Ana Sayfa>türbe(Sayfa 15)

Şeyh Ören – Samsun

Şeyh Ören

Bafra’ya 7 km kuzey doğusunda bulunan Şeyh Ören Köy yolu yanında bulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Şeyh Ören Türbesi ” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte orijinali ahşap olan Türbe; son yıllarda betonarmeolarak yeniden inşa edilmiştir. Çatısı Shıngle döşeli olup dışı ve içi sıva üstü boyadır. İçerisinde kabir üstü sanduka mevcuttur.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Şeyh Ören Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Anadolu’da İslamiyet’i yaymak için mücadele eden İslam âlimlerinden olduğu tahmin edilmektedir.Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmakumuduyla ziyaret edilmektedir. Özellikle karın ağrısı çeken, basık yürüyemeyen çocuklar ile çocuğu olmayan kadınlar türbeyi ziyaret etmekte Allah’tan (c.c) Şeyh Ören hatırına şifa ummaktadırlar.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Şeyh Ulaş – Samsun

Şeyh Ulaş Samsun

Bafra’ya 12 kilometre güneyinde bulunmaktadır. Burada yatan ve Şeyh Ulaş adıyla bilinen zatın ismine binaen bulunduğu Köye aynı ad verilmiştir

TARİHÇE: Halk arasında “Şeyh Ulaş” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihihakkında kesin bilgi edinilememektedir. Mahallinden edinilen bilgilere göre ise 1485 tarihli Osmanlı arşivlerindetürbede medfun olan Şeyh Ulaş’ın bölgede tekkesinin bulunduğunun yazdığı söylenmektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe son yıllarda betonarme olarak yeniden inşa edilmiştir. Çatısı betonarme olup içi ve dışı sıvalıdır. İçerisinde Türbeye ait sanduka bulunmaktadır.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Şeyh Ulaş hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Mahallinden edinilen rivayetlerde Şeyh Ulaş’a ait tekke ve zaviyesinde yolculara, fakir vekimsesizlere yemek ve erzak yardımında bulunduğu, Osmanlı İmparatorluğu’nun da Şeyh Ulaş’ın bu hizmetine karşılık zaviyeyi vergiden muaf tuttuğu ve nakdi destekte bulunduğu anlatılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaretedilmektedir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Avuncu Türbesi

Bafra’ya 16 kilometre kuzeyinde bulunan Sahilkent Köyü’nde bulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Avuncu Türbesi ” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; son yıllarda 2 bölmeli betonarme olarak yeniden inşa edilmiştir. Çatısı kiremit döşeli olup dışı seramik kaplı, içi sıva üstü boyadır. İçerisinde sanduka bulunmaktadır.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Avuncu Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c)izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Battâl Seyyid Hacı Hüseyin Paşa

Battâl Seyyid Hacı Hüseyin Paşa

Bafra İlçesinin merkezi cami mahallesindeki Büyük Camii haziresi’nde bulunmaktadır

TARİHÇE: Daha önce hac kafilesinin başkanı ve Mısır-Kahire ordu komutanı ve Trabzon’a vali olup hâlâ Erzurum valisi ve Canik sancağı vergi memuru iken Allah’ın emri ile ahirete göç eden Allah’ın rahmetine kavuşmuş ve günahlarının bağışlanmasına dua edilen Allah’ın merhametine muhtaç mekânı cennet olan Vezir Battâl Seyyid Hacı Hüseyin Paşa Hazretlerinin ruhu için Allah rızası için Fatiha. Sene (H. Şaban 1215, M. Aralık 1800)”

