Şeyh Beğ Türbesi

Şeyh Beğ 1

Ondokuzmayıs İlçesine 4 kilometre uzaklıktaki Yörükler Beldesi’nde, Kızılırmak Deltası, Kuş Cennetinin kıyısı Fevzi Çakmak mahallesinde bulunmaktadır.

TARİHÇESİ: Halk arasında “Şeyh Beğ ” şeklinde anılan türbenin, kitabesi bulunmamaktadır. Şeyh Beğ 1730-1825 yılları arasında Dağ Köyü’nde yaşamış ve Yörükler beldesinde şehit düşmüştür. Kendisi gibi şehit düşen Hızar,Hüseyin ve Musa adındaki kardeşleri ise Dağ Köyü’nde metfundur.

MİMARİ ÖZELLİĞİ: Türbe; Kızılırmak Deltası, Kuş Cennetinin kıyısındadır. Kâgir inşaat tekniği kullanılmış kubbeli şekilde inşa edilmiş olup, içinde mermerden yapılı sanduka vardır.

RİVAYET: Günlerden bir gün, İstanbul’dan Hopa’ya yük getiren bir gemi, Karadeniz Ereğlisi açıklarında fırtınaya tutulur. Gemi ha battı ha batacak! Mürettebat ve kaptan büyük bir korkuya kapılmış durumda Allah’a dua ederlerken, nur yüzlü, aksakallı, yaşlı bir zat ortaya çıkar. Allah’ın izniyle, tehlikenin geçeceğini, telaşa kapılmalarına gerek olmadığını söyleyerek hem onları teskin eder, hem de onlarla birlikte duada bulunur. Bir süre sonra fırtına geçer, gemi salimen yoluna devam eder.Bu arada gemi kaptanı, kendilerine yardımcı olan yaşlı adama;-“Baba, senin adın ne? Sana kim derler? Evin, yurdun neresi?” diye sorar.İhtiyar;—Benim evim, Samsun –Bafra Yolu üzerinde, Engiz denilen bir yer var. Oradan Balık göllerine giderken Boğaz üzerinde köprü ve mezarlık var. Mezarlıktaki yaşlı dut ağacının hemen yanındaki ev benim evim. Biz 7 kardeşiz” derve ortalıktan kaybolur. Daha sonra “Şeyh Beğ “i rüyasında gören kaptan Samsun’a geldiğinde Engiz’e varırkendisine tarif edilen dut ağacını bulur. Fakat yanında ev falan yoktur. Sadece tek bir mezar vardır. O zaman anlarki, Şeyh Beğ ulu bir zattır. Orda hemen karar vererek mevcut mezar üstüne bugünkü binayı (Türbeyi) yaptırır.Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak için ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı  ( Allah onlardan razı olsun)

Musa Dede – Samsun

Musa dede Samsun 1

Ondokuzmayıs İlçesinin 10 km Güney Batısındaki Dağ Köyü’ne 2 km mesafedeki Musa Tepesi denilenmevkide bulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Musa Dede” şeklinde anılan türbenin, kitabesi bulunmamaktadır. 1730-1825 yıllarıarasında Dağ Köyü’nde yaşayan ve şehit düşen Musa Dede’nin mezarı köylüler tarafından mesire alanı içerisinetürbe olarak yaptırılmıştır.

MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; orijinali ahşap iken son yıllarda sekizgenyarı kâgir şekilde yeniden inşa edilmiştir. Çatısı Atermit ile kaplanmış, iç ve dışı çini ile sıvalıdır. Türbeye ait sandukamermerden olup, zemin halı kaplamadır.

RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Musa Dede hakkında pek çok rivayetanlatılmaktadır. 1730-1825 yılları arasında Dağ Köyü’nde yaşayan ve şehit düşen Musa Dede’nin tıpkı kendisi gibi 3kardeşinin de şehit düştüğü, bunlardan Hızır ile Hüseyin’in Dağ Köyü’nde, Şeyh Beğ adındaki kardeşinin de YörüklerBeldesi’nde medfun olduğu rivayet edilmektedir. Musa Dede Türbesi halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretindebulunmak ve çocuğu olmayan kadınlar tarafından ziyaret edilmekte, Musa Dede hatırına Allah’tan (c.c) kendilerinehayırlı evlatlar vermesi istenmektedir. Hatırına edilen duaların kabul olduğu yönündeki inanış ile birlikte yörehalkının bölgeyi mesire alanı olarak da kullanması türbeye ilginin artmasına neden olmaktadır

Bu Sayfa Ahsen Vakfı‘nın katkılarıyla hazırlanmıştır. ( Allah onlardan razı olsun)

Ala Dede Türbesi

Ondokuz Mayıs ilçesinin 10 km güney batısındaki Dağ Köyü’ne 2 km mesafededir. Türbe köy merkezi seyir istikametinde yolun sol tarafına düşmektedir.

