Ankara – Doğumu ve Nesebi Adı Ahmed, künyesi Ebu’l-Abbas, nisbesi er-Rıfai, el-Bataihi. Rıfai nisbesi atalarından er-Rifa’a el-Hasan el-Mekki’ye nisbetle, Bataihi nisbesi, Bağdat’la Basra arasında kalan “bataklık yerler ” manasına gelen Bataih bölgesinden Ümm Abide köyün de doğduğu için verilmiştir. 512/1118 tarihinde doğdu. Babası Ali b. …
Irak – Halepçe’ye Bağlı Tavila yakınlarındaki Bahekon köyünde
Şeyh Ali Hüsameddin Tavili hazretleri , Şeyh Muhammed Bahaeddin Tavili Hazretleri’nin oğludur.O da babası ve dedesi gibi Hüseynîdir. Şeyh Ali Hüsâmeddîn hazretleri, 1278 yılında Safer ayının 24. günü (Miladi 31 Ağustos 1861) Cumartesi gecesi doğdu. 1867’de daha 6 yaşındayken dedesini kaybetti. 1881’de babası Muhammed Bahâeddin’i de kaybedince genç yaşında, Tavila Tekkesi’nde dedesinin yerine irşad vazifesine başladı. Üstün çalışkanlığı ile ilim sahibi oldu. Daha sonra Bahekon’a geçti ve orada bir tekke inşa ettirdi. Bazı vakitler dedesinin Tavila’daki makamında oturan Şâh Ali Hüsâmeddîn’in şöhreti çevreye yayıldığından herkes etrafına toplandı. Türk, Arap, İngiliz, Rus, Kürt, Zaza, Azeri, Afgan, birçok ırktan, farklı ülkeden yüzlerce insan onu görmek, sohbetine nail olmak için kilometrelerce yol kat etti. Dünya’da yaklaşık 24.000 halifesi olan Şeyh Ali Hüsâmeddîn’in, 9 ayrı tarikata halife olduğu bilinmektedir: (Nakşibendî, Kadirî, Rüfâi, Sühreverdî, Kübrevi, Dusuki, Bedevi, Şazeli, Çeşti)
Kendisi güler yüzlü, yüksek ahlak ve vekar sahibi ve heybetliydi. Konuşmada belagat sahibi, hatip, Arapça, Osmanlıca, Farsça, Türkçe ve bölgedeki dillere vakıf olan ve bu dillerde yazan bir kimsedir. Aynı zamanda büyük bir servete hükmeden ve bununla birlikte muhtaçlara yardım eden Şeyh Ali Hüsâmeddîn akrabalık, kardeşlik, yakınlık sevgisine önem veren ve her yönüyle örnek gösterilen bir şahsiyetti. Arazinin ıslâhı ile ağaç ve bahçelere büyük sevgi ve merakı olduğundan, ağaçların kesilmesini yasaklamıştı. Verimsiz yerleri ekip elverişli bir hale getirmeyi, su kanalları ve yolları açmayı sever, çalışmaları sonucu elde ettiklerini yolculara, ziyaretçilere ikram ederdi.
Menkıbeleri Seyyid Muhammed Kadrî (K.s.) anlatıyor: “Bir sabah namazını Şahımız Hz. Ali Hüsameddin’in arkasında kılıyorduk. Hz. Şah’a “- Şimdiye kadar Hz. Şahın yalnız anne cihetinden seyyid olduğu söylenmekte idi. Lütuflarınızla Hz. Şah’ – “Evet, elhamdülillah öyledir. Seyyidlik, ecdâdımız Seyyid Battal Gazi’den geliyor. Açıklar ve iddia edersem, çok yanlış kişiler de seyyidlik davasında bulunacaktır. En doğrusu, Allah yanındaki seyyidlik makbuldür.” buyurdu.”
(Şeyh-i Meczûb Muhammed Saîd Seyfüddin, İhsan Yolu(Gönül Sultanları ve Hak Sohbetleri adlı kitap içinde), Çeviri: Çelebi Süleyman Kaya, Ankara,1996, s.26.)
Yine Şeyh-i Meczûb anlatıyor: “Melekûtta Hz. Resul (a.s), Şahım Muhammed Ali Hüsameddin’e (K.s.) buyurdu ki; “Sen ve senden salavat isteyenler vitr namazından sonra binlerce Sallallâhu ale’n Nebiyyi ve âlihî salavât-ı şerifesini okusunlar.” Birkaç gün sonra yine sohbetlerini müşahede etiim. Hz. Şah Hüsameddin taliplerin bu zamanda başka meşguliyetleri de olduğundan, bu salavat miktarının azaltılmasını recâ etti. Hz. Resul (a.s) buyurdular ki ;100 kere okusunlar, 1000 kere okumuş gibi kabul ederim.”(Şeyh-i Meczûb 108-109) Şeyh-i Meczûb Muhammed Saîd Seyfüddin (1289-1331) (K.s.), Muhtasaru’s – Sülûk ve’l ihsan fî Beyâni’l-Vüsûl ilâ Meliki’l-Mülük ve Tarikatu’l-Hâcegân adlı eserinde anlatılıyor:
“Şahım Şah Muhammed Ali Hüsâmeddin, zehirli engerek yılanının soktuğu bir kişiye nazar ederek derhal zehir acısı ve şişkinliğini yok etmiş ve hasta ömür boyunca yarasından acı çekmemiştir. Hâlbuki, bu cins zehirli yılanların soktukları nadiren iyileşse bile her sene nükseder.” (Şeyh-i Meczûb Muhammed Saîd Seyfüddin, İhsan Yolu(Gönül Sultanları ve Hak Sohbetleri adlı kitap içinde), Çeviri: Çelebi Süleyman Kaya, Ankara,1996, s.10.)
Bir Tavsiyesi: “Taliplere müslümanlara layık olmayan işlerden sakınmalarını ve şer’i emirleri bildirmelerini ve iyilikle nasihat etmelerini tavsiye ederiz.”(Şeyh-i Meczûb.22)
Vefatı Zamanın büyük alimi olan Şeyh Ali Hüsâmeddîn tüm ömrünü ilim öğrenmek, öğretmek ve İslâmiyeti anlatmakla geçirdi. 60 yıl boyunca bu vazifeyi devam ettirdi ve 1939 yılında 80 yaşında vefat etti. Türbesi, Irak’ın Bahekon köyünde olup hâlâ ziyarete edilmektedir.
