Ana Sayfa>admin(Sayfa 130)

Akşemseddin (k.s.)

Bolu – Göynük ilçe merkezinde Süleymanpaşa camii yanında

Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza’dır. Ancak Akşemseddin veya kı­saca Akşeyh adıyla şöhret bulmuştur. 792 (1390) yılında Şam’da doğdu. ‘Avarifü’1-ma’arif sahibi Şeyh Şehabeddin Sühreverdi’nin (ö 632/ 1234) torunların­ dan Şeyh Hamza’nın oğludur. Baba tarafından nesebi Hz. Ebu Bekir’e kadar uzanmaktadır. Yedi yaşlarında babasıy­la birlikte Anadolu’ya gelerek o zaman Amasya’ya bağlı olan Kavak ilçesine yerleştiler ( 7 9 9 / 1396-97 ) Kur’an’ı ezberleyip kuvvetli bir dini tahsil gördükten sonra Osmancık Medresesl’ne müderris oldu. Yine bu arada iyi bir tıp tahsili yaptığı da anlaşılmaktadır. Hayatı hakkında en geniş ve doğru bilgilerin yer aldığı Enisi’nin Mendkıbname’sine göre “ilm-i batın lezzeti dimağından gitmediği için”, tahminen yirmi beş yaşlarında iken kendisine bir mürşid aramak üzere Fars ve Maveraünnehir’e doğru yola çıktı; ancak arzusunu gerçekleştiremeden geri döndü. Bazı tavsiyeler üzerine Hacı Bayram-ı Veli’ye intisap etmeyi düşündüy­se de vazgeçti ve şöhreti Anadolu’ya kadar yayılmış bulunan Zeynüddin El Hafi’ye intisap için Halep’e gitti. Fakat bir gece rüyasında, boynuna takılı bir zincirin Hacı Bayram’ın elinde olduğunu görünce Ankara’ya döndü. Akşemseddin hakkında bugüne kadar en geniş araş­tırmayı yapmış bulunan A. İhsan Yurd, Akşemseddin’in Def’u meta’in adlı eserinde Zeynüddin El-Hafı’ye açıkça tarizde bulunduğuna dikkati çekerek tenkit ettiği bir kimseye intisap etmeyi düşünmesinin mümkün olamayacağını belirtmekte ve onun doğrudan doğruya Hacı Bayram’a bağlandığını kaydetmektedir.

İntisap tarihi belli olmayan Akşemsed­din sıkı bir riyazet ve mücahededen sonra kendisini takdir eden şeyhinden kısa zamanda hilafet aldı. Akşemseddin’in içinde çileye girdiği hücre bugün de Ankara Hacıbayram Camii bodrumunda mevcuttur ve şeyhin adıyla anılmakta­dır.

Daha sonra şeyhinin yanından ayrılarak Beypazarı’na gitti, burada bir mescid ve değirmen inşa ettirdi. Fakat halkın büyük rağbet gösterip etrafına toplanması üzerine günümüzde Çorum’a bağlı olan iskitip kazasında Kösedağı civarın­ daki Evlek köyüne çekildi. Bir süre sonra buradan da ayrılarak Göynük’e yerleşti ve orada da yine bir mescidle değirmen yaptırdı. Bir yandan çocukları­ nın, diğer yandan da dervişlerinin talim ve terbiyeleriyle meşgul oldu; bu arada hacca gitti. Şeyhi Hacı Bayram-ı Veli’nin vefatından sonra onun yerine irşad makamına geçti (833 / 1429-30)

