Ana Sayfa>admin(Sayfa 92)

İbrahim Nureddin Efendi

İbrahim Nureddin Efendi ; Kastamonu – Merkez’de İsmail Bey Külliyesi avlusundaki hazirede

Kadiriyye şeyhlerinden faziletli bir zat olup ”Cecelizade” şöhretiyle meşhur bir Allah dostudur. 1260 (m. 1844) yılında memleketi olan Kastamonu da vefat ederek, İsfendiyaroğullan’ndan İsmail Bey Camii avlusuna defnedilmiştir. Akaidden “Cecelizade” adıyla bilinen bir manzumesi olduğu gibi, “Şerh-i Vasiyetname-i îmam-ı A’zam“, “Feraidü’l-Lealî fi Şerh-i Esmai’l-Metealî” adlarında basılmış eserleri bulunmaktadır.
Yüce Allah sırrını takdis buyursun.

Kaynak
İstanbul ve Anadolu Evliyaları , Pamuk Yayınları

Hatun Sultan Türbesi

Hatun Sultan Türbesi ;Kastamonu – Merkez’de Kırkçeşme caddesi üzerindeki Şeyh Mustafa Efendi türbesinin hemen arkasında;

Kırkçeşme mahallesi Selçuk sokaktaki Selçuklu Camii’nin önünde bulunan meydanın köşesindeki şahsa ait evin bahçesinde yer alan türbe, kesme ve moloz taştan kare planlı olarak yapılmış olup, tromplu basık bir kubbe ile örtülüdür. İçten içe 5.38X5.38 m. boyutlarındaki türbeye doğusundaki kemerli kapıdan girilmekte, diğer cephelerinde birer pencere bulunmaktadır.

Türbenin doğu tarafındaki 1436 tarihli kitabe vardır; ” Emere biimareti hazihi’t türbeti’ş şerife ismetü’d dünya veddin Hatun Sultan binti es Sultan Mehmet bin Bayezid Han. Bevveehümallahü fi dari’s selam. Fi sene erbaine ve semane mie” Manası ; ”Bu türbe-i şerifin yapılmasını din ve dünyanın ismeti , Bayezid Han oğlu Sultan Mehmet Han’ın Kızı Hatun Sultan emretti. Allah onları darü’s selamda daim eylesin.”

Kitabeye göre türbe ; Çelebi Sultan Mehmed’in kızı Hatun Sultan tarafından, kardeşi II. Sultan Murad’ın karısı olan Candaroğulları Beyi İbrahim’in kızı Hatice Sultan’ın kardeşleri için yaptırılmıştır. Türbenin içinde dörderden iki sıra halinde üzerleri sülüs kabartma yazılı 8 mermer lahid vardır.
1. lahid; 840/1436’da vefat eden İbrahim Bey’in kızı Paşa Melek Hanım’a aittir.
2. lahidde de Paşa Melek Hanım’a ait bilgiler yer alır. Her iki lahid de bu hanıma atfedilmiştir.
3. lahid; Orhan Bey,
4. lahid; Emir Yusuf Bey ait olup üzerinde ‘1441 tarihinde vefat etti’ yazmaktadır.
5. lahid; Hafese Hatun’a aittir. Lahit sanat değeri ve üzerindeki yazılar bakımından dikkati çekicidir. Bunların sahipleri İbrahim Bey’in çocuklarıdır.
6. lahid; Murat kızı Sitti Nefise Hanım’a ait olan en son tarihli mezardır.
7. lahid; kimliği bilinmeyen bir zata ve
8. lahid de; ulemadan Lütfullah oğlu Mehmed’e aittir.

İkinci sırada köşede duran lahdin baş şahidesinde burmalı bir kavuk bulunur. Türbenin 1898 yılı onarımı ile ilgili Başbakanlık Osmanlı Arşivinde belgeler vardır. 1316 tarihli irade, ‚I. Mehmed kızı İsmet Sultan, İsfendiyarzadelerden İbrahim Bey ve Şeb-i Çırağ Hatun’un türbesinin tamire ihtiyaç gösterdiği, yapılan keşif ve eksiltme sonucu 6885 kuruşdan 135 kuruş eksikle 6750 kuruş masrafla vücuda getirildiği‛ bilgilerini içermektedir. 1922 yılında türbeyi ziyaret eden M. Behçet, o tarihte türbenin ilk biçimini korumadığını, yıkılmış, yeniden inşa edilmiş olduğunu kaydetmekte, ‚mimari kıymeti olmadığını belirttiği türbenin ‚sakıflı, tahta döşemeli, sıva duvarlı basit bir yapı‛ olduğunu not etmektedir. Türbe 1997 yılında hemen yakınındaki Celveti külliyesi ile birlikte restore edilmiştir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,

Adil Bey Türbesi

Adil Bey Türbesi , Kastamonu – Merkeze bağlı Terzi köyünde

Adil Bey, Candaroğulları Beyliği’nin 4. hükümdarı olup Yakup Bey’in oğlu ve Celaleddin Bayezid Bey’in babasıdır. Tahta çıkışı, adına bastırmış olduğu sikkelere göre 746/1345 olarak kabul edilmektedir. Zamanındaki olaylar hakkında bilgi elde edilememiştir.

