fotoğraflar çektim. Fakat oradan uzağa gidildikçe ışıklar görünmüyordu. Bu konuyla haftalarca uğraştım ve inanlyorum ki, benim gibi olaya saygıyla bakabilecek her kişi bufotoğrafları çekebilir. Ama gereksiz merak amacıyla bu fotoğraflar elde edilemez … “ Ruhsal ve bedensel enerji
Dr.Caymaz ışıklann kaynağını açıklamaya çalışıyor: “I970′lerde Romanya’da Dr. Joan Florin DumitfE;scu elektronograji dediği bir teknik geliştirdi. Insan vücuduna belli bir yöntemle elektrik yüklüyor ve bu elektrik yüklenmiş vücudun fotoğrafını çekiyordu. Çıkan fotoğraflarda insanların çevrelerinde ışık alanları görülüyordu. Çok basit olarak anlattığım bu teknik olaydan anlaşılmaktadır ki, insanlara dış etkiler tarafından belli dozlarda enerjiler YÜkletilebilir. Aslında bunu her an yaşıyoruz. Evrenden gelen çeşitli ışınlar, atmosferde süzüldükten sonra bizlere ulaşıyorlar.
Türbe olayında da bir enerji vardır ama bu enerjinin han,gi şartlarda ortaya çıktığınl anlayamıyoruz. Insanda da bir enerji var olduğuna göre, bu ruhsal enerjidir. Evliya dediğimiz farklı insanların bedensel enerjileri, belki de mezarlarının çevresinde birikip, bizce anlaşılmayan bir görev yapmaktadırlar … “ Bu ışık ruh mu?
Dr. Caymaz’ın ilginç açıklamalarından ve fotoğraflardan sonra akla bir yığın soru geliyor. Fakat en önemlisi, bu ışığın kaynağının ruh olup olmayacağıdır. Bilim, bizlerin bir tür enerji taşıdığımızı kabul etti, tıpölümden sonra vücutta bir boşalma olduğunu kanıtladı. Bu boşalan şey, adına ruh dediğimiz bir tür enerji olabilir mi? Ama inançlara göre ruhlann başka bir dünyaya gitmeleri gerekmiyor mu? Burası ve Orası aynı yer mi?
Cevapları almamız çok güç, belki de ola olanaksız. İnsanoğlu kendisini ve yaşadığı ortamı yeni yeni tanımaya başlıyor. Kim bilir daha neler öğreneceğiz veya hatırlayacağız? Insan vücudundaki elektrik enerjisi
İnsan vücudunun belli bir elektriksel enerjiye sahip olduğu bilim tarafından çoktandır kabul ediliyor. Eskiler bu ışığın görülebildiğini, ama görebilmek için uzun bir çalışma döneminden geçmek gerektiğini söyler/erdi. Hatta o devir/erde peygamberler, başlarının etrafında bir ışık halesi olduğu halde resmedilirdi. Buda’nın böyle çizili birçok kabartma resmi ve heykeli vardır. 50 yıl kadar önce Semyon Kirlian adlı bir Rus, insandan fışkıran enerji alanının fotoğraflarını çekmeyi başardı. Ama bütün bu çalışmalar insandan kaynaklanan bir enerjiyi anlatıyordu. Peki, ölümden sonra ne oluyor? Acaba bu enerji dağılıyor mu? Yoksa bir yerde toplanıp kalıyor mu? Ya da yaşayan insanlara bir etki yapıyor mu? Bütün bu sorular cevap bekliyor. ..
Alaeddin Efendi Hazretleri ömrünü ilimle bütünleştirmiş ve çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Hatta ona ecel bile engel olamamıştır. Rivayet edilir ki: Talebelerine tefsir dersleri verirken vefat etmesi üzerine, defnedildiği günün gecesi, öğrencilerinin ayrı ayrı hepsinin rüyasına girerek mezarının başına gelip orada derslerine devam etmelerini tenbihler. Ertesi sabahtan itibaren mezarın başında toplanan talebeler, aynen hayatta imiş gibi hocalarının sesini duyarak tefsirin kalan kısmını tamamlayıncaya kadar her gün derslere devam ederler. Bir gün talebelerin ciddiyetten uzaklaştıkları esnada “Benim sağlığımda olduğu gibi yine aynen ciddiyetinizi muhafaza edeceksiniz!” diyerek onları îkaz ettiği de mervidir” Alaaddin Efendi’nin Türbe binası, harçla moloz taşından yapılmış, çatışı ahşap ve kiremitle örtülü; iç ebadı 5.5×10 metre olan dikdörtgen bir binadır. İlk yaptıranın kim olduğu ve yapılış tarihi net olarak belli değildir. Fakat bu türbeden alınarak Kastamonu Müzesine kaldırılmış olan bir kitabede: “Emera biimareti hazihi’l makbereti el-Abdurraci rahmete rabbihi Yaman bin Mehmet fî sene semanün semanine ve sitte mie.” 688/1289 yazısı vardır.
