İstanbul-Fatih , Neslişah Mahallesi, Sulukule Caddesi Üzerinde Surların Dibinde Fatih Belediyesi Ulaşım Hizmetleri Binasının Karşısındadır. hayatı…. Kaynak ; İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri – Şevket Gürel , İstanbul’daki Tarihi Türbe ve Mescidleri İmar Vakfı , 1988
İstanbul – Eyüp’de Eyüp Sultan camiindeki Türbesinde
”Beni düşman diyarı içinde elinizden geldiği kadar ileriye doğru götürüp defnedin. Çünkü Resulullah’dan işittim ki ; Konstantiniyye Suru’nun dibine salih bir kimse kimse defnolunacaktır, umarım o kişi ben olurum’‘ Hz. Ebu Eyyub El Ensari (r.a.)
Eyüp Sultan hazretleri’nin vasiyeti ve Türbe-i Şerifinin bulunması
Halid b. Zeyd Ebü Eyyüb el-Ensarî hazretleri katıldığı son sefer Islam ordusunun ilk Istanbul kuşatmasıydı. O, ilerlemiş yaşına rağmen Fetih hadisindeki müjdeye nail olma heyecanı ve cihad aşkıyla doluydu. Kendi arzusuyla, 80 yaşlarında iken, 49/669 yılı ilkbaharında İstanbul kuşatmasına katılmak için hareket eden orduda yerini aldı. îstanbul önlerine geldi, cihada katıldı. Düşmanla savaştı Kuşatma devam ederken hastalandı. Hz. Muaviye ziyaretine gelerek bir arzusu olup olmadığını sordu. O, şöyle cevap’verdi: “Dünyanızdan hiçbir şey istemiyorum. Fakat beni düşman diyarı içinde elinizden geldiği kadar ileriye doğru götürüp defnedin. Çünkü Resülullah’tan işittim ki, Kostantînîyye Suru’nun dibine salih bir kimse defnolunacaktır, umarım o kişi ben olurum.“
Ebu Eyyüb el-Ensarî hazretleri kuşatma devam ederken vefat etti (49/669). Cenaze namazını Hz. Muaviye kıldırdı. Vasiyeti üzerine bir askeri birlik tarafından surlara yakın bir yere götürülerek bugünkü yerine defnedildi.
Bizans devlet erkanı surların gerisinden bu manzarayı hayretle seyrettiler. Müslümanları, onlar çekilip gittikten sonra mezarı tahriple tehdit ettiler. Müslümanlar ise böyle yapıldığı takdirde kontrolleri altında bulunan yerlerde hiç bir kilisenin ve Hristiyan azizinin mezarının kalamayacağını bildirdi. Sonuçta Bizans İmparatoru mezarı korumayı taahhüt etti. Gerçekten korundu da. Hatta, ileride Bizans halkının ziyaretgahı haline bile geldi. O, Peygamber Efendimiz’in, Rabbimizden korumasını istediği sahabeydi. İstanbulun fethine kadar kabrin itina ile korunduğu rivayetini, bazı seyyahların bilgileri de doğrulamaktadır. Bu seyyahlardan Ali b. Ebu Bekir el-Herevî (v. 611/1215) Ebü Eyyüb el-Ensarî hazretlerinin kabrini ziyaret ettiğini belirtmiştir.
Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’u muhasara ettiği sırada muhteşem otağını, Topkapı karşısındaki Maltepe Kışlasının bulunduğu yerde kurmuştu. Muhasara sırasında da Hz. Halid’in mübarek kabrinin bulunmasını, kuşatmaya iştirak eden devrin kutbu Akşemseddin Hazretleri’nden istemişti. Evliya Çelebi bu hususta şunları anlatıyor: “857 (1453) senesinde Hz. Fatih Sultan Mehmed Han Gazi, İstanbul’u feth ederken 77 ermişlerin büyükleri Eba Eyyüb’ün kabrini aramaya koyuldular. Sonradan Akşemseddin: Müjdeler olsun ! Resulullahın Alemdarı, Eba Eyyüb Ensari burada gömülüdür, diyerek sık bir ormanlığa girdi. Bir seccade üzerinde iki rekat namaz kılarak selam verdikten sonra bir secde daha yapıp güya rahat uykuya dalmış gibi kaldı. Birçokları, Efendi Eba Eyyub’un kabrini bulamadığı için utancından uykuya vardı, dediler. Bir saat sonra Akşemseddin hazretleri seccadeden başını kaldınp mübarek gözleri kan çanağını andırır bir halde Fatih’e hita-ben:Sultanım! Allah’ın hikmeti, seccademizi tam Eba Eyyub’un mezarı üzerine döşemişler, hemen şurayı kazsınlar, diyince Akşemseddin fukarasından üç kişi Fatih ile beraber seccadenin altını kazmaya başladılar. Derinliği üç ziraya varınca, dört köşe yeşil somaki mermer göründü. Uzerinde küfî yazı ile: “Haza kabri Eba Eyyub Ensari” diye yazılmış olduğu görüldü. O taş kaldırıldı, içinde “Eba Eyyub” diye yazılmış olduğu görüldü. O taş kaldırıldı, içinde Eba Eyyub’un vücudu safran ile boyanmış kefen içinde ter ü taze görüldü ki sağ ellerinde bir tunç mühür vardı. Taş yine kapatılıp örtüldü. Bunu gören İslam askerleri toprağını tevhid ve tezkir ile doldurdular. Sonra bütün hazır olan Müslümanlar ziyaret edip nurlu türbelerinin temeline başladılar.“
Diğer bir rivatete göre de İstanbul kuşatması sırasında Akşemseddin hazretleri müridleriyle birlikte Okmeydanı’nda kurulan çadırlarda kalıyorlardı. Fatih kendisinden Eba Eyyub Ensari’nin kabrinin yerini bulunmasını istediği zaman:
– Sultanım, ben her gece şu semte bir nur indiğim görmekteyim, diyerek kabrinin yerini göstermiş ve baş ve ayak uçlarına birer çınar ağacı dikerek kabrin yerini işaretlemişti. Fatih Sultan Mehmed, Akşemseddin’i sınamak için dikilen bu iki çınar ağacının yerlerinden çıkartarak, bugün iç avluda bulunan sedli yere diktirmış ve parmağındaki yüzüğü de çıkartıp mezarın bulunduğu yere gömdürmüştü. Ertesi gün, Akşemseddin geldiğinde çınar ağaçlarının bulunduğu yere uğramadan kabrin olduğu yere gelip asasını mezarın ortasına dikmişti.
Gene rivayete göre iç avludaki iki çınarın bulunduğu yüksek yer Eba Eyyub Hz.nin gasledildiği yerdir.
Hazrec kabilesinin Neccâroğulları kolundandır. Hicretten iki yıl kadar önce hanımı Ümmü Eyyûb ile birlikte müslüman oldu ve ensardan İslâmiyet’i ilk kabul edenler arasında yer aldı. Nübüvvetin 13. yılında yapılan İkinci Akabe Biatı’nda bulundu (622). Hicretten sonra Resûl-i Ekrem onunla, ileri gelen sahâbîlerden Mus‘ab b. Umeyr arasında kardeşlik bağı kurdu. Hz. Peygamber’le birlikte Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke’nin fethi ve Huneyn başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Savaşlarda ona zarar gelmemesi için yanından ayrılmaz, hatta bazı geceler çadırı etrafında nöbet tutardı. Vahiy kâtiplerinden olması sebebiyle Hz. Peygamber zamanında Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin bir araya getirilmesine hizmet etti. Ashap arasında ilmiyle de tanındığı için kendisine sorulan dinî konularda pek çok fetva verdi.
Ebû Eyyûb Hz. Ebû Bekir devrindeki savaşlarla Hz. Ömer devrinde yapılan Suriye, Filistin ve Mısır seferlerine katıldı. Kıbrıs seferinde de bulundu (28/648-49). Medine âsilerin eline geçip Hz. Osman’ın namaz kıldırması engellenince (35/656) herkes tarafından sevilip sayıldığı için Hz. Ali’nin tavsiyesi üzerine bir müddet imamlık yaptı. Hz. Ali halifeliği döneminde Irak’a gittiğinde onu Medine’de yerine vekil bıraktı. Hâricîler’le ve Muâviye ile yapılan savaşlarda Hz. Ali’nin yanında yer aldı. Bu dönemde Basra valisi olan Abdullah b. Abbas Basra’ya gelen Ebû Eyyûb’a, “Senin vaktiyle Hz. Peygamber’e yaptığın gibi ben de bugün sana hizmet etmek istiyorum” diyerek konağını ona bıraktı. Giderken de kendisine 40.000 dirhem, yirmi köle ve değerli hediyeler vererek onu uğurladı (Zehebî, II, 410).
