Ana Sayfa>admin(Sayfa 93)

Abdürrezzak Efendi

Abdürrezzak Efendi Türbesi ; Kastamonu – İsfendiyar mahallesindeki Abdürrezzak Efendi camii içerisinde

Abdürrezzak Efendi hakkındaki bilgiler çok azdır. Ancak türbesindeki mezarın baş şahidesinde ”intekalen merhum el mağfur es-Said eş-şehid hoca veli bin Osman”, ayak şahidesinde ise,tarih şehr-i recep 918yazılıdır. Bu yazıya göre, Osman oğlu Hoca Veli, 1512 yılında vefat etmiştir.

Bu zatın tefsir ve hadis alanında müderris derecesinde alim olduğu hatta Şeyh Şaban-ı Veli’ye icazet verdiği anlatılır. Bu vesile ile halk arasında Şeyh Şaban Veli’nin hocası olarak bilinir. Bu zatın tayy-ı zaman ve tayy-ı mekan gibi kerametleri bulunduğu; kendisinin heybetli bir zat olduğu ve türbenin bulunduğu yerde bu dehşet ve heybetin hissedildiği anlatılır.

Türbenin bu isimle anılmasına bir başka sebep de binayı inşa ettiren veya yardımlarda bulunan Abdürrezzak isimli bir hayır sahibi olabilir. Kastamonu’da bu isimde birkaç paşa ve hayır sahibi vardır. Ancak bunlarla türbe arasında münasebet kurulması mümkün olmamaktadır.

Türbede iki mezar vardır.Kapıdan girince sağdaki mezar Recep bin Turani isimli zata, diğeri Abdurrezzak Efendi’ye aittir. Kerpiç malzeme ile yapılmış olan türbe iç alanı, 3.80X7.20 m. ebadında, dikdörtgen şekilli olup cami boyunca uzanmaktadır. Hem kuzeyden hem de cami tarafından açılan iki kapısı vardır. Döşemesi beton, tavanı ahşap ve kiremitle örtülüdür.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,

Deveci Sultan

Deveci Sultan türbesi ; Kastamonu – Deveciler mahallesindeki Deveci camii içerisindeki türbesinde

Deveci Sultan olarak bilinen zatın asıl adı Horasanlı Yusuf’tur. Hacc’a gitmek üzere kendisine tabi yüz kişi ile beraber yola çıkıp Erzincan’a vardıklarında gece rüyasında Peygamber Efendimizi görür. Peygamberimiz kendisine Kastamonu beldesinin fethi için mücadele eden orduya katılmasını emrederek bu gazanın yetmiş bin hacdan daha efdal olduğunu söyler. Ne suretle hareket edeceğini bilemeyen Yusuf Efendi tereddüt içinde kalınca yedi gece aynı rüyayı görür. Bunun üzerine hac seferine ayırdığı paralarıyla bir çok at katır ve deve satın alarak Kastamonu’ya hareket ederler. Horasan’da iken kendisine Kabe ve Mescit-i Nebevi’ye sarf edilmek üzere bol miktarda para verilmiştir. Bu para ile de bir çok deve satın alırlar. Bu develeri Kastamonu’nun etrafında bizzat güttükleri için ‘Deveci Sultan’ lakabı ile anılır.

Altı ay sonra Atabey Gazi de Kastamonu’ya ordusu ile vasıl olur. Yusuf Efendi develerin tamamını gazilere taksim eder. Bu sırada yine rüya yolu ile Haddad Endülüsi Hz.leriyle görüşerek kendisinden demirden harp aletleri yapmasını öğrenir. Bu ve benzeri hususlarda Yusuf el Horasani Atabey Gazi’ye yardımcı olarak fethin gerçekleşmesinde müessir olmuştur. Fetihten sonra Atabey Gazi tarafından devlet hazinesine reis ve nazır tayin edilir. Hazinenin başına geçirildiği halde, bu kasadan sadece tuz, ekmek ve sirkeden başka bir şey almaz. Bir ekmeğin dörtte biri ve biraz tuz, onun bir günlük yiyecekleridir. Kendileri ehl-i keşif ve ashab-ı velayettendir. Bu bilgiler türbesindeki sandukasının başında yazılı olan şairi ve tarihi belirsiz bir şiirde tekrarlanmaktadır.