762/1361 Tarihinde bir savaşta vefat etti. Beyliğin merkezi olarak türbenin bulunduğu bu mevkii seçtiği ve sarayının bu köydeki “harem-i şah” yani şahın sarayı adıyla anılan yerde bulunduğu, vakıf kayıtlarından anlaşılmaktadır. Trabzon Rum İmparatoru II. Alexious’un kızı Prenses Edoxia ile evlenmiştir. Uzun sayılabilecek bir müddet emirlikte bulunduğu halde Terzi Köyü’ndeki günümüzde yıkılmış olan camiden başka eserine rastlanmamaktadır.

Halk tarafından ziyaret edilen türbeye, açık arazide bulunmasına rağmen vahşi hayvanların da hürmet gösterdiği; hatta geyiklerin kendilerine has hareketlerle türbeye hürmet arz ederek kıble duvarının dışındaki taşları yaladıkları çevre halkı tarafından ifade edilmektedir. Filvaki çürümemiş cesedin bulunduğu taraftaki bazı taşların bu hareketin eseriyle inceldiği fark edilmektedir. Çevredeki cinslerinden farkı bulunmayan bu taşlara karşı yapılan hareketlerin halk tarafından türbedeki zevata ihtiram amacı taşıdığı kabul edilmektedir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi

 

Atabey Gazi

Atabey Gazi Türbesi , Kastamonu – Atabey mahallesindeki Atabey Gazi camiinin güneydoğu köşesinde

Mülkiyeti Atabey gazi vakfına ait olan Cami’nin kitabesinden öğrenildiğine göre, Çobanoğulları beylerinden Atabey Muzafferüddin  Yavlak Aslan 1273 yılında yaptırmıştır. Kastamonu’nun en eski camisi olan bu yapı 1800 ve 1871 yıllarında onarılmıştır. Cami kesme ve moloz taştan yapılmış, ibadet mekanını kırk ahşap direğin taşıdığı bir tahta tavan ile örtülmüştür. Bundan ötürü de halk arasında Kırk Direkli Cami olarak tanınmıştır. Giriş kapısı taştan yapılmıştır.

Rivayete göre Selçuklu devletinde üst düzey komutanlardan birisi olan ve 200 bin çadırlık aşireti ile önemli bir güce sahip bulunan Hüsamettin Çoban Bey Kastamonu’yu fethettiğinde, kalenin hemen eteklerinde bir cami yaptırmis ve ilk Cuma namazını burada kıldırmıştır. Cuma hutbesine çıkarken de, fethin simgesi olarak minbere kılıç kuşanarak çıkmıştır. Daha sonradan torunu Muzafereddin Yavlak Arslan tarafından ilk yapılan cami yıkılarak yerine bugünkü Atabey camii inşa edilmiştir. Ancak fethin ardından kılınan ilk Cuma namazında minbere kılıçla çıkan Hüsamettin Çoban Bey’in başlattığı gelenek sonradan da devam ettirilmistir. Günümüzde de Atabey cami’mde imam hala Cuma hutbesi için minbere çıkarken kılıç kuşanma geleneğim devam ettirmektedir.

Caminin güney duvarının hemen doğusunda da Atabey Gazi Hazretlerinin türbesi bulunmaktadır. Türbede bu zatın dışında kimin yattığı kesin olarak bilinmemekle beraber, Muzaffereddin Yavlak Arslan’ın mefdun olduğu kesin olarak bilinmektedir. Cami ve türbe son olarak 2009 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafında restore edildi.

Türbede medfun olan Atabey ‘in adı belli olmamakla beraber tarihî kaynaklar Kastamonu fatihi olarak Hüsameddin Çoban Bey’i göstermektedir. Son yıllara kadar kale kilidinin sandukasının başında asılı durması ve türbe duvarındaki levhada yazılı bulunan:”Eazım-ı Rical-i Selçukiyye’den Fatih-i belde Atabey Gazi Hazretlerinin türbe-i Şerifesidir” ibaresinden bu Atabeyin Hüsameddin Çoban Bey olduğu anlaşılmaktadır.

Hüsameddin Çoban Bey’in Anadolu Selçuklu Devletinin ilk hükümdarı Kutalmış oğlu Süleyman Şah’ın seçkin emirlerinden Kara Tekin’in soyundan geldiği kabul edilmektedir. (Kara Tekin, 1074 M. yilinda Sinop ve Kastamonu havalisini fetheden Danişmentliler Devleti emindir ve Çankırı’da medfundur).

Çağdaş kaynaklarda bildirildiğine göre Hüsameddin Çoban Bey, Anadolu Selçuklu Devleti’nin önde gelen komutanlarından biridir. Melikü’l ümera unvanına bakılırsa sıradan bir bey olmayıp Bizans sınırlarındaki “Uç” tabir edilen bölgenin Beylerbeyidir. Binaenaleyh, sınırları Sinop’un batısında kain bir noktadan Kastamonu, Devrek, Bolu, Eskişehir, Kütahya ve Denizli’yi içine alan bir yay şeklinde Akdeniz’de Fethiye Körfezine kadar uzanan bölgenin tamamı Hüsameddin Çoban Bey’in liderliğindeki Kayı Boyunun yönetiminde bulunuyordu. Aralarında Ertuğrul Gazi‘nin de bulunduğu bütün Kayı beyleri bu beylerbeyi’ne tabi idi.

