Şeyh Mustafa Hüdaverdi Efendi

 

İstanbul – Üsküdar – Balaban Baba Tekkesinde Medfun

Abdullah Mekki Hazretleri’nin Halifesi

[toggle title=”Şeyh Mustafa Hüdaverdi Efendi’nin (k.s.) Silsile-i Şerifi” load=”hide”] 1. Hz. Seyyid-i Kâinât Muhammed-i Mustafa (sas.)
2. Hz. Ebû Bekir (ra.)
3. Hz. Selmân-ı Fârisî (ra.)
4. Hz. Kasım İbni Muhammed (ks.)
5. Hz. Câfer-i Sâdık (ks.)
6. Hz. Bâyezid-i Bistâmî (ks.)
7. Hz. Ebu’l-Hasen-i Harakânî (ks.)
8. Hz. Ebû Ali-i Fâremedî (ks.)
9. Hz. Yusuf-ı Hemedânî (ks.)
10. Hz. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî (ks.)
11. Hz. Ârif-i Rivgerî (ks.)
12. Hz. Mahmud İncir-i Fağnevî (ks.)
13. Hz. Ali-i Râmitenî (ks.)
14. Hz. Muhammed Baba-ı Semmâsî (ks.)
15. Hz. Emir Külâl (ks.)
16. Hz. Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddîn (ks.)
17. Hz. Alâeddîn-i Attar (ks.)
18. Hz. Yakub-ı Çerhî (ks.)
19. Hz. Ubeydullâh-ı Ahrâr (ks.)
20. Hz. Muhammed Zâhid (ks.)
21. Hz. Muhammed Derviş (ks.)
22. Hz. Hâcegi-i Emkenegî (ks.)
23. Hz. Muhammed Bâkî (ks.)
24. Hz. İmam Rabbânî Ahmed Fâruk es-Serhendî (ks.)
25. Hz. Muhammed Ma’sûm (ks.)
26. Hz. Şeyh Seyfüddin (ks.)
27. Hz. Seyyid Nur Muhammed-i Bedvânî (ks.)
28. Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân-ı Mazhar (ks.)
29. Hz. Şeyh Abdullâh-ı Dehlevî (ks.)
30. Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Hâlid-i Bağdâdî (ks.)
31. Hz. Şeyh Abdullah Mekki (ks.)
32. Hz. Şeyh Mustafa Hüdaverdi (ks.)

[/toggle]

Üsküdar’daki Balaban Tekkesin de medfun bulunan Şeyh Mustafa Hüdaverdi Efendi , Eskişehir’de doğmuştur. Kendisi, meşayih-i Nakşibendiye’den Mevlana Halid halifesinden Abdullah el-Mekki Hazretleri’nin halifesidir.. Yirmi üç sene bu zata hizmet etmiş ve ondan icazet almıştır. Kendisi İstanbul’a geldikten sonra on beş sene kadar Üsküdar’da Eskihamam civarındaki mektepte oturdu ve Ahmet Çelebi Mescidi’nde cuma ve pazartesi geceleri Hatm-i Haceganiyi kıraatle ve terbiye-i salikin ile meşgul oldu. Seksen yaşında iken vefat etti. Kabir taşında şunlar yazılıdır ;

1310 (1892). Ecille-i meşayih tarik-i ehlullahdan
eş-şeyh el-hac Seyyid Mustafa Hüdaverdi
el-Halid hazretlerinin ruhuna

Fatiha.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak ; Üsküdar Meşhurarı , Yayına hazırlayan Azmi Bilgin , Üsküdar Belediyesi Yayınları
[/toggle]

Eyneselli Mustafa Eren (ks.)

 

Giresun – Eynesil – Yeşil camii önünde medfun

İhramcızade İsmail Efendi’nin Halifesi

Eynesilli Mustafa Eren Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i Şerifi

Eynesilli Mustafa Eren Efendi, 28 Ocak 1926’da, Eynesil’in Ören köyünde , eski adıyla “Yağabil” yeni adıyla “Yakuplu” mahallesinde doğmuştur. Babası, Mollahaliloğullarından Molla Mustafa’dır. Sert mizacı ile tanınan Molla Mustafa, Eynesil’de ticaretle meşgul olmuştur.

Ona ilk eğitimini annesi vermiştir. İlköğrenimini ise Eynesil Merkez ilkokulunda ta­mamlamıştır. Ağabeyi, Dr. Hakkı Eren, ondan daha ileri sı­nıflarda olmasına rağmen, onunla sık sık müzakereye girdi­ği, zihni gücünü ispat ettiği nakledilir.

1944 yılında evlenmiş olan Mustafa Eren Efendi, 1946’da Urfa’da asker­lik şartlarında nöbetleri sırasında Kur’an’ı ezberlemiştir. Askerliğinin kalan kısmını Trabzon’da ta­mamlamıştır. Asıl eğitimini askerlik dönüşünde ikmal etmiştir.

Medre­selerin kapatılması, müderrislerin çeşitli suçlar isnat edile­rek telef edilmeleri ve dini eğitimin yasaklanması gibi tek parti uygulamalarına rağmen; Eynesil’de mukim, son devrin Osmanlı ulemasından Güdükoğlu Hacı Hasan Efendi ve Emekli müftü Kasberzâde Hacı Ahmet Elendi gibi kimseler­den temel İslâmi ilimleri tahsil etmeye muvaffak olmuştur.

Eynesil eski müftüsü merhum Mehmet Emecen’in, onun­la ilgili bir hatırasını şöyle naklettiği anlatılır: “Ben günlük derslerimi yapmak için, bütün gün çalışırken, Mustafa Eren dükkânda ticaretle meşgul olurken bir taraftan da küçük kâğıtlara notlar tutar; ertesi günü ben dersimi vermekle zor tanırken O, Hacı Ahmet Hocaya gelecek dersler için soru­lar sorar ve hocayı müşkül durumda bırakırdı.”

Tahsil ile ticareti bir ara­da yürüten Mustafa Eren Efendinin, 1950de Trabzon’a bir manifa­tura dükkânı açtığı, ancak arzuladığı ortamı bulamayarak tekrar Eynesil’e döndüğü, 1955 yılına kadar aynı işi burada devam ettirdikten sonra, bu işi oğullarına bırakarak kendi­sini tasavvufa ve İslâmi çalışmalara verdiği bilinen bir hu­sustur. Ticaretteki dürüst davranışları ve başarısı, halen onu tanıyanlarca takdir ile anlatılır. Böyle olmasına rağmen onun ticareti bırakmasında, hiç şüphesiz içine girdiği mane­viyat ikliminin nimetlerini tatmış olması belirleyici olmalıdır.

Onun tasavvufla tanışması önce kitaplar aracılığı ile ol­muş olmalıdır. Zira 1950’lı yıllarda bu anlamda bir arayış içindedir. Nitekim bu arayışın bir sonucu olarak, İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Efendi ile tanışımadan önce Vakfıkebir’de mu­kim Kadiri şeyhi Hafız Osman Efendi; Görele’de mukim Halveti şeyhi Hacı Mürsel Efendi gibi maneviyat ehli insan­larla görüşmüştür.

Mustafa Eren Hazretleri, İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Top­rak Hazretleri ile 1953 yılı mayıs ayında tanışmış ve hayatında­ki asıl değişiklik bundan sonra başlamıştır. Bu tanışmayı ki­min sağladığını henüz bilemiyoruz, ancak ticaretle meşgul olduğu için mala gittiği İstanbul’da Eyüp Sultan Hazretleri­ni ziyaret ederek, dua ettiği ve dönüşünde Sivas’a geçtiği, Hacı İsmail Hakkı Efendiye burada intisap ettiği ifade edilmek­tedir. Bundan önce, herhangi bir yere intisabının olmadığı da bilinen bir husustur. Mustafa Eren Hazretleri’nin bundan sonra manevi hazlar dünyasına ait haller ile zahiri ilimleri gönlünde ve zihninde meze ederek, muhabbet ve rahmani zevk dolu bir hayat yaşadığı bilinmektedir.

Tasavvuf literatüründe geçen manevi hallerin içinde, farklı bir dünya yaşayan ve Allah Teâlâ’ya âşık olmanın verdiği lez­zetli iklimde şeyhi İhramcızâde Hazretleri ile dolu dolu tam 16 yıl geçirmiştir. İhramcızâde Hazretlerinin 1969’da Hakk’a yürüyüşü ile de manevi görevine başlamış, kendi irşad halkasını oluştur­muştur.

Mustafa Eren Hazretleri’nin, daha şeyhinin sağlığında ihvan arasında “Hoca Efendi” diye anıldığı, iştirak ettiği sohbetlerde yüksek bir karizma oluşturduğu ve manevi ta­sarrufunun oldukça taşkın olduğu, o dönemi yaşayan ih­vanlar tarafından nakledilmekledir.

Dört defa hacca gitmiş, İmam-ı Azam, Şeyh Şibli, Hasan Basri ve İmam Ali radiyallâhü anhümü, her hac yolculuğunda ziya­ret etmeyi ihmal etmemiştir.

Mustafa Eren Hazretleri, 1990 yılında rahatsızlanmıştır. Rahatsızlanmazdan önce, hiç aksatmadan sürdürdüğü “ge­zerek irşad” faaliyetini durdurmuş ve özel otomobilini de satmıştır. Yakalandığı kanser hastalığı ile ilgili yapılan teda­viler olumlu sonuç vermemiş ve elem verici bir nekahet devrinden sonra, 1991 yılı 22 Temmuz günü Bulancak’ta hastalık döneminde kaldığı bir ihvanının evinde rahmet-i rahmana kavuşmuştur. Vefat ettiği odada, Eynesil ve Ören­deki vekalelerde saatlerin 13.55’de durmuş olması da kutsiyetine işarettir.

Manevi özellikleri bakımından çok farklı özelliklere sahip olan Mustafa Efendinin, fiziki bakımdan da diğer insanlardan seçkin olduğu görülür. Uzun boylu, seçkin yapılı ve buğday tenli olduğu bilinmektedir, Etkileyici bakışları, anlaşılır ve kı­sa konuşma tarzı, güçlü hafızası, derin sezgi gücü ve keskin zekâsı ile hayranlık uyandıran bir yapıya sahiptir.