Türbesi bir zamanlar kendi isminden mülhem Deveciler diye anılan mahallenin aynı isimli sokağında bulunan Deveciler Camii’nin harimi dahilindedir. Tavanı cami ile ortak olan türbenin döşemesi tahta olup, sandukaların görünebileceği bölüm camlarla kaplanmıştır. İçinde 12 adet ahşap sanduka vardır. Makbereler toprakta olup sandukalar işaret için konulmuş ve üzerleri yeşil örtülerle örtülmüştür. Bunlardan diğerlerine göre daha gösterişli olanı Deveci Sultan’a aittir. Diğer sandukalardan birisi Kastamonu mutasavvıflarından Nakipzade Hacı Kadem Efendi’ye, bir diğeri Elyakut Hoca’ya, birisi de Miralay Mehmet Ali Bey’e aittir. Diğerlerinin kime ait olduğu
bilinmemektedir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,

Karanlık Evliya

Karanlık Evliya türbesi ; Kastamonu Yavuz Selim mahallesi Karanlık evliya sokaktadır. Hepkebirler camii’nin arka sokağında.

Burada medfun bulunan zatın veya kişilerin kim olduğu bilinmiyor. Fakat Selçuklu mimarî geleneğinde yapılmış bulunan bu tip türbelerin hükümdarlar için inşa edildiği bilinmektedir. Buna göre türbenin, Çobanoğulları hükümdarlarından birisi için inşa ettirilmiş olması muhtemeldir. Ne yazık ki hiç bir yerinde kitabe veya işaret bulunmamaktadır. Hakkında belge de bulunamadığından kimin adına inşa edildiği meçhuldür. Bilinen bir şey varsa o da türbenin, beldenin en kadim türbelerinden birisi olduğudur.

Bununla birlikte, menkıbe türbede yatan zatı devlet adamı olmaktan çok bir evliya olarak kabul eder. Rivayete göre, hayattayken kalabalık içine karışmayan ve yüzünü kimseye göstermeyen bu kişinin Cuma günleri namaz kıldıracağı zaman da camiye yüzünde siyah bir örtü ile gelip, namazı öyle kıldırdığı anlatılır. İşte yüzündeki o siyah örtüden dolayı kendisine Karanlık Evliya denildiğine inanılmaktadır. İsimle ilgili bir başka inanış da türbenin taş yapısının siyahlaşmış oluşundandır. Çevre sakinlerinin söylediklerine göre, türbe zamanında bir yangın geçirir. Yapı taş bina olduğu için türbe yanmaz ama taşları alevlerden dolayı kararır. Bu sebeple, burada yatan evliyaya Karanlık Evliya denmiştir. Bir başka anlayışa göre de ışık alacak penceresi olmadığı için içerisinin karanlık olmasından dolayı bu ismin türbeye verilmiş olduğudur . Hakkında yazılı kaynaklarda bilgi bulunmayan evliyanın mahalle halkını her türlü kötülükten koruduğuna inanılmaktadır.

Türbe ; Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının akabinde avlusunda bulunduğu ev ile beraber Aşçı Ragıp Usta adındaki sahsa satılmış ise de daha sonra çevresi istimlak edilerek açığa çıkarılmış ve yanında bulunan mescit ile beraber restore edilmiştir.

Bina, kesme taştan sekiz köşeli ve iki katlı olarak yapılmıştır. Üzerinde koni biçiminde çatısı vardır. Sandukanın yer aldığı alt kata, doğu taraftan 80 cm. eni ve 100 cm. yüksekliği bulunan küçük bir kapıdan girilmektedir. Işık alacak penceresi de bulunmadığı için içerisi karanlıktır. Bu yüzden “Karanlık Evliya” adı ile bilindiği tahmin edilir. Kapı üzerinde 100 cm. uzunluğunda bir tonoz bulunmaktadır. 3.5×3.5 Metre ebadındaki bu bölümün döşemesi tahtadır. Tavanı enli tuğlalardan yapılmış basık bir kubbe ile örtülüdür. Ortasında bir adet tahta sanduka vardır. Bu sandukanın içinde sonradan bir araya toplandığı tahmin edilen birkaç kişiye ait iskeletler bulunmaktadır. Üst katın duvarları da aynı şekilde sekiz köşe üzerinde yükselmektedir. Doğudan açılan kapının üzerinde kemerli bir hücre bulunmaktadır. Kapı süveteri aynı zamanda hücre kemerine ayak vazifesi görmektedir. Boş olan bu katın üzeri tuğladan sivri bir kubbe ile örtülüdür.Bu sivri kubbe aynı zamanda binanın çatısını teşkil etmektedir.

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1966 yılında, 1975-1977 yılları arasında, 1979’da ve 1981’de olmak üzere çeşitli kereler onarılmış; bu sırada merdiven basamakları ile taş kaplamaları yenilenmiştir. Gerek mimari ve gerekse kıymeti bakımından son derece önemli olan türbe ; Yerli yabancı ziyaretciler tarafından ziyaret edilip fatihalar okunmaktadır.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,

Ahi Şorve

Ahi Şorve türbesi ; Kastamonu – Beyçelebi mahallesi Hacı dede sokak no :23’de.