Sağlıklı olan herkesin Allah yolunda savaşa katılması gerektiğine inanan Ebû Eyyûb el-Ensârî, “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (el-Bakara 2/195) meâlindeki âyette sözü edilen tehlikeyi savaşa gitmeyip işiyle gücüyle meşgul olmak şeklinde açıklardı. Bu sebeple ihtiyarlık döneminde bile her yıl bir savaşta bulunmaya gayret etti. Katıldığı seferlerin sonuncusu müslümanların ilk İstanbul kuşatması oldu. Onun bu kuşatmadan bir yıl sonra (49/669) gönderilen Yezîd b. Muâviye kumandasındaki takviye birliğin içinde bulunduğu da rivayet edilmektedir. Ebû Eyyûb, kuşatma devam ederken hastalanarak 49 (669) yılında vefat etti. Ancak 50 (670), 52 (672) veya 55 (675) yıllarında öldüğü de ileri sürülmüştür. Cenaze namazını Yezîd b. Muâviye kıldırdı. Vasiyeti üzerine bir askerî birlik tarafından surlara yakın bir yere götürülerek oraya defnedildi. Durumu öğrenen Bizans imparatorunun kuşatma kalktıktan sonra onu kabrinden çıkarıp vahşi hayvanlara yedireceğini söylediği, fakat İslâm ordusu kumandanı tarafından gönderilen cevapta, böyle bir şey yapıldığı takdirde İslâm ülkesinde yaşayan hıristiyanların ve kiliselerin zarar göreceği bildirilince kabre dokunmayacaklarına dair teminat verdiği nakledilmektedir.
Ebû Eyyûb’un kabrinin sonraları bir bina içine alındığı, kıtlık zamanında kabrini ziyarete gelen hıristiyanların onun hürmetine yağmur istediği ve asırlar boyunca bu kabrin itina ile korunduğu söylenmekte, bazı seyyahların verdiği bilgiler de bu rivayetleri doğrulamaktadır. Bu seyyahlardan Ali b. Ebû Bekir el-Herevî (ö. 611/1215), Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin kabrini ziyaret ettiğini belirtmiştir (Ziyârât, vr. 51ª). Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra kabrin yerinin Akşemseddin tarafından keşf* yoluyla belirlendiğine dair Osmanlı tarih kaynaklarında geniş şekilde yer alan haberlerle bu bilgiler çelişmemektedir. Zira kabrin yeri korunmuş olmakla beraber İstanbul’un fethi sırasında sur dışında çok sayıda manastır, kilise, ayazma ve kutsal sayılan mezar bulunduğu için herhalde kabrin yeri kesin olarak bilinmemekteydi. Bir başka ihtimal de 1204 yılında Latinler’in İstanbul’u istilâsı esnasında şehir üç gün boyunca yağmalandığı ve hıristiyanlarca kutsal sayılan yerler yıkıldığı için Ebû Eyyûb’un kabrinin de tahrip edilmiş olmasıdır. Osmanlı padişahlarının tahta cülûsunda kılıç kuşanma merasimleri, şeyhülislâm ve bilhassa nakîbüleşrafın da bulunduğu bir törenle Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin türbesi önünde yapılırdı.
Resûl-i Ekrem Medine’ye hicret edince Medineli müslümanların her biri onu evinde misafir etmek istedi. Ancak Hz. Peygamber, bir tercih yaparak onları gücendirmemek için devesinin çökeceği yere en yakın eve misafir olacağını söyledi. Kendisini taşıyan devenin önce bir yere çöktüğü, buradan hemen kalkıp biraz ileride tekrar çöktüğü görüldü. Resûlullah oraya en yakın olan ve dedesi Abdülmuttalib’in annesi tarafından kendisine yakınlığı da bulunan Ebû Eyyûb’un evine yerleşerek burada yedi ay misafir kaldı. Bundan dolayı Ebû Eyyûb “Mihmandâr-ı Nebî” unvanıyla anılır. Bu ev İslâmiyet’in öğretildiği bir mektep durumundaydı. Hz. Peygamber fakir muhacirlere burada yemek verir, kendisine sunulan hediyeleri fakirlere burada dağıtırdı. Ev sahiplerine her vesile ile dua eder, onların bolluğa kavuşmalarını, huzur ve âfiyet içinde olmalarını dilerdi. Resûl-i Ekrem kendi evine taşındıktan sonra da zaman zaman Ebû Eyyûb’un evine misafir olurdu.
Ebû Eyyûb haksızlıklara tahammül edemez, doğru bildiğini söylemekten çekinmezdi. Cihad maksadıyla gittiği Mısır’da vali olan sahâbî Ukbe b. Âmir’in akşam namazını geç kıldırdığını görünce onu uyardı. Resûl-i Ekrem’in akşamı geç kıldığının zannedilmesine sebebiyet vererek halka kötü örnek olmamasını söyledi. Namazları müstehap olan vakitlerinde kıldırmayan Medine Valisi Mervân b. Hakem’e muhalefet eder, Resûlullah’a uyduğu takdirde kendisine uyacağını, aksi halde aleyhinde bulunacağını açıkça söylerdi. Bir gün Ebû Eyyûb’u Resûl-i Ekrem’in kabrine başını dayamış olduğu halde ağlarken gören Mervân bu hareketinin sünnete aykırı olduğunu söyleyince Ebû Eyyûb, “Ben bu mezar taşına değil Resûlullah’a geldim. Onun, ‘din işlerini ehliyetli kimseler üstlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa geçince ne kadar ağlasanız yeridir’ dediğini duymuştum” diye cevap verdi (Müsned, V, 422).
