Ana Sayfa>evliya(Sayfa 4)

Seyyid Mükremiddin – Emir Sultan

İzmir – Konak’da Yıldırım Beyazıt İlkokulunun hemen yanında

Mevcut arşiv kaynaklarına göre zaviyeyle ilgili kayıtlar I Selim dönemine (1512-1520) yıllarına kadar uzanmakla beraber, kuruluş tarihi XIV. Yüzyıl olarak düşünülmektedir.

Her ne kadar Emir Sultan Türbesi olarak adlandırılsa da; İzmir in Türk kimliğine kavuşmasını sağlayan Aydınoğlu Gazi Umur Bey in komutanlarından Seyyid Mükremiddin in mezarının bulunduğu zaviyedir. Seyyid Mükremiddinn in 1340-1350 yılları arasında öldüğü sanılmaktadır.

Zaviyeler, Anadolu da Selçuklu devletinin kuruluşundan itibaren önemli bir rol üstlenmiş sosyal ve dini içerikli oluşumlardır. Bu tür yapılar 14. ve 15. yüzyılda Anadolunun en ücra köşelerine kadar yayılmıştır. Zaten bu yapıların kuruluş amaçları da bazen bir yörenin yerleşime açılması, bazen yolların güvenliğinin sağlanması, bazen de yoksulların barınmasını sağlamak olmuştur. Bir ahi veya tarikat şeyhi önderliğinde kurulmuşlardır.

Zaviye şu an; Konak ilçesi 951 – 954 sokaklar arasında yer almaktadır. Aydınoğlu Gazi Umur Bey tarafından inşa edilmiş olan türbe, sonradan kendi adıyla anılan Namazgah veya Şeyh Mahallesi olarak adlandırılan bölgenin çekirdeğini oluşturmuştur. Dolayısıyla, Emir Sultanın İzmir in Türkleşmesine önemli katkıda bulunan bir kimlik ve kişiliğe sahip olduğunu ifade etmek mümkündür.

Zaviye; Türbe, harabe halindeki aşhane, hamam ve Mevlevihane olarak kullanıldığı düşünülen yapılardan oluşmaktadır. Bu yapıların yanı sıra Seyid Mükeremeddinin naşının bulunduğu Emir Sultan Türbesinin bahçesinde birde Hazire bulunmaktadır.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
[/toggle]

Hıdır İlyas Dede

İzmir ili, Menemen ilçesi Kazımpaşa Mahallesi Yıldız Tepe mevkii batısında yol üzerinde bulunan Hıdır Dede Türbesi Kubilay anıtı giriş kapısı ilerisindedir.

Şehre hakim Hıdır Tepe mevkiinde halk arasında Hıdır Dede olarak bilinen yatırın bulunduğu yerde, iki ayrı mezar bulunmaktadır. Anlatılır ki, İzmir-Manisa-Menemen üzerinden kervanlarla iki günde kat edildiğinden iki günlük yolculuğun yarısı Menemen’e denk gelmektedir. Bu sebeble Saruhan Beyi bir günlük yolculuğun gece molası için konaklama yeri olarak Menemen’i uygun görür. Bir bedesten ile han inşa edilmesi için Kamil Dedeyi görevlendirir. Han ve bedesten inşaatını halen mezarları Hıdırlık Tepesinde bulunan iki usta yapar. Bu arada Kamil Dede Taşhan’ın yanındaki türbeyi kendisi için yaptırır. Nitekim ölümünden sonra bu türbeye gömülür. Taşhan, Bedesten ve Kamil Baba Türbesinin inşaatı için gereken su, ilginç bir yöntemle Hıdırlık Tepesindeki kuyudan sağlanır. Kuyunun suyu diğer kuyulardaki gibi alttan veya yanlardan gelmemektedir. Su üst taraflardan gelmekte olduğundan, iki usta tarafından V seklinde oyularak kuyuya daha çok su gelmesi sağlanılmıştır. Kuyunun tabanında toplanan sular borularla, az aşağıda, bugünkü çeşmenin bulunduğu yere akıtılır. Suyun bir bölümü künk borularla Taşhan yakınına getirilir. Buldukları suyun kesintisiz aktığını gören ustalar, inşa ettikleri çeşmenin yanı başına da öldüklerinde gömülmeleri için bir yer ayırırlar. Nitekim öldüklerinde vasiyetleri üzerine çeşmenin yanına gömülürler. Halen Hıdır Tepede bulunan iki mezar bu ustalara ait mezarlardır. Halk arasında yaygın adı ise Hıdır Dede Yatırı’dır. Ustaların adları ise bilinmemektedir. Halk burada dertlerine çare bulmak maksadıyla mum yakmakta, yakınlardaki ağaçlara bez bağlamakta, bir kısmı da çeşitli adaklar adamaktadır.