XIII. ve XIV. yüzyıllarda yaşamış olan Ahi Şorve dönemin önemli Ahi büyüklerindendir.Eski kayıt ve belgelerde Ahi Şorve, Ahi Şarva , Acı Şorbe veya Ahi Çorba olarak anılan bu zatın asıl adı belli olamamakla beraber günümüzde Ahi Şorve olarak ziyaret edilmektedir.

Hayatı hakkında bilgi sahibi olamadığımız Şeyh Ahi Şorve ;hayatta iken zaviyesine tahsis edilen birtakım araziyi, düzenlemiş olduğu vakfiye ile zaviyeye tahsis etmiştir. 703/1303-4 tarihli vakfiyeden bu zatın aynı tarihte sağ olduğu; mevkileri zikredilen arazileri zaviyede ikamet edenlerle birlikte gelen giden yolcu ve fukaraya yemek yedirilmesi için vakfettiği anlaşılmaktadır. Bir kısmının tapu kütüklerinde halen kaydı bulunan bu araziler şunlardır: Kastamonu’ya tabi Hisarcık ve Değirmen çayın adlı mezralar, Kuzyaka Nahiyesine tabi Kızılcavıran Mezrası, Akçaviran Nahiyesine tabî Seyreklik Mezraı, Göl adlı mahalle tabi Karasu ve Terkeşe adlı çiftlikler ve Kastamonu Merkezi’nde zaviyenin içinde bulunduğu bahçe ile bir başka bahçenin tamamı.

Ahi Şorve Zaviyesinin asırlar boyunca fonksiyonunu icra ettiği, topluma yön veren birçok zatın burayı irşad merkezi olarak kabul ettiği bilinmektedir. Zira Kanuni Sultan Süleyman Döneminde zaviyede şeyh olan Muhyiddin Efendi’nin de nüfuzunun bir hayli fazla olduğu görülmektedir. Tahminen türbedeki sandukalardan biri de bu zata aittir.

Zaviyeden günümüze takriben 20 metrekare civarında basit beton bir bina kalmıştır. Bina hali hazır şekliyle son zamanlarda çevredeki hayır sahipleri tarafından yaptırılmıştır.

İçinde kıble istikametine doğru sıralanmış üç adet tahta sanduka vardır. Bu işaret sandukalarının kime ait olduğunu gösteren herhangi bir belge yoktur. Sandukalardan birisinin zaviyenin kurucusu olan Ahi Şorve ait olduğu kesindir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi

Kaysül Hamedani hazretleri

Kaysül Hamedani hazretlerinin kabri ; Kastamonu – Merkez’de hepkebirler camii minaresinin hemen altında

Hepkebirler Camii’nin doğu ve batı bitişiğinde olmak üzere iki türbe vardır. Batı bitişiğinde bulunan türbe, 3×7 metre ebadında olup altı pencereden ışık al­maktadır. Kapısı kıble tarafındadır. Son tamirde tabanı seramikle kaplanmıştır. Tavanı ahşap, çatısı kiremitle örtülüdür. İçinde dört adet ahşap sanduka vardır. Bakana göre sağ başta bulunan san­duka ahşap şebeke içerisine alınmıştır. Bu zatın ashabtan Kays-ül Hemedani As­gar isimli sahabe olduğuna inanılmaktadır.

Türbenin mimari özellikleri ve civarındaki mezar taşlarının üslubu, burası­nın yörenin en eski mezarlıklarından birisi olduğunu göstermekle beraber henüz hakkında yazılı bir kaynağa tesadüf edilememiştir. Halk, adını sanını bilmediği halde nesilden nesile aktarılan bilgilere istinaden sahabe olarak bildiği bu zata ve civarındakilere hürmette kusur etmemiş, ona gösterilen saygının Hakka yakınlı­ğa vesile olacağı inancını muhafaza etmiştir.

Bu zatın ismi hakkında bugüne kadar ulaşılabilen tek kaynak Yalova’nın Gü­ney Köyü’nde medfun Nakşibendi Şeyhi Şerafeddin Efendi tarafından 1911 yı­lında verilen bilgilerdir.

Kaysü’l Hemedani isimli iki kardeş olduğunu ifade eden ve Hazreti Hasan’a (ra) yakınlığıyla bilinen büyük kardeş Kaysü’l Hemedani Ekber hakkında bilgi­ler veren Şerafeddin Efendi, Küçük kardeş Kaysü’l Hemedani Asgar hazretleri­nin ise Eyüp Sultan (ra) hazretleriyle beraber Anadolu’ya geldiğini ve onun işa­retiyle Kastamonu’yu teşrif ettiğini bildirmektedir.