Irak – Halepçe’ye Bağlı Biyare köyündeki dergahında Babası Ömer Ziyaeddin hazretlerinin yanında
Şeyh Alaaddin hazretleri, 1280/1863 yılında Tavîle Köyü’nde dünyaya gelmiştir. Babası Şeyh Ömer Ziyaüddin, dedesi ise Osman Siraceddin Tavili Hazretleridir. MŞeyh Alaaddin çocukluğunda ailesinde gördüğü ilk eğitiminin ardından medreseye yönelmiş ve sıralı medrese kitaplarını okumuştur. Medrese eğitiminin ardından kardeşi Şeyh Necmüddin Tavili ile beraber amcaları Şeyh Muhammed Bahauddin’in yanında tasavvufî eğitim görmüştür.
Babasının vefatı üzerine kardeşi Şeyh Necmüddin, Biyâre Tekkesi’nde posta oturunca o da Halepçe ile Biyâre arasında yer alan Dereşiş Köyüne giderek orada bir tekke kurmuştur. Fakat Dereşiş’te uzun süre kalamamıştır. Zira bir yıl sonra İran Havramanı’nda hısımlarının bulunduğu Servâbâd Köyü’ne giderek orada iki yıl ikamet etmiştir. O bölgenin yerel yöneticileri olan kayınbiraderleri tekke ve medrese kurması ve hizmetlerini yürütebilmesi için Durud Köyü’nü ve gelirlerini kendisine bağışlamışlardır.
Şeyh Alaaddin Durud Köyü’ne yerleşip tekke ve medrese kurduktan sonra etrafında çok sayıda talebe ve ilim erbabı toplanmıştır. Bu sayede Durûd Tekkesi İran’ın kuzeybatısında yaşayan Sünnî kesim arasında ilim ve irşad faaliyetlerinin yürütüldüğü ciddi bir merkez haline gelmiştir. Birinci Dünya Savaşının devam ettiği 1336/1917 yılında meydana gelen kıtlık ve yokluk sebebiyle halk zor durumda kalınca Şeyh Alaaddin elindeki tüm maddi olanakları kullanarak halkın sıkıntılarını gidermeye ve fakirlere yardım etmeye çalışmıştır.
1338/1919 yılında İran’dan Biyâre’ye dönen Şeyh Alaaddin kardeşi Şeyh Necmüddin ve oğlu şeyh Nureddin’in vefat etmelerinden sonra Biyâre Tekkesi’nde postnişin olmuştur.
Şeyh Alaaddin’in yanında tasavvufî eğitim gören çok sayıda âlim şahsiyet içinde irşad izni verdiği halifelerinden tespit edilenler şunlardır;
1. Hacı Seyyid Baba Şeyh el-Kajâvî 2. Hacı Mamosta Molla Bakır 3. Şeyh Abdullah el-Bânî el-Horremtâyî 4. Molla Abdullah en-Nemşîrî 5. Mamosta Molla Heme Said el-Abâbeylî 6. Şeyh Abdülvehhab en-Nergisecârî 7. Şeyh Sıddik en-Nergisecârî 8. Şeyh Abdülkerim el-Haneşorî 9. Şeyh Heme Said 10. Şeyh Ömer b. Şeyh Muhammed el-Karadağî 11. Şeyh Baba Resul el-Mîresorî 12. Molla Arif 13. Molla Nasrullah el-Bânî 14. Molla Ahmed Şefik 15. Molla Kadir el-Gelâlî 16. Molla Hıdır el-Âlânî 17. Şeyh Molla Sadık el-Mâvîlî 18. Şeyh Molla Muhammed el-Bîtevâtî 19. Şeyh Molla Ahmed el-Vertî 20. Şeyh Molla Muhammed Emin el-Karnakavî 21. Şeyh Kâke Molla es-Serdeştî el-Vâşemezînî 22. Şeyh Abdülkadir el-Hevtâşî 23. Şeyh Abdullah el-Evbârî 24. Şeyh Mollan Muhammed Emin el-Mevlânâbâdî 25. Şeyh Abdülhak Hamid Mestûnî el-Musılî 26. Mamosta Molla Abid el-Abâbeylî 27. Mamosta Molla Muhammed Emin b. Molla Muhammed Sâdık 28. Molla Arif el-Volejîrî 29. Molla Said el-Bâlekî 30. Molla Mahmud el-Veysî 31. Seyyid Hüsameddin es-Sakızî 32. Molla Zahid b. Molla Muhammed es-Sünnetî 33. Baba Molla b. Molla Muhammed es-Sünnetî 34. Şeyh Raûf es-Safahâneyî 35. Hacı Ma’sûm b. Hacı Şeyh Muhammed Arif eş-Şâroçkeyî 36. Şeyh Hüseyin Ramazanî el-Hâlidî 37. Şeyh Abdullah Ahrar b. Haci Ahmed el-İzzî
İlim ve irşad faaliyetlerini düzenli olarak sürdüren Şeyh Alaaddin 1373/1953 yılında vefat etmiş ve Biyâre Tekkesi’nde kabirleri bulunan babası Şeyh Ömer Ziayaüddin ve kardeşi Şeyh Necmüddin’in yanına defnedilmiştir.
Biyâre’de yan yana yatan Şeyh Ömer Ziyaüddin ve iki oğlu Şeyh Necmüddin ve Şeyh Alaaddin ile İstanbul’da vefat eden torunu Şeyh Osman-ı Sânî için Biyâre’deki kabirlerine şu satırlar yazılmıştır; ” Osman Siraceddin Tavili Hazretlerinin tarikatına mensup aslanların yattığı mezarsın. ( Ömer Ziyaeddin, Necmüddin, Alauddin ve Osman’sın)
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak
MEVLÂNÂ HÂLİD-İ BAĞDADÎ’NİN HALİFELERİNDEN ŞEYH OSMAN SİRACÜDDİN ET-TAVÎLÎ (v. 1283/1866) VE BİYÂRE
MEDRESESİ/TEKKESİ , Abdulcebbar Kavak
[/toggle]<
Irak – Halepçe’ye Bağlı Biyare köyündeki dergahında Babası Ömer Ziyaeddin hazretlerinin yanında
Şeyh Necmüddin Tavili Hazretleri, 1280/1863 de Tavîle’de dünyaya geldi. Ailesinde aldığı ilk eğitiminin ardından Molla Hamid Katib’in yanında medrese eğitimine başladı. Biyâre’deki medresede Sarf, Nahiv ve diğer alanlarda dersler aldı. Hat sanatında mahir olan Şeyh Necmüddin aynı zamanda şiir ve edebiyat alanında da yüksek bir seviyeyi yakaladı.