Tarihçe ; Halk arasında ” Ala Dede” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında kesin bir bilgi edinilememektedir. Türbe define avcılarının kazıları sonucunda tamamen harap halde olup, mezarın yeri dahi tam olarak belli değildir.

Mimari Özelikleri ; Türbe; tepe üstünde bulunmaktadır. Etrafı herhangi bir yapı ile çevrili olmayıp açıktır.
Türbenin bulunduğu yerde ağaçlar bulunmaktadır.

Rivayet ; Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Ala Dede türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Türbe ; halk tarafından Rıza-ı İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Hasta olarak genellikle vücudunda ala lekesi olanlar ziyaret etmekte ve türbede medfun bulunan Ala Dede hatırına Allah (c.c.) ‘tan şifa ummaktadır.

Kaynak Kişiler ; Seyfettin Arslan (Ahsen Vakfı) , Muzaffer Erdoğan (Köylü)

Bu Sayfa Ahsen Vakfı‘nın katkılarıyla hazırlanmıştır. ( Allah onlardan razı olsun)

Şeyh Nurettin (k.s.)

Siirt – Tillo’ya 5 km uzaklıkta bulunan Taşbalta köyünde kabristan içerisinde

Rufai Tarikatı şeyhi Nurettin Hazretleri’nin alçak kapılı türbesi basit yapılı olup zikirde kullanılan hançer ve üzerinde Arapça yazılar bulunan kılıcı muhafaza edilmektedir.

Kaynak ;Siirt Evliyaları , Abdulhalim Durma 

Şeyh Muhammed Tomani (k.s.)

Şeyh Muhammed Tomani2

Siirt – Tillo’ya 7km uzaklıktaki İkizbağlar (Tom) köyünde..

İlçeye yedi km. mesafede bulunan İkizbağlar (Tom) köyü girişinde Şeyh Muhammed Tomani Hazretlerinin türbesi bulunmaktadır. Sandukası üzerindeki kitabenin sekiz yüz yıllık olduğu nakledilir. Yaklaşık 1.300’lü yıllarda Suudi Arabistan’ın Teymen kentinde dünyaya geldiği, önce Mardin iline, ardından buköye yerleştiği anlatılır.

Şeyh Muhammed Tomani hazretlerinin Peygamber Efendimizin (s.a.v.) torunu İmam Hüseyin’in soyundan geldiği, iki çocuğunun olduğu halkarasında anlatılır. Türbede bulunan ve gövdesi kaplan görünümünde olan ağacı, hasta insanların şifa bulmak amacıyla kullandığı görülür. Bu ağacın Şeyh Muhammet El Tomani’nin evliyalık işareti olduğu rivayet edilir. Gövdesi türbe duvarına oldukça yakın bir mesafede bulunan bu ağaç üzerinden dökülen suyla kadının hamile kalacağına inanılır. Köyün adını Şeyh Muhammed Tomani’den aldığı söylenmektedir. Ayrıca, il merkezinde türbesi bulunan Şeyh Naccar Hazretlerinin kabrinin civarında medfun Seyyid Halil Tomani Hazretlerinin buradan gittiği rivayet edilmektedir.

Kaynak ; Siirt Evliyaları , Abdulhalim Durma , sayfa 150 -151

Şeyh Muhammed El Hazin (k.s.)

Siirt – Tillo – Dereyamaç köyünde , köy camiinin hemen arkasında

Önceleri merkeze bağlı bir köy konumundayken ilçe olması üzerine Tillo’ya bağlanan Fersaf köyünde dünyaya gelen Muhammed El Fersafi (1816-1891)’nin lakabı Hazin’dir. Bu lakabın bir istiğrak halinde kendisine ait salavat-ı şerifesini söylerken, “Kul Ya Hezin, Kul!” hitabına mazhar olduğu ve kendisine bizatihi Hazret-i Muhammed tarafından verildiği, nakledilir.