Akşemseddin, şeyhi Hacı Bayram’ın II. Murad’la münasebetlerinde hemen daima yanında olduğundan oğlu II. Mehmed ile de tanışmış ve tahta çıktıktan sonra da onunla görüşmeye devam etmişti. Tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber İstanbul’un fethinden önce iki defa Fatih’in yanına Edirne’ye giden Akşemseddin, ilkinde II. Murad’ın kazaskeri Çandarlıoğlu Süleyman Çelebi’yi, öbür defasında da Fatih’in kızlarından birini tedavi ederek iyileştirmiş, Fatih’in kızı da kendisine Beypazarı’ndaki pirinç mezraalarını vermişti. Fatih 1453 yılı baharında istanbul’u muhasara etmek üzere ordusuyla Edirne’den yola çıkınca Akşemseddin, Akbıyık Sultan ve devrin diğer tanınmış şeyhleri de yüzlerce müridleriyle ona katıldılar. Akşemseddin kuşatmanın en sıkıntılı anlarında gerek padişahın gerekse ordunun manevi gücünün yükseltilmesine yardımcı oldu. Araştırmacılar, Akşemseddin’in bu sı­kıntılı anlarda zaferin yakın olduğu müjdesini vererek sabredip gayret göstermesi gerektiğine dair Fatih’e yazdığı mektupların fethin kısa zamanda gerçekleşmesinde büyük bir tesiri olduğu­ nu belirtmektedirler.

Fetihten sonra Ayasofya ‘da kılınan ilk cuma namazında hutbeyi Akşemseddin okuduğu gibi, İslam ordularının daha önceki kuşatmalarından birinde şehid düşmüş olan sahabeden Ebu Eyyub el-Ensari’nin kabrini de Fatih’in isteği üzerine yine o keşfetti. Fatih tarafından kiliseden çevrildikten sonra Fatih medreseleri yapılıncaya kadar önce medrese olarak kullanılan Zeyrek Camii’nin güney ihata duvarında pencere üstündeki bir kitabeden, Akşemseddin’in istanbul’da bulunduğu yıllarda burada oturduğu ve ders verdiği anlaşılmaktadır. Fetihten sonra padişahın taç ve tahtını terkedip bütünüyle şeyhe bağlanmak ve ondan tarikat ahkamını öğrenmek istemesi üzerine Akşemseddin büyük bir dirayet göstererek Fatih’in bu arzusuna engel olmaya çalıştı. Bunu başaramayacağını anlayınca Gelibolu üzerinden Anadolu yakasına geçerek Göynük’e döndü. Sultanın gönlünü almak üzere arkasından gönderdiği hediyeleri geri çevirdiği gibi Göynük’te yaptırmak istediği cami ve tekkeyi de kabul etmeyerek sadece bir çeş­me yapılmasına razı oldu.
Hayatının son yıllarını Göynük’te geçirdiği tahmin edilen Akşemseddin , Menakıbname’ye göre 863 Rebiülahiri nin sonunda (Şubat 1459) burada vefat etti. Türbesi halen ziyaretgahtır.

Halifelerin’den Abdürrahim Karahisari’nin 865’te ( 1460-6 1) Mahmud Paşa adına kaleme aldığı Vahdetname’nin başında yer alanbir beytine göre. Akşemseddin’in bu ta-rihten önce vefat etmiş olduğu açıkça anlaşıldığından, Menakıbname’deki vefat tarihinin doğruluğuna hükmedilebilir. Nitekim bugün türbe kapısı üzerinde bulunan inşa kitabesi de 863 Rebiül ahirini göstermekte ve menakıbın verdiği bilgiyi doğrulamaktadır. E. Hakkı Ayverdi’nin kitabedeki “rebiayn” kelimesini “rebiülevvel” olarak kabul etmesinin izahı zordur. Türbesi vefatından beş yıl kadar sonra yapılmış olup sandukası üzerindeki yazı da oğullarından Mehmed Sadullah’a aittir. Evlatlarından Mehmed Sadullah ve Nürullah da bu türbede yatmaktadır. Kaynaklarda aynı zamanda “tabib-i ebdan olduğu , devrinin iyi bir hekimi sıfatıyla da şöhret kazandığı ve tıbba dair eserleri bulunduğu belirtilen Akşemseddin’in, tıp tarihinde ilk defa mikrop meselesini ortaya atmak ve hastalıkların bu yolla bulaştığı fikrini öne sürmekle, bu alanda kesin bilgiler veren Fracastor adlı İtalyan hekimden en az 100 yıl önce bu konuya ilk temas eden tabip olduğu kabul edilmektedir.

