Ulu bir ağacın gölgesinde bulunan açık türbenin etrafı alçak bir duvar ve demir parmaklık ile çevrilmiştir. Şâhidesi yoktur. Toprak makberesinin üzerine dört mısralı şu mermer kitâbe konmuştur: Gönlü Garib Dede’nin ruhuna Fatiha
Yâ Kadir yâ Kadir yâ Kadir yâ Kadir
Kerem kıl kulundur Hacı Ahmed Lütfi fâkîr
Müceddeden inflâ idüb kabrini tenvîr
Dareynde mes’ûd buyursun anı Cenâb-ı Kadir
fî Ramazan-1328 Re’fet
Kitâbeye göre türbe, 6 Eylül 1910 tarihinde Hacı Ahmet Lütfi isimli bir hayır sever tarafından şimdiki şekliyle tamir edilmiştir.
Köy ileri gelenlerinin beyanına göre Garip Dede, çok eski bir mücahittir. Bunlar yedi kardeş olup yedisi de bu civarda medfundur. Bunlardan biri Alemdağı’nda bir kale inşa edip sonradan şehid olan Alemdar Baba’dır. Diğer biri de Samandra Köyü’nde medfundur. Diğer ikisinin kabri ise bugün de mevcut olup Said Halim Pafla Çiftliği hudutları içinde, Sultan Murat veya Sultan Aziz Kasrı civarındadır. Diğer üçünün kabirleri meçhuldür.
Bu ifade doğru ise Garip Dede, TurHasan Bey’in kardeşidir ve burada şehit olmuştur.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak
Kaynak ; Yüzyıllar Boyunca Üsküdar , Mehmet Nermi Haskan , Üsküdar Belediyesi , 2. cilt sy 531
[/toggle]
İstanbul – Üsküdar – Karacaahmet kabristanında. İnadiyeden Karacaahmet sultan dergahına giderken .
Atpazari Şeyh Osman Efendi’nin Halifesi ve damadı.
Odabaşı Şeyhi lakabıyla tanınmış olan Amasyalı Fenayi Mustafa Efendi’nin oğlu, Atpazari Şeyh Osman Efendi’nin damadıdır. İnabet ve hilafeti kaimpederi Osman Efendi’dendir. Babasının inabet ve hilafeti Şeyh Selami Ali Efendi’dendir. Vefatına, ‘Şeyh rahil (Şeyh göçtü)- 1149’ tarih vaki olmuştur.
Celvetiye Tarikatı’nın fazilet sahibi bir Şeyhi olan Yakup Gafuri Efendi, ilmi tahsilini babasıyla zamanın kemal sahibi alimlerinden ikmal ettikten sonra Üsküdar’da Atpazarı yakınında yaptırdığı Celvetiye Dergahı’nda ilim ve irfanı neşretmekte olan Şeyh Osman Efendi’ye intisab etmiştir. Bir çok eserleri ve divance teşkil edecek kadar arifane ilahileri vardır.
Kabri, İnadiye’den Karacaahmet Türbesi’ne giderken, sağ tarafta, Yuksekkaldırım adlı yerde, annesinin yanındadır. şahidesi şudur;
Celveti Mahmud Efendi’ye halife idi bu
Lezzet-i dünyaya kat’a eylemezdi arzu
Giceler kaim, günü savm üzre geçdi nice yıl
Hak budur kim rah-ı takvada iderdi cüst ü cu
Mürg-i ruhu Cennet-i firdevs içinde ola şad
Sebz-i bağ-ı gulşen-i Adn ide daim su-be-su
Bir elif kamet gidub fevtinde tarihin didi
Kutb-i Hak Yakub Efendi bezm itdi Hakk’a Hu
Sene 1149 fi Ramazan 15
17 Ocak 1737 tarihinde vefat etmiş olan Yakup Efendi’nin oğlu Ahmet Efendi, Selami Ali Efendi Tekkesi’nin Şeyhi idi. 1196 (1782) tarihinde vefat ederek, babasının yanına gömülmüştür.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak ; Üsküdar Meşhurarı , Yayına hazırlayan Azmi Bilgin , Üsküdar Belediyesi Yayınları
[/toggle]
İstanbul – Üsküdar – Karacaahmet Kabristanında Tunusbağı Çeşmesi önünden, Karacaahmet Sultan Türbesi’ne giden Tunusbağı Caddesi üzerinde, sol tarafta..
