Kütahya Mevlevihanesi

Kütahya Mevlevihanesi

Kütahya – Merkez’de Dönenler camii

Kütahya il merkezinde, Börekçiler Mahallesinde, Dönenler Meydanının güneybatısında yer alan mevlevîhane, Konya ve Afyonkarahisar mevlevîhalerinden sonra üçüncü önemli dergahtır. Şecerelere yapının banîsi ve ilk postnişîni olarak geçmiş olan Celaleddin Ergun Çelebi’nin ismi ile Erguniyye Dergahı, ErgunÇelebi Zaviyesi ve Zaviye-i Erguniyye adlanyla anılmaktadır.

Öncelikle Mevlevîliğin Kütahya’daki izleri Sultan Veled dönemine dayanır. Sultan Velede intisab etmiş olan, halkın “Kütahya Fatihi” diye adlandırdığı Emir İmmeddin Hezar Dînarî, şeyhinin arzusu üzerine şu anda Ergun Çelebi’nin bulunduğu yerde bir mevlevîhane inşa ettirmiştir. Sultan Veled, 14. yüzyıl başlarında, I. Yakub Çelebi zamaninda Konya’dan çıkıp Beyşehir, Eğirdir ve Denizli üzerinden buraya gelmiş ve Kütahya şehrinin güzelliği karsisinda hayran kalmistir. Şehrin güzelliği karşısında dîvanında da yer alan aşağıdaki manalara gelen mısraları kaleme almıştır:
Kütahya şehri gibi bir şehir olamaz. Ne mutlu orada bir ay oturan kimseye. Saadeti yaver olup da iki ay oturacak olan kimse oradan hadsiz, hesapsız istifade eder, lezzet alır. Bu şehrin güneş gibi her tarafı vecihdir ki, onun arkası, karanlığı yoktur. Letafette cennete benzer Ya Rabbi ona hiçbir cevr ü kahır gönderme. Hiç tatlı bir güzele, bir kusur olmadığı halde, bir kimse zehirli şerbet içirir mi? onun her bir köşesi bağ bahçdîr. Onun her tarafından bir pınar, nehir akmaktadır. Onda duvar içinde ve muhafaza altına alınmış mevzun, endamlı bir kale vardır ki, benzerini kimse görmemiştir. Öyle bir şehre, Herat , Merv , Ehri gibi şehirler feda olsun. Veled’e onun güzelliği beli olunca Kütahya’nın senasını herkesin yanında açıkça söyledi.

Kütahya Dergahı’nın faaliyetleri Germiyanoğulları zamanında belirgin bir artış göstermiştir. Gerek şeriyye sicillerinden gerekse vakıf kayıtlarından anlaşılıyor ki, 1329 yılında bugünkü mevlevîhanenin bulunduğu yerde yeniden inşa edilen bina, şehrin köylerine varıncaya kadar sosya-kültürel hayatinda büyük çaplı etkiler meydana getirmiştir.

Sultan Veled’den sonra, yerine geçen oğlu Ulu Arif Çelebi de Kütahya şehrine ayrı bir önem vermiştir. Mevlevîliğin yayılması açısından jeopolitik bir önemli bulunan Kütahya’yı sık sık ziyaret etmiş ve Germiyanoğullan ile yakın ilişkiler içerisine girmiştir. Mevlevî kaynaklarda zikredildiğine göre Süleyman Şah, Sultan Veled’in kızı Mutahhara Hatun ile evlenmiş ve bu izdivaçtan doğan Devlet Hatun, Yıldırım Bayezid’in hanımı olmuştur. Böylece Kütahya şehri, 1381 yılında Devlet Hatun’un “cihazı” olarak Osmanlıların eline geçmiş ve Yıldırım Bayezid buraya vali tayin edilmiştir.

İşte Osmanlı sultanlarının Mevlevîler akraba olarak kabul etmeleri ve tahta yeni geçen sultanların Edirne kapısı dışında düzenlenen büyük bir merasimle Mevlevî şeyhi tarafından kılıç kuşatılması geleneği bu tarihi bağa dayanmaktadır.

XVI. yüzyılda Anadolu’da özellikle Batı ve İç Anadolu’da halkın tamamının Mevlevi olduğu yöreler göze çarpmakta, Kütahya’da bu beldelerden biri olma özelliğine sahip olmaktadır. Kütahya’nın birçok köyünde köy halkının tamamının Mevlevî olduğunu tarihi kayıtlardan öğrenmekteyiz. Bununla birlikte Kütahya Mevlevîhanesi’nin de birçok mevlevîhane gibi zengin gelirli vakıfları bulunmaktadır. Ancak diğer tarihi vakılar gibi Ergun Çelebi Evkafı olarak sicillere kayıtlı olan bu vakfiye de zamanla sahipsiz kalmış ve özel ellere intikal etmiştir.

