Antalya – Korkuteli’nde Yüksece bir tepe üzerinde
…..
Evliya, Sahabe, Peygamber Kabirleri
Evliya ve Sahabe
Ankara – Ayaş’da Aktaş camii karşısında
…..
Ankara – Kalecik ‘de Kalecik kalesi eteklerinde
Kalecik ilçe merkezinde türbesi bulunan Şeyh Baba Nahhasi Ankaravi (k.s.) hazretleri halk arasında “Kazancı Baba” ve ”Kazgancı Baba” olarak bilinmektedir. Kaynaklara göre asıl adı “Bedreddin”dir. ‘Nahhasi” Arapça bir kelime olup bakırcı anlamına gelmektedir. Baba Nahhas Ankaravi, Hacı Bayram-ı Veli hazretlerine intisab ederek kemale erişen velilerdendir.
Mehmed Mecdi Efendi, “Şakayiki Numaniye”de Şeyh Baba Nahhas’ın Hacı Bayram-ı Velin’in halifelerinden olduğunu zikreder; Arif-i billah Şeyh Baba Nahhasi-i Ankaravi rahimehullah, Şeyh Bedreddin (Kızılca Bedreddin) gibi bunlar dahi Hacı Bayram Sultan’ın eshabından idi. Ol hazretin bedrika-i irşadının imdadiyle tarik-ı tasavvufun müntehasına vasıl ve nail oldu. Misi-vücudunu şeyhin cevher-i irşadiyle zer-i halis edüb kimya-yı saadete zafer buldu. Kaddesallahu sırrehu’l-aziz. Mecdi Efedi’nin ifadesinden Baba Nahhas Ankaravi’nin, Hacı Bayram-ı Veli (k.s.)’nin halifelerinden olduğunu, O’nun irşadıyla tasavvufi sırları öğrenerek kemale ulaştığını, vücudunun bakırını Hacı Bayram-ı Veli’nin irşad cevheriyle saf altın yaparak, ilahi sırlara ulaştığı anlaşılmaktadır.
Mehmed Süreyya, “Sicill-i Osmani”de asıl adının “Bedreddin” olduğunu zikreder: Bedreddin (Baba Nahhasi), Bayramidir. II. Mehmed (Fatih) devri (1451-1481) başlarında vefat etti.
Evliya Çelebi, “Seyahatname”sinde Kalecik’e geldiğinde Kazancı Baba Sultan ziyaretini anlatır: ”Kazancı Baba Sultan ziyareti: Kalenin ancak bir sarp yolu vardır. Batı tarafına bakar kapısına gidecek çetin yolun aşağısında çarşıya yakın bir ufak tefek yerde medfundur. Allah sırrını aziz eylesin.”
Kazancı Baba Türbesi:
Kalecik ilçe merkezinde ve Kalecik Kalesi’nin kuzeydoğu eteğinde, Ahi Kemal (Şenyurt) Mahallesi’nde ve bir bahçe içinde bulunan Kazancı Baba Türbesi, meyilli bir arazide bulunmaktadır. Kazancı Baba Türbesi, doğu cephesine yapılan betonarme ve düz damlı bir oda ve kuzey cephesine yapılan beton duvar ve çevresindeki bahçe ile kuşatılmıştır. Sonradan yapılan gayri ciddi onarımlarla da özgün mimari özelliğini kaybetmiştir. Giriş kapısının sağında Türkçe yazılmış kitabe ise bir yanlışlar manzumesidir: Kaçkancı Baba, 300 sene önce Evliya Çelebi’nin Kaleciğe geldiğinde bu türbeden bahsetmiş erek bahis iderek sirre kadem basmış denilmektedir. Türbe harap olduğundan 1969 yılında hükümetçe tamir edilmiştir.
Kitabede yazılı “kaçkancı” kelimesi arabacı anlamına gelir. Kazancı Baba ise bakırcı ustasıdır. Ayrıca Evliya Çelebi, “kuddise sırrehü’-l-aziz” (Allah kutlu sırlarını aziz etsin) ifadesini kullanmıştır. “Sirre kadem basmış” ise “sırra kadem basmak”, yani gözden kaybolmak anlamında kullanılır.
