Şeyh Halil Becirmani (k.s.)

Mardin – Dargeçit – Deywan köyü (Sümer)

Seyda Halil Becirmani hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Şeyh Halil Becirmani hazretleri’nin oğlu Şeyh M. Beşir Aksoy’un anlatımı ile Şeyh Halil Becirmani hazretlerinin hayatı ;

Babam Şeyh Halil, Batman’a bağlı olan Bilaxşe Köyünde dünyaya geldi. Biz aslen Bêcirman’lıyız. Bu köy seyyidlerin yaşadığı en meşhur köylerdendir. Bu köye ilk gelen dedemiz Seyyid Bilal’dır. Seyyid Bilal, Moğollar tarafından Abbasî Halifeliğinin yıkıldığı dönemde, takriben Miladi 1258 tarihinde İslam âlemindeki çalkantıdan dolayı Bağdat’tan hicret edip Bêcirman Köyüne yerleşmiştir. Cizre, Mardin, Siirt ve civarındaki birçok seyyidin soyu Seyyid Bilal vasıtasıyla Hz. Resulullah’a dayanır. Bunun dışında Arnas Seyyidleri gibi birkaç seyyid ailesi daha vardır. Fakat bunlar içerisinde Seyyid Bilal’ın soyundan gelen Bêcirman (Kürtçe “vergisiz” anlamına gelmektedir. Cumhuriyetten sonra köyün adı “vergili” olarak değiştirilmiştir.) seyyidleri bölgede daha yaygındırlar.

Seydayê Şeyh Halil, 1916 yılında Gerçüş’ün Bilaxşe Köyünde doğmuş, ilk olarak babası Şeyh İbrahim’in yanında ilim tahsiline başlamıştır. Dedem Şeyh İbrahim bölgenin tanınan bir âlimiydi. Fıkıh ve astronomi alanındaki ilmi çok meşhurdu. Bunun yanında diğer ilimlere de ciddi vukufiyeti vardı. Şeyh Ahmed Haznevi, Şeyh İbrahim’in yanında uzun bir müddet ilim tahsil etmişti.

Rahmetli babam Şeyh Halil, “Kavli Ahmed” isimli kitaba kadar dedemin yanında okumuştur. 18 yaşlarındayken dedem vefat etmiş, bu sıralar Serdêf Köyünde imamlık yapmaya başlamış, Cizreli Şeyh Seyda, bu köyü ziyaret ederken babamla tanışmış, babamın Şeyh İbrahim’in oğlu olduğunu öğrenip onun kişiliğini beğenmiş ve Cizre’ye gelip ilim tahsilini tamamlamasını istemiştir. O sıralar evli ve çocuk sahibi olan babam Şeyh Halil, Cizre’ye gitmiş ve burada ilim tahsilini tamamlamıştır. Oradayken Şeyh Seyda, Molla Abdullah, Molla Süleyman ve Cizre müftüsü Molla Mahmud gibi âlimlerden dersler almış ve Şeyh Seyda’dan icazetini almıştır. Şeyh Seyda, Şeyh Halil’e ilim icazeti verdikten bir sene sonra 1953 yılında ona tasavvuf icazetini de vermiştir. Şeyh Halil burada ilmini ikmal ettikten sonra tekrar Serdêf Köyüne dönmüş, kısa bir müddet sonra da Dargeçit’e bağlı Dêyvan (şimdiki adıyla Sümer beldesi) Köyüne yerleşmiştir.

Şeyh Halil Dêyvan Köyüne yerleştikten sonra bir cami, yanına da medrese inşa ettirmiş, bir yandan camide halka vaaz ve nasihat vermekle meşgul olurken diğer yandan medresede talebe yetiştirmiştir. İslami ilimlere vukufiyeti ve Şeyh Seyda’nın halifesi olması hasebiyle kısa zamanda etrafı insanlarla dolmuş, medresesi ilim talebelerinin rağbet ettiği mekân haline gelmiştir. Bölgedeki insanların bir sıkıntısı olduğunda Şeyh Halil’e müracaat ederler, Şeyh Halil onların sıkıntıları ile ilgilenir, çözüm bulmaya çalışırdı. Aşiretler arası yaptığı sulhlar çok meşhurdu. Birçok kere iki kabile arasında bir öldürme vakası olduğunda daha ölünün cenazesi defnedilmeden Şeyh Halil iki kabileyi barıştırmıştı. Şeyh Halil’in güzel bir ikna kabiliyeti ve hoş sohbeti vardı. Dolayısıyla halkı çabuk etkilerdi. Onun yaptığı bu sulhlar daha sonra bölgenin her tarafına yayılmış, Ğarzan, Botan, Serhad bölgelerinden aşiretler sulh için babamın yanına gelmeye başlamıştı.

Şeyh Halil’in cömertliği de meşhur idi. “Tor” diye isimlendirilen o bölgede Şeyh Halil’in evinde yemek yemeyen insan hemen hemen yok idi. Hatta Batman, Cizre, Siirt, Bitlis gibi yerlerden ilimle uğraşan müderrisler, tasavvuf şeyhleri, köy ve şehirlerde yaşayan insanlar sık sık babamın ziyaretine gelirler, onun yemeğini yerler, sohbetinde bulunurlardı. Divanı her zaman insanlarla doluydu. “Şeyh Halil’in hem sohbeti hoş, hem de yemekleri hoştur.” sözü halkın dilinde dolaşırdı. Şeyh Halil’in yaşadığı bölge, toplumsal sorunların çok yaşandığı bir yer idi. Seyda, sohbetlerinde, sulh yapmak için gittiği köylerde halkı sükûnete davet ediyor, onlara İslami yaşantının güzelliğini anlatıyor, çalışmalarının etkisi, toplumda herkes tarafından hissediliyordu. Onun yaptığı bu faaliyetler Midyat’taki kilise papazları tarafından dahi çoğu zaman takdir edilmişti. Çünkü onlar da halk arasındaki bu sorunlardan zarar görüyorlardı. Hatta Seyda vefat ettiğinde taziyesine çevredeki Süryaniler ve Papazlar da gelmişlerdi.

Seyda, halkın sorunları ile ilgilenip irşad çalışmalarında bulunmaktan dolayı çok istediği halde kitap telifi yapamamıştı. Medresesindeki ilim tahsiliyle de son zamanlar ilgilenememiş bütün zamanını halkın sorunlarıyla ilgilenip, irşad faaliyetlerine ayırmış, İslam davetçisi olarak hayatı sürdürmüştü. Ağrılı Şeyh Muhammed, Şeyh Reşidê Mivêlê, Molla Muhammedê Bêcirmanî (Molla Mizgin) gibi birçok âlim Şeyh Halil’in yanında yetişmişti.

Şeyh Halil ve onun zamanındaki diğer âlimler hem ilimlerinin hem de tasavvufun hakkını verirlerdi. Bundan 30–40 yıl önceki bölge âlimleri, İslami ilimlerde şimdiki mollalardan çok daha ileri seviyelerdeydiler. Yine tasavvuf şeyhlerinin zahidane yaşantıları vardı. Hilafet vermek istediklerinde ilmi ve takvası yerinde olan kimselere hilafet verirlerdi. Daha sonra bazı şeyhler vefat ettiklerinde hilafet almadıkları halde oğulları onların yerine geçtiler. Yine eski âlimlerin maddi yönden ciddi varlıkları yoktu. Mesela babam o kadar meşhur olmasına rağmen bir arabası dahi yoktu. Tasavvufun aslı budur. Eski âlimler tasavvuf ile nefislerini terbiye eder, dünya malından uzaklaşırlar, Allah’a ibadet etmeye yönelip divanlarında halkın sorunları ile ilgilenirlerdi. Ama daha sonra bu tasavvufi yaşantı da bir şekilde değişime uğradı. Şeyh Seyda, Üstad Bediüzzaman’ın Urfa’ya geldiğini öğrenince yaşlılığına rağmen Üstad’ı ziyaret etmek için halife, talebe ve müridlerinden oluşan kalabalık bir kafileyle Urfa’ya doğru yola çıkar. Midyat’a ulaştıklarında Üstad’ın vefat haberini alırlar. Bunun üzerine Şeyh Seyda burada gıyabi cenaze namazı kıldırır. Ve Şeyh Halil’in evine misafir olur. Cuma namazını ise Şeyh Seyda çok yaşlı olduğu için kıldıramaz, Şeyh Halil o kalabalığa Cuma namazını kıldırır. Babam Üstad’ı çok sever, kütüphanesinde risaleleri bulundurur, zaman zaman onları mütalaa ederdi. Seyda’nın tasavvufi yaşantısı birebir Kur’an ve Hadis ile örtüşüyordu. O, İzz Bin Abdusselam, İmam-ı Suyuti, İbni Hacer-i Askalani gibi âlimlerin yaşadığı tasavvufu benimsiyor ve tasavvufi yaşantının Kur’an, Sünnet ve bu âlimlerin görüşlerine uygun olmasını istiyordu. Seyda vefatından önce birtakım âlimlere tasavvuf hilafeti de vermiştir.

2002 yılının Şubat ayında Seyda, Camide Cuma namazını kıldırmış, kısa bir süre sonra da vefat etmişti. Seyda’nın cenaze namazı on binlerce insanın katılımıyla kılınmış, naaşı Dêyvan Köyüne defnedilmişti. Seyda vefat ettiğinde Dargeçit, Midyat, Batman ve çevre ilçelerdeki birçok dükkân kapatılmış, yurtdışından ve yurtiçinden binlerce kişi cenaze namazına iştirak etmişti. Cenaze namazına katılanlar şimdiye kadar öyle bir kalabalığı hiç görmediklerini söylemekteydi. Allah rahmetini esirgemesin.

Şeyh Fahreddin Arnasi (k.s.)

 

Batman – Korik köyündeki aile kabristanında

 

Şeyh Fahreddin Arnasi hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Şeyh Muhammed Saîd Seydâ el-Cezerî’nin ilmî yetkinliğini takdir ettiği en önde gelen halîfelerinden biridir. Fahreddin Arnâsi, 1910 yı-lında Midyat’a bağlı Arnas (Bağlarbaşı) köyünde doğdu. Seyyid nesep olan Şeyh Fahreddin, 14 yaşında medrese tahsilini tamamlamak üzere Batman’a gitti. Tahsilini bölgenin büyük üstadlarından kabul edilen, aynı zamanda tasavvufî yönü de bulunan Silvan’lı Molla Hüseyin Kiçik’in talebesi olan ve Beşirî’nin Tilmiz köyünde müderrislik yapan Molla Hasan Tilmizî’nin yanında tamamladı ve ondan icazet aldı.

Batman Ulu Camii imamlığı sırasında yaptığı etkili vaazlarla bölge halkının teveccühünü kazanan Şeyh Fahreddin, bu sıralarda manevî açlık hisseder ve Cizreli Şeyh Seydâ’nın yanına giderek 40 yaşlarında ona intisab eder. Seyr-i sülûkunu tamamladıktan sonra 1955 yılında kendisine halifelikle birlikte ilmî icazet de aldı.

“Şeyh Fahreddin-i Batmani” olarak şöhret oldu. Yazdığı fetvaların sonunda “El-Miskin Fahruddin” mahlasını kullandı. Şeyh Fahreddin, 62 yaşında iken 1 Şubat 1972 tarihinde vefat etti ve annesinin de metfun bulunduğu Batman yakınlarındaki Korik köyünde defnedildi.

Şeyh Fahreddin, özelllikle fıkıh ilminde otorite kabul edilmiştir. Şeyh Seydâ onun için “Eğer fetvayı Şeyh Fahreddin verdiyse kaynağına bakmanız gerekmez.” diyerek onun ilmine güvenini ortaya koymuştur. Yüzlerce talebe yetiştiren Şeyh Fahreddin, şeyhinin isteği üzerine kendi çocuklarına da özel ders vermiştir. Hatta kendisinden sonra postnişîn olan Şeyh Nurullah Seydâ ilmî icazeti ondan almış, halen bu hizmeti yürüten Şeyh Ömer Faruk Seydâ ile kardeşi Şeyh Bâki Seydâ ondan ders okumuşlardır. Ayrıca Prof. Dr. Kerim Ünalan, Prof. Dr. Halil Çiçek, Prof. Dr. Abdülaziz Beki ve Yrd. Doç. Dr. Nusrettin Bolelli başta olmak çok sayıda akademisyenin, il müftüsünün, imamın hocasıdır. Damadı Midyat’lı Molla Muhammed Beşir Aksoy ile Molla Şefik Aksoy da talebeleri arasında yer almaktadır.