Türbe İlyas isminden dolayı hıdrellez zamanı olan 5-6 mayıs da aşırı kalabalık olmaktadır.
İnançlara göre iyileri mükafatlandırıp, kötüleri cezalandıran, zorluklarda yardımcı olan ve bolluğa kavuşturan Hızır’ın İlyas Peygamberle buluştuğu 5-6 Mayıs Dilek Bayramı olarak kutlanıyor.Halk arasında kabul edilen bu inanca göre o gece Hıdrellez Ateşi yakılacak. Ateş üzerinden atlayan vatandaşlar dilek tutacak. Yıldız Tepe mevkiinde yol kenarında bulunan Hıdır Dede Türbesi Hıdırellez Bayramı dolayısıyla Menemen ve çevre ilçelerden gelen vatandaşların akınına uğramaktadır.

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

Kasımpaşa Türbesi – Menemen

Kasımpaşa mahallesi, Türbe Sokakta yer alan ve şimdi tamamen yenilenmiş olan Kasımpaşa Camii`nin güneydoğu kenarındadır.

Rivayete göre türbede Kasım Paşa ve oğlu bulunmaktadır. Başka bir rivayete göre de Kasım Paşa türbeyi 1407 yılında Girit Savaşında üstün başarı gösteren bir askeri için yaptırır. Daha önceleri Kasımpaşa Camisine bitişik olarak yapılmış olduğu kalıntılardan anlaşılmaktadır. Türbenin giriş kapısının üzerinde bulunan ve tam okunamayan kitabesinden ise 1406 senesinde, Abdullah oğlu Ali Ağa tarafından yaptırılmış olduğu sanılmaktadır.  Türbe , 8 gen planlı ve almaşık duvar örgülü ve dıştan kiremit kaplı bir kubbe ile örtülüdür. Kalan izlerden girişinin önünün revaklı olduğu anlaşılmaktadır. Basık kemerli giriş kapısı fırfırlı bir çökertme içine alınmıştır. Türbe iç kısmı dışta olduğu gibi 8 gen plan şemasına sahip olup kenarlar alt seviyede fırfırlı kemerli çökertmeler içine alınmıştır. Üst seviyede ise cami ile bitişen kenarlar dışındaki 6 kenarda teğet kemerli birer küçük tepe penceresi yer almaktadır. Türbe de orta alanda bir büyük bir küçük iki sanduka yer almaktadır. Bu sandukalar kitabeli , herhangi bir mezar taşı ihtiva etmemektedir

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

Şehit Şah Ahmet Türbesi

İzmir – Kemalpaşa ilçesine 14 km uzaklıkta bulunan Gökyaka köyünde

İzmir ilinin Kemalpaşa İlçesine 14 km. mesafede bulunan Gökyaka köyünde Şehit Şah Ahmet isimli bir türbe bulunmaktadır. Türbe Gökyaka Köy camisinin hemen yanındadır. Kübik yapı üzerine kubbe ilavesiyle basit görünüşlü bir yapı olup bir hazire içersinde yer almaktadır. Haçlı Seferleri sırasında Şah Ahmet’in askerleriyle birlikte şehit düşmüş olduğu nakledilir. Horosan alperenlerinden olduğu söylenen Şah Ahmet hakkında fazla bilgi bulamadık.

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

Bekir Sıtkı Visali Efendi (k.s.)

İzmir – Bornova Kokluca Kabristanında

1880 senesinde Manisa’nın Kula ilçesinde dünyaya gelen Bekir Sıtkı  Efendi’nin babası Mollazâde Hacı Mehmed Efendidir. İlk tahsiline Kula’da Boşnak Hoca namıyla bilinen alimden tamamlar. İlim öğrenmek için babasının rızâsı ile İstanbul’a gider. Fâtih Câmii Medresesinde uzun yıllar ilim öğrendikten sonra diploma alır. Bu arada tasavvuf yolunu, Sâmi Niyâzî Uşşâkî Efendi’den öğrenir. Bir Ramazan-ı Şerif gününde İzmir Hisar Camiinde vaaz etmekte olan Abdurrahman Sami Saruhanî Hazretlerine mülaki olur ve intisap eder. Uşşaki sülûkunu tamamlayarak hilafet alır.

Hocası Sâmi Niyâzî Uşşâkî Efendi, talebelerine sık sık, “Akşam ne rüyâ gördün?“, diye sormaktadır. Bir gün Bekr Sıdkı Efendiye de bu soruyu sorunca, “Efendim rüyâmda bir meydanlıkta at koşusu vardı. Her at üzerinde bir kişi vardı. Ben ise birbiri üzerine binmiş dört atın enüstündekine binmiştim. Atlar koşuya başladıktan sonra, benim bindiğim atlar en öne geçti ve hedefe en önce vardım. Orada bizlere bakan kalabalık, Bekr Efendi kazandı, diye bana iltifat ettiler.”, diye anlatır. Sâmi Niyâzî Uşşâkî de, “Oğlum Bekr! Sen dört ilme kavuşacaksın. Birinci at şerîat, ikinci at tarîkat, üçüncü at hakîkat, dördüncü at ise mârifet ilmine işârettir.” buyurur.