Kare planlı, kübik bir gövde üzerinde çokgen kasnaklı ve piramidal külahlı bir yapı olan türbenin temelinde ve duvarlarda moloz taş, kubbe kasnağında kesme taş ve tuğla, kubbede ise sadece tuğla kullanılmıştır. Beden duvarları üzerinde, pandantifle sağlanan geçitle, çokgen (ongen) bir kasnak oturmaktadır. Kubbe kasnağının güney, kuzey ve doğusunda, aynı üslupta, birer pencere görülür. Türbenin gövdesi ile taş ve tuğladan örülmüş kasnağının bazı kısımları sonradan sıvanarak, özgün duvar gizlenmiştir. Kirpi saçakla biten yüksek kasnaktan sonra türbenin üzeri kiremit kaplı bir çatı örtülmüştür. Mevcut haliyle türbenin dış cepheleri bakımsız bir haldedir. Türbeye doğu cephesinde bulunan ve sonradan ilave edilen betonarme bir odadan girilir. Bazı onarımlar gördüğü açıkça belli olan bu giriş kapısını, alınlıktan sonra bir sivri kemer çerçevelemektedir. Kapı dikdörtgen ve ze minden yüksekcedir. İki ahşap kanatlı kapı, geometrik motiflerle işlenmiş ve kısmen de bozulmuş, sonradan yeşil renk yağlı boya ile de boyanmıştır. Türbe içi sade ve sıvalıdır. Sanduka sonradan sıvandığı için yapı malzemesi görülmemektedir. Sandukanın başucunda taştan yapılan büyük bir sarık vardır. Güney duvarında dikdörtgen bir nişle “hacet/ dualık” penceresi açılmıştır. Ayrıca türbe içinde geyik boynuzları görülür. Duvar 1318/1900-1901 tarihli bir hat levhada “Ya Hazret-i Baba Kazgani kuddise sırreh “yazılıdır.
Kaynak ; Manevi Mimarlarıyla Ankara , Abdülkerim Erdoğan , Ankara Büyükşehir Belediyesi Yayınları
Ankara Velileri I-II , Abdülkerim Erdoğan , Ankara Büyükşehir Belediyesi Yayınları
Aksaray – Ervah Kabristanında ( Somuncu Baba Türbesi’nin yakınında)
El Hac Abdurrahman Hazretlerinin (v. 1900) türbesi Ervah Mezarlığında Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin mescidinin ilerisindedir106. Abdurrahman Ruhi Hazretleri Talas’ta dünyaya gelir. Kadiri şeyhi Ahmed Kuddûsi Hazretleri’nin 1849’da vefat etmesinden sonra oğullarından Abdurrahman Rûhi babasının yerine geçmiş ve vefatına kadar irşad vazifesine devam etmiştir. Abdurrahman Rûhi’nin cenazesi Aksaray’da Somuncu Baba türbesi yanındaki kabre defnedilmiştir. Şeyh Abdurrahman Rûhi’nin farklı eşlerden olma Ali ve İbrahim isimlerindeki iki oğlundan biri olan Ali Efendi, babasının irşad hizmetinde halefi olmuş, 1938’de vefat etmesi üzerine ise altı oğlundan biri olan Ahmed Efendi, mensupların tensip ve tasvipleriyle babasının yerine geçirilmiştir.
Türbenin üstü açıktır ve etrafı kesme taştan duvarla çevrilidir. Türbede İsmail Baba’nın (Ayak Taşı kırılan) mezarı da bulunmaktadır. Halk tarafından hayır duası için ve değişik dilekler için ziyaret edilmektedir. Türbenin içine dikilen asma yedi yıl üzüm vermez. Aşılanmak için kesilmesine karar verilir ve o yıl çok güzel üzüm vermeye başlar.
Kaynaklar ; Aksaray Evliyaları , Abdulhalim Durma
Şeyh Ahmet Efendi kabri ; Kastamonu’da Şeyh Şaban Veli Türbesinde
Şaban-ı Veli tekkesinin Şeyhi İbrahim Efendinin vefatı üzere 10. Şeyh olan Şeyh Ahmet Efendi, Çorumlu Şeyh İsmail Efendinin torunu ve Şeyh Mustafa Efendinin oğludur. Zahiri ilmi tahsil ettikten sonra manevi ilim öğrenmek ve hak yolunda çalışmak üzere Karabaş Veli’nin icazetli şeyhlerinden Aliyül Rayiye intisab etmiştir.