Akşemseddin’in yedi oğlu olmuştur. Bunlar sırasıyla Sadullah, Fazlullah, Nurullah, Emrullah, Nasrullah, Nürülhüda ve Hamdullah Hamdi adlarını taşımak­tadır. Bunlardan küçük oğlu Hamdullah Hamdi (ö 909/ 1503) hey’et, nücüm ve musikide iyi derecede bilgi sahibi olup aynı zamanda devrinin önde gelen şair­leri arasında da yer almıştır.

Akşemseddin’in kurduğu Bayramiyye’nin Şemsiyye kolu kendisinden sonra Göynük’te oğlu Fazlullah, Kayseride İbrahim Tennüri, iskilip’te Attaroğ­lu Muslihuddin, Ankara ve civarında ise Hamza eş-Şami tarafından devam ettirilmiştir.

Akşemseddin Hazretlerinin Eserleri

Akşemseddin’in eserlerinin büyük bir kısmı tasavvufa dair olup baş­lıcaları şunlardır:
1. Risaletü Nuriyye. Sadece Nuriyye olarak da anılan bu Arapça eser, devrinde şöhreti çok yaygınlaşan ve bu sebeple hakkında bazı dedikodular çıkarılan Hacı Bayram-ı Veli ve dervişlerini savunma maksadıyla yazılmıştır. Akşemseddin eserinde, “taife-i nüriyye· adını verdiği sufileri müdafaa ederek onların özelliklerini, tasavvufi ahlak ve adabı anlatır. Kitapta geçen tarihlere bakarak eserin 838- 841 ( 1434- 1438) yılları arasında kaleme alındığı söylenebilir. Risaletü Nuriyye, A. İhsan Yurd tarafından Arapça metni ve Akşemseddin’in kardeşi Hacı Ali’nin Türkçe tercümesiyle birlikte yayımlanmıştır (İstanbul 1972) Bayrami halifelerinden Bolulu Himmet Efendi tarafından 1071 ‘de (1661) yapılmış eksik bir tercümesi ise Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir .
2. Def’u meta ini’s-sufiyye. Kı­saca Def’u meta adıyla da anılan bu kitap bazı kaynaklarda Hall-i Müşkilat olarak zikredilmektedir. 856 (1452) yı­ lında kaleme alınan bu Arapça eser Muhyiddin İbnü’l-Arabi ve benzeri bazı bü-yük mutasvvıfların küfür ve ilhadla itham edilmelerine karşı onların sözleriyle Kuşeyri, Gazzali, Cüneyd-i Bağdadi, Necmeddin-i Kübra gibi tanınmış ulema ve meşayihin sözleri arasında bir fark olmadığını, ikincilerin eserlerinden nakiller yaparak göstermekte ve hepsinin aynı yolda bulunduklarını ispata çalışmakta ve ithamları reddetmektedir.
3. Makamat-ı Evliya. “Mürşid kimdir. makam-ı velayet nedir ve de-receleri nelerdir” gibi tasavvufi konuları işleyen Türkçe bir eserdir. A. İhsan Yurd tarafından beş nüshası karşılaştırılarak neşredilmiştir (İstanbul 1972).
Risale-i Zikrullah, Risale-i Şerh-i Akval-i Hacı Bayram-ı Veli ve Risale-i devrani’s-sufiyye adlı eserleri ise bugüne kadar ele geçmemiştir. Ayrıca Akşemseddin’in Fatih’e yazdığı iki mektubu bilinmektedir. Bunlardan biri Halil inalcık, diğeri ise Bursalı Mehmed Tahir tarafından yayımlanmıştır. Ona nisbet edilen ve yaklaşık kırk beş beyitlik Türkçe manzum bir risale olan Nasihatname-i Akşemseddin ise yine A. İhsan Yurd, Süleymaniye Kütüphanesi nüshasına dayanarak neşretmiştir (İstanbul ı972).
[/toggle]


