Ana Sayfa>admin(Sayfa 83)

Şeyh Muhammed Sadık Efendi

Eskişehir – Odunpazarı Kabristanında . ( haritadaki yer tam olarak kabristandaki yerini gösterir.)

Eskişehir’de yetişen gönül erlerinden biri de Halveti-Şabaniyye meşayihinden Şeyh Mehmed Sadık Halveti (k.s.)’dir. Şeyh Mehmed Sôdık Efendi, hilafeti İsmail Hakkı Aziz’dendir. Sôdık Efendi, muhte­melen Söğütlü Şeyh Osman Efendi (ö. ?) ve Çaltılı İsmail Hakkı Efendi (ö. Söğüt, 1900’den sonra)’den sonra posta geçerek irşad ile meşgul olmuştur. Sadık Aziz, Meclis-i Meşayih tarafından atanan tekkelerin kapatılmasına kadar (1925) devletten maaş alan son şeyhtir. Bu kanundan sonra silsilenin diğer meşayihi gibi Sadık Baba’nın da ululemre itaatle irşad sırasında uyguladığı bazı usulleri askıya aldığı görülmüştür.

Eskişehir Belediye reisi olarak da görev yaptığı bilinen Mehmed Sadık Efendi, aza arasında haşa huzurdan, “Deli Sadık” lakabıyla ta­nınmıştır. Rivayet ederler ki Mehmed Sadık Aziz, bir gün Belediye encümeni toplantı halindeyken eliyle çeşitli işaretlerde bulunur. Bu sırada dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağmakta imiş. Üyeler Sadık Baba’nın yaptığı bu harekete bir anlam veremeyip gü­lüşmüşler. Sadık Baba’nın meşayıhtan olduğunu herkes biliyor fa­kat kale almıyorlarmış. Bu sırada kimi:
Bu ne hal Sadık Efendi diye alay etmiş. Sadık Efendi:
– Porsukta sel köprüyü götürdü, bizim delilerden birine de aşk tuttu, gelme dediysek de dinlemedi. Porsuk’u geçemeyince o da ken­dini “Himmet ya Hazret-i Pir!” diyerek suya atıverdi. Demin onu çay­ dan çekip kurtardım diye karşılık vermiş. Encümen azası:
– Gene bizimle şaka ediyorsun Sadık Efendi diye gülüşmüşler. Bu sırada derviş Odunpazarındaki dergaha gelir:
– Sultanım burada mı, diye sorar. Valide Sultan, Efendi Hazret­leri Belediye’ye toplantıya gitti diye cevap verir. Dervişin üstü sırıl sıklamsada içi yanmıştır. Hiç beklemeden Belediye’ye yönelir. Üstü başı sucuk gibi olduğu halde:
– Sultanım! diye içeri dalar…
El-etek öper. Sarılıp göz yaşı döker. Dervişin aşkı bütün azayı yakmış ve hepsini mahçup etmiştir. Hepsi kalkar Meh­ med Sadık Aziz’in büyüklüğünü anlayıp kendilerinden özür dilerler.

Kutbiyyet makamının sahibi olan bu büyük aziz, meş­reben harabatidir. Şahidesinde de kaydedildiği üzere “Yık­tım ekvan-ı vücudu sen göründün mevcud” diyen Mehmed Sadık Baba her an terk üzere yaşamış, sülukunda şiddetli bir celal terbiyesinden geçtiği için de taliplerine aniden çak­tığı imtihanlarıyla şöhret bulmuştur. Onun celalli meşrebini yansıtan bir hatırası do Cemalettin Kunat tarafından şöyle nakledilmiştir:
Eskişehir’e Yunanlılar girip talan ettiğinde uzun müd­det karartma uygulanmıştır. Sadık Aziz vakti geldiğinde dervişine emreder:
-Evladım kandilleri uyar! Derviş:
-Destur Efendim efendim, yağımız kalmadı, diye karşılık verir.
Sadık Aziz:
-Git çeşmeden su doldur, kandili uyar!, der. Derviş de “Eyvallah Sultanım!” diyerek kandile çeşmeden su doldurup yakar… Ertesi gün Yunanlılar Eskişehir’den Uşak’a doğru kaçmaya baş­lamıştır ve yine Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis’in esir alınması (2 Eylül 1922) da bundan sonradır. İşte tam bugünlerde Sadık Aziz’in postuna oturacak olan Yamalı Dede halvetten çıkmış tekbirlerle hi­lafete nail olmuştur…

Eskişehir’in kalbinde sırlanan bu mana sultanı 29 Safer 1347 (16 Ağustos 1928) senesinde göçmüştür. Türbesi Odunpazarı Mezarlı­ğı’ndadır. Şahide taşında şu ibare yazılıdır:
Huve’l-Hay
Sıdkile ziyaret kim bu sanduku’l-‘amel
Oldı hem-nam beni bir ‘arif-i Hakk’a mahal
Çıkdı ba-feyz-i Mehmedfevti tarihi der-best
Cay-ı sadık-ı mak’ad-ı sıdk-ı Huday-ı lem yezel
29 Safer 1347 (16 Ağustos 1928)
Sôdık Aziz’in yerine Uşaklı Yamalızade Şeyh Ali Rıza Hazretleri postnişın olmuştur.