Kaynaklardan edinilen bilgiye göre Kütahya Mevlevîhanesi’ne şeyh zevatın isimleri şöyledir:
Ergun Çelebi
Celaleddin Çelebi
Burhaneddin Ilyas Çelebi
Zeyneddin Çelebi
Kütahyalı îbrahim Dede
Mehmed Dede
Kamile Hanım
Hüseyin Çelebi
Hace Fatma Hanım
Sakıb Dede
Halis Ahmed Dede
Abdurrahim Ata Çelebi
Mehmed Saib Çelebi
El-Hac Abdulkadir Çelebi
İsmail Hakkı Çelebi
İdris Hamdi Çelebi
Bu meşayıh listesi dışınde Kütahya Dergahı’na hizmetleri geçmiş Pesendi Hacı Ali Dede, Seyyid Ebü Bekir Çelebi, Seyyid Ahmed Salih Dede, Talat Paşa, Fatma Hatun, Ahmed Remzi Dede (Akyürek) gibi önemli isimleri de zikretmek gereklidir.

Mevlevihane 1812 yılında yeniden yapılırcasına onarılmış, arkasından 1814,1838-39, 1841-42, 1848, 1887-89 yıllarında çeşitli tamiratlar geçirmiştir. Zamanla bu yapılar da harap olmuş, semahane Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1964 ve 1972 yıllarında onarılmış, yapılan ilavelerle Dönenler Camii ismi altında ibadete açılmıştır.

Başbakanlık arşivindeki 1838 tarihli krokilere göre yapının kuzey yönünde giriş kapısı, güneyinde de eski giriş kapısı bulunmaktaydı. İki katlı, kare planlı olan mevlevîhanenin semahanesinin üzeri on sekiz sütunun taşıdığı bağdadi bir kubbe lie örtülmüştür. Yapının yan ve ön cephelerinde iki sıra halinde dikdörtgen pencereler, ortasında iki kat yüksekliğindeki yuvarlak sema meydanı bulunmaktadır.

Semahanenin mescidi kare planlı, iki katlı üç taraftan iki sıralı pencerelerle aydınlatılmıştır. Cephenin ortasındaki semahaneye giriş kapısı üzerinde iki çini levha bulunmaktadır. Bunlardan alttaki büyük çinide kobalt renkli zemine beyaz ta’lik yazı ile “Ya Hazret-i Ergun” hattat Halil Mahir tarafindan yazılmıştır.
Büyük olasılıkla bu çini mevlevîhanenin 1887-1889 onanmında buraya konulmuştur. Alttaki küçük çinide ise, lacivert üzerine mavi ve kiremit renkli ta’lik yazı ile “Ya Hazret-i Mevlana” yazılıdır. İçeride türbeye açılan kemerin sağında ise ”Adli” mahlası ile Sultan II. Mahmud’un tuğrası bulunmaktadır. Son onarım tarihi
1959 olan mevlevîhanenin taş temel üzerine kargir duvarları, çatısının ortasında bir kasnak üzerine yükselen taşkı ve üzeri kiremit örtülü kubbesiyle, Kütahya yapıları arasinda görüldüğü anda dikkat celbetmektedir. Tekkenin gülneybatı tarafında bulunan bitişiğindeki türbede ise, başta Ergun Çelebi olmak üzere ünlü meşayih medfundur.

Sakıb Dede

Kütahya Mevlevihanesi

Kütahya – Merkez’de Dönenler camii içerisinde

Anadolu’da yetişen büyük velîlerden. İsmi Mustafa’dır. Endülüs’ten İzmir’e göç eden bir âilenin çocuğu olarak doğdu. Doğum târihi belli değildir. Babası ticâretle uğraşırdı. Sâkıb Dede doğmadan önce, annesi Halime Hâtun rüyâsında mübârek bir zât gördü. O zât; “Allahü teâlâ sana üç beş gün içinde bir oğul verecektir. Gözünü aç onun kıymetini bil. O bizim yüksek oğlumuz olacaktır. Sana da dünyâ ve âhirette faydası çok olacaktır.” dedi. Annesinin bu rüyâsından birkaç gün sonra Sâkıb Dede doğdu.