Bu yazılı taşın, bir mezarın başından alınmış olmasına rağmen şahide türbe kitabesi olduğu görülmektedir. Kitabede adı geçen Yaman bin Mehmet, kuvvetle muhtemeldir ki Candaroğulları Beyligi’nin kurucusu olan Şemseddin Yaman Candar’dan başkası değildir.
Müfessir Alaeddin Efendi kendisi veya bir başkası için yaptırılmış olan bu türbede medfundur ve halkın rağbetine binaen türbe onun adıyla anılmaktadır. Kuzey köşesindeki kapıdan girilen türbenin içi boydan boya ahşap şebeke île bölünmüştür. Doğu tarafı salon olarak bırakılmış olan türbede yedi adet ahşap sanduka vardır. Sandukalar kabirlerin baş ve ayak şahideleri arasına gelecek şekilde konulmuştur. Kesin olmamakla beraber sağdan sola doğru sandukalar şöyledir ;
I. Sanduka ; Müfesssir Alaeddin Efendi
II. Sanduka ; Şahidesi silik olduğu için kime ait olduğu belli değildir.
III.Sanduka ; Vefat tarihi 1374 kim olduğu belli değil.
IV. Sanduka ; Merhum Sırtlı hoca Ali Senai Efendi
V. Sanduka ; Şahidesinde ” Külli şey’in halikün illa vechehü” yazısı okunmakta ama kime ait olduğu belli değil.
VI. Sanduka ; Vefat tarihi ve kim olduğu belli değil.
VII.Sanduka ; İzbelizade Mehmet Efendi‘ye aittir. Türbede kesin olarak kime ait olduğu belli olan sadece bu mezardır. Mehmet Efendi’nin Celvetî tarikatına mensup olduğu ve 1228/1813 tarihinde veba hastalığından vefat ettiği hususu şahidesindeki yazılardan anlaşılmaktadır. Mehmet Efendi Kırkçeşme’deki Şeyh Mustafa Efendi dergahında şeyhlik görevi îfa etmiş bir Celvetî şeyhidir. Rabbim şefaatlerine nail eylesin. Amin
Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları
Hasan Burkay, Menakib-i Şerefiyye, Cilt 6, sh:26-27
Lalegül Dergisi sayı 33
Samur Dede‘nin kabri ; Kastamonu – Merkez’de Hepkebirler camii haziresinde.
Hepkebirler camii haziresinde bulunan Samur Dede’nin hayatı ile ilgili herhangi bir bilgiye rastalayamadık. Bununla birlikte çevresi bir hazire olan cami ve türbede medfun bulunan şahısların hepsinin de büyük insanlar olduğu kabul edildiği için cami ve türbe Hepkebirler adıyla bilinir. Allah sırrını takdir eylesin…
Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,
Musa Fakih Türbesi ; Kastamonu Merkez’de Şeyh Şaban-ı Veli hazretlerinin camisine gelmeden 200 metre önce sağ tarafta yer alan Musa Fakih camii haziresinde.
Musa Fakih , unvanından da anlaşılacağı gibi bir fıkıh alimidir ve Candaroğlulları dönemi ulemasındandır. Kabrinin bulunduğu Musa Fakih camii yerinde bulunan zaviyesinde ; Tekke Şeyhi olup bir hayli şöhrete sahip bulunduğu adına vakfedilen arazilerin çokluğundan anlaşılmaktadır.
II. Bayezid Dönemi Vakıf Tahrir Defterinde kendisinden, İftiharul fukaha (Fıkıh alimlerinin seçkini) diye bahsedilen Muslihiddin Musa Fakih’e, Hüseyin Bey isimli bir hayırsahibi, Araç İlçesi Tavşanlı Köyü’nde arazi vakfetmiş, Candaroğlu İsmail Bey de vakfiyeyi yenilemiştir.