Kendisinden büyük abisi Şeyh Alaaddin’le beraber Tavîle Zaviyesi’nde postnişin olan amcaları Şeyh Muhammed Bahauddin’den tasavvufî eğitim aldılar. Şeyh Necmüddin tarîkat icâzeti aldıktan sonra Biyâre’de irşad hizmetlerinde babasına yardımcı oldu. Onun vefatından sonra Biyâre Tekkesi’nde posta oturdu.
Son derece kanaatkâr, mütevazı bir kişiliğe sahip olan Şeyh Necmüddin, ilmî eserlerin mütalaasına ve âlimlerle oturup kalkmaya önem verirdi. Çok sayıda kişinin medrese ve tasavvufî eğitimiyle ilgilenen Şeyh Necmüddin 1337/1918 de vefat etti. Biyâre’de babası Şeyh Ömer Ziyaüddin’in yanına defnedildi.
Irak – Halepçe’ye Bağlı Biyare köyündeki dergahında
Şeyh Ömer Ziyaüddin hazretleri, Şeyh Osman Siracüddin Tavili’nin oğludur. 1255/1839 yılında Biyârede doğmuştur. İlk eğitimini ilim ve tasavvuf ocağı olan ailesinden alan Şeyh Ömer, Kur’an-ı hatmedip sıralı ilimleri okumaya başlamıştır.
Babası Şeyh Osman Siracüddin onun Talabânî Tekkesi’nin postnişîni Şeyh Abdurrahman Hâlis el-Kerkükî (v. 1275/1858)’den istifade etmesi ve yanında tasavvufî eğitim görmesi için Kerkük’e göndermiştir. Fakat Kerkük’teki tekkede çok rahat hareket edip tasavvufî eğitimin gereklerinden uzaklaştığını işitince onu hemen geri çağırıp kendi gözetimi altında medrese eğitimini ikmal ettirmiş ve tasavvufî eğitimden geçirerek ona tarîkat icâzeti vermiştir. Şeyh Ömer, irşad icazeti bulunduğu halde babasının emri üzerine kardeşi Şeyh Muhammed Bahauddin’in gözetiminde Tavîle Köyü’ndeki ilmî ve tasavvufî faaliyetlere yardımcı olmuştur. Kardeşi Muhammed Bahauddin’in 1298/1880 de vefatından sonra Tavîle Köyü’nden ayrılarak Biyâre’ye gelmiş ve ailesiyle oraya yerleşmiştir. Bilahare Bağdat, Necef ve Kerbela şehirlerine giderek oraları ziyaret eden Şeyh Ömer Biyâre’ye döndükten sonra sırasıyla Hanekîn, Kazrabât ve Kifrî bölgelerine birer tekke kurmuştur.
Şeyh Ömer uzun bir süredir Biyâre Medresesi’nde devam ettirilen ilim ve irşad faaliyetlerinde medresenin artık ihtiyaca cevap veremediğini görünce 1307/1889 tarihinde müştemilatıyla beraber müstakil bir tekke ve medrese yaptırmıştır. Şeyh Ömer döneminde Biyâre Medresesi’nde çok sayıda talebe eğitim görmüş ve mezun olmuşlardır. Sonradan bir kısmı çok yüksek mevkilere gelen bu talebeler içinde Irak müftülerinden Şeyh Kâsım Kaysî, Molla Abdullah el-Vulzî, Molla Zeynelabidin en-Nûdşî, Molla Abdullah Kânî Sânânî, Molla Abdullah el-Ubeydî, Molla Mustafa el-Hurmâlî gibi âlimler yer almaktadır.
Şeyh Ömer Ziyaüddin ilim talebeliğini müritlikten daha önde görür ve talebelere çok değer verirdi. Tekkeye dinî ilimlerle ilgili kitap getirildiğinde yahut kendisine hediye kitap gönderildiğinde Allah’a şükreder ve bu eserlerle dinine hizmeti nasip ettiği için şükür secdesine kapanırdı. Kendisine Osmanlı Devleti’nin tahsis ettiği aylık üç lira maaşı önce fakir ve muhtaçlara dağıtmış bir süre sonra ise bu aylığı almayı reddetmiştir. Neden bunu yaptığını soranlara ise buraya insanlar her taraftan gelip kalırlar ve Ben “Beytü’l-Mal”den tahsis edilen bir paranın sorumluluğunu ve vebalini yüklenemem diye cevap vermiştir. Aynı şekilde Kaçar Şahı Nasruddin’in tekkenin bütün masraflarını karşılamaya hazırım teklifine de olumsuz cevap vererek nazikçe reddetmiştir.
Şeyh Ömer Ziyaüddin hafî zikrin yanında cehri zikir de çektirmesi, ilime, eğitime ve farklı kültürlere ilgisi, kullandığı “Feyzî” lakabıyla Arapça, Farsça ve Kürtçe şiir yazmadaki kaabiliyetiyle seleflerinden farklı bir mutasavvıf olduğunu ortaya koymuştur.
[toggle title=”Şeyh Ömer Ziyaeddin Hazretleri’nin Halifeleri” load=”hide”]
Şeyh Ömer Ziyaüddin’in çok sayıda halifesinden bahsedilir. Bunlardan tespit edilebilenler şunlardır:
1. Şeyh Necmüddin el-Biyârî/oğlu
2. Şeyh Alaaddin el-Biyârî/oğlu
3. Şeyh Tacuddin/yeğeni
4. Molla Kadir el-Biyârî
5. Şeyh Kadir el-Abâbeylî
6. Molla Kadir el-Abâbeylî
7. Molla Muhammed el-Pejderî
8. Şeyh Ma’rûf en-Nergisecârî
9. Molla Resûl Hâfız
10. Molla Resûl Keçel
11. Seyyid Abdullah el-Belberî
12. Seyyid Ahmed el-Kelcî
13. Şeyh Molla Veysi el-Pejderî
14. Şeyh Molla Hıdır
15. Molla Abdurrahman Gevre
16. Molla Abdurrahman Biçûk
17. Şeyh Emin el-Bîjveyî
18. Şeyh Molla Kadir Dîvâne
19. Baba Şeyh es-Seyrî
20. Hacı Seyyid Ali es-Sefâhâne
21. Hacı Seyyid Fethullah Gûl
22. Molla Muhammed el-Bîdenî
23. Şeyh Muhammed Emin Bayramâvâ
24. Şeyh Abdullah ed-Dîmeyevî
25. Halife Allahkerim el-Vesneyî
26. Şeyh Selîm et-Tahtî
27. Şeyh Ali el-Karadağî
28. Molla Abdülazîm es-Sineyî
29. Molla Muhammed es-Sünnetî
30. Molla Muhammed Emin eş-Şerîfâvâyî
31. Molla Şeyh Taha el-Bâlîsânî
32. Hacı Molla Abdullah el-Pesvî
33. Şeyh Şemsüddin es-Sakızî
34. Molla Ömer el-Vâşemezinî
35. Şeyh Said Fazlî el-Bağdadî
36. Şeyh Ahmed ed-Deyrî
37. Halife Ali el-Kerkükî
38. Hacı Şeyh Arif el-Kazrâbâdî
39. Halife Abdi el-Hanekînî
40. Molla Ahmed el-Kânîkeveyî
41. Şeyh Kasım Kaysî el-Bağdadî
[/toggle]
On erkek çocuğu bulunan Şeyh Ömer bunlardan ikisine irşad izni vermiştir.Bunlar Şeyh Necmeddin ve Şeyh Alaaddin’dir. 1318/1900 yılında vefat eden Şeyh Ömer Ziyaeddin kabri Biyare Tekkesinde bulunmaktadır.