Amasya’da Eslem Hatun (bugünkü Dere) mahallesinde doğdu (1436?). Sühreverdiyye şeyhi Mustafa Dede’nin oğludur. “Şeyh, kıbletülküttâb, kutbülküttâb”gibi unvanlarıyla tanınır. Babası veya dedesi Amasya’ya Buhara’dan göç etmiştir. Dinî ve edebî ilimleri Hatib Kasım Efendi’den öğrendi. Hattı, Hayreddin Mar’aşî’den meşk ederek aklâm-ı sitteden icâzet aldı. Babasının yanında seyrü sülûkünü tamamlayarak hilâfet aldı. Muhtemelen babasının sohbet meclislerinde tanıştığı Şehzade Bayezid onu kendisine hat hocası tayin etti ve ondan icâzet aldı. Daha Amasya’da iken tanınmaya başlayan Şeyh Hamdullah, bu yıllarda Fâtih Sultan Mehmed’in hususi kütüphanesi için bazı eserler istinsah etti.
Şeyh Hamdullah, dayısı meşhur hattat Celâleddin Amâsî’nin kızıyla evlendi; bir kızı ve bir oğlu oldu. Tahta geçen II. Bayezid’in daveti üzerine ailesiyle birlikte İstanbul’a gitti. Sarayda kâtip ve hizmetlilere muallim olarak görevlendirildi. Mushaf yazması için bir meşkhâne, arpalık olarak da Üsküdar’da iki köy tahsis edildi. En güzel eserlerini sarayda görevlendirildikten sonra vermeye başladı ve eserlerinin ketebesinde “kâtibü’s-sultân Bâyezîd Han” unvanını kullandı. II. Bayezid’in vefatından sonra I. Selim dönemini talebe yetiştirerek ve müridlerini irşad ederek geçirdi. Kanûnî Sultan Süleyman’ın onu saraya davet ederek hürmet gösterdiği, artık yaşlanmış olan hattata bir samur kürk giydirip hayır duasını aldığı bilinmektedir.
Şeyh Hamdullah’ın bu hadiseden birkaç ay sonra vefat ettiğini söyleyen Müstakimzâde ölümüne, “Şeyh Hamdullah olup küttâba kıble pîr-i hat
Rihletinde dil dedi târihini dayf-i ilâh”
beytiyle tarih (926/1520) düşürmüştür. Cenaze namazı Ayasofya Camii’nde kılınmış, vasiyetine uyularak Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir. Birçok meşhur hattat Şeyh Hamdullah’ın mezarının yakınına defnedilmiş, bu mekân zamanla Şeyh sofası adını almıştır.
Şeyh Hamdullah zamanının ünlü okçularındandı.Okmeydanı’nda onun hatırasına dikilen taşta “Sâhibülmenzil Hamdullah ibnü’ş-şeyh reîsü’l-hattâtîn şeyhü’r-râmiyân, sene 911” yazılıdır. II. Bayezid tarafından Mahmud ve Hamza dedelerden sonra Okmeydanı Atıcılar Tekkesi şeyhliğine tayin edilmiştir. Kaynaklarda ayrıca Şeyh Hamdullah’ın Üsküdar’dan Sarayburnu’na yüzecek kadar iyi bir yüzücü olduğu ve II. Bayezid için ek yerleri belli olmayacak şekilde bir kaan dikerek terzilikte de hüner gösterdiği belirtilmektedir.
İslâm milletlerinin an’anevî sanat anlayışları ve zevkleriyle en güzel klasik formlarını bulan yazı nevilerinde, üstat ve muhitlere göre farklı özellikler gösteren pek çok hat mektebi arasında Şeyh Hamdullah ekolü en uzun süre yaşamıştır. Onun klasikleşen formları, kendisini takip eden üstatlar tarafından har erin tenâsüp, duruş ve terkipleri güzelleştirilerek birçok kol ve tarza ayrılmış, günümüze kadar bütün İslâm dünyasında hâkim bir hat mektebi olarak devam etmiştir.