Musıkiye de aşinâ olan Mehmed Sâdık Efendi’nin iki nutk-ı şerîfi tesbît edilebilmişdir. Aşağıdaki ilk nutk-i şerîfini kendileri Rast makâmında bir ilâhi olarak bestelemişlerdir…

NUTK-İ ŞERÎF

Seher vaktinin yeliyiz
Sırr-ı hakîkat diliyiz
Mecnûn’a Leylâ eliyiz
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Bize gelen irfân olur
Hayvân iken insân olur
Sırr-ı cânı cânân olur
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Pîrimizdir Şeyh-i Şa’bân
Erkânıdır mağz-ı Kur’ân
Yolunda cânımız kurbân
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Yaktık aşkla cân u teni
Koymadık dilde gümânı
Hakk’dır bugün dil mihmânı
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Varlığımız yokdur bizim
Ma’denimiz pâkdır bizim
Dildârımız Hakk’dır bizim
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Vâris-i sırr-ı nebî mahzen-i ilm ü irfân
Kutbü’l aktâb-ı cihân Hazret-i Sultân Şa’bân

Şerî’atsız yol değiliz
Hakîkatden dûr değiliz
Ma’rifetsiz kul değiliz
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Kırklarla halvete girdik
Yedilerle sohbet ettik
Üçlerle birliğe yettik
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Halvetîdir şöhretimiz
Vahdet kıldık kesretimiz
Mahviyetdir maksadımız
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Devrâneyiz yâne yâne
Aşk meyinden kâne kâne
Mestâne erdik bu hâle
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Dervîş Sâdık harâbâtdır
Cismi zâta müstağrakdır
İsmi resmi zât-ı Hakk’dır
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

NUTK-İ ŞERÎF

Esti bâd-ı muhabbet cûşa geldi bahr-ı zât
Var oldu esmâ sıfât mevc ile ayân oldum

Balçıkdaki tadıma beş erba’în adıma
Havvâ’da bünyâdıma tarîk-i kıbâb oldum

Sefîne-i vücûdu saldım tevhîd bahrine
Katreyi mahv eyleyip bir ulu ummân oldum

Bir berzaha düşmüşdüm aşk ateşine yetişdim
Nefs-i Nemrûd’u yakıp öylece gülistân oldum

Ya’kûb-i tenden geçip Yûsuf-ı câna yetip
Sırr-ı cânâna erip âleme sultân oldum

Meryem-i kalbden doğup sırf-ı vücûda erip
Aşk ile bir savt vurup dem ile devrân oldum

Birdim bin birden idim türlü donlar giyindim
Yüz binde bir göründüm giden duran ben oldum

Nûr durur aslım benim Sâdık’la yâdım benim
Bu harâbât deminde bir genc-i nihân oldum

Uşaklı Yamalızade Şeyh Ali Rıza efendi
Uşaklı Yamalızade Şeyh Ali Rıza efendi

Sadık Aziz‘in vefatından sonra post­nişin olan Uşaklı Yamalızade Şeyh Ali Rıza Hazretlerinin (ö. 2. 12. 1939, Uşak) irşadı faaliyetleriyle Şabaniyye silsilesi Uşak’ta neşv ü nema bulur. Babası’nın yüzünde ben olduğu için “Yamalı” lakabıyla tanı­nan aile, soyadı kanununda Yamalıoğlu soyismini almıştır. “Yamalı Baba” lakabıyla şöhret bulan Şeyh Ali Rıza Efendi, Eskişehirli Mehmed Sadık Aziz tarafından yetiştirilmiş ümmi bir zattır. Mizacen şok sert olan Sadık Aziz‘le ilgili bir hatırası şöyledir:
Mehmed Sadık Azız, Yamalızade Efendi’yi bir grup dervişle bir­likte Odunpazarı’ndaki tekkede Halvete koyar. Bir gün, üç gün, beş gün, yedi gün derken otuz dokuz gün geçer. Malumdur ki Halvetiyye tarikinin usulüne göre halvetçi dervişlerin hal ve zuhuratları ikindi namazından sonra mürşid tarafından alınır, derviş tekrar hücresi­ne çekilir. Sadık Aziz diğer dervişan huzura gelirken bir şey demez, Yamalızade gelirken:
– Gel bakalım eşek herif, anlat bakalım eşek herif diye çok sert davranırmış.
Yamalızade nükteyi anlayamaz:
– Yahu ben eşek olsam burada işim ne? Aziz’im bana neden böy­le diyor diye gücenir, kendi kendine:
– Şu halvet bir tamamlansın, Pir huzuruna gidip azizi şikayet edeceğim, diye söylenirmiş. Bu hal üzere halveti kırmadan devam etmiş. Otuz dokuzuncu gün huzura tekrar geldiğinde Sadık Aziz:
Yine aynı sert hitapla karşıladıktan sonra:
– Yaa oğlum,senin pir dediğin adam benim işime ne karışır? diye zirveden, biraz da şatahat kabilinden sözler söylemiş.
Yamalızade zuhuratını anlattıktan sonra destur deyip tekrar hücreye döndüğünde bir de bakmış ki seccade üzerine oturmuş zikr-i daimi halinde Hu Hu Hu diye zikrediyor… İçi dışarıda, dışı içeride…
Meseleyi anlamış tabii. Etesi sabah saadethaneye getirildiğinde Sadık Baba kendisine:
– Gel Ali Rıza Efendi oğlum, gel! diye taltif etmiş, alnından öperek “aradığını buldun Hakk’a hamd ü sena kıldın!” diye­rek kendisine tekbirlerle velayet ve hilafet sırrını vermiş.

Yamalı Baba irşadını Uşak’ın mer­kezinde bulunan saadethanesinde yap­mıştır. Az ve öz derviş kabul etmiş halkı başına toplamamıştır. Kendisinden son­ra posta geçen Yakupzade de aynı tavra sahip olup seçici davranmıştır. Yamalızade de, onun müntesibi olan başta dönemin büyük alimlerinden Uşaklı Yusuf Ziya Bey, Yakupzade Hafız Mustafa Özyürek, Kütahyalı Elifzade Nuri Efendi gibi zevatın da saygın kişiler olduğu görülecektir. Nitekim Yamalı Baba, Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşı ve çok güvendiği için de Kuva-yı Milliye’nin bölgedeki mali işlerinin başına getirdiği büyük alim Yusuf Ziya Bey’in de şeyhidir.