Velûd bir yazar olan Şeyh Fahreddin’in başlıca eserleri şunlardır:
1- Cuma Gunu ve Cuma Namazı
2- Keşfu’l-Ğıta Haşiyetu İmtihani’l-Ezkiya
3- Durretu’s-Sadef fi Beyani Asnafi’l-Harf,
4- et-Tarsif fi İlmi’t-Tasrif
5- el-İstinare fi İlmi’l-İstiare
6- Isağuci fi’l-Mantık, Risaletu’l-vad’
7- el-İ’tisam Haşiyetu Şerhi’lİsam Ale’l-Ferideti fi’l-Beyan
8- Miftahu’l-Cenne fi Ezkari’l-Kitabi ve’s-Sunne
9- Zu’l-Fikaru’l-Hayderi fi’d-difai ani’ş-Şeyh Seyda el-Cezeri,
10-El-Kavlu’s-Sedid
11- fi Beyani Hukmi’s-Saydi Bi’l-Bundukati’l- Muttehazeti Mine’l-Hadid

<p>

Kaynaklar
Güneydoğuda Bir İrfan Merkezi : Serdahl Tekkesi ve Külliyesi , İbrahim Baz , Şırnak Üniversitesi İlahiyat fakültesi Dergisi 2011/2 yıl :2 cilt:II sayı :2
</p>

 

 

Seyda Seyyid Ali Fındıki (k.s.)

Şırnak – Cizre’de Şeyh Seyda camii yakınındaki aile  kabristanında.Şeyh Seyda Muhammed Said Hazretlerinin yanında

Seyda Seyyid Ali Fındıki hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Seyda Seyyid Ali Fındıki h. 1309/m. 1892 senesinde Siirt’e bağlı Eruh İlçesi’nin eskiden nahiye olan şimdi ise köy statüsünde bulunan Fındık’ta dünyaya gelmiştir. Günümüzde bu yer Şırnak’ın Güçlükonak İlçesi’nin bir köyüdür. Babası, Seyyid Süleyman (ö. 1374/1955), annesi Mirârî Hanım’dır. Fındıkî beş çocuğu olan bu ailenin ikinci oğludur. Ali Fındıkî’nin ismi Ali’dir. Fındık Köyü’nde dünyaya geldiği için Fındıki lakabıyla da meşhur olmuştur. Nesebî Hz. Hasan vasıtasıyla Peygamber Efendimize ulaştığı için Seyyid lakabını almıştır. Medrese eğitimini bitirdikten sonra medrese usulü ile talebe yetiştirdiği için kendisine Seyda denmiştir.

Seyyid Ali Fındıkî’nin Seyyidlik şeceresi şöyledir:
Seyyid Ali Fındıkî (ö. 1308/1891),
Seyyid Süleyman (ö. 1374/1955),
Seyyid İbrahim,
Siirt’li Seyyid Ömer,
Seyyid Mele Hasan el- Hatip,
Erzenli Seyyid İbrahim,
Seyyid Ömer,
Seyyid Ali,
Seyyid Ahmed,
Cunili Seyyid Hasan,
Şeyh Muhammed,
Şeyh Kemalüddîn,
Şeyh Hasan,
Şeyh Ahmet,
Şeyh Muhammed,
Şeyh Elemüddîn,
Şeyh İzüddîn,
Şeyh Siracüddîn,
Şeyh Necmüddîn,
Şeyh Şemsüddîn,
Şeyh Nasrüddîn,
Şeyh Şahabbuddin,
Şeyh Salih Zeynelabidîn,
Şeyh Ferecullah,
Şeyh Nasrullah,
Şeyh Abdullah,
Şeyh Tacüddîn Ali,
Şeyh İmamüddîn Hasan,
Şeyh İshak,
Fadıl ve Kâmil Şeyh İbrahim,
Şeyh Abdulkâdir Geylânî (ö. 470/1077),
Ebu Salih Seyyid Musa Cengi Dust,
Musa,
Ceylili Seyyid Abdullah,
Zâhid Seyyid Yahya,
Muhammed, Davud,
İkinci Musa,
İkinci Abdullah,
Cunli Musa,
Abdullah el-Mehd,
İkinci Hasan,
Hz. Hasan (ö. 49/669),
Hz. Ali (ö. 40/661)

 

Seyyid Ali Fındiki meşhur bir âlim ve babası tarafından akrabası olan Şeyh Hasan’ın yanında bir süre ders okumuş, ondan ilmi icâzet almıştır. Daha sonra da hocasının kızı Rahime Hanım ile evlenerek hocasına damat olmuştur. Ali ve Rahime Hanım’ın evliliğinden üç erkek ve iki kız dünyaya gelmiştir. Oğullarından Abdurrahman Cizre Müftüsü olmuş, oğlu Mehmet Baba ise imamlık yapmıştır. İkisi de ilmî icâzetlerini babalarından almıştır. Masum adındaki ortanca oğlu, babası Cınıbr (Yeşilyurt) Köyü’nde iken vefat etmiş ve orada defnedilmiştir. Fatma adındaki büyük kızı Şırnak’ın Kasrik Köyü’nde yaşayan Şeyh Abdullah ile evlenmiştir. Zeynep adındaki küçük kızı ise Şeyh Emin ile hayatını birleştirmiştir.

Seyyid Ali Fındıki ; İlk eğitimini babasının yanında yaptı. Daha sonra Haruna Aşireti mensuplarının köylerinde bulunan âlimlerin yanına giderek Nahiv ve Sarf‘a dair eserler okudu. Arkasından “Bafi” denilen köye gidip orada bulunan Molla İsmail adında bir zâta talebe olmuştur. Oradan da Batman’ın Gercüş ilçesinde bulunan Molla Necmeddin’in yanına daha sonra da Beşiri ilçesine bağlı Kurik köyü imamı İbrahim Hoca’nın yanına ders almak için gitti. Molla İbrahim’in yanında belirli bir süre kaldıktan sonra Diyarbakır’ın Silvan İlçesi’ne h. 1333/m. 1914 yılında gitmiş, orada bulunan Behlül Medresesi’nde yedi yıl ilim tahsil etmiş ve medrese usulüyle mezun olmak için okuması gereken bütün ilimleri bu medresede bitirmiştir. H. 1340/m. 1921 senesinde amcası ve hocası olan Silvan Müftüsü Seyyid Abdurrahman’dan ilk icâzetini almıştır. Ayrıca burada bölgede meşhur olan Mele Hüseyinê Kıçık, Mele Yakup gibi hocalardan ilim tahsil etmiştir. Farsça öğrenmek için Seyda Hacı Fettah’a talebe olmuş, Hacı Fettah da Feraiz (miras hukuku) dersini Fındıkî’den alarak öğrencisine talebe olmuştur. Silvan’da ilk ilmî icâzetini aldıktan sonra köyüne dönen Seyyid Ali, okuduğu ilim dallarında kendisini geliştirmek maksadıyla bölgenin değerli âlimlerinden babasının amcası olan Şeyh Hasan’a talebe olmuş ondan ikinci ilmî icâzetini almıştır. Bu icâzeti hangi tarihte aldığı kesin olarak bilinmemektedir. Üçüncü ilmî icâzetini ise h.1359/m. 1940 yılında Şeyh Muhammed Said Seyda’dan almıştır. İlmî icâzetler o zamanın hükümeti tarafından büyük tahsil belgesi olarak kabul edildiği için Fındıkî askerlik yapmaktan muaf tutulmuştur.

Seyyid Ali Fındıkî tahsilini bitirdikten sonra Eruh İlçesi’nde katıldığı imamlık imtihanını kazanarak Fındık’ta resmî olarak göreve başlamıştır. Bir süre sonra Fındık Köyü’ne yakın Guvinan (Çetinkaya) Köyü’nde kendisi gibi âlim olan abisi Mecid ile birlikte imamlık yapmıştır. Belirli bir süre burada kaldıktan sonra Şeyh Muhammed Nûri’nin oğlu Şeyh Abdullah’a ve çocuklarına ders vermek için Cizre’ye bağlı Senati Köyü’ne gitmiştir. Bir müddet sonra Şeyh Muhammed Said Seyda el-Cezerî’nin tekkesinde müderrislik yapmak üzere Serdehl (Bağlarbaşı) Köyü’ne gidip yerleşmiştir. Şeyhi tarikatın merkezi dergâhını Cizre’ye taşıdıktan sonra Fındıkî şeyhiyle birlikte gelip Cizre’de yaşamaya başlamıştır. Şeyhi Şeyh Seyda O’nu Cınıbr (Yeşilyurt) köyüne halifesi olarak görevlendirmiştir.

Bundan sonra Fındıkî intisap ettiği tarikatın kural ve kaidelerine bağlı kalmış, aynı zamanda da irşâd vazifesini hakkıyla yerine getirmeye gayret etmiştir. Tarikatının dinî hususlardaki düsturlarını evvela kendisi yerine getirip yaşadığı için çevresindeki insanlara tesir etmiş, bunun neticesinde de çok sayıda müridi olmuştur. Din hususunda hassas olan Fındıkî, İslam’ın emir ve nehiylerini uygulamaya çalışmış, Peygamber Efendimiz’in sünnetlerini elinden geldiği kadar yaşamaya gayret etmiştir. Peygamber Efendimiz’in yolundan gitmeyi kendisine şiar edinmiş, ibadet yaşantısında ifrat ve tefritten uzak durmuş, Allah’ın kendisine verdiği nimetlerden dolayı sürekli şükretmiştir. Dünya malına düşkün değildi. Bunun en büyük göstergesi maddi olarak daha fazla rahat edeceği yerler olmasına rağmen şeyhinin tavsiyesi üzerine gidip yerleştiği yerdir. Hayatının sonuna kadar sabırla kaldığı yerleşim birimi küçük ve fakir bir köydü. Maddî imkânsızlıklara rağmen müstağnî davranırdı. Köylülerden maddî bir beklenti içerisinde değildi. Ancak yörede ilim ehline hediye vermek ve köy işlerinde onlara yardım etmek âdet olduğundan bazen köylünün kendisine getirdiği şeyleri ve gelenek olan imece usulü destekleri kabul etmiştir. Yeme, içme ve giyim hususlarında aşırıya gitmeyen sade bir hayata sahipti. İsraf etmeyi sevmezdi, çoğu zaman yamalı ama aynı zamanda temiz olan elbiseler giyerdi. Temizlik hususunda çok dikkatli davranırdı. Dünyayı Allah Teâlâ tarafından lanetlenmiş, İblis’in kızına benzeten Fındıkî, dünya tutkusunu içinden atmış, ibâdet ve kulluk şuurunu canlandırmaya vesile olan takvâ sahibi ve tasavvuf erbabına yakışan zühd ve zahidâne bir hayat sürmüştür.

Ömrünü adeta ilme ve talebe yetiştirmeye adayan Fındıkî, yaşadığı ve sıhhatinin el verdiği müddetçe talebelere ders vermiş ve çok sayıda talebenin yetişmesine vesile olmuştur. Bunlardan ilk akla gelenler İslam Dünyasında “Fıkhu’s-Siyer” adlı eseriyle nam bulmuş, Prof. Dr. Muhammed Said Ramazan el-Bûtî’nin babası, Ramazan el-Bûtî, Cizre Müftülüğü yapmış oğlu Abdurrahman Erzen, “Dünden Bugüne Erzen Ailesi” adlı eserin yazarı M. Said Erzen, Cizre camilerinin süslemelerinde hattatlık yapan Molla Mehmet Emin, Adıyaman’da medrese açıp talebe yetiştiren Molla Muhyettin Ürper gibi zatlardır.