Bekr Sıdkı Visâli, ilim tahsîlini tamamladıktan sonra Kula’ya döner. Bir müddet halı ticâretiyle meşgul olur. Fahrî olarak, câmilerde vaaz verir. Bir süre sonra İzmir’e yerleşerek tâliplerine ilim öğretir. İnsanlara doğru yolu anlatmakla ömrünü geçiren Bekr Visâli Efendi, 1962 senesinde İzmir’de vefât eder. İhvanları ile Berat gecesini ihya ettikten bir gün sonra Alemî Beka’ya intikal etmişlerdir. Kabirleri İzmir Salihli yolu üzerinde Zeytindağ Kokluca mezarlığındadır.

Bekir Sıtkı Visali Hazretlerinin bilinen üç halifesi vardır. Hacı Mehmet Ruhi Akhan, Esseyyid Hacı Kazım Kızılkanat, Hacı Hüseyin Rıdvan Özaydın. Visali mahlasını kullanan Bekr Sıdkı Efendi’nin şiirlerinin toplandığı Hakîkat ve Mârifet Sırları isimli bir dîvânı vardır.

Visâli kemter kulunu
Tevfik eyle menzili

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

Seyyid Harun Veli (k.s.)

Konya – Seydişehir’deki Seyyid Harun Veli camii girişinde sağ tarafta

Peygamber Efendimizin soyundan gelen, Seydişehir’i kuran büyük velidir. 13. Yüzyılda Horasan bölgesinde yaşamakta olan sultan ve ilim, medrese sahibi Seyyid Harun Veli, kulağına birkaç defa gelen “Ya Harun, Rum’a çık ve Karaman bölgesinde bulunan Küpe Dağı’nın çevresinde bir şehir kur. O şehrin halkı salih ola” sesi üzerine müritleri ile birlikte, kılavuzluk yapan bulutların gölgesinden geçerek Küpe Dağı’nın etrafını mesken seçmiş ve Seyyidler şehri olarak tarihe geçen Seydişehir’i kurmuştur.

İlahi bir emirle Seydişehir’e gelen Seyyid Harun Veli’nin, Çiğdem Tepesi’nde inşa ettiği cami ve hamamın çevresi yerleşim yeri haline gelmiştir. İslam şehirleri hep böyle mescitler, camiler etrafında şekillenmiştir. Seyyid Harun Veli gibi Horasan erenleri sadece maddi imarlar yapmamış, manevi inşalar yaparak, Anadolu İslam Medeniyeti’nin şekillenmesinde büyük rol oynamışlardır.

Bir alim, bir zahit, bir veli olarak Seyyid Harun Veli, almış olduğu bu emir ve işaret üzerine dünya taç ve tahtını, terk ederek, manevi sultanlığı tercih etmiştir. Horasan’dan çıktığı büyük yolculuğunun varış noktasina ulaşmış, Seydişehir’in temelini takva üzerine Anadolu’nun bu şirin köşesinde atmıştır. Hicret yurdu olarak Seydişehir’in seçilmesi sıradan değildir. Burayı manevi, erdemli şehir haline getirmiştir.

Seyyid Harun Veli’nin hayatı hakkında bilgi veren tek eser, kardeşi Seyyid Bedreddin’in dokuzuncu kuşaktan torunu Abdülkerim b. Şeyh Musa’nın h. 962 (m. 1554) yilinda yazdığı Makalat-ı Seyyid Harun adlı eserdir. Bu eser, edebiyatçı Doç.Dr. Cemal Kurnaz tarafindan Manisa (Muradiye) nüshası esas alınarak mevcut üç nüshası karşılaştırılmış, tenkitli bir metin oluşturularak Türk Tarih Kurumunca 1991 yılında yayımlanmıştır. Abdülkerim b. Şeyh Musa, eserini yazarken çevresindeki yaşlı ve muteber kişilerin anlattıklarının yanı sıra bazı Farsça eserlerden de yararlandığı belirtmekte, ancak eserlerin isimleri ve yazarları hakkında herhangi bir bilgi vermemektedir. Eser, bir şehir kurmak amacıyla Horasan’dan Anadolu’ya gelen Seyyid harun veli’nin hayatını, faaliyetlerini ve kerametlerini anlatan bir menakıbname olup Seydişehir tarihi için en eski kaynak hüviyetindedir.

Seyyid Harun, Horasan’da dünyaya gelmiş, ancak doğum tarihi bilinmemektedir. Horasan; İran , Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın bir kısım topraklarını içine alan geniş bir bölgenin adıdır. Esere göre Seyyid Harun, Hz. Muhammed’in torunlarından İmam Musa Kazım’ın oğlu Harun’un oğlunun oğludur. Yani Seyyid Harun, dedesinin adını almıştır. Makalat’ta Seyyid Harun Veli’nin babasının adı belirtilmemiştir, ancak yeğeninin adının Musa olmasi sebebiyle, babasinin adının Musa olma ihtimali yüksektir. Seyyid Harun’un anne tarafindan ise soyu Veysel Karani’ye dayanmaktadır.