Eynesilli Mustafa Eren Hazretlerinin (k.s.) Sözleri

” Oğlum mehdiyi ne yapacaksınız, siz kalbinizi temizleyin o gelir sizi bulur.”
“Bu tarikata inanır severseniz burası sizi ölümden çeker.”
“Biz çay içtiğimizi unutamıyoruz”
“Ben ihvanımın Allah ile konuşmasını isterim”
“Allah veli kullarını meccanen affeder,amellerini ihvanlarına pay eder.”
“Şeyh olan müritlerinin ruhlarını toplayıp inceleyecek yastığının altına koyup yatacak. Eğer yapamıyorsa onu teslim almasındansa, vursun öldürsün ondan daha az günah işler.”
“İhvan düzelsin, dünyayı düzeltmek zor değil”
“Kıymetinizi bilin, sahabe kıymetindesiniz.”
“Camilerimizde bir taşı olanı Allah yakmayacak.”
“Bu ihvanın rızıklarını da Allah bize verdi. Oğlum siz derviş olun, Allah gökten yağdırır.”
“Nasıl hal sahibidir ki sigara içerde hali bozulmaz.”
“Dersini çek, kendini bekle ömür biter.”
“İhvanın tespihi ve işi.”
“Biz otuz sene daha yanınızdayız, beş yüz senede tesirimiz olacak.”
“Kimi ihvanımız var parasız kalsa ihvanlık yapamaz. Kimisi de parası olsa ihvanlık yapamaz. Para lazım olduğu kadar lazım.”
“Ruh kemale erdiğinde bütün dünyayı kaplar. Bu beden onun başı olur.”
“Oğlum evde oturup Allah demeyle bu iş olmaz. Çay için sohbete devam edin.”
“Oğlum gidin cennete gidersiniz ama benim işime karışmayın. Ben sizi Allahın elinden kurtaramam.”
“Biz Medine-i Münevvere’nin üç yüz bin kişisini temizledik.”
“Bu yolda bozulmadan gidersek Allah bizden hesap sormayacak.”
“Oğlum küpün dibinden yiyin, üstünden değil.”
“Bundan sonra olacak bütün olaylar İslamiyet’in lehine olacak.” (1980)
“Sana fetva verseler dahi kalbine danış.”
” Selavat getirirdim de derdim ki “Ya Resulallah selavatımı duyuyor musun? “Duyuyorum oğlum duyuyorum” buyururdu.”
“Bu çocuk bu tarikata girsin bütün talükatını kurtarır.”
“Şeytan seni tutar yere çalar ancak öldüğün zaman anlarsın.”
“Allahın ne kulları var. Burayı bir duysalar bizleri böyle fırlatır atarlar.”
“Bu verilenleri yaptılar Allaha ulaştılar,  bize verdiler biz yaptık. Bizde size veriyoruz.”
“Doğru olan ve namazını kılanın ekmeği yenilir.”
“Oğlum bin sene yaşasan, vazifeleri bir hakkın yapsan sohbete gelmez isen Allahın huzuruna kupkuru gidersin.”
” Biz İstanbul’u biraz gezdik her şey oluşmuş. İsa gelse de bu iş bitse.”
“Şeytanın ve Yahudi’nin el atmadığı yer kalmadı.”
“Kalbinizi temizlersininiz Allah oraya gelir. Sen Allah ile beraber ahirete gidersin sana kimse soru soramaz. Canım Allaha kim soru sorabilir.”
“Şeytan girer kalbine Allah’ı, Peygamberi, Şeyhini inkar ettirir.”
“Oğlum velilik kolay değil. Bir velinin kanadının altında çay içerek gidiniz.”
“Bin tane çürük elma olmaktansa, bir tane sağlam elma olsun ondan iyidir.”
“İmanın nuru, Kop ile Vağuk dağı arasında kaldı”
“Sibirya da bir olay olur sigorta bizde atar, bu milletin yüküyle yüklenenden sohbet beklenmez.”
“Bunların cehennem ile işi yoktur, bunlar büyük günah işlemezler, küçük günahlarını da Allah affeder.”
“Biz bunları tanımazdık bunlar bizi tanımazdı. Allah bizi ervah-ı ezelde beraber yazmış.”
“Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler.”
“Allah bunları saçmış insanlarının içerisine biz topluyoruz.”
“Bizim imama ihtiyacımız yoktur, yalnız sigara içmesin.”
“Bu beden çekmez bu yükü. Allah benim yerime birisini koymadan ahiret’e gitmemi istemiyor ama ben Allah ile aramı yapıp gideceğim.”

 

Giresun/Eynesil ilçesine bildiğimiz üç tane eser bırakmıştır. Bunlardan birisi, Eynesil giriş tarafında bulunan Kubbeli Çeşmedir ve yol tarafında hemen camiînin yanında yer almaktadır, hiçbir mimari proje olmadan yaptırtmıştır. Cennette aynen böyle bir şadırvan gördüğünü belirtmiştir.

Ayrıca Giresun giriş ve çıkışına birer tane büyük camii yaptırtmaya başlamıştır. Bu camiilerde Osmanlı mimarisi kullanılmaktadır ve kesme taşlar ile yapılmaktadır.

Giresun giriş ve çıkışlarına, Osmanlı mimârisi ile kesme taşlar kullanarak iki câmi projesi çizmiştir ve inşâları hâlâ devam etmektedir. Bu camilerin adları Yeşil Câmii ve Sarayburnu Camii`dir. Kabri, Yeşil Camii önünde medfûndur.

Bu iki camii hakkında, Yeşil Camii tamamlandığında  Türkiye’nin düzeleceğini, Sarayburnu Camii tamamlandığında Dünyadaki durumların düzeleceğini söylemiştir.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Tasavvufta Mekki Kolu , Mehmet Fatsa , Mavi yayıncılık , 2000 [/toggle]

Eksel Şeyhi Behrullah Efendi

 

Tokat – Erbaa – Eksel Köyü ( koçak köyü)

Mustafa İsmet Garibullah Hazretlerinin halifesi

Behrullah Efendi Hazretlerinin (k.s.) Silsile-i Şerifi

Halkın ‘Hazret Baba’ diye tanıdığı Behrullah Efendi 1838’de Koçak (Eksel) kasabasında dünyaya gelir. Babası Ali Efendi’dir. Tokat’taki ilk öğrenimi sırasında kendilerine bir zat misafir olur. O gün Behrullah Efendi ertesi günkü dersini yapar ve ardından namazını kılıp yatar. Gece kalktığında o zatın devamlı ilimle meşgûl olduğunu görür. Bu zâtın ilim sâhibi, gayretli biri olduğunu anlayarak, “Efendim bu gece hiç uyumadınız. O ilimden bize de öğretseniz.”, diye arz edince, o zat, “Evlâdım senin ilmi nasibin İstanbul’daki Yanyalı Hacı İsmet Efendi’den olacak. Sende onun kokusu var.”, diye buyurur.

Bunun üzerine Behrullah Efendi, köye dönüp ağabeysinden izin aldıktan sonra İstanbul’a gider. Bu sıralarda İstanbul’da talebe okutmakta olan Yanyalı İsmet Efendi, talebelerine sık sık, “Anadolu’dan bir erin geleceğini, vazifesinin esasında o eri yetiştirmek olduğunu”, söylemektedir.

İsmet Garibullah Efendi, Mevlana Bağdadi Hazretleri’nin halifesi Abdullah Mekki Hazretlerinin halifesidir. Behrullah Efendi 30 yıl İsmet Efendi’nin derslerini takip eder. Bütün ilimlerde ve tasavvuf yolunda kemale erdikten sonra, hocası tarafından kendi beldesine gönderilir.

İsmet Efendi bu görevi kendisine şöyle bildirir:
– Azizim bundan sonra siz kendi memleketinizde hizmete memursunuz. Amasya’ya vardığınızda evlenip oraya yerleşmenizi isterler. Sakın kabul etmeyiniz. Behrullah Efendi, şeyhinin bu emri ile memleketinin yolunu tutar. Amasya’dan geçerken İsmet Efendi’nin işaret ettiği hal vuku bulur. Yüksek hallerine hayran kalanlar orada evlendirip yerleştirmek, bu şekilde kendisini sahiplenmek isterler. Fakat Efendi Hazretleri önceden tenbihli olduğu için kabul etmez. Yoluna devam edip köyüne ulaşır. Orada evlenip barklanır, fakat kimseye sırrını ifşaya yanaşmaz. Köylüler de ‘Deli Molla’ diye hitap ettikleri bu garib dervişi köye çoban yaparlar.

O günlerde Sivas Valiliğinde bulunan Memduh Paşa görev icabı Tokat’a gelir O devirlerde Tokat da Sivas’a bağlıdır. Eksel köyünden geçerken yanında bulunanlara Bahrullah Efendi ile görüşmek istediğini bildirir. Tanımadıklarını söylerler. Öyle ya soran koskoca Vali Paşa Hazretleri, sorulan köyün garip çobanı. Nereden akıllarına gelsin. Memduh Paşa, Bahrullah Efendi’nin yüksek tevazu sebebiyle gizlendiğini anlar. Huzuruna gider. Onu, irşada memur olduğu, bu maksatla Tokat’a gönderildiği, gizlenmek yerine Peygamber Efendimiz’den kendisine kadar sahih yed ile gelen yolun yayılması, devam ettirilmesi için üzerine düşen vazifeyi yapması gerektiği, yoksa mesul olacağı hususunda ikna eder.
Köylülere de,
“Gelmemiştir cihana Behrullah gibi bir veli.
Onu bulanlar buldu, bulmayanlar mutlak deli”
mısraını okuduktan sonra, “Siz bu zâtın kıymetini bilmez iseniz elinizden çıkar.”, der. Bunun üzerine insanlar ondan ilim öğrenmeye koşarlar.

Memduh Paşa’nın başkanlığında yapılan dergâhda, Behrullah Efendi ilim tâliplerine ders vermeye başlar. Behrullah Efendi herkese müşfik, güler yüzlü davranmaktadır Sokakta gördüğü çocukların başını okşayıp, onlara hediyeler vererek gönüllerini almaktadır. Herkese Allahü teâlânın merhâmetinden bahseder. “Biz insanlar da merhametli olmalıyız.” der. Kendisine gönderilen hediyeleri el sürmeden fakirlere dağıtır.

Behrullah Efendi, talebesi Ahmet Efendi ile bir gün dere kenarında oturmaktadır. Talebesi kahve yapmakla meşguldür. Hocasına doğru bakınca kucağında bir yılan görür ve korkar. Sonra yılan, Behrullah Efendi’nin kucağından inip gider. Talebesinin merak içinde kaldığını fark edince, “Cinnîlerden idi. Hasankale’den geliyor. Dersini verdim gitti.”, diye buyurur.

Talebelerinden İskender isminde bir zât, donanmada vazifelidir. Gemi denizde giderken fırtına çıkar. O sırada Behrullah Efendinin himmetine sığınır, yardım ister. O anda hocasını karşısında görür. Ona, “Evlâdım korkma, üzülme on dakika sonra fırtına geçer!”, diye buyurur. Nitekim on dakika sonra fırtına diner.

