Eyneselli Mustafa Eren (ks.)

 

Giresun – Eynesil – Yeşil camii önünde medfun

İhramcızade İsmail Efendi’nin Halifesi

Eynesilli Mustafa Eren Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i Şerifi

Eynesilli Mustafa Eren Efendi, 28 Ocak 1926’da, Eynesil’in Ören köyünde , eski adıyla “Yağabil” yeni adıyla “Yakuplu” mahallesinde doğmuştur. Babası, Mollahaliloğullarından Molla Mustafa’dır. Sert mizacı ile tanınan Molla Mustafa, Eynesil’de ticaretle meşgul olmuştur.

Ona ilk eğitimini annesi vermiştir. İlköğrenimini ise Eynesil Merkez ilkokulunda ta­mamlamıştır. Ağabeyi, Dr. Hakkı Eren, ondan daha ileri sı­nıflarda olmasına rağmen, onunla sık sık müzakereye girdi­ği, zihni gücünü ispat ettiği nakledilir.

1944 yılında evlenmiş olan Mustafa Eren Efendi, 1946’da Urfa’da asker­lik şartlarında nöbetleri sırasında Kur’an’ı ezberlemiştir. Askerliğinin kalan kısmını Trabzon’da ta­mamlamıştır. Asıl eğitimini askerlik dönüşünde ikmal etmiştir.

Medre­selerin kapatılması, müderrislerin çeşitli suçlar isnat edile­rek telef edilmeleri ve dini eğitimin yasaklanması gibi tek parti uygulamalarına rağmen; Eynesil’de mukim, son devrin Osmanlı ulemasından Güdükoğlu Hacı Hasan Efendi ve Emekli müftü Kasberzâde Hacı Ahmet Elendi gibi kimseler­den temel İslâmi ilimleri tahsil etmeye muvaffak olmuştur.

Eynesil eski müftüsü merhum Mehmet Emecen’in, onun­la ilgili bir hatırasını şöyle naklettiği anlatılır: “Ben günlük derslerimi yapmak için, bütün gün çalışırken, Mustafa Eren dükkânda ticaretle meşgul olurken bir taraftan da küçük kâğıtlara notlar tutar; ertesi günü ben dersimi vermekle zor tanırken O, Hacı Ahmet Hocaya gelecek dersler için soru­lar sorar ve hocayı müşkül durumda bırakırdı.”

Tahsil ile ticareti bir ara­da yürüten Mustafa Eren Efendinin, 1950de Trabzon’a bir manifa­tura dükkânı açtığı, ancak arzuladığı ortamı bulamayarak tekrar Eynesil’e döndüğü, 1955 yılına kadar aynı işi burada devam ettirdikten sonra, bu işi oğullarına bırakarak kendi­sini tasavvufa ve İslâmi çalışmalara verdiği bilinen bir hu­sustur. Ticaretteki dürüst davranışları ve başarısı, halen onu tanıyanlarca takdir ile anlatılır. Böyle olmasına rağmen onun ticareti bırakmasında, hiç şüphesiz içine girdiği mane­viyat ikliminin nimetlerini tatmış olması belirleyici olmalıdır.

Onun tasavvufla tanışması önce kitaplar aracılığı ile ol­muş olmalıdır. Zira 1950’lı yıllarda bu anlamda bir arayış içindedir. Nitekim bu arayışın bir sonucu olarak, İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Efendi ile tanışımadan önce Vakfıkebir’de mu­kim Kadiri şeyhi Hafız Osman Efendi; Görele’de mukim Halveti şeyhi Hacı Mürsel Efendi gibi maneviyat ehli insan­larla görüşmüştür.

Mustafa Eren Hazretleri, İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Top­rak Hazretleri ile 1953 yılı mayıs ayında tanışmış ve hayatında­ki asıl değişiklik bundan sonra başlamıştır. Bu tanışmayı ki­min sağladığını henüz bilemiyoruz, ancak ticaretle meşgul olduğu için mala gittiği İstanbul’da Eyüp Sultan Hazretleri­ni ziyaret ederek, dua ettiği ve dönüşünde Sivas’a geçtiği, Hacı İsmail Hakkı Efendiye burada intisap ettiği ifade edilmek­tedir. Bundan önce, herhangi bir yere intisabının olmadığı da bilinen bir husustur. Mustafa Eren Hazretleri’nin bundan sonra manevi hazlar dünyasına ait haller ile zahiri ilimleri gönlünde ve zihninde meze ederek, muhabbet ve rahmani zevk dolu bir hayat yaşadığı bilinmektedir.

Tasavvuf literatüründe geçen manevi hallerin içinde, farklı bir dünya yaşayan ve Allah Teâlâ’ya âşık olmanın verdiği lez­zetli iklimde şeyhi İhramcızâde Hazretleri ile dolu dolu tam 16 yıl geçirmiştir. İhramcızâde Hazretlerinin 1969’da Hakk’a yürüyüşü ile de manevi görevine başlamış, kendi irşad halkasını oluştur­muştur.

Mustafa Eren Hazretleri’nin, daha şeyhinin sağlığında ihvan arasında “Hoca Efendi” diye anıldığı, iştirak ettiği sohbetlerde yüksek bir karizma oluşturduğu ve manevi ta­sarrufunun oldukça taşkın olduğu, o dönemi yaşayan ih­vanlar tarafından nakledilmekledir.

Dört defa hacca gitmiş, İmam-ı Azam, Şeyh Şibli, Hasan Basri ve İmam Ali radiyallâhü anhümü, her hac yolculuğunda ziya­ret etmeyi ihmal etmemiştir.

Mustafa Eren Hazretleri, 1990 yılında rahatsızlanmıştır. Rahatsızlanmazdan önce, hiç aksatmadan sürdürdüğü “ge­zerek irşad” faaliyetini durdurmuş ve özel otomobilini de satmıştır. Yakalandığı kanser hastalığı ile ilgili yapılan teda­viler olumlu sonuç vermemiş ve elem verici bir nekahet devrinden sonra, 1991 yılı 22 Temmuz günü Bulancak’ta hastalık döneminde kaldığı bir ihvanının evinde rahmet-i rahmana kavuşmuştur. Vefat ettiği odada, Eynesil ve Ören­deki vekalelerde saatlerin 13.55’de durmuş olması da kutsiyetine işarettir.

Manevi özellikleri bakımından çok farklı özelliklere sahip olan Mustafa Efendinin, fiziki bakımdan da diğer insanlardan seçkin olduğu görülür. Uzun boylu, seçkin yapılı ve buğday tenli olduğu bilinmektedir, Etkileyici bakışları, anlaşılır ve kı­sa konuşma tarzı, güçlü hafızası, derin sezgi gücü ve keskin zekâsı ile hayranlık uyandıran bir yapıya sahiptir.

Eynesilli Mustafa Eren Hazretlerinin (k.s.) Sözleri

” Oğlum mehdiyi ne yapacaksınız, siz kalbinizi temizleyin o gelir sizi bulur.”
“Bu tarikata inanır severseniz burası sizi ölümden çeker.”
“Biz çay içtiğimizi unutamıyoruz”
“Ben ihvanımın Allah ile konuşmasını isterim”
“Allah veli kullarını meccanen affeder,amellerini ihvanlarına pay eder.”
“Şeyh olan müritlerinin ruhlarını toplayıp inceleyecek yastığının altına koyup yatacak. Eğer yapamıyorsa onu teslim almasındansa, vursun öldürsün ondan daha az günah işler.”
“İhvan düzelsin, dünyayı düzeltmek zor değil”
“Kıymetinizi bilin, sahabe kıymetindesiniz.”
“Camilerimizde bir taşı olanı Allah yakmayacak.”
“Bu ihvanın rızıklarını da Allah bize verdi. Oğlum siz derviş olun, Allah gökten yağdırır.”
“Nasıl hal sahibidir ki sigara içerde hali bozulmaz.”
“Dersini çek, kendini bekle ömür biter.”
“İhvanın tespihi ve işi.”
“Biz otuz sene daha yanınızdayız, beş yüz senede tesirimiz olacak.”
“Kimi ihvanımız var parasız kalsa ihvanlık yapamaz. Kimisi de parası olsa ihvanlık yapamaz. Para lazım olduğu kadar lazım.”
“Ruh kemale erdiğinde bütün dünyayı kaplar. Bu beden onun başı olur.”
“Oğlum evde oturup Allah demeyle bu iş olmaz. Çay için sohbete devam edin.”
“Oğlum gidin cennete gidersiniz ama benim işime karışmayın. Ben sizi Allahın elinden kurtaramam.”
“Biz Medine-i Münevvere’nin üç yüz bin kişisini temizledik.”
“Bu yolda bozulmadan gidersek Allah bizden hesap sormayacak.”
“Oğlum küpün dibinden yiyin, üstünden değil.”
“Bundan sonra olacak bütün olaylar İslamiyet’in lehine olacak.” (1980)
“Sana fetva verseler dahi kalbine danış.”
” Selavat getirirdim de derdim ki “Ya Resulallah selavatımı duyuyor musun? “Duyuyorum oğlum duyuyorum” buyururdu.”
“Bu çocuk bu tarikata girsin bütün talükatını kurtarır.”
“Şeytan seni tutar yere çalar ancak öldüğün zaman anlarsın.”
“Allahın ne kulları var. Burayı bir duysalar bizleri böyle fırlatır atarlar.”
“Bu verilenleri yaptılar Allaha ulaştılar,  bize verdiler biz yaptık. Bizde size veriyoruz.”
“Doğru olan ve namazını kılanın ekmeği yenilir.”
“Oğlum bin sene yaşasan, vazifeleri bir hakkın yapsan sohbete gelmez isen Allahın huzuruna kupkuru gidersin.”
” Biz İstanbul’u biraz gezdik her şey oluşmuş. İsa gelse de bu iş bitse.”
“Şeytanın ve Yahudi’nin el atmadığı yer kalmadı.”
“Kalbinizi temizlersininiz Allah oraya gelir. Sen Allah ile beraber ahirete gidersin sana kimse soru soramaz. Canım Allaha kim soru sorabilir.”
“Şeytan girer kalbine Allah’ı, Peygamberi, Şeyhini inkar ettirir.”
“Oğlum velilik kolay değil. Bir velinin kanadının altında çay içerek gidiniz.”
“Bin tane çürük elma olmaktansa, bir tane sağlam elma olsun ondan iyidir.”
“İmanın nuru, Kop ile Vağuk dağı arasında kaldı”
“Sibirya da bir olay olur sigorta bizde atar, bu milletin yüküyle yüklenenden sohbet beklenmez.”
“Bunların cehennem ile işi yoktur, bunlar büyük günah işlemezler, küçük günahlarını da Allah affeder.”
“Biz bunları tanımazdık bunlar bizi tanımazdı. Allah bizi ervah-ı ezelde beraber yazmış.”
“Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler.”
“Allah bunları saçmış insanlarının içerisine biz topluyoruz.”
“Bizim imama ihtiyacımız yoktur, yalnız sigara içmesin.”
“Bu beden çekmez bu yükü. Allah benim yerime birisini koymadan ahiret’e gitmemi istemiyor ama ben Allah ile aramı yapıp gideceğim.”