Şeyh Hamdullah mektebiyle aklâm-ı sittenin bütün nevilerinde olgunluk çağı idrak edilmiş, mushaf, cüz, murakka’, kıta ve kitaplarda yeni bir anlayışla hat sanatının en güzel örnekleri verilmiştir. Sanat hayatında Amasya ve İstanbul olmak üzere iki dönem vardır. Yâkut üslûbunun hâkim olduğu başlangıç devri yazılarını Amasya’da, kendi üslûbunu ortaya koyduğu eserlerini ise İstanbul’da vermiştir.
Nesih hattının Şeyh Hamdullah mektebiyle insanda hayranlık uyandıracak derecede güzelleşmesi ve kolay okunan bir yazı haline gelmesi kitap ve mushaf yazısı olarak tercih edilmesine sebep olmuştur. Eserlerinin çoğunu murakka’ ve kıta olarak veren Şeyh Hamdullah koltuklu sülüs-nesih kıtanın Türk zevkine uygun şekil ve ölçüsünü de ortaya koymuş, daha sonra gelen bütün hattatlar onu taklit etmişlerdir. Şeyh Hamdullah tavrında har erin tenâsübü, aralıkları, kelimelerin satıra oturuş vaziyetleri yeniden düzenlenmiş, akıcılık, kıvraklık, sevimlilik ve canlılık getirilmek suretiyle Yâkut tarzı yazılardaki durgunluk giderilmiştir. Şeyh Hamdullah aralarında sultan, şehzade, devlet adamı, âlim, meşâyih ve şairlerin de yer aldığı pek çok talebe yetiştirmiştir. Tezkirelerde adı geçen kırk üç talebesi arasında oğlu Mustafa Dede ile damadı Şükrullah Halife, Şeyh Ham- dullah mektebinin önemli temsilcileridir. Ham- dullah Efendi’den sonra gelen Osmanlı hattatları da onun vadisinde yürüyüp yeni üslûb ve şiveler yaratmışlardır.
Müze, kütüphane ve özel koleksiyonlarda aklâm-ı sitte ile yazılmış pek çok eseri bulunan Şeyh Hamdullah’ın kırk yedi mushaf, bin kadar En’âm, Kehf ve Nebe’ sûreleri, evrâd, ezkâr ve dua mecmuası, tûmâr, kıta ve murakka’ yazdığı nakledilmektedir. Bu eserler arasında meşk için veya ticarî gayelerle Şeyh Hamdullah taklit edilerek yazılmış olanlar varsa da bunları onun yazılarından ayırmak güçtür.
Şeyh Hamdullah Efendi’nin kabri şerifi ; Tunusbağı Çeşmesi önünden, Karacaahmet Sultan Türbesi’ne giden Tunusbağı Caddesi üzerinde, sol tarafta ve türbeye oldukça yakın bir mesafede ve Hattatlar Mezarlığı veya şeyh Sofası adıyla bilinen yerdedir. Silindirik ayak taşı üzerinde şu kitabe bulunmaktadır.
İstanbul – Üsküdar – Karacaahmet Kabristanında – Karacaahmet Sultan dergahından İnadiyeye doğru giderken yol üzerinde
İstanbul Sirkeci’de doğdu (23 Mart 1814). Asıl adı Osman Nureddin’dir. Nakşibendiyye’ye mensup Münzevî Mehmed Emin Efendi’nin oğludur. Eğitimine devam ederken aynı mahallede oturan İsmail Efendi’ye bağlandı, onun vefatından sonra ise Kuşadalı İbrahim Efendi’ye intisap etti. Bu yıllarda Sirkeci’de geçimini sağlamak üzere tütüncü dükkânı çalıştırdı, ancak eşe dosta ikramları dolayısıyla altı ay sonra kapatmak zorunda kaldı. Daha sonra kâtip olarak bir süre memurluk yaptı. Kuşadalı İbrahim Efendi’nin vefatından sonra Kâdiri şeyhlerinden Abdurrahim Ünyevi’ye bağlanarak seyrü sülukünü tamamladı ve hilafet aldı. Şiirlerinde, Kadiriyye tarikatının kurucusu ve piri Abdülkadir-i Geylâni’nin ruhaniyetinden feyz aldığı ve kendisini Üveysi olarak nitelendirdiği görülmektedir. Abdülkâdir-i Geylani’nin yaygın ünvanı “Bâzü’l-eşheb”e benzer bir adlandırma ile çevresindekiler kendisine “Bazü’l-enver” ünvanını vermişlerdir.