Seyyid Harun, asil bir aileye mensup olduğu için küçük kardeşi Seyyid Bedreddin ile birlikte iyi bir eğitim almışlardır. Seyyid Harun, Horasan Emiri olan amcasının vefatından sonra emirliğine getirilir. O, adil bir hükümdar iken atalarının mezarını ziyareti sırasında gaipten gelen bir ses tarafından kendisine Anadolu’ya giderek “Küpe dağı civarında bir şehir kurmasının emredilmesi üzerine emirliği birakip kendini ibadete verir ve nice ilahî sırlara “erişir. Sonra bir bulutun rehberliğinde yanında kırk kişilik bir kafile ile yola çıkar.
Kafileyi, Bağdat’ın girişinde Cafer-i Sadık soyundan Şeyh Alaeddin karşılar ve Seyyid Harun’a şeyhlerin izlediği yol hakkında bilgiler verir, tarikatın usul ve erkanını öğretir, kendisine aba ve asa verip esmalar telkin eder. Kırk gün Bağdat’ta kalarak Şeyh Alaeddin’den tasavvuf eğitimi alan Seyyid Harun Veli, buradan ayrılıp kafileyle, Konya’da Hoca Faruk Mescidi’ne varır. Burada iki rekat namaz kıldıktan sonra mutasavvıf Hoca Ahmet Fakih (ö.1221)’in kabrini ziyaret eder. Kafile, Hatunsaray yakınında konakladığında hasta olan kardeşi Seyyid Bedreddin vefat eder, onu oraya defnederler. Kabrinin bulunduğu yer, “Seyyid Sini” (Seyyid Kabri) adıyla bilinmektedir.

Kafile; Çukurçimen, May üzerinden Karaviran köyüne, orada bir süre kaldıktan sonra bugünkü Seyyid Harun Camii’nin bulunduğu Çiğdem Tepesi’ne gelir. Burada Seyyid Harun Veli’ye bazı ilahî işaretlerle şehrin planı gösterilir. Kale, cami ve külliyesi için kullanılan taşlar, llıca’da yer alan Elite (Vervelit) isimli antik bir şehrin kalıntılanndan getirilir, ağaçlar ise Küpe Dağı’nın Pınarbaşı ve Ağılkaya mevkilerinden temin edilir. Şehrin ilk nüvesi olarak kale, mescit, medrese, zaviye,hamam ve bazı evler inşa edilir. Şehrin kuruluşu sırasında Seyyid Harun Veli’nin pek çok kerameti görülür.

Şehir, site şehri şeklinde kurulmuştur. Yapıların kale içine alınması, Seyyid Harun Velinin emirlik yaptığı şehrin planını Seydişehir’de uyguladığı düşüncesini uyandırmaktadır. Kale kapısı olan Çiğdem tepesinin kıble tarafında ( Ulu kapı) , güney tarafına ( Hızır :Pazar kapısı) , batı tarafına ise ( Evliya : Kiçi Kapı) yapılmıştır. Anlam Olarak Ulu ; büyük , kiçi ise ; küçük demektir. Ağa çeşmesinin yanında yer alan büyük kemerli Ulukapı ve Kiçi kapı yakın zamana kadar ayakta kalabilmiştir.

Seyyid Harun’un seydişehir’e geldiği sırada bölgede Eşrefoğlu Mehmet Bey (1302-1320) hüküm sürmekteydi. Eşrefoğlu Mehmet Bey, başlangıçta Seyyid Harun’dan çekinip düşmanca bir tavır takınmış, sonradan onun iktidar hırsı içinde olmadığını, dervişlikten başka gayesi bulunmadığını görünce onun en büyük destekçisi olmuş, hatta Seydişehir’de kurulan külliye için Seydişehir ve Beyşehir ‘de vakıflar tahsis etmiştir. Bu tarihten sonra eski adı Süleymaniye olan Beyşehir ” beğ şehri” Seydişehir ise ” Seyyid şehri ” adlarıyla anılmaya başlanmıştır.

Seyyid Harun Veli, şehrin kuruluşundan bir süre sonra inzivaya çekilmiş, namazlarını cemaatle tekkesinde eda etmiş, ömrünün kalan kısmını çok az yemek yiyerek fazla kimseyle konuşmadan tefekkür Içerlslnde tekkeslnde geçirmiştir. Seyyld Harun Veli, sağlığında hallfelerlnl irşat için değişik bölgelere göndermiştlr. Mahmut Seydi’yi Alanya’ya, Zekeriya Baba’yı Manavgat’a, Ali Baba, Gök Seydi, Kilimpuş ve Siyah Derviş’i Antalya’ya, Akça Baba’yı Kütahy’ya, Nasipli Babayı Aydın ‘na, Gök Demir Baba’yı Ata’ya yollamış, Haydar Baba’ya ise “Suyun öte tarafinda Bük’ten beri bir yerde yurt tut.” Demiştir.