Kaynak ; Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi , Orhan F. Köprülü – Mustafa Uzun

Beyce Sultan – Denizli

Denizli – Çivril ilçesi sınırları içerisinde bulunan Beycesultan Höyüğü üzerinde yer almaktadır

Çivril ilçesi sınırları içerisinde bulunan Beycesultan Höyüğü üzerinde yer almaktadır. Höyüğün kuzey tarafında konumlanmış olan türbe Selçuklu mimari tarzına sahiptir. Sekizgen planlı yapısıyla dikkat çeken türbenin doğu cephesinde giriş kapısı bulunmaktadır. Güney cephesinde bir penceresi mevcuttur. Türbenin yapımında devşirme taşlar, devşirme mermer ve tuğla kullanılmıştır. Kapısının üzerinde monoblok yay formlu mermer kemer bulunmaktadır. Kubbesi tuğladan yapılmış olup üzeri sıvalıdır. Sandukası batı duvarına bitişik olan türbenin zemini tuğla karo kaplamalıdır. Sanduka üzerindeki şahideler devşirme malzemeden yapılmıştır. Türbenin kitabesi bulunmamaktadır.

Fotoğraf ve Metin için Kaynak ;Denizli Kültür Envanteri , Denizli Belediyesi , 2014 , sy 43

Büyük Tekke Türbesi – Denizli

Denizli – Buldan ilçesine bağlı Yenicekent Mahallesi’nde, mezarlık alanı içerisinde yer almaktadır.

Emir Sultan Türbesi olarak da bilinen türbenin kime ait olduğu hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

Sekizgen formlu yapının kubbesi yarım küre şeklinde olup, sekizgen bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Yapı tamamen devşirme taş bloklardan inşa edilmiştir. Türbenin bulunduğu alanda çok sayıda antik mimari parça bulunmaktadır. Yapıda kullanılan ve çevresinde bulunan mimari parçaların büyük çoğunluğu Tripolis Antik Kenti’nden getirilmiştir.

Türbenin girişi kuzey cephesindedir. Giriş kapısı ahşap ve çift kanatlıdır. Kapının üzeri yuvarlak formlu mermer kemerle sonlandırılmıştır. Yapıda kapı haricinde herhangi bir açıklık bulunmamaktadır. Tuğla örgülü olan kubbesi içeriden ve dışarıdan sıvalıdır. Duvarları ise yalnızca içeriden sıvalıdır. Türbenin içinde sonradan yapıldığı anlaşılan bir sanduka yer almaktadır. Türbe günümüzde iyi durumdadır.

Fotoğraf ve Metin için Kaynak ;Denizli Kültür Envanteri , Denizli Belediyesi , 2014 , sy 23

Yatağan Baba – Denizli

Denizli – Serinhisar ilçesine bağlı Yatağan Mahallesi’nde bulunur

Serinhisar ilçesine bağlı Yatağan Mahallesi’nde bulunan Yatağan Baba Türbesi, Selçuklu Dönemi eseridir. Yapı üzerinde Hicri 642 (Miladi 1244-1245) tarihi bulunmaktadır.

Türbe kare formlu ve kagir yapılıdır. Türbenin üzeri piramidal sac çatı ile örtülüdür. Yapının girişi kuzeydoğu cephesinin kuzey köşesindeki ahşap kapıdan sağlanmaktadır. Türbe; türbedar odası ve sanduka odası olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Türbedar odasında, kapının tam karşısında küçük bir pencere mevcuttur. Sanduka odasının kuzeydoğu cephesinde de dikdörtgen bir pencere vardır. Sanduka odasında birbirine bitişik vaziyette 3 sanduka yer almaktadır. Bu sandukalar Yatağan Baba’ya, eşine ve oğlu Murat Bey’e aittir. Sanduka odasının içinde, güneybatı duvarda bulunan sivri kemerli niş dikkat çekicidir.

Fotoğraf ve Metin için Kaynak ;Denizli Kültür Envanteri , Denizli Belediyesi , 2014 , sy 92

Hüsameddin Gazi

Denizli – Baklan ilçe merkezindeki kabristanda.