1860’lı yıllarda Encümen-i Şuara toplantılarına katıldı. 1863’ten sonra emekliye ayrılınca Üsküdar İnadiye semtinde Nalçacı Halil Efendi Dergahı’na yakın bir yerde bulunan evinde bir süre inziva hayatı yaşadı. Zaman zaman, muhtemelen göğüs hastalığı dolayısıyla, kısa sürelerle Bursa’da ikamet etti. 1868-1871 yılları arasında Üsküdar Debbağlar Tekkesi’ne devam ederek burada şeyh olan Tevfik Şiari Efendi ile görüşüp sohbette bulundu. 1890’lı yıllardan sonra ise Üsküdar Selimiye’deki evinde irşadla meşgul oldu.
Sûfilik anlayışına Melâmet neşvesi hakim olduğundan Tekke şeyhliğine rağbet etmemiştir. 27 Aralık 1893’te vefat edince Üsküdar İnadiye’de Karacaahmet Türbesi civarına defnedildi. Bağlı olduğu tarikat Kâdiriyye’nin Enveriyye koludur.
Tasavvufî kişiliğinin yanında şairliğiyle de tanınmıştır. Şiire çok genç yaşlarda başlamıştır. Şiirlerinde önce Nuri sonraki yıllarda Şems mahlasını kullanmıştır. Şeyh Galib’i de çağrıştıran şiirleri sağlığında çok sevilmiş, elden ele dolaşıp ezberlenmiştir. Vefatından sonra halifesi Bedreddin İzzi Efendi tarafından derlenen ve oldukça hacimli olan divanında 574 gazel, 27 kaside yanında musammatlar da bulunmaktadır. Divan’ından başka Şem‘-i Şebistân (tasavvufi mesnevi), Kenzü’l-meânî (kaside ve mesnesilerden oluşan tasavvufî bir eser), Âdâbü’l-mürîd fî sohbeti’l-murâd (mensur bir mukaddime ve bir mesneviden oluşur) gibi başka eserlerinin de bulunduğu bilinmektedir. Ehl-i beyt muhibbi, ârif, aşkı kendisine kılavuz edinen muhakkik sufilerden olan şair, melâmet neşvesiyle Üveysiliği kendisinde birleştirmiş bir tasavvuf anlayışını benimsemiştir. Divanında Kerbela olayını anlatan ondan fazla mersiye yer alır. Onun şiirlerinden bazıları bestelenerek tekkelerde ilahi olarak okuna gelmiştir.
Osman Şems Efendi’nin kabri şerifi ; İnadiye Ceşmesi önünden, Karacaahmet Türbesi’ne doğru yüründü-ğünde sağtarafta ve Yüksek Kaldırım tabir olunan mevkiin ilerisindedir.Silindir şeklindeki yuksek, muhteşem baş şahidesi üzerinde Mevlevi sikkesini andıran bir Kadiri serpuşu kabartması ve bunun altında da nefis bir hat ile yazılmış şu kitabe bulunmaktadır: Ecille-i rical-i Kadiriyye
Ve Üveysiyye’den es-seyyid
Eş-Şeyh Osman Nureddin
Şems Efendi Kuddise Sırruh
Hazretleri’nin kabri şerifleridir.
Sinn-i şerifleri 82, tarih-i veladetleri gurre-i Rebiussani
1229 Çarşamba.
Tarih-i irtihalleri 18 Cumadelahire 1311 Çarşamba.
Kitabenin en üstünde “Ya Hu” ibaresi vardır. Vasiyeti gereğince kendi yazdığı 14 mısralı bir şiir türbesinin demir parmaklıklarına asılmıştır. Büyük bir fırtınada düşüp kırıldığından yok olmuştur. Baş şahidesi üzerinde Mevlevi sikkesine benzeyen bir Kadiri sikkesi vardır. Odasındaki kavuklukta da bu biçim sikkenin bulunduğu ve vefatında tabutunun üzerine yerleştirildiği rivayet olunur.