Seyyid Harun Veli, halifeLerine gittikleri yerlerde hak yolundan aynlmamalannı, cihat etmelerini ve fakir fukarayı koruyup kollamalannı tavsiye etmiştir. Seyyld Harun Veli’nin halifelerini gönderdiği yerler dikkate alındığında onun Akdeniz ve Ege bölgelerinin islamlaşma sürecinde etkin rol oynadığı görülmektedîr.

Seyyid Harun Veli, 3 Mayıs 1320 (h. 23 Rebiülevvel 720) tarihinde vefat etmiş, vasiyeti üzerine tekkesinln bulunduğu yere defnedilip üzerine türbe yapdırılmıştır.Seyyid Harun Veli; fikirleri, hayat tarzı ve sahip olduğu misyonu itibariyle toplum nezdinde çok saygın ve önemli bir yere sahipti. O, bölgedeki gayr-i Müslimlere karşı savaşan bir mücahit, insanları Islam’a çağıran bir davetçi, onların hidayete ermesini sağlayan bir mürşit ve rehber, onlara öncülük eden bir lider, duasıyla şifa veren, fakirleri koruyup kollayan bir Allah dostuydu. Ayrıca o, kurduğu medresenin ilk müderrisiydi. Seyyid soyundan gelenlerin ders verdiği bu medrese, bölgenin önemli bir eğitim kurumu olarak varlığın ve faaliyetlerini 1900’lü yıllara kadar sürdürmüştür.

Seyyid Harun Veli’nin vefatından sonra yerine Halife Sultan geçmiş, onun da 1367 yilinda vefat etmesi üzerine Seyyid Harun Veli’nin yeğeni Seyyid Musa, şeyh olmuştur. Şeyh Musa’dan sonra şeyhlik görevi, bu soydan gelenler
tarafindan yürütülmüştür.

KAYNAKLAR:
Mehmet Önder, Seydişehir Tarihi, Ankara 1986, s.96-101
Abdülkerim b. Şeyh Musa, Makalat-ı Seyyid Harun, Haz. Cemal Kurnaz, TTK Basımevi, Ankara 1991, vr. 3a-25a.
Abdurrahman Ayaz, Seydişehir Tarihi, 5. Baskı, Seydişehir 2008, s.17-56
Haşim Şahin, “Seyyid Harun Veli, TDVÎA, C.37, Istanbul 2009, s. 58-59
Şerafettin Yıldız, “Seyyid Harun Veli (Seydişehir’in Kuruluş Tarihçesi)”, Küpenin Incisi Seydişehir Araştırma Dergîsi, Ağustos 2011, s.6-10
Şerafettin Yıldız, iz Bırakan Seydişehirliler 1320 1923, Aybil Yayınları, Konya 2013, s.9-30.

Seyit Battal Gazi Torunları

İzmir – Bornova , Hüseyin İsa Bey camii olarak da bilinen Büyük caminin yanında

İzmir Bornova ilçesinde Büyük Caminin kuzeybatısında bulunan bu türbenin yapım yılını ve kime ait olduğunu belirten bir kitabe bulunmamaktadır. Yapı üslubundan Aydınoğulları döneminden, XIV. yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır. Değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğinden kısmen de olsa uzaklaşmıştır. Cami üzerindeki altı mısralık bir kitabeden 1740 yılında Seyyit Ali Ağa tarafından onarıldığı öğrenilmektedir.

Türbe kesme taş ve tuğlanın almaşık biçimde sıralanmasından meydana gelmiş olup, sekizgen bir plan düzeni göstermektedir. Üzeri kasnaklı ve kiremitli bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin batı cephesindeki giriş kapısı ana yapıdan bir metre öne doğru taşırılmış, sivri tuğla kemerli dikdörtgen bir bütün halindedir. Girişin iki yanına birer mukarnaslı mihrapçık yerleştirilmiştir. Buradan basık kemerli bir kapı ile girilen türbede üç taş sanduka bulunmaktadır. Burada gömülü olan kişilerin kim oldukları da bilinmemekle beraber SEYİT BATTAL GAZİ nin torunları olan ALİŞİR – BEŞİR – ve NEZİR HAZRETLERİ nin olduğu söylenmektedir. Türbenin içerisi birer duvar atlayarak üç pencere ile aydınlatılmıştır.

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

Şeyh Sadreddin Konevi (k.s.)

Konya – Şeyh Sadreddin Konevi camii yanında

Sadreddin Konevi hazretleri 1208 yılında Malatya’da doğdu. Sema kayıtlarında künyesi “Sadrüddin Ebü’l-Mealî Muhammed bin el imam Eş-Şeyhü’l Islam İshak bin Yusuf bin Ali” olarak kayıtlıdır.