Dedesi ve babası gibi ahlaki faziletleri nefsinde toplamış olan Ahmet Efendi, 10 sene Hak yolu aşıklarına doğru yolu göstermiş ve bir çoklarının irşada muvaffak olmuştur. 1133 (1721 M.) tarihinde ahirete intikal etmiş ve Şaban-ı Veli türbesine defnolunmuştur.
Kaynaklar
Hz. Pir Şeyh Şaban Veli , Fazıl Çifçi , Şeyh Şaban Veli Kültür Vakfı , 2014
Halvetilik ve Şabaniye Kolu , Abdulkerim Abdulkadiroğlu , Kastamonu Şeyh Şaban Veli derneği ,1991
Şabaniyye Silsilesi , İbrahim Has , Sahaflar Kitap Sarayı , 2006
Kastamonu Camileri ve Türbeleri , Fazıl Çifçi , Kastamonu Belediyesi , 2012
Kastamonu Evliyaları , Abdulhakim Durma , 2010
Zileli Şeyh Abdurrahman Efendi‘nin kabri şerifi ;Kastamonu Şeyh Şaban Veli Türbesinde
Şeyh Mustafa Efendinin vefatından sonra Şaban-ı Veli tekkesinde Zileli Şeyh Abdurrahman Efendi irşat makamında oturmuş ve 13 sene bu makamda halkı irşat ve tenvirle meşgul olmuştur. Kendisinin keramet sahibi bir zat olduğunun delili kendisinden sonra Şaban-ı Veli tekkesine şeyh olan İbrahim Efendiye yazdığı vasiyetnamedir. Biz bu vasiyetnamenin aynen suretin aşağıya dercediyoruz.
VASİYETNAME SURETİ
Ey benim aziz kardeşim Hafız İbrahim Efendi. Size dahi malum olsun ki, Suri Hacca niyet eyleyip Suri Haccın tedarikine mukayyet iken seher vaktinde kayıptan bir seda geldi, hazır ol manevi hacca gitsen gerekir. (Surİ hac, manevi hacca tebdil olundu.) denildiğinde Cenab-ı Hakk’ın emrine intizarda iken 1083 senesinde Recep ayının 27. gecesi ki Miraç Gecesidir. Evrah aleminde gezerken Resulü Ekrem’in Miraca giderken bindiği Burağa binmişler, bizi de Burak’ın arkasına alıp gittik. Levhi mahfuzun yanına varınca ; siz burada eylenin, bundan öte izin yoktur buyurdular. Levhi mahfuza nazar eyledik kendimizin Şaban ayında dünya evinden ahirete gideceğimizi gördük ve sizin de Şaban Efendi tekkesine şeyh olacağınızı gördük. Ey benim kardeşim, Levhi Mahfuzda yazılan sizsiniz, hemen fakire dua eyle ve duadan unutmayıp tekkede meşgale ve mücahede ile meşgul olup gayret kemerini yedi yerden kuşanıp ve benim evlatlarımı dahi gözden ve gönülden çıkarmaynız ve kapı dervişi Molla Hasan 6 senedir tekkenin hizmetindedir. Sır makamında dua edilmiştir. Lakin irşadı sizden olmakla bu mahalle tehir olunmuştur. Rica ederiz ki irşat ile faydalanmadıkça salıvermeyiniz. Bize lazun olan hakkı tebliğ eylemektedir”
Şeyh Abdurrahman Efendi bu vasiyetnameyi o zaman Amasya’da bulunan ve orada halkı irşat etmekte olan İbrahim Efendi’ye göndermişlerdir. Vasiyetnamede yazdığı gibi 1083 (1672 M.) senesi Şaban ayında hayata gözlerini kapamış ve Şaban-ı
Veli türbesine defnolunmuştur.
Kaynaklar;
Hz. Pir Şeyh Şaban Veli , Fazıl Çifçi , Şeyh Şaban Veli Kültür Vakfı , 2014
Halvetilik ve Şabaniye Kolu , Abdulkerim Abdulkadiroğlu , Kastamonu Şeyh Şaban Veli derneği ,1991
Şabaniyye Silsilesi , İbrahim Has , Sahaflar Kitap Sarayı , 2006
Kastamonu Camileri ve Türbeleri , Fazıl Çifçi , Kastamonu Belediyesi , 2012
Kastamonu Evliyaları , Abdulhakim Durma , 2010
Şeyh Mustafa Efendi Türbesi ; Kastamonu – Merkez’de Kırkçeşme caddesi üzerindeki Şeyh Ahmed Hicabi ye gelmeden sağ tarafta
Şeyh Mustafa Efendi ; Üsküdar’da medfun Şeyh Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinin halifelerinden olup Kastamonu’ya irşad için gönderildiği vakıf kayıtlarından anlaşılmaktadır. Babasının adı Resul ve Seyyiddir. Hicri 1000 ciavarında Türbenin kuzey bitişiğindeki camiiyi yaptırarak burasını Celveti tarikatı dergahı haline getirir.