Şeyh Ömer Ziyaeddin Hazretleri’nin Kerametleri
Hazret-i Şeyh Muhammed Osman Siraceddin-i Sâni (KS) anlatıyor:
Saygıdeğer pederim Şeyh Alâeddin (KS), Hormal kasabasında dedem Şeyh Ömer Ziyaeddin (KS)’in hizmetinde bulunuyormuş. Günün birinde dedem Şeyh Ziyaeddin, babama: “Haydi, seninle birlikte, büyük bilgin Şeyh Nesim’i ziyarete gidelim” demiş. Bu şeyhin Şeyh Kasım ve Şeyh Vesim adında derin bilgi sahibi iki kardeşi daha varmış. Birlikte bu zatın ziyaretine gidip ona misafir olmuşlar. Gece yatmak zamanı gelince ev sahibi, dedeme: “Nerede yatmak istersin?” diye sormuş. Dedem onlara: “Ben, Şeyh Nesim’in bulunduğu yerde yatmak isterim, yeter ki başlarımız birbirine yakın olsun” demiş.
Dedem Ömer Ziyaeddin (KS), uyku halinde içinde, ilmin özünü taşıyan sözcüklerle yüksek bir sesle konuşmaya başlamış. Birbirlerine yakın baş başa yattıkları için Şeyh Nesim uyanık bir halde, dedemin bu uyku halindeki konuşmalarını dikkat ve incelikle dinliyormuş. Sabaha kadar bu konuşma sürmüş. Şeyh Nesim de uyumadan, merakla ve yorulmadan onu dinlemiş. Sabah olunca ev sahibi, dedeme: “Allah’a and içerim ki, ne eskilerden ve ne de yenilerden bugüne dek böyle ilmin özüyle konuşan bir kimseye rastlamadım ve kimseden böyle bir şey işitmedim ve yine Allah’a and içerim ki, bu gece duyduklarıma göre ne derece cahil olduğumuzu anlamış olduk” demiş.
Bir gün Molla Abdülkâdir, Ömer Ziyâeddin ve diğer bâzı talebeleri ile Horaman’a gitmek üzere yola çıkmıştı. Molla Abdülkâdir ilimde oldukça yükselmiş, Ömer Ziyâeddin Efendinin kerâmetini görüp öyle bağlanmak istiyordu. Yolda, ikindi vakti, yolun kenârında dokuz-on kişinin üzerinde rahatça cemâatle namaz kılabilecekleri bir kayalık yere geldiler. Ömer Ziyâeddin Efendi ikindi namazını burada kılmayı emretti. Namazdan sonra Molla Abdülkâdir’e; “Benden bir şey istemiştiniz. İşte isteğinizin vakti geldi.” buyurdu ve meâlen; “Eğer biz bu Kur’ân-ı kerîmi bir dağa indirmiş olsaydık, sen onun Allah korkusuyla, baş eğerek parça parça olduğunu görürdün.” (Haşr sûresi: 21) âyet-i kerîmesini okudu. Bu esnâda üzerinde bulundukları kaya ikiye ayrılmış, Ömer Ziyâeddîn’in oturduğu kısım diğerlerinin oturduğu kısımdan ayrılmıştı. Bunu gören Molla Abdülkâdir, özür dileyerek Ömer Ziyâeddîn Efendinin talebesi oldu.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak
MEVLÂNÂ HÂLİD-İ BAĞDADÎ’NİN HALİFELERİNDEN ŞEYH OSMAN SİRACÜDDİN ET-TAVÎLÎ (v. 1283/1866) VE BİYÂRE
MEDRESESİ/TEKKESİ , Abdulcebbar Kavak
[/toggle]
Irak – Halepçe’nin Tavile köyünde Babası Osman Siraceddin hz’nin yanında
Şeyh Osman Siraceddin Tavili hazretlerinin en büyük oğlu ve halifesidir . 1252/1836 yılında Tavila’da doğmuştur. Tarikat eğitimini babasından, diğer ilimleri bölgesinde bulunan büyük ( Mahmud deşi gibi) âlimlerden almıştır. Zâhirî ilimlerde derin bir âlim, tasavvuf yolunda yüksek bir velî oldu. Babası ona hilâfet verip talebe yetiştirmekle vazîfelendirdi. Babası hayattayken Abdurrahmân, Ömer Ziyâeddîn ve Ahmed adındaki kardeşlerinin tâlim ve terbiye işini ve yetiştirme vazîfesini ona verdi. Kardeşleri onun ilim meclisinde ve sohbetlerinde yetişerek her biri üstün zâtlar oldular. Babasının vefâtından sonra insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattı ve talebe yetiştirdi. Vakarlı, kanâatkâr, iffetli, dünyâya gönül vermeyen, haram ve şüphelilerden şiddetle sakınan bir hayat yaşadı. Pekçok insanın hidâyete kavuşmasına, dünyâ ve âhirette saâdete, kurtuluşa ermelerine vesile oldu. Arkasında faydalı, edep sâhibi çocuklar bıraktı. Onlar da kendisi gibi ilim ve fazîletin yayılması için çalıştılar. Çocuklarının adları Şeyh AliHüsâmeddîn, Şeyh Sâdık, Şeyh Mazhar ve Şeyh Câfer’dir. Talebelerinden Abdürrahîm Mevlevî sohbetlerini Mir’ât-ül-Kâmil adıyla toplamıştır.
Mürşidi olan babasının başlattıklarını genişletti. Sıfatı itibarıyla vakarlı, kanaatkâr, iffet ve zahidlikle hayatını sürdürdü. Geride salih, faydalı, edep ve sıfat sahibi çocuklar bıraktı. Onlar da kendisi gibi şöhret sahibi oldular. Bu zat Rebiyülevvel ayının beşinde Cuma günü 1298/1881 de Tavila’da vefat etti. Babasının mezarının yakınında medfundur.
Hazret-i Siraceddin el-Sâni’nin bu ailenin büyüklerinden naklettiğine göre; Hazret-i Mevlâna Hâlid-i Bağdadi (KS): “Ben gurbete ve meşakkate tahammül ettim. Ve bende makamatlar hâsıl oldu. Onları da benden Osman Taviylî aldı” buyurmuşlardır.
Şeyh Osman Siraceddin Tavili hazretleri 1195/1781 yılında günümüzde Kuzey Irak’ın Halepçe kentinde yer alan Tavile Köyü’nde dünyaya gelmiştir. Soyu baba tarafından Hz. Hüseyin’e, anne tarafından ise Hz. Hasan’a dayanan Şeyh Osman’ın tam adı Osman b. Hâlid b. Abdillah b. Muhammed b. Dervîş b. Müşerref b. Cum’a b. Zâhir’dir. Halepçe’nin köklü ve saygın ailelerinden olan Tavili ailesinin, soyu Hz. Hüseyin’e dayanan ve Hamrin Dağında ikamet eden Naim Seyyidleri’nden oldukları ve aile büyüklerinden Seyyid Zahir’in Hamrin’den Havraman bölgesine göç ederek Tavîle Köyü’ne yerleştiği belirtilir.
Şeyh Osman’ın Tavile’de Kur’an-ı Kerim öğrenimi ile başlayan eğitimi Biyâre, Hırpan, Hurmal ve Halepçe’de bulunan medreselerde devam etmiştir. Abdülkerim Müderris Yar-ı Merdan isimli eserinde, onun medrese eğitimini ikmal ettikten sonra daha üst seviyede medrese eğitiminden istifade edebilmek ve içinde tasavvufa karşı oluşan iştiyak sebebiyle yirmi beş yaşında iken Bağdat’a gittiğinden bahseder. Şeyh Osman, Bağdat’a gittikten sonra Şeyh Abdulkadir Geylani’nin türbesinin yanında yer alan medresede ders okumaya başlar. Bu arada kurulan zikir halkalarına da dâhil olur.Onun medrese eğitiminin devam ettiği bu dönemde herhangi bir şeyhe intisap edip etmediği hususunda bilgi bulunmamaktadır.
1226/1811 yılında Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî Hindistan’dan memleketi Sü- leymaniye’ye dönmüş ve çok geçmeden Bağdat’a gelerek Şeyh Abdulkadir Geylânî türbesinde misafir olarak kalmaya başlamıştır. Şeyh Osman daha önce Halepçe bölgesindeki medreselerde eğitim gördüğü dönemde tanıştığı Mevlânâ Hâlid’i ziyaret ederek ona intisap etmiştir. Abdülkerim Müderris, Şeyh Osman’ın Mevlânâ Hâlid’e intisap ettiğinde otuz bir yaşında olduğunu ifade eder.
Şeyh Osman Tavili, Bağdat’ta Abdulkadir Geylânî türbesinde başlayan tasavvufî eğitimine Süleymaniye’de devam etmiştir. Çünkü Mevlânâ Hâlid beş ay kaldığı Bağdat’tan ayrılarak Süleymaniye’ye dönmüş ve orada Nakşbendi şeyhi olarak irşad faaliyetlerine başlamıştır. Şeyh Osman da intisap ettiği Mevlânâ Hâlid ile beraber Süleymaniye’ye dönmüş ve yanında seyr ü sülûkünü devam ettirmiştir. 1226/1811’de başlayan tasavvufî eğitimini 1228/1813 yılında tamamlayan Şeyh Osman otuz üç yaşında Mevlânâ Hâlid’den tarîkat icâzeti almıştır.
Şeyh Osman Siracüddin et-Tavîlî’nin Süleymaniye bölgesinde Mevlânâ Hâlid’den tarîkat icâzeti alan ilk halifesi olduğu söylenir. Tarîkat icâzeti aldıktan sonra da Mevlânâ Hâlid’in yanından ayrılmayan Şeyh Osman, şeyhinin 1238/1822’de Şam’a gidişinden sonra Havraman bölgesine dönmüş Biyâre ve Tavîle köylerinde irşad ve tedrîsâtla uğraşmıştır. Mevlânâ Hâlid’in “Fakih Osman” diye hitap ettiği, Şeyh Osman, Hurmal mıntıkasında yer alan Biyâre Medresesi’ni daha da etkin hale getirmiş ve ilmî faaliyetlere paralel olarak tasavvufî etkinlikleri de bu medresede yürütmeye başlamıştır.
Biyâre ve Tavîle arasında mekik dokuyan ve daha çok Biyâre’de ikamet eden Şeyh Osman Siracüddin, 1272/1856 tarihinden sonra tamamen Tavîle Köyüne yerleşerek orada bir de Zaviye kurmuştur. Şeyh Osman’ın Tavîle’de ikamet etmeye başlaması oranın ilmî ve tasavvufî yönden canlanmasını sağlamıştır.
Bir dönem Süleymaniye merkezinde bulunan Hânekâyı Mevlânâ Hâlid’de görev yapan Şeyh Osman ömrünün geri kalanını Biyâre ve Tavîle’de ilim ve irşadla geçirmiştir. Büyük çoğunluğu Biyâre Medresesi’nde olmak üzere yüze yakın halife yetiştiren Şeyh Osman, Mevlânâ Hâlid’in ilk halifeleri içerisinde en çok halife yetiştiren kişidir.
Şeyh Osman’ın postnişîn olduğu Biyâre Medresesi hem ilmî hem de tasavvufî açıdan bölgenin gözde merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bu sayede gerek Irak’ın farklı bölgelerinden gerekse İran’ın Sünnî Kürtlerin meskûn olduğu kuzeybatı şehirleri Merivan, Senendec ve Bane ile Azerî ve Dağıstanlıların meskûn olduğu Taliş ve Dağıstan bölgelerinden çok sayıda zevat ilim ve tasavvuf eğitimi için Biyâre’ye teveccüh etmişlerdir. el-Beytâr isimli eser , Şeyh Osman’ın irşad faaliyetleri sayesinde İran’da yaşayan çok sayıda Yahudi ve Hıristiyan’ın Müslüman olduklarından bahsetmektedir.
İrşad faaliyetlerini yürütürken diğer tarîkat mensuplarıyla oldukça seviyeli ve samimi münasebetler kuran Şeyh Osman, bölgede saygın bir yere sahip olan Berzencî ailesine mensup Kadirî şeyhlerinden Süleymaniyeli Kâke Şeyh Ahmed’le mektuplaşarak dostluğunu ilerletmiştir.