Sadreddin Konevi’nin babasi Şeyh Mecdüddin Ishak Malatyalıdır. Mecdüddin Ishak Bağdat’ta fütüvvet teşkilatında hizmet etmiş alim bir zattır. Selçuklu Sultanı ve Abbasî Halifesi nezdinde diplomat olarak görevler yapmıştır. Selçuklu sultanlarından I .Giyaseddin Keyhüsrev’in şehzade iken hocasıdır. Selçuklu sarayında ağırlığı olan bir zattır. Mecdüddin Ishak, Bağdat ve hac ziyaretlerinde tanıştığı İbni Arabi, Evhadüddin Kirmani, Ahi Evren, Ebu Cafer Muhammed el Berzaî, Ebul Hasen Ali et İskenderanî gibi zatları Konya’ya dönerken yanında getirmiş, bu zatları sultanla görüştürüp, Konya’nın ilim ve maneviyatına büyük katkılar sağlamıştır.

Eğitimi
Sadreddin Konevi’nin hocaları başta Muhyiddin Arabî olmak üzere Evhadüddin Kirmanî, İbni Şebin, Muhyiddin Dımaşkî, Şeyh İzzeddin, Muhammed bin İbrahim es Silefi el Isfehanî dir. Sadreddin Konevi’nin babası Mecdüddin Ishak 1221 tarihinde vefat etti. Bir rivayete göre daha sonra Sadreddin Konevi’nin annesi, Ibn-i Arabi ile evlenmiştir. İbn-i Arabi, Konevi ile birlikte 1227 yilinda Malatya’dan Şam’a göçmüş, Konevi burada eğitimine devam etmiştir. Konevi , Şeyh Evhadüddin Kirmani’ye de uzun yıllar hizmet etmiş, beraber Anadolu seyahatleri yapmış, Hacca gitmişlerdir. Sadreddin Konevi 1233 yılında İbn-i Arabi’nin izniyle Evhadüddin Kirmani ile birlikte Mısır’a gitmiştir. Mısır dönüşü Kirmani Bağdat’a gitmiş, Konevi ise Şam’da kalarak burada dersler vermeye başlamıştır. Bu dönemde babasından kalan malları tasadduk etmiştir.

Konevi’nin 1242 yilinda Halep’te ders verdiğine dair sema kayıtları vardır. Bu tarihten sonra ise Konya’ya gelerek yerleşmiştir. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri Sadreddîn-i Konevî’ye nefsini terbiye yollarını öğretti. Sadreddîn Konevî günlerini riyazet ve mücahede ile nefsiyle uğraşmakla geçirdi. Nefsiyle uğraşması öyle bir dereceye ulaştı ki, uyumamak için Muhyiddîn-i Arabî hazretleri onu alır, yüksek bir yere çıkarır, o da düşme korkusuyla uyumaz tefekkürle meşgul oturdu. Sadreddîn-i Konevî hazretleri anlatır: “Hocam Muhyiddîn-i Arabî hayatta iken, benim yüksek makamlara kavuşmam için çok uğraştı. Lakin hepsi mümkün olmadı. Vefatından sonra bir gün, kabrini ziyaret edip dönüyordum. Birden kendimi geniş bir ovadabuldum. O anda Allahü Teala’nın muhabbeti beni kapladı. Birden Muhyiddîn-i Arabî’nin ruhunu çok güzel bir surette gördüm. Tıpkı saf bir nurdu. Bir anda kendimi kaybettim. Kendime geldiğimde onun yanında olduğumu gördüm. Bana selam verdi. Hasretle boynuma sarıldı ve; “Allahü Teala’ya hamd olsun ki, perde aradan kalktı ve sevgililer kavuştu, niyet ve gayret boşa gitmedi. Sağlığımdakavuşamadığın makamlara, vefatımdan sonra kavuşmuş oldun.” buyurdu. Yine kendisi anlatır: 1255 senesi Şevval ayının on yedisine rastlayan cumartesi gecesi, rüyamda hocam Muhyiddîn-i Arabî hazretlerini gördüm. Aramızdaki uzun konuşmalardan sonra, ona, Cenab-ı Hakk’ın Esma-i Hüsnası ile ilgili kalbime doğan bilgileri arz ettim. O da; “Çok doğru, pek güzel!” deyince, ona; “Efendim! Hakîkatte güzel olan sizsiniz.Çünkü bu ilimleri bana siz öğrettiniz. Siz olmasaydınız, bu ilimleri bana kim öğretirdi?” dedim. Mübarek ellerini öptüm ve; “Efendim! Bütün mahlukatı, herşeyi unutup Allahü Teala’yı daimî olarak hatırımda tutabilmem için dua ve himmetlerinizi istirham ediyorum.” diye yalvardım. O da, benim bu arzuma kavuşacağımı müjdeledi ve uyandım. Sadreddîn-i Konevî hazretleri, bundan sonra çok büyük manevi derecelere yükseldiğini, manevî alemlerin kendisine seyrettirildiğini, hiçbir zaman Allahü Teala’yı hatırından çıkarmadığını, bir an bile unutmadığını Nefehat isimli eserinde bildirir.