Selçuklu Dönemi eseri olan Hüsameddin Bey Türbesi, Baklan ilçe merkezindeki mezarlıkta yer almaktadır. Türbe, Denizli’nin Türkleşmesi sürecinde bölgede Yatağan Baba ile birlikte görevlendirilen Selçuklu komutanı Bahadır Hüsameddin Gazi Bey’e aittir.

Kare planlı olan türbenin duvarları kesme blok taştan yapılmıştır. Duvarları içeriden beton sıvalıdır. Giriş portalının iki yanında yuvarlak kemerli 1’er pencere bulunmaktadır. Yan cephelerde; altta ve üstte sivri kemerli 1’er pencere mevcuttur. Üstteki pencereler alçıdan yapılmış olup, bal peteği formundadır. Yapının giriş portalı eyvan tipindedir. Giriş portalında kemerin altında dikdörtgen bir kitabe panosu bulunmaktadır. Portalın üst kısmının iki yanında birer konsol taşı vardır. Giriş kapısı ahşap ve çift kanatlıdır. Kubbesi dıştan kurşun kaplamalıdır, içten beton sıvalıdır. Türbe içinde 4 sanduka yer almaktadır.

Fotoğraf ve Metin için Kaynak ;Denizli Kültür Envanteri , Denizli Belediyesi , 2014 , sy 68

Server Gazi Türbesi

Denizli – Merkezefendi ilçesine bağlı Gerzele Mahallesi’nde bulunmaktadır. Dağ yamacına yakın bir noktadadır.

Servergazi Türbesi, Merkezefendi ilçesine bağlı Gerzele Mahallesi’nde bulunmaktadır. Dağ yamacına yakın bir noktada konumlanmış olan türbenin çevresi büyük çınar ve meşe ağaçları ile kaplıdır. Türbe binası 1992 yılında yapılmıştır.

Türbenin içerisinde Denizli’yi fetheden Selçuklu komutanı Servergazi’ye ve onun bir askerine ait toplam 2 sanduka mevcuttur. Türbe binası sekizgen formlu, yığma taş yapılıdır. Duvarları içeriden beton sıvalıdır. Kapının bulunduğu duvar hariç, tüm duvarlarında oldukça uzun, yuvarlak formlu birer pencere bulunmaktadır. Doğu duvarında ise oldukça uzun, yuvarlak formlu bir kapı vardır. Yapının pencere ve kapıları ahşaptan yapılmıştır. Türbenin üzeri piramidal çatıyla örtülüdür. Çatının zirve noktasında metal alem bulunmaktadır.

Servergazi Türbesi, yalnızca Denizli’nin değil, Türkiye’nin önemli inanç turizmi merkezlerinden biridir. Her yıl çok sayıda kişinin ziyaret ettiği Servergazi Türbesi’nin çevresi mesire alanı olarak da kullanılmaktadır.
Fotoğraf ve Metin için Kaynak ;Denizli Kültür Envanteri , Denizli Belediyesi , 2014 , sy 68

Şeyh İsmail Maşuki (k.s.)

İstanbul – Bebek’te Kayalar mescidinde.

Bayrami – Melami Yolunun Kutuplarından Pir Ali Aksarayi hazretlerinin oğludur. ” Oğlan Şeyh ya da Çelebi” isimleriyle bilinir. 1508 yılında doğmuştur .

Sultan Süleymân Han İran’a sefer yaptığı sırada Pîr Ali hazretlerine bâzı hasetçiler iftirâ atıp; “Aksaray’da bir kimse Mehdîlik dâvâsında bulunuyor.” demişlerdir. Bunun üzerine Pâdişâh araştırılmasını, durumun öğrenilmesini emretti. Bâzı kimseler aleyhinde idiler. Durumu soruşturmak üzere kurulan mecliste, Pîr Ali hazretleri, aleyhinde bulunanlara bakıp celâlli bir şekilde; “Bizim aleyhimizde bulunan siz misiniz?” diye işâret etti. Aleyhinde bulunanlardan biri orada düşüp öldü. Diğeri de istifrâ etmeye başladı. Ağzından pislik geldi. Mecliste bulunanlar onun heybetinden korkup, bu hususta soruşturmadan vaz geçtiler.