Moğolların Bağdad’ı işgal etmeleri üzerine şerif olduğu (Hazret-i Hasan’ın soyundan geldiği) belirtilen cetlerinin Anadolu’ya göç ettikleri ve Fersaf köyüne yerleşerek halkı irşada başladıkları anlatılır. Babası Şeyh Musa Efendidir. İlk tahsilini Siirt’te Hamid Ağa Medresesinde yapmıştır. Siirt’teki Hocası Molla Halil el Siirdi’dir. Molla Halil el-Ömeri Hazretleri, kendisine emanet edilen Muhammed’i çok sever ve ona daima iltifatta bulunur. Başlangıçta onu, maiyetindeki alimlerden birinin ders halkasına tayin ederse de çok geçmeden huzuruna çağırarak bizzat kendi halkasına katılmasını emreder. Ondan sonra Muhammed el-Fersafi tam on dört yıl boyunca bu üstadın rahle-i tedrisinde ilim tahsil eder. Bu müddet içerisinde hocasının derin sevgisini kazanır ve hususi sohbetlerinde bulunur. Molla Halil Efendi Hazretleri (rahmetullahi aleyh), bazen talebesi Muhammed el-Fersafi’yi çağırır, saçını ona tıraş ettirir, bu vesile ile de kendisine dua eder.

Daha sonra Mardin’e giden ve iki yıl süreyle Kasımpaşa Medresesinde ilim tahsil eden Muhammed el Hazin oradan Irak’a geçerek Şeyh Muhammed El Behdini, Şeyh Haydar el Sohrani ve Şeyh Abbas el Bağdadi’den tasavvuf dersleri alır. Sonra memleketine dönerek Şeyh Salih Sipki Hazretlerini ziyaret eder. Onun işareti üzerine, uzaktan akrabası ve medrese arkadaşı olan Hakkarili Seyyid Taha (ks.) Hazretlerine müracaat ederek onun tavsiyelerini alır.

Seyyid Taha Hazretleri, Şeyh Muhammed el- Fersafi’den yaşça büyüktür. Onun için Şeyh Muhammed ona derin bir saygı gösterir, nasihatlerini dinler. Gıyabında, “Amcamız, büyük üstadımız”, diye kendisinden bahsetmektedir. Seyyid Taha Hazretleri, Muhammed el-Fersafi’ye, “Sevgili yeğenim, senin kalbinin anahtarı Halepçe’de, Şeyh Osman Efendi Hazretlerinin elindedir”, diye buyurur112. Bunun üzerine Muhammed el-Fersafi, Halepçe’ye giderek Şeyh Osman Tavili (ks) Hazretlerinin manevi terbiyesine girer. Şeyh Osman Hazretleri, Mevlana Halid-i Bağdadi (ks), Hazretlerinin halifelerindendir113. Muhammed el-Fersafi burada bir müddet seyrü süluk ile olgunlaştıktan sonra tasavvuf icazetnamesini de alarak üstadı tarafından irşad vazifesiyle görevlendirilir.

Şeyh Muhammed el-Fersafi, 1844 yılında, Irak’tan dönerek doğduğu Fersaf köyüne gelip yerleşir. Burada irşad ve tedris hayatına başlar. Kurduğu medresede yüzlerce talebe yetiştirir. İnsanlara daima zühd ve takva yolunu gösterir. Çok geçmeden bölgenin alimleri ona büyük bir hürmet duymaya başlar ve onu ziyaret ederek ilminden istifade etmeye çalışırlar.

Bunların başında vaktiyle ona ders veren Molla Halil Efendi Hazretlerinin çocukları ve yakınları gelmektedir. Bunlardan, Molla Ömer Efendi ve Zokaydalı Molla Abdülkahhar Efendi en meşhurlarıdır. Ayrıca Nuvinli Şeyh İbrahim Efendi, Halid bin Velid (ra)’in soyundan gelen Siirtli Şeyh Abdullah Efendi, Siirtli Mahmud Cemaleddin Efendi, Siirtli Şeyh Hattab Efendi, Zadolu Şeyh Muhammed Efendi, Huvitli Şeyh Abdullah Efendi, İskambolu Şeyh Derviş Efendi, Fersaflı Şeyh Abdülhakim Efendi ve Verkanisli Şeyh Fethullah Efendi gibi şahsiyetler, onun yanında tasavvuf terbiyesi alırlar. Bu zatlardan Fersaflı Şeyh Abdülhakim Efendi, Zokaydalı Şeyh Abdülkahhar ve Verkanisli Şeyh Fethullah Efendi Hazretleri, daha sonra üstadları Şeyh Muhammed Fersafi’nin işareti üzerine Seyda-yi Taği Hazretlerine giderek seyrü süluk terbiyesini onun yanında tamamlamışlardır.