MİMARİ ÖZELLİKLERİ Türbe; Vezir Hüseyin Paşa’ya ait mezar, şahideli üstü açık lahit formundadır.Başlık kısmını, kallavi tipli bir kavuğun oluşturduğu başucu şahidesinin dış yüzeyindeki alınlık ve kaide kısmında,bitkisel karakterli ve nesnel süsleme görülür.Şahidenin, kaideye birleştiği kısımda olması gereken kenarlıkları kırıktır.İç yüzeyi oval olan ayakucu şahidesinin dış yüzeyinde ve kaide kısmında yine bitkisel ve nesnel süsleme görülür.Şahidenin kaideye birleştiği kısmındaki kenarlıklardan doğudaki kırıktır.Lahdin kuzeydeki ve güneydeki cephelerinde simetrik,nesnel ve bitkisel karakterli süslemeler yer alır.Lahit, kendi ölçülerinden yaklaşık 20 cm. dışa taşan dikdörtgen bir platforma yerleştirilmiştir.Başucu şahidesinde, boyun kısmına doğru yönelmiş stilize bir yaprak işlenmiştir.Bu yaprağın alt kısmından başlayan ve şahide kenarlarına kıvrılan stilize yaprak parçacıkları, kitabenin üst kısmındaki süslemeyi tamamlamaktadır.Başucu şahidesinde asıl süsleme şahidenin kaidesinde görülür.Kaidenin üst kısmında yer alan ve bir dizi halinde sıralanan stilize çiçekler, ince silmelerle konturlanmıştır.Dizi halindeki bu çiçekler lahit kenarlarını boydan boya dolanmaktadır. Kaidenin kenarları, silmeli ve boğumlu ikisütunceyle sınırlandırılmıştır.Bu sütunceler altta silmeli ve yivli ortada katlı silmeli, üstte stilize çiçekli ve tepede, kaidenin üst kısmında görülen süslemenin devamı olacak şekilde dizayn edilmiştir.Şahide yüzeyine ise, ortasında ve uçlarında stilize yaprakların görüldüğü büyük bir rozet işlenmiştir.Üst kısmında, kat kat ve boğumlu bir tepeliğin yer aldığı ayakucu şahidesinin dış yüzeyinde, alt ve üstte kartuşlanan stilize çiçek ve yaprak motifleri görülür.Şahidenin kaide kısmındaki süsleme, baş ucu şahidesinin kaide kısmındaki süslemeyle simetriktir.Lahit yüzeylerini, kaidelerdeki sütuncelere simetrik 4 sütunce, eşit üç parçaya bölmüştür.Bu bölümlerdeki natürmort karakterli süslemeler, ortasında tabak içinde meyvelerin yer aldığı rozetler şeklindedir.Sağ ve soldaki kâse içinde üzüm, ortadaki kâse içinde ise armut meyvesi görülür.Rozetlerin tepesi, sütuncelerin üst kısmında olduğu gibi yüzeyde hafif taşkın durmaktadır.Lahit yüzeylerindeki süslemeler simetrik olup barok karakter göstermektedir.Şahide kaideleri ve lahit yüzeyleri ayrıca demir rabıtalarla birbirine bağlanmıştır.

RİVAYET: Daha önce hac kafilesinin başkanı ve Mısır-Kahire ordu komutanı ve Trabzon ,Erzurum valisi ve Caniksancağı vergi memuru iken Allah’ın emri ile ahirete göç eder.Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Battâl Seyyid Hacı Hüseyin Paşa Hazretlerinin Türbesihakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Türbe; halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hastaolanlar içinde şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Hasta olarak genellikle ruh hastaları olanlar ziyaretetmekte ve türbede medfun bulunan Battâl Seyyid Hacı Hüseyin Paşa hatırına Allah’tan (c.c) şifa ummaktadır.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Hızır Bey – Samsun

Hızır Bey - Samsun 1

Bafra’nın 4 kilometre batısında bulunan Çetinkaya Beldesi’ne bağlı Kümbet Tepe mevkiinde Bafra’yatakriben 3 km mesafede bulunmaktadır.

TARİHÇESİ: Halk arasında “Hızır Bey” adıyla da anılan türbeye ait içinde ve yakınlarında bir mezar veya kitabe bulunmamakla birlikte vaktiyle içinde bir mezar bulunduğu anlaşılmaktadır. Tarihi kaynaklarda Hızır Bey hakkında bilinenler de oldukça sınırlıdır. Çeşitli tarihi kaynaklarda 1411 veya 17’den önce Bafra’yı eline geçiren Candaroğluİsfendiyar Bey’in, şehri, oğlu Hızır Bey’e verdiği bildirilmektedir. Türbenin Hızır Bey adıyla anılmasına bakılarak,Candaroğlu Hızır Bey’e ait olabileceği ve 70-80 m. kadar güneydoğusunda, aynı adla anılan, kitabesiz ve kısmenharap bir hamamla birlikte, Hızır Bey’in Bafra’ya hâkim olduğunu bildiğimiz 1411-1420 arasında, kendisi tarafındanyaptırılmış olabileceği düşünülebilir.