Türbenin önünde Osman Şems Efendi’nin aile kabristanı vardır. Etrafı, alçak bir duvarla çevrili olan bu hazirede 14 kabir mevcuttur.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynaklar ; Yüzyıllar Boyunca Üsküdar , Mehmet Nermi Haskan , Üsküdar Belediyesi , 2. cil
Üsküdar Meşhurları ansiklopedisi , Üsküdar Belediyesi
[/toggle]
İstanbul – Üsküdar – Karacaahmet Kabristanında Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin yola doğru alt bölümünde yer alan Miskinler Kabristanında
Celvetî şeyhlerinden.
Babası Osman Efendi Aziz Mahmud Hüdâyî’nin zakirbaşısı olduğundan “Zâkirzâde” sıfatıyla anılır. Osman Efendi şeyhinin birçok şiirini ilâhi formunda bestelemiştir. Tasavvufî eğitimini tamamlayan Abdullah Efendi önce halife olarak Manisa’ya gönderilmiş, fakat daha sonra İstanbul’a çağrılarak bir süre Zeyrek ve Atik Ali Paşa haremi içerisindeki Kasım Çelebi zaviyelerinde irşad faaliyetlerinde bulunmuş, ardından Kılıç Ali Paşa ve Fatih camilerinde vaizlik yapmış, 1657 yılında Üsküdar’da vefat etmiştir. Mezarı Karacaahmet Mezarlığı’nda Miskinler Tekkesi arkasındadır.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak ; Üsküdar Meşhurları , Yazıyı hazırlayan ; Abdülkadir Özcan , Üsküdar Belediyesi Yayınları
[/toggle]
İstanbul – Üsküdar’da Aziz Mahmud hüdai camii yanındaki türbesinde
Babasının adı Fazlullah’tır. 1541’de Şerefliikoçhisar’da doğdu. Kaynaklarda “seyyid” olduğu bil- dirilmektedir. İlk tahsiline Sivrihisar’da başladı, sonra ilim ve irfanını ilerletmek üzere İstanbul’a geldi. Nazırzade Ramazan Efendi’den medrese tahsilini görürken bir yandan da Halvetiyye tarikatının şeyhlerinden Muslihiddin Efendi’nin sohbetlerine devam etti. Hocası Nazırzade Edirne’deki Sultan Selim Medresesesi müderrisliğine tayin edilince yardımcısı olarak Edirne’ye gitti; daha sonra yine hocasının Şam ve Mısır kadılıkları esnasında da yanından ayrılmadı. Buralarda devrin tanınmış bilginleri ile görüştü; Mısır’da Halveti tarikatı büyüklerinden Şeyh Kerimüddin’den tarikatın usul ve adabı ile ilgili dersler aldı. Genç yaşta tefsir, hadis, fıkıh gibi dini ilimlerin yanı sıra tasavvuf yolunda da bilgisini ilerletti. 1573’te hocası Bursa kadılığına tayin edilirken kendisi de Bursa’daki Ferhadiye Medresesi’ne müderris oldu.
Medrese tahsilini tamamlayıp naiblik ve müderrislik gibi resmi görevlerde bulundu. Bir yandan da Şeyh Üftade Hazretler’nin (ö. 1580) Kaygan Camii’ndeki vaazlarını dinliyordu. Gördüğü bir rüya üzerine veya muhatap olduğu bir davadan sonra resmi görevinden ayrılarak makam, mevki, mal, mülk gibi şeyleri bütünüyle terk edip tasavvuf yolunu seçti.
Üç yıl kadar Celveti şeyhi Üftade Hazretleri’nin manevi eğitiminde kaldı. Üzerinde sırmalı kftanı, omu- zunda sırıkla Bursa sokaklarında ciğer sattıktan sonra müridliğe kabul edildiği bildirilmektedir. Önce Sivrihisar’a irşad için gönderilen, altı ay kaldıktan sonra Bursa’ya geri dönen Hüdayi, şehre gelmesinin hemen akabinde şeyhinin vefatı üzerine önce Rumeli’ye gitti, oradan da İstanbul’a geldi.