Sâkıb Dede yürümeye başladığı sırada babası ticâret için Mısır’a gitmişti. Aradan birkaç sene geçtiği halde kendisinden hiç haber alınamadı. Bu yüzden geçim sıkıntısı çekiyorlardı. Annesinin, bir gün akşam yemeği hazırlamaya çalışırken, ağladığını ve mahzûn olduğunu gören Sâkıb Dede, yemek yemeyip üzgün olarak bir köşede oturdu. Bu sırada kapı çalındı ve bir zât pekçok erzak ve çeşit çeşit hediyelerle birlikte mektup getirdi. Mektupta babası yakın zamanda döneceğini bildiriyordu.

Yedi sekiz yaşlarına geldiğinde hocaya gitmeye başladı. Çalışkanlığı ve zekîliği ile kısa zamanda Kur’ân-ı kerîmi ve başlangıç ilimlerini öğrendi. Daha sonra tahsîline devâm etmek için İstanbul’a gitti. Fâtih Câmii Medreselerinde meşhûr âlimlerden ders aldı. Sonra Köprülüzâde Mustafa Efendinin derslerine devâm etti. Bu arada hocası ile birlikte küffâr üzerine yapılan bir sefere katıldı. Çehrin Kalesi muhâsara edildi. Muhâsaranın başlamasından üç ay geçmesine rağmen bir netîce alınamadı. Zaman zaman asker arasında, Sultan Süleymân’ın Kânunnâmesinde; “Yeniçerilerin üç aydan fazla muhâsara üzerinde kalmayacağının” yazılı olduğu konuşulmaya başlandı. Bu sırada bir ikindi vakti sefer kumandanının çadırına bir derviş geldi. Komutan ona çok hürmet etti. Sohbetin sonunda derviş; “Bu gece mânâ âleminde Mevlânâ Celâleddîn Rûmî hazretlerinin bütün halîfeleri talebeleri ile gelip kalenin hizâsında murâkabe hâli üzere oturduklarını gördüm. İnşâallahü teâlâ yarın ikindi vakti kalenin alınma ihtimâli vardır.” dedi ve askerin kaleye gireceği yeri gösterip, oradan ayrıldı. Komutan bu haber üzerine rahatladı. Bu hâdiseyi gören Sâkıb Dede’de bambaşka haller oldu. Sevdiği ve güvendiği Fevzi Efendiye durumunu arz edip, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin ahvâlini anlatmasını istedi. O da bildiği kadar anlattı. O güne kadar tasavvuf ehlinin sohbetlerine katılmamış olan Sâkıb Dede’de tasavvufa karşı bir sevgi ve meyl hâsıl oldu. Gece rüyâsında şunları gördü: Çehrin Kalesinin semâsında bir kubbe vardı. Burada evliyâ zâtlar gömülüydü. O kubbeden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî çıkıp, koltuğunda bulunan kopcayı Sâkıb Dede’ye eliyle işâret etti. Sâkıb Dede; “Peki efendim.” deyip süratle yanına vardı. Elini öpüp, emirlerini, ne buyuracaklarını beklediği sırada o zât; “Ey genç! Ben seni kabûl ettim.” dedikten sonra mevlevî elbisesi giydirdi ve; “Senin dünyevî bir işin yok.” buyurdu. Ertesi gün rüyâsını Fevzi Efendiye anlattı. O da rüyâsını tâbir etti ve bundan sonra mevlevî olduğunu söyledi.

Sâkıb Dede’yi sefer dönüşünde Farsça öğrenmek husûsunda büyük bir merak sardı. Bunun için Bursa’ya gitti. Kısa zamanda Farsçayı öğrendi. Üstelik bu dili Bursa’nın ileri gelenlerine öğretmeye başladı. Daha sonra Uşak üzerinden Manisa, Isparta havâlilerinde hem ders vererek hem de vâz u nasîhatlerde bulunarak Konya’ya gitti. Konya’da câmilerde vâz u nasîhatta bulundu. Yaşının çok genç olmasına rağmen güzel vâzları ile Konyalıların dikkatini çekti.