MİMARİ ÖZELLİĞİ: Türbe uzaklardan görülebilecek şekilde, küçük bir tepe üzerinde bulunmaktadır. 7.60 x 7.60 mölçülerindeki türbe, üçgenlerle geçilen tek kubbeyle örtülü, kare şeklinde tek bir mekândan oluşmaktadır. 0.90 m.kalınlığındaki duvarlarda kuzeyde bir kapı, doğu ve güneyde birer pencere açılmıştır. Dikdörtgen şeklindeki kapı vepencere açıklıklarının etrafı tahrip olmuştur. İçindeki mezar, tamamen yok olmuş, kapı ve pencere çevrelikleri tahripedilmiş, batıda daha fazla olmak üzere, duvar yüzeyleri kısmen tahrip olmuş, kubbe kaplaması dökülerek ortasındada küçük bir delik açılmıştır. Türbenin içinde de dışında olduğu gibi hiçbir süs unsuru yoktur. Orijinal döşemeseviyesi kaçak define kazılarıyla tahrip olduğundan, döşemenin cinsi belli değildir. Bugün toprak zeminde sandukaveya benzeri bir kalıntı mevcut değildir. Türbeye 100 m. uzaklıkta aynı tarihte teknikle yapılmış bir de hamam mevcuttur.

RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Hızır Bey Türbesi hakkında çeşitli rivayetleranlatılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c)izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Hacı Sofu Yazıcı – Samsun

Hacı Sofu Yazıcı

Ayvacık ilçesine 17 kilometre güneydeki Ardıç Köyü’ne ait köy mezarlığı içerisinde bulunmaktadır

TARİHÇE : Halk arasında “Hacı Sofu Yazıcı Türbesi” şeklinde anılan türbenin, kitabesi bulunmadığından türbenintarihi hakkında kesin bilgi edinilememektedir.

MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzındadır.Çatısı kiremit ile kaplanmış, iç ve dışı ahşaptandır. Türbeye ait sanduka bulunmamakla birlikte kabrin baş ucunda mezar taşı yer almaktadır.

RİVAYET : Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Hacı Sofu Yazıcı Türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Köy imamı Haci Sofu dede haca giden köylülerin namaz kılarken görüldüğü anlatılmaktadır. Çarşabbada yemek davetine katılır ihtiyac için dişarı cıkar gecikinçe köylüler nerde kaldın diyesoraralar oda hayvanların dışarda kaldığını siste yolu bulamadığını onları eve götürüp geri geldiğini söyler.ertesi günhanımın sorduklarında dün akşam gelip gittiğini söylemiştir. Hacı Sofu yağmur duasına cıkmış yağmur yagmayabaşlamış yağmurun yeterli olduğunu söyleyince yağmurun kesildiğine şahit olmuşlar.Türbe halk tarafından Rıza iİlahi için veli ziyaretinde bulunmak hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Divri Türbesi

Asarcık’ın 3 kilometre Güneybatısında bulunan Aydın Köyü’ne 1 km mesafede bulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Divri” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.

MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; dört tarafı betonarme dikdörtgen bahçe duvarı ile çevrilidir. Türbenin içinde sanduka bulunmamakta, mezarın üstünde ağaçlar yer almaktadır.

RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Divri hakkında pek fazla rivayet bulunmamaktadır. Türbe yolunun solundaki su insanlar tarafından şifalı su olarak kullanılmaktadır. Türbe halktarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Hasta olarak genellikle sarılık ve felçli hastalar türbeyi ziyaret etmekte ve Allah’tan (c.c) şifaummaktadır

Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Şeyh Muhammed Zafir Efendi (k.s.)

İstanbul -Beşiktaş’da Barbaros caddesi üzerinde bulunan ertuğrul tekkesi camii’nin hemen önünde

Bursa – Emir Sultan Kabristanında

Şeyh Zafir Efendinin doğum tarihi 1828 olup doğum yeri Trablusgarb’ın Mısrata beldesidir. Babası Muhammed Hasan Zafîr el-Medenidir. Annesi ise Kamer Hanımdır. Zafir Efendi ilk bilgileri babasından aldı. Gençliği doğum yeri Mısrata’da geçti. Yirmi yaşlarında doğum yerinden ayrılarak Tunus ve Cezayir’den sonra Mısır’a geçti. Oradan da Medine’ye gitti. Burada eğitimini tamamladı, birçok ilim meclislerinde bulundu, bilgin ve bilge kişilerin sohbetlerine katıldı ve tekrar memleketi Trablusgarb’a döndü.

Kendi babasından Şazeli tarikatının medeni kolunun halifeliğini aldı. Şeyh uzun bir süre burada yaşadı. Daha önceleri İstanbul’a gelen kardeşi Hamza Zafir’in çağrısı üzerine 1870 yılında o da kardeşinin bu davetine uyarak İstanbul’a geldi. Unkapanı yakınlarında kendisine tahsis edilen bir yerde sohbetlere başlamıştır. Bu arada evlenmiş, bir ara memleketine gitmiş ve ayrıca bir süre de Medine’de inzivaya çekilmiştir.