Küçük Ayasofya Camii’inde vazifeye başladı. Daha sonra Fatih Camii’nde verdiği tefsir, hadis ve fıkıh dersleri sırasında ulemadan devlet erkanına kadar uzanan geniş bir muhiti oluştu. Fatih Camii’nde 1599 yılına kadar vaizlik de yapıp halen Üsküdar’da bulunan Hüdâyî Külliyesinin yerini satın aldı. İnşaatıyla bizzat ilgilenmek için ikametgâhını Üsküdar’a, Rum Mehmed Paşa Camii yanına taşımıştır. Tekke ve mescidinin tamamlanmasından sonra buraya yerleşti. Külliye 1589-1595 yılları arasında tamamlandı. Bu arada vaizlik görevini de Fatih Camii’nden Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camii’ni naklederek kendi camiinde hatiplik vazifesini üstlendi. 1617’de Sultanahmet Camii’nin tamamlanmasından sonra ilk hutbeyi okudu ve her ayın ilk pazartesi günü vaaz vermeyi kabul etti.
Üftade gibi şair bir şeyhin tesiriyle tasavvufu tercih etmiş olan Hüdayi, İstanbul’un en büyük camilerinde halka dinî öğütler verirken Üsküdar’daki dergâhında zengin-fakir, avam-havas her zümreden insana manevi olgunluğun, ahlâk ve faziletin yollarını gösterdi. Dergahında fakirlerle zenginlerin hatta vezirlerin eşit görüldüğü, belki fakirlere daha çok iltifat edildiği, kaynaklarda yer almaktadır.
Dergaha zaman zaman gelenler arasında “Bahti” mahlasıyla şiirler de yazan Sultan I. Ahmed de bulunuyordu. Halk arasında yaygın olan menkıbe ve kerametlerinin büyük bir kısmı I. Ahmed’le Aziz Mahmud Hüdayi arasında geçen olaylarla ilgilidir. Altı padişahın devrini idrak etmiştir. Bazı padişahlara yazmış olduğu mektupları vardır. Aile hayatıyla ilgili fazla bilgi bulunmamaktadır. Altısı kız, on bir çocuğunun olduğu, neslinin kızları vasıtasıyla devam ettiği bilinmektedir. Üç defa hacca gitmiştir. 2 Ekim 1628’de (3 Safer 1038) vefat etti.
Şöhreti devrinde olduğu gibi ölümünden sonra da devam etmiştir. XVII. yüzyılda tekke edebiyatının önde gelen temsilcilerinden biridir. Tasavvuf mesleğini halk arasında yaymak için bir yandan dini eserler kaleme alırken bir yandan da şiire vasıta olarak başvuran mutasavvıflardan biri de odur. Onun ilahileri içten gelen bir coşkunun, samimi bir yakarışın sade, basit, fakat kuvvetli bir ifadesi olarak da kabul edilmelidir. Divan’ında 250’den fazla ilâhi bulunmaktadır. Yurt içinde ve dışında çeşitli yazma ve basma nüshaları bulunan ve Divan-ı İlâhiyyât olarak da adlandırılan eser, Kemaleddin Şenocak (İstanbul 1970) ve Ziver Tezeren (İstan- bul 1985) tarafından yayımlanmıştır. Yetmişten fazlası bestelenen şiirleri bayram, ramazan, mevlid gibi çeşitli zamanlarda okunmaktadır. Celvetiyye’nin kurucusu olan Hüdayi’nin şiirlerinde diğer birçok tekke şairinde olduğu gibi Yunus’un tesiri görülür. Eserlerini Arapça ve Türkçe olarak yazmıştır.
Arapça eserleri: Nefâisü’l-mecâlis, Mi âhu’s-salât ve Mirka-tü’n-necât, Câmiu’l-fezâil ve kâmiu’r- rezâil, Hâşiyetü Kû-histâni fi Şerhi Fıkhi Keydâni, Keşfu’l-Kınâ an Vechi’s-Semâ, Hulâsatu’l-Ahbâr fî Ahvâli’n-Nebiyyi’l-Muhtâr. Bunlardan başka Hab- beti’l-mahabbe, el-Fethu’l-bâb ve Ref-u’l-hicâb, Ha- yatü’l-ervâh ve Necâtü’l-eşbâh, Tecelliyat gibi çeşit- li kitap ve risaleleri mevcuttur. Bu eserlerinden bazıları Türkçeye tercüme edilmiştir. Divanı dışında başlıca Türkçe eserleri: Mektubât, Nesâyih ve Mevâiz’dir. Ayrıca Necâtü’l-Garik fî Cem’ ve’t-Tefrik, Mi’râciyye, Ecvibe-i Mutasavvıfâne ve Tarikatname gibi çeşitli risaleleri de bulun- maktadır.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak
Kaynak ; Üsküdar Meşhurları , Yazıyı Hazırlayan Azmi Bilgen , Üsküdar Belediyesi Yayınları
[/toggle]
İstanbul -Üsküdar’da Özbekler Tekkesi yanındaki kabristanda.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]Kaynak Kaynak ; Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi , Cilt 8 , sy 119-121 , Hazırlayan ; Süleyman Ateş [/toggle]
İstanbul – Üsküdar – Karacaahmet Kabristanında Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin 50 metre yakınında
Karacaahmet Mezarlığı’nda medfun ünlü Osmanlı şairi.