Dervişlerine tasavvufun tekke, takke ve merasim işi olmadığını ısrarla telkin eden Yamalızade, “şeriat hakikatten doğmuştur, ilm-i ledün önde gider!” yahut “Sanii gör, günde yüz bin san’at gösterir/ Kendini göstermek içindir o san’atdan garaz” diyerek bilginin kayna­ğının Hak ve hakikat olduğuna işaret etmiş ve onları sevgi ve bilgi yoluyla Hakk’a davet etmiştir. Tekaya’nın seddinden sonra günlük kıyafet olarak yol tacını ve merasimlerde irşad tacı-ı şerifini, hırkayı ve diğer irşad çihazlarını çıkarıp modern kisveye bürünen ve bunun ulu’l-emr kabul ederek uygulayan ilk mürşid bu zattır.1939 senesin­ de vuslat eden Yamalızade Hazretleri, radyonun yavaş yavaş alınıp satıldığı ve yaygınlık kazandığı dönemlerde memleketi Uşak’ta rad­yo satın alan ve dinleyen ilk kişidir. Bu sebeple kendisine “Radyolu Şeyh” de denmiştir.

Başına gelen ve haksız yere yargılanıp da son duruşmada berat eden Elifzade Nuri Efendi’ye adliyeye giderken söylediği muhteşem kelam, onun tasavvuftaki tasarrufunun delilidir: “Dünyada alemin­ de bin bir hakimim mana aleminde ben bir hakimim!”

Yamalı Baba‘nın kabri Uşak’ta nakl-i kubur yoluyla eski mezarlıktan Şehitler Me­zarlığı’na getirilmiştir. Şahide kitabesi ken­dinden sonraki postnişin Yakupzade Haz­retleri tarafından yazılmış olup şöyledir:
Hazine-i esrar-ı Huda
Dürr-i ekber-i Hazret-i Meula
İmamü’l-uşşak ve’l-urefa
Bende-i Şaban-ı Veli
eş-Şeyh Ali Rıza

Yakupzade Şeyh Mustafa Özyürek
Yakupzade Şeyh Mustafa Özyürek

Yamalı Baba’nın yerine 1939 sene­sinde Yakupzade Hazretleri (d. 1887-ö. 30 Mart 1973) posta geçmiştir. Halvetı/Şabani Azizlerinden Yakupzade Hafız Mustafa (Özyürek) Efendi (d. 1887-ö. 1973) Uşaklı­ dır. Annesi Alime hanım, babası Mehmed Efendi’dir. Her ikisini de küçük yaşlarında kaybeder. Teyzesi tarafından büyütülür. Teyzeoğlu ile birlikte hafızlık tahsil eder. On sekiz yaşında Rukiye Hanım (nam-ı diğer Rukiye Molla) ile evlenir. Bu evlilikten Ah­met, Mehmet, Nurettin, Hatice (Kayahan), Ulviye (Aksekili), ve Alime (Vidinlioğlu) adlı çocukları dünyaya gelir. İyi bir halıcı olan Rukiye Hanım’ın da des­teğiyle Uşak’taki medrese tahsilinden sonra Birinci Dünya Harbi sı­rasında İstanbul’a Harbiye’ye nakleder. Buradaki tahsilini ikmalden sonra 1 Temmuz 1915 tarihinde Kafkas Cephesi’ne gönderilir. Üçün­cü Orduda teğmen rütbesiyle görev yapar ve üç sene sonra Uşak’a geri döner. Memleketine döndükten sonra ticaret ve Yeşil Cami’de imamet ile meşgul olmaya başlar.

Yakup Baba tesirli hutbeleri ve va’zlarıyla tanınmış ve saygı du­yulmuş bir azizdir. Onu yakinen tanıyanların ifadelerine göre halk üzerinde fevkalade tesiri olan ileri görüşlü bir kişidir. Hutbelerinde ”Allah’ı isteyen eteğimi tutuversin” diyecek kadar açık sözlü olmasına rağmen tasavvufi yönünü halktan gizlemeyi de bilmiştir.

Kendinden önceki piran gibi aşka ve irfana dayalı süluk anlayı­şıyla sohbetlerinde ısrarla vahdet bilincini vurgulayan Yakupzade Hazretlerine göre “Süluk, gönülden önce, dil; kulak, göz, el ve ayak eği­timidir. Dil Hakkı söyleyecek, kulak Hakkı duyacak, göz hakkı görecek! Bunlar eğitilmeden, gönül Çalab’ın tahtı olmaz! Bu eğitim birkaç gün­ de gerçekleştirilecek bir şey olmadığı gibi, ne sadece bedeni, ne de ruhi bir eğitimdir. Kırk sene hizmetin sırrı, topyekun bir gönül eğitimiyle ilgilidir. Yunus’un dergaha kırk yıl hizmet etmesi, gönül (insan) terbi­yesinin ne kadar zor ve hassas olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu hizmet sırasında dervişin içten içe idrak etmesi gereken nüktelerden birisi de, “halka hizmetin Hakk’a hizmet ve ibadet olduğu” bilincine ulaşmakla ilgili­dir. Bu bilince bazıları kırk günde bazıları da kırk senede ulaşır. Kırk günde gelene “nerede kaldın?”; kırk senede gelene “ne kadar erken geldin!” demişlerdir. Hasıl-ı kelam, vücud-ı vahidi anlamak, cemal ve celali birlemek, sonra dönüp vücud içinde kendi aslını seyretmek kolay değildir. Kırk gün veya kırk sene tabirlerinde kabiliyet nüktesi gizlidir!