 

Giresun/Eynesil ilçesine bildiğimiz üç tane eser bırakmıştır. Bunlardan birisi, Eynesil giriş tarafında bulunan Kubbeli Çeşmedir ve yol tarafında hemen camiînin yanında yer almaktadır, hiçbir mimari proje olmadan yaptırtmıştır. Cennette aynen böyle bir şadırvan gördüğünü belirtmiştir.

Ayrıca Giresun giriş ve çıkışına birer tane büyük camii yaptırtmaya başlamıştır. Bu camiilerde Osmanlı mimarisi kullanılmaktadır ve kesme taşlar ile yapılmaktadır.

Giresun giriş ve çıkışlarına, Osmanlı mimârisi ile kesme taşlar kullanarak iki câmi projesi çizmiştir ve inşâları hâlâ devam etmektedir. Bu camilerin adları Yeşil Câmii ve Sarayburnu Camii`dir. Kabri, Yeşil Camii önünde medfûndur.

Bu iki camii hakkında, Yeşil Camii tamamlandığında  Türkiye’nin düzeleceğini, Sarayburnu Camii tamamlandığında Dünyadaki durumların düzeleceğini söylemiştir.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Tasavvufta Mekki Kolu , Mehmet Fatsa , Mavi yayıncılık , 2000 [/toggle]

Göreleli Hüseyin Efendi

Giresun – Görele – Karakeş Köyü

İhramcızade İsmail Efendi’nin Halifesi

Göreleli Hüseyin Efendi’nin Silsile-i Şerifi

Göreleli Hüseyin (Kibar) Efendi, Görele’nin Karakeş köyünden Kibaroğlu Mehmet Efendi’nin oğludur. 1915 yılınnda doğduğu bilinmektedir. Bu yıllar, I. Dünya savaşının en elem verici yılarıdır. Çanakkale, Kafkasya, Süveyş ve diğer cephelerde yaşanan dramatik olaylar, toplumu ve ekonomik şartları çok zor duruma sokmuş, sair imkansızlıkların yanında eğitim imkanlarının da kısıtlı duruma düşmesi sebebiyle eğitim imkanı büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. İşte bu yüzden Hüseyin Efendi arzuladığı eğitimini alamamış, Rüştiye tahsili ile yetinmek dıırumunda kalmıştır. Askerliğini Kırklareli’nde tamamlamıştır.

Verilen bilgilere bakacak olursak, ceddinden ekseriyetinin ehli tarik olduğu, tasavvufi geleneğin bu ailede önceden var olduğu anlaşılmaktadır. Hatta, Nakşibendi silsilesinde önemli bir yer işgal eden Hasan Harakani Hazretlerinin soyundan olduğu rivayet edilmektedir. Ancak onun, Halidiligin Mekki kolu ile tanışması, çalışmak için gittiği Zonguldak’ta mukim, İsmail Hakkı Efendi’nin halifelerinden Hacı Hamza Efendi sayesinde olmuştur, ilk intisabını Hacı Hamza Efendi’ye yaptığı anlaşılan Göreleli Hüseyin Efendi’nin, daha sonra Sivas’a gittiği burada bir ay kaldığı ve bundan sonra irşadını İhramcızade İsmail Hakkı Efendi ile beraber sürdürdüğü anlaşılmaktadır.

Daha sonra irşad görevi ile memleketine geldiği, ilk irşad faaliyetlerine köyünden başladığı bilinmektedir. Ekonomik durumunun iyi olması, onun kendisini irşad hizmetlerine rahat vermesine yardımcı olmuştur. Hatta kendisine ait arazilerin önemli bir kısmını sattığı, ihvanlan için harcadığı ifade edilmektedir. Onun bu tasaddukçu tutumu, bölgede bulunan saygın esnaf ve ilim ehli bir çok insanın, ona intisap etmesine neden olmuş ve bu sayede İhramcızade mektebinin tesiri bölgede yayılmıştır.

Göreleli Hüseyin Efendi, bir ara şehre inmiş, irşad faaliyetlerini Görele şehir merkezinde sürdürmüştür. Ancak İnkilaplar döneminin tekke ve zaviyelerle ilgili tatumu yüzünden uğradığı takibatlar, onu tekrar köyüne dönmeye mecbur etmiştir. Buradaki tasavvufi yaşayışı daha çok “münzevi” tarzda snyılabilir. Matta, hayatının son donemlerinde evinden uzakça bir yerde, bahçe içinde kurduğu “çardakta kendini tamamıyla ibadete verdiği nakledilmektedir.

Marangozluk işi ile de uğraştığı bilinen Hüseyin Efendi’nin, zature hastalığına yakalandığı, bu hastalıktan kurtulamayarak, 48 yaşında, 1963 yılında vefat ettiği bilinmektedir. Hafız Abdurrahman, Faik Hoca, Tahir Duman Hoca, Cevdet Hafız gibi önemli şahsiyetlerin, onun kurduğu sohbet meclislerinde yetişmiş olduğu ifade edilmektedir. Göreleli Hüseyin Efendinin, züht yaşayışında daha çok istiğrak halinin hakim olduğu, münzevi hayatı, belki devrin şartları gereği tercih ettiği söylenilebilir. Ama irşad usulü İhramcızade mektebinin yöntemlerini sürdürdüğü kesindir..

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Tasavvufta Mekki Kolu , Mehmet Fatsa , Mavi yayıncılık , 2000 [/toggle]

Bünyamin Yıldırım Efendi

İstanbul – Ümraniye – Kocatepe kabristanında

İhramcızade İsmail Hakkı hazretleri’nin halifesi

 

Sivas/İmranlı kazasına bağlı Uyanık (Bafsu) köyünde 1943 yılında dünyaya geldi. İlk dini bilgilerini köy imamlığı yapan babası Molla Recep’ten aldı. Çocukluk yıllarında tasavvuf arayışı ve özlemiyle yazdığı mısralar dikkati çekerdi. Onun bu özlemi, Nakşibendi / Halidiyye kolu şeyhi Kutbul Azam olarak bilinen İsmail Hakkı ÖZTOPRAK (k.s) Hazretlerine intisap etmesine vesile oldu.

Henüz 16 yaşında olmasına rağmen ezelindeki bu cevheri manada gören şeyhi, Bünyamin Yıldırım Hz. (k.s.)’nin ifadesiyle ömrünün sonuna kadar yapacağı hizmetlere vesile olan aşkı ilahiyi gönlüne nakşetmiştir. Allah , Muhammed , Mürşid sevgisi üzerine söylediği beyitlerinin kaynağının ve gücünün şeyhinin nazarı olduğunu dile getirdi. Bunu da ; “Yek nazar eylese arif-i billah aslı kem-hareyi mücevher eyler” sözüyle sık sık belirtirdi.

O dönemde Sivas’ta yaşamakta olan İhramcızade İsmail Hakkı Hazretleri yurt içinden ve yurt dışından gelen birçok topluluğa hizmet vermiştir. Kur’an ve sünnetin ışığı altında yetiştirdiği halifeleri Türkiye’nin birçok yerinde hizmete devam etmektedir. Bunlardan biri de mutasavvıf olan arif , aşık ve bir gönül insan Bünyamin Yıldırım Hazretleridir. Şeyhinin 1969 yılında vefatından sonra manevi bir işaretle İstanbul/Esatpaşa’ya yerleşerek orada irşad görevini sürdürmüştür.

Yunus Emre hazretleri’nin şehir ve kasabaları adım adım dolaşarak insanları Allah aşkına , sevgiye , birliğe davet ettiği gibi , Bünyamin Yıldırım Hazretleri de Anadolu’nun köy ve kasabalarını dolaşarak emr-i bil marufta bulunmuştur. Feyiz ve muhabbeti gönül kasesine koyarak insanlara tattırmıştır. Sohbetlerinde önceden hazırlanan bir konuyu işlemez, sohbet ettiği insanların hallerine göre onların ikaz ve irşadına vesile olacak ilahiler söyler vaiz ve nasihatlerde bulunurdu.
Adap , aşk ve yokluk sohbetlerinde , üç ana esastı.
-Adap hoştur , adap hoştur , adabı olmayan boştur.
-Allah’a giden en kısa ve kese yol aşktır.
-Tasavvuf yok olup var olmaktır. Sen yok ol ki hak sende var olsun.
Bu görüşler ona göre tasavvuf okulunun temel taşlarıydı. Manevi hayatında ve hizmetlerinde gönüle çok değer verirdi.

“Kardeşlerim , bir insan alim olur , hoca olur , sohbet ehli olur ama gönül ehli olmak zordur. Biz rabbimizin nazar-gahı olan gönüle ulaşmak , gönül insanı olmak istiyoruz.” buyururlardı.

Gönüle cem ettik iki cihanı
Gönülde okuduk ayet Kur’an-ı
Gönlümüze aldık biz mim sultanı
Gönülde haller var inceden ince.

Düşün gönül ile bul gönül ile
Anla gönül ile bil gönül ile
Şu göz gafletini sil gönül ile
Ol tevhidin sırrı gönül değil mi?..