Kays-ül Hemedani (ra) adı, sahabeler hakkında bilgi veren Hafız Şemseddin Zehebi’nin “Tecrid-i Esmfü’s Sahabe” isimli eserinde (Beyrut; Darü’l Ma’rife 2/262) geçmekte ancak hayatı hakkında bilgi verilmemektedir. Bu durumda Şerafeddin Efendi tarafından verilen ve halkın zihnine yerleşmiş olan bilgilerin noksan ol­makla beraber doğruluğu hakkında şüpheye mahal yoktur.

Hepkebirler Türbesinde medfun bulunan bu zevat, Peygamberimizin, “Üm­metimin en hayırlı nesli benim asrımdakilerdlr. Sonra bunu takip eden nesli, sonra da onu takip eden nesildir” hadis-i şerifiyle methedilen züm­reye dahildir. Bitişiğinde bulunduğu cami ve aynı mahalle, kendilerine izafeten Hepkebir­ler adıyla anılmaktadır. Kebir, Arapça büyük demektir. Daha ziyade Peygambe­rimizi dünya gözüyle gören sahabe ve onlardan sonraki asırda yaşayan evlatları olan tabiin zümresi bu sıfatla anılırlar.

Ebu Eyyüb El-Ensari‘nin şehadet tarihi 59/678 yılı olduğuna göre Kaysü’l Hemedani Hazretlerinin Kastamonu’yu teşrif tarihleri de buna yakın olmalıdır. Ancak o sıralarda bölge henüz Müslüman değildir. Hazretin buraya ne suretle geldiği, burada hangi şartlarda ve nasıl yaşayıp vefat ettiği hususları müphemdir. Maamafih Hulefa-i Raşidin devrinden itibaren ashabın irşad maksadıyla ge­ ek gruplar halinde gerekse ferdi olarak çeşitli bölgelere dağıldıkları malumdur. Bu zatın teşrifini de aynı sebebe bağlamak mümkündür. Bu şekilde dünyanın çeşitli yörelerine dağılan sahabe hazeratının gayrimüslim milletler tarafından da genellikle hürmet ve ikram gördükleri bir vakıadır. Nitekim Eyüp Sultan Hazret­lerinin kabrini fetihten önceki yıllarda Hıristiyanların ziyaret ettikleri tarihçiler ta­rafından zikredilmektedir. Hatta Bizans zamanında İstanbul ve civarında kıtlık ve kuraklık olduğu dönemlerde Hıristiyanlar hazreti Ebu Eyyub’un kabri etrafında toplanırlar ve onun yüzü suyu hürmetine niyazda bulunurlardı.

Son zamanlara kadar önündeki yoldan sarhoşların geçemediği; yola çıkıntısı olduğu gerekçesiyle geri çekmek için mezarların kaldırılma teşebbüslerinin ama­cına ulaşamadığı vb. tasarrufları ile bilinen türbenin, halkımızın gönlünde müs­tesna bir yeri vardır.

Kaysü’l Hemedani Asgar hazretlerinin büyük kardeşi olan Kaysü’l Hemadani Ekber Hazretleri peygamberimizin sevgili torunu Hz. Hasan (RA)’a yapmış oldu­ğu hizmetlerinden ötürü rüyasında Resulullah efendimizin, “Ey Kays! Benim ev­ladıma ettiğin ihsana karşılık ben de kıyamet gününde seni yüzyirmidörtbin pey­gambere göstererek, “Ashabımdan Kaysü’I Hemedani’ye bakın!” Diye izzetlen­ direceğim” müjdesine nail olmuş bir zattır.

Türbede medfun olanlardan birisinin de Hamza-i Yümini adında bir zat oldu­ğu söylenir ise de bu zat hakkında bilgi elde edilememiştir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi

Aşıklı Sultan

Aşıklı Sultan Türbesi ;Kastamonu – Merkez’de Kümbet sokaktaki türbesinde

Kastamonu’da tarihi bilgilerin menkıbevi bilgilerle yoğrularak karşımıza çıkardığı türbelerden biri de, halk arasında Yanık Evliya adı ile anılan Aşıklı Sultan’a aittir. Honsalar Mahallesi Kümbet Sokak’ta türbe içersindeki beş sandukada medfun bulunan zatların, Kastamonu’nun 1116’da Bizans’tan tekrar alınması esnasında şehit düşerek bulundukları yere defnedilen kişiler olduğu, kabul edilir. Daha sonra, yaklaşık hakimiyetleri 100 yıl sürecek olan Çobanoğulları döneminde, bu kahramanlara bir türbe yaptırılır. Aşıklı Sultan Türbesi eyvan tipi bir türbedir. İbadet mekanı ile büyük bir beşik tonoz ve alt katındaki mumyalıktan oluşan yapı, 4.00X6.51 m. boyutlarındadır. Cephe kemerinin etrafı silmelerle çerçevelenmiştir. Önyüzü düzgün kesme taş, diğer duvarları ise moloz taş örgülüdür.