Yakup Aziz, büyük bir alim ve natık­tır. Fakat eline kalem alıp ilmini kitaba dökmemiş, ömrünü insan yetiştirmeye hasretmiş ve insan-ı kamiller yetiştirmiş­tir. Bu sebeple bizzat kaleme aldığı “Ey gözüm nuru ne bilsin gizlidir esrarımız/ Cahil ü nadan ne bilsin anlamaz ahvali­miz” matlaıyla başlayan tek nutkundan başka edebi değeri haiz bir şey bırakma­mıştır. Menakıbı maalesef derlenme­miştir. Müntesipleri tarafından dilden dile aktarılan cümlelerinden birisi “Türkiye’de ve dünyada bütün sınırlar bir gün kalkar!” sözüdür.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Yakupzade hazretlerinin insanın kalbine ok gibi tesir eden bir sohbeti var idi. Yanına gelen müftü, müderris yahut ulemadan her kim olursa olsun edeben susar, mey­danı azize bırakmak durumunda kalırdı. Yamalı Dede’ye derviş olan devrin büyük alimlerinden Fatih medreselerinden mezun Yusuf Ziya Bey, bilahire Yakupzade hazretlerine gelerek tekmil-i süluk etmiş ve ondan hilafet almış velayet erbabındandır. Bu zat Cuma hutbesi ve­rirken dahi Aziz içeri girse, hutbeyi keser, tazim ettikten sonra “des­ tur” der söze öyle devam ederdi. Bulunduğu mecliste otururken içeri girse ayağa kalkar, hürmet ederdi. Oğlum bunu yapma, istirham ederim derse de:
-Aziz efendim, istirham ederim, işte bunu benden istemeyiniz der, saygıda kusur etmezdi.
Bu Yusuf Ziya Hazretleri ciltler dolusu kitap yazabilecek kabili­yette olduğu halde, Aziz hazretlerinin huzurunda bir saatlik sohbet­te binlerce müşkilinin çözüldüğünü belirtirdi…
Bu zat, Yamalı Dede’nin Tac-ı şerif ve asa gibi emanetlerini ya­şadığı bir hal üzere Yakupzade hazretlerine getiren kişidir aynı za­manda..

Yamalı Dede ile başlayan çağdaş kıyafet tercihi, Yakupzade haz­retleri ile devam etmiş olduğu için, gerek Yamalı, gerek Yakupzsde ve gerek onun takipçileri dönemlerinin modern kıyafetleriyle dikkat çekmişlerdir.

Yakupzade hazretleri hem şiir hem de musiki vadisinde yete­nekli olduğu halde önceki azizler gibi bu konularla doğrudan ilgi­lenmemiştir. Meclislerinde kendilerinden meşkeden bilhassa zakir­ başıları Cemaleddin Kunat ve Uşak Kurşunlu Camii Müezzini Hafız Abdullah Tez (ö. Uşak 2010) vasıtasıyla meşkettiği bazı besteli ilahiler günümüze intikal etmiştir. El yazısıyla bıraktığı tek ilahi defteri eli­ mizde olup, içinde kendilerine ait iki nutk-ı şerifleri, Salih ve Yamalı Babaların şahide kitabeleri ve zikir meclislerinde okuduğu ilahiler kayıtlıdır.

Yakup Aziz’in hatıraları bir bütün olarak toplanmamıştır. Onun yetiştirdiği pek çok zat bugün vefat etmiştir veya yaşlılık dönemini yaşamaktadır. Yakup Aziz sohbetlerinde tasavvufi tecrübelerini sa­vaş hatıralarıyla kaynaştırıp ayrı bir çeşni vermiştir fakat derlen­mediği için bunların çoğu unutulup gitmiştir. Özellikle Uşak’taki ih­vanından derlenecek hatıralar fevkalade kıymeti haizdir. Bildiğimiz şu ki onun yerine posta geçen zat silsiledeki pek çok meşayih gibi mahfi yaşamıştır. 15 Mart 2013 tarihinde göçen Cemalettin Kunat zat postu olarak kırk sene irşad görevinde bulunmuş ve sessiz seda­sız bu alemden göçmüştür.
.

Şeyh Edebali – Makam

Eskişehir – Odunpazarı Kabristanında. Kabristanın girişinde.

Şeyh Edebali‘nin Eskişehir’de geçen yaşamının hatırasını yad-ı cemil maksadıyla Odunpazarı Kabristanı içinde bir makam türbe yapılmıştır. Türbenin Sultan II. Abdülhamid döneminde onarım gördüğü tahmin edilir. Avluya özgün mimarisinin bozulduğunu tahmin ettiğimiz tac kapıdan girilir. Avlunun sağında köşede türbedar odası olduğunu tahmin ettiğimiz bir tek odalı bir yapı vardır. Türbenin çevresinde merdivenle çıkılan hazire bulunmaktadır. Bu hazirede çok sayıda kitabeli ve sanat değeri olan şahideli mezarlar görülür.

14. yy tarihlenen türbe, bugün tamamıyla yenilenmiştir. Ancak, günümüzdeki haline ne zaman kavuştuğu bilinmemektedir.

Eskişehir Merkezde, Odunpazarı mezarlığının batısında yer alan tek katlı, dikdörtgen planlı türbe, içten kubbe, dıştan kırma çatı ile örtülüdür. Doğu batı doğrultusunda uzanan dikdörtgen planlı yapının orta bölümü, üst kotta dört yönden atılan birer kemerle kareye çevrilerek pandantif geçişli kubbe ile örtülmüştür. Kubbe örtülü orta bölüm, yapının kuzey ve güney cephelerinin orta kesimlerinin yükseltilmesine bu da cephelerin ortada yüksek, iki yanda daha alçak kotta bitirilmesine neden olmuştur. Türbenin tüm cepheleri üst kotta, aşağıdan yukarı doğru genişleyen kalın bir silme kuşağı ile son bulmaktadır.

Türbeye, doğu cephe ekseninin kuzeyinde bulunan basık kemerli bir kapıyla girilmektedir. Kapının iki yanında, silinmiş olmakla birlikte, okunabilen birkaç kelimeden üzerlerinde ayet yazılı olduğu anlaşılan, dikdörtgen biçimli birer kitabe panosu yer almaktadır. Güney cephe ekseninin batısı ile batı cephe ekseninde basık kemerli, parmaklıklı birer pencere bulunmaktadır. Kuzey cephe sağırdır.

Kubbe, güney ve kuzey yönlerde duvarlardan hafifçe içeriye taşan birer basık boşaltma kemerlerine, doğu ve batı yönlerde duvarlara paralel atılmış birer geniş basık kemere oturmaktadır. ‘cphelerin basık kemer biçimli pencereleri içeriye dikdörtgen biçiminde yansımaktadır. Türbenin güney duvar ekseninin doğusunda yarım yuvarlak kesitli sade bir mihrap nişi bulunmaktadır. Batı duvara dayanan kemerin önünde, dikdörtgen biçimli bir kum havuzu bulunınaktadır.

