Devrane Sultan

Devrane Sultan

Afyon Merkez’de Kurtuluş caddesi ile istaklal caddesinin kesişiminde

Hazreti Mevlana sülalesinden olup, Sultan Divani hazretlerinin Çiltenan olrak adlandırılan 40 mürdinden biridir. Sultan Divani ile İran seyahatine katılmıştır. Kabri şerifinin Devrane Sultan camii civarında olduğuna inanılır. Daha Sonra Afyon Belediyesi tarafından caminin 100 metre yakınında Kurtuluş caddesi ile istaklal caddesinin kesişiminde bir makam kabir yapılmıştır.

Demir Yalayan Türbesi

demir Yalayan

Afyon Merkez’de Gazlıgöl caddesi ile Alparslan Türkeş Bulvarının kesişiminde

Abdurrahim Mısri Sultan’ın müridlerinden olan Demiryalayan’ın yoğurtçuluk yapan bir kişi olduğu biliniyor. Rivayete göre Abdurrahim Mısri Sultan bir gün Kasım Paşa’ya, “Çarşıda Demiryalayan adında bir yoğurtçu var. Git pazarlık et, yoğurt al. Sonra da bir bahane ile yoğurdu kafasına geçir. Bakalım ne diyecek.” der. Kasım Paşa gider, yoğurdun fiyatını sorar, daha sonra, “Çok pahalı, insafsız adam”, diyerek yoğurdu kafasından aşağı geçirir. Buna karşılık Demiryalayan sükunetle, “Afedersiniz efendim, hiddetlendirerek size zahmet verdim.”, diyerek özür diler. Hayatı hakkında başka bilgiye rastlanmayan Demiryalayan’ın türbesi Gazlıgöl caddesi ile Alparslan Türkeş Bulvarının kesişiminde bulunuyor.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]

Abdulhalim Durma , Afyon Evliyaları
Mehmet Gündoğan , Afyon Alim ve Evliyaları , Medrese kitabevi , 1999
H. Fikri Yazıcıoğlu , Afyon Evliyaları ve İlim Adamları , 1969
[/toggle]