Şeyh Osman’ın yaptığı evliliklerden altısı erkek on altısı kız toplam yirmi iki çocuğu dünyaya gelmiştir.
Altmıştan fazla halifesini İslâm coğrafyasının dört bir yanına göndermiş ve Nakşibendîlik ruhuna büyük bir güç kazandırmıştır. Sirâceddîn Hazretleri, irşâd vazifesini büyük oğlu Muhammed Bahâuddin’e ve Abdurrahman Ebu’l-Vefâ’ya bıraktıktan sonra 88 yaşında iken Tavila’daki evinde vefat etmiş ve evinin önünde defnedilmiştir. Kabri hâlen burada ziyaret edilmektedir.
Uzuna yakın boylu, buğday tenli, nur yüzlü, heybetli ve vakurdu. Seyrek sakallıydı. Bu yüzden “Köse” lakabıyla anılırdı. Şeyhiyle aynı adı taşıdığından, adlarının karışmaması için kendisine “Köse Taha” denilirdi. Yumuşak huyluydu. Kızdığı hiç görülmezdi.
Erbil’in Harir nahiyesinden. Şeyhi Taha’l Hakkari ile aynı adı taşıyor. Doğduğu Harir nahiyesine nisbetle “Hariri” nısbesiyle ünlü. 1220/1803 yılında Harîr’de doğdu. Harîr, Kerkük vilayetine 3 fersah ( yaklaşık 20 km) uzaldıkta şirin bir kasaba olup şimdi Kerkük’ün bir semtidir .Taha’l-Harîrî’nin hayatı ve hizmetleri hakkında M. Esad Efendi’nin Risale-i Estadiyye’sinde kendi terceme-i halini kaleme aldığı bölümde verdiği bilgilerle, yine Es’ad Efendi’nin sohbetlerinde tutulan notlardan başka bir bilgiye sahip değiliz. M. Es’ad Efendi’nin: “Tarikat-i aliyyede seyr u sülüküm ne babamın, ne de dedemin irşad zamanlarına rastlamadığından o zamanın| kutb-u irşadı bulunan Taha’l Harirî en-Nakşbendî el-Halidî’ hazretlerinin hizmetine girdim. 1292/1875 senesine; yani vefatına kadar beş sene müddetle hizmetlerinde bulundum.” şeklindeki ifadelerden Şeyh Taha’nın iyi bir tahsil görmüş, itibarlı ve saygın bir kişiliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Hariri hazretleri, ilk tahsilini Erbil’de yaptı. Hıfzını ikmal etti. Bağdad medreselerinde de yüksek seviyede icazet aldı. Dini ilimleri devrin ulemasından okuduktan sonra Mevlana Halid el-Bağdadi’nin Erbil’de bulunan halifesi Hidayetullah Efendi’nin hizmet ve himayesine girdi. Hidayetullah Efendi, Taha’l-Hariri’nin yerine irşad makamına geçecek olan M. Es’ad Erbili’nin dedesidir.
Taha’l Hariri’nin, Mevlana Halid Bağdadi halifelerinden Osman Tavili ile de görüştüğü, hatta Osman Tavili’nin Şeyh Hariri hakkında “o, bizden büyüktür.” diye övgülerde bulunduğu bilinmektedir. Gerek Hidayetullah Efendi ve gerekse Osman Tavili ile görüşüp kendilerinden feyz alan Taha’l Harîri, devrin ünlü şeyhi Taha’l Hakkari ile önce alem-i menamda, ardından kendisini ziyaret ederek görüşmüş ve çok kısa bir süre içinde hilafete hak kazanmıştır. Arapça, Farsça, Türkçe ve Kürdçe bilirdi. Sohbetinde şeyhi gibi İmam-ı Rabbanî’nin mektübat’ından okur ve şerhederdi.
Taha’l Harîrî, ilk iki şeyhten gördüğü seyr u sülük, son şeyhten aldığı icazetten sonra fıtratındaki “üveysi” istidad sayesinde sık sık alem-i manada Allah Rasülüyle görüşmek şerefine nail olmuştur. Şeyh Taha, tarikat silsilelerinde üveysi yolla irşad gören şeyhlerin ilki değildi. Nitekim Abdülhalik Gucdüvani ve Şah-ı Nakşbend hazretleri de üveysidirler.
Taha’l Harîrî, Erbil ve Musul bölgesinde yaklaşık kırk yıl süreyle halkı irşad ile meşgul oldu. 1292/ 1875 yılında vefat etti. “Kabri şimdilerde Erbil’e bitişmiş olan Harîr’dedir.
Irak – Samerra – Babası İmam Ali Naki El Hadi hazretlerinin yanında
232 yılının Rebîülevvel veya Rebîülâhir ayında (Kasım – Aralık 846) Medine’de dünyaya geldi. Sâmerrâ’da doğduğunu belirten rivayetler zayıf sayılmaktadır. Babası onuncu imam Ali el-Hâdî’dir. İki üç yaşlarında iken babası ile beraber, İmâmîler’in faaliyetlerini daha yakından takip etmek isteyen Abbâsî Halifesi Mütevekkil-Alellah tarafından yeni hilâfet merkezi Sâmerrâ’ya götürüldü. Sâmerrâ’da ikamete mecbur edilen ve hayatı boyunca buradan ayrılmasına izin verilmeyen Hasan b. Ali bu sebeple Askerî nisbesiyle anılmıştır. Kendisine ayrıca Sâmit, Zekî, Naki, Refîk, Hâdî ve Hâlis gibi lakaplar verilmiştir.
Büyük kardeşi Ebû Ca’fer Muhammed babasından önce vefat ettiği için İmam Ali el-Hâdî ölümünden (254/868) dört ay önce Hasan el-Askerî’yi kendine halef tayin etti . Ali el-Hâdî’-nin ölümünden sonra Hasan el-Askerî’- nin diğer kardeşi Ca’fer kendi imâmetini iddia ettiyse de pek ilgi görmedi. Abbâsi yönetimince çok sıkı bir kontrol altında tutulan Hasan Askeri Hazretleri hayatı boyunca taraftarları ile pek temas imkânı bulamamış, ancak babasına da hizmet eden Ebû Amr Osman b. Saîd el-Ömerî, “humus” gibi imama verilmesi gereken vergileri onun adına İmâmîler’den toplayıp kendisine ulaştırmıştır.
Hasan Askeri Hazretleri 260 yılı Rebiülevvel ayının başında (874 Aralık sonu) hastalandı. Bir hafta süren bu hastalık sonunda 8 Rebîülevvel 260 (1 Ocak 874) tarihinde vefat etti. Bazı İmâmî rivayetlere göre Halife Mu’temid-Alellah’ın evine gönderdiği tabipler tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. Halifeyi temsilen Ebû îsâ b. Mütevekkil tarafından kıldırılan cenaze namazından sonra oturduğu evde bulunan babasının mezarının yanına defnedildi.