Bir müddet sonra İstanbul’a giderek padişah IV. Mehmet ile görüşüp 1650 tarihli fermanla cami ve tekkeye El yakut Köyü ve civarında on kısım arazinin vakfedilmesini sağlar. Daha sonra bu vakfa bazı ilaveler yapılır.
Vakfa mütevelli olan Seyyid Şeyh Mustafa Efendi caminin civarına medrese kütüphane ve imaret gibi üniteler ekleyerek burada bir külliye vücuda getirir. Çok musluklu güzel bir şadırvanın etrafında kurulmuş olan külliyede her gün fukaraya çorba ikram edilir. Bu uygulamanın tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar devam ettiği buradan bizzat istifade etmiş olan yaşlılar tarafından ifade edilmektedir. İmarette ekmek pişirilen fırının da yakın zamanlara kadar mevcut olduğu bilinmektedir.
Şeyh Mustafa Efendi’nin 1650 yılından sonra vefat ettiği tahmin edilmekle beraber tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kendisinden sonra tekkede yine kendi neslinden olmak üzere 1795 yılına kadar Seyyid Şeyh Mehmet Efendi, aynı tarihli beratla Mehmet Emin Efendi, 1813 tarihli beratla Ahmet Halifenin oğulları Mehmet ve Mustafa Efendiler ve 1868 tarihli beratla da Numan Efendi’nin şeyh oldukları görülür. Ayrıca 1868 tarihli beratın tetkikinden, külliyede muhtelif unvanlarla 14-15 kişilik bir personelin görev yaptığı anlaşılmaktadır.
Bir çok keramet ve manevi tasarrufları ile bilinen Seyyid Şeyh Mustafa Efendinin türbesi halk tarafından hürmet ve saygı ile ziyaret edilmektedir. Şeyh Mustafa (Resülzade) Efendi ile ilgili anlatılan Menkıbeye göre yörenin bilinen evliyalarından olan Ahmet Hicabî Efendi çocukluğunda peygamber soyundan gelen Seyyid Şeyh Mustafa Efendi’nin türbesinin etrafında oynarken kimi zaman ortadan kaybolurmuş. Büyüdüğünde ona oyun oynarken ortadan neden kaybolduğu, nereye gittiği sorulduğunda Ahmed Hicabi, Şeyh Mustafa’nın türbesinin bulunduğu yerin türbe olduğunu bilmediğini, orada oynarken o evde (ev zannetmekteymiş) oturanların onu çağırıp sevip okşadıklarını, sohbet ettiklerini ve sonra dışarı gönderdiklerini söyler.
Bugün de alkolik olan kişiler bu alışkanlıklarından kurtulmak için türbeye gelip dua etmektedirler. Kimi zaman da alkolik olan kişilerin aileleri bu kişileri sarhoşken buraya getirmekte ve ayılıncaya kadar beklemektedirler. Böylece alkol bağımlılarının bu alışkanlığından kurtulacağına inanılmaktadır.
Kırkçeşme Mahallesi’nde Selçuk Sokak ile Kırkçeşme Caddesinin kesiştiği köşede yer alan ve dıştan dışa 10.91X9.25 m. boyutlarında olan türbe içerisinde 15 sanduka bulunmaktadır. Ahşap olan çatısı ve kargir duvarlarının büyük bir bölümü bakımsızlık sebebiyle zaman içersinde yıkılmış olduğundan kuzey bitişiğindeki Selçuk Camii ile beraber 1944 yılında harap olduğu gerekçesiyle şahsa satılır. Bu Kıymetli mekan zaman içerisinde harap olduğu vaziyette ayakta durmaya çalışırken 2005 yılında Vakıflar Kastamonu Bölge müdürlüğü tarafından restore dilmiştir.Allah onlardan razı olsun.