Medine döneminden itibaren Hz. Peygamber’den hiç ayrılmadığı halde Ebû Eyyûb el-Ensârî’den sadece 150 hadis rivayet edilmesinin iki önemli sebebi vardır. Bunlardan biri hadis rivayetinde çok titiz olması, diğeri de ömrünün savaşlarda geçmesidir. Kendisinin bilmediği bir hadisi Ukbe b. Âmir’den bizzat rivayet etmek için Medine’den Mısır’a kadar gitmesi, söz konusu titizliğin eşsiz bir örneğini ortaya koymaktadır. Ondan hadis rivayet edenler arasında İbn Abbas, İbn Ömer, Berâ b. Âzib, Enes b. Mâlik, Câbir b. Semüre gibi sahâbîler ve Saîd b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Sâlim b. Abdullah, Atâ b. Yesâr gibi tâbiîler bulunmaktadır.
Kaynak ;
Diyanet İşleri İslam Ansiklopedisi
Eyüp Sultan Tarihi , Mehmet Nermi Haskan , Eyüp Belediyesi
İstanbullu Sahabeler , Necdet Yılmaz – Çoşkun Yılmaz , Bilge Kitab
YA vedud caminin karşısında Eyüpden Unkapanına giderken sağ tarafta Hz. Ka’b ve Hamidullah El-ensari hz nin türbesinin bulunduğu Toklu ibrahim dede mezarlığındadır.
İlerlemiş yaşına rağmen, Peygamber Efendimiz’in Fetih Hadisi ‘ndeki övgüye mazhar olmak için İstanbul ‘un fethi seferine iştirak etmiş saha bedendir. Sefer sırasında, 85-90 yaşındadır. Peygamber Efendimiz’in sütkardeşi kabul edilmektedir. Surlar önünde, vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir. İbn Hacer el-Askalani, ibn Abdülberr, Suyuti ve Abdullah Ahıskavi gibi alimler Ebu Şeybe el-Hudri hazretlerinin vefatıyla ilgili şu bilgiyi vermektedir.
” Yunus b. El-Haris es-Sakafi şöyle anlattı : Müsris ‘in babasından bahsederken şunları anlattığını duydum : Resulullah ‘ın ashabından olan Ebu Şeybe el-Hudri (radıyallahu anh) Kostantıniyye surlarında beraber bulunduğumuz bir zaman vefat etti. Biz de kendisini oraya defnediverdik.”
Bu ifadelerden, Ebu Şeybe el-Hudri hazretlerinin İstanbul surları yanında şehit olduğu, beraberinde bulunan Müsris adlı oğlunun diğer askerlerle beraber cenaze namazını kılarak onu vefat ettiği yere defnettiği anlaşılmaktadır. Ebu Şeybe hazretleri Osmanlı döneminin tanınmış müverrihlerinden/tarihçilerinden Hüseyin Ayvansarayi’ye göre de, İstanbul’da şehadet makamına erdiği kesin olan sahabedendir .
Ebu Şeybe el-Hudri Hazretleri sura yakın bir yerde vefat edeceği zaman şu hadis -i şerifi rivayet etmiştir: “Peygamberimiz’in şöyle buyurduğunu işittim: “Her kim ihlasla La ilahe illallah derse cennete girer.” Kaynakların verdiği bilgiye göre bu hadisi söyleyip vefat etmiş ve bulunduğu yere defnedilmiştir .
Türbe
Ebu Şeybe el-Hudri hazretlerinin türbesi Ayvansaray’da, Fatih İlçesi ‘nde, da ha önce Tokludede Mahallesi olarak anılan eskiden Atik Mustafapaşa, şimdiki Karabaş Mahallesinde, Tokludede Sokağının bitimindeki surlar arasındaki Toklu Dede Haziresi ‘nde bulunmaktadır.
Osmanlı kaynaklarında halk arasında Tokludede Haziresi olarak bilinen mezarlıkta İstanbul’u fethe gelen bini aşkın sahabenin defnedildiği ifade edilmektedir. Bu inançtan dolayı mezarlık, Sahabeler Haziresi olarak da bilinmektedir.