Muzafereddin Yavlak Arslan döneminde Hoylu Hasan Bin Abdüldülmümin tarafından yazılan bir eserin mukaddimesinde yer alan, “Melikü’I ümera ve sipah-büd-ı diyar-ı uç” unvanlarından Beylerbeyi sıfatının Çobanoğulları Beyliği’nin yıkılmasına kadar Kastamonu beylerinin uhdesinde kaldığı görülmektedir. Bu durumda Ertuğrul ve Osman Beyler Söğüt civarında bir oymağın beyleri sıfatıyla yaşadıkları devirde kuzey-batı Anadolu sınırlarının muhafazası ile görevli bulunan Çobanoğulları Beyliği’ne tabi bulunuyorlardı.

Hüsameddin Çoban Bey ve oğulları Bizans’ı Paflagonya Bölgesinden atarak sürekli mücadelelerle zayıflatmış ve küçük bir bölgeye sıkıştırarak nöbeti Osmanlı’lara devretmiştir. Osman Bey’in Söğüt Yaylası’nda temellerini attığı muhteşem imparatorluğun mayasında Kastamonu’nun payı küçümsenemeyecek ölçülerdedir. Bugün gururla yad ettiğimiz Osmanlı Devlet geleneklerinin tecrübelerle olgunlaştığı yer olarak Kastamonu, Türk-îslam tarihinde müstesna bir mevkie sahiptir.

Atabey Gazi Türbesi, Atabey Camiinin Güneydoğu köşesindedir. Yerli tuğladan yığma tekniği ile yapılmış, üzeri aynı teknikle kubbe biçiminde örtülmüştür. İçeriden bakıldığında sekiz köşeli, dışarıdan yuvarlaktır. 3.8×3.8 Metre ebadındaki türbenin kapısı güney duvarından açılmaktadır.

Türbe ile cami arasını birleştirmek suretiyle meydana getirilmiş 4×6 metre ebadındaki duvarları moloz taşı ve harçla örülmüş olan döşemesi tahta, tavanı ahşap tonozlu bölüm son restorasyonda kaldırılmıştır.

Türbe iki katlı olarak inşa edilmiş olup zeminde mezarlar üst katta ahşap sandukalar vardır. Cesetler toprağa gömülü olup sandukalar işaret için konulmuştur. İçinde iki adet tahta sanduka vardır. Diğerine göre daha büyük olanı bölgenin fatihi Atabey Gazi’ye aittir. Son restorasyon esnasında kaldırılan bölümden çıkan mezar şahidelerine göre buradaki mezarlardan birisi 1227/1812 tarihinde vefat eden Bayrami Şeyhi Şemseddin Efendi diğeri de 1234/1818 tarihinde vefat eden eşi Gülsüme Hanım’a aittir.

Atabey Gazi Türbesinin civarındaki kabristan, aralarinda alim, şair, tabip, mühendis ve müderrislerin bulunduğu; Her biri sahasında emsalsiz olan çok sayıda zevatın ilmî sohbetlerinin hiç aksamadan devam ettiği bir meclis gibi görülmektedir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi

Terzi Baba

Terzi Baba hazretlerinin türbesi ; Erzincan – Merkez’deki Terzi Baba Kabristanında

Terzi Baba silsile-i Şerifi

Mevlana Halid-i Bağdadî hazretlerinin halifesi Erzincanlı Abdullah Mekkî Efendi’den hilafet almış aşık bir zat ve Anadolu’da yetişen büyük velîlerdendir. İsmi “Muhammed Vehbî“dir. “Hayyat Vehbî” diye meşhur olmuşdur. 1776 veya 1781 senesinde doğdu. Kaynaklarda Erzurum’da veya Erzincan’da doğduğu yazılıdır.

İslam ümmeti arasinda ümmîlikle meşhur olmuş Allah dostu bir zattır. Terzi Baba hazretleri ilk temel dînî bilgilerini tahsil ettikten sonra, anne ve babasının isteği üzerine, bir sanat sahibi olmak için terzilik mesleğini öğrenmeğe başladı. Terzi Baba diye meşhur olması buradan gelmektedir.

Terzi Baba hazretlerinin dünyaya hiç rağbeti yoktu. Maneviyatçı meyli çok fazla idi. Mesleği île meşgul olurken, ibadetlerini asla terketmez, nefsinin arzu ve isteklerini yapmama hususunda azamî gayret gösterirdi. Mevlana Halid-i Bağdadî’nin halîfelerinden Şeyh Abdullah Mekkî Efendi’ye tasavvuf terbiyesinde talebe oldu. Şeyh Abdullah-ı Erzincanî el-Mekkî hazretleri Mekke-i Mükerreme’de irşadla vazifeli idi. Bundan sonra Terzi Baba hazretlerinin manevî mertebesi günden güne ilerledi. Nefsle mücadele ve riyazette çok ileri derecelere ulaştı. Abdullah Mekkî Efendi, ona i’cazet verdi ve insanları irşada selahiyetli hale geldi.