Osman Hulusi Efendi’nin kabri şerifi ; Malatya – Darende’de Somuncu Baba Külliyesinde
Son devrin Nakşibendi büyüklerinden olan Es-Seyyid Hacı Osman Hulusi Efendi, 12 Ağustos 1914 tarihinde Darende’nin Hacılar-Şeyhli mahallesinde dünyaya gelmiştir. Soyu, babası Şeyhzadeoğlu sülalesinden Hasan Feyzi vasıtasıyla 24. kuşaktan neseb-i alîleri olan Somuncu Baba Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’ne, oradan da Hz. Hüseyin (r.a.) vasıtasıyla 36. kuşaktan Hazret-i Muhammed (s.a.v.)’e intikal eder. Bu neseb zincirleri validesi Fatıma Hanım tarafindan da ecdadı olan Taceddin-i Veli Hazretleri’nin vasıtasıyla yine alemlerin Peygamberine ulaşır.
Osman Hulusi Efendi, babasının büyük kardeşi olup genç yaşta vefat etmiş olan Ömer Osman Hulusi Efendi’nin adını almıştır. Bu adı babası vermiş ve büyük kardeşi Ömer Osman Hulusi Efendi’nin hatırasına olan saygıya binaen Osman Hulusi Efendi, babası ve çevresi tarafından “Efendi” adı ya da unvanı ile tanınmıştır.
Kendisinin ifadesine göre, annesi Osman Hulusi Efendi‘ye abdestsiz süt vermemiş ve daimi olarak İslamî bir atmosfer içerisinde yetişmiştir. Babasından aldığı ilk manevi terbiye ve sahip olduğu yüksek seciyelerin etkisi ile daha çocuk denilecek yaşta iken, 1919-1920 senelerinde Darende’ye teşrif eden İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri’nin para mı istersin himmet mi sorusuna karşı, tereddütsüz olarak himmet isterim cevabını vererek manevi olgunluğunu göstermiş ve İsmail Hakkı Toprak Hazretleri’ne intisap etmiştir. Çocuklukta başlayan tasavvufi atmosfer, kamil bir insana intisap etmesi ile onun için tasavvufi seyr-i süluka dönüşmüştür.
Osman Hulusi Efendi, ilk eğitimini babasından aldığı dini bilgilerin yanında, çocukluğunun geçtiği Şeyhli mahallesindeki camiin medresesine devam ederek almış, daha sonra Dutluk Sıbyan Mektebi’ne devam etmiştir. Bu sıralarda babası Hatip Hasan Feyzi Efendi ile birlikte yazları Hacılar’da, kışları ise Zaviye mahallesindeki evlerinde ikamet etmekte idiler. Ancak bir süre sonra daimi olarak Zaviye mahallesinde kalmaya başlamışlardır. Bu tarihten bir süre sonra, yeni alfabe kabul edilmiş ve 1923 yılında Darende’de Cumhuriyet ilkokulu açılmıştı. Bu okuta devam eden Osman Hulusi Efendi, 1928-1929 eğitim-öğretim yılında iyi derece ile okulu tamamlamıştır.
Ne var ki yokluk zamanlarında öğrenimine devam edemeyen Hulusi Efendi, babası tarafından gençliğinin en verimli yıllarında sanatkarlığa gönderilmiştir. Yine babasının teşviki ve kendi çabaları île eserlerinde en güzel bir şekilde kullanacak derecede Edebiyat, Farsça ve Arapça bilgisini ilerletmiştir. Bu arada geçimini sağlamak üzere ciltcilik, şirazelik, marangozluk, matbaacılık, dizgi, baskı, oymacılık ve mühür kazma işleri ile meşgul olmuştur. Bu sayede kendi kitaplannın cilt, dizgi ve şirazelerini de kendi elleriyle yapmıştır. Gençliğini gurbette ticaret yaparak geçiren Osman Hulusi Efendi, bir defa Cuma namazını kaçırınca “Beni ibadetime mani olan kazanca muhtaç etme Ya Rabbi” duasında bulunmuş ve ticareti bu nedenle bırakarak memleketine dönmüştür.