Şazeliye tarikatı 

Ebu’l Hasan Takiyüddin Ali bin Abdullahü’ş-Şazeli ( doğumu miladi 1197 Şazile-Tunus, vefatı 1238 Humaysıra- Mısır ) tarafından kurulmuştur. Şeyh Zafîr Efendi de birçok kolları olan bu tarikatın medeni koluna bağlıdır. Tarikatın diğer tarikatlar gibi katı kuralları yoktur. Geçmişte Kuzey Afrika’nın büyük bölümünde etkili olmuş olan tarikatın bugün Avrupa ve özellikle Fransa’da etkileri görülmektedir. Genelde ilkeleri üç başlık altında toplanabilir. Bunlar: a- Allah’tan korkmak, ona teslim olmak ve ona sığınmak b- Tüm davranışlarımız ve sözlerimizde Peygamberimizin sünnetine uymak, c- iyi ve kötü durumlarda insanlardan bir şeyler istememek, beklememek.

Sultan II. Abdülhamit 1876 tarihinde tahta çıktığı zaman, ülkesinde bulunan Şeyh Zafir Efendi tekrar İstanbul’a davet edilmiştir. Bu gelişlerinde şimdiki dergahı yapılana kadar Yıldız Camii’nde sohbetlerde ve irşat faaliyetlerinde bulunmuştur. 1887 yılında Ertuğrul tekkesi onun adına yaptırılmıştır. Bu yapıya cami, tevhidhane, misafirhane ve selamlık gibi gerekli bölümler de eklenmiş ve bu Şazeli tarikatının Osmanlı coğrafyasında ilk tekkesi olmuştur.

Şeyh Zafır Efendi, Sultan II. Abdülhamit’in iltifat ve ihsanlarına nail olmuştur. Sultan’ın da onun bağlıları arasında olduğu bilinmektedir.

Şeyh Efendi, 1903’ün Eylül ayına denk gelen 1321 Recep ayının ilk cuma gecesi, Regaib kandilinde vefat etmişlerdir.

Şeyh bilgin ve olgun, erdemli ve bilge bir kişiydi. Sarayda başta sultan olmak üzere, herkesin saygı ve sevgisini kazanmış saygın biriydi. Sarayla ve devletin ileri gelenleri ile arada bir mesafe bırakır, konuşma ve davranışlarına özen gösterirdi. Hiçbir zaman ince hesaplar içinde olmamış ve sultanın itibarını hiçbir biçimde kullanmamıştır.

Eserleri:

1-Envarü’l Kudsiye.., Bu, şeyhin önemli bir eseridir ve Arapça yazılmıştır. Onun sağlığında üç baskı yapmış olan kitapta tarikat bilgileri ve ileri gelenleri ile zikrin faziletleri, tasavvuf terimleri, Şazeli tarikatı ve Medeniye kolu gibi konularda bilgiler vermiş ve sonunda da Sultan Abdülhamit Han hakkında bir dua eklenmiştir.

2-Nürü’s-Satı ve’l Burhinü’l-Katı…, Bu kitap tarikat bağlılarına verilmesi gereken bilgileri, zikir konularını ve tarikat karşıtlarına verilen yanıtları içermektedir.

3-Vazifetü’z- Zafîriye, Bunda tarikat konuşanda yapılması gereken görevlerden söz edilmektedir.

4-Akrabü’l Vesail…, Tarikatlarla ilgili başkaları tarafından kaleme alınmış yazılardan oluşmaktadır.

CAMİİ ve TÜRBESİ

Camii:

Cami, Sultan II. Abdülhamit tarafından İtalyan bir mimara yaptırılmıştır. Aslında bir külliye olan camiden bugün arta kalan yalnızca bir türbe, çeşme ve camidir. Cami-tevhidhane ve selamlığı içinde barındıran asıl bina Şeyh Zafir adına; harem ve misafirhane binalarıyla birlikte ancak 1885 yılında tamamlanmıştır. Cami fevkani ve tahtani bir yapıdır. Şeyhin 1903 yılında vefat etmesi üzerine, 1906 senesinde de bir türbe, bir kitaplık ve ayrıca bir de çeşme yapılmıştır. Caminin inşasının denetiminde Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa görevlendirilmiştir. Cami bizzat sultanın kendi parası ile yapılmış ve hatta o günkü para ile 821479 kuruş harcandığı kayıtlara geçmiştir.

Cami-tevhidhane ile selamlık birimlerini ve hünkar dairesini barındıran ana bina iki katlı ve ahşap iskeletli bir binadır. Duvarlarının iç tarafları bağdadî sıva ile, dış cepheleri de ahşap kaplama ile örtülmüştür. Çatısı kiremit kaplıdır. Kuzey yönünde kargir bir bodrum üzerinde oturtulmuştur. Bina, ortada kare planlı cami-tevhidhane bölümü, güney kısımda hünkar dairesi ile kuzeyde de selamlık bölümü olmak üzere üç ana bölümden oluşmaktadır.