Türbenin, kapı ekseninin güneyine, ortaya, doğu-batı doğrultusundaki yerleştirilmiş sandukasının kaidesi dikdörtgen prizma, üst kısmı üçgen prizma biçimlidir.

Yapının tüm duvarları, moloz taş ile düzensiz örgü tekniğinde örülmüş ve sıvanmıştır. Pencere kasalarında ahşap, kapı kanatları ve pencere parmaklıklarında metal, çatı örtüsünde kiremit kullanılmıştır. Kemerlerin üst kısımlarında ve kubbe eteğinde son zamanlarda yapılmış kalemişi süslemeler bulunmaktadır.

Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan

Şeyh Ahi Mahmut

Eskişehir – Kurşunlu Külliyesi hemen arka sokağında Mevlevi kabristanının karşısında.

Kitabesi bulunmayan yapının inşa tarihi bilinmemektedir. Fatih devri vakıf kayıtlarında “Kadimeden Vakıflarının” bulunduğu belirtilen Ahi Mahmud Zaviyesi’nin Şeyhinin Ahmet Veledi Ahi Mahmud olduğu yazılmıştır. Kadime vakıflarının olması zaviyenin Osmanlı dönemi öncesine ait olabileceğini düşündürmektedir.

Türbe, Eskişehir Merkezde, Kurşunlu Külliyesi ‘nin batısında yer almaktadır. Kuzey güney doğrultusunda uzayan yamuk dikdörtgen planlı, tek katlı yapının düz ahşap tavanı dıştan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülmüştür.

Doğu cephesinde iki, batı cephesinde bir dikdörtgen biçimli pencere bulunmaktadır. Yapıya, kuzey cephede bulunan dikdörtgen biçimli kapı vasıtasıyla girilmektedir. Dikdörtgen planlı türbede, bir sandukaya bulunmaktadır. Sade bir düzenlemeye sahip olan yapı içten ve dıştan sıvalıdır.

Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan

Üryan Baba

Eskişehir – Seyitgazi İlçesinin 7 km uzağındaki Yazıdere köyü girişinde.

Uryan Baba, onüçüncü asırda yaşamış ”Abdalan-ı Rum” yani Anadolu erenlerindendir. Hayatı ve kişiliği hakkında kaynaklarda yeterli bilgiye rastalanmamasına rağmen Ebul Hayr Rumi’nin yedi yılda yazdığı (1473-1480) Saltık-name’de Uryan Baba‘nın Sarı Saltık’ın çağdaşı olduğunu nakleder.

Saltık-name”de nakledilen iki menkıbeye göre Uryan Baba, Anadolu erenlerinden bir derviştir. Sakarya havzasında zaviye­leri bulunan Karaca Ahmed Sultan, Hacı Tuğrul Baba, Tapduk Emre, Hoca Nasreddin ile aynı dönemde yaşamış bir gönül eri ve Hak aşığı­ dır. Menkıbeye göre de Hacı Bektaş-ı Veli’nin de halifesi değildir.

Bazı yayınlarda Uryan Baba‘nın, onbeşinci asırda yaşayan Sul­tan Şucaeddin Veli‘nin halifesi “Ahmed Uryan Baba” olabileceği gö­rüşü ileri sürülmüştür. Yağmur Say, “Uryan Baba ve Türbesi”nde Saltık-name’deki bu menkıbelerden hiç bahsetmeyerek onu bir Ka­lenderi dervişi olarak tanıtmış ve Balkanlar’da “Uryan Şucaileri” adıyla anılan zümreden olduğu görüşünü savunmuştur. “Baba”, “Dede”, “Ata”, “Abdal” ve “Uryan” adını taşıyan her dervişi de Kalen­deri veya Bektaşi kabul etmek doğru değildir. Her ehl-i tarik meş­repte bu unvanlar kullanılmıştır.

Kitabesi yoktur. Mimari özellikleri dikkate alınarak 16. yüzyıla tarihlenmektedir. Yazıdere köyünde, yerleşim alanının hemen dışında, boş bir arazide yer alan türbe ve imaret yapılarından oluşan yapı topluluğuna dahildir. Yapılar, ortak bir duvarla birbirlerine bağlıdır. Söz konusu duvar, imaretin güneybatı, türbenin kuzeydoğu duvarını aynı hatta kesintisiz olarak birleştirir. Duvar ekseninde sivri kemer alınlıklı, dikdörtgen biçimli bir pencere yer almaktadır. Söz konusu pencere, duvarın arkasında günümüze gelemeyen bir mekanın daha bulunduğunu düşündürmektedir.

Sekizgen planlı, kubbe örtülüdür. Önünde kare planlı kubbe örtülü bir giriş bölümü bulunmaktadır. Kuzeydoğu cephe eksenindeki basık kemerli kapıyla giriş bölümüne girilir. Kapı içte, dikdörtgen biçimlidir. Giriş bölümünün kuzeybatı ve güneydoğu cephe eksenlerinde sivri kemer alınlıklı, dikdörtgen biçimli birer pencere yer alır. Pencereler, dış cephe düzenlemesini içte de tekrarlarlar. Mekan, köşe üçgenleriyle geçilen kubbeyle örtülüdür. Duvarları ve kubbesi tümüyle sıvalıdır. Sıvaların üzerine kalemişi bezemeler işlenmiştir. Köşe üçgenlerinin kenarları kalın mavi şeritlerle boyanarak vurgulanmış, kubbe eteğine bitkisel bezemeler işlenmiş, kuzeybatı duvara iki büyük yazılı madalyon resmedilmiştir.