Talebelerine, “Biz kuşlar kadar bile olamıyoruz. Onlar Allahü tealayı devamlı zikrediyorlar. Biz ise gaflet içindeyiz. Dinin emir ve yasaklarını bilmezseniz, bu yolda hiç mesafe katedemezsiniz.”, diye buyurur.

Behrullah Efendi 1918’de 80 yaşındayken Eksel köyünde vefat eder. Kalabalık bir cemaat ile cenaze namazı kılındıktan sonra köykabristanlığına defnedilir. Kabri ziyaret mahallidir. Behrullah Efendi’nin yerine talebesi Ali Osman Efendi geçti.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Tokat Evliyaları – Abdulhalim Durma [/toggle]

Seyyid Mustafa Naci Hazretleri (ks.)

Elazığ – Harput – Meteris kabristanında . İmam Efendi ( Osman Bedreddin Erzurumi) Türbesinin içerisinde

Seyyid Mustafa Naci hazretleri’nin (k.s.) Silsile-i Şerifi

Hace Mustafa Naci Hazretleri aslen Muşludur (1843-1929). Palu’da Seyyid Mahmud Sâminî Hazretlerinin sohbetleri ile kemâlâ gelmiş ve icazetini almıştır. 28 yaşında iken gördüğü bir manevi işaret üzerine daha 25 günlük evli iken Muştan Paluya gelir. Paluda dedesinin bir dostu  olan Cemal Bey’e misafir olur. Cemal Bey ile Sâminî hazretlerinin sohbetlerine devam ederler.

 Bir gün sohbetten sonra, Sâminî hazretleri ile daha önce hiç tanışmadıkları hâlde,
Sâminî hazretleri, “Mustafa, kalk kahve yap, beraber içelim”, diye emir buyurur.
Sâminî hazretleri Cemal Bey’e “Misafiriniz nerelidir?”
Cemal Bey, “Muşludur kurban”, der.
Sâminî hazretleri, “Peki bundan sonra bizim misafirimiz olsun”, der. O misafirlikle beraber Mustafa Naci Hazretleri Sâmini hazretlerinin müridi olur.

 Hace Mustafa Naci Hazretleri, o günden sonra gönlüne hiç bir havatır (hatıralar) getirmeden, mürşidine manevi anlamda tam olarak teslim olur. Sâminî hazretleri bir gün Mustafa Naci Efendi’ye “Mustafa senin bir ailen varmış, neden bize bahsetmedin”, der. Mustafa Naci hazretleri, “Efendimiz sormadı, bizde söylemedik”, diyerek hocasına olan bağlılığının, muhabbetinin ve aşkının zirvesinde olduğunu gösterir. Sâminî hazretleri, “Hemen aileni al ve buraya gel”, diye emir buyurduktan sonra, Mustafa Naci hazretleri emri yerine getirerek ailesiyle Paluya taşınır.

 Sâminî hazretlerinin alem-i bekaya teşriflerinden sonra, Hace Mustafa Naci hazretlerinin aynı icazeti üzerine, Seyyid Osman Bedrûddin Erzurumi (İmam Efendi) hazretleri tarafından ikinci bir mühür vurulur. Artık iki nur sahibidir. Kabr-i Şerifleri Elazığ, Harputta Meteris mezarlığında İmam Efendi hazretlerinin türbesi içerisindedir.

 Hace Mustafa Naci Hazretleri’nin son derece heybetli bir görünüşü olup, pek uzun boylu idi. İnsanın içine işleyen nazarları, insanda ister istemez saygı uyandırır ve bir topluluk içerisinde manevi yükseklikleri ile hemen fark edilirdi. Mürşidi Mahmud Sâminî Hazretlerine 22 yıl hizmet etmiştir. Sâminî hazretleri, Mustafa Naci hazretlerinin sadakat ve hizmetleri üzerine bizzat kendisi “Naci” (kurtulan, necat bulan) ismini Mustafa’ya eklemiştir.

 Muhammed Mazhar Harputi hazretleri naklediyor: Sâminî hazretleri, İmam Efendi hazretlerinden önce Mustafa Naci hazretlerine icazet vermek isterler. Fakat, Mustafa Naci hazretleri “Efendim, önce İmam Efendiye icazetini veriniz”, derler. Kaddesallahu Sırrahulaziz. İşte büyüklük dedirttirecek bir davranış ki, her velide görülmez. Muhammed Mazhar Harputi hazretleri, bu konu ile ilgili “Maneviyatta bile tercih ederler. Tercih eden kazanır”, diye emir buyururlar.

 Vefat ettikten sonra, mübarek vücudlarını kabre Muhammed Mazhar Harputi hazretleri koymuştur. Bu sırada İmam Efendi Hazretlerinin kabrinden bir kısmın açıldığını görmüş ve daha sonra şöyle buyurmuştur, “Hoca Efendimizi kabre koyduktan sonra İmam Efendimizin kabri şeriflerinin yan tarafı açıldı. Meğer dostunu bekliyormuş. İki mezar birleşti”, diye emir buyururlar.

 Muhammed Mazhar Ettasi Hazretleri nakl ediyor:
“Hoca Efendimiz (Hace Mustafa Naci) Hazretleri, Harputlu Hacı Tevfik Efendi (Bu muhterem zat, o dönem zahiri ilimlerde mütehassıslığıyla meşhur bir zat olup bu olay gerçekleştiğinde henüz batıni ilimlerde ilk dönemlerinde olduğu anlaşılıyor) ile İmam Efendimizin oğlu Muhyiddin Efendinin ticaret yaptığı dükkânın önünde otururlarken, Hoca Efendimiz bu işin sadece zahiri ilimlerle olamayacağını ilm-i batının da bir insanda olması gerektiğini ve zahiri ilmine güvenmemesi gerektiği konusunda konuşurlarken, Hoca Efendimiz Hazretleri birden elini Hacı Tevfik Efendinin dizine koyarak yolun karşısında yürümekte olan bir ademi gösterirler  ve “Bak !” diye emir buyururlar. O anda Hacı Tevfik Efendi’nin gözündeki perde kalkar ve o adamın Nefs-i Emmareyi kendisinin haberi olmadan Hoca Efendimizin nazarlarıyla atlayarak, manevi olarak terakki ettiğini görür.
Hacı Tevfik Efendi, “Aman Efendim bu nasıl olur?” diyerek pek hayret eder.
Hoca Efendimiz Hazretleri, “Ne olacak? Geleceği yer orası değil miydi?”, diyerek emir buyurur. [Bu olayın geçtiği yer şimdiki Harputta Kurşunlu Camiinin doğu tarafında köşe başındadır. Bu dükkân maalesef muhafaza edilmemiştir. Dükkânın olduğu yer, şimdi bir ilköğretim okuluna bakmaktadır. O ademinde demek ki kabı boşmuş ki Hace Mustafa Naci Hazretleri’ni nazarlarıyla terakki etti. Kaddesallahu Sirrahulaziz].

 Muhammed Mazhar Ettasi Harputi hazretleri nakl ediyor:
Bir defasında Hoca Efendimiz hazretleri şöyle buyurdu: “İbrahim Edhemler bizim zamanımızda gelseydi. Tacıyla tahtıyla Allah’a vasıl ederdik. Hiç bir manisi olmazdı”, diye emir buyurur.
Bu sözü her kâmil söyleyemez. Bu söz, Mustafa Naci Hazretlerinin büyüklüğünü gösterdiği gibi, diğer önemli bir hususta “her zamanın eğitiminin farklı olduğudur”. Nitekim Mahmud Sâminî hazretlerinin hayatını anlatırken bahsettiğimiz gibi, emr-i ilahi ve peygamberiyle daha önce mürşidinin 5000 olan kelime-i tevhid dersi 300’e indirilmiştir. Dediğimiz gibi bu da bizzat Cenab-ı Hakk tarafından emredilmiş ve Peygamber Efendimiz tarafından Sâminî hazretlerine mana aleminde bildirilmiştir. Yoksa haşa bu büyükler kendi kafalarına göre böyle şeyler söylemezler. Bizzat davacıları Peygamber efendimiz olur ki, davacısı Peygamber olanı da hangi avukat kurtarabilir. Bu nedenle, Allah’a giden yolda görülenleri kendi görüşlerimize göre değerlendirmek manevi anlamda büyük vebalin altına girmemize neden olur.

 Halifeleri
Hace Mustafa Naci (Hoca Efendi) hazretleri İmam Efendiden icazetli olan beş büyük halifenin icazetnamelerini kendisi tekrar tasdik etmiş ve mübarek mührünü vurmuştur. Bu durumu Hace Mustafa Naci Hazretlerinin kıymetli oğulları, Abdullah Demirel (1918-2013) gülümseyerek şöyle anlatırlardı: “Efendi hazretleri (babası) beşini de çağırdı ve icazetnamelerini verdi. O zaman küçüktüm. Ben zannettim ki bana da icazet verecek. Sonra anladım ki bu iş babadan oğula geçmez. Ancak, Emr-i İlahi ve Emr-i Peygamberi ile olur” [Abdullah Demirel Bey, kalb gözü açık veli olduğunda şüphemiz olmayan değerli bir zat idi. İnsanın aklından geçenleri hemen okurdu. Fakat, irşad ile görevlendirilmemişti. Bu önemli bir noktadır ki Muhammed Mazhar Hazretleri (k.s.)’nin mübarek kelâmı hemen akla gelir: “Alim çoktur ve Veli çoktur ama İnsan-ı Kâmil bir tanedir”. Kabri İmam Efendi hazretlerinin türbesinin dışındadır].

Bu 5 büyük veli (Harputta beş kardeş diye de bilinirler). [“Bilenler için”, ihvan kardeşliği kan bağıyla olan kardeşlikten üstündür] 1) Seyyid Nureddin Efendi Hazretleri (İmam Efendi’nin oğludur. Kabri, İmam Efendinin türbesi içerisinde girişte hemen karşıdaki kabirdir.
2) Sonsürülü (Sürsürülü) Molla Hüseyin Efendi (Kabri, İmam Efendi hazretlerinin türbesinin dışında, güney tarafında, türbeye yaklaşık dört metre uzaklıktadır,
3) Hz. Şeyh Musa Kazım Harputi
4) Sadeddin Efendi Hazretleri (k.s.) (Tilenzik köyünden. Kabri, İmam Efendi hazretlerinin türbesinin kapısının hemen sağındadır).
5) Seyyid Muhammed Mazhar Ettasi

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
www.harputelazigsamini.com[/toggle]

Seyyid Muhammed Mazhar Ettasi hazretleri (ks.)