Pâdişâh Aksaray’a uğradığında ziyâret edip; “Sizi bize yanlış anlatmışlar. Hamdolsun sohbetinizle şereflendik.” dedi. Pâdişâh onun büyük bir velî olduğunu görüp, hürmet etti ve duâsını aldı. Acem seferinden sonra dönüşte yine ziyâretine geldi.

Bu ziyâreti sırasında Sultana  nasîhatler ve dualar etmiştir. Nasîhatları dinleyen Pâdişâh çok ağladı. Pîr Ali Sultan hazretlerine pekçok mülk ve tarla bağışlamak teklifinde bulundu. Fakat o kabûl etmedi. Bunun üzerine oğlunu İstanbul’a yanına göndermesini istedi. Sultanın bu arzusunu kabûl edip; “Şevketli Pâdişâhım! Oğlum İsmâil Hak yoluna kurban olmaktan dönmez. Onu size göndereyim.” dedi.Pâdişâh İstanbul’a döndükten sonra Pîr Ali hazretleri oğlu İsmâil’i ve birkaç mürîdini İstanbul’a gönderdi. Altı ay sonra da Pîr Ali hazretleri vefât etti

İsmail Maşuki, İstanbul’a geldikten sonra Edirne’ye gitmiş, bir süre orada oturmuş çok teveccüh görmüş ancak tekrar İstanbul’a gelerek Ayasofya ve Beyazıt camilerinde vaaz vermeye başlamış, tevhidin derinliklerini açıkca ilan ve izhar etmiş ,temeli vahdet-i vücud’a dayanan sohbetlerle halkı cezbelendirmiştir. Pek genç ve yakışıklı olması sebebiyle ” Oğlan Şeyh” lakabıyla meşhur oldu. Henüz on sekiz yaşında olan bu cezbesi galip şeyh, yaptığı vaazlarla İstanbul ve Edirne de bir çok müridler edinmişti. Bilhassa Askeriye de sipahiler arasındaki müridleri pek çoktu. İstanbul da bir yıl içinde zengin, fakir ve mevki sahibi kimselerden bir çok müridi oldu.

Fakat zamanla sözleri çarpıtılarak hakkında dedikodular türemiş , müridlerinin çokluğu ve askerler arasında yayılması devlette bir grubu endişelendirmeye başlamıştı. Hatta Padişah ona şu haberi gönderir ; ” Size suikast yapılma ihtimali vardır. Aksaraya dönmek daha iyidir .” der. bazı dostlarıda aynı şeyi tavsiye ederler : Fakat Şeyh Maşuki onlara şu cevabı verir ; ” Benim için son, önceden takdir edilmiştir. Alnıma ne yazılmışsa o olur. Ben günün birinde kanımın döküleceğini zaten biliyorum . Bunun müjdesi çoktan verilmiştir.”

Nihayet yapılan ihbarlar sonucu İsmail Maşuki müridleriye birlikte zendeka ve ilhad suçundan mahkeme önüne çıkmıştır. Mahkeme heyeti ; Şeyhülislam Çivicizade oğlu Muhyiddin Mehmed efendi,Sahn Müderrislerinden Ebusuud Efendi ile İstanbul Kadısı Şeyhi Çelebi ve diğer ileri gelen ulemadan oluşmuştu. Mahkemenin Oğlan Şeyh’in yargılaması konusunda çok hassas hareket ettiği , sorgulamanın tek celsede bitirilmeyip uzun uzun tartışıldığı , tam sekiz şahidin muhtelif defalar ifadelerinin alındığı , Özelikle Ebusuud Efendi’nin ; İsmail Maşuki’yi idamdan kurtarmak için elinden gelen gayreti sarf etmiş, dava süresini normalden fazlaca uzatarak bu genç adamı kurtarmak için her yolu denemiş, bir kaç toplantı boyunca bir çıkış yolu aramış ( Daha sonra Şeyhülislam olan Ebussuud efendi , Yine bir Melami Şeyhi olan Gazanfer Dede’yi böyle bir davadan kurtarmıştır.) . Ancak şahitlerin ifadelerindeki açıklık karşısında Şeyhülislam’ın ve İstanbul kadısı Çelebi Şeyhi efendi’nin tutumları buna imkan vermediği gibi oda sonunda ikna olmuştur.
Şeyhülislamın fetvasıyla on iki müridiyle birlikte Sultan Ahmed’de At meydananın da idam edildi; başı ve vücudu ayrı ayrı Ahır kapı’dan denize atıldı.