Giriş bölümünün güneybatı duvarındaki aynalı basık kemerli kapıdan asıl türbe bölümüne geçilir. Kapı türbe içinde sivri kemerli bir niş içine alınmıştır. Türbenin kuzeybatı, güneydoğu ve güneybatı cephe eksenlerinde sivri kemer alınlıklı dikdörtgen biçimli birer pencere bulunur. Bunlardan kuzeybatıda yer alanı kapatılmıştır. Diğer cepheler sağırdır. Cephe yüzeyleri, kalın düz silmelerle dört yandan dikdörtgen biçimli çerçeveler içerisine alınarak çökertilmek suretiyle vurgulanmıştır. Cepheler, üstte profilli silmelerle çevrelenmiştir. Türbenin cephe silmelerinin profilasyonu daha zengindir. Alttaki kaval silmenin üzerinde geniş bir şerit bulunmakta, bu şeridin üstündeki iki kalın, bir ince silmeyle cephe nihayetlenmektedir. Kasnağın kuzeydoğu, güneydoğu kuzeybatı ve güneybatı cephe eksenlerinde birer yuvarlak pencere yer almaktadır.

Türbenin güney ve batı duvarlarında sivri kemerli birer niş bulunur. Nişlerden batıda yer alanı pencereden çevrilmiştir. Güney ve batı duvar eksenlerinde birer pencere bulunmaktadır. Ortasına doğu-batı doğrultusunda bir sanduka yerleştirilmiştir. Kubbe, duvarların üstündeki iki sıra rnukamasın oluşturduğu silindirik kasnağa oturur. Giriş bölümünün cepheleriyle kubbe kasnağında moloz taş, cephelerle kasnakta kesme taş kaplama, pencerelerle kapıların söve ve lentolarında merıner kullanılmıştır. İçte dökülen sıvaların altından, kemer ve duvarların tuğla örgülü olduğu anlaşılmaktadır. Her iki bölümün de kubbeleri kurşun kaplıdır.

İç duvarlar, tümüyle sıvanarak üst üste dikdörtgen biçimli iki alana ayrılmıştır. Bu alanların her biri kalemişi süslemelerle bezenmiştir. Üstteki dikdörtgen yüzeylerin köşelerinde serbest, ortalarında madalyonlar içerisine alınmış, bitkisel bezemeler yer alır. Alttaki dikdörtgen yüzeylerin köşeleri sarmal dal ve bitkisel bezemelerle süslenmiştir. Ayrıca güneybatı duvarına kalemişi bir niş resmedilmiştir. Kubbe merkezinde, yüzeyleri bitkisel bezemeli küçük boyutlu altı madalyonun çevrelediği bitkisel bezemeli kalemişi bir göbek yer alır. Kubbe eteğine de kalemişi bitkisel bezemeler işlenmiştir.

Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan

Kesikbaşlar Türbesi

Eskişehir – Seyitgazi İlçesindeki Seyitgazi Külliyesinde , Seyyit Battal Gazi hazretlerinin karşısında.

Kitabesi bulunmamaktadır. İnşa tarihi kesin olarak bilinmeyen yapının, günümüze gelen orijinal bölümlerinden Selçuklu Dönemine ait olduğu anlaşılmaktadır.

Kuzeyinden çilehane, batısından hol, güneyinden camiyle çevrelenmiştir. İki katlıdır. Alt katı, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı, sivri tonoz örtülüdür. Üst kat kareye yakın yamuk planlı, kubbe örtülüdür. Cenazelik mekanının ortasında iki sanduka yer alır. Doğu cephe ekseninde sivri kemerli bir pencere bulunur. Üst kat, batısından sivri bir kemerle hole eyvan gibi açılmaktadır. Doğu cephesi kesme taş kaplamadır. Alt kat zemini hol zemininden yaklaşık 1.5 metre daha aşağıdadır. Moloz taş örgülü doğu duvarı haricind ki tüm duvarlar, tuğla örgülüdür. Alt katın çok az kısmı hol zemininin üstünde kalan batı duvarında bir pencere bulunur. Üst katın tüm duvarları düz istifli tuğla örgülüdür. Yıkılan pandantif geçişli kubbesi günümüzde yeniden yapılmıştır. Alt kat duvarlarında tuğla, moloz, kaba yonu ve kesme taş, üst katın kemer, kubbe geçişleri ve kubbe örtüsünde tuğla kullanılmıştır. Eyvan kemerini çevreleyen şeritle keıner köşeliklerinde erken tarihli özgün geometrik süslemeler bulunur. Eyvan kemerini çevreleyen şeritteki ok ucu motifleri dikkati çekmektedir.

Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan

Kardeşler Türbesi

Eskişehir – Seyitgazi İlçesindeki Seyitgazi Külliyesinde , Seyitgazi türbesi girişinde ilk solda.

Kösemihal’in oğullarından Ahmet ve Mehmet Beyler Türbesi olarak da bilinir. Türbe tahminen 16.yy sonu, 17.yy başında inşa edilmiştir. Halk arasında ; şehit kardeşler, Türbe binasını yaptıranlar, Kesikbaşlar, Türbe binasını tamir eden ustalar olarak adlandırılan türbeye söve ve lentosu yekpare siyah mermer dikdörtgen formlu açıklıktan üç basamaklı taş merdivenle çıkılır. Türbe zemini yüksek tutulmuştur. Kubbeye geçişte türk üçgenleri ve stalaktikitler kullanılmıştır. Türbe içinde doğu batı yönünde uzanan iki lahit vardır. Türbenin dışa açık cepheleri ve sekizgen kubbe kasnağı kesme taş örgülü olup taş saçakla nihayetlenir.

Kadıncık Ana Türbesi

Eskişehir – Seyitgazi İlçesindeki Seyitgazi Külliyesinde , Külliyenin avlusunda çeşmenin hemen yanında.

Ayni Ana olarak da tanınan Kadıncık Ana, Ümmühan Hatun ‘un hizmetkarıdır. Kitabesi olmayan türbenin inşa tarihi kesin olarak bilinememektedir. Kapısının üzerinde Arapça: “Ayni Ana” yazılıdır. Kadıncık Ana ‘nın Ümmühan Hatun un hizmetkarı olduğu dikkate alındığında türbe için seçilen yer anlam kazanmaktadır. Konumu türbenin, Ümmühan Hatun Medrese ve Türbesi ‘nden daha geç tarihli olduğunu göstermektedir. Bu nedenle türbe, 1205- 11 yıllarından sonraya, 13.yüzyılın ilk çeyreği ile son çeyreği arasına tarihlenebilir.