Büveyhî Hükümdarı Muizzüddevle’nin 335’te (946) yaptırdığı, XIX. Yüzyılın sonlarına doğru İran Hükümdarı Nâsırüddin Şah tarafından geniş çapta tamir ettirilen bu iki türbe bugünkü Sâmerrâ’nın en mühim âbidesidir. Kendinden sonra imâmeti devam ettirecek erkek evlât bırakmadan öldüğü ileri sürülen Hasan el-Askerî’nin vefatı İmâmîler arasında büyük bir buhran yaratmış ve onların on dört veya on beş fırkaya ayrılmasına sebep olmuştur. Bu fırkalardan biri Hasan el-Askerî’nin ölmediğini, geçici bir süre için gaybet’e girdiğini ve mehdî olarak tekrar zuhur edeceğini, bir başka fırka ise onun ölümünü kabul etmekle beraber mehdî olarak tekrar hayata döndürüleceğini ileri sürmüştür. Fakat zamanla, Hasan el-Askerî’nin ölümünden bir süre önce Rum veya zenci asıllı Nercis adlı bircâriyeden doğan Muhammed el-Mehdî adında bir oğlunun olduğu inancı İmâmîler arasında yaygınlaştı ve diğer inançları savunan fırkalar tamamen ortadan kalktı. Doğumunda Askerî’nin teyzesi Hakime bint Cevâd’ın hazır bulunduğu, mensuplarından dört kişi ve birkaç hizmetçisinin gördüğü rivayet edilen Muhammed el-Mehdî el-Muntazar da kısa bir süre sonra ölmüştür. İmâmî Şiiler’e göre ise ölmeyip gaybete girmiştir ve zuhuru halen beklenmektedir.
Eseleri
Hasan el-Askerî’ye nisbet edilen eserlerden günümüze intikal edenler şunlardır: 1. Tefsîrü’l-İmâm el-Hasan el-Askeri. Şeyh Sadûk’un Muhammed b. Kasım el-Esterâbâdî, Ebû Ya’küb Yûsuf b. Muhammed b. Ziyâd ve Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Seyyâr tarikiyle rivayet ettiği bu tefsirin Hasan el-Askerî’ye nisbeti hakkında Şîa âlimleri arasında ihtilâf vardır. Şeyh Sadûk, İbn Şehrâşûb ve Hür el-Âmilî eserin nisbetinin sahih olduğunu ve imlâsının imama ait bulunduğunu belirtirken Muhammed Cevâd Belâgî, Âyetullah Hûyî ve Muhakkik Şüşterî gibi son devir âlimleri eserin imama ait olmadığını söylemektedirler Tefsirin ilk taş baskısı 1268 yılında Tahran’da yapılmış, diğer iki taşbaskı 131 S’te Tebriz’de gerçekleştirilmiştir. Eser, yazma nüshaları ve ilk baskıları dikkate alınarak Müessese-i İmâm Mehdî tarafından yayımlanmıştır 2. Kitâbühû (‘aleyhi’s-selâm) ilâ İshâk b. İsmâ’îl en-Nîsâbûrî. Hasan Askeri Hazretleri İshak en-Nîsâbûrî’ye yazdığı çeşitli tavsiye ve uyarılarını ihtiva eden bir mektuptur. 3. Mâruviye ‘anhü mine’l-mevâ’izi’lkışar , Hasan el-Askerî’nin öğütleri ve hikmetli sözlerinden ibarettir (a.g.e., s. 516- 4. Risâletü’l-menkabe. Askerî’nin helâl ve haramlarla ilgili sözlerini ihtiva eden bu risâle, İbn Şehrâşûb’un Menâkıbü Âli Ebi Tâlib adlı eseri içinde yer almaktadır
Menkıbeleri ;
Behlül adında bir kimse anlatır: ”Bir yere gidiyordum. Çocukların oynadıklarını gördüm. Küçük Hasan Askeri de yolun kenannda oturmuş ağlıyordu. Onun diğer çocukların elindeki oyuncaklar için üzülüp ağladığını zannettim. Yanına yaklaştım ve, - Sana da bir oyuncak alayım mı, dedim. Hasan Askeri hazretleri ; - Ey akılsız kimse! Biz oyun oynamak için yaratılmadık, dedi. Behlül, - Ya ne için yaratıldık, diye sordu. Hasan Askeri Hazretleri ; - Biz ilim ve ibadet için yaratıldık, dedi. Behlül, - Bunu nereden öğrendin, diye sordu. Hasan Askeri Hazretleri - Allah Teala Kur’an-ı Kerîm’de, “Sizi abes olarak, oyuncak olarak mı yarattık sanıyorsunuz. Bize dönmeyeceğinizi mi zannediyorsunuz” (Mü’minün 23/115)ayetinden öğrendim, dedi. Behlül, bu küçük çocuğun sözlerine ve hareketlerine hayret etti. Ondan, kendisine nasihat etmesini istedi. Hasan Askeri Hazretleri , bazı beyitler okuyarak nasihatte bulundu. Fakat o sırada aniden fenalaştı ve düşüp bayıldı. Bir müddet sonra ayılıp. Kendine geldi. Behlül ona, - Sana ne oldu. Sen küçük ve günahsızsın, dedi. Hasan Askeri hazretleri , - Ey Behlül Annemi ateş yakarken gördüm. Büyük odunları tutuşturmak için küçük odunları yakıyordu. Ben de cehennemin küçük odunlanndan olmaktan korkuyorum, diye cevap verdi. Hasan Askeri hazretlerinin, bazı hasetçi kimselerin kışkırtmaları sebebiyle, zamanın devlet adamlarıyla arası açıldı. Bu sebeple hapse atıldı. Hapishanede bulunduğu sırada birçok kerameti görüldü. İsa b. Feth anlatır: Biz hapishanedeyken Hasan Askeri hazretleri yanımıza girdi. Bana, - Ey Isa! Senin ömrün altmış beş yaşını bir ay iki gün geçti, dedi. Hakikaten doğum tarihimin yazılı olduğu kağıda baktığım zaman onun dediği gibi olduğunu gördüm. Bana, - Senin çocuğun oldu mu, diye sordu. Ben de, - Hayır, olmadı, dedim. Ellerini açtı ve, - Allahım! Buna, kendisine kuvvet verecek hayırlı bir evlat ihsan eyle. Çocuk ne güzeldir, diye dua etti. Ben, - Ey efendiml Senin evladın var mı, diye sordum. Şöyle dedi: - Allah Teala’ya yemin ederim ki benim bir oğlum olacak ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Fakat şu anda yoktur. Daha sonra onun Muhammed Mehdi isminde alim ve faziletli bir oğlu oldu. Talebelerinden biri şöyle nakletti: Zindana düşmüştüm. Zindan çok dar ve ayağımdaki zincirler de çok ağırdı. Askeri hazretlerine mektup yazarak sıkıntımı anlattım. Mektuba geçim sıkıntımın da olduğunu yazacaktım. fakat utandığı için yazamadım. İmam hazretleri, mektuba verdikleri cevapta, - Bu mektubu aldığın gün, öğle namazını evde kılacaksın, diye yazmıştı. Hakikaten o gün öğle üzeri beni zindandan çıkarıp serbest bıraktılar. Sevinç içinde evime geldim, namazımı kıldım. Kapım çalındı, kapıyı açtığımda Hasan Askerî hazretlerinin hizmetçisi ile karşılaştım. Bana 100 altın ile bir mektup bıraktı. Mektubu açtığımda şunların yazılı olduğunu gördüm. - Ne zaman bir ihtiyacın olursa iste! İstediğin şeye, Allah Teala’nın izniyle kavuşursun. İmamı sevenlerden biri, basından geçen bir hadiseyi şöyle anlatır: Hasan Askeri hazretlerine bir mektup yazarak bazı şeyler sordum. Bahar hummasından da soracaktım. Fakat unutmuştum. Daha sonra suallerimin cevabı geldi. Suallerin cevabından sonra şöyle yazmıştı: - Bu sorularla beraber bahar hummasını da soracaktın, fakat unuttun. Onun cevabını da verelim. (Enbiya 21/69) ayet-i kerimesi yazılıp, hummalı hastanın boynuna asılırsa şifa bulur, buyurdu. Dedikleri gibi yaptım, hasta şifa buldu.