Çok sevilen bir şeyhti ve arkasından oluklar dolusu gözyaşı dökülmüştür. Vefatından yıllarca sonra bile onların şehit olunmalarına çok acınmış ve dedikodular bir hayli zaman sürmüştür. Hatta bu iş o kadar ileri gitmiştir ki ; ” Genç Şeyhin zulmen katledildi diyenlerin de katledileceklerine ” dair fetva çıkmıştır. Çok kısa bir ömür sürmesine karşın gerek Melami tarihinde gerekse de Tasavvuf tarihinde çok özel bir yere sahiptir.

Hikaye olunur ki; müridlerinden birinin rüyasında şeyh görünür ve ” Rumeli hisarında Kayalar kabristanın da cesedimi bekle; önce bedenim sonra başım gelecektir oraya defnedersin” der. O mürid de hayretle rüyanın gereğini yapar. Gerçekten de dalgalar önce şeyhin bedenini, ertesi günde başını sahile getirir. Mürid, Şeyhinin naaşını bugünkü İstanbul – Bebek’teki Kayalar mescidinin yanına defneder.

Kaynaklar ;
Sarı Abdullah Efendi , Semeratu’l – Fuad
Tarık Velioğlu , Osmanlı’nın Manevi Sultanları , Ufuk Yayınları
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011
İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları
Ahmet Yaşar Ocak , Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler , Tarih Vakfı Yayınları ,2014
Hüseyin Vassaf , Sefine-i Evliya , Kitabevi yayınları , 2013

Süleyman Çelebi

Bursa – Çekirge yolu üzerinde

Meşhûr Türkçe “Mevlid” kasidesinin yazarı. Bursa’da doğdu. Kaynaklarda Süleymân Çelebi’nin doğum târihine dâir bir kayda tesadüf edilmedi. Ancak, Süleymân Çelebi’nin Mevlid’i 60 yaşında yazdığı ve eserin 812 (m. 1409) senesinde bittiği, en eski olarak bilinen nüshasında mevcût bir beyte istinâd etmektedir. 825 (m. 1422) senesinde vefât ettiği bilindiğine göre, onun 752 (m. 1351) senesinde doğduğu neticesi çıkmaktadır. Sultan Birinci Murâd Hân’ın vezîrlerinden Ahmed Paşa’nın oğlu, Şeyh Mahmûd Efendi’nin torunudur. Mahmûd Bey, 738 (m. 1338) senesinde Sadr-ı a’zam Süleymân Paşa ile Rumeliye sal ile geçenlerdendir. Süleymân Çelebi, Bursa’da asrının ileri gelen âlimlerinden ilim tahsil etti. Büyük bir âlim olarak, Sultan Yıldırım Bâyezîd zamanında Dîvân-ı hümâyûn İmâmı, sonra da Bursa’da onun inşâ ve ihyâ ettiği câminin İmâmı oldu. Resûlullah efendimize ( aleyhisselâm ) olan muhabbeti, “Vesîlet-ün-necât” isimli Mevlid kasidesini yazmasına vesile oldu. Eserini yazmasının sebebi olarak gösterilen hâdise hakkında; “Künh-ül-ahbâr”, “Güldeste”, “Tezkire-i Latifi” ve başka kaynaklarda geniş bilgi vardır. Süleymân Çelebi’nin vefâtı için düşürülen târih, “râhat-ı ervah”tır. Mezarı, Bursa’da Çekirge yolu üzerindedir.