Binanın altı girişi vardır. Güneyde hünkar dairesine giriş kapısının üzerinde Ahmet Muhtar Efendi tarafından yazılmış ve 1887 tarihli ta’lik kitabe yer almaktadır. Hem hünkar dairesinde ve hem selamlık bölümünde merdivenli sofalar ve abdestlikler yer almaktadır. Bu bölümler her iki katta da vardır. Hünkar kapısının yanındaki giriş, hünkar dairesi sofası ile bağlantılı olan bir koridorla cami-tevhidhane bölümüne geçişi sağlamaktadır. Doğu cephesinde yer alan girişlerden biri selamlığın zemin kat sofasına açılır. Bir diğeri de son cemaat yeri olarak düşünüldüğünü sandığımız iki bölümlü küçük yere açılır. Burada hem cami harimine giriş hem üst kat kadınlar mahfeline çıkış vardır.

Cami haremi sekizgen planlı, üstü ahşap iskeletli ve bağdadi sıvalı olup çatı altında gizlenen sekiz dilimli küçük bir kubbeyle örtülmüştür. Üst katta sütunlar arasında bulunan kafeslerin bizzat Sultan II. Abdülhamit tarafından yapıldığı söylenmektedir. Duvarları köşebentlerle, tavan ahşap kaplama üzerine gerilen muşambaların yüzeylerine işlenmiş nakışlarla süslüdür. Özellikle hünkar dairesinin duvar ve tavan göbeğinde yaldızlanmış kartonpiyerler dikkat çekicidir. Bunların İtalyan mimar Raimondo d’Aranco’un kendi gibi gayri müslim nakkaşları tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Cami, dış görünüşü itibariyle ahşap bir konağı anımsatır.

Mihrap ahşap olup nişinin içi yanlara tutturulmuş perdeler, ortada zincire asılı kandil ve tepede ay-yıldız ve onlardan çıkan ışınlarla bezenmiştir. Alınlığındaki ayetin yazım tarihi 1887’dir.

Minber ahşaptır ve mihraba bitişik oiup korkuluğu kabartma rozetlerle süslenmiştir. Köşk kısmı ise yuvarlak kemerlidir. Biraz yapiya ters düşmüştür. Vaaz kürsüsü ahşap ve zarif olup adeta bir saray mobilyasını andırmaktadır.

Minare caminin kuzeybatı köşesindedir. Güdük ve soğan başlı, alemli bir minaredir. Ve her an yıkılma tehlikesiyle karşı karşıdır.

Ayrıca türbe, kütüphane ve çeşmesi konumları ve tasarımlarıyla çok değişik bir görüntüye sahiptirler. Mimari geleneğimize uymayan yapılar topluluğudur.

Avlusunun dört girişi bulunmaktadır.

Not: Hem cami-tevhidhane olarak hem meşrutaları ve bunların, işlevsel özelliği olarak yapı uzun zaman gerek devlet ricali ve yabancı konukların ve gerekse de aydınların ve halkın hizmetinde olmuş bir yapılar topluluğundan günümüze kalabilmiş birkaç biriminden biridir.

Türbesi:

Şeyh Zafîr türbesi kesme taştan yapılmış ve kendine özgü bir yapıdır. Örneğinin ilk ve son temsilcisidir. Dar ve uzun pencereleri üzerindeki yarım daire mermer yağmur saçakları ile de dikkatleri çekmistir. Batı tarzında ve eklektik bir yapıdır. Mimarı, bir kez baş mimarlığa da getirilmiş olan İtalyan mimar Raimondo d’Aronco’dır. Türbede ayrıca kardeşleri Hazma ve Beşir Zafir’in kabirleri, türbe dışında ise eşi Deblec Hanımın kabri bulunmaktadır. Diğer eşi Tir-i Nigah Hanım da Maçka mezarlığındadır.

Ondan bir dize:

Belagat ehli nazmile ider dil ehlini teshir

Bu sırrı anlamayanlar anı esma bilir derler

 

Neccarzade Muhammed Rızauddin Efendi (k.s.)

İstanbul – Beşiktaş’da Sinan Paşa camii bitişiğindeki türbesinde

Anadolu’nun manevi zenginliği olan velilerdendir. Adı Muhammed Rızauddin , babasının adı İbrahim’dir. 1090 (miladi 1679) yılında Şebinkarahisar’da doğdu. 1159 yılında (m 1746) İstanbul’da vefat etti.