Ebu Şeybe el-Hudri Türbesi, Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan sınırlı sayıdaki sahabe türbesindendir. Türbedarlığa, Nime’l-ceyş’ i, fethin övülmüş askerlerinden ve devrin velilerinden Şeyh Toklu İbrahim Dede getirilmiştir.
Toklu İbrahim Dede, burada daha önce inşa edilen, kiliseyi mescide çevirmiştir. Tokludede Mescidi olarak adlandırılan bu mescit günümüze ulaşmamıştır. Ebu Şeybe el-Hudrı Türbesi ‘nin ihtiyaçları için, Fatih Sultan Mehmed ‘in oğlu, Veli lakabıyla da anılan, Sultan II. Bayezid (1481- 1512) Vakfı’ndan tahsisat ayrılmıştır. Bu uygulamalar mekana Os manlılar’ ın ilk dönemlerinden itibaren verilen önemi göstermektedir. Vasıf Efendi ‘nin 1108/1696-97 ‘yi gösteren tarih mısraları da türbenin bu tarihlerde yeni bir onarıma tabi tutulduğuna işaret etmektedir.
“Tamire yazdı tarih Vasıf görünce bi-pak Bin yüz sekizde cana pak oldu ravza-i pak 1108/1696.”
Daha sonra, Ebu Zer makamının banisi olan Sadrazam Çorlulu Ali Paşa (v. 1123/1711) bu türbeyi de tamir ettirmiştir. Türbenin bulunduğu mahallede doğmuş olan Hafız Mustafa Efendi adında bir hayırsever, türbenin rahatlıkla ziyaret edilebilmesini temin için 1186/1772 yılında yeni bir yol inşa ettirmiştir.
Bugünkü mevcut yapı, Sultan II. Mahmud tarafından 1251/1835 yılında inşa ettirilmiştir. Türbe giriş kapısı üzerinde bulunan manzum kitabe, Sultan Il. Mahmud tarafından ihya edildiğini göstermektedir. Kitabenin metni Vak’anüvis Sahhaflarşeyhizade Mehmed Es’ad Efendi’ye ait olup, Hattat Yesarizade Mustafa İzzet Efendi tarafından ta’lik hatla yazıl mıştır. 168×63 cm. ebadındaki, mermer üzerine kabartma tekniğiyle hak kedilen yazıların harfleri sarı renge boyanmıştır. 125111835 tarihli bu kitabe şöyledir:
“Daver-i ashab-ı sfret Şah-ı Mahmudü ‘ş-şiyem
Zatıdır girdar-ı hayr-asar ile her dem elif
Hazret-i Bu Şeybeti’l-Hudrf ‘ye ta ‘zfm eyledi Türbesin tecdfd ile ol şah-ı agah u arif
Gel hulus üzre dua kıl zaira tebcflile Merkad-ı pak-i sahabfdir bu me ‘va-yı şerif
Tas/iye zeylinde yad oldukça ashab-ı güzfn Nazm-ı ahdi ol şehinşahın ola nusret-redif
Oldu dildade melaik Es ‘ada tarihine Merkad-ı Bu Şeybe ‘yi Şah-ı cihan yapdı latif
Sene: 1251 (1835)”
Bilahare Sultan Abdülaziz döneminde de (1861-1876) tamir ettirildiği anlaşılan türbe son dönemlerde 1953, 1975-1977, 1984 yıllarında ve 1994’ten sonrada tamirden geçirilmiştir. Ebu Şeybe el-Hudri Türbesi, dikdörtgen planlı, taştan bir yapıdır. Hemen bitişiğinde, ortak çatı altında yine sahabeden Hamdullah el-Ensari’nin türbesi yer almaktadır. Türbenin giriş kapısına bakan alanda hazire içeri sinde sahabe olduğu rivayet edilen Ahmet el-Ensari hazretlerinin mezarı bulunmaktadır.
Hazire ve bu türbelerin etrafı tamamen surlarla çevrilidir. Bu yönüyle de İstanbul’ da tek olma özelliğine sahiptir. Duvarları moloz taşla örül müştür. Kapı ve pencerelerin dikdörtgen açıklıkları kesme küfekiden sövelerle çerçevelenmiştir. Pencereler de demir parmaklıklarla donatıl mıştır. Türbenin kapısı Tokludede Sokağı ‘na açılan taraftadır. Hazire içerisinde dar bir geçiş yolu bulunmaktadır.
Ebu Şeybe el-Hudri (radıyallahu anh)’ın, sandukası oldukça büyüktür. Ziyaretçilerin de ilgisini çeken ve incelemelerimiz sırasında ilginç soru lara muhatap olmamıza neden olan sandukanın, uzunluk ve genişliği 5×2 metre, yüksekliği ise 1,75 metredir. Bugün mermer bir zemin üzerine oturan sandukanın bundan iki asır önce sedefli bir parmaklıkla çevrili olduğu bildiriliyorsa da, günümüzde böyle bir şebeke bulunmamaktadır. Sandukanın ayakucu tarafında bir kuyu mevcuttur.