İlahilerinde , gönül pınarından çıkan ilahi feyiz ile kurumuş gönülleri sulamış, bir pınarın çevresini yeşillendirdiği gibi yeni bir çehreye kavuşturmuştur.

Ayrıca hizmetlerinin büyük bir bölümünü kadınlara ve gençlere yapmıştır.Onların Kur’an ve sünnet üzere yaşamaları uyanık Müslüman olmaları için verdiği vaazlar büyük uyanışlara vesile olmuştur. İçki , kumar ve eğlence meclislerinde hayatını harcayan aileleri ele almış ve onların gafletten kurtulup çocuklarıyla topyekün İslami yaşama şerefine erişmesini sağlamıştır. Kitleleri İslam nuruyla aydınlatarak çağımızın ahlaksızlık tufanından onları selamet ve huzur sahiline ulaştırmıştır.

Bir toprak misali taşlaşmış gönülleri , sohbet , hizmet ve ilahileriyle besleyip sulayarak Allah rızasına yönelen filizler yetiştirmiştir.Ancak kader-i ilahi bu körpecik filizlerin günü toprağı alıp götürmüştür. Evinden 17 Mart 1994 Perşembe günü Rabbisine rabıtada iken vuslata ermiş, arkasında binlerce kalbi onun sevgisiyle dolu, gözü yaşlı müritler bırakmıştır
.

Türbesi Ümraniye / Kocatepe kabristanındadır. Vefatından sonra müridleri onun adap ve erkanıyla hizmete devam etmektedir..

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
http://www.bunyaminyildirimefendihz.com/biyografi [/toggle]

Hafız Muhammed Özcan Termevi

Samsun – Terme

Hafız Muhammed Özcan Efendi Silsile-i Şerifi

Nakşi halidi kolunun büyüklerinden olan Hafız Muhammed Özcan Efendi, Emaneti ömrü boyunca yüzlerce kilometre yol aşıp her defasında ulaştığı Sivas ülkesinden, Hafız Hakkı Ürgubi Hazretleri’nden aldı. Kendisi ehli kerâmet ve ehli kâmil olarak sadece ihvan içinde değil bölge halkı tarafından da bu şekilde tanınıyor, biliniyordu. 05.03.1931 tarihinde doğmuş ve 08.09.2009 tarihinde vefat etmiştir.

Tarikat kendisine emanet edilince en nazik ve dar geçitlerinden geçmekte idi. Bu geçiş bazı kendini bilmez insanların, onun tabiri ile “tarikat eşkıyalığı” yapması sonucunda daha fazla daralmıştı fakat kendisi de aynı zamanda yetiştiği ve feyz aldığı o büyük pınarın himmeti ile bu konulara hızla çare bulabilecek, muhteşem bir karaktere sahipti.

Her yönüyle tam donanımlı “Şah efendimiz” olarak nitelendirdiği Şah-ı Nakşibend Hazretleri’’nin emanet takipçisi ve altın halkanın taşıyıcı müdekkikan’ı olarak harikulade bir ahlaka ve ilme sahipti.

Kendisinin yakın alakalılarından müftü Mustafa Bey… O kadar çok yakın ve ışığın merkezinde ki bir sahra sohbetinde mürşidinden müsaade alarak ve yine o ışığın devamında afiyette olsunlar için şöyle duâ ediyor:

“-Efendiler! İçimden bir duâ geldi. Kabul ederseniz “amin”dersiniz, etmezseniz mal benim!

İstiyorum ki hep Efendi konuşşun! Yalnız duam şu: Allah bu bayram ziyaretinin, Zilhicce Ayı’nın yüzü suyu hürmetine efendimize elli yaşının sağlığını geri versin! Yüz kırk yaşındaki peygamberlere çocuk veren Allah, Efendimizede elli yaşının sağlığını verir inşallah! Sonra da hep Efendi konuşşun dinleyelim!

Her kütüğün başına karınca toplanmaz! Bu çok büyük bir kütük! Allah Efendiyi başımızdan almasın! Bu karıncaları da o kütüğün başından almasın! Âmin !”

İşte böylesine yakın ve yangın Müridleri ışığın kaynağına… Hele bir çavuşu var idi(Allah uzun ömürler ihsan etsin)ki adı Bekir … Onun için:

“-Allah her peygambere ve sevdiği kuluna bir Bekir hediye edermiş, bu da bizim Bekir !”diye kendisine inceden inceye duâ ederdi.

Kendisi çok celalli ve Ömer sıfatlı olduğu için yanlarına çok yaklaşamaz, hâllerine vakıf olamazdık. Lakin bütün bu disiplinli görünüşünün altında büyük bir merhamet ve şefkat dolu yüreği vardı.

Müridana ders ve sohbet hususunda çok sertti. Fahirettin Hoca Efendiyi anmak için toplandığımız bir Çarşamba-Kızılot sahrasında sohbeti keserek uzun süre Müridleri seyretmiş sonra da celallenerek:

“-Evet, bazı yerlerde ders ve hatim hocamız yok! Bu yüzden mahremi olan kadınların; kocası, amcası, kardeşi, dayısı, oğlu dersini değişecek! Kadınlar ders değişecek! On senedir dersini değişmemiş kadın olmaz! Muzaffer Hoca dersini değişmiş, bir daha ders değiştireni olmamış, böyle şey olmaz!”diye adeta kükremişti.

Büyük insan, büyük mürşid-i kâmil, büyük veli… Halkanın tamamlayıcısı. Pençesine düştüğü diyabet hastalığı kendisini gün gün bizden uzaklaştırırken, üzüntümüzü yüzümüzden okur;

“-Ayrılık yok! Biriz, beraberiz! Burada sizi nasıl bıraktıysak orada öyle karşılayacağız! “Sizden hiçbiriniz mahşer sahrasında kalmayıncaya dek sıratı geçmeyeceğiz!” derdi merhum İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri, biz de o sözün üzerindeyiz. Dersinizi bırakmayın. Sohbetlere devam edin. Hocalarımızı dinleyin. Onlar bizim dilimizle konuşuyor “ diyerek dervişlere soğukluk verirdi.

Uzun yıllar boyu kendisi ile yaşamış, ona yarenlik etmiş olan büyük halifeleri onun celal sıfatının önde olduğuna dikkat çeker, huzurunda dil ve kalplerimize sahip olmamızı özellikle salık verirlerdi. Mübarek insan en ufak bir disiplinsiz harekete, adaba mugayir olan bir davranışa, tarikat düşünce ve ilim ufkuna sığmayacak söze ve fikre çok celallenir, hemen düzeltirdi.

Yer yine Çarşamba… Kaşıkçı namı ile maruf Mehmet Amcamızın vekalesinde sahra için toplanılmış uzaktan gelenlerden sağlıklı haberleri ve mesafeleri hususunda hatim hocaları ile sürekli irtibat hâlinde… Bir kafile çok geri kalmış ve Efendi de merak hat safhada… Sahra başlıyor ve ancak uzun bir süre sonra sohbete katılabiliyorlar. Kafilenin hatim hocası sualde:
“- Nerede kaldınız?”

— Efendim! Abdest tazelemek için içimizdeki yaşlılar sebebiyle yakın bir yerde uzun bir süre duraklamak zorunda kaldık. O sırada baktık ki yakındaki bir bahçenin içinde çok güzel kirazlar var. Sahibini soruşturduk, olmadığını söylediler. Biz de yediğimiz kadar kirazın karşılığını abdesthane görevlisine vererek, sahibine ulaştırmasını tembih edip hızla yola koyulduk.”

Hatim hocası burada helâlden ödün vermediklerini, sahipsiz de olsa kullanılan bir malın karşılığını verdilerini dolayısıyla incelik ve hassasiyetlerinin ne kadar üst seviyede olduğuna dikkat çekmek isterken hiç ummadığı bir şekilde Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri’nden şöyle bir azar işitir.

“- Mübarek adam sen bilmez misin “en nezaretü minen nar ”? (beklemek ateştendir.) bu kadar insan sizi bu sohbet yerinde bekliyor, siz de kiraz yemekle meşgulsünüz öyle mi? Allah size merhamet etsin!”

Vekalelelere çok özen gösterir oraların bakım yapım ve onarımı için müridanı çok teşvik eder, her sahrada muhakkak bu konu üzerinde ya kendisi konuşur ya da o çok sevdiği yakın halifelerinden birine anlattırırdı. Bu hususta sürekli tekrar ettiği şu hatırasını artık Fatiha suresi gibi hafızamıza almıştık:

“- Vekale evlerimizin vekilidir. Herkes vekaleye yardım edecek! Her zaman söylerim, Allah sizlerden razı olsun! Allah’a şükür oturacak evlerimiz var, rahat oturuyoruz. Ancak Terme’de vaktiyle vekale yoktu. Çok sonradan ufak bir vekale yaptık. Ali Osman hoca efendi geldi, sobayı yaktık. Kış günü idi. Hemen vekale ısındı. Isınınca hoca efendi bana döndü elini uzattı ve:
—Kibriti ver bana! Dedi.

Bende kendisine tazim ile kibriti uzattım. Sonra elindeki kibriti kaldırarak buyurdu ki:
— Bu vekalelere bir kibrit almak, dağın başında cemaatsiz bir cami yapmaktan evladır!
Evet! Zikir meclisinin sobası yanıyor, ısınıyorsunuz, hatim okuyorsunuz.”

Yeryüzünün ayakta kalması iki şeye bağlıdır: biri zekât diğeri zikir ! Bu iki müessese oldukça yeryüzü batmayacak.”

Aşar da zekâttır. Malın zekâtıdır. Mahsulü Allah bol vermiş onda birini vermelisiniz. Burası vekaledir, şimdi evimizdir, rahatça oturuyoruz. İnşallah herkes vekalesini yapar. Allah vekaleleriniz hususunda sizin yardımcınız olsun!”

Cemaati kendisine sarsılmaz bir inançla ve Kur’an’ın tabiri ile “aralarına demirden harçlar dökülmüş taştan duvarlar gibi ” bağlı idi. Öyle çok severlerdi ki Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri’’ni onu görmek bile gözyaşı pınarlarının sel olması için yeterli idi. Muhyiddin Arabî Hazretleri buyuruyor ki:

“- Bazı velilere sıkı bir riyazetten sonra âlemin zuhurundaki sırlar gösterilir… Bu sırra erişmiş velilerden birisi bir sahra sohbetinde cemaate şöyle sesleniyordu:

“- Muhteremler! Allah’a şükürler olsun bu gün yine sahra yapıyoruz. Allah büyüklerimizin ruhlarını şad etsin. Büyüklerimiz konuşmamızı emrediyor ancak konuşmak için de hâl lazım! Hâl’imiz yok! Ne ile konuşacağız? Bu yol “kâl” değil “hâl” yoludur. Cenab-ı Allah bizi hâl ile hâllenip yaşamayı nasip etsin.

Derviş öyle hâllenirmiş ki, ağaçlar, kuşlar, gören gözler hep ona âşık olurmuş. Ağaçlar:
“— Şu mübarek benim yanımdan geçse” dermiş.
Merhum Tarakçı Hamit Hoca Efendi bir yerden gelirken, yolu bırakmış ormana girmiş. Yanındaki talebeleri:
“- Hocam niçin yolu bıraktınız?” dediklerinde,

— Şu karşı ki ağaçlar çağırdı. “Yıllar var ki orman içinde bir mübarek yüz görüp selamını alamadık. Çok içerlerde olduğumuz için hasret kaldık Allah’ın mübarek kullarına. Şöyle yanımızdan geç de mübarek yüzünü bir görelim.” Dediler ben de o yüzden yolu bıraktım! Buyurmuş”
Efendi de derin bir sukut ve müridi, dostu, evliyası, halifesine karşı onaylı bir tebessüm.
Derlerdi ki;
“-Umre haccından gelen bir dervişle efendisini ziyaretten gelen bir derviş karşılaşırlar. Umreden gelen;
“-Sevapları değişelim”,diyor hemen hatiften bir ses geliyor:
“- Sakın değişme! Galip sensin! Görüyor musunuz Efendiyi ziyarette ne kadar büyük sevap var!”
Yine derlerdi ki:

“- Nefer olmak çok zor iş. Eğer sana bir şey emredilirse sakın yan çizme! Elinden geldiği kadar “ baş üstüne” de, oraya devam et.

Bu tarikattır, bu işler kendi kendine olmaz! Yapmıyorum diyenler, alıp da yapmayanlar perişan oldu! Masrafı olursa da o masraf çıkar, geri durmayın!

Çamlıbel dağlarında İbrahim Bey’ in arabası gitmiyor. Ahmet ağa yeni araba almış ondayız. Kar çok, zincir de yok! Arkadaş, dayanıyoruz, biraz gidiyoruz, araba badanaj yapıyor. Kar belde… Akıl işi değil bu! Şimdi düşünüyoruz, bak, kimse kalmadı! Allah göçenlere rahmet etsin!

Efendiyi ziyaret gibi bir şey yok! Tarakçı Hamit Hoca Efendi Kırklareli’nde asker olan Tokatlı Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri Nuri Sayın’ı ziyarete gidiyor. Tarakçı Hamit Hoca Efendi’yi nizamiyeden içeriye almıyorlar. Bir süre sonra ziyaretine gittiği asker çağırılıyor ve geliyor. Tarakçı Hamit Hoca Efendi’yi görür görmez ayaklarına kapanıyor. Tarakçı Hamit Hoca Efendi:
“- Hayır! El öptün, tamam! Ayağa kapanmak yok! Asker diyor ki:
“- Ne yapayım ben size! Benim için ta buralara kadar geldiniz!

— Ne yapacaksın? Yüz yüze baktık, Allah rızası için geldik, görüştük. Daha ne olsun! Der Tarakçı Hamit Hoca Efendi.
Tatlı olur böyle görüşmeler. Merhum İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri’ buyurdu ki:
“- İki kişi karşılaşınca, önce ziyarete sebep olanı Allah affediyor sonra da ziyaret edeni… ”

Ulaşım ve haberleşme zamanla daha da çok yerleşecek. Birisi hasta olduğunda diğeri cemaate hemen haber versin. Cemaatin haberi olmuyor! Bu çok önemli! Cenazelerde, hastalıklarda, yardımlaşmak gerekiyor. Bunun için birini görevlendirin.”

Cömertliğe, yiğitliğe, civanmertliğe çok kıymet verirdi. Kendisi de olabildiğince cömert, eli açık, âli cenab, bir mürşid-i kâmil idi. Fırsat buldukça bu sıfatlarını alabildiğince engin sergilerlerdi.

Huzur sohbetlerinde cömertlik hususuna değinildiğinde çok memnun olur, o celalli tebessümünü bu hususta konuşan hoca efendiden esirgemezdi.

Kendisinin vefatından sonra yakın halifelerinden ve altın halkanın en yakın hizmetçilerinden bir olan hoca efendilerimizden bizlere onun çok hoşlanarak anlattığı şu “ cömertliği gözetlemek” sıralı hikâyelerini şöylece rivayet etmişti;

“- Merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri’nin manevi huzurundayız. Uzaklardan yakınlardan geldik, toplandık. Allah rızasına muvafık kılsın. Elde edilecek mesubatın en azamisini versin. (âmin)

İnsan dünyaya azık toplamak için geldi. Kendimizi göstermeye, Allah’ı razı etmeye gönderildik. Yaptığımız işler çok akıllı işler değil. Amma çok akıllı olanların da yaptıkları işleri görüyoruz. Çok akıllı olmak da gerekmiyor.

Bu hizmet kıyamete kadar devam edecek. Kıyamet koptuğu andaki mürşid-i kâmilimiz de hafız olacak. Bunu defalarca merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri’nden dinlemiştik. Bunda şüphe yokken biz şimdi ne yapabiliriz noktasındayız. Biz yokken de bu tarikat vardı, bizden sonra da var olmaya devam edecek. Allah bu yükünü taşıttırır. Bu yükü bize taşıttırıyorsa bize ne mutlu! Bu iş yürüyecektir. Bizim gayretimiz buradan alacağımız ecirdir.

Tarikatımızda şöyle bir adab vardır; “ihvan kardeşini şeyhi mesabesinde görmeyen bu tarikatta yol alamaz”. Onun için ben merkezli değil, “ biz” merkezli olalım.
Bir hikâye;

Bir şeyhin tekkesinde otuz derviş varmış. Bir yemek gelmiş. Ancak sadece iki kişiye yetecek kadar bir yemek… Dervişler ışığı söndürmüşler ki yemeği yiyenler görünmesin… Işık açılınca bir de bakmışlar ki bir lokma yemek yenmemiş, herkes kardeşim yesin demiş. İşte bu sahabe ahlakıdır.

Peygamberimiz (sav) zamanında bir koyun kellesinin bütün evleri dolaşıp geri ilk çıktığı yere dönmesinin anlatıldığı hadis meşhurdur.

Büyüklerimizden biri bir yemeğe davet edilmiş. Misafir olarak sofraya oturunca adamlar yemeğe öyle saldırmışlar ki, misafirden de açlar… O da geri çekilmiş ve adamların karnını doyurmasını beklemiş. Evine dönünce yemek yaptırmış ve ancak o zaman karnını doyurmuş.

Samiri buzağıyı yapıp Hazreti Musa (a.s.)’da bu durumu görünce onu öldürmeye yeltenmiş. Allah şöyle buyurmuş Hazreti Musa (a.s.)’a:

“- Samiri’yi öldürme! O cömerttir!”

Yine Yahudiler ile yapılan bir gazadan sonra esirler Medine-i Münevvere’ye getirilip kılıçtan geçirilirken; Peygamberimiz (sav) içlerinden birisini ayırmalarını işaret etmiş. Hazreti Ali(r.a.) bu işe şaşırmış ve Peygamberimiz (sav)’e sormuş:

“- Ya Rasullallah! Şuç bir, ceza bir, din bir, kitap bir. Onu niçin ayırdınız?

— Ya Ali! Cebrail geldi, “Allah, onu öldürmesin çünkü o cömerttir. Cömertler Allah’ın dostudur!” buyurdu dedi, ben de bıraktım.”

Öşür ve zekât veren biri hakkında Ali Osman Hoca Efendi, merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri’ne;
— Bu adam cimridir! Diyince merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri;

—Aman efendim! O adam zekâtını, öşürünü verir! Diye mukabelede bulunuyor. Bunun üzerine Ali Osman Hoca Efendi şu keskin tarikat adabını dile getiriyor:
“- Sen hiç o adamı ihvana bir tabak yemek yedirir iken gördün mü?…”

Bir gün Ramıteni Efendimiz Hazretleri tekkede banyo yapacak içeri giriyor, hizmetlisi de kapıya bir kova sıcak suyu bırakıyor. Efendi Hazretleri kovayı içeri alıyor ama bakıyor ki su, dökülemeyecek kadar sıcak. Efendisine yeni mürid olmuş bir genç de belki ihtiyacı olur diye bir kova soğuk suyu kapının önüne bırakıp, öksürerek çekiliyor. Efendi Hazretleri bu iki suyu birbirine karıştırıp güzelce banyosunu yapıyor. Dışarı çıkınca;

“- Kim idi o suyu getiren? Diye soruyor, o talebesi utanıyor yanlış bir iş yaptım zannederek, sıkılgan bir hâlde kendisi olduğunu fısıldıyor. Efendi Hazretleri kendisine şöyle mukabelede bulunuyor:
“- Evlat, öyle bir iş yaptın ki, kırk yıllık ihvanı ileri geçtin.”
Bu yüzden Cömertliği gözetlemek lazımdır.”
Hoca Ubeydullah Taşkendi Hazretleri şöyle buyuruyor:

“- Tevhid ibadette, teni şehvetlerden kullukta da gönlü boş fikirlerden kurtarmaktır. Yoksa Allah birdir ve onu bir olarak idrak edebilmek muhâldir. ”

Bu söz öyle bir mânâ ve hikmet ifade ediyor ki bizlere sürekli derslerimizi yapmak, rabıtalarımızı tamamlamak hususunda edilen tavsiye ve öğütler bu sözle derin bir anlam kazanıyor. “onu idrak edebilmek… “ Altın halkanın tamamlayıcısı ve bir sonraki emanetçisine, erdiricisi merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri’nin şu aşağıdaki sahra sohbetindeki sözleri bu mânâyı tefsir kabilindendir. Burada da ayrıca “ sözlerin büyüğü büyüklerin sözleridir” kelam-ı kibarı bir kere daha hakikat ışığını parlatıyor:

“- En büyük kerâmet yüz yüze görüşmektir. Ali Osman Hoca Efendi “ El-mahbub kü’l-lel mahbub.” (insanlar birbirlerini seviyorsa birbirlerinin kusurlarını görmezler) derdi. Dışarı da Âdem(a.s.)’den beri salınmış bir şeytan var. Beşer şaşar içeride nefis var. Onunla başa çıkmak zor! Hazreti Âdem (a.s.)’ın melekler kırk gün çamurunu yoğurdular, Cebrail başlarında târif ediyor. Hazreti Âdem (a.s.)’in boğazına kadar cesedini yapmışlar. Şeytan karnına girmek için hamle yaptığında;
“- Gelme! Ben buradayım! Diye içerden sesleniyor nefis…
Ali Osman Hoca Efendi hastalanmış, durumu ağır! Rıza arıyor;

“- on sekiz sene talebe okuttum. Beş yüz tane müftü olacak talebem var! Diyince yanındakiler hocanın mırıldanmasını fırsat bilip sormuşlar;
— Hocam, nasılsınız?

— Ağlıyorum, hiçbir şey yapamadık, bom boş gideceğiz! Diye cevap veriyor. İnsanların olgunu da böyledir. Yokluğa giderler, büyüdükçe… “
İşte, kelime-i tevhidin, mutlak Bir’in anlaşılma ve kavranma noktası… Daha ne denilebilir…

Merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri ile yirmi yılı aşkın bir süre birlikte olmuş, dizi dibinde hem hakikatları dinlemiş ve hem de hakikatları anlatmış bir büyük ehlullah, tarikat okulu müderrislerinden… Yolun meydana açılan büyük caddelerinden… İfta makamından emekli… Bakın o muhterem merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri’ni nasıl anlatıyor:

“- Efendi (merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri ) ilk defa Çarşamba da ders almış. Biz de burada ders aldık. Perşembenin gelmesi çarşambadan belli olur. Gölge olması için ağaç olması lazım. Gölge, ağacın varlığına işarettir.
Efendi şimdi üzerimizde ki çadırı işaret etti de ben de dedim ki;

— Bu çadırın gölgesi cennet ağaçlarının gölgesine benziyor. Cennet çadırı olmasa bu çadır bu gölgeler ortaya çıkmaz. Bu gün bizim burada oluşumuz, cennette de bu gölgelerin altında oturup sohbet edeceğimizin müjdesidir inşallah. Bu gün biz buraya nasip olduk, inşallah cennette de bu çadırların altında eksiksizce otururuz. Bütün meşayıh ile başta Efendimiz( Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri ) olmak üzere orada olalım, inşallah.

Bütün gayretimiz orada da mürşid-i kâmilimizin etrafında toplanmak arzusudur. Şu sohbeti yapanlardan Allah razı olsun!
Ol söyleyeni dinle,
Ol söyleteni anla,
Kabul kıl ânı canla,
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.

Bizi buraya mevlanın izni ile Efendimiz ( Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri ) toplamadı mı? Şu devletli günümüz kutlu olsun, mutlu olsun, huzurlu olsun, evlerimize temizlenmiş bir hâlde dönelim inşallah. Kıyamet günü “ Allah için birbirlerini sevenler nerede? ” diye sorulacak. Bizler ter deryasına batmışız! O vakit gökten nurdan minderler indirilecek! Mahşer halkı bunlara bakacak ve imrenecekler. O zaman diyecekler ki; “ bunlar kimin için?” hatiften kendilerine şu cevap verilecek;

“- Bunlar, dünyada iken ne peygamber idiler, ne şu idiler, ne de bu idiler! Bunlar bir yerden bir yere yürüyerek ya da binitli, sırf Allah rızası için bir birlerinin yüzüne bakan, beraber oturup Allah’ı zikredenlerdir. Bu da onlara mükâfattır!” diye ilan edilecek.

Dünya hayatı için bir kere şans veriliyor. Ve değerlendirmeler görevli melekler tarafından yapılıyor. Bunlar karşımıza çıkacak. Artık ebedi âleme gidiyoruz. Bu bize ya mükâfat olacak yahut mücazat… Ya eşleri ile karşılıklı oturacakları bir cennet ya da kan ile irin kuyuları…

Kevser… Bir damla içen ebedi susamayacak! Kıyamete kadar gelen insanların hepsi de bunlardan istifade edebilme şansı ile analarından doğacaklar! Vizesi; “la ilahe illallah”, şartı ise “iman”… Eğitimimiz hep cenneti kazanmak için. Her şey cennette…

İşte böyle bir insandı merhum Hafız Muhammed Özcan Efendi Hazretleri… Şimdi onu bizden alan ecelin götürdüğü yerin giriş kapısında şunlar yazıyor:

Şah-ı Nakşibend Tarikatı Meşayıhından, Hadim-i Piran Hafız Muhammed Özcan, D.05.03.1931,Ö.08.09.2009. Ruhuna Fatiha…
[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Silsile-i Zeheb ( Altın halka) , Er Yavuz Yakut , Ekim 2011 [/toggle]

Sivaslı İsmail Hafız Hakkı Ürgübi (ks.)

Sivas – Ulu camii avlusunda Şeyhi İhramcızade hazretlerinin yanında

Sivaslı İsmail Hafız Hakkı Ürgübi Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i Şerifi

1901 yılında Sivas’ın Ulu Atak mahâllesinde doğdu. Babası Feyzullah efendidir, dedesi İsmail Hakkı Efendi Sivas’a gelip yerleşmiş. Ataları Şam’dan Ürgüp’e daha sonra Zara’ya ve oradan da Sivas’a göç etmişler. Baba tarafından şecere silsilesi Hazreti Hüseyin’e kadar ulaşır. Annesi Hatice hanımın soyu da Horasanda Anadolu’ya İslâm’ın yayılması için gönderilmiş büyük mücahitlerden Şeyh Mahmut Merzubani Hazretleri Zara’nın Tekke köyünde Türbesinde medfundur. Çok az insanlara nasip olacak olayları hayatında yaşayan ve şahsında bütünleştiren bir güzel insanın ana ve baba soyunun Hazreti Peygambere kadar ulaşması tamamıyla Cenabı Allah’ın bir lutfudur. Annesiyle babasının evliliği kendisinden şöyle nakil edilir:

“-Annemi evvelce birine nişanlamışlar lâkin nişanı erkek tarafı geri bırakmış. Tekrar başka birine nişanlamışlar fakat bir müddet sonra bu nişan da bozulmuş. Bu defa dayılarım annemi babamla evlendirmişler. Babam Seyyid, annem Şerif’tir. Eğer önceki o iki nişandan biri evliliğe dönüşseydi, elmas çamura düşmüş olurdu”.

Merhum Hafız Hakkı Ürgubi Hazretleri ilk tahsiline medresede başlamıştır. Öğrenciliği sırasında bir kız iki erkek kardeşini kaybetmiş, babası Rus Harbine katılmış ve bir daha da kendisinden haber alınamamıştır. İki sene sonra annesini kaybederek yetim ve yalnız kalmıştır..Bu zor şartlarda medrese tahsilini sürdürememiş fakat hafızlığını tamamlamıştır. Bundan sonra Hafız Hakkı ismi ile tanınır olmuştur. Askerliğini Sivas’ta yapmış, burada Nakşibendî Tarikatı Şeyhi İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretler ile tanışmış ve uzun yıllar yakın dostlukları ve samimi muhabbetleri devam etmiştir.

Yedi yaşında namaza başlamış ve kazaya namazı kalmamış. Şakadan da olsa yalan konuşmamıştır.

Resmen emekli olduğu 1977 yılına kadar ilk defa Hoca İmam Camii sonra Vişneli Camii, Meydan Camii ve Osman Paşa Camilerinde olmak üzere 52 yıl imamlık yapmıştır.

Bir teneke buğdayın 14 lira olduğu yıllarda 12 lira 55 kuruş maaş alıyordu yani bir aylık maaşı ile karşılığında bir teneke buğday alamıyordu. Fakat Camiler boş kalmasın bilhassa bu ihvana hizmet ve Şeyhine yardım emeliyle bu görevi sürdürüyordu.

Son derece mütevazı, kendini ön plana çıkarmayan, devamlı tefekkür hâlinde olmayı tercih eden merhum Hafız Hakkı Ürgubi Hazretleri, İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri’’nin, mürşidi Mustafa Tâki Hazretlerinin tekkesine gittiğinde onun dikkatini celp ediyor ve tekkesinde imamlık yapmasını istiyor. Terbiyesi, ahlâkının güzelliği kendisini Tâki Efendi Hazretlerine sevdiriyor ve Tarikata intisab ediyor.

Mustafa Tâki Hazretlerinin vefatından sonra Şeyh olan İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri, Hafız Hakkı Efendiyi genel Halifelikle görevlendiriyor. İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri yaşadığı müddetçe müridlerinin hizmet ve terbiye görevini Hafız Hakkı Efendi’ye vermiş, vefatından sonra Şeyhlik makamında aynı hizmeti sürdürmüştür.

Bu hizmeti döneminde çok güzel bir topluluk oluşturmuş, Resulullah (S.A.V) Efendimizin hayatını şahsında ve Müridlerinde gündeme getirip canlı birer örnek olmuşlardır. Bu güzel insan güzel yaşadı, güzel bir günde (Beraat gecesi), güzel bir şekilde Rabbine teslim oldu.(18 Şubat 1992.)Yaşamında olduğu gibi ölümünden sonra da sevdiği insan İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri ’nin Ulu Camii bahçesindeki kabrinin yanı başına âdeta kucağına defin edilmiştir.

Mevlâ güzel insanlarla ahiret de birlikte olmayı sevenleri ile nasip etsin. Peygamberimizin ve güzel insanların şefaatlerinden mahrum etmesin! Ne mutlu güzel yaşayıp güzel ölenlere!
[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Silsile-i Zeheb ( Altın halka) , Er Yavuz Yakut , Ekim 2011 [/toggle]

İhramizade İsmail Hakkı Efendi (ks.)

 

Sivas – Sivas Ulu camii avlusunda

İhramcızade İsmail Hakkı Efendi Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i Şerifi


İhramizade İsmail Hakkı Efendi, 1880 tarihinde Sivas’ın Örtülüpınar Mahallesi’nde dünyaya gelir. Babası Hüseyin Hüsnü Bey, Sivas’ta kolağasıdır. Halk arasında Nilli Hatun diye maruf olan annesi Ayşe Hanım, zamanın Nakşibendi büyüklerinden Seyyid Mustafa Haki Efendi’ye intisaplı Medineli bir seyyidedir.

Sivas Çifte Minare’deki ilk tahsilinden sonra rüştiyeyi bitirmiş, ardından medrese tahsilini aynı yerde bulunan Şifaiyye Medresesi’nde yapmış olan İsmail Hakkı Efendi Arapça ve Farsça’ya vakıf olup, kendisini bilhassa dini ilimlerde yetiştirir. Tahsilinin ardından askerlik görevini Kurtuluş savaşı yıllarında maiyetindekilerle birlikte Suşehri’ne cephane taşımak suretiyle yerine getirir.

İsmail Hakkı Toprak Efendi Tokat’ta Müskirat memurluğu, Sivas’ta Düyun-i Umumiye Memurluğu ve Cedid Tuzlasında Müdürlük yapar. 1931 yılında emekli olduktan sonra Çitil Han’da bir süre komisyonculuk yaparak elde ettiği geliri de insanların hizmeti ve ihtiyaçları için sarf eder.

İsmail Hakkı Efendi, soyadı kanunundan sonra Toprak soyadını almış olmakla birlikte, gerek eserlerinde, gerekse çeşitli vesilelerle İsmail İhrami, Hakkı, Garibu’llah, Garibu’llah-ı Sivasi, Karibu’llah, Refi’u’llah ve Vakinu’llah adlarını kullanır.

İhramcızâde, Sivas’ta bulunan Rifâi tarikatı büyüklerinden Seyyid Abdullah Haşim Efendi’ye intisap ederek, bir rivayete göre 5 yıl hizmet eder. İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Hazretlerinin ilk mürşidi olan Abdullah Haşim’in “Evlâdım, senin nasibin bizden değil!”, diyerek bir nevi izin vermesi ve validelerinin, Mustafa Hâki Efendiye oğlunun durumunu anlatması ile mânevi bağın temelleri atılmış olur.

Tokatlı Mustafa Haki Efendi’ye olan muhabbetinden dolayı bir müddet Tokat’ta çalışan İhramcızâde, üstadının 1908 yılında Tokat Mebusu olarak İstanbul’a gitmesi üzerine Sivas’a döner. 1919 yılında Haki Efendi’nin vefatı üzerine, 23 Nisan 1920’de T.B.M.M’ye Sivas Mebusu olarak katılan Mustafa Taki Efendi’(Doğruyol) ye intisap eder. Onun da 1925 yılında ahirete irtihali ile misyonu üstlenir.

İsmail Hakkı Efendinin bazı veciz sözleri şöyledir.
-İnsan ne ararsa zannında bulur.
-Muhabbeti olan hata görmez, görse de göz yumar.
-Şeriatı gözetiniz, şeriatı olmayanın tarikatı olmaz.
-Öl ama söz verme. Eğer vermiş isen o sözden de asla dönme.
-İdare ilmini öğrenin, insan kızınca şeytanın malı olur.
-Oğlum, Allah’ın rızasına kazan, gönlünü yap, işini O’na gördür.
-Neyi seversen onunla kalırsın, ne ile meşgul isen, o olursun!

İhramcızade İsmail Hakkı Efendi’nin yapım ve tamirine vesile olduğu eserlerden bazıları şunlardır;
Sivas Ulu Camii’nin onarımı, Hoca İmam Camii Minaresi. Sivas İmam-Hatip Lisesi, Hayırseverler Camii, Sofu Yusuf Camii, Serçeli Camii, Dikimevi Camii, Zara-Cencin Köyü İçme Suyu, Zara-Cencin Köyü köprüsü, Tozanlı Köprüsü, Sivas ve çevresinde muhtelif sebil çeşmeleri.

İsmail Hakkı Toprak Efendi’nin meşlahı, kasketi, gözlüğü, saati ve diğer şahsi eşyaları Darende’de Hulusi Efendi Şeyhzadeoğlu (1914-1990) Özel Kütüphanesinde bulunmaktadır. İhramcızade’nin menkıbelerle dolu hayatından birkaç kesit şöyledir;
…..İsmail Hakkı Toprak Hazretleri, bir kaç ihvanıyla beraber bir köye giderler. Akşam o köyde kalmaları mecburiyeti hâsıl olur. Kalacakları köy odası tek oda olduğundan, Efendi Hazretleri ve ihvanın bir odada yatmaları icap eder. İhvanlar arasında ve tarikata yeni intisap etmiş Osmaniyeli Hüseyin adında biri, “Canım şeyhim de bizim gibi yiyor, içiyor, oturuyor, kalkıyor. İşte şimdi bizim gibi yatıyor. Dur bakalım ne yapacak, şöyle yorganın altından gözetleyeyim”, diye düşünürken uyuyup kalır. Bu arada suratına gelen bir şamarla uyanır, bakar ki, Efendi Hazretleri namaz kılıyor. Namazın bitimine kadar bekler. Namazdan sonra gidip şeyhinin ayaklarına kapanır. Efendi Hazretleri buyurur ki, “Gardaşım! Hüseyin, insan dışarıda halk ile içerde Hakk ile olmalıdır.”

…..Nurettin Doğan, Efendi Hazretlerinin Hakk’a yürümesinden sonra o kadar üzülüp ağlar ki, artık bitkin bir hale düşer. Bir gün Efendi Hazretleri manen zuhur ederek buyururlar ki, “Gardaşım! Biz öldük mü ki, ağlıyorsun, üzülme.”

…..Suriye’den kaçak eşya getirip bu suretle ticaret yapmakta olan birisi tarîkata intisabından sonra bu işi bırakır ise de, çoluk çocuğunun rızkının temininde zorluk çektiği için yine bu işe başlamaya karar verip, Efendi Hazretlerine gelir ve yaptığı ticaretten bahsederek izin ister ve izin alır. Suriye’ye varıp gerekli malları alarak atlara yükleyip Türkiye’ye doğru yola çıkar. Sınıra geldiğinde karşıda devriyeleri görür ama kaçacak zaman da bulamaz. Bu sırada çok süslü bir tilki ortaya çıkar. Bunu gören devriyeler, tilkiyi tutmak için peşine düşerler. Oradan bir hayli ayrılırlar. Bunu fırsat bilen adam atlarını alıp hududu rahatça geçer. Mallarını sattıktan bir zaman sonra yine gitmeyi düşünerek izin almak için geldiğinde, Efendi Hazretleri buyururlar ki, “Yok gardaşım! Bir daha tilki olmaya niyetimiz yok.”

…..Efendi Hazretleri şöyle bir kıssa anlatmıştır.
“Tokat’tan bir kadın hastalanıp, kocasıyla bizi ziyarete geldi, bana dua okur musunuz? dedi. Biz de ‘Ben de okumaya bir ağız yok, Şeyhimin ağzı ile okuyayım’ dedim. On beş günde bir bu kadın okumaya kocasıyla gelip gittiler. Kadının derecesi şeyhlik derecesine yükseldi, kocasının bir şeyden haberi olmadı.”

…..İhramcızâde M. Kâzım Toprak Efendi anlatmıştır. “Sene 1945 yılından evvel idi. Bir Cuma günü, Cuma namazından sonra eve gittik. Evdekiler de hamama gitmişlerdi. Efendi Hazretleri, “Gardaşım! Semaveri yak da, bir çay içelim”, diye buyurmaları üzerine, bir kova (20 litre) su alan semaveri doldurup yaktım. Çayı demledim. Kömürün mor alevi geçtikten sonra semaveri büyük odada Efendimin minderine yakın bir yere koydum. Efendim dolaptan bir kitap işaret etti, kitabı da getirip rahlesine koydum. Sonradan anladım ki, bu kitap Hafız Divanı imiş. Efendim kitaptan okuyup anlatırken ben de boşalan bardağımızı dolduruyordum. (Bir ara) Semaverden çaydanlığa su almak için musluğunu çevirdiğimde bir iki damla su aktıktan sonra kesildi. Musluğun önüne kireç geldiğini zannettim. Semaverin üst kapağını açtığımda su kalmadığını gördüm. Bu hali gören Efendim cebinden saati çıkarıp bakarak, “Gardaşım! Kerahet vakti gelmiş. Biz ikindi namazını da kılamadık” dedikten sonra buyurdular ki, “Gardaşım! Namazın kazası olur, lakin sohbetin kazası olmaz.”

Alkan, muhayyilesindeki Efendi Hazretleri’nin tasvirini Altıncı Şehir’de şu sözlerle dile getirir.
“Şeyh ile ihvan arasındaki gönül alâkaları, çocukluk muhayyilemin kavrayışından çok uzaklardaydı ama bu alâkanın hâsılını çocuk da olsanız elle tutabilir, gözle görebilirdiniz: Muhabbetti! Tekkenin kireç sıvalı duvarlarında, bahçe içindeki ince beton yolun en başında, meyvesini ancak eylüllerde teslim eden taş armutta, ihvanların çehresinde ve “efendi hazretleri”nin her haletinde titreşen, ince bir buğu gibi tabahhur ederek atmosfere yayılan, tekkeyi (uzaktan ya da yakından) istintak eden “siyasî memurları” son derece efendi ve hürmetkar davranmağa mecbur eden muhabbetti. Muhabbetin sıklet merkezi, iri gözlerinin maviliğinde gri bulutlar gezindiren “efendi hazretleriydi. Onun bilgisi tahtında duran kimya, sıradan insanları; berberleri, kundura tamircilerini, çiftçileri, ümmî ev hanımlarını, memurları gözbebeklerinde “muhabbeti” büyüten olgun insanlar haline getiriyordu. Yıkıldı, tükendi diyeceğiniz insanları bu kimya ile ihya ediyordu; insanları güzelleştiriyor, ayakta tutuyor ve herşeyle barıştırıyordu. Onun çevresinde kavga yoktu. Çocuktum ama anlıyordum.”

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Sivas Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Hacı Mustafa Taki Efendi (ks.)

 

Sivas – Abdulvehhap gazi Kabristanı

Hacı Mustafa Taki Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i Şerifi


Hacı Mustafa Taki Efendi (1873–1925) Sivas’ta Oğlançavuş Mahallesinde dünyaya gelir Annesi Saniye Hanım, babası Mehmet Selim Efendidir. Bu yüzden Mustafa Takî Efendi’ye Selim Efendizâde de denilmiştir.

İsmindeki Takî ilavesini sonradan aldığı anlaşılmaktadır. Meclis zabıtlarında ve Milli Eğitim Bakanlığı kayıtlarında adı Mustafa Takî olarak geçerken, nüfus kaydında sadece Mustafa olarak yer alır. Ayrıca, Kırk Hadis’inde ve yine bazı makalelerinde ismi Mustafa Nakî olarak da geçmektedir. Takî; ‘Allah’tan korkan, muttakî, dindar’ demektir. Nakî ise, ‘saf, katıksız, pak, tertemiz, arınmış’ anlamına gelir. Mustafa Takî Efendinin, makalelerinde, isminden sonra soyadı ya da belirleyici vasıf olarak her iki ifadeyi de bilinçli olarak kullandığı anlaşılıyor.

İlk ve orta tahsilini Sivas İptidai Mektebi ve Rüştiyesi’nde, yüksek tahsilini de Medrese’de tamamlayan Mustafa Takî Efendi’nin hangi medreseden mezun olduğu ve hangi hocalardan ders aldığı bilinmemektedir. Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen Mustafa Takî Efendinin, her ne kadar kelâm ilminde ihtisas sahibi olduğu söylense de, makalelerinden ve Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmalarından fıkıh ilminde de otorite olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca ferâiz, tefsir, hadis ve siyer alanlarında da vukûfiyeti vardır. Müderris ve dersiâm olup Sultanî’de muallimlik, medresede fıkıh ve tefsir hocalığı, mahkeme azalığı, “Sırat-ı Müstakîm” ve “Sebîlürreşâd” dergilerinde yazarlık yapmıştır. Dönemin söz konusu en önemli dergilerinde, toplumun çeşitli kesimlerine yönelik uyarıcı ve yönlendirici makaleleri yayımlanmıştır. Zaman zaman bazı yazılara cevap vermiş, fikirlerini korkusuzca toplumun her kesimiyle paylaşmıştır. Mesela İstanbul’da Ermenice yayımlanan “Azâd-ı imâret” gazetesinde İslâm’daki cihadı vahşet olarak gösteren bir yazıya, “İslâmiyet’te Cihâd” isimli makalesiyle cevap vermiştir.

Memuriyet hayatına 1887’de Sorgu Hâkimi (müstantik muavini) Yardımcılığı ile Adliye Teşkilatında başlar. 1891’de Hafik İlçesi Sorgu Hâkimi Yardımcısı olur. Adliyedeki görevini, 1894-1913 tarihleri arasında Sivas Adliyesinde Bidayet Mahkemesi zabıt kâtipliği, müdde- i umûmî (başsavcı) katipliği, Bidayet Mahkemesi başkatipliği ve mahkeme aza mülazımlığı ile sürdürür. Kısa bir süre Meclis-i Umûmî azalığında bulunur. 1914’te Sivas Sultanisi (Lise) Arapça öğretmenliğine atanmasıyla adliye teşkilatından ayrılır.

Bir müddet Dâru’l hilâfe Türkçe müderrisliği ile Arapça-nahiv ve fıkıh müderrisliği yapar. Öğretmenlik görevini 22 Nisan 1920’ye kadar sürdürür. 1 Ağustos 1920’de 47 yaşında iken TBMM. I. Dönem Sivas mebusu olarak meclise girer. I. Dönem milletvekilliğinden sonra 1923’te Sivas’a Hadis ve Arapça öğretmeni olarak atanır. Bu görevde iken Hakk’a yürümüştür.

Ömrünün çoğu araştırmak, eser telif etmek, yazılı ve sözlü olarak insanları irşad etmekle geçen Mustafa Taki Efendi, tasavvufi eğitimi için son dönem Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Tokat mebusu olarak da görev yapan Tokatlı Mustafa Haki Efendiye (ö.1917) intisap eder ve çok kısa bir sürede icazet alarak manevi eğitimini tamamlar. Mustafa Takî Efendi’nin, Tokat’a gidip, ders aldıktan üç gün sonra fenâ makamına çıktığı rivayet edilir. Onun bu kabiliyetine hayran kalan Hâki Efendi murakabe-i ahadiyet derslerini talim ettirerek sülûkünü kısa zamanda ikmal ettirir.

Bu halden sonra Sivas’a dönmeye ve orada hatm-i Hâcegân okutup, ders tarif etmeye memur kılınır. Arkadaşlarından bazılarının, “acaba bu kadar kısa zamanda sülûkünü tamam edebildi mi”, gibi düşüncelerine karşılık, Mustafa Hâki hazretleri şöyle cevap vermiştir: “Sizler daha yarı yoldayken Mustafa Takî Efendi sülûkünü ikmal etmişti.” Mustafa Hâki Efendi, Mustafa Tâki Efendi için şöyle buyurur;
“Mustafa! Senin elin bizim elimizdir.”

Tokatlı Mustafa Hakî Efendinin Hakk’a yürümesinden sonra vazife İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Hazretlerine intikale ettiyse de sülûkünü ikmal etmediğinden muvakkaten, zuhurat yoluyla Mustafa Takî Efendiye ihvan teslim olmuştur.

Mustafa Takî Efendinin ilmî otoritesi, devrin âlimlerince de takdir edilmiş, kendisinden saygıyla bahsedilmiştir. Hasan Basri Çantay, ondan ‘büyük sûfî, yüksek âlim ve ârif’ bir zât olarak bahseder. Onun ilmî otoritesini, hukuk bilgisinin derinliğini, mantık ve felsefeye olan vukûfiyetini, şer’î ilimlerdeki enginliğini kanun müzakereleri esnasında meclis kürsüsünden yaptığı konuşmalardan görmek mümkündür.

18 Ağustos 1925 senesinde ihvanlarından birisi olan Yoncalıklı Mehmet Beyin hanesinde beka alemine irtihal eder. Cenazesi yaylı at arabasıyla Sivas’a getirilir. Kabri, Sivas’ta Abdülvehhab Gazi Kabristanındadır.
Mustafa Takî Efendi Hakk’a yürüyünce bazıları demişlerdir ki;
“İlim üç Mustafa ile gitti.
Çorumlu Mustafa Rûmi Efendi,
Tokatlı Mustafa Hâki,
Sivaslı Mustafa Takî dir.”

İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Efendi, Darendeli Hacı Hasan Akyol, Baytarbeyli Mustafa Efendi ve Müezzin Ali Efendi gibi, önde gelen şahsiyetler, onun sohbetlerinden feyiz almıştır.

Bu arada Mustafa Tâki Efendi, Hakk’a yürüdükten sonra damadı Çerkez Yusuf Efendi ve oğlu Bedir Hafız (Doğruyol) şeyhlik vazifesini deruhte etmekte ısrarcı olmuşlardır. Bedir Hafız Efendi gördüğü bir rüyada babasının emri üzerine İhramcızâde Hacı İsmail Efendi Hazretlerine gelip arzuhâl etmesinden sonra, Bedir Hafız’a;
“Gardaşım, Bedir Hafız o kolu da sen idare et” diyerek vazife-i ruhsatiye vermiştir.

Toplam yedi çocuk babası olan Mustafa Takî Efendi dört kez evlenmiş, kendisinden bir kıza sahip olduğu ikinci eşi Behiye Hanım’dan boşanmış, 1950’de vefat eden üçüncü eşi Teyfika Hanım’dan çocukları olmamış, dördüncü eşi Emine Hanım’dan da boşanmıştır. Birinci eşi Hatice Hanım’dan altı çocuğu olmuştur.
Ailesi daha sonra “Doğruyol” soyadını almıştır.

Bahâüddîn Efendi onunla ilgili bir hatırasında şöyle anlatmıştır.
“Mustafa Tâki Efendi’yi yaz günlerinde Tokat’a davet ederdim. Lütfeder teşrif buyururlardı. Kendilerini gören Tokat ihvanı onun aynen Mustafa Hâki Hazretlerine benzediğini söylerlerdi. Sohbetlerinde sayısız nasib-i maneviyye var idi. Ertesi yılın sonbaharında rahatsızlanmışlar ve beni emretmişler idi. Derhal Tokat’tan ayrılarak Sivas’a gittim ve orada hizmetleriyle bizzat meşgul olmak şerefine eriştim. Bir miraç gecesi miraciye okuyarak sohbet buyurdular. O yılın yaz aylarında yine ziyaretlerine gittim, bana Şam’a hicret etmem için emir buyurdular. Son görüşmemizdi. Kendileri ihvanların daveti üzerine Gürün’e gideceklerini söylemişlerdi.”
Mustafa Takî Efendiye kendinden sonraki halifenin kim olacağı sorulunca buyurdu ki;
“İhramcızâde Hacı İsmail Efendi Allah’ın halifesidir. Bizim halife tayinetme salahiyetimiz yoktur.”

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Sivas Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Hace Muhammed İmkenegi (k.s.)

Özbekistan – Kitab şehri , Sarıasya bölgesinde

Evliyânın büyüklerinden. İnsanları Hakka da’vet eden; doğru yolu göstererek, saadete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin yirmibirincisidir. 918 (m. 1512) senesinde Buhârâ’nın İmkene kasabasında doğdu. 1008 (m. 1599)’de doksan yaşında iken İmkene’de vefât etti. Evliyâ’nın büyüklerinden Derviş Muhammed hazretlerinin oğlu ve Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin hocasıdır. Zâhirî ve bâtınî ilimleri babasından öğrendi. Babasından feyz alarak tasavvufda yetişip kemâle erdi. Rûh ilimlerinin mütehassısı idi. Bütün ömrü; İslâmiyete hizmetle ve Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) güzel ahlâkını insanlara duyurmakla ve öğretmekle geçti. Çok velî yetiştirdi.

Yetiştirdiği velî zâtlardan en başta gelen talebesi, kendisinden sonra halîfesi olan Muhammed Bâkî-billah’dır. Muhammed Bâkî-billah bir gece rü’yâsında Hâcegî Muhammed İmkenegî hazretlerini, gördü. Ona; “Ey oğul! Senin yolunu gözlüyorum” buyurdu. Bâkî-billah hazretleri buna çok sevindi. Hemen huzûruna gitti. Huzûruna varınca ona çok iltifât ve inâyet gösterip, yüksek hâllerini dinledi. Sonra üç gün üç gece birlikte bir odada başbaşa kalıp, sohbet ettiler. Hâcegî hazretleri ona feyz verip, yüksek fâidelere kavuşturdu. Sonra Bâkî-billah hazretlerine; “Sizin işiniz, Allahü teâlânın yardımı ve bu yüksek yolun büyüklerinin rûhlarının terbiyeleri ile tamâm oldu. Tekrar Hindistan’a gitmeniz îcâb ediyor. Çünkü bu silsile-i âliyyenin, orada sizin sayenizde parlıyacağını görüyorum. Bereket ve terbiyenizden çok istifâde edip, büyük işler yapacak olanlar gelecek” buyurdu.

Hâce Bâkî-billah (kuddise sirruh) kendilerini bu işe lâyık görmediğinden, özür dilediyse de, Hâcegî İmkenegî, ona istihâre yapmasını emretti. Rü’yâlarını İmkenegî hazretlerine anlattığı zaman, şu karşılığı aldılar “Derhâl Hindistan’a gidiniz. Orada sizin bereketli nefeslerinizden bir azîz meydana gelecek, bütün dünyâ onun nûruyla dolacak. Hattâ, siz de ondan nasîbinizi alacaksınız.”

Hâce Bâkî-billah hazretleri Hindistan’da Serhend şehrine geldiği zaman, kendisine; “Kutbun etrâfına geldin” diye ilham olundu. Bu kutb, İmâm-ı Rabbânî hazretleri idi. Demek ki, bu kıymetli tohum, Semerkand ve Buhârâ’dan getirilmiş, Hindistan toprağına ekilmiş oluyordu.

Hâcegî Muhammed İmkenegî hazretleri, ömrünün sonlarına doğru şu şiiri çok okurlardı:

“Zaman zaman ölümü hatırlarım,
Bugün ne olacak ben de bilemem.

İsteğim Rabbimden dûr (uzak) olmıyayım,
Başka ne olursa ona râzıyım.”
Kaynaklar ;
Türkiye Gazetesi , İslam Alimleri Ansiklopedisi

Tokatlı Mustafa Haki Efendi (k.s.)

İstanbul – Fatih camii kıble tarafındaki hazirede.

Mustafa Haki Efendi Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i ŞerifiTokat velîlerinden. Doğum târihi belli değildir. 1920 (H.1338) de İstanbul’da vefât etti. Kabri Fâtih Câmii bahçesinde, Gazi OsmanPaşa türbesine yakındır. Sık sık ziyâret edilmektedir. İlmi, ahlâkı, tevâzuu Tokat, Çorum, Sivas, Amasya ve Yozgat’ta dilden dile anlatılmaktadır. Aynı zamanda Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendinin yeğenidir.

Mustafa Hâki Efendi, ilk tahsilini Tokat’ta yaptıktan sonra, Çorum Şeyhi Şîranlı Mustafa Efendiye talebe olup icâzet aldı. Sonra Tokat’a dönüp, talebe yetiştirmeye başladı. Dergahı hak âşıkları, ilim tâlipleri ile dolup taşardı. Yetiştirdiği talebeleri, arasında en meşhuru Sivaslı Mustafa Tâkî’dir. Mustafa Tâkî Efendi vefât edince bâzıları; “İlim üç Mustafa ile gitti. Bunlar Çorum Şeyhi Şîranlı Mustafa, Mustafa Hâki ve Sivaslı Mustafa Tâkî’dir.” demişlerdir

Mustafa Hâki Efendi, 1908’de ikinci Meşrûtiyetin ilânı sebebiyle yapılan seçimde devrin ileri gelenlerinin arzûsuyla Tokat mebûsu oldu. Ancak ittihatçıların ve gayr-i müslimlerin oyları ile mebusluğu düşürüldü veİstanbul’da mecbûri ikâmete tâbi tutuldu. Kendisine Çarşamba’daki Mustafa İsmet Efendi dergâhı verildi ve vefâtına kadar burada kaldı.

Mustafâ Hâki Efendinin oğlu Behâeddîn Efendi, dînî ilimlerin yanında Eczâcılık mektebini bitirmiş, siyâsî olaylara karışmamak için Türkiye’den ayrılıp önce Medîne’ye gitmiş orada 27 sene ders okutmuş sonrada Şam’a geçmiştir. Torunları zaman zaman Tokat’a gelip akrabâlarını ziyâret etmektedirler.

Mustafa Hâki Efendinin sözleri ve kerâmetleri halk arasında anlatılmaktadır. Bunlardan bâzıları şöyledir:

Mustafa Hâki hazretleri Samsun’a geldiği bir günde misâfir kaldığı evde ikram edilen meyveyi yerken buyurur ki: “Bu gece dünyâya bir oğlum gelse gerektir.” Tokat’a gelindiğinde görülür ki sözün söylendiği o saatte Behâeddîn Efendi dünyâya gelmiştir.

Mustafa Hâki hazretleri sohbetlerde umumiyetle Eshâb-ı kirâm sevgisinden bahseder, Eshâb-ı kirâm sohbet ile yükseldi. Eshâb-ı kirâm dîni bildirenlerdir. Eshâb-ı kirâma dil uzatan, dîni yıkar. Eshâb-ı kirâmın îmânda ayrılıkları yoktur. Hepsi bütün velîlerden üstündür.

İnsana lâzım olan önce Ehl-i sünnete uygun inanmak, sonra Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak ve tasavvuf yolunda ilerlemektir.

İslâmın temeli; Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine inanmak ve yapmaktır.

Nasihat istiyen birisine buyurdu ki: “Müslüman temiz toprağa benzer. Temiz toprağa her şey atılır. Hakaret görebilir, eziyet görebilir, cefaya uğrayabilir. Lâkin ondan hep güzel temiz faydalı şeyler çıkar. Müminin, insanları ayırmadan, hepsine aynı şekilde davranması ve güzel ahlâklı olması lâzımdır.”

Kerâmet hakkında da; “Bir kimsenin havada uçtuğunu suyun üzerinde yürüdüğünü görseniz, İslâmiyetin emir ve yasaklarına uymaktaki hassasiyetine bakınız. Şâyet bu tam ise ona uyabilirsiniz. Eğer emir ve yasaklarda gevşeklik varsa hemen ondan uzaklaşınız. Çünkü zararı dokunur.” derdi.

Vefâtı sebebiyle yazılan mersiyeden bir bölüm:

Hicrânda koydun bizleri ey Mürşîd-i ebcel
Nâkısları kim eyleyecek kâmil ü ekmel

Destine yapışdık ebedî bir habl-i metîne
Çekdin elini nâkıs olan düşdi zemîne

Eyvâh geçirdik dem-i fırsatları eyvâh
Allaha ulaştırıcı sohbetleri eyvâh

Feyz-i nazarın mürdeleri eyledi ihyâ
Bu seng-dil Âdemliğini bulmadı hâlâ

Sen bizleri cezb eder idin arş-ı berîne
Biz kendimizi attırırız zîr-i zemîne

Hayfâ o nezâfet o zerâfet, o cemâl
Cem’ olmış idi sende hemân cümle kemâlât

El-Bakî

E’azım-ı meşayih-i Nakşbendiyye-i Halidiyyeden İsmetullah Efendi Dergahı Postnişîni Tokadî es-Seyyîd el-Hac Mustafa Hakî Efendi Hazretleri’nin aram-gah-ı ebedîsidır. Fî 23 Rebî’ü’l-ahir 1338 ve fî 15 kanün-ı sanî 1336

Ebedî olan (Allah)

Nakşibendiyye tarîkati’nin Halidiyye kolunun büyük şeyhlerinden Ismetullah Efendi Dersahı Postnişîni Tokatlı Seyyid Hacı Mustafa Hakî Efendi Hazretleri’nin ebedî dinlenme yeridir.

15 Ocak 1920

Hazret-i Mustafa Hakî Tarîk-ı Hakda muktedamızdır. Gubar-ı kadem-i paki Çeşm-i im’ane tütiyamızdır Nasîbli canlara ta ki Menba-ı feyz-penahımızdır Muhib olanlar Nazmî Dünya vü ukba bahtiyarandır. Ta’mîri 15 Zî’l-ka’de 1425 Ketebehu Mahmud.

Hak yolunda rehberimiz Mustafa Hakî Hazretleri’ dir. (Onun) Temiz ayasının tozu söz pınarlanna sürmemizdir, (O) Nasibi olan kişilere feyiz kaynağıdır. Ey Nazmî, onu sevenler: “Dünyada ve ahirette talihlilerdendir.” Onarımı 27 Aralık 2004 (Hattat) Mahmud (Şahin) yazdı.

 

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
İç Anadolu Evliyaları , Türkiye Gazetesi [/toggle]