Neccârzâde doğmadan önce babası İbrâhim Efendiye rüyâsında bir zât; “Allahü teâlâ sana sâlih bir evlâd verecek. Bu evlâdın âlim ve ârif bir zât olacak. Çok evliyâ ve sâlih müslüman yetiştirecektir. Doğduğu zaman ismini Mustafa koyunuz ve iyi yetişmesi için çok gayret ediniz.” demişti. Bunun üzerine o doğunca babası ismini Mustafa koydu. Yetişmesinde büyük bir dikkat ve titizlik gösterdi.

Babası İbrâhim Efendi, Neccârzâde doğduktan bir müddet sonra İstanbul’a yerleşerek saray topçuları arasına girdi. Fen ilimlerine vâkıf olan bu zât, seferler sırasında bilgisiyle hizmette bulunduğu gibi, köprülerin kurulmasına da nezâret etmiştir. Bu sebeple kendisine marangoz mânâsında, Neccâr, oğluna da Neccârzâde lakabı verilmiştir.

Neccârzâde Mustafa Efendinin yetişmesine babası çok önem verdi. Ömrünün son günlerinde ona şöyle nasîhat ve vasiyet etti: “Aman evlâdım ilim öğren. Annen seni işe verirse kabûl etme. Zîrâ sen büyük hizmetler için yaratıldın. İlimde ve mârifette yüksek mertebelere çıkacaksın. Bu hususta çok gayretli ve dikkatli ol!” Babası vefât edince, annesi onu bir işe vermek istedi. Fakat o, babasının vasiyetine uyarak ilim tahsîline başladı. Zamânın âlimlerinden ilim öğrenip, kısa zamanda yetişti. On yedi yaşında Beşiktaş’taki Sinân Paşa Câmii yanındaki medresede ders vermeye başladı. Bu müderrisliği sırasında, Üsküdar’da Azîz Mahmûd Hüdâî hazretlerinin dergâhında insanları irşâd ve terbiye ile meşgûl olan Yâkûb Efendinin babası Odabaşı Şeyhi diye tanınan Şeyh Fenâî Efendinin derslerine ve sohbetlerine devâm etti. Kısa zamanda ilerledi. Bu hocasından Celvetiyye yolunun âdâbını öğrendi ve icâzet aldı. Bu esnâda Mustafa Efendi kendisinden önce bu yola girmiş olanları geçip, akranlarının vasfını bile duymadığı derecelere kavuştu.

Fenâî Efendi bir neşeli vakitlerinde Mustafa Efendinin kıymetini bildirmek için ona hitâben; “Gözümün nûru Mustafa Efendi! İnşâallah, siz öyle bir rehber olursunuz da, inci, cevher olan hikmetli sözleriniz büyük küçük herkesin kulağına küpe olur.” buyurdu. Zaman zaman, Mustafa Efendide yüksek hallerin meydana geleceği müjdesini tekrar ederdi.

Neccârzâde Mustafa Efendi, daha sonra Beşiktaş Mevlevîhâne Şeyhi Memiş Efendinin sohbetlerine devâm etti. Ondan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî’sinin ince ve derin mânâlarını öğrendi. Neccârzâde Mustafa Efendi, hep ilimle meşgûl olup, dünyâya ve dünyâ malına gönül vermedi. Kanâat ve tevekkül yolunu tuttu. Çok güzel hattı vardı ve geçimini kitap yazmakla sağlardı. Bunun yanında kalbi Allahü teâlâ ile meşgûl olup, zâhirini, dışını dînin emir ve yasaklarına uymakla süslemişti. Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesinden kıl payı ayrılmaz, farz, vâcib ve nâfileleri yerine getirmekte çok gayretliydi. Sinan Paşa Câmiinde imâmlık, müezzinlik yaptı ve vâz etti. Bu hizmetlerinden sonra o sıralarda Rusya üzerine açılan sefere katılıp Moskoflara karşı cihâd etti. Bu cihâdda zafer kazanıp dönerken Edirne’de Arabzâde Hacı Muhammed İlmî Efendinin sohbetlerinde bulundu. Ondan Müceddidiyye yolundan icâzet aldı. Ötedenberi bu yolda yetişmek ve bu yolun feyzlerine kavuşmak için cân atıyordu. Hocasından mutlak icâzet alıp, irşâda me’zun oldu. Böylece tasavvufda asıl üstünlük ve olgunluklara kavuştu. İlâhî sırlara ve mârifetlere mazhâr oldu.