Ünlü hadis alimi Taberani el-Mu’cerrülkebir adlı eserinde Ebu Şeybe el Hudri hazretleri ile Ebu Said el-Hudri hazretlerinin kardeş olduklarını belirtmektedir. Süleymaniye Kütüphanesi, Nuri Arlasez Koleksiyo nu’nda bulunan yazmaya göre, Ebu Şeybe el-Hudrı hazretleri ile Ebu Said el Hudrı hazretleri kardeş olup, aynı sanduka altında medfundur. Türbeye giriş kapısının hazi reye bakan iç yüzünde kapı üstündeki tahtanın üzerinde eğri olarak konulmuş olan kitabede Yesarizade ‘nin hat tı ile “Tevekkel Allah ” (Al lah’a tevekkül et) yazılıdır. Türbenin içerisinde kıble tarafına sonradan bir ahşap mihrap konulmuştur. Duvar larına alelusul yerleştirilmiş bol sayıda sıradan hat ve resim çerçeveleri bulunmaktadır.
Tokludede Haziresi içinde bulunan Ayios Basileios Ayazması 20 . yüzyılın başlarına kadar var olmakla birlikte, bugün taş ve molozlarla dolmuş ve kaybolmuştur. Hazirenin kuzey köşesinde kare planlı bir kule bulunmaktadır. Ebu Şeybe el-Hudri Türbesi, bir zamanlar Ebu Eyyub el-Ensari hazret lerinin türbesi gibi , yoğun kalabalıklar tarafından ziyaret edilmesine rağmen, günümüzde eskisi kadar kalabalığa rastlanmamaktadır. Bunun en önemli nedeni türbenin genellikle kapalı olmasıdır.
Hazire
Türbenin bulunduğu hazirede önemli tarihi şahsiyetlerin mezarları bu lunmaktadır. Bu mezarlar da, bu mekanın Osmanlı ilim ve devlet ricali tarafından ne kadar önemli olduğunu göstermekte dir. Diğer sahabelerle birlikte, başta Toklu İbrahim Dede olmak üzere, İbn Sina’nın el-Kanun adlı kitabının mütercimi Tokadı Hoca Mustafa Efendi (v. 1196/1782), Şeyhülislam Sıdkizade el-Hac Ahmed Reşid Efendi (v. 1250/18 34), Mehmed el-Kefevi (v. 1244/1828), Hüseyin Ayvansarayi’nin babası Ayvansaraylı İsmail Efendi (v. 1165/1752) Hattat Mustafa Efendi gibi birçok tanınmış zevat bu hazireye defnedilmiştir.
Kaynaklar ;
İstanbullu sahabeler , Dr. Necdet Yılmaz , Dr. Coşkun Yılmaz , Bilge Yayım Habercilik ve Danışmanlık , 2013
İstanbul – Ayvansaray’da Hz. Ebu Zerr Gifari camiinin avlusunda
Ebu Zer Gifari hazretleri ilk müslüman olanlardandır(5. dir)Allah Resulu onunla ilgili şu sözü buyurmuşlardır ;” Allah Ebu zer’e acısın ki , O,yalnız yaşar ,yalnız ölür ve yalnız haşr olur.” Gerçekten de Ebu Zer hz i yalnız yaşayıp yalnız vefat etmiştir.
Ebû Zer Gıfârî hazretleri, Eshab-ı kiramın meşhurlarından olup, zahidliği, yalnızlığı ve sözünde durmadaki sadakatiyle meşhurdur. Resûlullah efendimize bi’at ederken “Hak teâlânın yolunda hiçbir kötüleyicinin kötülemesine aldanmıyacağına, ne kadar acı olursa olsun daima doğru sözlü olacağına” söz vermişti. Ömrünün sonuna kadar hep böyle kaldı. Bu hususta Resûlullah efendimiz, “Dünyaya Ebû Zer’den daha sadık kimse gelmedi” buyurmuşlardır.