Daha sonra Elmalılı Halil Efendinin sohbetlerine devâm etti. Tasavvufa dâir kıymetli eserler okudu. Halil Efendiden icâzet aldıktan sonra İstanbul’a döndü. Fâtih Câmiinde dersiâm olup, altı ay kadar ders verdi. Bu arada rahatsızlandı. Kaplıca tedâvisi görmek için Bolu’ya gitti. Bolu’da kaldığı müddet zarfında halka vâz u nasîhatta bulundu. İşlerini bitirince tekrar İstanbul’a döndü. Tasavvuf yolunda kendisini terbiye edecek bir zât arıyordu. Kendisine Edirne Mevlevî Dergâhında ders veren Siyâhî Dede’yi tavsiye ettiler. Edirne’ye gidip bir müddet onun terbiyesi altında bulundu. Ondan tasavvufta icâzet aldı. Sonra oradan ayrılıp Galata Dergâhında Şeyh Gavsî Dede’nin hizmetinde bulundu. Mevlevî tarîkatının âdâbını öğrendikten sonra, matematik öğrenmek için Mısır’a gitti.

Sâkıb Dede Mısır seyâhati sırasında uğradığı mevlevî dergâhlarındaki, gelip geçmiş zâtların hayatlarını toplayıp meşhûr Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyye isimli eserini yazdı. Geri dönüşünde Kütahya Mevlevîhânesi şeyhliğine tâyin edildi. Uzun süre burada hizmet ettikten sonra 1735 (H. 1148) senesinde vefât etti ve dergâhın bahçesine defnedildi.

Sâkıb Dede, her kimden gelirse gelsin ezâ ve cefâlara karşı şikâyette bulunmaz, onlarla güzel ve tatlı bir şekilde konuşarak, dost olmayanları da dost yapardı. Başına gelen her türlü sıkıntıları şükr ile karşılardı. Aleyhinde olanların bir kısmı onun bu halleri karşısında tövbe edip, ona talebe oldu. Diğerleri ise bir musîbete dûçâr oldular. Bir Cumâ günü İbrâhim Efendi isimli bir zât Aksu’ya giderken, yolu Sâkıb Dede’nin dergâhının yanından geçti. Dergâha girip; “Bana bir fırsat verseler bütün dedelerin ayaklarını kırardım.” dedi. Ayrılıp giderken, dergâha yakın bir yerde düştü ve ayağı kırıldı. Ömrünün sonuna kadar bu derdi çekti.

Sâkıb Dede’nin ayrıca şiirlerinin toplandığı bir Dîvân’ı vardır. Samîmi ve bir çoşku hâlinin terennümü niteliği taşıyan şiirlerinde lirik bir hava hâkimdir.

KAYNAKLAR
1) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.179

2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye Zeyli (Fındıklı İsmet Efendi); s.406

3) Tezkire (Safâyi, Süleymâniye Kütüphânesi Esad Efendi Kısmı, No:2549); s.51a

4) Âdâb-ı Zurefâ (Millet Kütüphânesi Ali Emîri Târih 762); s.53b

5) Hatimet-ül-Eş’ar; s.38

6) Tufeyli Menâkıb-ı Kibâr-ı Mevlevî fî Menâkıb-ı Şeyh Sâkıb Mânevî, Üniversite Kütüphânesi, T.Y. 2509

Celaleddin Ergun Çelebi

Kütahya Mevlevihanesi

Kütahya – Merkez’de Dönenler camii içerisinde

Mevleviliğin yayılmasını sağlayan ilk şeyhlerden. Hayatı hakkındaki bilgiler kendisinden çok sonra yazılan Sefine-i nefise-i Mevleviyan adlı esere dayanır. Kütahya’da doğdu. Babasi Burhaneddin llyas, dedesi Germiyanoğlu Süleyman Paşa’dır. Süleyman Paşa ,Sultan Veledin kızıyla evlendiği için Celaleddin Ergun’a da Çelebi unvanı verildi. Ulu Arif Çelebi, Emir Alim Çelebi, Emir Vacid Çelebi’den feyiz aldı. Bir ara Bursa’ya giderek Geyikli Baba’nın da sohbetlerine katıldı. Konya’da hilafet aldıktan sonra, Kütahya’ya gelerek Imadüddin Mezar tarafindan yaptirilan Kütahya Mevlevihanesinin ilk postnişini, şeyhi oldu. Uzun seneler halka Mevlevi yolunu anlattı. 1373 (H. 775)’de burada vefat etti. Türbesi dergahın haziresindedir. Yerine oğlu Burhaneddin İlyas Çelebi geçti.Erguniyye Dergahı da denilen Kütahya Mevlevihanesi o tarihte Konya ve Afyon Mevlevihanesinden sonra üçüncü büyük Mevlevihane oldu.

Gençname, İşaret-ül beşare, adlı eserler ona nisbet edilmiş ise de kesinlik kazanmamıştır. Hem zahir ilimlerde alim hem tasavvufta mahir ve edebiyatta da zirve idi.