Ümmühan Hatun Medresesi’nin kuzey cephesinin doğu bölümüyle Ümmühan Hatun Türbesi’nin doğu cephesi arasındaki alanda, güney cephesi medreseye, batı cephesi Ümmühan Hatun Türbesi’ne bitişik olarak inşa edilmiştir. Doğu batı doğrultusunda dikdörtgen planlı tek katlıdır. Doğu cephe ekseninden biraz kuzeyde dıştan içe doğru birer kaval, iç bükey ve düz silme grubunun üç yandan çerçevelediği basık kemerli kapı bulunur. Kuzey cephede batı köşeye yakın dikdörtgen biçimli parmaklıklı bir pencere yer almaktadır. Alçak cephe duvarlarını üstte, kademeli üç silme dolanır. İçte batı duvarına açılan sivri kemerli pencere. Ümmühan Hatun Türbesi’yle bağlantıyı sağlar. Mekanın ortasında dogu-batı doğrultusunda yerleştirilmiş taş sanduka yer alır. Yapı dıştan kesme taş kaplı az eğimli kırma çatı, içten sivri kemer profilli tonoz örtülüdür.

Cephelerde kesme taş kaplama kullanılmıştır. İç duvarlar sıvalıdır. Dökülen sıvaların altından, moloz ve kesme taş malzemeli duvar örgüsü görülür. Yapıda herhangi bir süsleme bulunmamaktadır.

Hasan Hüsni Dede Efendi

Eskişehir – Odunpazarındaki Kurşunlu Külliyesinin hemen arkasında yer alan Hamuşan’da.

Hasan Hüsni Dede Efendi, 1246/1830-1 yılında Eskişehir’de bu aleme teşrif ederler. Babası Çürükoğlu Hacı Hafız Hüseyin Hüs­ni Efendi, annesi Kerime Hanım’dır. Çürükoğlu Hacı Hafız Hüse­yin Efendinin müderris ve alim bir kişidir. Kendi adına yaptırdığı Çürükoğlu Medresesi vardır. Ancak, günümüzde medresenin yeri bilinmemekle beraber Kurşunlu Camii kuzeyindeki giriş kapısının bir alt sokağına,”Çürük Hoca Sokağı” ismi verilmiştir. Muhtemelen medrese de bu sokakta idi.

Hasan Hüsni Dede çocukluk yıllarının ardından ilk eğitimini alim ve Mevlevi şeyhi olan babası Hüseyin Hüsni Efendi’den alır. Daha sonra İstanbul’a giderek eğitimine orada devam eder. Med­rese eğitimini bitirip icazetler alır ve müderris olur. Uzun süre İs­tanbul’da bulunur, müderrislik yapar. Ancak zahiri ilimleri tahsil edip müderris olsa da, kalbi mutmain değildir ve içinde önüne ge­çemediği bir çağlayan vardır. Her ne yaptıysa bu çağlayanın önün­ de duramaz. Nihayet Yenikapı Mevlevihanesi’ne gider ve Osman Selahaddin Dede‘ye teslim olur. İçindeki o coşkunluk sakinleşir. Osman Selahaddin Dede’nin manevi feyz pınarından kana kana içer çilesini tamamlar. Kadiri ve Mevlevi icazeti alarak Dede olur. Böylece aldığı eğitim ve tasavvufi terbiye ile alim, fazıl, irşad için liyakatli ve ehliyetli birisi olma niteliklerini kazanır.

1865 yılında babası Hüseyin Hüsni Efendi’nin vefatı üzerine Es­kişehir’e döner. Hükümete yazılı başvuru yaparak, Gazi Mustafa Paşa’nın Eskişehir-Odunpazarı-Paşa Mahallesi’nde bina ettirdiği Kurşunlu Camii avlusunda bulunan binanın ve tekke odalarının, Mevleviliğe ait olduğunu ve şeyhliğinin de babasından kendisine intikal ettiğini bildirir. Yapılan araştırmalar ve Konya Mevlana Dergahı’nda bulunan yaşlı Mevlevi dervişlerinin de şehadetleriyle 2 Recep 1282 / 21 Kasım 1865 tarihinde düzenlenen bir beratla der­gah Hasan Hüsni Dede‘ye tevcih edilir

Hacı Hasan Hüsni Dede‘nin Mevlevi, Kadiri ve Melami tarikat­larından halifelik icazeti vardır. Mezar taşında Mevlevi ve Kadirı şeyhi olduğu yazılıdır. Melamiliği hakkında ise, Abdülbaki Gölpı­narlı “Melamiler ve Melamilik” adlı kitabında, Hasan Hüsni De­de‘nin bir İstanbul seyahatinde Melami Piri Seyyid Muhammed Nur Hazretleri ile görüşerek Melami olduğunu, ancak bunu gizle­ diğinden Mevlevilerden kimsenin bilmediğini yazar.

Hasan Hüsni Dede‘nin, Kadirılikten de icazeti olduğu için bazı mübarek gecelerde dergahda Kadiri zikri icra eder. Bazen hususi hayatında Kadiri tacı giydiği de olur. Fakat zikir ayinlerinde da­ima Mevlevi sikkesi giyer. Her zaman aynı şekilde zikretmez, ara sıra geleneğini değiştirir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, Hasan Hüsni Dede, Yenikapı Mev­levihanesi şeyhi Osman Selahaddin Dede‘den icazet almıştır. Os­man Selahaddin Dede ilmi derecesi yüksek, siyasi ve sosyal hayatı da zikredilmeye değer mümtaz bir kişidir. Hasan Hüsni Dede de, şeyhi Osman Selahaddın Dede gibi siyasi ve sosyal yönden aktif bir kişiliğe sahiptir. Sık sık İstanbul’a gider siyasi olayları yakından ta­kip eder. Dönemin Osmanlı Sultam II. Abdülhamid Han ile görüştüğüne, dini ve siyasi olayları müzakere ettiğine dair sözlü rivayet­ler vardır. Ayrıca şeyhi Osman Selahaddin Dede’nin vefatında (14 Mart 1887) cenazesinin gasledilip kefenlenmesi görevini yapması ve hocasının cenaze namazını kıldırması onun Mevlevi meşayihi arasındaki saygınlığını ve itibarını göstermektedir