Sultan Divani

Afyon – afyon mevlevihanesi

Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi’den sonra Mevlevîlik tarîkatine mühim hizmetlerde bulunan önemli isimlerden DSC01985olan Sultan Dîvânî (Dîvâne Mehmed Çelebi), Hz. Mevlânâ’nın yedinci kuşak torunlarındandır.
Doğum tarihi ile ilgili net bir bilgiye sahip olmamakla beraber, 1448 veya 1471 tarihlerinden birinde doğmuş olmasının kuvvetli bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz.
Afyonkarahisar bölgesi, 13. yüzyılda Germiyanoğulları beyliğine bağlı idi. Germiyanoğlu Bey’i Mehmet Bey, Hz. Mevlâna ve Mevlevîliğe karşı muhabbeti olan bir devlet idarecisidir. Bu muhabbetin neticesinde, oğlu Süleyman Şah’a, Sultan Veled’in kızı (Hz. Mevlâna’nın Torunu), Mutahhara Hatun’u almış ve Çelebi sülâlesi ile akrabalık kurulmuştur.
Mehmet Çelebi çok güzel semâ ettiği için babası tarafından kendisine “Semâî” lakâbı verilmiş, kendisi de şiirlerinde “Semâî” mahlasını kullanmıştır. Kendisine “Dîvâne” de den- miştir. Bu Farsça sıfat, “Hak yolunda kendinden geçen, aklını kaybeden, ilâhî aşkın etkisiyle hayrete düşen, şaşırıp kalan” anlamlarını içermektedir. Mehmed Çelebi’ye ait bazı menkıbelere baktığımızda, halkın kendisine bu sıfatı yakıştıracak bazı sebepler bulunmaktadır. Bu yakıştırmanın, tasavvufî düşünce geleneğinde kendine özgü bir konumu da mevcuttur.
Yaygın olarak kullanılan diğer lâkabı “Dîvânî”nin ise; Timur tarafından Semerkand’a götürülen, daha sonra da Şah İsmail’ce Tebriz’e nakledilen Hz. Mevlâna’nın Eseri “Dîvan- ıKebir”i, rüyasında gördüğü Hz. Mevlâna’nın manevî işaretiyle Tebriz’e gidip getirmesinden dolayı verildiği düşüncesi hakimdir.
Bu iki yaklaşımı kendi içerisinde bulunduğu şartlara göre değerlendirmemiz daha sağlıklı olacaktır. Zaman içerisinde her iki lakab da sıkça kullanılmış, özellikle “Dîvânî” halk arasında daha fazla tercih edilmiştir.
Sadık müridi Muğlalı İbrahim Şâhidî Dede’nin anlattığına göre Sultan Dîvânî; rind meşrep, coşkun ve cezbeli bir mevlevîdir.
Muğlalı İbrahim Şâhidî Dede; mürşidi ile yaptığı seyahatleri kayda geçirerek, türünün ilk örneği olan (ilk edebî seyahatnâme) “Gülşen-i Esrâr”ı yazmıştır.
Edebi Kişiliği
Sultan Dîvânî’nin, “Şiirleri” ve “Tarîkat’ül Arifîn” adlı tasavvufî bir risalesi mevcuttur. Şiir tekniği bakımından devrin üstad şairlerini aratmayan Semâî, özellikle bazı şiirlerinde ses tekrarları ve benzerliklerinden faydalanmak suretiyle âhenk bakımından mükemmeliyete ulaşmıştır.
Göründü karşıdan bir gevher-i pâk
(Karşıdan bir temiz cevher göründü)
Her lâle yanak dillere bir dâğ-ı nişândur
(Her lâle yanak gönüller için bir nişan yarasıdır)
Tasavvufi Kişiliği
Babası tarafından veliahd tayin edilen ve şeyhlik makamına oturtulan Dîvâne Mehmed Çelebi, denilebilir ki Mevlevîlik tarîkatinin Bânî-î Sânîsidir (İkinci Kurucusu). O, vecd ve istiğ- raka dalmış cezbeli bir şeyh, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinde büyük yararlılıklar gösteren bir alperen,Yavuz ve Kânûnî başta olmak üzere bir kısım üst düzey devlet ricali üzerinde etki- li olmuş bir siyaset ve teşkilat adamıdır. Hayatı ile ilgili bilgi veren kaynaklarda, bilhassa mürîdi Şâhidî İbrahim Dede’nin Gülşen-i Esrâr adlı eserinde, yaptığı faaliyetler ve kerametleri hakkında bilgiler mevcuttur.
Şâhidî İbrahim Dede, Dîvâne Mehmet Çelebi’ye intisabını ve birlikte yaşadıkları bazı hadiseleri şöyle anlatır. “…ben de ona uydum, yokluk denizine daldım. Daima önünde yalınayak koşardım. Yolda üzengilerine pabuç asılmış bir at verir, binmemi emrederdi. Binsem bile biraz sonra iner, ayaklarımdan pabuçları çıkarırdım. O, benim atımı bir abdala verir, ‘sakın kimse binmesin’ der, yedekte çektirirdi. Bir an bile bensiz olamazdı. Lutfeder de ‘Şâhidî’ derdi, ‘Neden böyle cefâlar ediyorsun, neden yaya yürüyorsun, neden ayakların yalın? Gönlüm inciniyor, acıyorum sana.’ Bense: ‘Ey şâh-ı velâyet, ayakkabılarımla senin bastığın yollara basamam ben’ derdim. Bunu duyunca: ‘Ah Şâhidî, yaktın beni’ derdi.
Sultan Dîvânî Tarafından Açılan Mevlevîhaneler
Burdur, Galata(İstanbul), Eğirdir, Muğla, Sandıklı, Bağdat(Irak), Cezayir, Kahire (Mısır), Lazkiye (Suriye), Midilli (Yunanistan), Sakız (Yunanistan).
Vefatı
Şâhidî İbrahim Dede’nin 1544’te yazdığı Gülşen-i Esrar’ında, Dîvâne Mehmet Çelebi’nin sağ olduğuna dair işaretler ve 1545’te bir mesnevî vakfiyesine şahâdeti; Şâhidî Dede’nin Şeyhi’nin vefatından sonra, her sene kabrini ziyaret maksadıyla Afyonkarahisar’a geldiği, muayyen bir süre kalıp döndüğü, H.957/M.1550 tarihindeki ziyaretlerinde vefat ettiği ve şeyhinin yanına gömüldüğü dikkate alınırsa, Dîvâne Mehmed Çelebi’nin H. 953/M.1546 veya H.954/M.1547 yıllarında vefat etmiş olması gerektiği söylenilebilir.
Kendisinden sonra Afyonkarahisar Mevlevî tekkesi postuna oğlu Hızır Şah oturmuştur.

Abdulbaki Baykara

İstanbul – Merkez Efendi ‘de Yenikapı Mevlevihanesinin hemen yanında yer alan Hamuşan Kabristanında

Yenikapı Mevlevihanesi ‘nin son şeyhi olan Meh­med Abdülbaki Efendi, Şeyh Mehmed Celaleddin Dede ile Meclis-i Zabtiye üyesi ve Mevlevilik tarikatına bağlı olan Mustafa Naili Efendi’nin kızı Nazife Zeliha Hanım’ın çocu­ğudur.

Dedesi, Yenikapı Mevlevihanesi‘nin tanınmış şeyhi Os­man Selahaddin Dede‘dir. Abdülbaki Dede küçük yaşta Mevlevi sikkesi giymiş ve on iki yaşında sema çıkarmıştır. Dedesi başta olmak üzere devrinin tanınmış isimlerinden Kur’an, Farsça, Arapça ve Mes­ nevi konusunda dersler almıştır.

Bunlar arasında Sütlüce Sadi Dergahı Şeyhi Hasirizade Mehmed Elif Efendi ve Mesne­vihan Mehmed Esad Efendi, Mesnevi konusunda Abdülbaki Dede’nin eğitiminde önemli bir yere sahiptir. Abdülbaki Efendi, babası Celaleddin Efendi’nin is­teğiyle ve Konya’daki Abdülvahid Çelebi’nin izniyle 1903 yı­lından itibaren Yenikapı Mevlevihanesi postnişinliğine vekalet etmeye, şeyh sikkesi giyip İsm-i Celal okutmaya ve sema ayini icrasına başlamıştır.

Babasının 1908 yılında Hakk’a yürümesi üzerine II. Abdülhamid’le iyi geçinmek isteyen Abdülhalim Çelebi, Abdülbaki Efendi’yi padişahın sevmediği Yenikapı Mevlevihanesi şeyhliğine atama konusunda tereddüt etti. Bu gerginliğin kaynağı, Abdülbaki Dede’nin dedesi Osman Sela­haddin Dede’nin şeyhliğinden beri Yenikapı Mevlevihanesi’nde özgürlükçü siyasi fikirlerin zemin bulmasıdır.

Ancak aynı yıl 31 Mart Olayı gerçekleşti ve II. Abdülhamid’in yerine Sultan V. Mehmed Reşad getirildi. Sul­tan Reşad’ın Abdülbaki Dede ile ilişkileri çok iyiydi. Bu ge­lişmeler sonucunda Abdülhalim Çelebi, yirmi beş yaşındaki Abdülbaki Dede’yi Yenikapı Mevlevihanesi’ne şeyh tayin etti.

il. Abdülhamid zamanında kundaklanan Yenikapı Mevlevihanesi, bu dönemde biraz nefes almıştır. Tadilattan ge­çen tekke Balkan Harbi ve I. Dünya Savaşı sırasında yaralılar için hastane olarak kullanılmıştır. Tekkenin dervişleri I. Dün­ya Savaşı sırasında kurulan Mevlevi Alayı’na katılmış, şeyh de binbaşı rütbesi ve komutan vekili olarak Şam’a gitmiştir.

Abdülbaki Dede erken bir yaşta Şevkiye Hanım ile evlenmiştir. Bu evlilikten Ahmed Gavsi ve Mehmed Celaled­din adındaki oğulları ve Fatma Kerra adında bir kızı olmuştur. Bu evlilik 1912 yılında son bulmuştur. Abdülbaki Dede, aynı yıl Doktor Mustafa Münif Paşa’nın üvey kızı Emine Güzide Hanım’la evlenmiştir. Bu evlilikten Osman Selahaddin Rüsuhi ve Nazife Gevher adındaki çocukları dünyaya gelmiştir.

1925 yılında tekkelerin kapanması üzerine Abdülba­ki Dede için dramatik bir hayat başlamıştır. Kütüphaneleri Tas­nif Komisyonu üyeliğinde bulunan şeyh, kısa süreliğine de İs­ tanbul Türk Ocağı’nın müdürlüğünü yapmıştır. Darülfünun ‘da Farsça hocalığına getirilmiş, ama 1933 üniversite reformu sı­rasında yerine Alman bir hocanın atanması sonucu yine işsiz kalmış, evini geçindiremez olmuştur.

1935 yılında kalp krizi geçiren ve Hakk’a yürüyen Abdülbaki Dede’ nin cebinden bir iş başvurusu çıkmıştır. Ab­dülbaki Dede, Yenikapı Mevlevihanesi’nde sırlanmıştır.

Aşcı Ahmed Dede

İSTANBUL – TOPKAPI ; MERKEZ EFENDİ KABRİSTANINDA YOL ÜZERİNDE

1828 yılında, Kandilli semtinde Mehmed Ali Efendi’nin oğlu olarak dünyaya gelen Halil İbrahim Efendi’nin babası eski bir Yeniçeri’dir. Yeniçeriliğin kaldırılması sırasında bir süre Kandilli’de saklanan Mehmed Ali Efendi, daha sonra yeni kurulan orduya katılmıştır.

Babasının askerlik görevi nedeniyle Halil İbrahim Efendi’nin çocukluk yılları akrabalarının yanında geçmiştir. Önce Kandilli Mahalle Mektebi’ne, ardından taş mektebe, daha sonra da Süleymaniye Rüşdiyesi’ne gitmiştir. Halil İb­rahim Efendi, bürokrat yetiştiren Süleymaniye Rüşdiyesi’ni bitirdikten sonra çeşitli iş imkanlarına rağmen orduda memu­riyete başlama kararı almıştır.

Halil İbrahim Efendi, ilk olarak Laleli’de bir Halveti Şeyhi olan Hasan Efendi’nin hizmetine girmiştir. Aynı dönem­ de Kuşadalı İbrahim Efendi’nin halifelerinden Kızıl Dede’ye karşı olan hayranlığını da gizlememiştir. Halil İbrahim Efen­di, Kızıl Dede’nin sohbetlerinde, şeyhi Hasan Efendi’nin de dostu olan Kasımpaşa Mevlevihanesi postnişini Hakkı Kadri Dede’yle tanışır.

Bir süre şeyhi Hasan Efendi ile Kasımpaşa Mevlevihanesi’ni ziyaret eden Halil İbrahim Efendi, zaman­la Mevleviliğe intisap etme kararı almış ve Hakkı Kadri Dede’ye biat etmiştir.

Burada semazen olan Halil İbrahim Efendi, Mes­nevi dersleri almış ve Kasımpaşa Mevlevihanesi’nde şeyhinin hizmetine girmiştir. Ancak Halil İbrahim Efendi’nin tekke­ ye devam etmesi, 1856 yılında önce Erzurum’a, ardından da Erzincan’a tayin edilmesiyle son bulmuştur. Halil Ibrahim Efendi, Erzincan’da Nakşiliğin Halidi koluna bağlı, “Terzi Baba” olarak bilinen Mehmed Vehbi Hayyat’ın halifeleriyle görüşmüş ve bunlardan Fehmi Efendi ile Nakşi usulüne göre seyr-i süluke başlamıştır.

Halil İbrahim Efendi, memuriyeti sırasında birkaç kez Erzincan ve İstanbul arasında gidip gelmiş, daha sonra bir doğunun Şam’daki çiftliğiyle ilgilenmek için istifa etmiştir. Ama burada tutunamamış ve İstanbul’a geri gelmiştir. Halil İbrahim Efendi mesleği ve ailesi nedeniyle Mevlevi çilesini çıkarıp “dede” olma fırsatı bulamamıştır, an­cak Nakşibendiliğin Halidi kolunda şeyhlik mertebesine kadar yükseldiği anlaşılmaktadır. Araştırmacılar, bu konuda kendisi­nin tıpkı şeyhi Fehmi Efendi gibi mütevazı davrandığını yazar.

İlerleyen yıllarda memuriyete geri dönen Halil İb­rahim Efendi, İkinci Ordu bünyesinde Edirne’de görev yaptığı sırada buradaki Mevlevihane’ye devam etmiştir. Halil İbra­him Efendi, gördüğü bir rüya üzerine Mevleviler tarafından dedelik makamına kabul edilmiş ve kendisine destarlı Mev­levi sikkesi tekbirlenmiştir. Halil İbrahim Efendi, Edirne Mevlevihanesi’nde ayin yönetecek kadar yükselmiştir.

Halil İbrahim Efendi’nin İstanbul’un tasavvufi kültürü konusundaki önemi, Risale-i Tercüme-i Ahval-i Aşcı Dede-i Nakşi Mevlevi başlıklı hatıratıdır. Hem Nakşibendilik­ ten hem de Mevlevilikten nasipli olan Halil İbrahim Efendi, Farsçadan dilimize bazı çevirilerde yapmıştır fakat en çok Aşçı Dede’nin Hatıraları adıyla yayımlanan eseri ile ünlüdür.

Eski İstanbul yaşantı­sı ve tarikat adabı alanında eşsiz bir kaynak olan Aşçı Dede’nin Hatıraları önce Reşad Ekrem Koçu tarafından yayımlanmış, ardından yine Koçu’nun İstanbul
Ansiklopedisinde madde konusu olmuştur.

Kaynak ; İstanbul’un 100 Sufisi , Ebru Erte , İBB Yayınları .

Esrar Dede (k.s.)

İstanbul – Beyoğlu – Galata Mevlevihanesi

On sekizinci yüzyıl divan şairlerinden ve Mevlevi şeyhlerindendir. Asıl adı Seyyid Mehmed’dir. 1162 (m.1748) yılında İstanbul’da doğdu. 1211 (m. 1796) yılında Galata Mevlevi hanesinde vefat etti. Arapça , Farsça , Yunanca , Latince ve İtalyanca biliyordu. Bir ara yolu Galata Mevlevihanesi’ne düştü. O sırada dergah şeyhi , Şeyh Galip Hazretleri idi. Düştüğü gibi de orada kaldı. Yetişti , kemale erdi ve Esrar Dede olarak anılmaya başladı.

Esrar Dede ve mürşidi Şeyh Galip’in Osmanlı Sultanı III. Selim Han’a tam bir muhabbet ve bağlılıkları vardı. Bu durum , Sultan’ın aleyhinde olanların onlar hakkında ileri geri konuşmalarına sebep oluyordu. Bunlara karşı Esrar Dede bir gazelinde ;
Ne Süleyman , ne Selim’in kuluyz ,
Hazret-i Rabbi Rahim’in kuluyuz ,
Hüsrev-i aleme yok minnetimiz ,
Öyle bir Şah-ı kerimin kuluyuz.

Diyerek çok güzel cevap vermiştir.
Esrar Dede hazretleri Miraç gecesine tesadüf eden bir gecede , 1211 (m. 1796) yılında Galata Mevlevihanesi’nde vefat etti. Bu sırada henüz kırk dokuz yaşındaydı. ¹

Ömrünün son dokuz yılını geçirdiği bu Mevlevihane’nin bahçesine defnedildi. Hocası Şeyh Galip’in söylediği şu tarih rubaisi mezar taşında yazılıdır :
Esrar Dede çileyi hatm ettiği dem
Sırr oldu serin hırka-i tabuta çeküp
Galip dedi tarihin efsus efsus
Hemdemlerini  hayran kodı Esrar göçüp. 1211
( Esrar Dede çileyi bitirince , tabut hırkasını başına çekip gizlendi. Galip ne yazık ki onun tarihini “ Arkadaşlarını Esrar hayran koyup göçüp gitti ” diye söyledi. ) ²
Yüce Allah sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.
______________________________________
Kaynaklar ;
¹ Pamuk Yayıncılık , “ İstanbul Ve Anadolu Evliyaları ”
² Türkiye Gazetesi Yayınları , “ İstanbul Evliyaları ”