Ebû Zer, dünyaya hiç değer vermezdi. Son derece kanaatkâr, fakir ve yalnız yaşardı. Peygamber efendimiz bu sebeble ona “Mesîh-ül-islâm” lâkabını vermişti. Peygamberimize tam bağlanıp, O’nun sevip, beğendiğini seven, Onun sevmediğini ve beğenmediğini sevmeyen Ebû Zer, Resûlullahın vefâtında da yanında bulunmuştur. Peygamberimizin vefâtından sonra Şam’a çekilip, son derece mahzun ve yalnız yaşadı.ebu zerr 4
Tebük muharebesinde Ebû Zer Gıfârî hazretlerinin devesi pek zayıf ve dayanıksız olduğu için geride kalmıştı. Yolun ortasıda devesi çöküp kalınca, devesinden indi. Eşyasını sırtına yükleyerek orduya yetişti. Alnız başına tenha bir yere oturdu. Peygamberimiz , Hz. Ebû Zer’i böyle tenhada görünce “Allahü teâlâ, yalnız başına yürüyen, yalnız başına vefât edecek olan ve yalnız başına haşrolunacak olan Ebû Zer’e rahmet eylesin” buyurmuşlardır.
Şüphelilerden ve haramlardan son derece sakınırdı. Evinde bir günlük nafakasından fazlasını bulundurmaz, hep fakirlere dağıtırdı. Herkesin böyle yapmasını isterdi. Fakat oranın zenginleri Ebû Zer’in bu durumunu beğenmediler. Oradan gitmesi için Hz. Osman’a mektup ile bildirdiler. Böylece Medine-i Münevvre’ye davet edildi.
Hz. Osman, Şam halkının kendisinden şikayet sebebini sordu. Ebû Zer de hâdiseyi olduğu gibi anlattı. Bunun üzerine Hz. Osman “Yâ Ebâ Zer, halkı zühd yoluna zorla sokmak imkânsızdır. Benim vazifem, onlar arasında Hak teâlâ hazretlerinin emriyle hükmetmek ve onları çalışma, iktisat tarafına teşvik eylemektir.” buyurdu. Sonra Ebû Zer, Resûlullah bana “Binalar Seldağı’na ulaştığı zaman, sen Medine’den ayrıl” diye emretmişlerdi. İzin verirseniz, ben Medine’den gideyim dedi.Hz. Osman müsaade buyurdular ve bir deve sürüsü ile, iki köle verdiler. Yetecek miktarda yiyecek ve hediyeler ile Medine-i Münevvereye yakınlarındaki (ebeze) adındaki köye gitmesini söylediler. Ailesi de Şam’dan buraya gönderildi. Ebû Zer Gıfâr hazretleri buraya bir mescit yaptırdı. Vefât edinceye kadar, gelenlere İslâm dînin öğretti. Adîs-i şerîfler rivâyet eyledi. Kalan ömrünü burada geçirdi ve orada da vefât etti.
“Bana elbise değil kefen lâzım”
Ebû Zer Gıfârî hazretlerinin yalnız, garip bir hayatı oldu. Hayatı gibi vefâtı pek garip oldu. Vefatına yakın hanımı, kendisinin doğru dürüst giyecek bir elbisesi ılmadığı için ona bir elbise aradığında, “Bana elbise değil kefen lâzım” deyip, Resûlullahın kendisine nasıl vefât edeceğini söylediğini bildirdi. “İyi bir haber var, yakında Resûlullaha kavuşacağım” ve “Ey ölüm çabuk gel ruhum Rabbime kavuşmak sevgisiyle çırpınıyor” dedi.ebu zerr 3
Sonra, kızı veya hanımına dönüp, “Dışarıdan gelen olup olmadığını” sordu. Dışarı çıkıp baktıklarında bir şey görünmediğini bildirdiler. Bunun üzerine “Vefât zamanım henüz gelmedi. Şimdi siz bir koyun kesip hazırlayın. Cenazemde sâlih bir topluluk bulunacak. Onlara ikrâm edersiniz. Yemeden gitmemelerini benim tenbih ettiğimi söylersiniz” buyurdu.
Arzusu yerine getirildi. Tekrar kızına veya hanımına dışarı çıkıp gelenlerin olup, olmadığına bakmasını isteyince, dışarı çıktılar. Uzaktan bir topluluğun gelmekte olduğunu görünce içeri grip haberi verdiler.
Bunun üzerine kendisinin kıbleye karşı çevrilmesin istedi. Kıbleye döndükten sonra Hz. Ebû Zer, “Bismillahi ve billahi ve alâ milleti Resûlullah” diyerek ruhunu Hak teâlâya teslim etti. Gelen misafirler karşılanıp Ebû Zer Gıfârî’nin vefât ettiği bildirildi.
Bunlar, “Böyle mübarek bir zâtın cenazesinde bulunmak, Allahü teâlanın bize hususi bir kerem ve lütfudur”, diyerek, Ebû Zer’i gasl, techiz ve tekfin edip namazını kıldılar ve defnettiler. Tam gitmek üzereyken, Ebû Zer Gıfârî size selâm etti, yemek yemeden gitmemenizi tenbih eyeldi diye bildirilince, hepsi oturup yemek yediler. Sonra durumu gidip halifeye bildirdiler. Ebû Zer vefât ettiğinde bir evi, üç koyunu ve birkaç keçisinden başka malı yoktu.