Terzi Baba hazretleri, hem dikiş diker hem de dili ve kalbi ile Allahü Teala’yı anardı. Dükkanında dikiş dikerken, her iğneyi kumaşa geçirip çıkarışta dili ve kalbi ile Allahü Teala’nın ism-i şerîfini zikrederdi. Halîm-selîm, mütevazî bir zat idi. Kimsenin halimi bilmesini istemezdi. Fakirleri çok sever ve bu husustaki hassasiyetini açıkça belli ederdi.

Tasavvuf yoluna girmesine vesile olan Abdullah Mekkî Efendi ile tanışmaları şöyle oldu ; Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri, halifelerinden Abdullah Mekkî Efendi’yi Anadolu’ya göndermişti. Abdullah Mekkî Efendi, Erzurum’a uğramış, sonra Erzincan taraflarına yönelmişti. Erzincan’a yaklaşınca, yanındaki arkadaşlarına: “Hocamızın bize tarif eylediği memleket, Allah bilir ya burasıdır. Burada bir zatın bizde emaneti vardır” demişti. Abdullah Mekkî Efendi, Erzincan’ı şereflendirince, insanlar akın akın ziyaretine geldiler. Gelenler arasında Terzi Baba hazretleri de vardı. Abdullah Mekkî Efendi, ilk defa gördüğü Terzi Baba girince ayağa kalktı. Davet edip yanında yer verdi. Hiç kimseye yapmadığı iltifatı Terzi Baba’ya yaptı. Ona: “ Mevlana Halid-i Bağdadî hazretlerinden bizde bir emanet var. Bu emanet sana çok menfaatler sağlar. Kabul edersen sana teslim edeyim” dedi. Terzi Baba da: ” Siz bilirsiniz efendim, maddî menfaatse; dünya için Allah demem” cevabını verdi. Abdullah Mekkî Efendi bu cevabı alınca: “Oğlum, sen bulacağını buldun. Teslim edeceğim emanet seni dünya sevgisinden kurtarmaktan başka bir şey değildi” buyurarak. Terzi Baba’ya nazar edip, emaneti tevdî etti.

Şah-ı Nakşibend hazretlerinin yolunda terbiye edip, kemale ermesine vesîle oldu. Terzi Baba’ya hilafet-verip Allahü Teala’nın kullarına, Allahü Teala’nın dînini öğretmek marifetullaha kavuşturmak vazifelerinin verdi. Bunun üzerine Terzi Baba’nın hali değişti. Maneviyat dünyasına daldı.

Bu hadiselerden sonra , Terzi Baba’nın yüksek derecesi halk arasında yayıldı. Herkes istifade etmek için ona geldi. Zamanla Terzi Baba’ya bağlı talebelerin sayısı arttı. Bu hali çekemeyenler, onun hakkında dedikodu etmeye başladılar .

Ummi bir cahilin başına bu kadar insan toplanmış” diyorlardı. Hatta ilimden biraz nasibi olanlar da, bu gibi sözleri söylemeye başlamıştı. Bunun üzerine beldenin müftüsü, Terzi Baba’yı imtihan için davet etti. Maksadı ise, Terzi Baba sorulan suallere cevap veremeyince, cehaletini anlayıp, insanları irşad, yol gösterme davasından vazgeçmesini sağlamaktı. Terzi Baba hazretleri, Müftü Efendi’nin davetini kabul edip gitti. Orada büyük bir ilim meclisinin toplandığını gördü. Müftü Efendi’ye kendisini niçin davet ettiğini sorduğunda, müftü efendi ona: ” Biz seni imtihan için davet ettik. Hakkınızda birçok dedikodu yapılıyor. Buna son vermek lazım geldi. Şimdi bazı sualler soracağız. Siz cevap vereceksiniz” dedi. Bir çok sualler sordu. Terzi Baba hazretleri büyük bir hakikati ortaya çıkarmak için sorulan bir suale: “Allahü Teala’nın, bu ahirde yaşayanlara göre yedi, diğer beldelere göre sekiz tane sıfatı-ı subutiyesi vardır. Bu beldeye göre Allahü Teala’nın Subutî sıfatları şunlardır: ilim, Semi, Basar, irade. Hayat, Kelam ve Tekvîn. Bu şehre göre Allahü Teala’nın Kudret sıfatı yoktur. Çünkü bu şehir insanları Allahü Teala’nın “Kudret” sıfatını inkar etmektedirler. Eğer bu şehrin insanları Allahü Teala’nın “Kudret” sıfatına inansalardı, Allahü Teala bir ümmî kulunda, insanlara doğru yolu gösterme kabiliyetini yaratmaya kadirdir, derlerdi” cevabını verir vermez, orada bulunanlar, Terzi Baba’nm ilm-i ledünnîye sahip, kamil bir zat olduğuna kanaat getirip, ellerine kapanarak af dilediler. Ona gereken ikram ve hürmeti gösterdiler.

Terzi Baba hazretlerinin eserleri
Terzi Baba hazretlerinin yetiştirdiği talebeler arasında, Hafız Rüşdü Efendi, Hacı Mustafa Fehmi, Leblebici Baba vardır. Terzi Baba hazretleri, ilahî aşk île dolu adeta ikinci bir Yunus Emre’dir. Tasavvufun hakîkatlerine dair manzumelerinin yer aldığı, Miftahu’l-Kenz isminde bir eseri çok meşhurdur. Yine takrirlerinin yer aldığı Sıfat-ı Subutiyye isimli eseri de vardır.