Mevlana Hazretleri, ”…eski erenler nefislerini aşağılatmak için dilenmeyi hoş görmüşler. Ama biz, bizi sevenlere bu kapıyı kapat­tık. Herkes bir iş tutmalı, elinin emeğiyle geçinmelidir. Böyle davranmayanlar bizden değildir.” buyurur. Onun bu sözleri kendisine bağlananları her dalda çalışmaya zorlamış; Mevlevi dergahların­ da dedeler ve dervişler zikir ve musiki çalışmalarının yanı sıra ka­zanç sağlamak amacıyla mutlaka bir sanatla ilgilenmişlerdir. Ha­san Hüsni Dede de bu konuya önem vermiş, dergahtaki dervişlerin hem sosyal hayata katkıda bulunmaları hem de dergaha gelir sağlamaları amacıyla bazı iş kollarında faaliyet yapmalarına im­kan sağlar. Bu nedenle Eskişehir Mevlevihanesi’nde üç adet fanila örme makinesi ve dört adet çorap dokuma makinesi çalıştırılırdı. Dergahta dokunan çorap ve fanilalar pazarcı marifeti ile şehirde satılarak, dergahın bütçesine ek gelir sağlanıyordu. Böylece eko­nomiye katkı sağlamanın yanı sıra, tekke ve zaviyelerin son asırda içine düştükleri mali sıkıntılar ve işsiz güçsüz takımının sığıntı yeri olmasından dergahı korumuş oluyorlardı.

Hasan Hüsnü Dede ökçeli mest giyer, ahşap bir asa taşır ve daimi surette sade, temiz ve Mevlevi dervişlerinin sema ayininde giydikleri geniş etekli bir tennure giyer.

Hasan Hüsni Dede‘nin Celaleddın, Şemseddin, Bahaeddın ve Hilaleddin adında dört oğlu, Şehribanu ve Hacer Saniye adında iki kızı vardır. Şeyhzade Hüseyin Celaleddin Efendi en büyük oğlu ve aynı zamanda Eskişehir asitanesinin sertabbah/aşçıbaşısı idi. Ha­san Dede’nin sağlığında 1319/1901-2 yılında vefat etmiştir.

Hasan Hüsni Dede, meşihatta kaldığı sürece medrese dersle­rinden üç defa icazet vermiş, otuz kadar zata Mevlevilikten hilafet ve birçok kimseye Mesneviyi Şerif okutma, Mevlevi ayini icra edebilme icazetleri vermiştir. Onun müntesipleri arasında bir çok alimler, şeyhülislamlar ve vezirler vardır. Bunlar arasında Tire Mevlevihanesi şeyhi Hayrullah Dede, Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Mehmed Celaleddin Dede, İhtifalci Mehmed Ziya, Kemalı Aşçı Tahir Dede, Kasımpaşa Mevlevıhanesi Mesnevihanlığı yapan Muham­ med Es’ad Dede, meşhur bestekar, hanende ve hattat Hasan Sırrı Efendi, Kütahya Mevlevihanesi postnişini şair ve hattat Hacı Pesendi Dede, Kütahyalı Şeyh Rıfat Efendi, Konya Çelebilerinden Abdülvahid Çelebi, Hasan Hüsni Dede’nin oğulları Şemseddin Dede ve Bahaeddın Dede‘nin isimleri zikredilebilir.

Hasan Hüsni Dede Efendi ile ilgili Refi Cevad Ulunay kendisinin şu hatırasını anlatır:
“Ben babamın Eskişehir Kaymakamlığında sema’a çıkardım. Eskişehir mevlevi şeyhi Hasan Efendi büyük bir zat idi. Her hafta dergahta mukabele yapılırdı. O tarihte Eskişehir’de Lazari isminde gayet güzel ud çalan bir Rum çalgıcı vardı. Her hafta mukabele­ye gelir vecd içinde mukabeleyi dinlerdi. Bir hafta giriş taksiminde Hasan Efendi:
– Lazari , dedi.
– Eyvaallah şeyhim!
– Çık mutribe bir taksim et!
Lazari zangır zangır titreyerek mutribe çıktı. Ağlaya ağlaya öyle bir taksim etti ki, udun göğüs tahtası parçalandı. Kendisi de oraya düştü bayıldı.

Otuz beş yaşında Eskişehir Mevlevıhanesi postnişinliğine tayin edilen Hasan Hüsni Dede, bir ara Hac farizasını da yerine getirmiş­tir. Ancak hangi yılda Hicaz’a gittiğini bilemiyoruz. Mevlevi, Kadiri ve Melamı şeyhi, alim ve fazıl bir kişi olan Hasan Hüsni Dede Efen­di, kırk üç yıl şeyhlik görevini sürdürmüş, yaşadığı sürece etrafını bir güneş gibi aydınlatmış gerçek bir mürşiddir. 28 Temmuz 1908 Salı günü sevgiliden gelen “irci’i” emrine uyarak, bu fenô aleminden beka alemine göçer. O gün Müslüman Hıristiyan bütün Eski­şehir ahalisi ayağa kalkar. Üç camide cenaze namazı kılındıktan sonra Mevlevihane’nin güney duvarına bitişik hamuşana sırlanır. Ruhu şad, himmeti hazır olsun. Torunu Muhyiddin Celal Duru bu vuslat günü için şu dörtlüğü, tarih kaydı olarak düşer:

Pir idi, seksendi sinni Hazretin,
Pir idi ihvanı irşad etmede;
Söyledim tarih-i tam-mi naklini
Hakka göçtü Şeyh Hasan Hüsni Dede (1325)

Kaynak ; Eskişehir Mevlevihanesi , Nizamettin Arslan , Kesit Yayınları