Doğusundaki mekanın mahiyeti uğradığı müdahaleler sebebiyle anlaşılamamıştır. Kitabesi olmadığı gibi hakkında yazılı bilgi de bulunmayan mumyalıktaki beş sandukadan biri Aşıklı Sultan’a, biri Mağripli Mehmet Ağaya aittir. Diğerlerinin kimlere ait olduğu bilinmemektedir. 1979 yılında tamir edilmiş olan yapının Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivindeki dosyasına göre Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Ankara Bölge Kurulu 1984 tarih, 386 sayılı kararı ile kamulaştırılması kararlaştırmıştır. Bu tarihten sonra türbenin etrafını saran yapılar yıktırılarak çevresi düzenlenmiştir. 1992 den sonra bir kez daha onarım geçirmiştir.

Yılda on bin ziyaretçisi olduğu ileri sürülen Aşıklı Sultan hakkında anlatılan menkıbelerden bazıları şöyledir. Bir rivayete göre Cumhuriyetin ilk yıllarında, bir rivayete göre ise Selçuklu döneminde türbe yangın geçirmiştir. Anlatılanlara göre, kalbi temiz olmayan birisi gelerek türbede dua edip dilekte bulunur. Bu dilek, kişinin kalbinin kötülüğü sebebiyle yerine gelmez. Bunun üzerine sinirlenen kişi eline mum alıp türbeye gelir ve, ‚Dileğim olsun diye benden beklediğin bir mumsa işte yakıyorum, eğer söylendiği kadar büyük bir evliya olsaydın dileğim olurdu‛, diyerek yanan mumu türbede bırakıp gider. Bu sebeple türbede yangın çıkar. Bu sırada, dönemin Kastamonu valisi rüyasında Aşıklı Sultan’ı görmüştür. Evliya, ‚Yetiş vali türbem yanıyor, kalk da yangını söndür‛, diyerek valiyi uyarır. Vali hemen uyanarak evinin penceresinden türbenin olduğu yöne doğru bakınca, dumanların yükseldiğini görür. Derhal yangının söndürülmesi talimatını verir. Böylece yangına erken müdahale edildiği için türbe tamamen kül olmaktan kurtulmuş olur. Bu yangın sebebiyle de evliyanın naaşında yanık izleri kalmıştır. Türbenin duvarlarında da yangının izleri hala bulunmaktadır. Beden bozulmadığı için, naaşın kumandanın öldüğü zaman mumyalandığı düşünülür ve, bu sebeple çeşitli bilim adamları gelerek naaşı inceler. Cesedin mumya olmayıp doğal olarak korunup bozulmadığına karar verirler. Bugün bile evliyanın cesedinin bozulmamış olması ile ilgili bu durum, müslüman şehitlerin cesedinin bozulmayacağı, şehit düştüğü haliyle kıyamete kadar bedenin korunacağı inancına bağlanmaktadır. Aynı şekilde Kuzyaka’da bulunan Şeyh Mehmet Efendi’nin de cesedinin bozulmadan korunduğuna inanılmaktadır.

Yakın dönem Kastamonu evliyalarından Mehmet Feyzi Efendi’nin bu husustaki izahı dikkate şayandır. ‚Şehitlere, ölümü tattıkları anda melekleri ve cennetteki mekanlarını gördükleri için, gören, müşahede eden anlamında “şehid” denir. Bu anda onlar velayet derecesine ulaşırlar. Bedenlerinin çürümemesine sebep olan nur ile nurlanırlar”, diye izahatla Aşıklı Sultanın görünen durumunu dinen açıklığa kavuşturur.