Konevi Konya’da
Konevi , oğlu Ali Han’ın hastalığının iyileşmesine vesile olduğu için Hace-i Cihan tarafindan tahsis edilen Meram Çeşme Kapıdaki Konakta müderrisliğe başladı. Burada, alim ve seçkin insantara Camiul- Usul, Ahkamu’l- Kübra, tefsir ve tasavvuf dersleri veriyordu. Sağlığında oturduğu konak, vefatından sonra cami, hanikah, imaret, mektep ve türbeden oluşan Sadreddin Konevi mamuresi haline geldi. Sultan II. Izzeddin Keykavus, Sadreddin Konevi’yi, Konya’dan Denizli’ye giden Ahi Evreni getirmesi için görevlendirmiş, Konevi’de Denizli’ye giderek Ahi Evreni tekrar Konya’ya getirmiştir.

Sadreddin Konevi ve Mevlana
Sadreddîn-i Konevî ve Mevlana Celaleddîn-i Rumî on üçüncü asır Anadolu’sundaki iki önemli şahsiyet olarak dikkati çekmektedir. Her ikisi de şöhretlerini Konya’da elde ettikleri gibi, en verimli çalışma ve eserlerini de bu şehirde vücuda getirmişlerdir. Yaşları hemen hemen aynı olup, doğum ve ölüm tarihleri birbirine oldukça yakındır. Sadreddîn-i Konevî ile Hz. Mevlana’nın dost olduğu, birçok önemli davet ve toplantılarda birlikte bulundukları, aralarında cereyan eden karşılıklı ikram, incelik ve tevazunun olduğu bir çok kaynakta anlatılmaktadır. Sadreddîn-i Konevî ile Hz. Mevlana aynı safta veya biri imam öteki cemaat olarak birlikte namaz kılmışlardır. Ömrünün son senelerinde Hz. Mevlana’nın da Sadreddîn-i Konevî’ye karşı samimi bir muhabbet hissiyle dolu olduğu anlaşılıyor. O ağır hastadır, artık vefatı yaklaşmıştır. Ziyaretçiler gelip gitmektedir. Dudaklarının kuruluğu gitsin diye şerbet sunmak isterler, fakat kabul ettiremezler, kimsenin elinden almaz. Nihayet Sadreddîn-i Konevî verince reddetmez ve bir kaç yudum içer. Duygulanan Sadreddin üzüntüsünü şöyle dile getirir: “Yazık yazık, hlüdavendigar’ın mübarek vücüdundan mahrum kaldığımız vakit halimiz nice olur?” demekten kendini alamaz.
Ölüm anına yakın Mevlana’nın cenaze namazını kıldırmak üzere Sadreddîn-i Konevî’yi seçmesi ona olan sevgi ve alakasının en önemli delillerinden biri olsa gerektir.

Vefatı
Sadreddîn-İ Konevî 13. yüzyılda Konya’da yaşamış büyük ilim, fikir ve tasavvuf üstadı, insan-ı kamildir. Zamanında Konya’nın en büyük alimi ve şeyhi idi. Ekberiye geleneğinin kurucusu ve temsilcisi idi. Şeyhi Kebir olarak diye anılırdı. Sultanlar divanında ona ‘Arap ve Acem diyannın halifesi’ diye hitap edilirdi. Zamanı Anadolu’nun Moğol istilasına uğradığı ve siyasetin karışık olduğu dönemlerdi. Vasiyeti meşhurdur. 16 Muharrem 673 / 22 Temmuz 1274 tarihinde vefat etti.

Eserleri
Konevi pek çok eser vermiştir. Eserlerine şerhler yazılmış, İslam felsefesi ve tasavvuf alemini etkilemiştir. Böyle önemli bir şahsiyet olmasına karşılık özellikle ülkemizde tarihte olduğu gibi yeterli yayın yapılmamıştır. Eserlerinin tamamı henüz Türkçeye tercüme edilerek yayınlanmamıştır. Ekrem Demirli tarafindan bazı eserleri tercüme edilerek Türkçe isimlerle yayınlanmıştır.

1- Miftahu’l-ğayb ve’l-cem’ve tafsîlühü (Tasavvuf Metafiziği)
2- İ’cazü’l-beyan fi Tefsin Ümmi’l- Kur’an (Fatiha Süresi)
3- Şerh’u esma’illahi’l-Hüsna (Esma-Hüsna Şerhi)
4- El-Fükuk fî esrari müstenidati Hikemi’l-Fusüs (Fususu’l-Hikem’in Sırları)
5- Şerh-u Erbaîne Hadîs (Kırk Hadis Şerhi )
6- En-Nefehatü’l-İlahiyye (İlahi Nefhalar)
7- En-Nusus fî tahkîki tavri’l- Mahsus ( Vahdet-i Vucüd ve Esasları )
8- El-Müraselat beyne Sadriddin Konevi ve Nasiriddin Et-Tusi ( Sadreddin Konevi ve Nasreddin Tusi Arasında yazışmalar)
9- Tebsıratü’l- Mübtedi ve tezkiretü’l- müntehi ( Marifet Yolucusuna Kılavuz)