Vefatı
Terzi Baba hazretleri, 1847 (H. 1264) senesinde Erzincan’da vefat etti. Dergahının olduğu yere defnedildi. Bugün burası Terzi Baba Mezarlığı diye anılmakta, türbesi mezarlığın ortasında bulunmaktadır.

Kaynak
Hüseyin Vassaf , Sefine-i Evliya , Kitabevi yayınları , 2013
Bursalı Mehmet Tahir Efendi , Osmanlı Müellifleri
Ömer Faruk Yılmaz , Bütün Menkıbeleriyle İstanbul ve Anadolu Evliyaları , İpek Yayın dağıtım.

Hayran Efendi

Hayran Efendi Türbesi ; Kastamonu – Gökdere caddesi üzerindeki hazirede.

Gökdere caddesi üzerindeki yıkılmış olan Hacı Kürük camii ile aynı yerde bulunan hazirede 7 adet kabir vardır. Mezar şahideleri tamirler esnasında yıpranmış ve yazılar okunamayacak duruma gelmiştir. Bu yüzden kime ait oldukları belli değildir. Sadece kıble tarafından dördüncü mezarın şahidesinde 1125/1713 tarihi okunabilmektedir. Duvarın kıble tarafında ise camide imamet görevi yaptıkları zannedilen 1282 ve 1295 tarihlerinde vefat etmiş Erzurumlu Seyyid Ahmet ve iskilipli Gazi Ahmet Ağa’nın mezarları vardır. Hayran Efendi’nin kabir taşı ise ne yazık ki yoktur. Halk tarafından Hayran Efendi Türbesi olarak bilinip fatihalar okunmaktadır.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi

Hacı Hamza Türbesi

Hacı Hamza Türbesi ; Kastamonu – Şeyh Şaban Veli hazretlerinin kabrinin hemen arkasında yer alan Kerpiçlik sokağında.

Kerpiçlik sokağı’ndaki yıkılmış Hacı Hamza camii’nin bahçesinde kabri bulunan Hacı Hamza Efendi’nin hayatı ile ilgili bir bilgiye ulaşamadık. Kabrinin bulunduğu yerde üç adet kabir var. Mezar şahidesi yıpranmış olduğu için vefat tarihi tespit edilemiyor. Okunabilen kısmında Sakioğlu derviş Ahmet Ağa adında birisi medfundur.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi

Hacı Dede

Hacı Dede Türbesi ; Kastamonu – Beyçelebi mahallesi Hacı dede sokaktaki Hacı Dede camii yanındadır.

Şeyh Hacı Dede ; Şeyh Şaban-ı Veli hazretlerinin halifelerindendir. Şabaniye Silsilenamelerinde Hazreti Pir’in bizzat kendisinden icazetli şeyhler arasında gösterilmektedir. Menakıbname-i Şeyh Şaban-ı Veli’de Ömer Fuadi , Şeyh Hacı Dede’den bahisle, ona da başvurduğunu anlatır. Abdülbâki Efendi’ye o sırada İskilip’te olması sebebiyle ulaşamayan Fuâdi, içinde gitgide artan aşk ateşine daha fazla sabredemez. Bunun üzerine Şeyh Şa’bân-ı Veli’nin halifelerinden meşhur Hacı Dede’ye halini arz eder. O da bu durumun kısa sürede halledilemeyeceğini, zamana ve tedrice ihtiyaç olduğunu, Allah’tan başka her şeyi terk ederek tarikata girmesini ve böylece mücahede ile hâlinin düzeleceğini ifade eder. Ömer Fuadi, bu sırada duyduğu heyecan ve çektiği ıstırapla Hacı Dede’den derhal irşad niyaz etmektedir.

Şeyh Hacı dede’nin hayatı hakkında ne yazık ki başka bir bilgiye ulaşamadık . Kendisinden sonra kimin postnişin olduğu da malum değildir. Bir süre görevde bulunan ve 1125/1713 tarihinde vefat eden Şeyh Mahmut Efendi’ nin yerine şeyhlik ve imamet görevi oğulları Mehmet ve Mustafa efendilere tevcih edilmiştir. Kırk üç sene kadar görevde kalan Mehmet Efendi’nin vefatı üzerine 1168/1754 tarihli buyrultuyla seccadeye oğulları Abdullah ve Mustafa efendiler getirilmiştir. Son iki zatın vefatından sonra tekke uzun bir süre muattal kalmış ve 1220/1805 tarihli buyrultuyla Nakşibendî Şeyhi Hacı Hafız Ahmet bin Mustafa Efendi Şeyhlik makamına atanmış ve dergah, Nakşî dergahı olmuştur. Daha sonra bir süre görev ifa eden Güdüloğlu Hafız Hüseyin Efendi görevden çekilmiş ve yerine, yapılan sınavda başarılı olan Mehmet Sadık Efendi atanmıştır.

Adıgeçen zevattan hangilerinin türbede medfün ve sandukaların kime ait olduğu malum değildir. Yalnız türbede asılı bir levhada bunlardan birisinin Benli Sultan’ın oğlu olduğu yazılıdır.