Elazığ – Harput – Meteris Kabristanında

Evliyanın büyüklerinden Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri Miladi 1898 (Hicri 1315) yılında Harputta doğmuştur. 5 Ağustos 1986’da Kışla Cami adıyla bilinen ve kendi yaptırmış olduğu bu caminin karşısındaki evlerinde vefat etmiştir. Türbesi Harput’ta Meteris kabristanında İmam Efendi Hazretlerinin türbesine varmadan sol taraftadır.

Seyyid Muhammed Mazhar ettasi  hazretleri’nin (k.s.) Silsile-i Şerifi
Hem anne, hem de baba tarafından soyu Rahmeten-lil Âlemin Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimize dayanmakta olup Seyyiddir (Hz. Hüseyin (r.a.) ‘ın soyundan) .Kıymetli anneleri Faize Hanım tarafından da soyu, İklime (İklima) Hatun vasıtasıyla Yavuz Sultan Selim Han Hazretlerine ulaşır. İklime Hatun, Yavuz Sultan Selim’in kıymetli eşleri olup edep timsali bir hanım idi. İklime Hatun, Dulkadiroğulları’nın hükümdarı Emir Şahruh’unda kerimeleridir. Muhterem babaları Osman Efendi (rh.a) âlim ve fadıl bir kimse idi. Bütün çocuklarını zamanın ilimlerini öğretmek için sabırla okuttu. Osman Efendi iki kez evlenmiş, toplam 10 (8 erkek, 2 kız) evladı olmuştur. Muhammed Mazhar Ettasi Hazretleri, Osman Efendinin ikinci hanımı olan Faize Hanımdandır. Faize Hanım’ın 2 kız ve 2 erkek evladı olmuştur. Yaş sırasına göre Ayşe Hanım, Muhammed Mazhar Hazretleri, Asım Bey ve Gülgüle Hanımdır. Muhammed Mazhar Ettasi hazretlerinin diğer ağabeyleri de okumuşlar ve zahiri ve batıni ilimlerde mütehassıs olmuşlardı. Ağabeyi Hasan Bey Şam Emeviye Camiinde sohbet veren âlimlerdendi. Bir diğer ağabeyi Seyfullah Bey ise okumak için İstanbul Cihangire gelmiş ilahiyat fakültesini bitirmişti. Muhammed Mazhar Ettasi hazretleri verâ ve takvasıyla bütün kardeşlerini ve akranlarını geçmiştir. Anne ve babasından mükemmel bir terbiye almıştır. Kendisi anlatıyor, “Annem gece yatarken Cenab-ı Hakkın huzurunda ayaklarımızı uzatmamamız için, bir ipin iki ucunu bağlar ve sıkmayacak şekilde ensemizden ve diz kapaklarımızın altından geçirirdi”. [Böylece uykudayken evlatlarının isteseler de ayaklarını uzatmamaları için önlem alırlarmış. Bir süre sonra insan uykuda bile olsa ayaklarını uzatmaz ve hep ayaklarını kendine doğru çekerek yatar. Benzer durum Musa Kâzım Harputi hazretlerinde de görülüyor. Mübarek, yatağının ayak tarafına karton koyarmış. Güzel alışkanlıkların çocukken kazanılacağına dair güzel bir misâl].

Muhammed Mazhar Ettasi hazretleri’nin (k.s.) Menkıbeleri
YIKILAN TURBE
Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri’nin büyük kızı Edibe Anne, Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri’nin türbesinin yapımı esnasında yaşanan bazı kerametleri bizzat şöyle nakletmektedir; Efendim Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hz. vefat ettikten 1 yıl sonra, Kahramanmaraş’tan ve Elazığ’dan müritler bir araya gelerek efendimin kabrini türbe haline getirmek için hemen türbe inşaatına başladılar. Fakat bir gün sabah erken saatlerde evin kapısı çalındı. Kapı açıldığında Harput’tan gelen birkaç bağmancının çok üzgün ve tedirgin bir şekilde kapıda bekledikleri söylendi. Onlara neden böyle üzüntülü oldukları sorulduğunda ise verdikleri cevap bana şöylece anlatıldı; ‘’Biz sabah erken bağ bahçe işlerimizle ilgili olarak Harput’tan şehre inmek için yola koyulduk. Muhammed Mazhar Efendi Hz.’nin türbe inşaatının önünden geçerken birde baktık ki efendinin türbesi yıkılmış. Sabahın çok erken saatleri olduğu için türbenin etrafında kimseyi göremedik. Bu yüzden size haber verdik’’ dediler. Onların bu cevabı bana iletildiğinde efendimin hayatta iken bize vasiyet ettiği sözleri aklıma geldi ve onlara bu işin hikmetinin şu şekilde anlatılmasını söyledim; ‘’O türbenin yüksekliği İmam Efendi Hz.’nin türbesinden daha yüksek olduğu için yıkılmıştır. Zira Efendim Şıh Muhammed Mazhar Efendi, Mürşidi olan İmam Osman Bedreddin ErzurumiHz.’ne karşı duymuş olduğu büyük sevgisinden dolayı, hayatta iken bize vasiyet ederek şöyle demişti; ‘’ Ben dünyamı değiştirdikten sonra türbemin boyunu sakın Şıhım İmam Efendi Hz.’nin türbesinden yüksek yaptırmayın.’’ İşte bu nedenden dolayı o türbe yıkılmıştır. Bunun üzerine türbeyi yaptıran müritler durumdan haberdar edildi. İnşaatı yapanlar İmam Efendi Hz.’nin türbesinin boyunu ölçtüler ve gördüler ki kendilerinin Muhammed Mazhar Efendi Hz. leri için yaptırdıkları türbe, İmam Efendi Hz.’nin türbesinden daha yüksek. Durumu anlayarak hiç vakit kaybetmeden Muhammed Mazhar Efendi Hz.’nin vasiyet ettiği şekilde yeni bir türbe yaptırdılar. Günümüzde de her gün pek çok kişinin ziyaret ettiği bu türbe gerek maneviyatı gerek mimarisi ile Harput’un eşsiz güzelliklerinden biridir.

.

Menkıbeleri
………İmam Osman Bedreddin Erzurumi Hz. nin oğlu Muhit Efendi yaşadığı dönemin amansız bir hastalığı olan verem ile mustarip olmuştu. Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hz. manevi kardeşi olan Muhit Efendi’ye bu zor günlerinde destek olabilmek için çok çaba gösteriyor, bu hastalığın kendisine bulaşmasına neden olabilecek hiçbir durumdan kaçınmıyor ve hatta Muhit Efendi ile aynı tabaktan yemek yiyordu. Muhit Efendi ise Muhammed Mazhar Efendi Hz. ne‘’Kardeş yapma, benim tabağımdan yeme, biliyorsun bu hastalık çok bulaşıcı sana da bulaşır’’ demesine rağmen, Muhammed Mazhar Efendi Hz.onu dinlemiyor yine de aynı tabaktan yiyordu.Muhit Efendi’nin hastalığı çok ilerlemekle beraber kendisi de manevi olarak ömrünün son günlerinin yaklaştığını anlamıştı. Bu hal üzere iken bir gün üzerinde bulunan köstekli saatini çıkarıp Muhammed Mazhar Efendi Hz. ne vererek;‘’Kardeş bu saat sende kalsın sakın kimseye verme bu bizim kardeşlik bağımızdır’’demiştir. Muhammed Mazhar Efendi Hz. de bu saati o günden sonra bir ömür kardeşlik muhabbeti ile saklamıştır. Ancak oda Muhit Efendi gibi manevi olarak dünyasını değiştireceğini anladığında saati büyük kızı Edibe Anne’ye vererek şöyle vasiyet etmiştir; ‘’Bu saati ben dünyamı değiştirdikten sonra Şıh’ım İmam Osman Bedreddin Erzurumi Hz.’nin oğlu Ziyaddin Efendi’ye ver.’’ Edibe Anne’de efendisi ve babası olan Muhammed Mazhar Efendi Hz.nin vasiyetini yerine getirerek saati Ziyaeddin Efendi’ye teslim etmiştir.

………HAC YOLUNDA DURAN OTOBÜS
Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri’nin büyük kızı Edibe Anne’den aldığımız bilgiye göre; Bizzat, Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri anlatıyor: Kahramanmaraş’tan bir müridin arkadaşı, kendi kullandığı otobüse bir grup hacı adayını alarak hac farizasını yerine getirmek üzere Beytullah’a doğru yola çıkarlar. Hac yolculuğu esnasında bir çöle gelindiğinde araç arıza yapar. Şoför ile birlikte bütün hacılar otobüsten inerler ve tüm çabalarına rağmen otobüs hareket etmez. Tam o sırada birde bakarlar ki otobüsün yanında sakallı bir ihtiyar duruyor. İhtiyar şoföre bakarak ‘Sen çık otobüsü sür’ der. Şoför ihtiyara ‘Nasıl süreyim motor patlar’ der. İhtiyar tekrar şoföre ‘Sen hele şu arabaya bin sür’ deyince şoför otobüse biner ve anında otobüs çalışır. Hacılar hemen otobüse binip derler ki ‘O ihtiyar herhalde burada yolunu kaybetmiştir, onu da otobüse alıp gideceği yere götürelim’ diye konuşurlar. Ancak birde bakarlar ki o ihtiyar çoktan kaybolmuş. Herkes hacını ikmal eder ve Kahramanmaraş’a dönerler. Mürit, arkadaşı olan otobüs şoförünün haccını hayırlı etmek niyetiyle bir tepsi ikramını da alarak arkadaşının evine gider. Bir zaman sonra da arkadaşı kendisine gelen müride iade i ziyaret yapmak için müridin getirdiği tepsiye hediyesini koyarak evine akşam oturmaya gider. Eve vardığında mürit kapıyı açınca sevinerek ‘İyiki geldin, efendimde bizde onunla tanışmış olursun’ der. Müridin arkadaşı odadan içeri girip efendiyi gördüğü anda büyük şaşkınlık içinde ‘İşte hac yolunda iken duran otobüsümüzü yürüten ihtiyar’ der ve hemen orada efendinin müridi olur.

…………BURADAN NEHİR AKIYOR BURADAN DA DENİZ
Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri’nin büyük kızı Edibe Anne’den aldığımız bilgiye göre; Şıh Muhammed Mazhar Efendi bir gün Kahramanmaraş’ın Uzunsöğüt köyüne davet edilir. Köy halkı sohbet esnasında Muhammed Mazhar Efendi’ye, ‘Efendi biz suyumuzun azlığı nedeniyle çok sıkıntı çekiyoruz, acaba köyümüzde su var mıdır?’diye sorarlar. Muhammed Mazhar Efendi evin kapısının önüne çıkar ve eliyle işaret ederek derki; ‘Buradan nehir akıyor buradan da deniz’. Köy halkı ilerleyen günlerde gösterilen yerleri açıp suyu çıkarınca Kahramanmaraş’ta bulunan Efendi’yi davet ederek tekrar Uzunsöğüt köyüne getirirler ve suya okuması için açılan yere götürürler. Açılan su kuyularında 15 kişi çalışmaktadır ve Efendi oraya gelir gelmez çalışanlara bakarak ‘Hemen buradan çıkın’ diye buyurur. Çalışan 15 kişi su kuyularından çıkar çıkmaz orası yıkılır. Ancak yinede o su çıkarılmış ve suyun çıkarıldığı yerde bir çeşme yapılarak ”Muhammed Mazhar Efendi Çeşmesi”adı verilmiştir. Bu mucizevî suyu içen hastaların Allah’ın izniyle şifa bulduğu bilinmektedir.

………..KONUŞAMAYAN ÇOCUK
Yine Kahramanmaraş’ın Uzunsöğüt köyünde, Muhammed Mazhar Efendi Hz. bir müridin evinde misafir olarak kalmakta iken yaşanılan bir kerameti Edibe Anne şöyle nakletmektedir; Köy sakinlerinden bir ailenin küçük bir çocuğu konuşma çağına geldiği halde konuşamamaktadır. Çocuğun anne babası haliyle bu duruma çok üzülmekte ve sürekli çare aramaktadırlar. Bu nedenle sık sık doktora giden ailenin o gün doktora gitme günüdür ve sabah erkenden kalkan evin beyi hanımına seslenerek hazırlanmalarını ve doktora gidileceğini söyler. Ancak evin hanımı Muhammed Mazhar Efendi Hz. nin köyde bir evde misafir olarak bulunduğunu duymuştur. Bu nedenle beyine ”Bugün de doktora gitmek yerine Muhammed Mazhar Efendi ye giderek onun dua ve himmetleri vesilesi ile Allah’tan şifa isteyelim o çok değerli bir evliyadır.”der. Evin beyi hanımına ” Bugün randevu günümüz doktora bir gidelim sonra yine efendiye de gideriz.” şeklinde cevap verir. Bu şekilde konuşmalar devam ederken hazırlanıp evlerinden çıkan aile önce doktora mı efendiye mi gidilecek diye tartışırlarken kendilerini efendinin kaldığı evin kapısının önünde bulurlar. Kapıyı çaldıkların da ev sahibi kendilerini karşılayarak içeriye alır. Anne, baba ve çocukları efendinin huzuruna geldiklerinde onlar henüz hiçbirşey söylemeden, Muhammed Mazhar Efendi Hz. gülümseyerek çocuğun annesine ‘’Senin dediğin oldu hastanı doktora götürmedin bana getirdin’’ der. Sonra çocuğa bir süre dua okur ve çocuk uyuduktan sonra mübarek ağızlarının barından bir miktar parmağı ile alarak çocuğun ağzına sürer. Çocuğun anne babasına onu eve götürmelerini ve kendiliğinden uyanıncaya kadar uyandırmamalarını uyandıktan sonra ise artık Allah’ın izni ile konuşabileceğini söyler. Aile söyleneni yapar ve eve getirdikleri çocuklarını kendiliğinden uyanıncaya kadar uyandırmazlar. Uzun bir uykudan sonra uyanan çocuk ise Allah’ın izni ile mucizevi bir şekilde artık konuşmaya başlamıştır.
Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri, Hacı Firdevs Hanımın mezarının başında ‘’52. geceni de okuyup hemen yanındayım Hacı Hanım’’ diye buyurur ve çok üzülür çok ağlar. Orada bulunanlar ‘’Neden bu kadar ağlarsın efendi’’ diye sorarlar. Muhammed Mazhar Efendi Hz. onlara hitaben şu cevabı verir, ‘’Hacı Hanım beni 40 sene teheccüd namazına kaldırdı nasıl ağlamam.’’ Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri, Hacı Firdevs Hanımın mezarının başında buyurduğu üzere 52 gün sonra dünyasını değişir. Vefatı anında yanında bulunan kızı Edibe Anne büyük evliyanın son anlarını şöyle anlatmaktadır; ‘Babamın dünyasını değiştirmeden önceki son anlarında ben uyuyordum. Fakat aniden uykumdan uyanıp babamın yanına gittiğimde onun sürekli Kelime i şehadet getirip dua okuduğunu gördüm. Bende başucunda Yasin-i şerif okumaya başladım. Bir süre sonra babam kıbleye yönelerek yine Kelime-i şehadet getirip dünyasını değiştirdi.Tam o sırada ‘’tık’’ diye bir ses duydum fakat o anda bu sesin ne olduğunu anlayamadım. Sabah olduğunda ise babamın odasında bulunan saatin durduğunu ve artık çalışmadığını görünce o tık sesinin ne olduğunu anladım. Annem Hacı Firdevs Hanım’da babam Muhammed Mazhar Efendi ile aynı saatte dünyasını değiştirdi.’

……….Sayesinde Resulullahı Gördüm
Halifelerinden olan Nusred Çilesiz (rh.a) (Bu zat bankalar caddesinde ayakkabıcılık yapmış, daha çok Çilesiz Efendi diye bilinen bir zattı. Hâlbuki o ayakkabıcı Çilesiz, maneviyatta çok mesafeler kat etmiş büyük bir veliydi. Detaylı bilgi için, “Halifeleri” kısmına bakınız) naklediyor: Muhammed Mazhar Hazretleri, daha çok küçük yaşta iken, yaşının çok üstünde bir olgunluğa ve batıni meziyetlere sahipti. Harputta çarşıda İmam Efendi hazretleri ile beraberlerken, önlerinden kalabalık bir cemaat ile bir cenaze geçer. Cemaatin arkasından da adamın birisi Helal Etmem! Helal Etmem! diye bağırarak nahoş bir vaziyette koşturur. Meğer vefat eden kişinin bu zata borcu varmış ve borcunu vermek istemesine rağmen fakir olduğundan, veremeden vefat etmiş. Adam her Helal Etmem! diye bağırdıkça henüz küçük bir çocuk olan Muhammed Mazhar hazretleri her defasında Helal Et! diye karşılık verir. Sonunda adam insafa gelir, İmam Efendi ve bu küçük çocuğun yanına gelerek, “Nasıl helal edeyim, borcumu vermeden öldü”, der. İmam Efendi hazretleri de söze karışarak “Olsun, sen bu çocuğu dinle ve helal et”, diye emir buyururlar. Velhasıl adam hakkını helâl eder ve o gece rüyasında Peygamber Efendimizi görerek yaptığı hayırdan dolayı iltifatlarına mazhar olur. Sabahleyin ilk iş olarak küçük Muhammed Mazhar’ın yanına gelerek, çevredekilerin şaşkın bakışları altında elini öpmek ister ve “Ben bu gece bu çocuk sebebiyle Peygamber Efendimizi rüyamda gördüm” diyerek haylice ağlar.

…………..Muhammed Hilmi Efendi’nin kızı Emine Hanım (1919-2003) anlatıyor: Elazığ’da büyük bir kuraklık vardı. Ben çocuktum. Babam, masasına oturmuş elindeki kâğıda bazı dualar yazıyordu. Bitirdikten sonra, kâğıdı bana vererek, “Kızım git, bunu bahçedeki kuyuya at”, dedi. Ben denileni yaptım. Ertesi sabah, kurumuş olan kuyumuzdan, suların taştığına bütün ev halkı ve mahalleli şahit oldu.
Muhammed Hilmi Efendi’nin kendisi gibi hafız olan evlatları İdris ve Ömer Efendilerde kâmil zatlar idi. Firdevs, Aişe ve Emine isminde de üç kız evladı vardı. Firdevs Hanımı, Muhammed Mazhar hazretleri ile nikâhlandırmıştı. Kızı Emine Hanım (Muhammed Hanefi Bey ile evlenmiştir, Allah hepsine rahmet etsin) anlatıyor: “Babam, ablamın (Firdevs hanımı kast ediyor) nikâhından sonra eve gelince bana, “Emine, kızım, bize öyle bir damat geldi ki maneviyatı benden çok çok yüksektir”, dedi”. İşte, Muhammed Hilmi Hazretleri; bizzat kendisi de, yukarıda anlatıldığı gibi kerameti aşikâr bir veli olmasına rağmen, kendisinden çok çok genç olan ve evladı yerine koyduğu, Muhammed Mazhar Hazretlerinin manevi büyüklüğünü kalp gözüyle görmüş ve hakkını teslim etmiştir.

…….Musa ve Harun (A.S.)’ın Eşlik Etmeleri
Muhammed Mazhar Hazretleri’nin hac farizasını yaptığı dönemlerden birisidir. Vakfe için Arafat’a doğru talebeleriyle beraber yürüyerek giderlerken o kadar kalabalığın içerisinde, bembeyaz renkte 2 tane güvercin Muhammed Mazhar Hazretlerinin sağ ve sol omuzlarına konarlar ve çok uzun bir süre Muhammed Mazhar Hazretlerinin omuzlarında Arafat’a kadar eşlik ederler ve daha sonra uçup giderler. Bu duruma hem kendi talebeleri hem de oradaki yüzlerce kişi şahid olurlar. Bunun olağanüstü bir durum olduğu açıktır. Daha sonra, ihvanlardan biri müsaid bir zamanı gözeterek cesaret edip sorar: “Efendim, o güvercinler neydi?”, der. Muhammed Mazhar k.s. hazretleri:
“Onlardan biri Musa a.s. diğeri de Harun a.s. idi”, diye emir buyurur. Allah şefaatleriyle şereflendirsin.

…………Muhammed Mazhar Hazretlerinin (k.s.) bacanakları Muhammed Hanefi Bey (rh.a) 1981 yılında vefat ederler. Muhammed Hanefi Bey’in oğulları Mahmud Bey anlatıyor: Babam, Efendi hazretlerini çok sever ve çok fazla hürmet gösterirdi. Sünneti Seniyyeye o kadar bağlıydı ki, aynı evin içinde yaşamamıza rağmen bir kere bile babamın ayağının aşık kemiğinden yukarısını görmemiştim. Vefat etti. Cenaze işlemlerinden sonra babamı İmam Efendi hazretlerinin türbesinin 10 metre kadar kuzey tarafına gömdük. Gömdükten sonra, ben mezarın başında elimde olmadan, “Acaba babamın durumu nasıldır?” diye kendi kendime durmadan düşünüyor ve üzülüyordum. O zamanlar, Muhammed Mazhar Efendiye henüz intisab etmemiştim. Böyle düşünceler içerisindeyken birden, Efendi hazretlerinin gönüllere huzur veren sesiyle irkildim “Mahmud! Mahmud! Gel, üzülme, babanın durumu çok iyidir!” dedi. Bu esnada Efendi hazretlerinin, mürşidi İmam Efendi’nin türbesine girmekte iken bana seslendiğini fark ettim. Efendi hazretleri, aklımdan geçenleri kitap gibi okumuştu. Nasıl olur du? O günden sonra ona olan saygım çok daha fazla arttı. İntisab ettikten sonra da, kendisini görünce bu olay ara sıra aklıma gelirdi. Yine böyle bir zamanda, sohbetin konusu hiç böyle şeyler değilken birden bana dönüp, ileriye doğru uzattığı sağ elininin baş parmağının tırnağına bakıyor olduğu hâlde, “Mahmud! İnsan-ı Kâmil baş parmağının tırnağından 18 bin âlemi seyreder. Kabirdeki kişinin hâlini bilmek, bunun en kolay olanıdır” diye emir buyurdular. O günü kast ettiğini anlamıştım. Kaddesallahu Sırrahulaziz…

[/toggle]

Çok küçük yaşlardan itibaren Büyük İslam Âlimi Seyyid Osman Bedrûddin Erzurumî (İmam Efendi) Hz. nin hususi teveccühleriyle yetişmiş ve daha 18 yaşında iken mutlak icazet ile şereflenip tasavvufta çok yüksek derecelere kavuşmuştur. Zahiri ilimlerdeki tahsilini Harput medreselerinde yapmıştır. Kurşunlu Camii önünde bulunan medresedeki hücresinde yıllarca, bitmek tükenmek bilmez ilim pınarlarından kana kana içmiştir. Bir dönem El-Aziz (Elazığ) müftülük görevini de vekâleten yürütmüştür. İmam Efendi hazretlerinin verdiği aynı icazetname üzerine, İmam Efendi hazretlerinin dünyasını değiştirmesinden sonra sırasıyla Hace Mustafa Naci Hazretleri ve Musa Kâzım Hazretleri de mübarek mühürlerini vurmuşlardır. Bu icazetnamedeki mühürlere müridanından pek çok kimse şahit olmuştur. Kendisi bu konuya işaretle, “Biz üç nur sahibiyiz”, diye buyurmuşlardır. Mürşidlerine olan saygı ve edebinden dolayı, vasiyeti üzerine kabirleri rakım olarak onlardan daha aşağıdadır. Sevenleri tarafından üzerine türbe yapılmış olup, ziyaret edilebilmekte ve manevi feyzlerinden aynen hayattaki gibi yararlanılabilmektedir.

Halifeleri
1) Tadımlı Seyyid Osman Efendi Hazretleri (k.s.) (Kabri, mürşidinin türbesinin doğusunda yolun karşısındadır)
2) Mehmed Paksoy Hoca.
3) Mehmed Taşkıran Hoca. 
4) Seyyid Nusred Çilesiz Harputi Hazretleri (k.s.) (Kabri, Musa Kâzım hazretlerinin 20 metre güney doğusunda aile mezarlığındadır. İlk önce Musa Kâzım hazretlerine intisap etmiş, onun vefatı ile Muhammed Mazhar Efendiyi kendi mürşidi bilip, onun derslerine samimiyetle devam etmiş ve karşılığını da sonunda görmüştür. Bu zat, Elazığ Bankalar caddesinde ayakkabıcılık yapmıştır ve Elazığ’da Çilesizler diye asil bir ailedendir. Dedeleri Horasandan gelmiştir. Kıymetleri eşlerinin dedesi Büyük İslam Alimi Seyyid Osman Bedreddin Erzurumî (İmam Efendi) Hazretlerinin kayın babasıdır. Çilesiz Efendi, her haliyle, Hazreti İnsan kelimesinin karşılığıydı. Şöhret afettir sırrınca kendisini son derece gizlerdi. Yakın çevresi bile onu sadece “Ayakkabıcı Çilesiz” diye tanırdı. Fakat kalp gözü açık olanlar Çilesiz Efendinin ne kadar büyük bir veli olduğunu bilirlerdi. Muhammed Mazhar Hazretlerinin ihvanlarından bacanağı oğlu Harputlu Mahmud Efendi anlatıyor: Bir gece rüyamda, Cenab-ı Hakk bana “Sen Çilesiz’i bilir misin? O zamanının Kutup Yıldızıdır”, dedi. Rüyadan çok tatlı bir zevkle uyandım ve çok etkilendim. Rüyayı kendisine anlattığımda; utanarak, hiçbir şekilde kabul etmedi. Hâlbuki kendisi de çok iyi biliyordu. Bu durumu Mazhar Efendi hazretlerinin Yar-ı Gar-ım (mağara arkadaşım) dediği Maraşlı Hacı Abdullah Efendi de aynen tasdik etmiştir. Hilafeti alması olayı ise son derece ilginç ve vefatından sonra bile Muhammed Mazhar hazretlerinin kerametlerinden sadece biridir. Evet, o hilafetini mürşidi vefat ettikten sonra almıştır.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Şeyh Saadettin Efendi

Elazığ – Palu’da Murat Nehri Kıyısında Şeyh Mahmud Samini hazretlerinin türbesinde

Osman Bedreddin Erzurumi hazretlerinin halifesi.

Şeyh Saadettin Efendi, Mahmut Samini’nin torunu olup Palu’da dünyaya gelmiştir. Talim ve terbiyesini Mahmut Samini Hazretlerinin halifelerinden Osman Bedrettin’in yanında yetişerek almıştır. 1919 yılında Saadettin Efendi mürşidi İmam Efendi’nin gözetiminde on altı gün sülükte kalır. Saadettin Efendi sülükten sonra icazetnamesini alarak Palu’ya gelir ve irşat görevine başlar. 1925 yılında 42 yaşında iken vefat eder. Daha sonra naaşı Murat nehri kenarından alınarak daha yukarı bir yere defnedilir. Bir süre sonra buradan da alınarak dedesi Mahmut Samini’nin yanına nakledilir. Dolayısıyla Mahmut Samini ile aynı amaç ve niyetler doğrultusunda ziyaret edilmektedir. Ziyarette yoğun olmamakla beraber adağı bulunanlar kurban kesip tasadduk etmektedir.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Mirmehmetli Hacı Cuma Hoca

Elazığ – Kovancılar , ilçeye 36 km. mesafede Çatakbaşı köyünün Mirmehmet mezraında medfundur.

Kırkların İmamı – Şeyh Ali Sebti halifesi – Şeyh Hasan Efendinin halifesi

Mirmehtli Hacı Cuma Hoca Efendi, Palu’da dünyaya geldi. Burada Şeyh Ali Sebti’ye intisap eder. Otuz dört yaşına geldiğinde Şeyh Ali Sebti vefat eder (1871). Bunun üzerine Şeyh Ali Sebti’nin oğlu Şeyh Hasan Efendi’nin dergâhında derslerine devam eder. Ve seyr-i sulükünü burada tamamlar. Şeyh Hasan Efendi icazetnamesini verdikten sonra Hacı Cuma Hocayı bizzat kendisi Karaçor nahiyesi Mirmehmet köyüne getirip yerleştirir ve bu bölgenin irşâd görevini ona verir.

Şeyh Hasan Efendi dervişlerinin hazır olduğu bir ortamda tekkesinde otururken “Kırkların İmamı vefat etti”, der ve hüzünlenir. Biraz sonra “Bizim tarikatımızdan biri Kırkların İmamı tayin edildi” der. Yanındakiler “Efendi kimdir? diye sorunca, Şeyh Hasan Efendi kapıyı göstererek “Şu kapıdan ilk girendir” diye cevap verir. Bir süre sonra kapıdan Hacı Cuma Hoca girer. Şeyh Hasan Efendi kendisini tebrik ederek gözlerinden öper. Bazı tasavvuf çevrelerinin naklettiğine göre, Şeyh Ali Sebti’nin vefatından sonra Hacı Cuma Efendi “Kırkların İmamı” mertebesine yükselmiştir. Hacı Cuma Hoca Şeyh Hasan Efendi’nin vefatından sonra Şeyh Ali Sebti’nin tekkesini bir süre idare eder. Ayrıca Haydar Baba Mirmehmet Köyüne gelerek Hacı Cuma Efendi’nin gözetiminde çileye oturmuş ve icazetini almıştır.

Yöre halkı tarafından Hacı Cuma Efendi hakkında birçok keramet ve menkıbe anlatılır. Haydar Baba rahatsız olduğu dönemde ziyaretine gelen Hacı Cuma Efendi’nin torununa onunla ilgili başından geçen şöyle bir hadiseyi anlatır. Rivayete göre, birgün Hacı Cuma Efendi, Haydar Baba ve Haydar Baba’nın bir arkadaşı beraberce Palu’dan Mirmehmet Köyü’ne gitmektedirler. Bir suyun başına gelindiğinde Hacı Cuma Efendi atından iner ve suya giderek elini ve yüzünü yıkar. Bu arada Haydar Baba ve arkadaşı aralarında keramet üzerine konuşmaktadırlar. Onların bu konuşması Hacı Cuma Efendi’nin dikkatini çeker ve onlara dönerek “Kendi aranızda ne konuşuyorsunuz?” diye sorar. Haydar Baba’nın arkadaşı bir anda cesaretle “Efendi, bu kadar zamandır sana hizmet ediyoruz, ne olur bize bir kerametini göster” der. Bunun üzerine Hacı Cuma Efendi “Ben kimim, benim ne değerim var ki size keramet göstereyim” diye cevap verir. Bunun üzerine bu kişi tekrar “ Allah aşkına Efendi ne olur göster” diye arzu dolu isteğini yeniden söyler. Onun “Allah aşkı” ifadesi üzerine Hacı Cuma Efendi birden titremeye başlar. Bunun üzerine elini bir anda suyun üzerindeki birikintiye batırarak sudan canlı bir balık çıkarır ve tekrar elini suya batırarak onu bırakır. Hacı Cuma Efendi onlardan bu olayı kimseye anlatmamalarını ister. Haydar Baba bu hadiseyi Hacı Cuma Efendi’nin torunu Hasan Hüseyin Efendi’ye anlattıktan bir gün sonra vefat eder.

Yine Hacı Cuma Efendi hasta ve zor günlerini yaşadığı sırada kız torununu yanına çağırır ve ona “Kızım benim yatağımı dama serin, ben orada yatacağım” der. Kız torunu ve damadı onun bu isteğine şaşırırlar. Kendi aralarında onun bu talebini kısa süre tartıştıktan sonra yatağı dama çıkarmaya karar verirler. Önce yatak sonra Hacı Cuma Efendi dama çıkarılır. Yatağına yatar yatmaz torunundan bir ibrik su ister. Kendisine su dolu ibrik getirildikten sonra torunu ve damadına dönerek “Yavrum siz gidip yatın” der. Onlar ondaki bu garip hali merak ettiklerinden uyumayıp Hacı Cuma Efendi’yi gözetlemeye başlarlar. Gecenin ikisine doğru her taraf zifiri karanlığa bürünmüşken gökyüzünden beyaz bir ışığın dama doğru indiğini görürler. Arkasından beyaz ışıkla birlikte yeşil bir ışık gökyüzüne doğru çıkıp gider. Torunu ve damadı bu hal karşısında bir an şaşkınlık geçirirler. Sonra ikisi dama çıkıp Hacı Cuma Efendi’ye bakmak istediklerinde onun yatağında olmadığını görürler. Damı dolaşırlar ama Hacı Cuma Efendi’yi bulamazlar. Bunun üzerine tekrar aşağı inip beklerler. Bir süre sonra aynı iki ışık dama iner. Bu sefer beyaz ışık tek başına gökyüzüne doğru yükselerek kaybolur. Bu olağanüstü durum karşısında ikisi de şaşkına döner. Yeniden dama çıkıp baktıklarında Hacı Cuma Efendi’yi yatağında oturmuş tesbih çekerken bulurlar. Hacı Cuma Hoca vefatından önce, “Kim damdan düşer ve vefat ederse şehit olur.” dermiş. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Hacı Cuma Hoca 1944 yılında damdan düşerek vefat eder. Ölümünden sonra aradan birkaç yıl geçince bilinmeyen bir nedenden dolayı kabri açılır. Kabri açıldığında cesedinin ilk gömüldüğü gün gibi çürümemiş ve sağlam olduğu görülür. Bunun üzerine köylüler ve yakınları tarafından kabrine bir türbe yaptırılır.

Köyün kuzey tarafında yer alan türbeyi ilk olarak Molla Bekir isminde bir zat yaptırmıştır. Daha sonraları türbeye bazı eklemeler yapılarak bugünkü haline ulaşmıştır. İki metre yüksekliğindeki türbenin tavanı ahşap örtülüdür. Türbe, taş ve topraktan yapılmıştır. Makam bölümünün tavanı kubbelidir. Makam bölümünde Hacı Cuma Efendi ile birlikte oğluları Mehmet Efendi ve Hilmi Efendinin kabirleri bulunmaktadır. Türbenin üst kısmına yakın zamanlarda çatı yapılmıştır. Türbede makam bölümü ile beraber mescit ve gelen ziyaretçilerin kalmaları için iki bölüm daha bulunmaktadır. Her bölüme ait kapılar dışarıdan ayrı olup, içeriden bölümler arası geçiş bulunmamaktadır. Türbenin hemen arkasında yer alan mezarlıkta Hacı Cuma Efendi’nin aile fertlerinin kabirleri yer almaktadır.

Türbeye haftanın bütün günleri gelinmekle beraber harhangi bir hastalıktan muzdarip olan kişiler buraya Cuma akşamları gelmekte ve şifa bulmak ümidiyle yatıya kalmaktadırlar. Türbeye her türlü hastalık için gelinmekle beraber daha çok psikolojik rahatsızlığı bulunanlar tarafından rağbet edilmektedir.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Şeyh Muhammed Hadi Kavmani (ks.)

Elazığ – Karakoçan ‘da ilçeye 18 km. mesafede bulunan Yücekonak (Kovman) köyündeki aile mezarlığındadır. Babası Şeyh Mustafa Sisi’nin yanında.

Şeyh-i Kavumani. Nakşibendi Şeyhi
“Hayatımda Hafizu’l Kur’an olan çok kişiyi gördüm fakat Hafızu’l İlm (İlim Hafızı) Şeyh Muhammed Hadi dışında ne gördüm, ne işittim”, Şeyh Masum

Şeyh Muhammed Hadi Kavmani  hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Şeyh Muhammed Hadi Efendi, Nakşibendî tarikatına mensup olup Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Sisi (Yolçatı) köyünde doğmuştur. Şeyh-i Kavuman lakabıyla meşhurdur. Şeyh Muhammed Hadi Hazretleri, henüz altı yaşında iken geçirdiği bir hastalık sonucu gözlerini kaybeder. Bu durum Şeyh Muhammed’i hiçbir şekilde sarsmaz. Bilakis ondaki ilim öğrenme azim ve gayretini daha da arttırır. Çok küçük yaşlardan itibaren ilim tahsiline başlar. Henüz yedi yaşında iken Kur’an talimini babasının yanında yapmış ve takriben Kur’an’ın yarısını hıfz etmiştir. Mevlid-i Şerif, Akidetu’l İman, İbn-i Kasım ve Münebbehat-ı Askalani gibi temel ve önemli ilim kitaplarını okumuş ve birçoğunu da ezberlemiştir.

Aldığı bu derslerden sonra ilmi seviyesini yükseltmek için babasının Kovman’daki medresesinde yirmi yıl ilim tahsil eder. Kovman tekkesinin önemli özelliği Kur’an ve Sünnet kaynaklı ilim esasları üzerine inşa edilmiş olmasıdır. Eğitiminin büyük bir kısmını burada tamamladıktan sonra diğer bir bölümünü ise Diyarbakır Ulu Camii Medresesi hocalarından alır. Zamanın ilim merkezi olarak bilinen Bitlis Güroymak Medresesi’nin başında bulunan Şeyh Masum onun için, “Hayatımda Hafizu’l Kur’an olan çok kişiyi gördüm fakat Hafızu’l İlm (İlim Hafızı) Şeyh Muhammed Hadi dışında ne gördüm, ne işittim”, ifadelerini kullanır. Bundan sonra da kendilerine Hafızu’l İlm unvanı verilir ve hep öyle anılır.

Şeyh Muhammed Hadi tasavvuf derslerini muhtemelen babasından alır ve onun manevi terbiyesi altında büyür. İlim ve tasavvuf derslerini tamamladıktan sonra hilafet makamına erişir ve genç yaşta (takriben 27–28 yaşlarında) irşâd için icazetnâmesi alır. Rivayete göre, günün birinde Şeyh Mustafa çocuklarını yanına alıp onları bir imtihandan geçirir. Elindeki asayı birer birer çocuklarına verir, var güçleriyle yere saplamalarını söyler. Ancak çocukları asasını yere saplarlar. Yerden topraktan başka hiçbir şey çıkmaz. Yine de o, çocukları için iltifatta bulunup, onlara dua eder. Sıra Şeyh Muhammed Hadi’ye gelince O, asayı yere batırır batırmaz yerden su fışkırır. Bunun üzerine Şeyh Mustafa Sisi, “İşte benden sonra irşad görevimi ve ilim hizmetimi tam olarak yürütecek kişi budur, ben bundan dolayı kendisine özel bir ilgi göstermekteyim.”, der.

Babası Şeyh Mustafa Sisi vefat edince Kavuman tekkesine bağlı müridler ona intisap ederler. O, genç yaşta aldığı bu vazife-i tasavvufiye-yi ve ilmiye-yi en güzel şekilde ifa eder. Babasının bıraktığı yerden irşad sınırlarını genişletmek ve çevre illere İslam dininin hakikatlerini ve güzel ahlakını doğru bir şekilde aktarmak için irşatlarda bulunur. Şeyh Muhammed Hadi’nin ilmi seviyesi yüksek olmakla birlikte abidlik, zahitlik ve takva sahibi olması da onun belirgin özellikleri arasındadır. Bir mürşid-i kâmilde aranan bütün vasıflara sahiptir. Bir başka önemli özelliği ise edip ve şair olmasıdır. Üstün fesahat ve belağat ile yazdığı kasideleri vardır. Onun pek çok hikmet ve keramete sahip olduğu da söylenir.

Günümüzde yöre halkı ve çevre illerden gelen ziyaretçiler Şeyh Mustafa Sisi ve oğlu Şeyh Muhammed Hadi’nin kabirlerini haftanın her günü ziyaret etmektedirler. Ziyaretçiler tarafından Kur’an-ı Kerim okunmakta ve dualar edilmektedir. Ziyarete her türlü hastalıklardan muzdarip olan insanlar gelmektedir. Ziyarete gelen kişiler dua ederek Allah’tan şifa dilemektedirler. Bu hastalıklardan ziyarete özellikle psikolojik rahatsızlıkları bulunan kişiler gelmektedirler. Rahatsızlığından kurtulan kişiler daha sonra şükür amacıyla kurban kesmekte ve tasadduk etmektedir.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Şeyh Mustafa Sisi

Elazığ – Karakoçan ‘da ilçeye 18 km. mesafede bulunan Yücekonak (Kovman) köyündeki aile mezarlığındadır.

Seyda-i Sisi . Nakşibendi Şeyhi , Şeyh Abdulkadir Hezani’nin halifesi

Şeyh Mustafa Sisi  hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Şeyh Mustafa Sisi Hazretleri Nakşibendî büyüklerinden olup asıl adı Mustafa Feyzi’dir. “Seyda-yı Sisi” lakabıyla meşhurdur. Bu mahlasını dünyaya geldiği Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Sisi köyünden almıştır. Soyu Irak’ta Erbil kentinin Susa bölgesinden Sorogiller aşiretine dayanmaktadır. İlk ilim tahsilini Gavs-ı Hizani Seyyid Sıbgatullah Arvasi’nin halifelerinden olan Şeyh Halid-i Şirvan-i ve Şeyh Abdurrahman Taği’nin medreselerinde yapmıştır.

Bir gün hocası Şeyh Abdurrahman Taği talebeleri içinde gezerken o zaman henüz yaşı küçük olan Mustafa Sisi’ye mürşid olmanın şartlarını sorar. O da sessiz kalınca kendisi, “Mürşid olmanın şartı üçtür. Hüsn-ü Sûret (Güzel yüz ve güzel görünüm), İlm-i Kamil, Himmet-i Âli (Yüksek maneviyat sahibi)”, şeklinde cevap verir. Bu soru ve verilen cevap, Şeyh Mustafa Sisi’nin ileride kendine kamil bir mürşid bulmasına sebep olacaktır. Şeyh Mustafa Sisi daha sonra Lice’de bulunan ve zamanın İbn-i Hacer’i lakabıyla anılan ve aynı zamanda akrabası da olan Seyda Molla Muhammed Hadi’nin (Lice’de) yanına gider. İlminin geri kalan kısmını burada tamamlar ve ilmi icazetnâmesini alır. Şeyh Mustafa Sisi’nin mürşidi olan Abdulkadir-i Hezani hocası Arvasi vefat edince hocasının vasiyeti doğrultusunda Abdurrahman Tagi’ye intisap eder. Eksik kalan ameli irşadını burada tamamlayıp hilafet alır.

Nakşî geleneği kuralına göre hilafet alınca irşad etmesi için Lice’de görevlendirilir. Onun burada görevlendirilmesinde hocasının vefat etmeden önce Abdurrahman Tagi’ye yaptığı “Bana Diyarbakır’a bağlı Lice mıntıkasından bazı malumatlar topla. Belki bir gün halifelerimizden birini oraya göndeririz” şeklindeki konuşması etkili olmuştur. Yine bu görevlendirme sırasında yapılan münazarada Abdurrahman Tagi’nin Sisi köyü için söylediği “Bu köyden Nakşibendî kokusu geliyor” sözleri Şeyh Mustafa Sisi’de zuhur edecektir. İrşad için yola çıkan Abdulkadir Hezani, Hizan’a varmadan önce bir süre Sisi köyünde misafir olur. Onun burada misafir olması Şeyh Mustafa Sisi’nin kendisini tanımasına vesile olur. Şeyh Mustafa Sisi bu buluşmalarda yıllar önce hocasının kendisine sorduğu ve cevapladığı bir mürşidde bulunması gereken özellikleri onda görür. Bunun üzerine ona intisab eder. Daha sonra hocası Seyda Molla Muhammed Hadi de bu intisaba iştirak eder. Bir süre sonra ikisi de Abdulkadir Hezani’nin halifesi olurlar.

Şeyh Mustafa Sisi hilafet aldıktan sonra hocası tarafından Şam’a irşadla görevlendirilir. Şeyh Mustafa Sisi neseb bakımından Şam’da medfun bulunan asrın müceddidi Mevlana Halid el Bağdadi’ye dayandığını söylemekteydi. Onun bu irşadı sırasında bu konuyla ilgili yaşanan ve günümüze kadar tevatür yoluyla ulaşan bazı rivayetler de vardır. Rivayete göre, Şeyh Mustafa Sisi bir gün Halid el-Bağdadi’nin türbesini ziyarete gider. Ziyaret esnasında Halid el-Bağdadi ile murakebe halindeyken türbeden beraberindekilerin de duyacağı şekilde “Ene ceddüke ve ente veledi” diye gaipten bir ses gelir. Yine rivayete göre, Şeyh Mustafa Sisi Şam’da ilmi münazaraların yapıldığı bir meclise iştirak eder. Yapılan münazara sonuçsuz kalınca müdahale edip sonuçlandırır. Bu olay iki kez tekrar edince o mecliste bulunan âlimlerin dikkatini çeker. Kendisine “Nerelisiniz?” diye sorulunca “Diyarbakırlıyım” diye cevap verir. Bunun üzerine soruyu soran kişi “Yoksa sen Molla Musatafa-yı Sisi misin?” diye sorar. O da “Evet” cevabını verince kendisine fazlasıyla bir alaka gösterilir.

Şeyh Mustafa Sisi Şam’daki görevini tamamladıktan sonra tekrar hocası Abdulkadir Hezani’nin yanına döner. Bu arada Kovmanlı Molla Muhammed Salih (Salı Baba) isimli zatın vasiyeti üzerine bir heyet Hizan köyüne gelir. Burada Abdulkadir-i Hezani’ye Salı Baba’nın Şeyh Mustafa Sisi’nin Karakoçan’ın Kovman köyüne irşad etmesi amacıyla görevlendirilmesi şeklinde talep ve vasiyetlerini iletirler. Bu vasiyet üzerine o, hocası tarafından bu bölgeye irşad göreviyle görevlendirilir. Bölgede yaklaşık 14–15 yıl irşad görevini yürüten Şeyh Mustafa bu irşadını Elazığ, Diyarbakır, Tunceli ve Bingöl il sınırları içerisinde gerçekleştirir. Bu bölgede birçok din âlimi yetiştirir. Oğlu Muhammed Hadi ile birlikte yedi halifeye icazet verir. Kovman’da vefat eder. Türbesi bu köyde aile kabristanındadır. Şeyh Mustafa Sisi’nin en önemli özelliği Kur’an ve Sünnete olan bağlılığıdır. O kendisine sorulan bir soruya tetkik ve tahkik etmeden cevap vermezdi. Edebi yönü de bulunup kendisine ait bazıları günümüze kadar ulaşan kasideleri mevcuttur. Rivayete göre, Karakoçan Yeşilbelen (Gahmut) köyünden Hüseyin Ali isimli bir kişi gençlik yıllarında dişinin ağrıması üzerine onun yanına gider. Şeyh Mustafa ona dua eder ve şehadet parmağıyla dişlerini ovalar. Bu kişinin artık dişlerinin hiç ağrımadığı söylenir.

Şeyh Mustafa Sisi’nin (1847-1914) kabri, ilçeye 18 km. mesafede bulunan Yücekonak (Kovman) köyündeki aile mezarlığındadır Kabir beton bir zemin üzerinde yerden bir birbuçuk metre yüksekliğe kadar mermer kaplama olup baş kısmına ise mezar taşı yerleştirilmiştir.

Türbesi haftanın her günü ziyaret edilir. Ziyarete yöre halkının yanında çevre illerden de gelinir. Şeyh Mustafa Sisi’nin kabrine daha çok ziyaret amaçlı olarak gelinmektedir. Gelen ziyaretçiler tarafından Kur’an-ı Kerim ve dualar okunarak bağışlanmaktadır. Bununla beraber çeşitli hastalıklardan muzdarip olan insanlar da buraya gelmekte ve dua ederek Allah’tan şifa dilemektedirler. Bu hastalıklardan ziyarete özellikle psikolojik rahatsızlıkları bulunan kişiler gelmektedir. Rahatsızlığından kurtulan kişiler daha sonra şükür amacıyla kurban kesmekte ve tasadduk etmektedir

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Miyadunlu Mehmet Efendi

Miyadınlı Mehmet Efendi’nin (1838-1913/8) türbesi, Elazığ – Merkez’e bağlı eski adı Miyadın olan Yemişlik köyünün üst tarafında köye hakim bir tepe üzerinde yer alır.

Nakşi Tarikatın’dan Seyyid Mahmud Samini Hazretleri’nin halifesidir.

Miyadınlı Mehmet Efendi hazretleri’nin (k.s.) Silsile-i Şerifi

Miyadınlı Mehmet Efendi Yemişlik (Miyadın) köyünde dünyaya gelir. Baba adı Osman Efendi olup annesi ise Emine Hanımdır. Miyadınlı Mehmet Efendi’nin merkez Aksaray Mahallesinden Naile Hanımla yaptığı evlilikten Mahmut ve Osman isminde iki oğlu olmuştur. Bu arada Mehmet Efendi “Miyadınlı” mahlasıyla tanınır.

Miyadınlı Mehmet Efendi gördüğü ilim ve terbiye sonucunda 1865 yılında daha 27 yaşında iken Mahmut Samini Hazretlerinden (1812-1892) icâzet alarak halkı irşâdla yetkili kılınır. Bir başka rivayete göre ise, tarikat icâzetini Palulu Şeyh Ali Sebti’den (1786-1871) almıştır. Yöre halkı tarafından onunla ilgili birçok keramet anlatılır. Türbedeki kitabede onun şöyle bir kerameti yazılıdır. “Rivayete göre; Miyadınlı Mehmet Efendi bir gün Cevizdere Köyü’ne gider. Köyün muhtarı o sırada bahçesinde çalışmaktadır. Kendisine Miyadınlı Mehmet Efendi’nin geldiğini haber verirler. Köyün muhtarı içinden “Yahu şimdi işin yoksa misafirlere yemek hazırla” diye geçirir. Gönülsüz bir vaziyette bahçeden çıkarken cebine biraz koyduğu erik çağalalarından misafirlere ikram etmeyi düşünür. Muhtar köye geldiğinde Miyadınlı Mehmet Efendi kendisine: “Telaş etme muhtar, yemekten daha güzel şeyler var. Bize ekşi erik çağalası dahi versen yeter”, deyince muhtar düşündüğü şeylerden oldukça mahcup olur.”

Miyadınlı Mehmet Efendi’nin (1838-1913/8) türbesi, eski adı Miyadın olan Yemişlik köyünün üst tarafında köye hakim bir tepe üzerinde yer alır. Dikdörtgen planlı olan türbenin üst kısmı çatı ile kaplanmıştır. Fakat makam (türbegah) kısmı kubbeli durumdadır. Türbe giriş kısmı (salon), makam (türbegah) bölümü ve bir de hem mescit hem de oturma odası olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmı ve oturma veya mescit konumundaki bölüm buraya sonradan eklenmiştir. Herhangi bir mimari özelliği bulunmayan türbenin elektriği bulunmakla beraber yakın tarihte ihtiyaca binaen önüne bir de çeşme yapılmıştır. Çevresinde ayrıca dut, akasya vb. türden ağaçlar bulunmaktadır. Türbe alanında kurban kesim yerleri de mevcuttur. Dikdörtgen planlı olan türbesinin sandukası ağaçtır ve bu ağaç sandukanın dört yüzüne Türk bayrağı âlem olarak işlenmiştir.

Günümüzde türbesi yöre halkı tarafından yoğun olarak haftanın bütün günleri ziyaret edilir. Buraya her türlü amaç, maksat ve rahatsızlıktan dolayı gelinmektedir. Daha çok çocuğu olmayan kadınlar, ruhsal dengesi bozuk olanlar, vücudunun herhangi bir yerinde ağrısı bulunanlar getirilir. Rahatsızlığı bulunan bu hastalardan bir kısmı şifa bulmak amacıyla yatıya kalır. Amaç ve maksatlarına ulaşan kişilerden bazısı veya adağı bulunanlar burada kurban kesmekte ve tasadduk etmektedirler. Ziyaretçilerin kurbanlarını rahat kesmeleri için kurban kesme yerleri ve kurban etlerini pişirmeleri için ocaklar bulunur. Ayrıca ziyarete işsizlik, ailevi huzursuzluk gibi her türlü sıkıntısı olanlar da gelmektedir. Gelen ziyaretçiler burada Kur’an okuyup bağışlamakta ve rahatsızlıklarından kurtulmak için dua etmektedir.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]