Şeyh-ül Hazin Hazretleri hayatta iken, defnedileceği yeri göstererek Halid Bin Velid’in (r.a.) savaş sırasında çadırını oraya kurmuş olduğunu söylediği, rivayet edilir. Türbenin yapımı sırasında toprağın altında birkaç ok ve kıvırcık saçlı bir şehit bulunur. Şeyh Muhammed El Hazin’in Türbesine götürülen akıl hastalarının iyileştiklerine inanılmaktadır. Türbede bulunan bir zincire bağlanan ve geceyi orada geçiren hastaların ertesi gün iyileşmiş olarak evlerine döndükleri anlatılır. Diğer taraftan, Şeyhü’l Hazin türbesindeki ağaç, hamile kalmak isteyen kadınlar için kutsal kabul edilir.

İlahi aşka dair kasidelerinden başka onun Hazreti Peygamber (sav)’e «Gayatü’l-Hayrat» adı altında manzum olarak yazıp hediye ettiği on üç kıta salevatı şerifeleri vardır. Bu salevat, doğuda geniş bir muhitte namazlardan sonra okunmaktadır. Şeyh Muhammed el Hazin’in Arapça bir münacaatı bulunmaktadır. Münacaatında, Allah’tan visali istemiş, Allahü teala ise ilhamla ona şöyle cevap vermiştir:
“Ya Hazinu kad karrabtüke ileyye bil visali Ve refe’tü lekennikabe an vechi Cemali”
Yani: “Ey Hazin, seni visalim ile kendime yaklaştırdım. Ve perdeyi cemalimin yüzünden sana kaldırdım.” (Dördüncü beyitin sonuna kadar devam eder.)

Bazı kasidelerinde, “Mevlana Halid-i Bağdadi, Zülcenaheyn, yedi yaşımda iken bana hırka giydirdi”,demiştir. Mevlana Halid, vefat ettiğinde Şeyh-ül Hazin yedi yaşındadır. Şeyh Muhammed el Hazin’in bazısı Arapça, bazıları Kürtçe olmak üzere kasideleri vardır. Şeyh, bu kasidelerin bazılarında Allah’ın kendisine ihsan ettiği nimetlerden bahseder. Muhammed el Hazin’in kerametlerinden biri de, vefatından hemen önce, “Gök ve yer onların ardından (helakine) ağlamadı, onlara mühlet de verilmedi” (Duhan süresi:29) mealindeki ayet-i kerimeyi okuyup, tefsir ettikten sonra şöyle der. “Melekler kuş suretine bürünüp Allah’ın bazı velilerinin cenazeleri ile birlikte giderler.” Nakledilir ki, cenazesi ile birlikte hazır olanlar, bu yabancı kuşları görmüşlerdir.

Şeyh-el Hazin Hazretlerinin ilk hanımı olan Şeyğıt Fatım Hanımdan Muhyeddin, Kutbeddin, Abdullah, ikinci hanımı Şeyğıt Hanife hanımdan Fahreddin, Necmeddin, Sadeddin, Kemaleddin, Nureddin, üçüncü hanımı Şeyğıt Halime hanımdan Vefaeddin, Şerafeddin, Alaeddin, ve Diyaeddin isimli çocukları olur. Anlatılır ki, Siirt ve havalisinde uzun süre yağmur yağmamıştır. Dereler kurumuş, değirmenler çalışmaz olmuştur. Muhammed Hazin bu günlerde talebelerine, “Kalkın! Unumuz kalmadı, değirmene gidip un öğütelim.”, der. Talebelerinin, “Değirmenler su olmadığı için çalışmıyor.”, demesine rağmen, “Gidelim!”, der. Bir çuval buğday alıp değirmene giderler. Muhammed Hazin talebelerine değirmeni temizlemelerini söyler. Kendisi dolabı tamir eder. Bu sırada gökyüzünü yavaş yavaş bulutlar kaplar. Bir süre sonra yağmur yağmaya başlar. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur dereyi coşturur ve değirmen çalışmaya başlar. Buğday öğütme işi tamamlanınca, yağmur diner. Muhammed Hazin Hazretleri, ömrünün sonuna doğru rahatsızlanıp, yatağa düşer. Vefat anı yaklaştığında yanında talebelerinden olan müezzini Yusuf Efendi vardır. Muhammed Hazin bir ayet-i kerime okuduktan sonra şöyle buyurur. “Allahü tealanın kullarından bazıları öldüklerinde, gökler kendilerine doğru yükselen amellerin son bulması sebebiyle ağlarlar. Yine aynı şekilde yerler de üzerlerinde yapılan iyi amellerin kesilmesinden dolayı ağlarlar. Melekler bu sırada garip kuşlar şeklinde gelip, cenaze ile birlikte giderler. Sübhanallah velilerin ruhları ne kadar hızlı! Meleklerden daha çabuk gelip gidiyorlar.”, der. Daha sonra Yusuf Efendiden Kur’an-ı kerim okumasını ister. Yusuf Efendi Kur’an-ı kerim okurken Muhammed Hazin vefat eder. Cenazesi evden çıkarıldığında hafiften yağmur yağmaya ve etrafta kalabalık halde garip kuşlar uçmaya başlar.