1591 tarihlerinde yapılmış olduğu tahmin edilen Hacı dede mescidi yanmış, yerine bugünkü mescit 1850 yılında yapılmıştır. Döşeme ve tavanı ahşap, mihrap ve minberi basittir. Türbe 1971 yılında restore edilmiştir. Caminin dikkat çeken bir özelliği, duvarlarının tavanla bitişen üst kısımlarının içeriye kavisli olmasıdır. Bu özellik Hz. Pir Camii’nde de mevcuttur. En son 1971 yılında cemaat tarafından tamir edilmiş, bitişiğindeki türbe ile cami avlusunun zemini betonla yenilenmiş ve avluya abdest alma yeri, tuvalet yapılmıştır. Doğu bitişiğindeki kapıdan türbeye geçilmektedir. Bölge halkı tarafından sık sık ziyaret edilmektedir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,

Abdülfettah Veli

Abdülfettah Veli  hazretlerinin türbesi ; Kastamonu merkez’de yer alan Yılanlı camii içerisinde

Abdülfettah-ı Veli (k.s.), Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin torunudur. Babasının adına izafeten Abdülazizzade nisbesiyle anılan kola mensuptur. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivindeki 203/706 esas nolu şahsiyet kaydına göre Pervane Ali bin Süleyman tarafından inşa edilen şifahane bünyesindeki camiin şeyhlik,imamet ve hitabet vazifeleri kendisine tevdi edilmiş ve bu vazifeler tevarüs yoluyla ahfadına (torunlanna) intikal etmiştir. Yılanlı Dergahı olarak bilinen yapı Selçuklu döneminin önemli eserlerindendir. 1837 senesinde çıkan yangında yanmıştır. Eserden geriye sadece camiinin girişinde yer alan inşa kitabesi kalmıştır.

Tekke ve zaviyelerin kapanmasına kadar burası kadirî dergahı olarak da irşat merkezi hususiyetini muhafaza etmiştir. Son Şeyh Necip Efendi zamanında dergahta fakirlere, yolculara ve misafirlere yemekler verildiği, mevlit kandillerinde de halka ikramlarda bulunulduğu ve bu hizmetler karşılığında dergahın aylık beşyüz kuruş tahsisatı olduğu bilinmektedir.

Dergaha Yılanlı denilmesinin sebebi ise rivayete göre şöyle ; Abdülfettah Veli hazretleri , Kastamonu ya geldiğinde belde halkından cami yapmak için yer talep etti. Onlar da,’Şurada cinlerin zabtettiği bir yer vardır. Eğer ona razı olursanız veririz’ dediler. Razı olup o mahalde bir mabet yapmaya başladı. Bir gün gördüler ki, büyük bir yılan hankahın kapısına çöreklenmiş. (Abdülfettah Efendi) Keşfiyle bunun yılan suretinde bir cin olduğunu bildiler ve eliyle meshedince Allahın kudretiyle taş oldu. Bir müddet geçtikten sonra bir ejder zuhur etti. Onun da cin taifesinden olduğunu anlayınca aynı şekilde meshetti ve o da tasa çevrildi. Bu hadiselerden sonra cinlerin tasallutundan kurtuldu. Ejderli taşı camiye sütun olarak kullandı ve diğer taşı da başka bir yerde muhafaza etti.Hatta bu bilgilerden başka halk arasında Abdülfettah Hazretlerinin buradaki yılanları toplayarak bir bohça ile şehrin üst tarafındaki Kaybılar deresine attığı ve yılanların kendisine itaat ettiği de anlatılmaktadır.
Abdülfettah-ı Veli hakkında daha etraflı bilgiler veren Seydişehirli Şeyh Şerafeddin Efendi 1329/1911 tarihinde Kastamonu’yu ziyaretleri esnasında şu bilgileri kaydettirmiştir: “Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin Anadoluda birçok torunu medfundur, birisi Bursa’da Ahmed el Kebir, ikisi İstanbul’da Arpacı Camiinde Musa el Hadi ve Abdül Hadi, birisi de Sinop’ta Medfun olan Salih el Geylani’dir. Kastamonu Yılanlı Dergahında medfun olan Abdülfettah adındaki zat da Geylani Hazretlerinin halifelerinden ve cariyeden gelme torunlarındandır. Büyükler arasında sayılan Abdülfettah’lardan biri de bu zattır. Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin torunları dokuzdur. Bu torunlanndan biri de Kastamonu’daki Abdülfettah Hazretleridir. Evladının oraya buraya dağılmalarının sebebi zamanlarındaki padişahın zulüm ve düşmanlığıdır.Abdülfettah Hazretleri de aynı sebepten dolayi bin kişi île birlikte Bağdat’tan buraya hicret etmişlerdi. Medfun oldukları yerde civarında bulunanlar da büyüklerdendir. Nitekim Kabr-i Şerîfin üzerinde bulunan malumattan anlaşıldığı üzere etrafında yatan zevattan ikisi hariç diğerlerinin tümü çocukları ve torunlarıdır.

Abdülfettah Veli hazretlerinin türbesi Yılanlı Camii’nin içerisindedir. Camiden ve kuzey tarafından açılan iki kapısı vardır. Duvarları harçla moloz taşından yapılmış, çatışı ahşap, üzeri kiremitlidir. Dikdörtgen planlı olan bina doğu-batı istikametinde uzanmaktadır.