Aşıklı Sultan’ın bugün sadece ayakları ziyaretçilere gösterilmektedir. Ama sanduka ortada olduğu için türbenin bekçisi bazen kötü niyetli kişilerin sandukanın tamamını açıp evliyanın parmağındaki yüzüğü almaya kalktıklarını belirtmiştir. Türbedarın anlattığına göre, evliya yüzük çıkarılmaya çalışıldığında parmağını bükmekte, yüzüğün çıkmasına izin vermemektedir. Aşıklı Sultan türbesinde ziyaretçilerin gece geçirmesine, burada uyumalarına izin verilmemektedir. Bu sebeple türbe belli bir saatten sonra kapatılır. Buna rağmen vaktiyle felçli bir adam gelerek evliyayı rüyasında gördüğünü ve gelip türbesinde yatarsa iyileşeceğini söyler. Bu sebeple de türbede gece uyumak istediğini belirtir. Bunun yasak olduğu kendisine ne kadar söylense de çok ısrar edince kalmasına izin verilir , fakat sabah namazı okunurken gitmesi istenir. Felçli kişinin, evliyanın kendisini çağırdığını, onun ısrarla yatmasını istediğini söylemesi türbedarı da etkilemiş, bir yandan yasak olması bir yandan evliyayı kızdırma korkusu çelişkide bırakmış, ancak birkaç saatliğine izin vermiş ama o geceyi türbedar da evinde sıkıntıyla geçirmiştir. Sabah namazıyla beraber türbeye giden görevli, gece felç bıraktığı adamın biraz daha iyileşmiş olduğunu fark eder. Bu olaydan kısa bir süre sonra tekrar türbeyi ziyarete gelen felçli adamın tamamen sağlığına kavuştuğu görülür.

Türbenin civarındaki evlerde yaşayan kişiler kendilerini güvende hissettiklerini söylemektedirler. Evliyanın o mahallede hırsız, uğursuz barındırmayacağına, hırsızlığa gelen kişinin çaldığı eşyayı mahalleden çıkaramayacağına, mutlaka düşürüp gideceğine inanılır. Bununla ilgili olayların çok yaşandığı anlatılır. Sokak başlarında bez içinde sarılı altınların, içi para dolu cüzdanların bulunduğu, bu altın ve paranın aynı gün sahibine ulaştırıldığı söylenmektedir. Özellikle türbenin olduğu sokakta yaşayan kişiler sokakta bulunan evlerin bereketli olduğunu, kimsenin para sıkıntısı çekmediğini ifade ederler. Üstelik mahalleye kiracı olarak gelen kişiler kısa zamanda ev sahibi olmaktadırlar. Mahallede sarhoş, kavgacı, huzursuz, kötü ahlaklı kişiler barınamaz, bu karakterdeki kişilerin başlarının sıkıntıdan kurtulmayıp sonunda mahalleyi terk edip gittikleri kabul edilir.

Kaynak
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,

Çoban Dede – Ödemiş

İzmir’in Ödemiş ilçesinin eski adıyla Tekke, yeni adıyla Cumhuriyet mahallesinde, üzeri piramit şeklinde büyükçe kubbeli türbe ve türbe içinde de mezarı bulunmaktadır. Mezarın başucunda yuvarlak bir mezar taşı ve onun ucunda da yeşil serpuşla dolanılmış sarık mevcuttur. Ayrıca mezarın üzeri yeşil çuha seccade île örtülüdür. …

Şeyh İsmail Rumi

Kadiriyye Tarikatının Rumi Kolunun kurucusu Şeyh İsmail Rumi hazretleri ; 945/1538-9 senesinde Kastamonu’nun Tosya ilçesine bağlı Basna köyünde dünyaya teşrif etmiştir. İsmail Rumî’nin babası ; Çoban Ali isminde Tosya’nın köyünde çobanlık yapan kerametleri ile meşhur, manevî kemal sahibi bir zattır.

Gençlik yıllarında tahsil için, yaşadığı dönemde kaza merkezi olan Tosya’ya, oradan da Kastamonu’ya gitmiştir. Tasavvuf yoluna yönelip Kastamonu’da Halveti şeyhi Ahmed Efendiye intisab etmiştir. Seyr u sülükunu tamamlayıp irşad için icazet almak üzere iken bir gece rüyasında Abdülkadir Geylanî Hazretleri’nin kendisini Bağdata davet etmekte olduğunu görmüştür. Bunun üzerine Bağdata gelmiş ve Abdulkadir Geylani hazretleri’nin evlatlarından o dönemde Kadiri Asitanesi’nin şeyhi ve Bağdat Nakîbü’l-eşrafı Feyzullah Efendi’ye intisab ederek bir süre hizmetinde bulunmuştur. Kırk günlük çilesini tamamladıktan sonra Feyzullah Efendiden Kadiri icazeti almıştır.

Bağdat da bulunduğu günlerde Pîr Geylanî, mana aleminde bu defa, Anadoluya giderek tarikatı yaymasını emretmiştir. Bu manevî emir üzerine şeyhinden izin alan Rumî, üç yüz dervişiyle Bağdat’tan ayrılmış, Mısır’a gelmiştir. Mısır’daki Kadiri Şeyhüniyye Tekkesinde Geylanî’nin oğlu Şeyh Ahmed b. Mustafa ile görüşmüştür. Mısırlı şeyhin bir süre hizmet ve sohbetinde bulunarak kendisinden ikinci bir Kadiri hilafeti almıştır. Bundan dolayı bazı silsilenamelerde mürşidinin Feyzullah Efendi, bazılarında ise Ahmed Efendi olarak kaydedildiği görülmektedir.