1940-1942 (26-28 yaş.) yılları arasında Diyarbakır ve Maraş’ta askerlik vazifesini yerine getiren Osman Hulusi Efendi, Şeyh Hamid Veli camii imam-hatibi olan babasi Seyyid Hasan Feyzi (k.s.) Efendi’nin 1945 yılında vefatı üzerine, Şeyh Hamid Veli Camii’nin boşalan imam-hatibliğine tayin edilmiştir. 1945 yilindan 1953 yılına kadar 8 sene bu vazifeyi fahri olarak yürüten Osman Hulüsî Efendi, bu tarihten itibaren camii şerifin kadrolu imam-hatibi olarak tayin edilmiştir. 1-31 Ekim 1969 tarihleri arasında katıldıkları imam-hatip ve müezzinler tekamül kurşunu Pekiyi derece ile bitirmiştir.
Osman Hulüsî efendi 42 yıl gibi uzun bir müddet ifa ettikten sonra 65 yaşını doldurduğundan dolayı 01.07.1987 tarihinde re’sen emekliliğe sevk edilmesi üzerine görevini mahdumları ve aynı zamanda manevi varisleri olan Hamid Hamideddin Ateş Efendi’ye devretmişlerdir.
Gençliğinde başlayan hizmet zincirleri ömürlerinin sonuna kadar insanlığa hizmetle geçmiştir. Bütün bu amiller ve şartlar kendilerinin kemal şifalının zirvelere çıkmasına vasıta olmuş, rıza, vera ve takva bütün incelikleriyle ta o zaman şahıslarında tekemmül etmiştir. Gençlik yıllarında beldesinin her sorunu ile ilgilenmiş bizatihi kendi gayretleri ile elektrik, su ve yol gibi hizmetlerin yapılmasında üstün gayretler göstermiştir. Keramete fazla önem vermeyen Osman Hulusi Efendi Hazretleri, güzel ahlakı, ilmi, hele ilahi aşkı her şeyin üstünde tutmuşlar, bilhassa ilim sahasında fetvaya muktedir bir seviyeye erişmişler. Verilen vehbi ilimle de bütün ilimlere vakıf olmuşlardır. O “Hüsn-ü ahlak her kemalin fevkindedir” buyurarak bu uhdeyi kendilerine düstur kabul etmişlerdir.
Osman Hulusî Efendi, tasavvuf ve manevi aşkının etkisi ile söylediği şiirleri ile de irşad görevini yerine getirmiştir. Meşhur Divan-ı Hulusi-i Darendevi isimli divanı bu yönüyle önemli bir eserdir. Kerametleri sayılamayacak kadar çoktur. Ancak o keramete ehemmiyet vermeyerek, “Hüsn-ü ahlak her kemalin fevkindedir.” buyurarak bu umdeyi kendilerine düstur kabul etmişlerdir. Güzel ahlakı, ilmi, hele aşkı her şeyin üstünde tutmuşlar, ilme olan merakının ve teşviki ile birçok okullar, kurslar ve kütüphaneler yaptırmış, yirmiyi mütecaviz derneğin başkanlığını yapmış, hizmet sahasında bir insanın düşünemeyeceği kadar geniş ve inanılmaz faaliyetlerde bulunmuşlardır. İradeleri hizmet, sevgi, muhabbet ve insanlığa yardım ve irşad doğrultusunda tecelli etmiştir.
14 Haziran 1990 tarihinde rahmet-i Rahman(c.c)’a kavuşan Osman Hulusi Efendi’nin Kabri şerifi Darende ‘deki Somuncu Baba Külliyesindedir.. ..
Karanlık Evliya türbesi ; Kastamonu Yavuz Selim mahallesi Karanlık evliya sokaktadır. Hepkebirler camii’nin arka sokağında.
Burada medfun bulunan zatın veya kişilerin kim olduğu bilinmiyor. Fakat Selçuklu mimarî geleneğinde yapılmış bulunan bu tip türbelerin hükümdarlar için inşa edildiği bilinmektedir. Buna göre türbenin, Çobanoğulları hükümdarlarından birisi için inşa ettirilmiş olması muhtemeldir. Ne yazık ki hiç bir yerinde kitabe veya işaret bulunmamaktadır. Hakkında belge de bulunamadığından kimin adına inşa edildiği meçhuldür. Bilinen bir şey varsa o da türbenin, beldenin en kadim türbelerinden birisi olduğudur.