Döşemesi beton olan binanın kıble duvarında bir mihrap hücresi vardır. 1133 Tarihli Şer’iye Sicilinden ilk binanın kubbeli olduğu ve harap olan kubbesinin aynı tarihte Yusuf Paşa’nın vakfettiği meblağdan tamir edildiği anlaşılmaktadır.

İçinde büyüklü küçüklü 25 adet ahşap sanduka bulunmaktadır. Mihrabın hemen önünde ve cami tarafında bulunan, diğerlerinden daha büyük ve yüksekçe yapılmış olan, bakır mahfaza içindeki sanduka Abdülfettah-ı Velî hazretlerine aittir. Adı geçen şer’iye siciline göre sandukalardan birisi Süleyman Efendi isimli bir zata,bir diğeri de türbeye ikiyüz kuruş vakfetmiş olan Kayseri valiliğinden emekli Yusuf Paşa’ya aittir.

Kaynak
Abdülkadir Geylani ve Kadirilik , Adalet Çakır , İsam.
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Kastamonu Evliyaları – Abdulhalim Durma
Lalegül Dergisi , Kasım 2015 sayısı

Mahmud Sami Ramazanoğlu

Mahmud Sami Ramazanoğlu hazretlerinin kabri şerifi ; Medine – Cennetül Baki kabristanında Hazreti Osman Efendimiz ile Ebu Said El Hudri hazretlerinin yakınındadır.

Mübârek ömürlerinin her ânında Sünnet-i seniyye-i ihyâ eyleyen ve nice yüksek makamların sâhibi, Gavs, Müceddid, Sâhibü’z-zamân ve Cân’a yakın ülfet makâmının sâhibi ve asırların nâdir yetiştirdiği bir Zât-ı akdes olan Hz. Mahmûd Sâmî (k.s.), insanları Hakk’a da‘vet eden, doğru yolu gösterip hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i âliyye denilen büyük alimlerdendir.

Nakşibendî-Halidî Şeyhi olan Mahmud Sami Ramazanoğlu hazretleri 1892 de Adana’da
doğdu. Babası Ramazanoğulları diye bilinen bir aileden Mücteba Efendi, annesi ise Ümmügülsüm Hanım’dır. Adana’da Tepebağ mahallesinde dünyaya gelmiştir. Asil bir aileye mensuptur. Ramazanoğullarından, şeceresi Büyük Türk hakanı Nureddin Zengi (Şehîd) yoluyla, Ashab’dan Halid İbni Velîd (r.a.) hazretlerine dayanır.Babasının ismi Mücteba, dedesinin adı Abdurrahman, büyük dedesi İshak ve onun babası Hüseyin Efendi’dir.
Merhum Sami Efendi ile ilgili yazılan eserlerde şöyle bir menkıbe anlatılır:
Bir gün Hızır aleyhisselam, evlerinin kapısına gelir. Evin kadın hizmetçisi vasıtasıyla, muhterem büyük validemizi kapıya çağırır. Validemiz hizmetçiye, “Kızım ne isterse ver kendisine” tenbihatında bulundu ise de, gelen ziyaretçi: “Hayır, muhakkak kendisiyle görüşmem lazımdır.” diyerek ısrar edince, validemiz kapının arkasına gizlenir ve aralarında şöyle bir konuşma geçer; gelen ziyaretçi: “Kızım, hamile olduğunu biliyor musun? Senin vasıtanla büyük bir insan dünyaya gelecek ve sol eğe kemiği üzerinde büyükçe bir ben bulunacak. O uzun süre İslamiyet’e hizmet edecektir. Bu müddet içinde helal ve harama çok dikkatli ol ve ismini de Mahmud Sami koy müjdesini vermiş ve teberrüken bir de gömlek istemiş. Fakat gömlek getirilinceye kadar kendisi ortalıktan gaib olmuş.”

İlk, orta ve lise tahsilini Adana’da tamamlayan Sami Ramazanoğlu Efendi Darülfünunda okudu ve Hukuk Fakültesi’ni birincilikle bitirdikten sonra askerlik hizmetini zabit vekili (yedek subay) olarak İstanbul da yaptı. Zahir ilimlerini devrin ulema ve müderrislerinden tamamladı ve tasavvuf yoluna yöneldi. Devrin meşhur Nakşi tekkesi Gümüşhaneli Dergahı’nda bir müddet erbain ve riyazatla meşgul oldu. Sonra arkadaşı eski Beşiktaş Müftüsü Fuad Efendi’nin babası Rüşdü Efendi’nin delaletiyle Kelamı Dergahı şeyhi ve Meclis-i Meşayih reisi Esad Erbilli Efendi‘ye intisab etti. Bir müddet mürşidinin yanında kaldı. Seyrü sülükünü tamamlayınca Esad Erbili hazretleri tarafından kendisine Nakşibendi hilafeti verildi. (Hilafet tarihi 1920’lerde olsa gerek çünkü; söz konusu icazet, Erbili’nin 1922’de ilk baskısı yapılan Mektubat’ı içinde yer aldığına göre [ 134. mektup] bu tarihten önce verilmiş olmalıdır). Bir süre memleketi Adanaya irşada vazifeli olarak gönderildi. Memleketi Adana’da Cami-i Kebir’de vaaz ve hususi sohbetlerle İrşad hizmetini yürüttü. El emeğiyle çalışıp kazanmaya önem verdiği için bir kereste ticarethanesinin muhasebe defterini tutarak geçimini temin etti. O babasından ve ailesinden intikal eden büyük serveti almamış ve ” Hiçbir kimse kendi kazancından daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir.” hadisi şerifi gereğince el emeğiyle geçinmeyi tercih etmiştir. Adana da uzun yıllar irşad yıllar irşad faaliyetlerine devam etti. Yazları Adana’nın Namrun ve Kızıldağ yaylası ile Kayseri’nin Talas’ın da geçirdi.