İsmail Rumi Mısır’dan dönüşünde önce kendi memleketinden başlamak üzere aktab sayısına denk düşecek surette kırk yerde mekteb, medrese, tekke, zaviye, derviş odaları gibi bugün pek azı mevcut içtimaî, dinî ve terbiyevî hayır kurumlarını açmıştır. Buraların şeyhliğini, bazen evladına, bazen halîfe tayin ettiği yaşlı liyakatli dervişlerinden birine bırakıp nihayet 1612 (1020) senesinde İstanbul a gelmiştir.

Sultanahmet’te Atmeydanı’nda bulunan Sofular Cami ilk konak yeridir, îki büyük Halveti tekkesi arasında yer alan, Şeyhülislam Molla Hüsrevin yaptırdığı bu cami, o dönemde ‘kırklar makamı’ ve ‘ins ü cinnin toplandığı bir yer olarak meşhurdur. Bu sebeple Rumî’nin ‘reisü’l-aktab’ manevî payesi ile Sofular Camiini ilk olarak tercihi tesadüf değil, ilahi bir sevk kabul edilmiştir.

Burada bir müddet ikamet sonra Hızır (a.s.)ın emri ile Tophane taraflarına geçmiş ve Hacı Pîri (1630) isminde birine ait bostan üzerine, yine Hızır(a.s.)’ın delaleti ile Tophanedeki Kadiri Asitanesini inşa etmiştir. Zamanın şeyhlerini davet ederek dua ve zikirlerle açılış merasimi tertip eden İsmail Rumî ve Kadirihanesi, kısa bir sürede istanbul dergahları içinde hatırı sayılır bir üne kavuşmuştur. Nitekim Sultan I. Ahmed tarafindan yapılan Sultan Ahmed Camiinin açılışına (1616) dönemin büyük süfîlerinden Azîz Mahmud Hüdayî, Cihangiri Hasan Burhaneddin gibi İsmail Rumî de davet edilmiştir. Padişah kendisini karşılamış ve hünkar mahfilinde dinlenmesi için ona yer ayırmıştır. Rumî bu teveccüh karşisinda Sultana, zahirde onun davetlisi olarak gelmiş görünmekle birlikte manada tarikat ayiniyle görevli kılındığı için geldiğin! ve daha önce o mekanda Hızır (a.s.)’la buluştuğunu bildirmiştir.

Caminin temel şeyhi Azîz Hüdayî, Cuma hutbesini, Hasan Burhaneddin Cuma vaazını yaptığı gibi, Rumi de namazdan sonra Kadiri ayinini icra etmiştir. Bu tarihten itibaren her Cuma günü ikindiden sonra Kadiri ayini yapılması için padişah, şeyhin ve dervişlerin kolayca gidip gelmesini temin için caminin vakfından tahsisatta bulunmayı irade etmiştir. Ancak İsmail Rumî bu ödeneği kabul etmeyerek, kendi vakfına bu adetin devam ettirilmesini şart koymuş ve daha sonraki Kadirîhane şeyhleri tarafından bu usul devam ettirilmiştir.

Asitane dahilinde kendi sığabileceği genişlikte bir odacık da bir yandan vakitlerinin çoğunu ibadetle geçirdiği gibi şiddetli bir riyazet ve mücahede ile de dervişlerini terbiye etmiştir. Mürîdlerini uyanık tutmak amacıyla, saçlarından kendilerini asmaları için yedi derviş hücresinin tavanına halkalı çivi taktırmıştır. Onun sülükuna her mürîd dayanamadığı için bazılarının Eşrefî usülüne göre terbiye ettiği bilinmektedir. XV. yüzyılda Bursa’da kurulan Eşrefiyye kolu ile birlikte bu tarikatın Osmanlı topraklarında yaygınlık kazanmasında önemli rol oynamıştır. Bu tesir sebebiyle “pir-i sani” unvanıyla da anılır.

Dediler tarîh-i nakl pîr-i sahib-i izzete
Bu an îsmail-i Rümî göçdü bezm-i vahdete

mısralarıyla irtihaline tarih düşürülen İsmail Rumî Hazretleri, 1631 yılında doksan altı yaşında iken alem-i Cemale intikal etmiştir. Dönemin Sultanı IV Murad’ın da iştirak ettiği, Kılıç Ali Paşa Camiinde kılınan cenaze namazından sonra Kadirihanenin hazîresindeki türbesine sırlanmıştır.