Bununla birlikte, menkıbe türbede yatan zatı devlet adamı olmaktan çok bir evliya olarak kabul eder. Rivayete göre, hayattayken kalabalık içine karışmayan ve yüzünü kimseye göstermeyen bu kişinin Cuma günleri namaz kıldıracağı zaman da camiye yüzünde siyah bir örtü ile gelip, namazı öyle kıldırdığı anlatılır. İşte yüzündeki o siyah örtüden dolayı kendisine Karanlık Evliya denildiğine inanılmaktadır. İsimle ilgili bir başka inanış da türbenin taş yapısının siyahlaşmış oluşundandır. Çevre sakinlerinin söylediklerine göre, türbe zamanında bir yangın geçirir. Yapı taş bina olduğu için türbe yanmaz ama taşları alevlerden dolayı kararır. Bu sebeple, burada yatan evliyaya Karanlık Evliya denmiştir. Bir başka anlayışa göre de ışık alacak penceresi olmadığı için içerisinin karanlık olmasından dolayı bu ismin türbeye verilmiş olduğudur . Hakkında yazılı kaynaklarda bilgi bulunmayan evliyanın mahalle halkını her türlü kötülükten koruduğuna inanılmaktadır.
Türbe ; Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının akabinde avlusunda bulunduğu ev ile beraber Aşçı Ragıp Usta adındaki sahsa satılmış ise de daha sonra çevresi istimlak edilerek açığa çıkarılmış ve yanında bulunan mescit ile beraber restore edilmiştir.
Bina, kesme taştan sekiz köşeli ve iki katlı olarak yapılmıştır. Üzerinde koni biçiminde çatısı vardır. Sandukanın yer aldığı alt kata, doğu taraftan 80 cm. eni ve 100 cm. yüksekliği bulunan küçük bir kapıdan girilmektedir. Işık alacak penceresi de bulunmadığı için içerisi karanlıktır. Bu yüzden “Karanlık Evliya” adı ile bilindiği tahmin edilir. Kapı üzerinde 100 cm. uzunluğunda bir tonoz bulunmaktadır. 3.5×3.5 Metre ebadındaki bu bölümün döşemesi tahtadır. Tavanı enli tuğlalardan yapılmış basık bir kubbe ile örtülüdür. Ortasında bir adet tahta sanduka vardır. Bu sandukanın içinde sonradan bir araya toplandığı tahmin edilen birkaç kişiye ait iskeletler bulunmaktadır. Üst katın duvarları da aynı şekilde sekiz köşe üzerinde yükselmektedir. Doğudan açılan kapının üzerinde kemerli bir hücre bulunmaktadır. Kapı süveteri aynı zamanda hücre kemerine ayak vazifesi görmektedir. Boş olan bu katın üzeri tuğladan sivri bir kubbe ile örtülüdür.Bu sivri kubbe aynı zamanda binanın çatısını teşkil etmektedir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1966 yılında, 1975-1977 yılları arasında, 1979’da ve 1981’de olmak üzere çeşitli kereler onarılmış; bu sırada merdiven basamakları ile taş kaplamaları yenilenmiştir. Gerek mimari ve gerekse kıymeti bakımından son derece önemli olan türbe ; Yerli yabancı ziyaretciler tarafından ziyaret edilip fatihalar okunmaktadır.
Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
Kaysül Hamedani hazretlerinin kabri ; Kastamonu – Merkez’de hepkebirler camii minaresinin hemen altında
Hepkebirler Camii’nin doğu ve batı bitişiğinde olmak üzere iki türbe vardır. Batı bitişiğinde bulunan türbe, 3×7 metre ebadında olup altı pencereden ışık almaktadır. Kapısı kıble tarafındadır. Son tamirde tabanı seramikle kaplanmıştır. Tavanı ahşap, çatısı kiremitle örtülüdür. İçinde dört adet ahşap sanduka vardır. Bakana göre sağ başta bulunan sanduka ahşap şebeke içerisine alınmıştır. Bu zatın ashabtan Kays-ül Hemedani Asgar isimli sahabe olduğuna inanılmaktadır.
Türbenin mimari özellikleri ve civarındaki mezar taşlarının üslubu, burasının yörenin en eski mezarlıklarından birisi olduğunu göstermekle beraber henüz hakkında yazılı bir kaynağa tesadüf edilememiştir. Halk, adını sanını bilmediği halde nesilden nesile aktarılan bilgilere istinaden sahabe olarak bildiği bu zata ve civarındakilere hürmette kusur etmemiş, ona gösterilen saygının Hakka yakınlığa vesile olacağı inancını muhafaza etmiştir.
