edirne – merkez – kabuli baba sokak Son dönem Rifaiyye tarikatı şeyhlerinden ve divan şairlerinden olan Kabuli Mustafa Efendi, Edirne’de dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgi mevcut değildir. Mürşidi Şeyh İbrahim Ecel’in 1192/ 1778 senesinde vefat ettiğini dikkate alırsak XVIII. asrın ortalarında …
Çorum – Ulu Mezarlık’da Sahabe’den Maruf Yayan dede’nin yanında
Rufai Şeyhi – Bostancı hacı Ali Baba’nın halifesi
Hacı Mustafa Anaç Efendi, 1317/1901 yılında Çorum’un Çöplü mahallesinde dünyaya gelmiştir..Babasının adı Mehmet, annesi Asiye’dir. Çocukluğu, Sultan Abdülhamit Han’ın son dönemlerine rastlamıştır. Balkan Harbi sırasında memleketin içinde bulunduğu sıkıntıyı o da yaşamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda seferberliğin ilanından sonra yaşı küçük olmasına rağmen gösterişli boyu nedeniyle askere alınmıştır. Cephede ayağından kurşun yarası aldığı da anlatılır. Askerdeyken İstanbullu bir arkadaşıyla sıkı dostluk kurmuştur. Onun yaralandığı anda cephe gerisine götürüp tedavisiyle yakından ilgilenmiştir.
Bu dostluk, askerlikten sonra da devam eder. Bir ara arkadaşını ziyaret için İstanbul’a gider. Orada ailesinden büyük ilgi görür. Oğluna yardımlarının hatırına arkadaşının babası, bir otelinin işletme hakkını ona devreder. Mustafa Efendi, bir müddet bu işi yapar. O dönemde İstanbul’un ünlü Nakşibendi şeyhi Hacı Ali Haydar Efendiyle tanışır. Sık sık ziyaretlerine gider ve sohbetlerine katılır. O dönemde otel işinden iyi para kazandığı için babasını da İstanbul’a götürmek ister. Babası, bunu kabul etmeyerek oğlunun Çorum’a dönmesi konusunda ısrar eder.
Mustafa Efendi, memleketine dönmek zorunda kalır ama aklı, ilk tasavvuf zevkini tattığı Hacı Ali Haydar Efendi’dedir. Fırsat buldukça İstanbul’a gidip onu ziyaret edecektir. Mustafa Efendi Çorum’a dönünce babası, onu 1921 yılında Fatma Hanımla evlendirmiştir. Bu evlilikten Fatma adında bir kızı ve Halis Mithat adında bir oğlu dünyaya gelmiştir. Ancak tam hafız olan oğlu, henüz on altı yaşındayken vefat etmiştir.
Mustafa Efendi, Çorum’da bir süre çay ocağı çalıştırmıştır. Bir gün Ebubekir Baba, burada ziyaretine gelip onu dergaha davet etmiştir. İşi yanındaki yardımcısına bırakıp ardı sıra dergaha gitmişlerdir. Rıfai Tekkesi ile ilk irtibatı böyle başlamıştır. O, artık intisaplı bir kişidir. Verilen dersleri çekmekle meşguldür. Bir gün Bekir Baba, Cürün Mustafa Efendi’nin kapısını çalar. Karşısında Bekir Baba’yı görünce çok heyecanlanan Mustafa Efendi, şeyhini içeri davet eder. Bekir Baba, ona ne yaptığını sorar. O da ders çektiğini söyler. Hangi esmada olduğun sorduğunda dersi bitirip de “Biz severiz Cihar-Yar-ı Veliyi / Ebubekir, Ömer, Osman, Ali’yi” okuyorum deyince Bekir Baba, bu zatları görüp görmediğini sorar. O da henüz görmediğini söyleyince “İnşallah, bundan sonra görürsün.”der. Cürün Mustafa Efendi, şeyhinin duası himmetine o mübarekleri sık sık gördüğünü anlatır.
Mustafa Efendi anlatıyor: “Gençliğimde henüz bana görev verilmeden önce, bir arkadaşımla Yozgat’ın bir köyüne gittik. Arkadaşım, orada akşamleyin, ateş getirin de Efendi ağzına alsın, dedi. İçime bir korku düştü. Daha ateş burhanı için bana izin verilmemişti. Alsam ateş yakar, almasam Çorum’a varınca şeyhim, bize güvenmedin mi, derse diye düşünerek akşamı ettim. Yatsı namazından sonra zikre başladık. Allah Teala’ya öyle bir iltica ettim ki şeyhim Bekir Baba, manen mihraptan gelip zikir halkasına girdiler. Onları görünce ben rahatladım. Ateş, hu esması okunurken alınırdı. O zaman ateşi getirmediler. Zikir bitti, sohbete oturduk, önüme mangalı koydular. Önce ateşe parmağımı soktum, soğuk rüzgar geldi. Bu işaretten sonra elimle ateşi karıştırıp iri bir köz ateşi ağzıma aldım. Çorum’a vardığında bunu üstadıma anlattım. Onu bizim himmetimizle yaptın diyerek uyardı.”
Mustafa Efendi, Bekir Baba’nın sağlığında hep hizmetinde bulundu. Onun vefatından sonra Bostancı Ali Baba’ya biat ederek Rıfai dergahında sebat etti. Bir akşam Şeyh Ali Efendi, yanında bir seyyah ile Mustafa Efendi’nin çalıştırdığı kahvehaneye geldi. Çay kahve içtikten sonra giderlerken Mustafa Efendi, kapıya kadar çıkıp onları yolcu etmek istedi. Ali Efendi, bize gidiyoruz, sen de gel deyince kahvehaneyi kapatıp arkalarından hızla yürüyerek onlara yetişti. Yanlarına bir Çorumlu daha katılmıştı. Ulucami’nin avlusundangeçip caddeye çıkacakları sırada seyyah zat, Mustafa Efendi’yi işaret ederek, şu gençten şeyhlik kokusu geliyor, diyerek Ali Baba’ya manevi bir işarette bulundu. Zira o seyyah, kemale ermiş bir zat idi.
Hacı Mustafa Efendi’nin hayatının büyük bir kısmı, otuz yıla yakını Şeyh Ali Efendi’nin hizmetinde geçti. Bostancı Ali Efendi, vefatından birkaç yıl önce onu halife tayin etmişti ama müritleri arasında ilan etmemişti. Vefatına yakın günlerde Hacı Mustafa Efendi’yi çağırarak birkaç müridini davet edilmesini istedi. Bunun üzerine yüze yakın mürit Ali Efendi’nin dergahında toplandı. Şeyh Efendi, dervişlerine hitaben, ömrünün sonuna yaklaştığını ifade ettikten sonra Hacı Mustafa Anaç Efendi’yi kendinden sonra halife tayin ettiğini açıkladı. Herkesin ona biat etmesini, ihtilafa düşmemelerini hatırlattı. Dervişlere ve Hacı Mustafa Efendi’ye nasihatlerde bulundu.
Bu toplantıdan kısa süre sonra Bostancı Ali Efendi vefat edince Rıfai tarikatının sorumluluğu, Hacı Mustafa Anaç Efendi’ye intikal etti. Hacı Mustafa Anaç, önce şehir içindeki dervişlerle diyaloğu sıklaştırdı. Dervişlerin evlerinde, köylerde ve kasabalarda bulunan müritlerin hanelerinde zikir halkaları oluşturdu. Sonra ilçeleri ve yakın illeri dolaştı. Oradakilerle irtibatı sıklaştırdı. Onlara hep şöyle derdi:” Derviş, tarikatta ancak üç şey ile yol alır: Hizmet, bağlılık, cömertlik. Bunlardan biri dahi olmazsa onun yolalması mümkün değildir.”
Hacı Mustafa Efendi, özellikle kandil gecelerinde mutlaka bir camide zikir yapmaya gayret ederdi. Orada ateş burhanı göstermek mümkün olmadığından şiş ve kılıç burhanını tercih ederdi. Hıdırlık camii, en çok zikir yaptırdığı mekanlardandı.
İhtilal dönemlerinde cemaat, tarikat ve kanaat önderleri hep gözaltına alınmışlardır. Bu bağlamda 1960 yılında gerçekleşen ihtilalde Hacı Mustafa Efendi de hapse atılmıştı. Orada müdürler, gardiyanlar ve mahkumlar, Şeyh Efendi’ye iyi davranıyorlardı. O da mahkumlara cezaevinin Hz. Yusuf (a.s.)’ın makamı olduğunu söylüyor ve burada ticaret yapamayacaklarını, aileleriyle görüşemeyeceklerini hatırlatarak “Vaktinizi boşa geçirmek yerine abdest alıp namaz kılın, bol bol ibadet yapıp sevap kazanın.”diyordu. Bu sözlerin etkisiyle cezaevinde namaz kılanlar çoğalınca yeni abdest alma yerleri ilave edilmiş. Cezaevinde gereksiz tartışmalar yerine huzur ortamı doğmuş.Bir müddet sonra Hacı Mustafa Efendi’nin suçsuz olduğu anlaşılıp tahliye haberi geldiğinde mahkumlar ve görevliler, onu gözyaşlarıyla uğurlamışlar. [toggle title=”Hacı Mustafa Anaç Efendi Menkıbeleri (k.s.)” load=”hide”]
……..Hacı Mustafa Efendi’nin uzaktaki bir olayı müritlerine anında anlattığı olurdu. Bazen kişilerin içinden geçeni bilircesine hareket ederdi. Kendisine bu durumlar sorulduğunda “Haşa, biz gaybı bilmeyiz. Gaybı, ancak Allah bilir. Oralarda olanlar bize haber verilirse veya kalplerinden geçerken bize bildirilirse o zaman biz, haberdar oluruz.”derdi.
……..Mübarek gecelerde zikir ve sohbetten eve dönüşünde yatıp uyumazdı. Gecenin devamını zikirle geçirirdi. Hane halkına ve misafirlerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in aşk ve muhabbetini anlatırdı. Gece evde kendi başına zikir yaptığı zaman esmaları geçtikçe, eşi ve kızının anlattıklarına göre, evdeki çiçekler de esmaya göre değişik sallanırdı.
……..Cürün Hacı Mustafa Efendi, dünyadaki olayları yakından takip ediyordu. 1974 Kıbrıs Harekatının yapılacağını manen öğrendikten sonra Metin Balcı’yı çağırarak “Kılıcı bileğleyip keskinleştir de getir.” talimatını verdi. O gece odasına kapanmayı tercih etti. “Oğlum, bu gece şeyh, postundan ayrılmamalı.” dedi. Müritleri, sözün mahiyetini sabah haberlerinde Kıbrıs çıkartmasını duyunca anlayabildiler. Bir müridine de o gece Kıbrıs’ta savaşa bizzat katıldığını anlatmıştı. Komando bıçaklarını Çorum’da yine aynı şahsa bileğleten bir asker de, Kıbrıs harekatına katılmıştı. Orada gördüklerinin etkisiyle Çorum’a gelip Şeyh Hacı Mustafa Efendi’yi bularak kendisine intisap etmiş ve Rıfai tarikinden ders almıştı.
……..12 Eylül 1980 ihtilali öncesinde kardeş kavgası başlamıştı. Hatta Çorum’da cereyan eden olayların başlangıcında Çorum Ulucamii’nde bulunan Cürün Hacı Mustafa Efendi, cemaati tahriklere kapılmamaları ve provakasyona gelmemeleri konusunda uyarmıştı. O günlerde ülkede bir karamsarlıkhakimdi. Ortaya çıkan kargaşayı kendilerine sorduklarında “Evladım, dün hava rüzgarlı, soğuk ve tipili idi, göz gözü görmüyordu ama bu gün sakin, pırıl pırıl bir hava var. Allah dilerse havayı bu şekilde sakinleştirdiği gibi olayları da sakinleştirir.”demişti. Gerçekten de o tarihte olaylar birden kesildi, ortalık sakinleşti. [/toggle]
Son Zamanları Hacı Mustafa Efendi, seksen yaşını geçmişti. Ama hala irşat görevini sürdürüyordu. O şevk ve heyecanından hiçbir şey kaybetmemişti. Ulucami’de yaptırdığı zikirde aynı coşkuyu yaşıyordu. Artık hastalık belirtileri görülmeye başlamıştı. Müritleri arasında heyecan ve paniğe sebep olmamak için bir sohbetinde şöyle demişti: “Çorum’da manevi zatlardan biri, bir gün dostlarını yanına toplamış. Bu gün sizi niçin topladım, biliyor musunuz, diye sormuş. Onlardan hayır cevabını aldıktan sonra, benim imanıma şahit olmanızı istiyorum. Çünkü ben, Allah’ın varlığına ve birliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, ahiret gününe, hayır ve şerrin Allah’ın yaratmasıyla olduğuna inanıyorum. Bundan sonraki yaşantımda nefis ve şeytanın etkisine düşmemeyi Yüce Mevla’mdan niyaz ediyorum. Yarın ahirette Allah’ın huzurunda buna şahitlik etmenizi istiyorum. Sizleri bunun için çağırdım, demiş.” Aslında Şeyh Hacı Mustafa Anaç Efendi, bu olayı anlatırken müritlerinden de aynı şeyi istemişti. Zira vakti yaklaşıyordu.