Ebû Zer Gıfârî hazretleri, Peygamberimizden bizzat işiterek ikiyüzseksenbir hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.
Ebu Zer Gifari hz ‘i ; Hz. Osman devrinde 652 senesinde Medine civarında rebeze denilen köyde vefat etmiştir. İstanbul da Ayvansaray da bulunan yer ise Ebu Zer hz’nin makamıdır.Bu makam Sadrazam Şehid Ali Paşa tarafından 1716 yılında bir rüyadaki işaretle inşa edilen Çınarlıçeşme Mescidinin bitişiğine yaapılmıştır.
Sultan II. Mahmut Han’ın annesi Nakşidil Valide Sultan bu mescid ve makamı 1812 yılında yeniden yaptırmış, burası için bir de vakıf tahsis etmiştir. Bu sebeple buraya Valide camii veya Nakşidil Valide mescidi de denmektedir.Üstü açık bir kabirdir. Yanında türbedarı medfundur. Kapı üzerindeki kitabe de şunlar yazılıdır :
” Habib-i Hazret-i Mevla’nın AShab-ı Güzin’inden
Cenab-ı Bu Zerr-i Gifari nam bir zat-ı alişanebu zerr 6
Stanbul feth olunmazdan mukaddem fi-sebilillah
Gazaya azm ü niyyet eyleyüp ol server-i merdan
Kılup küffara şirane hücum ahir reh-i Hak’da
Şehadet şerbetin nuş eyleyüp kıldı feda-yı can
Makam u medfen-i ashab ba’d-ez feth-i İstanbul
Olup keşfeylediler her birinin kabrini abadan
Mürur-ı ezmineyle bu güzide zat-ı valanın
Der ü divar u sakf-ı medfeni olmuştu pek viran
Olup tevfika mazhar bu makam u mescid-i paki
Yeniden kıldı inşa Valide Sultan-ı Mahmud Han
Resulullah’a ta’zimen kılup ashabına hürmet
Zehi hayr eyledi ol mehd-i ulya-yı kerem bünyan
Huda hem zatını hem nur-ı çeşmi Han Mahmud’u
Kıla her halde mahfuz u setr-i dide udvan
O şahın sayesin dur etmeyüp fark-ı ibadından
Serir-i saltanatda müstedam-ı ömr ede Sübhan
Sezadır yazsa Vasıf bendesi bir mısra-ı tarih
Bu ali meşhedi yaptırdı ra’na Valide Sultan
1227 ”
Mezar taşındaki kitabde de şu satırlar yazılıdır ;
” Haza merkad-i şerif
Ashab-ı Kiramdan olan
Hazret-i Ebu Zerr-i Gifari
Radıyallahu Teala anh bi -şefa’atihi
Ebu Zerr-i Gifari asitanı
Ziyaret eyle adabile anı
Dahi her kim bu nazm-ı dil-güşaya
Nazar ide elin açup duaya
Şurütiyle dua eylese bir kul
Ede ol Kaziyü’l-hacat makbul
Kaynaklar ;
İslam Alimleri Ansiklopedisi , Türkiye Gazetesi
İstanbul’da Bulunan Ashab-ı Kiram kabir ve makamları ; Cafer E. Babadağlı ; Sarayburnu Kitaplı
İstanbul – Eyüp Ayvansaray da Hz. Cabir Camii içerisinde
Hz.Cabir r.a. Hazreçoğullarının Beni Selem kolundan olup, Miladi 604 ‘de hicretten 16 yıl önce Medine de doğdu. Baba adı Abdullah b.Amr r.a. Anne adı ; Enise(Üneyse) b. Aneme dir. Peygamberimizi 2. akebe biatında henüz çocukken tanıdı. Bedir ve Uhud savaşları hariç 19 gazada Resülüllah’ın yanında yer alıp Bey’atür Rıdvan’da da hazır bulundu.
Hz. Cabir asbahın alim kişilerinden olup kendisine fetva sorulur ve Peygamberimizden en çok hadis nakleden 5 kişiden biridir ve toplam 1540 hadis nakletmiştir.
Hz. Cabir Allah Rasulünün irtihalinden sonra dört büyük halifeye de danışmanlık yapmış olup Şam ve çevresinde Medine devletini temsil etmiştir. Hz. Muaviye döneminde İstanbul kuşatmasına gelen ordunun sancaktarı olup İstanbul’a teşrif etmişlerdir.
Hz. Cabir miladi 697 senesinde vefat etmiştir.allah ondan razı olsun ve bizleride şefaatine nail eylesin