Müceddidiyye yolundaki hocası Muhammed Hacı İlmî Efendi, Ebû Abdullah Muhammed Semerkandî’nin talebesi idi. Bu zât Ahmed-i Yekdest Cüryânî’nin talebesi idi. Ahmed Yekdest Cüryânî ise, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin mübârek evlâdı Urvet-ül-vüskâ Muhammed Ma’sûm Fârûkî’nin önde gelen talebesindendi.

Arabzâde İlmî Efendi, Neccârzâde’ye tasavvufda Müceddidiyye yolundan icâzet verirken, tevâzû göstererek lâyık olmadığını söyleyince; “Evlâdım bunu biz tâyin etmedik, bu yolun büyüklerinin işâreti ile senin buna liyâkatin bildirildi. Emr edilene uy” dedi. Neccârzâde Edirne’de bir sene kaldıktan sonra İstanbul’a döndü. Beşiktaş’da Sinân Paşa Câmii yanında bir arsa satın alıp burada bir mescid yaptırdı. Burada Müceddidiyye yolunun yüksek mârifetlerini yaydı. İnsanlara rehberlik etti. İlim, irfân ve Hak âşıklarına Allahü teâlânın dînini öğretti. İslâm ahlâkının yayılmasına, insanların refah ve saâdete kavuşmasına hizmet etti. Sadrâzam Hekimbaşı Nûh Efendinin oğlu Ali Paşanın Altı-mermerde Cerrah Paşa Hastahânesi karşısındaki câmi 1734’de yapılınca, buranın ilk vâizi oldu. Ahmed Yekdest Cüryânî’nin talebesinden Eğrikapı’da Karamânî mescidi imâmı Tatar Ahmed Efendi ile sohbetleri meşhûrdur.

Neccârzâde 1740 (H.1153) senesinde hacca gitti. Bu sırada Tuhfet-ül-İrşâd adlı dîvânında toplanan güzel şiirlerini yazdı. Peygamber efendimiz için yazdığı na’t-ı şerîf ve medh ü senâ için yazdığı şiirler birer şâheserdir. Hac farizasını yerine getirdikten sonra Cumâ kaptanın gemisiyle yanında bâzı dostları ve talebeleri ile birlikte Hicâz’dan İstanbul’a dönmek üzere yola çıktı. Yolculukları sırasında Mısır’a uğradılar. Mısır vâlisi Hekimoğlu Ali Paşa Neccârzâde’yi hürmetle karşılayıp, bir dâire tahsîs etti. Sonra sarayına dâvet edip çok ikrâmda bulundu. Sohbetini dinleyip duâsını aldı. Bu sohbeti sırasında söylediği bir şiir şöyledir:

“Yâ Rab tarîk-i vuslata emn ü emân ver!
Hasretkeş-i zemân-ı visâlim zemân ver!
Râh-ı Rızâ’da merd-i garîb etme bendeni
Çâbük-süvâr-ı şevki bana hem-inân ver.”

İstanbul’a döndükten sonra yine Beşiktaş’da ikâmet edip, vefâtına kadar nasîhatlarına ve sohbetlerine devâm etti. Tuhfet-ül-İrşâd adlı dîvânı meşhûrdur. Ebû Abdullah Semerkandî’nin Muhtasar-ül-Vilâye kitabını Fârisî’den Türkçe’ye tercüme etmiştir. Tövbe ile ilgili Arabî bir kitab da yazmıştır.

TÖVBE ETMEK

Neccarzâde buyurdu ki: “Bütün müslümanların günahlarına tövbe etmesi lâzım ve zarûrîdir. Ölünceye kadar dâimâ tövbe ve istiğfâr etmek lâzımdır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde müminlerin tövbe etmesini emr buyuruyor. İstiğfârdan murâd tövbedir. Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm hadîs-i şerîfde buyurdu ki:

“Allahü teâlâya tövbe ediniz. Ben her gün yüz defâ tövbe ediyorum.” Mahlûkâtın efendisi hiç günâhı olmadığı, mâsûm ve pâk olduğu hâlde böyle yaparsa biz her hâlükârda tövbe ve istiğfâra muhtâcız. Sonra kul hayâtı boyunca günâh ve kusûrdan, gafletten ve yüksek makamlardan mahrûm kalma hâllerinden kurtulamaz. Tövbe ile ilgili diğer bir incelik de şudur ki: Bütün günâhları terkedip hakîkî tövbe etmedikçe noksan yapılan tövbe kemâle ermek için kâfî gelmez. Çünkü günâhlar sebebiyle kalbde hâsıl olan karartılar ve lekeler, Allah yolunda ilerlemeye mâni olurlar. Bütün günâhlara tövbe etmek lâzımdır.”