Türbesi
Selçuklu eserlerden olup caminin hemen yanında bulunur. Giriş kapısında bir kitabe bulunmaktadır. Türbenin üstü açık kafesle Örtülerek vasiyeti yerine getirilmiştir.
Türbenin kafesi zarif başlıklı ve köşeli on iki mermer üzerine oturmaktadır. Mermere zarif geometrik şekiller işlenmiş olup türbenin kuzeye açılan kapısının söveleri som beyaz mermerdendir. Kapının üstündeki boşluğa yerleştirilmiş olan mermer kitabede sülüs yazı ile şu cümleler bulunmaktadır. “Sabahın izzet ve devlete kapın da hacet sahiplerine açık olsun”

Camii
Sadreddin Konevi’nin türbesine bitişik olan kendi adıyla meşhur olan cami de Selçuklular devrinde topraktan yapıldığı için zamanla harabeye dönüşerek içinde namaz kılınmaz hale gelmiştir. Caminin bu durumu Konya Valisi Ferit Paşa tarafindan Sultan II. Abdulhamid’e bir tutanakla bildirilmiş tamir için emir ve müsaadeleri istenmiştir. Müsaade alındıktan sonra toprak örtü ve dikmeler kaldırılarak duvarları yeniden taştan yapılmış ve üzeri de çatıya alınmıştır. 19 Ağustos 1897’de yeniden ibadete açılan caminin zamanımıza kadar ulaşan minaresi Osmanlılar zamaninda tuğladan yapılmıştır. Caminin tarihi açıdan en önemli kısmı ise; Selçuklular devrinde yapılan ve günümüze kadar ulaşan mihrabıdır. Mihrap, mavi siyah çinilerle süslenmiş olup daha çok mavi renk hakimdir. Çiniler arasinda dağılan siyah lüleler onları daha da güzelleştirmiştir. Cami daha önceleri kubbeli olup duvarları ve kenarları da çinilerle süslüydü. Caminin pencere kapakları Türk oymacılığının en güzel örneklerindendir.
Bu kapaklar Istanbul Eski Eserler Müzesinde saklanmaktadır. Pencerelerden birinin sağ kanadında “La şerefü eazzü mine’t-takva” (takvadan daha aziz bir şey yoktur.) yazılıdır. Sol kanadında da “ve la etemme min terki’l-heva” (heva ve hevesi bırakmaktan daha mükemmel kerem olmaz) yazılıdır.

Vasiyeti
Rahman ve Rahim olan Allah Celle Celalühü’nün adıyla Dostlarım ve mensup olan müritlerim talebelerim beni Müslümanların umumi kabristanına defnetsinler. Olümümün ilk gecesinde Cenab-ı Allah’ın beni her türlü azabından ve cezasından uzak tutmasına vesile olmasi için Cenab-ı Allah’ın kabul etmesi niyetiyle 70.000 kelime-i tevhidi okusunlar. Yine ölümümde hazır bulunanlardan her biri aynı niyet ve ağır başlılıkla ve kalp huzuru içinde 70.000 adet La ilahe illallah diyerek zikirde bulunsunlar. Onlar beni fıkıh kitaplannda yazıldığı tarzda değil hadis kitaplarında belirtilen esaslara göre yıkasınlar. Kefen olarak beyaz bir izara sarsınlar ve Şeyh Muhyıddîn Arabi’nin gömleği ile beyaz bir gömlekle kefenlesinler.
Cenazemi hiçbir cenaze okuyucusu (ağıt yakan) takip etmesin. Tabutumun üzerine Şeyh Evhadüddîn Kirmani’nin seccadesini örtsünler. Cenazemde cenaze okuyucuları bulunmasın. Kabrimin üzerinde ne bir imaret ne de bir çatı yapılmasın. Kabrimin yerinin belli olmasi ve kaybolmaması için sağlam taştan yapsinlar. Kızım Sekineyi de Allah muvaffak kılsın. Namazı geçirmemesini diğer farzlarla birlikte istiğfara devam etmesini ve Allah Celle Celalühü’ye itaat etmesini vasiyet ediyorum.

Karadonlu Can Baba – Kütahya

Karadonlu Can Baba

Kütahya – Merkez’de meşhur Germiyan sokağı üzerindeki Kardonlu can Baba camii karşısında.

Karadonlu Sokak’ta, Karadonlu Mescid’in karşında bulunan türbe, 14. yüzyılda Anadolu’ya gelen Horasan pirlerinden Karadonlu Can Baba’ya aittir. Düzgün bir plana sahip olmayan yapı, düz ahşap örtülü, kiremit çatılıdır. İçeride, arkalı önlü altı büyük, üç küçük dokuz kabir bulunmaktadır.