Dereyamaç köyündeki türbesi, halk tarafından ziyaret edilir. Türbeye asabi olan insanlar götürülür, şifa bulacağına inanılır. Ayrıca ağlayan çocuklara da burası ziyaret ettirilir. Hastalar buradaki odada zincirlere bağlanır ve birkaç saat durmaları sağlanır. Yine türbede bulunulan tokmağı ağrısı olanlar, ağrıyan yerlerine vurarak ağrılarının geçeceğine inanırlar. Konuşamayan insanları da, bu türbeye ziyarete götürürler ve buradaki hayvan gemine benzeyen tahtayı, hastaların ağızlarına koyarak, konuşacaklarına inanırlar.

Kaynak ; Siirt Evliyaları , Abdulhalim Durma , sayfa 153-158

Şeyh Said hazretleri (k.s.) – Tillo

Siirt – Tillo – Çatılı köyünde

Şeyh Said hazretlerinin buradan başka Siirt Conkbayır Mahallesi, ve Doluharman köyünde de kabri olduğu söylenir. Anlatılır ki, yetim büyüyen bu Şeyh Said hazretlerine üvey annesi eziyet eder. Onu bir kış günü dama çıkartıp toprak damın akmasını önlemek için ağır silindir taşla loğlamasını ister. Zayıf çocuk damın bir kenarında oturur semavattan inen yılanlar sayesinde silindir bir o yana bir bu yana gidip gelir. Üvey annesi bu durumu görünce eziyetten vazgeçer. Ormandan çalı-çırpı toplarken ipi evde unuttuğunu görünce yılanları birbirine bağlayarak ip niyetiyle çalıları bağlayıp öylece köye dönmüş olduğu anlatılır. Köyde yılan sokma vakasına rastlanmaz. Toprağını evlerinde bulundurarak yılan-akrep sokmalarına karşı korunacağına inanılır. Aynı şekilde, Şeyh Said türbesinde bulunan ve şeyhin kendi eliyle diktiğine inanılan dut ağacından alınan bir parça dalın da yılan ve akrep sokmalarına karşı koruyucu olduğuna inanılır. Türbenin etrafı ihata duvarı ile örülüdür.

Siirt Evliyaları , Abdulhalim Durma , sayfa 150

Zemzem’il Hassa (k.s.)

Siirt – Tillo’da Gavsul Memduh hazretlerinin türbesinin içerisinde

             1765 de Siirt’te dünyaya gelir. Babasının ismi Şeyh Mustafa Fani’dir. Gavs-ül-Memduh Hazretlerinin hanımıdır. Annesi Aişe Hatun şöyle anlatır. “Zemzem’e hamile idim. Bir gün bana gaibden bir zat görünüp, saliha bir çocuğumun olacağını müjdeledi. Kim olduğunu sorduğumda, bir melek olduğunu söyledi. Doğumuna kadar hamileliğim çok hafif geçti. Doğumundan on beş gün sonra bir gece uyandığımda kendisini emzirmek istedim. Üzerindeki örtüyü kaldırdığımda bütün vücudunun ilahi bir nura garkolduğunu gördüm. Hareket etmiyordu. Öldüğünü sandım. Üzerine eğildiğimde, nefes alıp verdiğini anladım. Sonra babasını uyandırıp, çocuğu ona gösterdim. Babası çocuğu kaplayan nura bakarak, onun ileride saliha bir hanım olacağını müjdeledi.”