1) Eshâb-ı Kirâm; (6. Baskı) s.365
2) Menkıbe-i Evliyâiyye fî Ahvâl-i Ridâiyye (Ahmed Nüzhet Efendi, Esad Efendi Kütüphânesi, No:1752, vr.4b
3) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.446
4) Mu’cem-ül-Müellifîn; c.12, s.265
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.16, s.309

Kaynak ; Türkiye Gazetesi , İstanbul evliyaları

Neccarzade Muhammed Sıddik Efendi (k.s.)

İstanbul – Beşiktaş’da Sinan Paşa camii bitişiğindeki türbesinde

Anadolu yetişen büyük velilerden 1131 (m 1719) yılında İstanbul’da doğdu. Büyük veli Neccarzade Mustafa Efendi’nin oğludur. Küçük yaşta ilim tahsiline başlamış ; ilim ve tasavvuf yolunu babasından ve Mustafa Fenciye Efendiden öğrendi. Nakşibendiyye ve Halidiyye yolundan hilafet aldı ve Babasının vefatından sonra Rumeli hisarındaki dergahda irşad faaliyetine başladı.

Bir ara Aziz Mahmud Hudai dergahına tayin edildi. Tâyin edildiğinde Aziz Mahmûd Hüdâî’nin türbesine girip bir müddet içerde kaldı. Biraz sonra dışarıya çıkınca; “Hazret-i Hüdâî efendimiz bize bir salkım üzüm verdi. Bizim bu dergâhda şeyhlik müddetimiz on bir ay olsa gerektir, fazla değildir.” buyurdu. On bir ay burada vazîfe yaptıktan sonra tekrar kendi dergahına geri döndü.

Talebelerinden birisi şöyle anlatır: “Dört oğlum tâûn hastalığından arka arkaya vefât etmişti. Hem oğullarımın vefât acıları hem de ben ve hanımım yaşlı olduğumuz için artık çocuğumuz olmayacağını da düşünerek üzgün ve perişan bir haldeydik. Gerçi Şeyh Muhammed Sıddık Efendinin tesellileri ile biraz rahatlıyordum. Fakat yaşlılığımız sebebiyle artık çocuğumuz olmayacağı hatırıma geldikçe bir hayli üzülüyordum. Şeyh Muhammed Sıddık Efendi benim bu hâlimi anlayıp bir gün yine huzûrunda mahzûn mahzûn dururken; “Sen evlâd acısıyla ve bundan sonra daha çocuğun olmayacağını düşünerek kendini perişan ediyorsun. İnşâallah Allahü teâlâ sana çocuk verir.” buyurdu. Gerçekten bir müddet sonra hanımım yaşlı olmasına rağmen hocamın duâsı ile bir çocuğumuz oldu.

Talebelerinden birinin çocuğu üç yaşına gelmesine rağmen henüz yürümüyordu. Bu duruma babası çok üzülüyordu. Bir gün bu çocuğunu hocası Muhammed Sıddık’ın huzûruna getirdi ve durumunu arz etti. Muhammed Sıddık hemen çocuğun elinden tutup, besmele çekerek yürütmeye başladı. Çocuk, Allahü teâlânın izniyle yürür oldu.

Sevenlerinden birisi çok hastalanmıştı. Durumunu arz etmek ve duâ istemek için Muhammed Sıddık Efendiye bir haberci gönderdi. Biraz sonra gönderdiği haberci içeri girerek; “Muhammed Sıddık Efendi hâlinizi sormak için birini göndermiş.” dedi. O zât bu duruma çok şaşırdı. Gelen kişi; “Hoca Efendi size selâm söyledi. Hastalığınızın zamânının tamam olduğunu bildirmemi emretti.” dedi. O zât Allahü teâlânın izniyle o gün iyileşti.

Bir gün Eyüp’teki Kaşgarî Mescidinden biri gelip, hocaları Îsâ Efendinin şifâ bulması için duâ istedikte; “Selâmet-i hâtimesi için Fâtiha okuyalım.” buyurdu. Îsâ Efendinin o saatte vefât ettiği anlaşıldı.

Sevenlerinden biri ziyâret etmek maksadıyla huzûruna gelmişti. Mustafa Sıddık Efendi o zâtı görünce; “Arkadaşın falan zât üç güne kadar makam sâhibi olacak. Git kendisine müjdele.” buyurdu. O da gidip durumu müjdeledi. Üç gün sonra Allahü teâlânın izniyle dediği gibi oldu.

Muhammed Sıddık Efendinin şiirlerinin toplandığı bir Dîvân’ı ve Esfâr-ı Erbaa isimli bir eseri vardır.

kaynak ; Türkiye gazetesi , İstanbul evliyaları 2