1946’da hacca gitti. 1950’de Adana’daki Ulucamii’de vaaz vermeye başladı.1951’de geldiği İstanbul’da iki yıl kaldı. 1953’te ikinci defa hacca gitti. Hac dönüşü Şam’a yerleşmeye karar vermişti. Buradaki Türk öğrencilerine Ruhu’l-Beyan Tefsiri, Mektubat gibi eserleri okutarak tasavvuf sohbetleri yapmıştır. Ertesi yıl Şam’a yerleşme kararından vazgeçip İstanbul’a döndü.Erenköy’de Zihnipaşa Camii’nde vaaz verirken bir yandan da özel sohbetler yaparak irşad vazifesini sürdürüyordu. Bu dönemde de geçimini, bir ticarethanenin muhasebe işlerinde çalışarak temin ediyordu.

Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) Silsile-i Şerifi

1. Hz. Seyyid-i Kâinât Muhammed-i Mustafa (sas.)
2. Hz. Ebû Bekir (ra.)
3. Hz. Selmân-ı Fârisî (ra.)
4. Hz. Kasım İbni Muhammed (ks.)
5. Hz. Câfer-i Sâdık (ks.)
6. Hz. Bâyezid-i Bistâmî (ks.)
7. Hz. Ebu’l-Hasen-i Harakânî (ks.)
8. Hz. Ebû Ali-i Fâremedî (ks.)
9. Hz. Yusuf-ı Hemedânî (ks.)
10. Hz. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî (ks.)
11. Hz. Ârif-i Rivgerî (ks.)
12. Hz. Mahmud İncir-i Fağnevî (ks.)
13. Hz. Ali-i Râmitenî (ks.)
14. Hz. Muhammed Baba-ı Semmâsî (ks.)
15. Hz. Seyyid Emir Külâl (ks.)
16. Hz. Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddîn (ks.)
17. Hz. Alâeddîn-i Attar (ks.)
18. Hz. Yakub-ı Çerhî (ks.)
19. Hz. Ubeydullâh-ı Ahrâr (ks.)
20. Hz. Muhammed Zâhid (ks.)
21. Hz. Muhammed Derviş (ks.)
22. Hz. Hâcegi-i Emkenegî (ks.)
23. Hz. Muhammed Bâkî (ks.)
24. Hz. İmam Rabbânî Ahmed Fâruk es-Serhendî (ks.)
25. Hz. Muhammed Ma’sûm (ks.)
26. Hz. Şeyh Seyfüddin (ks.)
27. Hz. Seyyid Nur Muhammed-i Bedvânî (ks.)
28. Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân-ı Mazhar (ks.)
29. Hz. Şeyh Abdullâh-ı Dehlevî (ks.)
30. Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Hâlid-i Bağdâdî (ks.)
31. Hz. Taha El Hakkari (ks.)
32. Hz. Taha El Hariri (ks.)
33. Hz. M. Esad Erbili (ks.)
34. Hz. Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi (ks.)
35. Hz. Topbaşzade Musa Efendi

1979’da ailesiyle birlikte Medine-i Münevvere’ye gidip yerleşti. Ömrünün son günlerini, çok sevdiği ve hayatı boyunca O’nun gibi yaşamaya çalıştığı Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in yanında geçirdi. 12 Şubat 1984’te sabaha karşı saat dört buçukta “Allah Allah” diyerek, dünyadan ebediyet alemine intikal etmiştir. Sevgilisine kavuşmuştur.Sevenleri, yirmi beş yıl kadar önce, Eyüp Sultan Kabristanı’nda kendileri için bir yeri temin etmişlerdi. Bundan pek memnun olmayan Sami Ramazanoğlu hazretleri ;”sorarsanız, gönlümüz Cennetü’l-Bakî’yi ister.“buyurmuşlardı.

Cenaze namazı Mescid-i Nebevî’de kılındıktan sonra, Resülüllah (s.a.v.) Efendimiz’in bu has evladı Türbe-i Saadet önünden geçirilerek, büyük bir sessizlik içinde, güzide, sahih bir topluluğun elleri üzerinde, eskiden beri can ü gönülden arzu ettikleri Cennet-i Baki’de Hazreti Osman Zinnüreyn ve Ebü Said el-Hudrî (r.a.) hazretlerinin yakınında mukaddes toprağa defnedilmişlerdir. Gani gani rahmet ve şefaatlerini diliyoruz. Yeri Cennet, makamı alî olsun! Amin.

Kaynak
H. Kamil Yılmaz , Altın silsile , Erkam yayınları
Yahya Kutluoğlu , Yolumuzu Aydınlatanlar , İstanbul Kültür a.ş. , 2014
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
Ebru Erte , İstanbul’un 100 Sufisi , İstanbul Kültür a.ş.