Irak – Samerra – Oğlu İmam Hasan askeri hazretlerinin yanında
Medine’nin 3 mil uzağında bulunan ve Mûsa b. Ca’fer tarafından kurulan Sureyya köyünde 214 (829) yılında doğdu. Babası Muhammed Cevâd et-Takî, annesi Semâne veya Sûsen adında Mağribli bir cariyedir. Annesinin Halife Me’mûn’un kızı Ümmü’1-Fazl olduğu da rivayet edilir. Künyesi Ebü’l-Hasan, en meşhur lakapları Hâdî ve Nakî’dir. Bunlardan başka Nâsih, Fettâh, Emîn, Murtazâ lakaplarıyla da anılır. Bağdat yakınlarındaki Sâmerrâ şehrinin Asker mahallesinde oturduğu için Askerî nisbesini almıştır.
Sâmerrâ’da altı yıl birlikte yaşadığı babası ölünce yaşının küçüklüğüne rağmen İsnâaşeriyye Şîası tarafından imam kabul edildi. Küçük bir grup ise kardeşi Mûsâ’yı imam olarak tanıdı. Avfî, Deylemî, Muhammed b. İsmâil es-Saymerî gibi şairler kendisini öven şiirler yazdılar. Hasan el-Askerî, Hüseyin, Muhammed, Ca’fer, Âişe (veya Al iyye) adlarında dört oğlu ve bir kızı olan Ali el-Hâdî’nin soyu sekizinci kuşakta Hz. Fâtıma ve Hz. Ali’ye ulaşır. Kendisinden sonra ise Hasan Askeri ile devam eder.
Aynı zamanda bir fıkıh âlimi olan Ali el-Hâdî, Halife Vâsik ve Mu’tasım devirlerinde Medine’de ömrünü zühd ve takvâ içinde ilimle uğraşarak, Kur’an, hadis, akaid ve fıkıh dersleri okutarak geçirmiştir. Ancak Mütevekkil döneminde birkaç defa halifeye şikâyet edildi. Medine Valisi Abdullah b. Muhammed de evinde silâh, devrin yöneticileri tarafından mahzurlu görülen bir kitap ve taraftarlarına ait eşya bulundurmakla suçlayarak onu halifeye ihbar etti. Ali Naki El hadi hazretleri , halifeye kendisini savunan bir mektup yazdı. Bunun üzerine Mütevekkil Ali Naki El hadi hazretleri’ye inanarak valiyi değiştirdi. Fakat sonraları Şiîler’in halifeye hücum hazırlığı içinde bulundukları haberi gelince, Mütevekkil, Ali’yi Bağdat’a getirmek üzere Yahyâ b. Herseme’yi Medine’ye gönderdi. Halifenin emriyle gelen Türk asıllı görevliler, onu tek başına kıbleye yönelmiş olarak Kur’an’daki va’d ve vaîd âyetlerini okurken buldular ve alıp Sâmerrâ’ya götürdüler (848).
Hayatının geri kalan kısmını burada gözetim altında geçiren Ali el-Hâdî, bununla birlikte şehir içinde serbest dolaşıp üst seviyedeki kimselerle görüşebiliyor, halifeden yardım görüyor ve taraftarlarıyla temas kurabiliyordu. Sâmerrâ’da vefat eden Ali Naki El Hadi hazretleri ikamet ettiği eve defnedildi. Şiîler onun, Halife Mu’tez veya Mu’temid tarafından zehirlendiğini iddia ederler ve genç yaşta ölmesini buna delil gösterirler.
Âlim, müttaki, cömert ve zâhid bir kişi olan Ali el-Hâdiye Şiî rivayetlerde, çok sayıda yabancı dil bilmesi, beklenmedik fırtınaları ve bazı insanların vefatını önceden haber vermesi, avucuna aldığı taş parçalarının altına dönüşmesi gibi kerametler atfedilir.
Ali Naki El Hadi hazretleri’ne üç risâle nisbet edilir: 1. Risâle fi’r-red “alâ ehli’l-cebı ve’t-tefviz. Cebriyye ile Kaderiyye’nin tenkit edildiği bu risâle İbn Şu’be’nin Tuhafü’l-cukîıl adlı eseri içinde yayımlanmıştır (Beyrut 1969). 2. Kıt’a min ahkâmi’d-dîn. Fıkha dair olan bu risaleyi Şehrâşûb, Mükâtebetü’r-ricâl canil-‘Askeriyyîn adlı eserinde nakletmiştir. 3. Mübâhasâtü Yahyâ b. Ekşem. Bu risâle de İbn Şu’be’nin Tuhafü’l-‘ ukül’ünde mevcuttur.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]Kaynak Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi , Cilt 2 , sy 394-395 , Hazırlayan ; Ahmet Saim Kılavuz [/toggle]