İsmail Rumi – IV. Murad ve zamanın kutbu
Meşhur menkıbeye göre, Şeyh İsmail Rumi’ye karşı son derece hürmetkar olan IV. Murad, kendisiyle bir araya geldiğinde sürekli alemin kutbunun kim olduğunu sormaktadır. Rumî, padişaha niçin bunu öğrenmek istediğini sorunca, “Amacım ümmetin düzeni, selametidir. Her işimi de onun isteğine uygun yaparak, namımın bu alemde onanla yürümesini temenni ederim” diye cevap vermiştir. İsmail Rumî, bu sırrı açıklama izni olmadığını söyleyerek diğer büyüklere sormasını söylemiştir. IV. Murad zamanın meşayihine yöneldiğinde imaları İsmail Rumî yi işaret etmekteydi. Bundan sonra padişah Pîr Rumî ile görüşmek konusunda eskisinden daha ısrarcı davranmıştır. Bunun üzerine İsmail Rumî, vefatına yakın bir zamanda padişaha haber göndererek cuma günü Kılıç Ali Paşa Camiine davet etmiş ve orada zamanın kutbu ile görüşmesinin mümkün olacağını bildirmiştir. Kendisi de cuma gecesi irtihal edeceğini dervişlerine haber vererek yıkanıp kefenlendikten sonra tabutunun üstüne taç ve hırka konulmadan Kılıç Ali Paşa Camii nin musallasına konulmasını vasiyet etmiştir. İrtihali vuku bulduktan sonra vasiyeti yerine getirilerek cuma namazından sonra cenaze namazı kılındı. IV. Murad da namaz kılanlar arasındaydı. Dervişleri naaşın tekrar asitaneye götürürken taç ve hırkasını tabutunun üstüne koydular. Büyük bir kalabalığın tevhit ve feryadı ile giden cenazenin İsmail Rümî’ye ait olduğunu öğrenen padişah, kendisini , kendisinden soruşturmasından dolayı büyük bir pişmanlık duymuştur. Kadirîhanenin son şeyhi Gavsî Efendinin oğlu Misbah Erkmenkul Beyefendi’nin anlattığı bu meşhur menkıbeye göre IV. Murad, Rumî’nin tabutunu açtırarak kefenini çözmüş, ayaklarının altından öpmüş ve “Katilin oldum ey şeyh, beni bağışla” diyerek bu konudaki ısrarından duyduğu pişmanlığı ikrar etmiştir.


Kaynak
Abdülkadir Geylani ve Kadirilik , Adalet Çakır , İsam yayınları
İstanbul Evliyaları , Türkiye Gazetesi
Keşkül dergisi 18. sayı ( Tasavvufun En etkin mektebi Kadiriyye )
Tufe-i Rumi , Seyyid Sırrı Ali , Asitane yayınları
İslam Ansiklopedisi , Türkiye Diyanet Vakfı
[

Toprak Baba

Toprak Baba Türbesi ; Çankırı – Merkez’de Karataş mahallesinde

Toprak Babanın kim olduğu, doğum ve vefat tarihleri hakkında bilgi yoktur. Anlatılanlara göre Çankırı Fatihi Emir Karatekin’in damadıdır. Çankırı’nın fethi sırasında kumandanlık yapmıstır. 4.29×2.21 boyutunda ve 1.99 m yüksekliğinde olan türbe üç bölümden oluşan basit bir yapıdır.

Rivayete göre ; Tekke ve zaviyelerin kapatıldığı yıllarda, belediye türbenin olduğu yerde yol geçirme çalışmasına başlamis, yol yapımı sırasında işçilerin başına türlü kazalar gelince yol yapımı durdurulmuş. Başka bir anlatıda da türbe yıkılmış ve bir hayırsever tarafından onarılmış. İşin sonuna doğru gelindiğinde hayır sahibi maddi sıkıntıya girmiş. Bütün parasını harcamış inşaat malzemesi alamayacak duruma düşmüş. Türbeyi yapan usta alçıya ihtiyacı olduğunu söylemiş. Bunun üzerine ne yapacağım şaşıran hayırsever türbenin başına giderek ”Ya mübarek alçıyı da mı bulamıyorsun, ben bu kadar yapabildim” diyerek serzenişte bulunmuş ve türbeden ayrılmış. Yolda alçı taşıyan bir araba île karşılaşmış. Arabacı ” Sana alçı gönderdiler, gel yardım ette beraber indirelim” demiş. Hayırsever merakla alçıyı kimin gönderdiğini sormuş. Arabacının verdiği isimi bütün aramaları rağmen bulamamis.

Kaynak: Çankırı İnanç Rehberi , Bahattin Ayhan , Çankırı Belediyesi Kültür yayınları