Musa Fakih’in Türbesi Gümüşlüce caddesi üzerindeki Musa Fakih camii haziresindedir.İhata duvarı ile çevrili olan hazîrede 12-13 kadar mezar bulunduğu işaretlerden anlaşılmaktadır. 1900’lü yılların başında burada mîmarî anlamda bir türbenin bulunduğu o zamana ait şehir haritasından; üzeri kabartma motifli lahitlerin var olduğu da bazı kalıntılardan anlaşılmaktadır.
Kıble tarafındaki köşede bulunan ve sadece baş şahidesinin kavuk kısmı kalmış olan mezarın, camiin banisi Musa Fakih’e ait olduğu biliniyor. Sağlam durumda olan tek mezar, “Sertac-ı Etemm” yani kamillerin, olgunlann baştacı olarak nitelenen ve 1198/1783 yılında vefat etmiş olan Hacı Ali Efendiye aittir. Şahide kavuğundan ilmiye sınıfına mensup olduğu anlaşılan Hacı Ali Efendi. 1161/1748 yılında camii tamir ettiren zattır.
Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,
Kesikbaş Türbesi ; Kastamonu – Merkez’de Kesikbaş sokak ile demir sokağın kesişiminde yer alır.
Kastamonu merkez’de Kesikbaş isminde üç tane türbe vardır. Bunlardan Kesikbaş sokak ile demir sokağın kesişiminde yer alan Kesikbaş hazretleri Türbesinde kimin medfun olduğu meçhuldür. Kabir taşı yoktur sadece sarık şeklinde bir işaret taşı vardır. Kabrin etrafı kiremitlerle duvar oluşturulup çevrilmiştir.
Diğer İki Kesikbaş Türbesi ;
1- Aktekke mahallesi , Eski Tosya caddesinden ayrılan Budak Tepesi sokağının köşesinde
2- Merkez’de Şaban-ı Veli camiinin yankınındaki Direk sokağın sonunda yer alır.
Kesikbaş Efendi Türbesi ; Kastamonu – Merkez’de Şaban-ı Veli camiinin yankınındaki Direk sokağın sonunda yer alır.
Kastamonu merkez’de Kesikbaş isminde üç tane türbe vardır. Bunlardan Şeyh Şaban-ı Veli hazretlerinin türbesinin yakınındaki direk sokağın sonunda yer alan Kesikbaş efendi Türbesinde kimin medfun olduğu meçhuldür. Kabir taşında latin harflerle Kesikbaş Efendi’nin ruhuna fatiha yazısı vardır. Yalnıza bir kabirden ibarettir üzerinde bir yapı yoktur.
Diğer İki Kesikbaş Türbesi ;
1- Aktekke mahallesi , Eski Tosya caddesinden ayrılan Budak Tepesi sokağının köşesinde
2- Merkez’de Kesikbaş sokak ile demir sokağın kesişiminde.
Kazan Dede‘nin kabri ; Şeyh Şaban-ı Veli camiinin giriş kapısının hemen karşısında
Kabri şerifi ; Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli camiinin girişi kapısının hemen karşısında yer alan Kazan dede‘nin hayatı ile ilgili herhangi bir bilgiye ulaşamadık. Kabrinin yanında yer alan levhada şu bilgiler vardı;
” Eskilerden Bir Veli
Sandukanın bulunduğu yerde oturur
Cemaat ve İhvana hitap eder ;
Kazan
İlim Kazan,
İrfan Kazan,
Dünyalık Kazan,
Ahiret Kazan,
Kazanda YE!… ”
İbrahim Nureddin Efendi ; Kastamonu – Merkez’de İsmail Bey Külliyesi avlusundaki hazirede
Kadiriyye şeyhlerinden faziletli bir zat olup ”Cecelizade” şöhretiyle meşhur bir Allah dostudur. 1260 (m. 1844) yılında memleketi olan Kastamonu da vefat ederek, İsfendiyaroğullan’ndan İsmail Bey Camii avlusuna defnedilmiştir. Akaidden “Cecelizade” adıyla bilinen bir manzumesi olduğu gibi, “Şerh-i Vasiyetname-i îmam-ı A’zam“, “Feraidü’l-Lealî fi Şerh-i Esmai’l-Metealî” adlarında basılmış eserleri bulunmaktadır.
Yüce Allah sırrını takdis buyursun.
Kaynak
İstanbul ve Anadolu Evliyaları , Pamuk Yayınları