Ali Fındıkî ömrünün sonlarına doğru felç geçirmiştir. Bu sebeple yaklaşık 14 ay felçli olarak yaşamıştır. Geçirmiş olduğu hastalığın tedavisi için Cizre ve Diyarbakır’da tedavi görmüş, yapılan bütün müdahalelere rağmen iyileşmemiştir. 01 Mart 1968 yılında Cuma günü Cizre’de vefat etmiştir. Dostu, mürşidi ve şeyhi olan Şeyh Seyda ile aynı yıl vefat etmişlerdir. Kendisinden 55 gün önce vefat eden şeyhinin defnedildiği yere defnedilmiştir. Cizre’nin Kale Mahallesi’nde bulunan türbe halk tarafından ziyaret edilmektedir. Bilhassa yoğun olarak Perşembe ve Cuma günleri ziyaretçi sayısı artmaktadır. Dışarıdan gelen ziyaretçilere rehberlik etmek amacıyla türbede Şeyhi Şeyh Muhammed Said Seyda’nın müridlerinden birisi türbedârlık vazifesini yürütmektedir. Ali Fındıkî’nin mezar taşında Arap alfabesinden uyarlanmış Kürtçe alfabeyle şu meşhur beyit yazılıdır.

Dünyaya kim gelirse, ister fakir, ister şeyh, ister ağa olsa
Onlar doğuda da batıda olsalar, yine ölümden kurtulamazlar.

Eserleri

1- Divân,
2- Defü’ş-şübühat fî nazmi’t-terehât,
3- Havâşî alâ Tefsiri’l-Kadî Beyzavî,
4- Risâletün fî Necâti ebeveyni’n-Nebî,
5- Zülfikâr-ı Ali fî rakabeti münkiri’l-istimdâd mine’n- Nebî evi’l-velî,
6- Risâletül-lema’ fî iâdeti’l-Cuma,
7- el-İnsâf fî cevâzî’z-zekâti ile’l-eşrâf,
8- Havâşî alâ Divânî Cezerî

[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”]Seyda Seyyid Ali Fındıki’nin Hayatı ve Tasavvufi kişiliği , Serdar Sabuncu , e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Nisan 2016[/toggle]

Şeyh Muhammed Nuri Derşevi (k.s.)

[toggle title=”Şeyh Abdulhakim Dirşevi Hazretleri’nin Silsile-i Şerifi” load=”hide”]1. Hz. Seyyid-i Kâinât Muhammed-i Mustafa (sas.)
2. Hz. Ebû Bekir (ra.)
3. Hz. Selmân-ı Fârisî (ra.)
4. Hz. Kasım İbni Muhammed (ks.)
5. Hz. Câfer-i Sâdık (ks.)
6. Hz. Bâyezid-i Bistâmî (ks.)
7. Hz. Ebu’l-Hasen-i Harakânî (ks.)
8. Hz. Ebû Ali-i Fâremedî (ks.)
9. Hz. Yusuf-ı Hemedânî (ks.)
10. Hz. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî (ks.)
11. Hz. Ârif-i Rivgerî (ks.)
12. Hz. Mahmud İncir-i Fağnevî (ks.)
13. Hz. Ali-i Râmitenî (ks.)
14. Hz. Muhammed Baba-ı Semmâsî (ks.)
15. Hz. Emir Külâl (ks.)
16. Hz. Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddîn (ks.)
17. Hz. Alâeddîn-i Attar (ks.)
18. Hz. Yakub-ı Çerhî (ks.)
19. Hz. Ubeydullâh-ı Ahrâr (ks.)
20. Hz. Muhammed Zâhid (ks.)
21. Hz. Muhammed Derviş (ks.)
22. Hz. Hâcegi-i Emkenegî (ks.)
23. Hz. Muhammed Bâkî (ks.)
24. Hz. İmam Rabbânî Ahmed Fâruk es-Serhendî (ks.)
25. Hz. Muhammed Ma’sûm (ks.)
26. Hz. Şeyh Seyfüddin (ks.)
27. Hz. Seyyid Nur Muhammed-i Bedvânî (ks.)
28. Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân-ı Mazhar (ks.)
29. Hz. Şeyh Abdullâh-ı Dehlevî (ks.)
30. Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Hâlid-i Bağdâdî (ks.)
31. Hz. Şeyh Halid-i Cezeri (ks.)
32. Hz. Şeyh Salih Sıpki (ks.)
33. Hz. Şeyh Muhammed Ayni (ks.)
34. Hz. Şeyh Halid Zibari (ks.)
35. Hz. Şeyh Ömer Zengani (ks.)
36. Hz. Şeyh Abdülhakim Dirşevi (ks.)
[/toggle]

Cizre’nin Hoser (Düzova) Köyünde h.1279/m.1868 tarihinde dünyaya gelmiş olup, h. 8 Zilkade 1342/m. 10 Haziran 1924’de Hoser Köyünde vefat etmiştir. Mübarek cenazesi Cizre’ye getirilerek abisi ikinci postnişin Şeyh Abdulhakim Dirşevi (k.s.) Hazretleri ve üçüncü postnişin Şeyh Muhyiddin Cezerî (k.s.) Hazretlerinin de metfun oldukları Büyük Kubbe’nin güney tarafından bir no’lu sandukada defnedilmiştir. Bu tarihten itibaren Büyük Kubbeye, Şeyh Muhammed Nuri Kubbesi denilmiştir. Enişte ve hocaları Şeyh Ömer Zengânî (k.s) Hazretleri hayatta iken Şeyh Muhammed Nuri Dirşevi Hazretleri de büyük abisi gibi tüm ilmi ve tasavvufi hayat basamaklarını onun yanında geçirmiş ve onun rahleyi tedrisinde bulunmuştur. Ancak Şeyh Ömer Hazretlerinin vefatları üzerine yarıda kalan medrese tahsilini, h. 5 Zilhicce Pazartesi 1310/m.19 Haziran 1893’te abisi ikinci postnişin Şeyh Abdulhakim Dirşevî Hazretlerinin yanında ikmal edip ondan ilim icazetini almışlardır. Tarikat ve tasavvuftaki hilafet icazetini ise h. Rebiulahir1324/m.1906’da Şeyh Ömer Zengânî Hazretlerinin büyük mahdumu üçüncü postnişin ve aynı zamanda Şeyh Muhammed Nuri hazretlerin yeğeni olan yani Halime hatun adındaki ablasının mahdumu olan Şeyh Muhyuddin Cezerî (k.s.) Hazretlerinden almışlardır.

Şeyh Muhyuddin Hazretlerinin h.1333, Miladi 1914 te vefatından sonra da onun vasiyeti üzerine Şeyh Muhammed Nuri Dirşevî Hazretleri, dergâhın dördüncü postnişin olarak irşat makamını üstlenmiştir. Zamanında namı tüm çevreye yayılmış olup her yerden müritler intisap etmek ve onun zikir halkalarına katılmak için günlerce yol kat ediyorlardı. Çalkantılı bir dönem yaşadıklarından dolayı medresenin müderrislik görevini, ablasının ve aynı zamanda Şeyh Ömer Zengânî’nin ortanca mahdumları Şeyh Siracuddin’e tevdi etmişlerdir. Kendileri ancak tarikat ve memleketin sosyal hizmetleriyle meşgul olabiliyordu.

Şeyh Siracuddin Hazretlerinin h.1339/m.1920’de vefatları üzerine bu kez medresenin müderrisliğini Şeyh Siracuddin’in küçük kardeşi, ilimdeki tek mucazı ve bu mektubatların da sahibi olan Şeyh Muhammed Said Seyda el-Cezerî (k.s.) Hazretleri üstlenmişlerdir. Şeyh Muhammed Nuri Dirşevî (k.s.) Hazretleri yeğeni, müderrisi ve aynı zamanda halifesi olan Şeyh Muhammed Said Seyda el-Cezerî ile kızı Rabia Hatunu evlendirerek; şeyh-mürit, dayı-yeğen ilişkilerine ilaveten kayınpeder-damat bağını da ilave etmiştir.

Şeyh Muhammed Nuri Dirşevî (k.s.) Hazretleri, abisi Şeyh Abdulhakim Dirşevî Hazretlerinden medrese ilim icazetini almış olmasına rağmen medrese müderrisliği yapmayıp, bu görevi ablasının son iki mahdumuna tevdi etmiş, kendisi sadece halkın manevi ve ahval-ı ruhiyeleri ile meşgul olmuşlardı. Her hafta bir aşirete gidip aralarındaki dargınlıklarını gidermeye, camisi olmayan köye cami inşa etmeye, kervanların ve yolcuların su ihtiyacı için uzun yollar arasında “sarnıç”denilen yeraltı su depoları yapmaya, halkının manevi eğitimleri için gereken eğitim ve öğretime ehemmiyet veriyordu.

Onun döneminde, bir taraftan kıtlık ve yoksulluğun olması, öbür taraftan da Bolşevizm’in dünyaya hızlı bir şekilde yayılmasının yanı sıra; Birinci Dünya Savaşı sebebiyle Müslüman toprakları İngilizlerin istilasına, Fransızların işgaline maruz kalmıştır. Şeyh Muhammed Nuri Dirşevî (k.s.) Hazretlerinin bulunduğu mıntıkanın çevresi, ya tamamen işgal edilmesi ya da kuşatılması sebebiyle bölgeyi epey daraltmıştı.İngilizler, güney doğusu bölge uzantısında Cizre’ye birkaç kilometreye yakın bir mesafeye kadar işgal etmişlerdi. İşgal ettikleri yerlere yapay bir Irak devleti kurmaya çalışırlarken; Fransızlar da boş durmayarak bölgenin güney batısını işgal etmek suretiyle yapay bir Suriye devleti ikame etme çabası içine girmişlerdi. Nihayet Cizre’nin güney tarafına en yakın köy olan “Ayindivere” kadar gelmişler. Ayindivere Cizre’ye bir mahalle mesabesinde olup, tepeden Cizre’ye bakan hakim bir konumdadır. İşgali daha fazla ilerletme amacıyla Fransızlar buraya kadar gelerek, bir karargâh kurmuşlardı. İmkânsızlıklar içinde bocalayan halk, çaresizlikler içinde devletsiz, askersiz ve sahipsiz ne yapacağını bilemiyordu. Böyle bir dönem ve mıntıkada yaşayan Şeyh Muhammed Nuri (k.s) Hazretleri, halkın sosyal, ruhi ve manevi inançlarını geliştirmek ve en azından sahip olduğu değerleri korumasını sağlamakla iştigal ediyordu. Bazen de su sorunu ve benzeri diğer insani sorunları yardımlaşma usulü ile gidermeye çalışıyordu.

Şeyh Muhammed Nuri Dirşevî (k.s) Hazretleri Cizre ve çevresinde, irşat ve ıslah çalışmalarını yürütürken, işgalciler de Cizre’ye göz dikerek her gün onu nasıl işgal edebileceklerinin planını yapıyordu. Kendilerine karşı koyacak bir gücün olmadığını düşünen işgalci Fransızlar, kendilerinden sadece bir km uzaklıkta olan Cizre’yi kuşatmak için bir heyetle beraber tel örgü yollamışlardır. Heyet Cizre’ye geldiğinde Cizre halkı onları ( o zaman en büyük nüfus sahibi olan ) Şeyh Muhammed Nuri Hazretleri‘ne yönlendirirler. Heyet Şeyhe geldiklerinde, isteklerini iletirler. Savaşsız teslim olmadıkları takdirde, askeri yöntemle Cizre’yi işgal edeceklerini Şeyh Muhammed Nuri Hazretlerine aktarırlar. Şeyh de bu işgale karşı koyacaklarını onlara bildiriler. Heyet Cizre’den ayrıldıktan sonra, Şeyh Hazretleri, Yeğeni Şeyh Yahya’yı çağırıp, Fransa işgaline karşı koymak için kendisinden, halkı toplayıp örgütlemesi ister. Şey Yahya da bir heyetle halkı bilgilendirip örgütlemek için mıntıkayı gezer. O zamanın nüfusuna göre 59 bin insan isim yazdırır. Halk toplandıktan sonra, Şey Muhammed Nuri Hazretleri milis kuvvetini örgütleyip başına geçer. Hudutta çapraz tüfekle oturup nöbet tutarlar. Ancak tek silahları, canları ve bir de bazı aşiretler efradının elinde bulunan birkaç tane “tıfekâ kırmancî” yani ilkel kırmanci tüfeği idi. Şeyh Muhammed Nuri Dirşevî (k.s.)’nin emri altında savaşabilecek herkes ya bir hançer edinerek ya da bir sopa yaparak, beklenen Cizre işgaline karşı hazır duruma girmişlerdi.

Fransızlar, halkın yediden yetmişe silahlanıp ölümü göze aldıklarını görünce saldırma fikrinden vazgeçerler.Böylelikle Cumhuriyet kurulduktan sonra Cizre, Türkiye’nin sınırları içinde kalmıştır.

Bu güzel teşkilatlanmayı doyan Mustafa Kemal,.daha sonra Kolordu yolu ile Şeyh Muhammed Nuri’ye bir beraatla beraber bir aba ile takdir ve hürmetlerini içeren bir mektup yollamıştır. Alındı belgesinde şöyle yazar: “Hükümetin hediyesi olan bir adet Maşlah ve beratı, altıncı Alay yaveri Mülazımı evvel Zekai efendi’den aldım. 7 Kanun-ı evvel 1336( 1920)” Bu aba ve berat yazısı şu anda da Şeyh’in turunu olan Şeyh Muhammed Munis’te bulunmaktadır.

Ne yazık ki, bu olaydan 6 yıl sonra, Hükümet tarafından, Botan bölgesinin ( Oran- Munis ve Seyda ) ailelerin fermanı çıkarılır. Canlarını kurtarmak için tüm aile fertleriyle beraber ( İngiliz ve Fransa işgalin de bulunan ) Irak ve Suriye’ye sığınmak mecburiyetin de kalırlar.

Şeyh Muhammed Nuri (k.s) Hazretlerini, son irşat seferindeyken, şu an İdil’e bağlı Ayser (Pınarbaşı) Köyünde apandisit –yörede “kolıncâ tırki” denilen sancısı tutmuştur. Son irşat seferine başından sonuna kadar iştirak eden –sofilik mertebesine erişen– müridanların, bu sefer ile ilgili olarak –çoğu kez şahit olduğumuz rivayetlerinde– şöyle demişlerdir: “Şeyh Muhammed Nuri (k.s) Hazretleri, irşat için toplanan sofi ve müridanları Ayser Köyünde evlerine dönmeleri için izin verdikten sonra, kendisiyle beraber kalan en yakın akraba ve çevresindeki sadık müridanlarını da alarak Cizre’nin Hoser Köyüne –hasta haliyle– dönmeye karar verdi. Mema Aşiretinin Saklan Çayından itibaren yol, sağa sapılarak Cizre’ye ve sola sapılarak Hoser Köyü’ne gitmek suretiyle ikiye ayrılmaktadır. Tam bu yol ayrımında, yeğeni ve halifesi olan Şeyh Muhammed Said Seyda’yı, Cizre’ye medresenin başına gitmesini emretti. Kendisi ve beraberindekilerle Hoser Köyü yoluna girmeden önce tüm cemaatin önünde şu sözleri sarf ettiler : ‘Bundan böyle elinize demirden bir baston, ayağınıza kurşundan bir çarık giyerek dünyayı dolaşıp, beni ararsanız, demir asadan sadece tutacak yer, kurşun çarıktan sadece topuk kalsa bir daha beni bulamazsınız!’ daha sonra parmağıyla Şeyh Muhammed Said Seyda’yı işaret ederek : ‘Bundan sonrada şeyhiniz ve irşat makamındaki postnişin bu şahıstır, benden sonra ondan ders alınız!’ Bu mübarek tayin kararını bildirdikten sonra herkes yolculuk edeceği istikamete doğru yol aldı.” Büyük bir acı çeken Şeyh Muhammed Nuri (k.s) Hazretleri, seçkin bazı müridanları ile sabah vakti Hoser Köyüne vardığında şöyle dua etmişlerdir : “Ya Rabbi! Sabah namazımı eda edecek kadar bana ömür ver!”. Nihayet duası kabul edilmiş ve sabah namazını kıldıktan sonra acısı arttığı bir sırada cemaate, “Benden sonra şeyhiniz ŞeyhSeyda’dır!” diye seslenmiştir. Hoser Köyünde bu son sözlerini sarf eden Şeyh Muhammed Nuri Dirşevî (k.s) Hazretlerinin huzurunda olup, olayı ayrıntılarına kadar hatırlayarak 1980’lere kadar yaşayan adı geçen iki müride ilaveten aynı köyden “Nımet ê Hoserî” diye bilinen ve diğer bazı yaşlı şahıslardan hadiseyi detaylarıyla birkaç kez dinlemişizdir. Sabah namazlarını kılan Şeyh Muhammed Nuri Dirşevî (k.s) Hazretleri daha sonra ruhunu Allah’a teslim ederek 8 Zilkade 1324 h./ 10 Haziran. Salı günü dar-ı bekaya irtihal ediyor. Mübarek cenazesi sofi ve beraberlerinde bulunan bazı akrabaların omuzlarında ve Cizrede bulnan Şeyh Muhammed Said Seyda El Cezeri ve öteki aile efradları ile Şeyh Muhammed Nuri Hazretlerinin vefatlarını öğrenmiş cenaze ve cenazeyi taşıyan kalabalığı karşılamak özere cenazenin getirildiği Hoser köyüne doğru yola çıkarlar ve Cizreden giden Şeyh Muhammed Said Seyda el cezeri ile öteki aile efradları ve beraberlerindeki kalabalık, Şeyh Muhammed Nuri dirşevi hazretlerinin cenazelerini taşıyan kalabalıkla MILA QOBÊ denilen iki yamaç arası olan bir düzlükte karşılaşıyorlar,orada halkın omuzları üzerinde olan mübarek cenaze indiriliyor Şeyh Muhammed Said Seyda ve öteki aile efradları Mübarek cenazeyi orada son kez ziyaret ederek tekrar beraberce Şeyh Muhammed Nuri hazretlerinin mübarek cenazeleri ile beraber Cizre ye doğru yola koyuluyorlar , Şeyh Muhammed Nuri hazretlerin cenazeleri için orada mola verildiği içinde artık o iki yamaç arası düzlüğe de “MILA QOBÊ/KUBBE YAMACI” diye ad veriliyor. Mübarek cenazeleri, Cizre ye ulaştırıldığında Hicri 1324/8/zilkade Miladi 1924/10/ Haziran Salı günüde vefa ettiği aynı gün büyük Qubbe/kubbe girişinin Güney tarafından 1 numaralı sandukada defin edilmişlerdir.

Türbe-i Şerifi ;
Cizre merkezde yer alan ve Arka Kubbe/İlk Kubbe’ye çok sonradan “Şeyh Muhammed Nuri Kubbesi” denilmiştir. Kubbenin içindeki zatlar şunlardır :
1-Şeyh Abdulhekim ed-Dirşevi Hazretleri
2-Şeyh Muhyuddin el-Cezeri Hazretleri : Şeyh Ömer ez-Zengani Hazretlerin büyük mahdumu (m.1914/h.1333) de ayni Kubbenin içinde ve binanın sonunda solda defin edilmiştir.
3-Şeyh Siracuddin el-Cezeri : Şeyh Ömer ez-Zengani Hazretlerinin ortanca mahdumu (m.1920/h.1339) de aynı Kubbede binanın sonunda sağda defin edilmiştir.
4- Şeyh Muhammed Nuri ed-Dirşevi Hazretleri :
5-Şeyh Muhammed Nuri ed-Dirşevi Hazretlerinin büyük mahdumu Şeyh Abdullah Efendi (m.1943/1362) de aynı Kubbede pederi ve amcası arasındaki boşlukta ilk girişte sağda defnedilmiştir.
6-Aişe Hatun : Şeyh Abdulhekim Hazretlerinin zevcesi, Şeyh Abdullah Efendinin solunda ve Şeyh Abdulhekim Hazretlerinin arasında yatmaktadır.
7-Şeyh Muhammed : Şeyh Abdulhekim Hazretlerinin oğlu, Kubbenin içinde sağda babası ile Kubbenin duvarı arasındaki boşluğa defnedilmiştir.
8- Zeliha Hatun : Şeyh Muhyuddin Cezeri’nin zevcelerinden ve Şeyh Hüseyinê Basreti’nin kerimesi, zevcinin solunda defin edilmiştir.
9-Ömer ve Salih : Şeyh Muhammed Seydayê Cezeri ve eşi Rabia Hatunun çok küçük yaşlarda ölen iki çocuğu, Zeliha Hatun ile Şeyh Siracuddinê Cezeri’nin arasında yatmaktadır.

Mezkûr Kubbenin avlusundaki kabirlerde ise her üç aileye mensup şahıslar yatmaktadır. Şeyh Ömer ez-Zengâni Hazretlerinin kerimesi Amine Hatun ve bazı torunları, Şeyh Reşid ed-Dirşevi Hazretlerinin evlat ve bazı torunları ve Şeyh Hüseyin el-Basreti’nin bazı evlat ve torunları bu büyük veya arka Kubbe denilen aile mezarlığının avlusunda defnedilmişlerdir.

Şeyh Muhammed Nuri (k.s) Hazretleri, geride üç erkek ve üç kerime olmak üzere altı çocuk bırakmış ve Ahmed (Yiğit)ağanın kızı Şerife hatundan olan kerimesi Rabia Hatun, babasının sağlığında Şeyh Muhammed Said Seyda el-Cezerî ile evlenmiştir. Allah (celle celaluhu) hepsinden razı olsun. Allahu taâla celle şenuhu Şeyh Muhammed Nuri Dirşevi hazretlerine çok lütüf ederek kerametler bahş etmiş bir evliyaullah idi.

[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”]http://yahyamunis.blogspot.com/2013/05/munis-el-dersevi-ailesi.html
(El Kutuf El-Cenniye) adlı eserden tercüme edilmiştir).
[/toggle]

Şeyh Abdulhakim Dirşevi (k.s.)

 

Şeyh Abdulhakim Dirşevi Hazretleri’nin Silsile-i Şerifi

1890 yılında Şeyh Ömer Zengânî’nin vefatı üzerine kendisinin yerine vasi, halifesi Şeyh Abdulhakim Dêrşevî Hazretleri postnişinolmuştur. Artık Şeyh Abdulhakim Dêrşevî, bundan böyle hem Cizre dergahının postnişini hem müderrisi hem de ailelerinin başı olmuştur.

Şeyh Abdulhakim Cizre’nin Hoser (Düzova) Köyünde m.1856,h.1272’de doğmuştur. Babası Şeyh Reşid Dêrşevî Hazretleri, anası Mele Ali Meydini’nin kerimesi Fâtime Hatundur. Kendisi daha küçük yaştayken, babası Şeyh Reşid ed-Dêrşevî Hazretlerinin Mekke-i Mükerreme’de hac farizasından sonra bu yolculukta vefat ederek. Haticetu’l-Kübra (r.a)’nın da metfun olduğu “Cennetu’l-Mualla” denilen meşhur mezarlıkta defnedilmiştir. Yetim kalan Şeyh Abdulhakim ed-Dêrşevî Hazretleri, büyük ablası Halime Hatunun beyi olan Şeyh Ömer Zengânî Hazretlerinin himayelerinde büyümüş, onun verdiği terbiyeyi almış, ilminin tüm merhalelerini ve hayatının tüm basamaklarının onun gözetiminde ve rahle-i tedrisinde geçirmiş bir allamedir. Nitekim hocası Şeyh Ömer Hazretleri onun hakkında şöyle demişti : “Buradan –yani Cizre’den– ta Mısır’a kadar Abdulhakim kadar âlim birisinin olabileceğini düşünemiyorum.” Buna benzer bir sözün Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri de Şeyh Abdulhakim hazretleri içinde söylediği rivayet olunur. Şöyle ki: Bediuzzaman Said Nursi Hazretleri Cizre’ye bir ziyaretinde mürşit ve müderris olan Şeyh Abdulhakim Dirşevi’nin ve talib seviyesinde olan talebesi ve ablasının oğlu Şeyh Siracuddin Cezirî’yi dergâh ve medreselerinde ziyaret ederek sohbet etmişlerdir. Üstat Bediuzzaman Said Nursî’ye o vakit Molla Said Meşhur deniliyormuş. Şeyh Abdulhakim’i nasıl buldunuz diye sorulduğunda Üstat: “Mürşitliği çok hoşuma gitti” diye cevap vermiş. Bediuzzaman Hazretleri ikisinin de ilmini takdir ederek Şeyh Abdulhakim Dirşevi için Kürtçede bir tabir ile “Bê xweyî-yu çi melakî başe! (sahipsizkalasıca ne büyük bir âlimdir!)” demiş. Taliblik seviyesinde olan Şeyh Siracuddin için ise“Bê xweyî-yu çi talibik başe(sahipsiz kalasıca ne iyi bir talibtir!)”demişti.

Şeyh Abdulhakim Hazretleri ile beraber dayısının oğlu Molla Abdurrahman Hoserî ve Fındıkli Seyyid Hasan Fındıkî de, makul ve menkul ilimlerinin bölümleri olan nahiv, sarf, bedi’, beyan, meânî, belagat, münazara, tefsir, hadis, fıkıh ve usulleri ve son olarak da felekiyat (astronomi) ilmine kadar olan bütün bu ilimleri Şeyh Ömer Zengânî’nin yanında bitirerek, hocaları onlara bu ilimlerde icazet vermiştir.

Şeyh Abdulhakim Hazretleri bazı eserler bırakmıştır. En tanınmış eseri istiare ilmindeki ”Sutûr” kitabıdır. Bu kitap medrese müfredatında ders kitabı olarak da okutulmaktadır.

Kendisi sadece bir halife bırakmış olup, bu halife de hocası Şeyh Ömer Zengânî’nin ve aynı zamanda ablası Halime Hatunun büyük oğlu Şeyh Muhyuddin Cezerî’dir. Şeyh Muhyuddin Hazretleri, sadece halifelik icazetini değil, aynı zamanda ilim icazetini de dayısı ve hocası olan Şeyh Abdulhakim Dêrşevî Hazretlerinden almıştır. Medrese usulünde tüm ilmi çalışmasını bitirip ders verme istidadında olup fetva verebilecek kabiliyete ve gerçek ilim ve alim ahlakına haiz talebeye verilene yazılı ve sözlü belgeye ilim icazeti denilir. Şeyh Abdulhakimê Dêrşevî Hazretleri, ilimde ise sayılı kimselere icazet vermiş birisi, Şeyh Muhyuddin Cezerî, ikincisi de onun kardeşi yani Şeyh Ömer Zengânî Hazretlerinin ortanca mahdumu olan Şeyh Siracuddin Hazretleri ve üçüncüsü kendi kardeşi Şeyh Muhammed Nuri el-dêrşevi hazretleridir. Özet olarak Şeyh Abdulhakim Hazretlerinin tarikatta bir halifesi ve ilimde birkaç mucazı vardı.

Şeyh Abdulhakim Derşevi hazretleri miladi 1905 yılında, bahar mevsiminin son günlerinde vefat etti. Şeyh Abdulhakim Hazretleri gerisinde, Şeyh Yahya MUNİS(1891 – 1942 defin edildiği yer Cizre’nin Şah/çağlayan köyü ziyaret denilen mezarlıktadır) ve Şeyh Muhammed Emin (MUNİS) Efendi adında (1902-1972 defin edildiği yer Cizre aile mezarlığ büyük kubbenin kuzey tarafı) iki erkek çocuk bırakmıştır.

 

Türbe-i Şerifi ;
Cizre merkezde yer alan ve Arka Kubbe/İlk Kubbe’ye çok sonradan “Şeyh Muhammed Nuri Kubbesi” denilmiştir. Kubbenin içindeki zatlar şunlardır :
1-Şeyh Abdulhekim ed-Dirşevi Hazretleri
2-Şeyh Muhyuddin el-Cezeri Hazretleri : Şeyh Ömer ez-Zengani Hazretlerin büyük mahdumu (m.1914/h.1333) de ayni Kubbenin içinde ve binanın sonunda solda defin edilmiştir.
3-Şeyh Siracuddin el-Cezeri : Şeyh Ömer ez-Zengani Hazretlerinin ortanca mahdumu (m.1920/h.1339) de aynı Kubbede binanın sonunda sağda defin edilmiştir.
4- Şeyh Muhammed Nuri ed-Dirşevi Hazretleri : Şeyh Reşid ed-Dirşevi Hazretlerinin küçük mahdumu (m.1924/h.1342 ) aynı Kubbede ilk girişte solda defnedilmiştir.
5-Şeyh Muhammed Nuri ed-Dirşevi Hazretlerinin büyük mahdumu Şeyh Abdullah Efendi (m.1943/1362) de aynı Kubbede pederi ve amcası arasındaki boşlukta ilk girişte sağda defnedilmiştir.
6-Aişe Hatun : Şeyh Abdulhekim Hazretlerinin zevcesi, Şeyh Abdullah Efendinin solunda ve Şeyh Abdulhekim Hazretlerinin arasında yatmaktadır.
7-Şeyh Muhammed : Şeyh Abdulhekim Hazretlerinin oğlu, Kubbenin içinde sağda babası ile Kubbenin duvarı arasındaki boşluğa defnedilmiştir.
8- Zeliha Hatun : Şeyh Muhyuddin Cezeri’nin zevcelerinden ve Şeyh Hüseyinê Basreti’nin kerimesi, zevcinin solunda defin edilmiştir.
9-Ömer ve Salih : Şeyh Muhammed Seydayê Cezeri ve eşi Rabia Hatunun çok küçük yaşlarda ölen iki çocuğu, Zeliha Hatun ile Şeyh Siracuddinê Cezeri’nin arasında yatmaktadır.

Mezkûr Kubbenin avlusundaki kabirlerde ise her üç aileye mensup şahıslar yatmaktadır. Şeyh Ömer ez-Zengâni Hazretlerinin kerimesi Amine Hatun ve bazı torunları, Şeyh Reşid ed-Dirşevi Hazretlerinin evlat ve bazı torunları ve Şeyh Hüseyin el-Basreti’nin bazı evlat ve torunları bu büyük veya arka Kubbe denilen aile mezarlığının avlusunda defnedilmişlerdir.

 

“BİR KERAMETİ”
Şeyh Ömer zengani’nin oğlu Hz. Şeyh Siraceddin anlatıyor:
Kubbede dayım Şeyh Abdulhakim’in kabrinin yanında Kur’an hıfzediyordum. O zamanlar kubbede yalnız onun kabri vardı. O esnada kabrinden bir ses işittim, yaptığım bazı kıraat hatalarını hatırlatıyordu. Bu durum karşısında beni bir ürperti ve korku sardı. Sonra dayıma şöyle hitap ettim:
Burada kabrine de rahmet insin diye kur’an ezberliyorum. Şayet tekrar benimle konuşup ikaz edersen giderim.
Şeyh Siraceddin dedi ki: “Bundan sonra şeyh efendinin sesini bir daha işitmedim.”(El Kutuf El-Cenniye) adlı eserden tercüme edilmiştir)

“Şeyh Abdulhakim’in vefatından sonra yerine kardeşi ve aynı zamanında halifesi olan Şeyh Muhammed Nuri ( Munis ) Hazretleri tarikatın başına geçer. Tarikatı ve irşad mekanizmasını başarıyla yönetmiştir.”

[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”]http://yahyamunis.blogspot.com/2013/05/munis-el-dersevi-ailesi.html
(El Kutuf El-Cenniye) adlı eserden tercüme edilmiştir).
[/toggle]

Şeyh Seyda Muhammed Nurullah Cezeri (k.s.)

Şırnak – Cizre’de Şeyh Seyda camii yakınındaki aile  kabristanında.Şeyh Seyda Muhammed Said Hazretlerinin yanında

Seyda Muhammed Nurullah El-Cezeri hazretlerinin Silsile-i Şerifi

 

Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, 1949/1368 yılında Sefer ayında Cizre’de dünyaya gelmiştir. 1985’te de Cizre’de vefat etmiştir. Şeceresi Hz.Ebubekir’e dayanmaktadır. Küçük yaşından itibaren zekâ, akıl, edep ve irfanın sembolü olmuştur. İlk eğitimini babasından alan el-Cezerî, onaltı yaşına gelince büyük bir ilme sahip olmuş kendini birçok alanda geliştirmiş Arapça, Farsça kısmen İngilizceyi de öğrenmiştir. Evlenmiş yedi erkek ve üç kız evladı dünyaya gelmiştir.

12 Mayıs 1985 tarihinde geçirdiği bir trafik kazasın sonucu vefat etmiş ve Cizre’de babasının mezarı yanında defnedilmiştir. Kısa ömrünün içine fıkıhtan, tefsire, hadisten kelama ve tasavvufa dair 13 eser sığdıran el-Cezerî, özellikle bir yandan medrese eğitimi ve diğer yandan tasavvuf eğitimi alanlarında pek çok talebe yetiştirmiş, onları başta Doğu, Güneydoğu Anadolu bölgesi olmak üzere Suriye ve Irak bölgelerinde de ilim irfan ve maneviyat dünyasına kazandırmıştır.

Küçüklüğünü ve ilk ilmi öğrenimini ailesinden almıştır. Daha küçüklüğünden itibaren babası onu gözden ırak tutmamıştır. Bazen kendisi bazen de bölgesinin değişik yerlerindeki mümtaz hocaları nezaretinde eğitim ve terbiyesine son derece önem vermiştir. Onun hocalarından birisi de Mela Abdurrahman Erzeni’dir. Hocası Nurullah Seyda el-Cezerî’nin yetişmesi için gayret ve ihtimamı göstermekte geri durmamıştır. Kendisi oldukça zeki ve kabiliyetli olduğundan kısa bir zaman içerisinde kendisini yetiştirdi.

Nurullah Seyda el-Cezerî’nin şahsiyetine bakıldığında onun oturuşu, kalkışı, yürüyüşü hep kontrollüydü. İnsanlarla konuşması, görüşmesi, onlara karşı ilgisi, tepkisi, latifesi ölçülüydü. Bir konuyu izah ederken insanları sıkmazdı, konuya girer ve kısa sürede mevzuda hâkim olur, sınırlarını belirler az ve öz şekilde anlatırdı. Sadece dini konularda değil, tarihi, iktisadi, beşeri münasebetler ve diğer sosyal hususlarda da tatminkâr ve doyurucu izahlar yapardı. İlhamını, uhdesinde bütün güzellikleri barından asil kaynağından almıştı. Çünkü arazinin güzel ürün vermesi tohumun iyiliğine bağlıdır. Kader yavaş yavaş bu edip şahsiyeti aslının adabını öğrenmeye müsait hale getirmiştir. Akranlarının bir mesafe kat ettiği konularda o birkaç merhaleyi kat edecek yetenekte idi.

Kısa sürede ilmi yeteneklerini ispatlayıp ilmi icazetini babasının halifesi olan Batman’lı Şeyh Fahreddin’den aldı. Tarikat hilafetini ise babasından aldı. Babasının vefatından sonra henüz yaşı 19–20 olmasına rağmen irşad tahtına geçmiştir. Şeyh Seyda: “Benden sonra şeyhiniz Nurullah’tır. Çünkü onu hem zahiri ve hem de batında imtihan ettim. İmtihanı başarıyla kazandı.” İfadesiyle de işaret buyurdukları Şeyh Muhammed Nurullah Seyda hazretleri irşad tahtına oturmuş ve bu mukaddes vazifeyi ifa etmeye başlamıştır. Yaşının henüz genç olması bazı ihtilaflara yol açtıysa da daha sonra ondaki ilmi kudret ve edebi güzellik müntesipleri arasında onu her geçen gün yüceltti. O iyi bir nasihatçi, kötü ve çirkin bid’atleri kaldırıcı, münazaralarda barıştırıcı, sulük ve riyazette irşad edici, vakitlerini ilimle değerlendirici olarak seyrine devam etti. Davranışları, meziyetleri babasını aratmayacak güzellikteydi.

Onun yanında birçok canlı birer kaynak olan âlim yetişmiştir. İslâm’a hizmet ve sünneti ihya bakımından merhum babasının yolunu takip etti. İlmi icazet verdiği pek çok şahsiyetlerden bazıları şunlardır: Silopi’li Mela Abdulhamit, İdil’li Seyyid Ahmet, Midyat’lı Mela Hacı gibiler. Tasavvufi icazet verdikleri ise: Batman’lı Mela İsmet, İdil’li Şeyh Muhammed, Suruç’lu Şeyh Mustafa gibi zatlar onun yanında okuyup yetişen kıymetli şahsiyetlerden bazılarıdır.

Şeyh Muhammed Nurullah Seyda hazretlerinin ilimde icazet verdikleri

Pederi Şeyh Seydâ-i Cezerî’nin halîfesi Şeyh Fahruddin-i Arnâsî-i Batmanî’den ilim icâzet aldıktan bir gün sonra kendisi başkalarına ilim icâzetleri vermeye başlar, vefâtına kadar çok sayıda medrese ilim icâzeti verir. Şeyh Muhammed Nurullah Seydâ (k.s) Hz.lerinin rahle-i tedrîsinde tahsil görerek, az-çok ondan ders okuyup sadece ilim icâzeti alan bazı şahısların isimleri, memleketleri ve icâzet tarihleri:
1- İkinci Molla Abdülhakîm (ATAÇ), Pederinin halîfesi ve kendisinin hocalarından Şeyh Beşîr-i Halilî (Kılavuz) yê Baseyî’nin oğlu,
2- Molla Abdulaziz (TANRIVERDİ), İdil/Bafê (Sulaklı)’li Molla Necimin oğlu,
Şeyh Muhammed Nurullah (k.s) Hz.leri ilim icâzeti aldıktan bir gün sonra bu ilk ikisine kendisi ilim icâzetlerini vermişlerdir.
3- Molla Hikmetullah (ATAN), Pederinin halîfelerinden Şeyh Musa el-‘Umerî’nin oğlu, Kızıltepe/Mardin, h. 10 Muharrem 1388/m. 8 Nisan 1968 Pazartesi,
Bu zâta daha sonra 7. postnişîn Şeyh Ömer Faruk (k.s) Hz.leri tarafından tarîkat hilâfeti verilmiştir.
4- Molla Muhyiddin-i Cezerî (ÜLPER),
Bu zâta daha sonra 7. postnişîn Şeyh Ömer Faruk (k.s) Hz.leri tarafından tarîkat hilâfeti verilmiştir.
5- Molla Abdulhamit Cezerî/Şahî (Çağlayan Şah Köyü) (rh. a),
6- Molla Muhammed (YÜKSEL), pederinin halîfelerinden Şeyh Fahruddin-i Diyarbekirî-yi Hıdırilaysî’nin oğlu,
7- Seyyid Molla Muhammed Şefik (AKSOY), Pederinin halîfelerinden Şeyh Seyyid Halil Serdêfî yi Bêcirmanî’nin oğlu,
8- Molla Bahauddin (AYYILDIZ), pederinin has talebesi ve hizmetçisi Diyarbakır/Eğil Beylerinden.
Bu zâta daha sonra 7. postnişîn Şeyh Ömer Faruk (k.s) Hz.leri tarafından tarîkat hilâfeti verilmiştir.
9- Molla Masum (BAYAR), Molla Süleyman-i Hoserî’nin oğlu,
10- Molla Fâdıl (AŞAN/BEDİRHANOĞLU), Bedirhan Paşa (rh.a.)’nın yeğeninin torunlarından Lütfi Beyin oğlu Cizre’nin Çağlayan Şah Köyünden,
11- Molla Beşîr (MALKAÇ), pederinin fedakâr hizmetçisi ve komşusu Hacı Muhammed-i Bozê’nin oğlu, 30 Nisan 1973 m./28 Rabiulevvel 1393 h. Pazartesi,
12- Molla Beşîr, Molla Hüseyin-i Davrikî’nin oğlu, m. 30 Nisan 1973/h. 28 Rabiulevvel 1393 Pazartesi,
13- Molla Abdurrahaman-i Koçer, (İNAN) m. 30 Nisan 1973/h. 28 Rabiulevvel 1393 Pazartesi,
14- Molla Haci-yi İvanî, (ÇELİK) Dargeçit,
15- Mola Ahmed-i Koçer-i Dudêrî yê Davudî (ASLAN) (Ağben),
16- Seyyid Molla Yusuf (DÜZGÜN) İdil,
17- Molla Tahir-i Kiveğî, Botân, 18 Aralık 1972,
18- Molla Seyyid Muhammed Can-i Basurk (Kayabal)’î Batmanî, (İBİN)
19- Molla Abdussamed-i Kerhî,
20- Molla Tahir-i Halilî (BAPUR) (Kılavuz Köyü),
21- Molla Osman (ÜNAL), Hors (Bulmuşlar) Köyü-Botan/Cizre, 1975,
22- Molla Abdulhamid-i Sanuhî/Pervari,
23- Molla Sirac-i Zercelî, (Danalı Köyü-Beşiri/Batman) (BOZYİĞİT) Molla Ali-i Zercelî’nin oğlu,
24- Molla Hanefi Bingolî, (BALLI)
25- Molla Seyyid Muhammed Kartminî, (DENİZ)
26- Molla Sâlih-i Heskal (KISA) (Kaşıkçı Köyü/İdil)’î h. 8 Zilhicce 1389,
27- Molla İbrahim Hoser (BAVLİ) (Düzova Köyü)’î, Cizre, 13 Nisan 1975,
28- Molla Muhammed Naim (BİLİR) Navyan (Güneyçam/Şırnak)’î, 1970,
29- Molla Seyyid Ramazan-i Torî yê Bazgur (ÜZÜMCÜ) (Kentli/İdil)’î, h. 27 Muharrem 1391/m. 24 Mart 1971,
30- Molla İbrahim-i Danêr (Duru Köyü/İdil)’î, h. 27 Muharrem 1391/ m. 24 Mart 1971,
31- Molla Muhammed-i Reyhanik (TAY) (Bostancı Köyü/Silopi)’î, Tillolu Şeyh Mustafa’nın oğlu,
32- Molla Seyyid Necmuddin-i Kartminî (DENİZ) Midyat,
33- Molla İzzet, Diyarbakır,
34- Molla Seyyid Muhammed (ERZEN), Fındık’lı Seyyid Necmuddin’in oğlu, h. Cemadulevvel 1393/m.1973,
35- Molla Beşîr, Molla Hüseyin-i Davrikî’nin oğlu, m. 1 haziran1973/ h. 28 Rabiulevvel 1393 Pazartesi,
36- Molla Muhammed-i Dudırî, (GERÇİN) İdil, 1976,
37- Molla İsmail Delavêkasrî (OĞRAK) (Aliyan Köyü/İdil),
38- Molla İbrahim-i Meranî Dargeçit/Mardin,
39- Molla Muhammed Kasım (ELARSLAN), Fındıklı Hacı Adıl’ın oğlu, h. 7 Zilhicce 1389/m. 13 Şubat 1970.
40- Seyyid Sabri Yıldız. (Batmanlı Seyyid Şeyh Faruddin Yıldız Hz.lerinin ortanca mahdumları) H. Rebiulahir 1398/m. Nisan 1978

Şeyh Muhammed Nurullah Seydâ el-Cezerî (k.s) Hz.leri tarîkat icâzetini yani halîfeliği sadece dokuz kişiye vermiştir. Bunlar:
1- Şeyh Ömer Faruk Seydâ el-Cezerî (k.s), kardeşi, ilimde mücâzı ve ondan sonraki postnişîni, m.1972,
2- Seyyid Şeyh Ma’rûf (rh.a), Suriye,
3- Seyyid Şeyh Muhammed (DÜZGÜN) (rh.a), pederinin halîfesi Seyyid Şeyh Muhammed Beşîr-i Alakamişî’nin büyük mahdumu, İdil,
4- Şeyh İsmetullah Batmanî Bışêrî, ilimde de mücâzı,
5- Şeyh Muhammed Ali (ASLAN), ilimde de mücâzı,
6- Şeyh Ali (BİRTANE), Gevaş/Van,
7- Şeyh Hatip (YÜKSEL), pederinin halîfesi Diyarbakırlı Şeyh Fahruddin-i Hıdırilyasi’nin mahdumu,
8- Şeyh Recep Efendi (rh.a), ilimde de mücâzı Nizip/Gaziantep, h. 1 Rabiulevvel 1390/m. 6 Mayıs 1970,
9- Şeyh Mustafa (ÇETİNKAYA) (rh.a), Suruç/Şanlıurfa.

Nurullah Seyda hazretleri , ilmi, edebi ve tasavvufi calışmalarıyla temayüz ederek risaleler şeklinde ön dört eser kaleme almıştır. Seyda’nın Cem’u’l-Cevâmi’ adlı eserini kaleme aldığında henüz on yedi yaşında olduğu bildirilmektedir. Yine Seyda, yirmi yaşlarında iken tasavvuf alanında kaleme aldığı Esrâru’t-Tasavvuf isimli eseri ile de öne çıkmıştır. Bu calışmalar Seyda’nın daha erken yaşlarda dikkat çeken önemli bir alim olduğunu gostermektedir.

Seyda’nın yazdığı eserleri, onun bir tarikat büyüğü olarak irşad faaliyetlerini yürütürken İslami ilimleri okutmayı ve bu alanlarla meşgul olmayı ihmal etmediğini de göstermektedir. Seyda’nın kaleme aldığı çalışmalardan anlaşılmaktadır; ki onun gibi medrese hocaları, İslam dunyasındaki ilmi inkişaf ve yönelişlerden uzak kalmamış, medreselerdeki eğitim sistemini bu yönelişler ışığında gözden geçirmeye çalışmışlardır.

Başta Cizre olmak üzere bölgede birçok ailenin cocuklarına “Muhammed Nurullah”, “Mehmet Nurullah” veya sadece “Nurullah” şeklinde isim vermiş olmaları Seyda’nın toplumun değişik kesimleriyle kurduğu güçlü diyaloğu göstermektedir.

Vefatı
Şeyh Muhammed Nurullah 1985 Mayıs ayında Nusaybin Kızıltepe yolu üzerinde geçirdiği trafik kazası sonucu 36 yaşında hakkın rahmetine kavuşmuş, on binlerce seveninin katılımıyla kılınan cenaze namazının ardından naaşı babası Şeyh Seyda’nın yanına defnedilmiştir Vefatına sebep olan bu
olayın kaza süsü verilmiş suikast olup Şeyh’in hizmetlerini hazmedemeyen güçler tarafından gerçekleştirildiği de düşünülmektedir Şeyh, vefat etmeden önce bir yakınına taziye için yazdığı mektupta ölüme şöyle yaklaşmaktaydı “Allah’a ve O’nun takdirine iman eden, manevi âleme, yepyeni ve ebedi bir hayata gidiş sırasını bekleyen gönülden sizlere selam olsun Beklenilen o manevi belde öyle bir yerdir ki; bu üzgün kalbin en sevdiği, en değer verdiği kişiler, dedeleri, hocaları, üstadları ve dostları hep oraya gittiler Eğer önümüzde o manevi âlem olmasaydı, yemin ederim ki bu zavallı kalbim özlem ve iniltiler içinde helak olurdu” Allah onu rahmetine ğarketsin (Âmin)

Seyda Muhammed Nurullah Hazretlerinin eserleri
Seyda’nın eserleri şunlardır:
1- Hizbu’l-Hakâikı’l-İrşâdiyye: Dua ve zikir konularından bahseder.

2- es-Sâihu’l-Mutefekkir: Akaid ile meselelere değinir.

3- Cem’u’l-Cevâmi’: Fıkıh Usulu, Tefsir Usulu ve Hadis Usulu risalelerini icerir. Bu esere de üçüncü sahife ismini vermiştir. Risale, Sahîfetul-İrşâdi’s-Sâlise fi’l-Usûli’s- Selâse adıyla 1389/1969’da Kamışlı’da bulunan Rafideyn Matbaasında basılmıştır. Ayrıca bu risale Türkçe’ye de kazandırılmıştır.

4- Hulâsatu’t-Telhîs: Kalemu’l-Me‘anî ve Kalemu’l-Bedî‘ risalelerinden oluşan Hulâsatu’t-telhîs, Hatîb el-Kazvînî’nin (o. 739/1338) Telhîsu’l-Miftâh adlı kitabı ile karşılaştırıldığında Telhîs’ın me‘ani ve bedi‘ ilimlerinin özetini teşkil ettiği görülecektir.İfade etmek gerekir ki el-Kazvînî de, Ebu Yakub Yusuf es-Sekkaki’nin (o. 626/1229) kaleme aldığı Miftâhu’l-Ulûm’un belağatla ilgili kısmını Telhîsu’l-Miftâh adıyla ihtisar etmiştir. Dördüncü sahife olarak adlandırılan Hulâsatu’t-Telhîs risalesi, Sahîfetul İrşâdi’s-Sâlise fi’l-Usûli’s-Selâse adıyla 1389/1969’da Kamışlı’daki Rafideyn Matbaasında basılmıştır.

5- Sahîfetu’l-İctihâd: Fıkhi meselelerden içtihad konusunu ele alan bir çalışmadır. Beşinci sahife ismini almıştır. Sadece ismi zikredilen bu calışmanın herhangi bir nushasına ulaşılamamıştır.

6- Esrâru’t-Tasavvuf: Tasavvuf, bey’at, murşid-i kamilin ozellikleri, müridin kendi nefsine karşı görevleri, tevbe, zuhd, şeriat-tarikat-hakikat-marifet kavramları üzerinde durmuştur. Bu kitaba da altıncı sahife adını vermiştir. Fatih Yayınevi Matbaası tarafından 1979’da İstanbul’da basılmıştır. Tasavvufun Sırları adıyla Elvan Ajans tarafından da basılmıştır.

7- el-Akâid: İnanç mevzularını ele almakta olup kainatı yaratanın varlığına delalet eden kat’i delilleri serdeder. Bu risale, yedinci sahife olarak isimlendirilmiştir. Sadece ismi zikredilen bu çalışmanın herhangi bir nushasına ulaşılamamıştır.

8- el-Berâhîn Alâ haşri’l-İnsan ve Vücûdi Âlemîn Âhar: İnsanların tekrar dirileceğine ve başka bir alemin varlığına dair delilleri ele alır. Bu çalışmaya da sekizinci sahife demiştir. Sadece ismi zikredilen bu çalışmanın herhangi bir nushasına ulaşılamamıştır.

9- ed-Delâilu’l-Kâtı’a alâ Risâleti Seyyidinâ Muhammed ve İ’câzi’l-Kur’ân: Hz. Muhammed’in (sas) peygamberliğine ve Kur’an’ın i’cazına delalet eden kat’i delilleri ihtiva etmektedir. Bu da dokuzuncu sahifesidir. Sadece ismi zikredilen bu çalışmanın herhangi bir nushasına ulaşılamamıştır.

10- Sahîfetu’l-Ma’rife: Marifetle alakalıdır. Seyda’nın Esrâru’t-Tasavvuf adlı risalesini tercüme eden Özturk, bu risalenin basıldığını ifade etmesine rağmen her hangi bir nushasına ulaşılamamıştır.

11- Tanînu’t-Tabîa: Seyda, bu eserinde tabiatı esas alarak Allah’ın sıfatları, Allah’ın varlığının ispatı, din-şeriat-bilim ilişkisi konularını işlemiştir. Seyda, gaye ve nizam delilinden hareketle Allah’ın varlığı ve sıfatları konusunu ele almış, bilme ve anlama sürecinde akıl ve kalp birlikteliğini zorunlu görmüştür. Seyda, kullandığı yöntem açısından tasavvuf ve kelam arasında durmaktadır.

Bu risale, Abdurrahman Erzen tarafından 1983 yılında Tabiat Çınlıyor adıyla Türkçeye tercüme edilmiştir. Emekli Muftu Celal Yıldız, bu risaleye yazdığı takrizde risalenin hasta kalplere şifa mahiyetinde bulunduğunu zikretmiş ve insanlık için tavsiyeler içerdiğini ifade etmiştir.

12- Dîvân: Arapca ve Kürtçe şiirlerden oluşmaktadır. Matbu değildir.

13- Büzûr ve Hakâik: İnsanın manevi yapısını felsefi ve mantıki perspektifle ele alan bir calışmadır. Kitap, 54 sayfadan oluşmakta olup Fatih Yayınevi Matbaası tarafından 1979’da İstanbul’da basılmıştır. Bu risale, Abdullah Yucel tarafından Çekirdekler ve Gerçekler adıyla Turkceye kazandırılmıştır.

14- el-Evrâk: Medreselerde okutulan meşhur Hallu’l-Meâkıd adlı eserin mukaddimesini beyan, belağat, meani, sarf ve nahiv ilimleri acısından değerlendiren kısa bir haşiyesidir. Hallu’l-Meâkıd, Ebu’s-Sena Ahmed b. Muhammed’in, İbn Hişam’in (o. 762/1361) el-İ’râb an kavâidi’l-İ’râb adlı risalesine yazmış olduğu şerhtir. Bu şerh medreselerde Sadini’den sonra okunan sıra kitabıdır.

 

[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”]Kaynaklar ;
1- ”Hadis Usulu Konularına Dair Bir Risale; Muhammed Nurullah Seyda’nın es-Sahifetü’s-Salise Fi Usuli’l – hadis ” , Nurullah Agitoğlu , Şırnak Üniversitesi , İlahiyat Fakültesi Dergisi 2016/2 .
2- Şark Medreselerinin İhya Teşebbüslerinde Muhammed Nurullah Seyda El Cezeri ve ” Usulu’t-tefsir” adlı risalesi , Yrd.Doç. Dr. Mehmet Nurullah Aktaş
3- Güneydoğuda Bir İrfan Merkezi : Serdahl Tekkesi ve Külliyesi , İbrahim Baz , Şırnak Üniversitesi İlahiyat fakültesi Dergisi 2011/2 yıl :2 cilt:II sayı :2
4- İbrahim Halil ER – http://www.ibrahimhaliler.com/2016/04/22/tanidigim-bir-allah-dostu/
[/toggle]

Şeyh Seyda Muhammed Said El Cezeri (k.s.)

”Ay yüzlü Seyda”

Şırnak – Cizre’de Şeyh Seyda camii yakınındaki aile  kabristanında.

Seyda Muhammed Said El-Cezeri hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Son asır Anadolu velîlerinden. İsmi Muhammed Saîd olup Şeyh Seydâ diye meşhûr olmuştur. Babası Şeyh Ömer Zengânî, annesi Halîme Hâtundur. 1889 (H. 1309) senesinde Cizre’de doğdu. 1968 (H. 1387) senesinde Cizre’de vefât etti. Kabri oradadır.   

Muhammed Saîd henüz bir yaşındayken, babası Ömer ez-Zengânî hac yolculuğu sırasında 1890 senesinde Cidde’de vefât etti. Küçük yaşta yetim kalan Muhammed Saîd, yedi yaşına kadar konuşmadı ve yürümedi. Yedi yaşından sonra yavaş yavaş konuşan MuhammedSaîd Efendi ilim öğrenmeye başladı. Ağabeyi Şeyh Sirâceddîn Efendiden ilim tahsil etti. İlim tahsil ettiği müddetçe hiç evine gitmez, medresede kalırdı. Medresede kaldığı zaman geceleri bir hasırın içine sarınarak uyurdu. Annesi Halîme Hâtun oğlunu çok özler, hasretliğine dayanamayarak ağlardı. Muhammed Saîd Efendi annesinin isteği sebebiyle bâzan eve giderek ziyâret ederdi. 17 yaşına geldiği zaman ilim tahsilini tamamlayarak ağabeyi Şeyh Sirâcüddîn Efendiden icâzet aldı. Genç yaşta müderrisliğe başlayıp talebe okuttu. 23 yaşına geldiğinde medrese tamamen kendisine kaldı.

İlim ve fazîlette emsâllerini geçip zamânın ileri gelenleri arasına girdi. Dayısı Şeyh Muhammed Nûrî Dirşevî’nin sohbetlerinde bulundu. Tasavvuf yolunda ilerledi. Dayısı onu irşâd için gittiği yerlere beraberinde götürdü. 30 yaşına gelince dayısı ve hocası Şeyh Muhammed Nûrî’nin kızıyla evlendi. Nihâyet bir müddet sonra Şeyh Muhammed Nûrî hazretleri ölüm döşeğinde yatarken oğullarını ve halîfelerini yanına çağırarak; “Artık bundan sonra Şeyhiniz Seydâ’dır. buyurarak Muhammed Saîd Efendiyi yerine vazifelendirdi. (1929).

Şeyh Seydâ bu sırada 40 yaşında bulunuyordu. Medresede talebe okutmasının yanı sıra, hizmetinde bulunanlara ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların iki cihan saâdetine kavuşmaları için gayret ediyordu. Kendisinden icâzet almış, 150’ye yakın talebesi ve ayrıca 100 kadar halîfesi vardı. Talebeleri ve halifelerini Sûriye, Irak, Arabistan gibi memleketlere gönderdi.

Şeyh Seydâ hazretleri tasavvuf yolunda zaman zaman Cezbeye kapılırdı. Bu cezbe sırasında bâzan kışın dondurucu soğuğunda Dicle’ye iner nehrin buzlarını kırarak içeri sarkar ve saatlerce öyle kalırdı. Bâzan da yazın kavurucu sıcağında soba yaktırırdı.

Şeyh Seydâ hazretlerinin vücûdu çok yumuşaktı. Elini öpenler sanki ellerinde hiç kemik yok zannederlerdi. Orta boylu ve şişmanca idi. Küçüklüğünden beri kimse yüzüne bakamazdı. Şeyh Seydânın yüzüne bakan kimse anlayamadığı bir hisle ürperir ve vücudunu bir titreme kaplardı.

Kaba ve sert darvanışlardan şiddetle sakınan Şeyh Seydâ yumuşak davranırdı. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatma yolunda çeşitli sıkıntılara ve hakâretlere mârûz kaldığı halde, onlara tatlı bir dille ve yumuşak bir edâyla muâmele ederdi. Nitekim kendisini tutuklamağa gelen askerleri hoş davranışıyla yola getirmiş ve nicelerinin de kendisine talebe olmasını sağlamıştı. Allahü teâlâ ona olgunluk ve cemâl yâni yüz güzelliği ihsân etmişti. Sohbetinde bulunan herkes onun cemâline bakmaktan sohbetinden ayrılmak istemezdi. Onun üstünlüğünü duyan herkes kâfile kâfile ziyâretine gelir, Şeyh Seydâ onları şefkat ve merhametle karşılar, bağrına basardı.

Şeyh Seydâ hazretleri fakirlere karşı gayet merhametli ve şefkatli davranırdı. Onlara dâimâ yardım ederdi. Birgün bir köyün ileri gelenlerinden biri gelerek; “Şu işim olursa, falanca arâziyi sana hibe edeceğim.” dedi. Şeyh Seydâ hazretlerinin duâsı bereketiyle işi oldu. O kimse, vâdettiği arâziyi Seydâ’ya bağışladı. Şeyh Seydâ hazretleri de arâziyi Cizre’nin fakirlerine paylaştırdı.

Şeyh Seydâ’nın asıl gâyesi talebe toplamak olmayıp insanlara yol göstermek ve onları ıslâh etmeye çalışmaktı. Onun için önemli olan insanların ıslâh olmalarıydı. Bu hususta şöyle buyururdu: “Zamânımızın bâzı şeyhleri, köy ağalarının etbâ (tâbi olan kimseler) toplamaya çalıştığı gibi, talebe toplamaya çalışıyorlar. Halbuki gâye, mürîd (talebe) toplamak değil insanları ıslâh etmek, onların nefsin ve şeytanın kötülüklerinden kurtulmalarına yardımcı olmaktır.”

Şeyh Seydâ hazretleri cömert ve ihsân sâhibi olup, ziyâretine gelen binlerce insana yemekler yedirir, fakir zengin ayırd etmeden herkese aynı ilgiyi gösterirdi. Ayrıca devamlı dergâhında bulunan yüzden fazla âmâ, sakat, çaresiz ve düşkünlere yemek yedirir, onların kalblerini aslâ kırmaz ve incitmezdi. Kendisine eziyet edenleri affeder, kimseye kin beslemezdi. Çünkü o her hareketiyle ve davranışıyla Resûlullah’ı sallallahü aleyhi ve sellem örnek alırdı. Hattâ hakkında konuşan kimselere duâ ederdi. Sabır ve tevâzû sâhibi olan Şeyh Seydâ, nefsini herkesten aşağı görür ve onlardan duâ isterdi. Hemen herkese; “Siz benim büyüğümsünüz. Ben ise sizin küçüğünüzüm” derdi. Fakir ve düşkün kimselerle oturur, onlarla yemek yer ve herkese de böyle yapmalarını tavsiye ederdi. Bir gün üstü başı dağınık bir kıyâfetle ziyâretine gelen bir hamalın yük taşımak için sırtında gezdirdiği ipi öperek helâl kazancın ehemmiyetine ve teşvikine işâret etti ve; “Allah için tevâzû edeni Allahü teâlâ yükseltir.” hadîs-i şerîfini okudu.

Ömrünü İslâm dîninin emir ve yasaklarını öğrenmeye, öğretmeye, insanlara anlatıp onların dünya ve âhirette kurtuluşa ermelerine sarfeden Şeyh Seydâ hazretleri ömrünün sonuna doğru etrafında kendisine tâbî binlerce insanı görebiliyordu. 1968 (H. 1387) senesi Ramazan bayramında binlerce kişi onun ziyâretine gelip, bayramını tebrik etti. Şeyh Seydâ da gelen binlerce insana sevinçle, muhabbetle ve tâzimle mukâbelede bulundu.
Bayramın birinci günü câmiye çıktı, öğle namazını kıldırdıktan sonra câmide kaldı. Ziyâretçilerle bayramlaşıp ikindiye kadar onlarla sohbet etti. Kalabalık bir cemâate ikindi namazını kıldırdıktan sonra evine döndü. Yedi gün sonra pazar gecesi evlatlarına vasiyette bulundu. “Benden sonra şeyhiniz Nûrullah’tır. Çünkü onu hem zâhir ve hem de bâtında imtihan ettim. İmtihanı başarıyla kazandı.” buyurdu. Yanında bulunan Hacı Muhammed Bûzî’ye evine gitmesi için izin verdi. Yanında yalnızca Hacı Kâsım vardı. Kıbleye karşı namaz kılıyormuş gibi oturdu. Kendisinde hiç ölüm alâmeti yoktu. Birden bire ağzını açtı yumdu ve sustu. Hacı Kâsım dokunduğunda Şeyh Seydâ hazretlerinin vefat ettiğini anladı ve âilesine bildirdi. Ertesi sabah MollaSüleymân el-Hüseynî gasl ve tekfin işlerini yürüttü. Sonra binlerce insanın iştirâkiyle cenâze namazı kılındı ve evine defnedildi. Tâziyesine yakın ve uzak yerlerden kar, tipi ve şiddetli soğuğa rağmen, halifelerinden, talebelerinden onbinlerce insan geldi.

Şeyh Seydâ’nın yerine oğlu Şeyh Muhammed Nûrullah geçti ve vazifesini ifâ etmeye başladı.


KERÂMET ve MENKÎBELERİ

– Devlet adamları dahi onun üstünlüğünü kabûl ederlerdi. Birgün Cizre kaymakamı, belediye başkanı, hâkim ve diğer vazîfelilerden bâzıları anlaşarak Şeyh Seydâ’yı ziyârete karar verdiler. Serhadlı köyüne ziyârete gittiler. Yolda giderken; “Eğer bu kimse hakîkaten velî ise bize şunu şunu yedirsin.” diye her birisi ayrı ayrı şeyler istediler. Öğleden sonra köye ulaştılar. Şeyh Seydâ’nın evine gittiler. Oturup sohbet etmeye başladılar. Bu sırada yemekler geldi. İstedikleri yemekler geldikçe orada bulunanlar biribirlerinin gözüne bakmaya başladılar. Yemekler yendikten sonra ikindi vakti girdi. Şeyh Seydâ ziyârete gelenlerden biri hâriç diğerlerine; “Haydi abdest alın namaz kılalım.” dedi. Ayağında çizme olan misâfire ise; “Sen dur, senin çizmelerini çıkarman zor olur.” dedi. Namaz kılındıktan sonra misâfirler müsâde istediler ve oradan ayrıldılar. Yolda giderken namaz kılmayan misâfir dedi ki: “Ben pis idim. Şeyh Efendi, benim durumumu anladı. Bana onun için “Sen dur.” dedi. Yoksa çizmelerimi çıkarıp giymek zor değildir.” Ekseriya bu şekilde gezmeyi âdet edinen o şahıs, bu hâdiseden sonra kötü hareketini terk etti.

– İbrâhim Ay adındaki bir kimse şöyle anlattı: “Ben Şeyh Seydâ’yı ziyârete ilk gittiğimde Pakistan’dan bir zengin gelmiş, dört gün beklediği halde Şeyh Seydâ’yı görememişti. Akşam vakti varmıştım. Sabah oldu. Şeyh Seydâ, erkenden İzmit Kağıt Fabrikasının Müdürünü çağırdı. İki memuru ile birlikte onlar içeri girince ben kapıda bekledim. İsmimle çağırılmadıkça girmemek düşüncesindeydim. İsmimi kimseye de söylememiştim. Baktım Şeyh Seydâ’nın oğlu Şeyh Muhammed Nûrullah ile beni; “İbrâhim Adıyamânî de gelsin!” diye çağırtmış. İçeri girdim. Beni karşısına oturttu. Sağımda İzmit Kâğıt Fabrikası Müdürü, solumda da iki memuru vardı. Bize bîat verdi yâni talebeliğe kabûl etti. Yapacağımız vazifeleri anlattı. Ben kendi kendime; “Önceden duydum ki bu zât Nakşî, Kâdirî ve Rufâî yollarının üçünden de bîat veriyor. Bu nasıl olur?” diye düşündüm. Başımı kaldırıp yüzüne doğru bakınca, bana bakarak “Evet biz kök olarak Nakşî’yiz. Fakat hem Kâdirî, hem de Rufâîliği vermekle vazîfeliyiz.” buyurarak benim zihnimden geçen soruya cevap verdi.

– Bir defâsında Dicle Nehri taşmış, Cizre şehrini bir çember içerisine almıştı. Şeyh Seydâ’nın Dergâhının duvarından içeriye su akıyordu. Durumu Şeyh Seydâ hazretlerine bildirdiler ve yardım istediler. Seydâ hazretleri de parmağındaki yüzüğünü çıkararak; “Benden bir yüzük istiyor.” buyurdu ve yüzüğünü nehre attı. Nehir derhal yatağına çekildi. Yine bir defasındaCizre’yi Dicle Nehri basmış, her tarafı su kaplamıştı. Kaymakam ve belediye reisi gelerek Seydâ hazretlerinden duâ istediler. Şeyh Seydâ duâ ettikten sonra onlara seccâdesini verdi ve; “Seccâdeyi alın gidin. Uğradığınız her yerde nehir önünüzden kaçıp gidecektir.” buyurdu. Kaymakam ve belediye reisi seccâdeyi alarak şehrin her tarafını gezdiler. Hakikaten uğradıkları her yerde, nehir önlerinden çekilip, yatağına gitti.

– Molla Muhammed adında bir kimse, Şeyh Seydâ hazretlerine; “Kurban! Allahü teâlânın rızâsına nasıl erebiliriz?” dedi. Şeyh Seydâ hazretleri; “Cenâb-ı Allah lutf ederse erersin.” buyurdu. O kimse aynı soruyu ikinci ve üçüncü defa sorunca aynı cevâbı aldı. Dördüncü defa sorunca Şeyh Seydâ hazretleri; “Bana bak MollaMuhammed! Kalbinin üzerindeki paraları ne zaman yakarsan, işte o zaman Allah’a erersin.” buyurdu. Görünüşte mütteki bir insan olan Molla Muhammed, parayı çok seviyormuş. Onun kalbindekileri kerâmet olarak bilip bu şekilde cevap verdi.

– Şeyh Seydâ’nın talebelerinden bir çoban vardı. Bir gün sürüsünü otlatırken bir ayının kendine doğru hızla geldiğini gördü. Korkusundan hiçbir yere kaçamadı. Ayı tam yanına geldi ve arka ayaklarının üstüne kalktı, pençelerini kaldırdı. O anda çoban; “Medet yâ Şeyhim.” diye Şeyh Seydâ’dan imdâd istedi. Baktı ki ayı sanki taş kesildi. Hiç kıpırdamıyordu. Ayının bu durumunu gören çoban, sürüyü alıp oradan uzaklaştı.

Sohbetlerinden

Şeyh Seydâ hazretleri, teheccüd (gece) namazlarına devam ederdi. Güzel sözleri ve örnek ahlâkıyla insanlara yol gösterirdi. Sohbetinde bulunan en âsî insanlar dahi onun duâsı bereketiyle, hallerine pişman olup hidâyete kavuşurlardı. Bir sohbeti sırasında buyurdu ki: “Dil ve kalbin bozukluğuna sebep olan cehâleti terk ederek ilim ile meşgûl olunuz. Takvâ (haramlardan sakınma) ile bu ilminizi aydınlatarak ay ve güneş gibi parlayınız. İlmin zamanı ve erbâbı geçmiştir demeyiniz. İlmi sâlih amellerle tamamlarsanız elde ettiğiniz nurla şark ve garbı aydınlatırsınız. Nerede altın sâhipleri! Nerede altın ve gümüşü toplayanlar. Onların hepsi gittiler. Nerede dünyâ malı için çalışıp çabalayanlar? Ey kardeşlerim gözlerinizi açıp ibretle bakınız! Altın gümüş toplamak ve dünyâ malı elde etmek için didinenler, yanakları çürüten toprağa girdiler. Nerede seslerini yükseltenler ve hak dâvâ uğruna kan akıtanlar? Ay ve güneş gibi safâda bulunanlar. Nerede gece gündüz çalışıp süslü köşkler yapanlar. Nerede onlar! Hiç bir göz onları görmüyor. Onlar tamamiyle öldüler.

Sevgili kardeşlerim ibretle bakınız ve hüsrandan kendinizi kurtarınız. Size hak nasihati bildirenleri can kulağıyla dinleyiniz. Tâ ki gözleriniz doysun. Ya Rabbî! Fazlınla, rahmetinle bizi affet. Bizleri başkasına bırakmadan kurtar. Çünkü kurtardığın kişi Cennet’te seâdete kavuşacaktır. Yâ Rabbî kâinâtın Efendisine, âl ve eshâbına salât, selâm ve duâlar olsun. Hamd, kâinâtı yaratan Allahü teâlâya mahsustur”.

 

Şeyh Seydâ hazretlerinin Şeyh Muhammed Nûrullah’tan başka halifeleri şunlardır:
1- Şeyh Fahreddin el-Arnâsî
2- Muhammed Beşir el-Alkemşî
3- Hasan eş-Şeyh Hasenî
4- Halil el-Bacırmânî
5- Yûsuf el-Vezerkî
6- Cemil ed-Danışmânî
7- Cemîl el-Antâkî
8- Seyyid Ali el-Fındıkî
9- İbrâhim el-Karsî
10- Muhammed Emin ed-Diyârbekrî
11- Abdullah el-Filfilî
12- Mustafa ed-Doğubeyazıtî
13- Muhammed Üveys el-Mardînî
14- Abdurrahman es-Sarûhî

Eserleri:
1) Kitabü Ahkâmü’l-Envât, 2) Ed-Dâbıta fir-Râbıta, 3) Et-Te’lif fit-Te’lif, 4) Et-Tasavvuf, 5) Manzumeler, 6) Tenbîhü’l-Müsterşidî, 7) El-Mecmeu’s-Sağîr.