1642’de Urfa’da doğdu. Babası Seyyid Mustafa’dır. Hayriyye’sinde atalarının ilim sahibi olduklarını, nesebinin ünlü olduğunu söyler. Çocukluk ve gençlik dönemlerini Urfa’da geçirdi, iyi bir eğitim aldı. Arapça ve Farsça öğrendi. Yakup Halife adlı bir şeyhe bağlandı. 1666’da İstanbul’a gitti. İlk zamanlar İstanbul’da aradığını bulamadıysa da Padişah IV. Mehmed’in musahibi Damat Mustafa Paşa’yla tanışıp onun dostluğunu kazanınca rahat bir hayata kavuştu. Paşa’nın divan kâtibi oldu, döneminin büyük şairlerince tanınmaya başladı. Lehistan seferine katıldı. Edirne’de şehzadeler için düzenlenen sünnet düğününde bulundu, buradaki şenlikleri Surnâme adlı eserinde anlattı. Urfa yoluyla hacca gitti. Medine’ye vardığında “Sakın terk-i edeb- den kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu” mısrâıyla başlayan gazel formundaki ünlü naatını kaleme aldı. Hac seyahatinden sonra Tuhfetü’l-Haremeyn adlı eserini yazdı. Bir süre Mustafa Paşa’nın kethüdâlığını yaptı. Daha sonra bu görevinden ayrılan şair, paşanın ölümüne kadar Boğazhisar’da kaldı. Daha sonra Halep’e gidip yerleşerek burada rahat bir hayat sürdü. Ünlü eseri Hayriyye’yi burada yazdı. Padişah III. Ahmed kendisine zaman zaman çeşitli hediyeler gönderdi. Çorlulu Ali Paşa’nın sadâreti yıllarında bir ara oturduğu mâlikânesi elinden alınmış, aylığı kesilmiş olsa da bu uzun sürmedi. Halep valisiyken ikinci kez sadrazamlığa atanan Baltacı Mehmed Paşa onu İstanbul’a götürdü (1710).
Birçok şair onun İstanbul’a gelişini sevinçle karşıladı. Bu döneminde de İstanbul’un edebiyat ve kültür muhitlerinde büyük bir takdir topladı, “şeyhu’ş-şuarâ” olarak nitelendirildi. Darphane eminliği yaptı; başmukabelecilik ve mukabele-i süvârîlik gibi çeşitli mansıplar verildi. 13 Nisan 1712’de ölen şair Üsküdar’da Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.
Türk şiirinde hikemî tarzın en büyük temsilcisi kabul edilir. Eserlerinde mahallileşme unsuları da belirgin bir şekilde görülür. Adı geçen eserlerinin dışında Divan’ı başta olmak üzere, Tercüme-i Hadis-i Erbaîn, Hay- râbâd, Münşeat, Fetihnâme-i Kamaniçe, Zeyl-i Siyer-i Veysî ve Farsça Divançe’si bulunmaktadır.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak ; Üsküdar Meşhurarı , Yayına hazırlayan Azmi Bilgin , Üsküdar Belediyesi Yayınları
[/toggle]
İstanbul – Üsküdar’da Katibim Aziz Bey sokak ile Ethemağa sokağının kesişimindeki caminin haziresinde.
Nureddin Cerrahi Hazretleri’nin mürşidi.