Şeyh Mehmet Şirvani (k.s.)

Denizli – Merkezefendi ilçesine bağlı İlbade Mahallesi’nde, İlbade Mezarlığı içerisinde bulunmaktadır.

Şeyh Mehmet Şirvani Türbesi, Merkezefendi ilçesine bağlı İlbade Mahallesi’nde, İlbade Mezarlığı içerisinde bulunmaktadır. Türbe, mezarlığın ortasına yakın bir noktada konumlanmıştır. Türbe, Azerbaycan’ın Şirvan kentinin Zerdab köyünde doğmuş olan Şeyh Mehmet Şirvani’ye aittir. Şeyh Mehmet Şirvani, bilinmesi gereken tüm ilimleri öğrenmiş, birçok yerde İslamiyet’i anlatıp talebe yetiştirmiş, daha sonra da Denizli’ye yerleşmiş ve Miladi 1851 yılında Denizli’de vefat etmiş ünlü bir din adamıdır.

Kareye yakın bir plana sahip olan türbenin üzeri, sac kaplı beşik çatıyla örtülüdür. Türbenin tavanı ahşap kaplıdır. Yapının kapı ve pencereleri dikdörtgen formlu ve sadedir. Kıble yönündeki duvarda yer alan mihrap oldukça dikkat çekicidir. Türbenin içinde Şeyh Mehmet Şirvani’ye ait büyük bir sanduka ile başka bir kişiye ait küçük bir sanduka bulunmaktadır.

Fotoğraf ve Metin için Kaynak ;

Denizli Kültür Envanteri , Denizli Belediyesi , 2014 , sy 69
İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları , sy 287

Üzüm Dede – Hüseyin Hulusi Efendi

Denizli – Merkezefendi ilçesine bağlı Merkezefendi Mahallesi’nin Üzüm Dedesi Mevkii

Merkezefendi ilçesine bağlı Merkezefendi Mahallesi’nin Üzüm Dedesi Mevkii’nde bulunan Üzüm Dedesi Türbesi, Osmanlı Dönemi eseridir. Türbe, ‘Üzüm Dedesi’ adıyla bilinen Hacı Hasan Fevzi EFendi’nin talebesi ; Şeyh Hüseyin Hulusi Efendi’ye aittir. 1838 yılında İzmir ilinin Bayındır ilçesinde dünyaya gelmiştir. Gençliğinde çıkrık imalatcılığı yapmış ve bilinmeyen bir sebeple hapishaneye düşmüştür. Hapishane hayatının son günlerini geçirdiği Denizli hapishanesinden çıktıktan sonra tevbe edip, Nakşibendiyye Şeyhlerinden Hacı Hasan Fevzi efendiye talebe olmuş, kısa zamanda mertebeler aşarak kemale ermiştir. 1907 yılında vefat etmiştir.

Kare planlı olan türbe tek katlı ve kagir yapılıdır. Duvarları içten beton sıvalı, dıştan kireç boyalıdır. Yarım küre şeklindeki kubbesi içten ve dıştan beton sıvalıdır. Duvarlarının yapımında almaşık tekniği kullanılmıştır. Giriş kapısı kuzey cephesinde olup, çift kanatlı demir malzemeden yapılmıştır. Kapıda bulunan ay yıldız motifi ile bitkisel motifler oldukça dikkat çekicidir. Yapının diğer üç cephesinde birer pencere bulunmaktadır. Pencereler yuvarlak kemerlidir. Türbenin içinde ise Üzüm Dedesi’ne ait bir sanduka vardır. Sandukanın etrafı korkuluklarla çevrilidir.

Günümüzde oldukça iyi durumda bulunan Üzüm Dedesi Türbesi, ziyarete açıktır.

Fotoğraf ve Metin için Kaynak ;
Denizli Kültür Envanteri , Denizli Belediyesi , 2014 , sy 69
İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları