Beşir Efendi (ks.)

Beşir Efendi’nin kabri Şerifi ; Amasya – Taşova’da İdris torun mahallesindeki Kabristanda.

Beşir Efendi Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i Şerifi

Beşir Efendi, 1905 yılında Dağıstan’da doğmuştur. 12 yaşına kadar Dağıstan bölgesinde yaşamını sürdürmüştür.

Dağıstan’dan Türkiye’ye gelmek için yola çıktığında henüz 12 yaşındadır. Beşir Efendi 1930-1935 yılları arasında beş yıl “Karakuş” dağlarında kalmış, bu bölgedeki insanları doğruya ve güzelliğe çağırmıştır. Bu beş yılın sonunda Ali Osman Efendinin yanına dönmüş, 1935-1940 yılları arasında ticaretle meşgul olmuştur. 1940 yılında da Erbaa’nın Ravak (Cevresu) köyüne yerleşmiştir. Ravak (Cevresu) köyüne yerleştiğinde Şeyhi Ali Osman Efendi’nin kızı Pembe Hatun’la evlenmiştir.

1958 yılına kadar Ravak (Cevresu) köyünde hayatını sürdürmüştür. Aynı yıl yani 1958 yılında Taşova’ya gelerek Taşova’nın Yemişen mahallesine yerleşmiştir.

Beşir Efendi’nin bağlı olduğu tasavvuf okulu, Nakşibendi Tarikatı’nın Halidiyye koludur. Mevlanâ Halid-i Bağdadi’ye kadar ulaşan Halidi silsilesi şu zatlardan oluşmaktadır.
– Mevlana Halid-i Bağdadi
– Abdullah-ı Mekki
– Yanyalı Hacı Mustafa İsmet Efendi
– Behrullah Efendi
– Ali Osman Efendi
– Beşir Efendi.

Beşir Efendi’nin Türkiye’ye geliş Öyküsü

Beşir Efendi’nin Türkiye’ye geliş öyküsü şu şekildedir: Beşir Efendi’nin ailesinin Dağıstan’da çok geniş arazileri ve koyun sürüleri vardı. Bir gün çobanlarla koyun sürülerinin bulunduğu yere giden Beşir Efendi, biraz gezdikten sonra ırmak kıyısında bir kulübecıkte uyuya kalır. 0 arada şiddetli bir yağmur başlar ve ırmak taşar. Bunun sonucunda Beşir Efendi sele kapılır. Suyun içinde sürüklenirken ırmak kenarında yaşlı, ak sakallı, nurani yüzlü bir dede kendisine seslenir;
-Oğlum, elini uzat bana der. Beşir Efendi sese doğru bakınır, aralarında on metre kadar mesafe vardır.
-Dede, nasıl uzatayım elimi? Der. Yaşlı dedenin elini uzatması için ısrarı üzerine, öylesine elini uzatır. Peşinden selden kurtulduğunu ve ırmağın kenarında olduğunu görürve şaşkınlık içerisinde:
-Dedeseni nasılbulabilirim?
Dede cevap verir:
-Evladım Beşir, Türkiye’nin Tokat ili, Erbaa ilçesi Eksel köyünde [Koçak Kasabası) Şeyh Behrullah Efendi diye ararsan bizi bulursun.

Bu.kısacık tanıma, tanışma ve adres öğrenme faslından sonra Behrullah Efendi gözden kaybolur. Fakat bu olay, Beşir Efendi’nin kalbinde ilahi aşkın canlanmasına vesile olur. 0 anda ilahi aşk, “Eksel Şeyhi” diye tanınan Şeyh Behrullah Efendi’den Beşir Efendi’ye intikal eder. Bu hadiseden sonra Beşir Efendi artık Dağıstanda duramaz.

Ailesi çok zengin ve itibarlı kimseler olmasına rağmen onlara haber vermeden yoculuk hazırlıklarına başlar ve yanına aldığı bir kese altınla Türkiye’ye doğru yola çıkar. İçinde bulunduğu ilahi aşkın etkisiyle sınırdaki askerlere fark ettirmeden Türkiye’ye geçer.

Aşk atına binerek aştığı yollar onu sonuçta Tokat, Erbaa’ya ve oradan da Eksel’e ulaştırır. Eksel köyü sakinlerine sora sora Behrullah Efendi’nin dergahını bulur. Dergahı bulur bulmasına ama kısa bir müddet önce Şeyh Behrullah Efendi fani dünyadan göçmüş Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Behrullah efendi Beşir Efendi’nin ilk mürşididir. Vefat etmeden önce en yakın talebesi ve halefi olan Holaylı (Ballıbağ köyü) Ali Osman Efendi’ye şöyle nasihat ve tembihte bulunmuştur.

-“Ali Osman Efendi, kuzum; Dağıstan’dan buraya bir molla gelecek bana yetişemeyecek. Ona sahip çık. O’nun adı Beşir’dir. Sözüde peşindir. Maddi terbiyesi sana, manevi terbiyesi de bana aittir.” Behrullah efendi gibi çok değerli bir irşad edicinin mürşidi olmanın vakarlılığı içerisinde tam yedi yıl onun dergahında kendisine tevdi edilen bütün görevleri yapar. Dergaha odun taşır, çift sürer, orak biçer, harman sürer. Kendisine verilen görevlerin hiçbirisini reddetmez. Hatta Dağıstan’dan gelirken getirmiş olduğu bir kese altını da dergahın ihtiyaçlarına harcar.

Kendisine bir şey sorulduğu zaman kısa, öz ve tek bir cevap verirdi. En çok söylediği söz “Sükutul- lisan, selametül insan” idi. Yine sohbetlerinde “Bilen söylemez, söyleyen bilmez” gibi daha bir çok hikmetli sözler söylerdi.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
http://tasova.gen.tr/besir-efendi-turbesi/
Kaynak: Taşabad Erenleri Mustafa Unsal shf. 17-18
[/toggle]

Seyyit Yahya Sezai Efendi

İstanbul – Üsküdar – Karacaahmet Türbesi arka tarafında

İsmet Garibullah Hazretlerinin halifesi

 

Seyyid Yahya Sezai Efendi’nin Silsile-i Şerifi

Mora havalisinde müftülük yapmış olan Şehit Hafız Abdülhalim Efendinin oğlu olan Sezaî Efendi (0.1877) ; Babasının şehit edilmesi üzerine küçük yaşta İstanbul’a gelerek ilim tahsiline başlamış, burada iken Mustafa İsmet Garibullah hazretleri ile tanışarak ona intisap etmiştir. Fatih Çarşamba’daki dergahta irşat görerek icazet almıştır. 1877’de vefat etmiş olan Seyyit Yahya Sezaî Efendinin kabri, Karacaahmet türbesi arkasında bulunmaktadır. Sezai Efendinin basılmamış bir de divanı bulunmaktadır.

Seyyit Yahya Sezai Efendi’den bir kaç nazm:

Nür-u vahdetle müzeyyadır gönül
Zata mir’atı mücelladır gönül

Reff olunmuş lamekanın fevkma
Cümle-i arş-ı mualladır gönül

Alem-i zülmet içinde muhtefi
Bir tecelligah-ı Mevla’dır gönül

Kevser-i aşk ile artmış saffeti
Mest-i bî perva-yı sevdadır gönül

Ey Sezai pür safa vü muhteşem
Şahı aşka kasr-ı valadır gönül

Mübtelayı derdi aşka sorma derman istemez
Arif-i bil’lah olan tedbir Lokman istemez

Nuş edenler dest-i kamilden şarabı vahdeti
Bir dahi semt-i fenada bezm-i irfan istemez

Alem-i Lahuta pervaz eyleyen ehli safa
Tac-ı İskender değil taht-ı Süleyman istemez

Neylesin zevki behişti aşıkı sıdk u vefa
Duş olan didarı yare huri gılman istemez

Renk-ü boy-u yar ile bağ-ı derubub zeyn eden
Bin bahar olsa yine seyr-i gülistan istemez

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Tasavvufta Mekki Kolu , Mehmet Fatsa , Mavi yayıncılık , 2000 [/toggle]

Ali Osman Sırrı Efendi

Tokat – Erbaa – Ballıbağ (Holay) Köyü kabristanında

Mustafa İsmet Garibullah Hazretlerinin halifesi Behrullah Efendi’nin Halifesi

Ali Osman Sırrı Efendi Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i Şerifi
Ali Osman Efendi, Tokat’ın Erbaa ilçesi Holay köyünde 1877 yılında doğdu. Doğduğu köyde tahsîlini tamamladıktan sonra saatçilik yapmaya başladı.

Bir gün Eksel köyünde (yeni ismi Koçak) oturan Eksel şeyhi olarak bilinen Behrullah Efendinin saati bozuldu. Talebelerine tâmir edilmesini söyleyince, onlar; “Efendim, karşı Holay köyünden Ali Osman isminde birisi var ona tâmir ettirelim.” dediler. Talebelerinden biri Ali Osman Efendi ile Erbaa’da karşılaşınca, hocasının saatinden bahsetti. Ali Osman Efendi de Eksel köyüne gitti. Saati tâmir edip duvara astı. Behrullah Efendiye; “Tamam çalışıyor efendim.” dedi. Behrullah Efendi saate bakınca çalışan saat durdu. Ali Osman Efendi tekrar yapıp duvara astı. Behrullah Efendi saate bakınca, saat yine durdu. Ali Efendi hayretler içinde tekrar yaptı. Yine Behrullah Efendi saate bakınca, saat durdu. O zaman Ali Osman Efendi kendi kendine; “Bu zât evliyâ bir zâttır. Şu an kalbimin saatini tâmir edecek kalp ustasının huzûrundayım.” dedi ve Behrullah Efendiye talebe oldu. Arapça, Farsça ve kalp ilimleri de dâhil bütün ilimleri Behrullah Efendiden öğrendi. Behrullah Efendi vefâtına yakın; “Bende ne varsa Ali Osman Efendi aldı götürdü. Bende bir şey bırakmadı.” buyurdu.

Ali Osman Efendi insanlara doğru yolu anlatmak için köy köy dolaşırdı. İnsanlara doğru yolu anlatırken çok yumuşak, hattâ arada nükte yapardı. Siyâset ve devlet işlerine hiç karışmazdı. Sohbetinin ağırlığı, güzel ahlâk üzerine olurdu. Güzel ahlâkın bulunmaz bir hazîne olduğunu anlatırdı. Fakat bâzılarının gözü hep altında olduğundan bir gün onlara dönüp; “Altının kulpu burası, çok altın var diye bir yeri işâret etti. Bunu duyan altın düşkünleri sabaha kadar orayı kazdılar. Fakat hiçbir şey bulamadılar. Elleri boş Ali Osman Efendinin köyüne döndüler. Kimseye de hiçbir şey anlatmadılar. Ertesi gün onları gören Ali Osman Efendi; “Oğlum işâret ederler ama, düşkünlerine vermezler.” dedi.

Yine bir gün talebeleri ile Ladik’e ders vermek için gidiyordu. Talebelerinden birinin kalbine vesvese gelip hocası için; “Bu da insan biz de insanız.” gibi bir düşünce geldi. Yolları bir ormandan geçiyordu. Bu sırada bir kurt, Ali Osman Efendinin önüne gelip iki ön ayaklarını havaya kaldırıp, arka iki ayağı üzerine durunca; “Dağ ve taşlardaki hayvanlar inandı da bâzıları hâlâ anlıyamadı.” buyurdu. O talebe düşüncesinden dolayı hemen tövbe etti.

Dînî vecîbeleri yerine getirmenin yasak olduğu dönemde Ali Osman Efendi, Gümüşçakır köyünde sohbet ederken jandarmalar köyü bastı. Ali Osman Efendi tutuklanarak önce Vezirköprü daha sonra da Samsun cezâevine gönderildi. Ali Osman Efendi Samsun’da bir hücreye kondu. Hücrede namaz kıldığını gördüklerinde, kılmaması için su vermediler. Bir süre sonra su olmamasına rağmen, yine onu namaz kılarken gördüler. Mahkeme esnâsında savcı, Ali Osman Efendiye akla gelmedik hakâretlerde bulundu. Duruşmada Ali Efendi sâdece; “Savcı bey biz insanlara namaz kılın, âhirete hazırlanın dedik. Söylediklerimizin hepsi bu kadar.” dedi. Ertesi gün savcı kalp krizinden öldü. Bir süre sonra mahkeme, Ali Osman Efendiyi serbest bıraktı.

Ali Osman Efendi, Erbaa zelzelesi olmadan önce atına binip, Erbaa’dan ayrıldı. O sırada herkesin Deli Mehmed diye bildiği bir meczub arkasından; “Tutun, yakalayın! Erbaa zelzelesini mühürledi gidiyor!” diye bağırdı. Deli diye kimse bu meczûbun sözlerini dikkate almadı. Bir süre sonra Erbaa’da çok büyük zelzele oldu. Bu zelzelede Ali Osman Efendinin 14 yaşındaki bir kızı da hayatını kaybetti. Zelzeleden sonra Erbaa’ya dönen Ali Osman Efendiye kızının vefât ettiği söylenince;

“Daha büyük belâ gelmemesi için evladımızı kurban verdik. Halk, Deli Mehmed’in sözlerine deli zannettikleri için inanmadılar.” buyurdu.

Talebelerine sık sık şu nasîhatı yapardı: “Hiç kimse ile münâkaşa etmeyiniz. Söz dinleyiniz. Kim söz dinlerse, o benim öz oğlumdur. Birbirinizi sevin, beni sevmiş olursunuz. Aranızda dargınlık olmasın.”

Ali Osman Efendi birgün dergâhında namaz kılıyordu. Oğlu İbrâhim babasının yanına girmek istedi. Babasının namaz kıldığını görünce, içeri girmedi. Birkaç kere baktığında babasını tehiyyatta oturur gördü. Sonra dayanamayarak içeri girdi. Babasının vefât ettiğini anladı. O esnâda kapıda bulunan köpek koşarak uzaklaştı. Talebelerinin bulunduğu bütün köyleri dolaştı. Hepsi bunda bir iş var diyerek dergâha geldiler ve cenâze namazını kılıp Holay köyü kabristanlığına defn ettiler.

1942 senesinde vefât eden Ali Osman Efendi, 63 yaşında idi. Kabri ziyâret mahallidir.

Ali Osman Efendi, hocasının vefâtından sonra insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatmaya başladı. Bir kış mevsimi Ali Osman Efendi talebesi Veysel Hâfız ile bir yere giderlerken namaz vakti daralır. Ali Osman Efendi talebesine; “Buralarda tanıdık bir köy yok mu?” diye sorunca, Veysel Efendi; “Tanıdık var ama îtikâdları bozuktur.” dedi. Ali Osman Efendi olsun deyip köye gittiler. Veysel Hâfız tanıdığı birisinin kapısını çaldı. O zât bunları görünce, odada kim varsa herkesi dışarı çıkardı. Ali Osman Efendi, talebesi ile namaz kıldıktan sonra, sohbete başladı. Sohbete köyden herkes geldi ve sabaha kadar devâm etti. Sohbetin netîcesinde bu köyün halkı bozuk olan îtikâtlarına tövbe edip Ehl-i sünnet îtikâdını kabûl ettiler.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Evliyalar Ansiklopedisi , Türkiye gazetesi [/toggle]

Eksel Şeyhi Behrullah Efendi

 

Tokat – Erbaa – Eksel Köyü ( koçak köyü)

Mustafa İsmet Garibullah Hazretlerinin halifesi

Behrullah Efendi Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i Şerifi

Halkın ‘Hazret Baba’ diye tanıdığı Behrullah Efendi 1838’de Koçak (Eksel) kasabasında dünyaya gelir. Babası Ali Efendi’dir. Tokat’taki ilk öğrenimi sırasında kendilerine bir zat misafir olur. O gün Behrullah Efendi ertesi günkü dersini yapar ve ardından namazını kılıp yatar. Gece kalktığında o zatın devamlı ilimle meşgûl olduğunu görür. Bu zâtın ilim sâhibi, gayretli biri olduğunu anlayarak, “Efendim bu gece hiç uyumadınız. O ilimden bize de öğretseniz.”, diye arz edince, o zat, “Evlâdım senin ilmi nasibin İstanbul’daki Yanyalı Hacı İsmet Efendi’den olacak. Sende onun kokusu var.”, diye buyurur.

Bunun üzerine Behrullah Efendi, köye dönüp ağabeysinden izin aldıktan sonra İstanbul’a gider. Bu sıralarda İstanbul’da talebe okutmakta olan Yanyalı İsmet Efendi, talebelerine sık sık, “Anadolu’dan bir erin geleceğini, vazifesinin esasında o eri yetiştirmek olduğunu”, söylemektedir.

İsmet Garibullah Efendi, Mevlana Bağdadi Hazretleri’nin halifesi Abdullah Mekki Hazretlerinin halifesidir. Behrullah Efendi 30 yıl İsmet Efendi’nin derslerini takip eder. Bütün ilimlerde ve tasavvuf yolunda kemale erdikten sonra, hocası tarafından kendi beldesine gönderilir.

İsmet Efendi bu görevi kendisine şöyle bildirir:
– Azizim bundan sonra siz kendi memleketinizde hizmete memursunuz. Amasya’ya vardığınızda evlenip oraya yerleşmenizi isterler. Sakın kabul etmeyiniz. Behrullah Efendi, şeyhinin bu emri ile memleketinin yolunu tutar. Amasya’dan geçerken İsmet Efendi’nin işaret ettiği hal vuku bulur. Yüksek hallerine hayran kalanlar orada evlendirip yerleştirmek, bu şekilde kendisini sahiplenmek isterler. Fakat Efendi Hazretleri önceden tenbihli olduğu için kabul etmez. Yoluna devam edip köyüne ulaşır. Orada evlenip barklanır, fakat kimseye sırrını ifşaya yanaşmaz. Köylüler de ‘Deli Molla’ diye hitap ettikleri bu garib dervişi köye çoban yaparlar.

O günlerde Sivas Valiliğinde bulunan Memduh Paşa görev icabı Tokat’a gelir O devirlerde Tokat da Sivas’a bağlıdır. Eksel köyünden geçerken yanında bulunanlara Bahrullah Efendi ile görüşmek istediğini bildirir. Tanımadıklarını söylerler. Öyle ya soran koskoca Vali Paşa Hazretleri, sorulan köyün garip çobanı. Nereden akıllarına gelsin. Memduh Paşa, Bahrullah Efendi’nin yüksek tevazu sebebiyle gizlendiğini anlar. Huzuruna gider. Onu, irşada memur olduğu, bu maksatla Tokat’a gönderildiği, gizlenmek yerine Peygamber Efendimiz’den kendisine kadar sahih yed ile gelen yolun yayılması, devam ettirilmesi için üzerine düşen vazifeyi yapması gerektiği, yoksa mesul olacağı hususunda ikna eder.
Köylülere de,
“Gelmemiştir cihana Behrullah gibi bir veli.
Onu bulanlar buldu, bulmayanlar mutlak deli”
mısraını okuduktan sonra, “Siz bu zâtın kıymetini bilmez iseniz elinizden çıkar.”, der. Bunun üzerine insanlar ondan ilim öğrenmeye koşarlar.

Memduh Paşa’nın başkanlığında yapılan dergâhda, Behrullah Efendi ilim tâliplerine ders vermeye başlar. Behrullah Efendi herkese müşfik, güler yüzlü davranmaktadır Sokakta gördüğü çocukların başını okşayıp, onlara hediyeler vererek gönüllerini almaktadır. Herkese Allahü teâlânın merhâmetinden bahseder. “Biz insanlar da merhametli olmalıyız.” der. Kendisine gönderilen hediyeleri el sürmeden fakirlere dağıtır.

Behrullah Efendi, talebesi Ahmet Efendi ile bir gün dere kenarında oturmaktadır. Talebesi kahve yapmakla meşguldür. Hocasına doğru bakınca kucağında bir yılan görür ve korkar. Sonra yılan, Behrullah Efendi’nin kucağından inip gider. Talebesinin merak içinde kaldığını fark edince, “Cinnîlerden idi. Hasankale’den geliyor. Dersini verdim gitti.”, diye buyurur.

Talebelerinden İskender isminde bir zât, donanmada vazifelidir. Gemi denizde giderken fırtına çıkar. O sırada Behrullah Efendinin himmetine sığınır, yardım ister. O anda hocasını karşısında görür. Ona, “Evlâdım korkma, üzülme on dakika sonra fırtına geçer!”, diye buyurur. Nitekim on dakika sonra fırtına diner.

Talebelerine, “Biz kuşlar kadar bile olamıyoruz. Onlar Allahü tealayı devamlı zikrediyorlar. Biz ise gaflet içindeyiz. Dinin emir ve yasaklarını bilmezseniz, bu yolda hiç mesafe katedemezsiniz.”, diye buyurur.

Behrullah Efendi 1918’de 80 yaşındayken Eksel köyünde vefat eder. Kalabalık bir cemaat ile cenaze namazı kılındıktan sonra köykabristanlığına defnedilir. Kabri ziyaret mahallidir. Behrullah Efendi’nin yerine talebesi Ali Osman Efendi geçti.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Tokat Evliyaları – Abdulhalim Durma [/toggle]

Hace Muhammed İmkenegi (k.s.)

Özbekistan – Kitab şehri , Sarıasya bölgesinde

Evliyânın büyüklerinden. İnsanları Hakka da’vet eden; doğru yolu göstererek, saadete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin yirmibirincisidir. 918 (m. 1512) senesinde Buhârâ’nın İmkene kasabasında doğdu. 1008 (m. 1599)’de doksan yaşında iken İmkene’de vefât etti. Evliyâ’nın büyüklerinden Derviş Muhammed hazretlerinin oğlu ve Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin hocasıdır. Zâhirî ve bâtınî ilimleri babasından öğrendi. Babasından feyz alarak tasavvufda yetişip kemâle erdi. Rûh ilimlerinin mütehassısı idi. Bütün ömrü; İslâmiyete hizmetle ve Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) güzel ahlâkını insanlara duyurmakla ve öğretmekle geçti. Çok velî yetiştirdi.

Yetiştirdiği velî zâtlardan en başta gelen talebesi, kendisinden sonra halîfesi olan Muhammed Bâkî-billah’dır. Muhammed Bâkî-billah bir gece rü’yâsında Hâcegî Muhammed İmkenegî hazretlerini, gördü. Ona; “Ey oğul! Senin yolunu gözlüyorum” buyurdu. Bâkî-billah hazretleri buna çok sevindi. Hemen huzûruna gitti. Huzûruna varınca ona çok iltifât ve inâyet gösterip, yüksek hâllerini dinledi. Sonra üç gün üç gece birlikte bir odada başbaşa kalıp, sohbet ettiler. Hâcegî hazretleri ona feyz verip, yüksek fâidelere kavuşturdu. Sonra Bâkî-billah hazretlerine; “Sizin işiniz, Allahü teâlânın yardımı ve bu yüksek yolun büyüklerinin rûhlarının terbiyeleri ile tamâm oldu. Tekrar Hindistan’a gitmeniz îcâb ediyor. Çünkü bu silsile-i âliyyenin, orada sizin sayenizde parlıyacağını görüyorum. Bereket ve terbiyenizden çok istifâde edip, büyük işler yapacak olanlar gelecek” buyurdu.

Hâce Bâkî-billah (kuddise sirruh) kendilerini bu işe lâyık görmediğinden, özür dilediyse de, Hâcegî İmkenegî, ona istihâre yapmasını emretti. Rü’yâlarını İmkenegî hazretlerine anlattığı zaman, şu karşılığı aldılar “Derhâl Hindistan’a gidiniz. Orada sizin bereketli nefeslerinizden bir azîz meydana gelecek, bütün dünyâ onun nûruyla dolacak. Hattâ, siz de ondan nasîbinizi alacaksınız.”

Hâce Bâkî-billah hazretleri Hindistan’da Serhend şehrine geldiği zaman, kendisine; “Kutbun etrâfına geldin” diye ilham olundu. Bu kutb, İmâm-ı Rabbânî hazretleri idi. Demek ki, bu kıymetli tohum, Semerkand ve Buhârâ’dan getirilmiş, Hindistan toprağına ekilmiş oluyordu.

Hâcegî Muhammed İmkenegî hazretleri, ömrünün sonlarına doğru şu şiiri çok okurlardı:

“Zaman zaman ölümü hatırlarım,
Bugün ne olacak ben de bilemem.

İsteğim Rabbimden dûr (uzak) olmıyayım,
Başka ne olursa ona râzıyım.”
Kaynaklar ;
Türkiye Gazetesi , İslam Alimleri Ansiklopedisi