1984 yılında amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Istırabını dindirmek için sürekli olarak yüksek dozda ağrı kesiciler veriyordu. Müritleri, sevenleri akın akın ziyaretine geliyorlardı. Bir defasında ecelinin yaklaştığını müritlerine şöyle duyurmuştu: “Bir gün dervişlerle sohbet ediyorduk. Bir ara içeriye Yusuf (a.s.)’ın girdiğini gördüm. Oysa gelen Azrail (a.s.) idi. Bize Yusuf (a.s.) güzelliğinde göründü. Heyecanlandım. Hayal mi görüyorum diye kendimi çimdikledim. Baktım canım acıdı. -Efendim, herhalde emaneti almaya geldiniz, dedim. O da bana: -Hayır, Mustafa Efendi, haber vermeye geldim. Daha vaktin var. Muharrem ayında geleceğim, dedi. Ama gününü söylemedi.”
Bu durumda Hacı Mustafa Efendi’nin birkaç aylık ömrünün kaldığı anlaşıldı. Muharrem ayında 1984 yılı Eylül’ünün son gününde evinde ism-i celal zikri yaparak ruhunu Allah’a teslim etmiştir. Cürün Hacı Mustafa Efendi’nin vefat haberi, kısa zamanda Çorum’da, köylerinde ve kasabalarında, Kırıkale, Amasya, Tokat, Vezirköprü, Karabük, Kayseri, Ankara, Nevşehir, Yozgat, İzmir, İstanbul gibi müritlerinin yoğun olarak yaşadığı illerde kulaktan kulağa ulaştı. Pazartesi günü cenaze namazı Ulucami’de kılınarak o muazzam cemaat eşliğinde Ulumezar’daki Rıfai şeyhlerinin yanına defnedildi. Allah, rahmet eylesin.
[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin) Çorum’da Sahabe ve Evliya Makamları , Ethem Erkoç , Çorum Belediyesi Kültür Yayınları [/toggle]
Seyyid Hacı Mevlüd Baba, Hz. Resûlüllah’ın Hz. Hüseyin nesebinden 39.torunudur. 1887 yılı Mevlüd gecesi Erzurum ili Horasan ilçesine bağlı Hacı Ahmed (Sanamer) Köyü’nde dünyaya gelmiştir. Annesinin adı Nene, Babasının adı Yakup’tur. Yöre halkı Seyyid-i saadat olan bu neslin her erkek evladına izzet-i vasıf olarak Baba, kıza evladına ise Ana diye hitap etmişlerdir.
Seyyid Yakub Baba (ks), Babası Seyyid Hacı Ahmed Baba(ks) ile beraber dergahta dervişlerle otururken, ansızın telaşlı bir şekilde eve çağrılır. Seyyid Yakup Baba’nın Mahmut ismindeki çocuğu su içerken boğularak ölmüştür. Bu olay karşısında çok hüzünlenen oğluna Hacı Ahmed Baba kendine özgü hitapla; “Deginan oğlum Yakup Baba Nene’nin karnında bir oğlan çocuğu var. Mevlüd Gecesi dünyaya gelecek. Bu çocuk ona kurban gitti.” Sözleriyle teselli etmeye çalışır. Böylece Mevlüd Baba dünyaya gelmeden ismi konulmuş olur. Mevlüd Baba dünyaya geldiğinde ilk tanıştığı kucak, dedesinin kucağıdır. Tattığı ilk lezzet dedesinin ağzının mübarek barı olmuştur.
Hacı Mevlüd Baba’nın Babası Hacı Yakub Baba nın kabri şerifi
Hacı Ahmed Baba torununa duyduğu ziyade muhabbetten dolayı hiç yanından ayırmamıştır. Mevlüd Baba, dedesiyle olan yakınlıktan dolayı şer’î ilimleri ve tasavvufa ait ilk bilgileri hiç zorlanmadan öğrenir. Aynı zamanda Hacı Ahmed Baba’nın mürîdlerinden ve köyün genç imamı Abdülgani Efendi’den hafızlık eğitimi alır. Hocası O’nun terbiyesi ve adabıyla olduğu kadar zekasıyla da diğer talebelerden farklı olduğunu anlar ve kendisini özel yetiştirmeye tâbi tutar. Mevlüd Baba küçük yaşlarda olmasına rağmen, zikrullaha büyük ilgi duymuş, nerede zikir yapılırsa, o meclise katılmış ve halkanın ortasına girerek kendinden geçene kadar sema dönmüştür.
Hacı Mevlüd Baba’nın tahsil hayatı iki döneme ayrılır. Birinci dönemde dedesi Hacı Ahmed Baba’dan şer’î ve tasavvufa dair ilk bilgileri almıştır. Ayrıca Hacı Ahmed Baba’nın mürîdlerinden ve köyün genç imamı Abdulgani Efendi’den hafızlık eğitimini tamamlarken, şer’î ilimlerden de icâzet almıştır. İkinci dönemde ise Erzurum’un düşman işgalinden kurtulmasının ardından Erzurum’a gelerek dedesi Hacı Ahmed Baba’nın bir halifesinin yanına yerleşmiş, Erzurum’daki muhtelif medreselerde eğitimini sürdürerek oralardan da icâzet almıştır.
Seyyid Hacı Ahmed Baba, Mevlüd Baba’nın şeyhi aynı zamanda dedesi olması hasebiyle o manevi atmosferde dünyaya gözlerini açmış, bizzat dedesi tarafından yetiştirilmiş, birçok harikulade hâllerine şahit olduğu dedesi Hacı Ahmed Baba, Mevlüd Baba için bir dede olmaktan ziyade kâmil bir mürşid olarak kabul edilmiş, doğumundan 17 yaşına kadar hiç ayrılmadığı dedesi tarafından manen eğitilerek, Rifâî ve Kadirî yolunda kendisine şeyhlik verilmiştir. Halifeliği Alışı
Hacı Mevlüd Baba çocukluk yıllarını geride bırakmış, gençlik yıllarına doğru ilerleyerek camide müezzinlik, dergahta tasavvufî bilgilerle teçhiz olup, zakir sıfatıyla dervişlere tevhid ettirmeye başladığı dönemlerde, istikbale dair şöyle bir hadise yaşanır: Mevlüt Baba kendi ifadesiyle; “Camide hafızlık yapan öğrencilerden her gün bir kişi müezzinlik yapıyordu. İkindi namazında sıra bana gelmişti. Hacımın Çil Garip isimli dervişinin namazdan çıktığını zannederek önünden geçtim. Sinirlenen Garip Baba bana eliyle vurdu. Namaz bittikten sonra Hacı Ahmed Baba geriye dönerek; – Garip Baba, neyi görüp de bağırıyorsun. (Garip Baba zaman zaman kendinden geçer ve bağırır.) – Bilmem ki Hacım. Bir vecd geliyor, kendimden geçip bağırıyorum. Hacı Ahmed Baba 3 kez tekrar ederek; – Şeytan omuzlarına biniyor, mahmuzları koltuğuna sıkıştırıyor. Her mahmuzlayışta, sen de kendinden geçip bağırıyorsun. Hiç Allah’tan korkmadın mı? Mevlüd’üme vurdun. Tüm dervişlere seslenerek; – Siz şahit olun. Hz. Resûlüllah’a gidip Mevlüd Baba’nın postunu aldım ve benimkinin üstüne astım. Dergah gelecekte onundur. Camideki 200’e yakın çoğunluğu derviş olan cemaat gök gürültüsünü andırır bir şekilde Huuu çektiler. Zannettim deprem oldu. Böylece Hacı Ahmed Baba büyük bir derviş kalabalığı (Abdülgani Efendi, Keçeroğlu Kâmil Baba, Horumlu Bahri Baba ve bunun gibileri içerisinde) dergahın Mevlüd Baba’ya kalacağını ve hilâfetini yıllar önceden tescil eder. İşte Hacı Mevlüd Baba’nın halifeliği alışı bu şekildedir. İrşad Makamına geçişi ve İrşad Görevi:
İrşadı ve Menkıbeleri: Hacı Mevlüd Baba, dedesi Hacı Ahmed Baba ve babası Yakup Baba’dan sonra Hacı Ahmed Köyü’ndeki dergaha yerleşmiş. Ayrıca müridleri, sevenleri, o civardan gelip geçen yolcular dergahında misafir olmuşlar, onları yedirerek, içirerek ve her türlü ihtiyaçlarını karşılayarak maddi hizmetlerde bulunmuştur..
1971 yılına kadar köyde yaşamış, aynı yıl Erzurum’a hicret etmiştir. Erzurum’da da müstakil bir ev almış. 3 odalı olan bu evin bir odasını dergah yapmıştır. Şehir merkezinde bulunan bu evde ahşap olup, hâlen özüne ve ruhuna uygun olarak kullanılmaktadır. Yüzlerce insanı irşad ettiği bu evin eski ve küçük olması nedeniyle başka bir eve taşınmıştır. 1994 yılına kadar da bu hanede irşad görevini yürütmüştür. Vefatlarıyla bu evi de Hacı Ahmed Baba Camii’ne vakfedilmiştir.
Mevlüd Baba’nın yaşadığı mekanlar, lüks ve gösterişten uzak, bir tasavvuf mekanı havası içinde olmuştur. Evlerinde tasavvufun inceliklerini ve sanatını gösteren eşyalar, tablolarda bulunmaktaydı.
Seyyid Mevlüd Baba, ilk önce Zekiye Hanım ile evlenmiş, Mustafa ve Abdulkadir isminde iki oğlu, Rukiye isminde de bir kızı olmuştur. Birinci hanımının vefatından sonra halasının kızı Fatıma Hanım ile evlenmiş, bu evliliğinden Talib, Yakub ve İlhami isminde üç erkek ve Dürdane isminde bir kızı olmuştur. Fatıma Hanım’ın vefatından sonra Emine Hanım ile evlenmiştir. Emine Hanım’dan herhangi bir çocuk dünyaya gelmemiştir.
Kendisi sıhhatli bir yaşam geçirmiş, hiç doktora gitmemiş ve ilaç kullanmamıştır. Zaten 107 yıl yaşam sürmesi de bunun bir göstergesidir. Mevlüd Baba, 107 yaşına gelmişti. 28 Ekim’i 29 Ekim’e bağlayan gece saat 00.20’de evlatları ve dervişlerinin Kur’ân tilavetleri arasında mübarek alınları terlemiş, gözleri yaşarmış, burun kanatları genişlemiş ve asırlık çalışan kalbi kelime-i tevhid ile son kez atmıştır. Ve kelime-i tevhid ile ruhunu Hakk’a teslim etmiştir. 1887 yılında başlayan hayat 29 Ekim 1994 yılında noktalanmıştır.
Mevlüd Baba’nın vefatı müridleri ve yakınlarını derin bir üzüntüye sevk etmiştir. Yurdun dört bir yanından gelen müridler, dervişler, büyük zâtlar ve yakınları artık Mevlüd Baba’ya son görevini yapmak üzere Erzurum’da toplanmışlardır. Cenaze namazı ikindi namazını müteakip Emir Şeyh Camiinde kılınır. Büyük bir kalabalığın iştirak ettiği cenaze namazını Erzurum’un manevi dinamiklerinden Abdulğafur Has Hocaefendi kıldırır. Namazın akabinde binlerce insanın tefekkür ve tevhidleri ile cenazesi Hacı Ahmed Baba Camii bahçesine getirilerek tekbir ve gözyaşları arasında ebedi istirahatgahına uğurlanır.
[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin) https://seyyahin.wordpress.com/2007/06/01/seyyid-haci-mevlut-baba/ [/toggle]