Nureddin Cerrahî Hazretlerinin mürşidi olan Köstendilli Şeyh Ali Efendi, tanınmış evliyadandır, ilimde ve amelde zühd ve takvası herkesçe teslim edilmiştir. O da tarikatı Lofçalı Fazıl Aliyyü’r-Rumî Hazretlerinden almış ve uzun müddet mürşidine hizmet ile tarikat adabını ikmal eylemiştir.
Kerametleri halk dilinde dolaşan şeyhlerdendir. Halk arasında Köstendilli Kadısı Ali Efendi namı ile meşhur olan. bu zat Üsküdar’da Katibim Aziz Bey sokak ile Ethemağa sokağının kesişimindeki Hz. Selami’nin halen yıkılmış olan tekkesinin mezarlığında medfundur.
Adı geçen tekkeye şeyh olması hadisesini Evrenoszade Sami Bey şöyle anlatmıştır: Zamanın padişahı, uzun müddet Medine’de kalan haremağalarından Beşir Ağa’ya sormuş : — Bunca sene «Ravza-i Mutahhara»’da hizmet etmişsin, bu müddet zarfında hiç bir fevkaladelik görmedin mi? Beşir Ağa: — Evet Efendim, demiş. Bir gün şöyle bir vak’a oldu: Bir akşam üzeri türbenin kapıları kaparken bir adam hızla içeri girdi. «Ben Köstendil Kadısı Ali» dedi ve benden geç kaldığı için özür diledi ve ziyaret sebebi olarak bazı hadis hakkındaki iltibasın halli için huzur-u Peygamberi’ye geldiğini söyledi. Kendisini biraz bekledim ve beraberce türbenin kapısını kapayıp çıktık. Yolda ben birisine selam verdim, hal hatır sorarken bir de arkama bakayım ki Hazret kaybolmuş.
Beşir Ağa’nın anlattığı bu vakıa üzerine Padişah bu zatı arayıp bulmasını irade ediyor. Bir gün Beşir Ağa Beyazıt meydanında geçerken Kadıya rast geliyor. Köstendilli Ali Efendi: — Bre ulan Arap! diyor, beni Padişaha neden gammazladın? Beşir Ağa Padişahın zoru ile anlattığını söylüyor ve saraya avdet edince vaziyeti Padişaha arzediyor. Hükümdar da Ali Efendi’nin şeyhliği açık olan bir tekkeye tayin edilmesi hususunda Şeyhü’l İslamlığa irade ediyor. Köstendilli Ali Efendi bu vazifeyi kabul etmek istemiyor. Fakat Şeyhü’l-îslam kendisine: — İki şey reddedilmez, diyor. Biri padişahın iradesi, diğeri Şeyhü’lislam’ın mucibi.
Hazret ister istemez vazifeyi kabul edip Üsküdar’ın yolunu tutuyor. Üsküdar iskelesinde kendisini alayla karşılayıp Tekkekapusu’na götürüyorlar, fakat mahallelinin engeli ile karşılaşıyorlar Mahalleli tekkeye dervişlerden birinin şeyh olmasını arzu ettikleri için tekkenin kapısını iç tarafından açılmasın diye duvar örerek kapatmışlar. Bu vaziyet karşısında Kadı Hazretleri: — Bize yalnız “Padişahın iradesi ile Şeyhü’l-İslam’ın mucibi red olumnaz” dediler, buna Evliyaullah’ın Fatihasını da ilave etmek lazım deyip bir Fatiha çekiyor. Kapı kendi kendine yıkılıyor ve post’a geçiyor.
Kabir taşı ;
“Tarikat-i Halvetiye’den, hatemu’l muctehidin Piri, Muhammed Nureddin-i Cerrahi Hazretleri’nin murşid-i azizi, Köstendil Mufti-yi kibarı, ricalullahtan Hazreti Şeyh Ali Alaaddin-i Halveti kuddise sırruhu’l-baki 1143 (1730-31) ile haremi Havva Bacı Hatun (k.s.) 1167 (1761-62) ruh-i şerifleri icin el Fatiha”
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]Kaynak İstanbul Evliyaları ve Fetih şehidleri ; Şevket Gürel [/toggle]
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak
Kaynak ; Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi , Cilt 8 , sy 119-121 , Hazırlayan ; Süleyman Ateş
[/toggle]