Bu zatın ismi hakkında bugüne kadar ulaşılabilen tek kaynak Yalova’nın Güney Köyü’nde medfun Nakşibendi Şeyhi Şerafeddin Efendi tarafından 1911 yılında verilen bilgilerdir.
Kaysü’l Hemedani isimli iki kardeş olduğunu ifade eden ve Hazreti Hasan’a (ra) yakınlığıyla bilinen büyük kardeş Kaysü’l Hemedani Ekber hakkında bilgiler veren Şerafeddin Efendi, Küçük kardeş Kaysü’l Hemedani Asgar hazretlerinin ise Eyüp Sultan (ra) hazretleriyle beraber Anadolu’ya geldiğini ve onun işaretiyle Kastamonu’yu teşrif ettiğini bildirmektedir.
Kays-ül Hemedani (ra) adı, sahabeler hakkında bilgi veren Hafız Şemseddin Zehebi’nin “Tecrid-i Esmfü’s Sahabe” isimli eserinde (Beyrut; Darü’l Ma’rife 2/262) geçmekte ancak hayatı hakkında bilgi verilmemektedir. Bu durumda Şerafeddin Efendi tarafından verilen ve halkın zihnine yerleşmiş olan bilgilerin noksan olmakla beraber doğruluğu hakkında şüpheye mahal yoktur.
Hepkebirler Türbesinde medfun bulunan bu zevat, Peygamberimizin, “Ümmetimin en hayırlı nesli benim asrımdakilerdlr. Sonra bunu takip eden nesli, sonra da onu takip eden nesildir” hadis-i şerifiyle methedilen zümreye dahildir. Bitişiğinde bulunduğu cami ve aynı mahalle, kendilerine izafeten Hepkebirler adıyla anılmaktadır. Kebir, Arapça büyük demektir. Daha ziyade Peygamberimizi dünya gözüyle gören sahabe ve onlardan sonraki asırda yaşayan evlatları olan tabiin zümresi bu sıfatla anılırlar.
Ebu Eyyüb El-Ensari‘nin şehadet tarihi 59/678 yılı olduğuna göre Kaysü’l Hemedani Hazretlerinin Kastamonu’yu teşrif tarihleri de buna yakın olmalıdır. Ancak o sıralarda bölge henüz Müslüman değildir. Hazretin buraya ne suretle geldiği, burada hangi şartlarda ve nasıl yaşayıp vefat ettiği hususları müphemdir. Maamafih Hulefa-i Raşidin devrinden itibaren ashabın irşad maksadıyla ge ek gruplar halinde gerekse ferdi olarak çeşitli bölgelere dağıldıkları malumdur. Bu zatın teşrifini de aynı sebebe bağlamak mümkündür. Bu şekilde dünyanın çeşitli yörelerine dağılan sahabe hazeratının gayrimüslim milletler tarafından da genellikle hürmet ve ikram gördükleri bir vakıadır. Nitekim Eyüp Sultan Hazretlerinin kabrini fetihten önceki yıllarda Hıristiyanların ziyaret ettikleri tarihçiler tarafından zikredilmektedir. Hatta Bizans zamanında İstanbul ve civarında kıtlık ve kuraklık olduğu dönemlerde Hıristiyanlar hazreti Ebu Eyyub’un kabri etrafında toplanırlar ve onun yüzü suyu hürmetine niyazda bulunurlardı.
Son zamanlara kadar önündeki yoldan sarhoşların geçemediği; yola çıkıntısı olduğu gerekçesiyle geri çekmek için mezarların kaldırılma teşebbüslerinin amacına ulaşamadığı vb. tasarrufları ile bilinen türbenin, halkımızın gönlünde müstesna bir yeri vardır.
Kaysü’l Hemedani Asgar hazretlerinin büyük kardeşi olan Kaysü’l Hemadani Ekber Hazretleri peygamberimizin sevgili torunu Hz. Hasan (RA)’a yapmış olduğu hizmetlerinden ötürü rüyasında Resulullah efendimizin, “Ey Kays! Benim evladıma ettiğin ihsana karşılık ben de kıyamet gününde seni yüzyirmidörtbin peygambere göstererek, “Ashabımdan Kaysü’I Hemedani’ye bakın!” Diye izzetlen direceğim” müjdesine nail olmuş bir zattır.
Türbede medfun olanlardan birisinin de Hamza-i Yümini adında bir zat olduğu söylenir ise de bu zat hakkında bilgi elde edilememiştir.
Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi