Bursa – Pınarbaşı Kabristanının giriş kapısının karşısındaki Mevlevihane kabristanında
…….
Evliya, Sahabe, Peygamber Kabirleri
Evliya ve Sahabe
Bursa – Pınarbaşı Kabristanının giriş kapısının karşısındaki Mevlevihane kabristanında
…….
Bursa – Pınarbaşı Kabristanının giriş kapısının karşısında
Mesnevi’nin sırlarına vakıf olup Konya Karaman ‘ ın Larende kasabasında Süleyman veyahut Sinan nam zatın oğludur. Şeyh Ahmed Mevlevi olarak bilinir. Kendisi bir mevlevi oğlu olarak dünyaya geldi, yetişkinlik çağına kadar tahsiline Larende’de devam etti. Mevlevilik tarikatına fiilen girmesiyle çilesini bitirdikten sonra uzun müddet Bağdat Mevlevihanesi’nde Mesnevihan olmuş (mesnevi okutmuş) ve etrafını manevi feyze gark etmiştir.
Burada bulunduğu sırada alem-i ma ‘nada kendisine taze bir gül verilmiş, gülün şekli ve rengi pek latif olduğu halde kokusu olmadığından: “Ah, ne olaydı, bunun bir de kokusu olaydı.” demiş, kendisine; “Bunun kokusunu Bursa’da duyarsın” denilmiştir.
Cünuni Dede yaşlılık yıllarında büyük bir sıla özlemine kapılarak tekrar doğduğu yere döndüğü vakit , o tarihte Hz. Pir’in (Mevlana Celaledin-i Rumi’nin) eşiğinde seccadenişin olan Çelebi Ebubekir Efendi Hazretleri bulunuyordu : “Bursa şehri İslam şehirleri içinde bir «Burcu Evliya» olarak şöhret bulmuş olduğu halde burada bizim yolumuz yüce mevlevilik tarikatının bir tekkesi henüz yoktur. Böyle bir tekkeyi kurup yeniden canlandırmayı sizden rica ediyorum. ” diyerek bu büyük görevi kendisine verdi.
Cünuni Dede, ilk önce çok yaşlı olduğunu ileri sürerek bu iş için özür diledi. Ancak birkaç gün sonra Larende ‘ye gitmek için sefer hazırlığı yaparak izin istemek ve vedalaşmak üzere Çelebi Efendi Hazretleri’nin huzurlarına geldi. Çelebi Ebubekir Efendi mecliste bulunanların huzurunda: “Biz Mevlana ‘yı Bursa ‘ya göndermek arzusunda idik. Halbuki bu sözümüzü kabul etmediler, reddettiler.” buyurunca o sırada Bağdat’ta gördüğü rüyayı hatırladı; o anda rü’yada gördüğü gül tecessüm ederek önüne gelmişti. Bunun üzerine hayret edip azizin sözünü kabul ile Larende’ ye gitmekten vazgeçti, kendisine verilen emir ve vazifeyi yerine getirmek üzere Bursa ‘ya hareket etti .
Görev için Bursa’ya geldiğinde tanınmış şeyhlerden Şeyh Ya’kub Efendi ‘nin Setbaşı yakınlarında Karaağaç Mahallesi’ nde bulunan tekkesine birkaç günlüğüne misafir olmak üzere indi. Yakub Efendi ise o sırada İstanbul’da Eyüp civarında bir eve yerleşmiş olduğundan dergah boş idi.
Cününi Ahmed Dede kısa zamanda gelip giden mevlevileri burada bir araya toplamış, düzenlediği ayinlerle etrafına feyz saçmıştır. Aradan çok geçmeden muhibbanından Mehmed adında bir dervişe : “Erenler, bu makamın bizim karargahımız olmadığını siz de bilirsiniz. Bakalım bir istihare edin de ne zuhur eder, görelim.” buyurur.
Derviş Mehmed o gece istihare eder. Rüyasında sağ tarafından Karapınar denilen mevkiden iki alem (sancak) zuhur eder. Arkasından birçok mevlevi dervişleri gelerek sancağın birisini ikamet ettikleri zaviye tarafına götürdükleri halde tekrar dönerek Pınarbaşı civarında bilahare Mevlevi Zaviyesinin kurulduğu kayanın üzerine dikerler. Derviş Mehmed uyanır, gördüğü rüyayı arz eder. Cünuni Ahmed Efendi memnun olur, tahsin eyler.
Pınarbaşı üzerindeki küçük, dar ve karanlık bir kümbette yerleşir ve hemen burayı imara başlarlar. Sultan I. Ahmed ‘de 18.7.1611 ‘ de Bursa Mukaatası malından yüz bin akçe verilip bir mevlevihane yaptırılması ve mevcut fukaraların vazifelerinin hesap edilip bildirilmesini Bursa kadısına emreder. O sırada hayırsever bir kadın Tefsirhan mahallesi’nden Ali Bey’ in karısı Fatma Hatun , 1023/1614 eylülünde Yadigar- ı Şemsi’de evini, Bursa Kütüğü ‘ nde , Bursa Şeriyye Sicillerine göre; yirmi bin dirhem akçe ile satın aldığı hanı , Mesnevi-i şerif okunmak şartıyla dervişlere vakfeder. Şerbeti Mehmed Efendi ve bunlardan başka birçok hayırsever dervişan , mal ve mülk bakımından pek çok yardımlarda bulunur kısa zamanda burayı örneği görülmemiş büyük ve güzel bir Asitane haline getirmeye muvaffak olurlar.
XVII. yüzyılda Bursa’ya gelen Evliya Çelebi, bu dergahı Bursa’da bulunan diğer dergahlardan daha büyük, 70-80 odalı ve geniş bir semahaneden müteşekkil olduğunu yazmaktadır.
Mehmed Fahreddin Efendi’ye göre Azmizade Mustafa ve Mehmed Şemseddin’e göre Mevlana Urfizade Mustafa Efendi’nin Bursa kadısı olduğu sırada Bab mahkemesi katipliğinde bulunan Baldırzade Mehmed Selisinin kendi hattıyla bu dergahın vakfiyesini yazdığını ve Mustafa Efendi’nin imzaladığını belirtmektedir.
Şair Hayali, Güldeste’nin beyanına göre tekkenin yapılışına sekiz beyitlik manzum bir tarih düşürmüştür. Son beyit şöyledir:
Mevlevi-haneyi Cününi Dede
Eyledi Hu diye diye ihya 1024
Cünuni Dede, bu yeni yapılmış büyük tekkede ayinler düzenler ve Mesnevi’ dersleri verirken 1030/1621 senesinde fanilik tekkesini terk eyleyip baki kalan cennet-i alaya gitmiştir. Kabri tekkede Mevlevihane kapısının sağ tarafındadır.
Şair Beyanı Çelebi üç beyitlik şiirinde:
Nakline tarih Beyanı idi
“Kıldı Cününf Dede teslim-i ruh ” 1030
beytindeki mısraı ile ölümüne tarih düşürmüştür. Cünuni Dede , meczub, küçük büyük herkesin güven ve saygısını kazanmış, kuvvetli bir nefes gücüne sahib , bilinmeyen gizli halleri keşfetmekle ünlü keşf ü keramet sahibi bir zat idi. Mevlevi şairlerinin ariflerindendi. Cünuni Ahmed Dede ‘nin hayatı hakkında bilgi veren kaynaklarda Türkçe ve Farsça şiirler yazdığı belirtilmekteyse de hiçbir eseri günümüze ulaşmadığı gibi kaleme aldığı şiirlerden pek azı ele geçmiştir.
Şeyh Mahmut Sadık Dede ; İzmir – Tire’de İlçe merkezine 5 km mesafedeki Kaplan köyünün batı yakasında dere kenarında
Bugün türbe tamamen yıkılmış olup sadece temel kalıntıları görülmektedir. Türbe, belgelerde çatılı olarak verilmektedir. Türbe alanı içinde, Girit fatihi vezir kaptan-ı derya Kaplan Ahmet Paşa ile Üsküdar Mevlevi şeyhi Mahmut Sadık Dede’nin mezarları bulunmaktadır. Yola yakın bölümdeki mezarda Kaplan Ahmet Paşa yatmaktadır.
Mezar taşında ; ” Hü Dost kutbül arifin sultan el kilici eşşeyhü Kaplan Baba ruhu için el fatiha”, ifadeleri kullanılmıştır. Kitabede tarih yoktur. Ancak, Kaplan Ahmet Paşa’nın 17.yüzyılın ikinci yarısında vefat ettiği bilinmektedir. Evliya Çelebi, Girit’in fethine gidilirken kadırgaya onun bindirdiğini yazmaktadır.
KAPLAN AHMET PAŞA sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın eniştesi olup Tire’ye sürüldükten sonra Arpacılar (Kaplan) köyünde oturmaya zorlanır. Bu ünlü daha sonra, hem köye adını verecek hem de Tire’ye inen su yolları ve çeşmeleriyle gözde bir ad olacaktır. Özellikle Tire’nin Ertuğrul, Dumlupınar, Ketenci, Turan ve Cumhuriyet Mahallelerinin su şebekeleri önemli ölçüde Kaplan Ahmet Paşa tarafından sağlanmıştır. Ve bu su hizmetlerinin yerine getirilebilmesi için de önemli vakıflar bırakmıştır. Yaşamını daha sonra kendi adı verilecek olan Arpacılar’da sürdürmüş ve burada ölmüştür.
Diğer kitabe Mahmut Sadık Dede’ye aittir ve kitabede tarih vardır.
Kitabesinde :
“Sabıkan Galata Mevlevihanesinde şeyh olan Yeğen Ali Paşazade eş-Şeyh Numan Bey’in halifesi merhum ve Mağfur eş-Şeyh Muhammed Sadık Dede. 1207” yazılıdır.
Sadık Dede Üsküdar Mevlevihanesinde kendisine verilen görev gereği Mevlevihanenin vakfiyesinde bulunan Mahmutlar Çiftliğinin bulunduğu esnada vefat eder ve Kaplan Dede namıyla anılan kabrin yanına defnedilir.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Kütahya – Merkez’de Dönenler camii içerisinde
Anadolu’da yetişen büyük velîlerden. İsmi Mustafa’dır. Endülüs’ten İzmir’e göç eden bir âilenin çocuğu olarak doğdu. Doğum târihi belli değildir. Babası ticâretle uğraşırdı. Sâkıb Dede doğmadan önce, annesi Halime Hâtun rüyâsında mübârek bir zât gördü. O zât; “Allahü teâlâ sana üç beş gün içinde bir oğul verecektir. Gözünü aç onun kıymetini bil. O bizim yüksek oğlumuz olacaktır. Sana da dünyâ ve âhirette faydası çok olacaktır.” dedi. Annesinin bu rüyâsından birkaç gün sonra Sâkıb Dede doğdu.
Sâkıb Dede yürümeye başladığı sırada babası ticâret için Mısır’a gitmişti. Aradan birkaç sene geçtiği halde kendisinden hiç haber alınamadı. Bu yüzden geçim sıkıntısı çekiyorlardı. Annesinin, bir gün akşam yemeği hazırlamaya çalışırken, ağladığını ve mahzûn olduğunu gören Sâkıb Dede, yemek yemeyip üzgün olarak bir köşede oturdu. Bu sırada kapı çalındı ve bir zât pekçok erzak ve çeşit çeşit hediyelerle birlikte mektup getirdi. Mektupta babası yakın zamanda döneceğini bildiriyordu.
Yedi sekiz yaşlarına geldiğinde hocaya gitmeye başladı. Çalışkanlığı ve zekîliği ile kısa zamanda Kur’ân-ı kerîmi ve başlangıç ilimlerini öğrendi. Daha sonra tahsîline devâm etmek için İstanbul’a gitti. Fâtih Câmii Medreselerinde meşhûr âlimlerden ders aldı. Sonra Köprülüzâde Mustafa Efendinin derslerine devâm etti. Bu arada hocası ile birlikte küffâr üzerine yapılan bir sefere katıldı. Çehrin Kalesi muhâsara edildi. Muhâsaranın başlamasından üç ay geçmesine rağmen bir netîce alınamadı. Zaman zaman asker arasında, Sultan Süleymân’ın Kânunnâmesinde; “Yeniçerilerin üç aydan fazla muhâsara üzerinde kalmayacağının” yazılı olduğu konuşulmaya başlandı. Bu sırada bir ikindi vakti sefer kumandanının çadırına bir derviş geldi. Komutan ona çok hürmet etti. Sohbetin sonunda derviş; “Bu gece mânâ âleminde Mevlânâ Celâleddîn Rûmî hazretlerinin bütün halîfeleri talebeleri ile gelip kalenin hizâsında murâkabe hâli üzere oturduklarını gördüm. İnşâallahü teâlâ yarın ikindi vakti kalenin alınma ihtimâli vardır.” dedi ve askerin kaleye gireceği yeri gösterip, oradan ayrıldı. Komutan bu haber üzerine rahatladı. Bu hâdiseyi gören Sâkıb Dede’de bambaşka haller oldu. Sevdiği ve güvendiği Fevzi Efendiye durumunu arz edip, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin ahvâlini anlatmasını istedi. O da bildiği kadar anlattı. O güne kadar tasavvuf ehlinin sohbetlerine katılmamış olan Sâkıb Dede’de tasavvufa karşı bir sevgi ve meyl hâsıl oldu. Gece rüyâsında şunları gördü: Çehrin Kalesinin semâsında bir kubbe vardı. Burada evliyâ zâtlar gömülüydü. O kubbeden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî çıkıp, koltuğunda bulunan kopcayı Sâkıb Dede’ye eliyle işâret etti. Sâkıb Dede; “Peki efendim.” deyip süratle yanına vardı. Elini öpüp, emirlerini, ne buyuracaklarını beklediği sırada o zât; “Ey genç! Ben seni kabûl ettim.” dedikten sonra mevlevî elbisesi giydirdi ve; “Senin dünyevî bir işin yok.” buyurdu. Ertesi gün rüyâsını Fevzi Efendiye anlattı. O da rüyâsını tâbir etti ve bundan sonra mevlevî olduğunu söyledi.
Sâkıb Dede’yi sefer dönüşünde Farsça öğrenmek husûsunda büyük bir merak sardı. Bunun için Bursa’ya gitti. Kısa zamanda Farsçayı öğrendi. Üstelik bu dili Bursa’nın ileri gelenlerine öğretmeye başladı. Daha sonra Uşak üzerinden Manisa, Isparta havâlilerinde hem ders vererek hem de vâz u nasîhatlerde bulunarak Konya’ya gitti. Konya’da câmilerde vâz u nasîhatta bulundu. Yaşının çok genç olmasına rağmen güzel vâzları ile Konyalıların dikkatini çekti.
Daha sonra Elmalılı Halil Efendinin sohbetlerine devâm etti. Tasavvufa dâir kıymetli eserler okudu. Halil Efendiden icâzet aldıktan sonra İstanbul’a döndü. Fâtih Câmiinde dersiâm olup, altı ay kadar ders verdi. Bu arada rahatsızlandı. Kaplıca tedâvisi görmek için Bolu’ya gitti. Bolu’da kaldığı müddet zarfında halka vâz u nasîhatta bulundu. İşlerini bitirince tekrar İstanbul’a döndü. Tasavvuf yolunda kendisini terbiye edecek bir zât arıyordu. Kendisine Edirne Mevlevî Dergâhında ders veren Siyâhî Dede’yi tavsiye ettiler. Edirne’ye gidip bir müddet onun terbiyesi altında bulundu. Ondan tasavvufta icâzet aldı. Sonra oradan ayrılıp Galata Dergâhında Şeyh Gavsî Dede’nin hizmetinde bulundu. Mevlevî tarîkatının âdâbını öğrendikten sonra, matematik öğrenmek için Mısır’a gitti.
Sâkıb Dede Mısır seyâhati sırasında uğradığı mevlevî dergâhlarındaki, gelip geçmiş zâtların hayatlarını toplayıp meşhûr Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyye isimli eserini yazdı. Geri dönüşünde Kütahya Mevlevîhânesi şeyhliğine tâyin edildi. Uzun süre burada hizmet ettikten sonra 1735 (H. 1148) senesinde vefât etti ve dergâhın bahçesine defnedildi.
Sâkıb Dede, her kimden gelirse gelsin ezâ ve cefâlara karşı şikâyette bulunmaz, onlarla güzel ve tatlı bir şekilde konuşarak, dost olmayanları da dost yapardı. Başına gelen her türlü sıkıntıları şükr ile karşılardı. Aleyhinde olanların bir kısmı onun bu halleri karşısında tövbe edip, ona talebe oldu. Diğerleri ise bir musîbete dûçâr oldular. Bir Cumâ günü İbrâhim Efendi isimli bir zât Aksu’ya giderken, yolu Sâkıb Dede’nin dergâhının yanından geçti. Dergâha girip; “Bana bir fırsat verseler bütün dedelerin ayaklarını kırardım.” dedi. Ayrılıp giderken, dergâha yakın bir yerde düştü ve ayağı kırıldı. Ömrünün sonuna kadar bu derdi çekti.
Sâkıb Dede’nin ayrıca şiirlerinin toplandığı bir Dîvân’ı vardır. Samîmi ve bir çoşku hâlinin terennümü niteliği taşıyan şiirlerinde lirik bir hava hâkimdir.
KAYNAKLAR
1) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.179
2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye Zeyli (Fındıklı İsmet Efendi); s.406
3) Tezkire (Safâyi, Süleymâniye Kütüphânesi Esad Efendi Kısmı, No:2549); s.51a
4) Âdâb-ı Zurefâ (Millet Kütüphânesi Ali Emîri Târih 762); s.53b
5) Hatimet-ül-Eş’ar; s.38
6) Tufeyli Menâkıb-ı Kibâr-ı Mevlevî fî Menâkıb-ı Şeyh Sâkıb Mânevî, Üniversite Kütüphânesi, T.Y. 2509
Kütahya – Merkez’de Dönenler camii içerisinde
Mevleviliğin yayılmasını sağlayan ilk şeyhlerden. Hayatı hakkındaki bilgiler kendisinden çok sonra yazılan Sefine-i nefise-i Mevleviyan adlı esere dayanır. Kütahya’da doğdu. Babasi Burhaneddin llyas, dedesi Germiyanoğlu Süleyman Paşa’dır. Süleyman Paşa ,Sultan Veledin kızıyla evlendiği için Celaleddin Ergun’a da Çelebi unvanı verildi. Ulu Arif Çelebi, Emir Alim Çelebi, Emir Vacid Çelebi’den feyiz aldı. Bir ara Bursa’ya giderek Geyikli Baba’nın da sohbetlerine katıldı. Konya’da hilafet aldıktan sonra, Kütahya’ya gelerek Imadüddin Mezar tarafindan yaptirilan Kütahya Mevlevihanesinin ilk postnişini, şeyhi oldu. Uzun seneler halka Mevlevi yolunu anlattı. 1373 (H. 775)’de burada vefat etti. Türbesi dergahın haziresindedir. Yerine oğlu Burhaneddin İlyas Çelebi geçti.Erguniyye Dergahı da denilen Kütahya Mevlevihanesi o tarihte Konya ve Afyon Mevlevihanesinden sonra üçüncü büyük Mevlevihane oldu.
Gençname, İşaret-ül beşare, adlı eserler ona nisbet edilmiş ise de kesinlik kazanmamıştır. Hem zahir ilimlerde alim hem tasavvufta mahir ve edebiyatta da zirve idi.
Afyon mevlevihanesinde
Şeyh Ahmet Çelebi’nin oğlu, Şehid Ali Efendi’nin de kardeşidir. Sicil kayıtlarında Murat Çelebi’nin şeyhlik yaptığına dair bir kayda rastlanmaz. Ancak, Mevlevîhâne’nin türbe bölümünde ona atfedilen kabir üzerinde bir sandukanın olması, Şemseddin Çelebi’nin, şeyh Ali Efendi’den önce Mevlevîhâne’nin şeyhi olduğunu, onun vefatından sonra Ali Efendi’nin şeyhlik makamına geçmiş olduğunu bildirmesi gibi bilgiler, onun 1837 yılında kısa bir süre, (belki birkaç ay) şeyhlik yapmış olduğu fikrini vermektedir. Bu durumda Murat Efendi’nin Yahya Efendi’den sonra, Ali Efendi’den de önce şeyh olması gerekir. Murat Efendi, Ahmet Çelebi’nin büyük oğlu olmalıdır. Zira Mevlevî geleneğinde de şeyhlik sırası öncelikle ailenin büyük erkek çocuğuna verilmiştir. Babası ve kardeşine ait bilgilerden yola çıkarak 1750-1850 yıllarında yaşadığını söyleyebiliriz.
Kaynaklar ;Abdulhalim Durma , Afyon Evliyaları
Mehmet Gündoğan , Afyon Alim ve Evliyaları , Medrese kitabevi , 1999
H. Fikri Yazıcıoğlu , Afyon Evliyaları ve İlim Adamları , 1969
Afyon Mevlevihanesinde
Muğlanın meşhur alimlerinden biri olan İbrahim Şahidî Dede,1470 (H.875) de doğdu. On sekiz yaşına kadar memleketinde, sonra Bursa ve İstanbul’da çeşitli ilimleri tahsil edip ilimde yetiştikten sonra,bir gün rüyasında Sultan Divani hazretlerini görür ve onunla sohbet eder. Bu rüyadan sonra gönlüne Sultan Divaniyi görmek arzusuna düşer.
Bu sırada Sultan Divani Çiltenanla ( 40 Müridi) beraber Muğlaya gitmek üzere yola koyulmuştur. Muğlalılar Mevlevî dervişlerin geldiğİnİ duyunca şehrin bir kaç kilometre yakınına karşılamağa çıktılar. Şahîdi ise herkesten önce gördü ve kendi evine nıisafir olmasini rica etti. Bunun üzerine Sultan Divani «Biz yolumuz uğrunda canını ve basını feda edenlerin tnisafiri oluruz» dedi. Buna cevaben İbrahim Dede: «Senin gibi Sultanın, uğrunda canım ve başım feda ol sunî» dedi. Bu cevaptan memnun olan Sultan Divanî ,îbrahim Dedenin (Şahidi) evine misafir oldu. Biraz istirahatten sonra Muğla ileri gelenleri ve Mevlevi dervişleri beraberce büyük bir salonda otururken, Sultan Divani, İbrahim Dedeye «Haydi vadini yerine getir dedi!» Şahidi boynunu uzattı ve ”Canım ve başım senin uğrunda feda olsun. Senin Velî, Mürşid-i Kamil olduğuna şahid olduk!” dedi ve Sultan Divanî’nin elini öptü. Sultan Divani de mükafat olarak kendisine Şahidi ismini verdi. Böylece Mevlevi tarikatına giren İbrahim dede , Şahidi ismiyle şöhret buldu ve şiirlerin bu mahlası kullandı.
Basını Mevlevi sikkesi sırtına , mevlevi elbisesini giyip zahiri ilimlerle olgun olan Şahidi, Sultan Divaniden feyiz almak suretiyle manevi bakımdan da coşkunlaşıp içli şiirler söylemeğe başladı. Söylediği şiirlerin (Gulşeni Vaıdet), (Gülşeni Tevhid) ve (Gülşeni Esrar) isimli üç kitapta topladı.
Şahidi , Sultan Divanî’nin zikir halkasına girdikten sonra evlad, mal, mülk, aile ve memleketinden, vazgeçdi bir gölge gibi Sultan Divani’nin arkasından takip etti. Aynı zamanda Sultan Divaninin söylediği şiir ve vecizelerini kaydetmek suretiyle, katiplik ödevi yaptı.(Ne yazı ki Afyonkarahisar Mevlevi Dergahının birkaç defa yanmasıyla Sultan Divanîye ait ancak yirmi kadar şiir zamanımıza kader gelebildi.)
Böylece Sultan Divanî’nin, hayranı olan Şahidî, onun arkasından yalın ayak başı açık bir şekilde Mısır çöllerini ve Anadolu bozkırlarında dolaşırken takip etti. Sultan Divani her gittiği şehirden Şahidiye binmesi için bir at ,ayaklarına giymesi için bir ayakkabı alırdı. Sultan Divanî önde, Şahidi arkada yol yürüdü. Bir müddet sonra Sultan Divani arkasına baktığında ne görsün? Şahidi attan inmiş ayaklarından ayakkabılarını çıkarmış arkadan geliyor.
Sultan Divani, Şahidiye ; ”Şahidi! Niçin bana eziyet ediyorsun? sen ayakların çıplak vaziyette, yürüdükçe ben üzülüyorum!..» dedi. Şahidi dede ise şöyle yanıt verir ” Ey velayet Şahı senin bastığın ve gölgenin bulunduğu bu topraklara ayakkabı ile basmaya utanırım . ‘
Sultan Divaninin vefatından sonra Muğla Mevlevihanesine Postnişin olur. (H. 957 / M 1556) senesinde seksen iki yaşında, bir rivayete göre Muğla bir rivayete göre de Sultan Divani’nin kabrini ziyaret için gittiği Afyon’da vefat eder.
Kaynaklar
Abdulhalim Durma , Afyon Evliyaları
Mehmet Gündoğan , Afyon Alim ve Evliyaları , Medrese kitabevi , 1999
H. Fikri Yazıcıoğlu , Afyon Evliyaları ve İlim Adamları , 1969
[/toggle]
Afyon Merkez’de Mevlevi camii içerisinde
Süleyman Şah germiyaninin küçük oğludur. İlyas Şah dünyaya geldiği gün babası rüyasında İlyas (a.s.) gördü. İlyas (a.s.) , Süleyman Şah’a üç tane hurma ikram etti. Bir tanesini kendisi bir tanesini hanımı bir tanesini de yeni doğan çoçuğun yemesini tavsiye etti. Ertesi gün Süleyman Şah yenidoğan çocuğa İlyas ismini verdi. İlyas Şah hayatını dervişlikle geçirdi. H. 760 yılında vefat ettiği tahmin edilmektedir. Kabri Mevlevi camiinde Sultan Divaninin yanındadır.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Abdulhalim Durma , Afyon Evliyaları
Mehmet Gündoğan , Afyon Alim ve Evliyaları , Medrese kitabevi , 1999
H. Fikri Yazıcıoğlu , Afyon Evliyaları ve İlim Adamları , 1969
[/toggle]
Afyon Merkez’de Mevlevi camii içerisinde
İkinci Sultan Veled diye meşhur olan Divani Mehmed Çelebi’nin oğlu olan Hızır Şah Çelebi, 1497 yılında dünyaya gelir. 1525 yılında hilafetnamesini alan Çelebi babası Divani Mehmed Semai’nin vefatıyla da makamlarına geçer.
”Olup dil-i sir seyr-i enfüs ü afak ü nagah
Vera-yı perde-i gaybe çekince peyker-i canı
Didi tarihini bir müstemend-i derd-i hicranı
Beka mülkine çekdi ‘askerin Sultan Divani
1570’te vefat eden Hızır Şah’ın Şeyh Şah Mehmed Çelebi isminde bir oğlu ile II. Destina Hatun isminde bir kızı olur.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Abdulhalim Durma , Afyon Evliyaları
Mehmet Gündoğan , Afyon Alim ve Evliyaları , Medrese kitabevi , 1999
H. Fikri Yazıcıoğlu , Afyon Evliyaları ve İlim Adamları , 1969
[/toggle]
Afyon Merkez’de Mevlevi camii içerisinde
Sultan Divani hazretlerinin Çiltenan olarak adlandırılan 40 mürdindendir. Divan-ı Kebir getirmek için Sultan Divani ile beraber İran’a setahat etmiştir. Uzun süren yolculuk esnasında Acemistan topraklarında giderken dervişlerin yanındaki yiyecek bitip açlık tehlikesiyle karşılaştılar.
Sultan Divani hazretleri Mehmet Furuni Dedeye hitaben ” Ey Dervişi Tennur Mehmet Furuni Dede bu dervişlere kayıp cebinden ekmek bahşet ” diye emretti . Hak aşıkı Mehmet Dede ellerini Semaya kaldırıp dua etti. Hep birlikte el kaldırıp, Cenab-ı Hakka yalvardılar. Dua bittikten sonra Mehmed Dede kolunun altından sıcak pide çıkartarak derviş arkadaşlarına dağıttı. Bu hadiseden sonra Mehmed dedeye Furuni ismi verildi. Hicri 936 yılında vefat etmiştir. Kabri Mevlevihane camiinde Sultan divanı hazretlerinin yanındadır.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Abdulhalim Durma , Afyon Evliyaları
Mehmet Gündoğan , Afyon Alim ve Evliyaları , Medrese kitabevi , 1999
H. Fikri Yazıcıoğlu , Afyon Evliyaları ve İlim Adamları , 1969
[/toggle]