           Zemzem-i Hassa, anne ve babasının terbiyesinde yetişir. Vakitlerini Allahü tealanın rızası için ibadet ve taatle geçirmektedir. On altı yaşında büyük veli Gavs-ul-Memduh ile evlenir.

          Bir gün Gavs-ul-Memduh ile oturmuş sohbet etmektedirler. Zemzem-i Hassa bir anda Hazreti Meryem’i yanıbaşında görür. Gavs-ül-Memduh’a, Hazreti Meryem’i görüp görmediğini sorar.O da, “Hayır göremiyorum.”, diye karşılık verince üzerine düşüp bayılır. Zemzem-i Hassa’yı cezbe kaplayıp Allahü tealaya zikrederken, sesi biraz fazla çıkınca, insanlar çekemeyip, kardeşi Molla Hamid’e şikayette bulunurlar. Molla Hamid de, Gavs-ül-Memduh’a haber göndererek onu bu hareketinden alıkoymasını ister. Gavs-ül-Memduh da hanımına, “Ya Mecnune! Zikir yapınca sesini yükseltme! Dedikodu olmasın.”, deyince hanımı, “Şayet Mecnun isem, yüce Mevlamdan dilerim ki, aynı durum sana da gelsin ve o lezzetin tadını tadasın. Müfsidlerin sözlerine aldırma. İnşaallah parlak sonumuzu görecekler.”, diye cevap verir. Gerçekten bir ay sonra, Gavs-ül-Memduh Efendi de de aynı şeyler olur.

Zemzem-i Hassa bir gece evinin damında Allahü tealayı düşünürken Kabe’nin pervane gibi etrafında döndüğünü görür. Bu arada gaybdan Tuvayle denilen tepede küçük bir mescid inşa ettirip içinde ibadet etmesine işaret edilir. Bunun üzerine denilen yerde Mescid-i Harama benzeyen bir mescid yaptırır. Zamanını burada ibadetle geçirir. “Mescidini Beytullah’a benzetmiş”, diye Siirt ve Şirvan alimlerinden bir kısmı Siirt’in meşhur alimi Molla Halil’e gelerek yıktırılmasını isterler. Büyük alim onlara şu karşılığı verir. “Bizim vazifemiz kendilerine bu mescidi hangi amaçla inşa ettirdiğini sormaktır. Şayet bize, bu mescid Kabe’nin takendisidir. Onu ziyaret eden hac farizasını yerine getirmiş olur, diye cevap verirse, dinen kendilerini bu gayr-i meşru hareketten alıkoyabiliriz.” Bunun üzerine Siirt kadısı Hacı Ömer’i, Gavs-ül-Memduh’a gönderirler. O da, “Amcamın kızı Zemzem halvetindedir, var git mescidi yaptırmasından gayesinin ne olduğunu bizzat kendin sor.” der. Kadı varıp mescidin kapısında durur. Onun geldiğini farkeden Zemzem-i Hassa gayrete gelir ve kadı bir şey söylemeden gür sesiyle şunları söyler. “Hacı Ömer, bu mescidi yaptırdım ve ismini Alem-ül- Hüda (Hidayetin nişanesi) koydum. Onu yıkmaya azmetmiş olduğunuzu da biliyorum. Kuvvet yönünde ben sizden daha kuvvetliyim. Yıkabilirseniz yıkın. Fakat onun benden de daha kuvvetli bir yüce sahibi vardır. Çünkü Allahü tealanın mescididir.” Kadı Hacı Ömer Siirt’e geri dönerek durumu itirazcı alimlere anlatır. Onlar da o büyük veli hakkında su-i zanda bulunmaktan ve mescidi yıktırmaktan vazgeçer.

Zemzem-i Hassa vefat ettiğinde (1851) Gavs-ül- Memduh’un türbesine defnedilir. Şairdir ve Divan adlı eseriyle bilinir. 1890 yılında Tillo’ya gelen Bediüzzaman Said-i Nursi, Kubbe-i Hasiye denilen Zemzemül Hassa isimli kubbeli çilehanede tek başına kalarak Kamus-u Okyanus adlı lügatın 1155 sayfa tutan kısmını Babu’s- Sin’e kadar ezberlemiştir.

Kaynak ;Siirt Evliyaları , Abdulhalim Durma , sayfa 140