Karadonlu Can Baba – Kütahya

Karadonlu Can Baba

Kütahya – Merkez’de meşhur Germiyan sokağı üzerindeki Kardonlu can Baba camii karşısında.

Karadonlu Sokak’ta, Karadonlu Mescid’in karşında bulunan türbe, 14. yüzyılda Anadolu’ya gelen Horasan pirlerinden Karadonlu Can Baba’ya aittir. Düzgün bir plana sahip olmayan yapı, düz ahşap örtülü, kiremit çatılıdır. İçeride, arkalı önlü altı büyük, üç küçük dokuz kabir bulunmaktadır.

Şeyh Buhari

Şeyh Buhari

Kütahya Merkez’de Hükümet Konağı arkasına rastlayan Zeryen Mahallesi, Türbe sokakta, parkın karşısına rastalayan 2 no.lu Gümüşeşik Sokak’tadır.

Nakşi şeyhlerinden. Hayatı hakkında bir bilgi yoktur. Hükümet Konağı arkasına rastlayan Zeryen Mahallesi, Türbe sokakta, parkın karşısına rastalayan 2 no.lu Gümüşeşik Sokak’tadır

Kuzeyde sokağa bir cephesi dayalı duvarın arkasında, oldukça büyük kara planlı bir türbenin kalıntıları vardır. Sokak cephesinden başka avluya bakan cephede tamamen sağırdır. Bu cephede iri moloz taşların kaplamasız oluşu, buraya bitişik başka bir yapıyı da düşündürebilir. Doğu cephesi kalıntılarının orta yerinde bir kapı izi bulunmaktadır. Batıda bie eve bitişik olan duvarda ise sonradan araları örülmüş üç pencere görülebilmektedir. İçten kısmen sıvalı olmakla birlikte, hemen tamamen göçmüş olan kubbenin ve geniş pandantiflerin tuğla olduğu görülmektedir. Ayrıca tuğla pandantiflerin bittiği yerde , kasnaksız olan bu kubbede , bir sıra taş dizili olduğu ve tuğla kubbe örgüsünün bu sıraya oturtulduğu da gözlenmektedir.

Kubbe yıkıntıları ve diğer moloz dolu olup, duvarların tepesinden girilebilen türbenin kuzeye yakın bölümünde, biri tek diğeri de yanında bir çocuk mezarı ile toplam üç sanduka vardır.

Bir berat ve kadı sicilindeki vakfiye kaydından, ”1836 da Kütahya ve Afyon muhasalı olan , sonradan 1842 de Hüdavendigar valiliğine getirilen Dilaver Paşa’nın burada bulunan Şeyh Buhari Türbesi ile Seyit Numan mescidi ya da Gümüşeşik adı verilen bölgeyi onartıp yeniden vakıflar düzenlediğini ve bir de yanında okul yaptırdığını ” öğreniyoruz.

Kütahya’ya genellikle Gümüşeşik adı ile tanınan bu yerde bulunan türbenin’de Şeyh Buhari Türbesi olduğunu bu kayıtlardan çıkarmak mümkün oluyor. Hiçbir kitabesine rastlamadığımız mezarların bulunduğu türbenin ilk yapılışı hakkında da kesin fikir edinmek mümkün değildir. 1838 Osmanlı kaydı, yukarıda geçen onarımla ilgilidir. Mimari özeliklerine göre XVI. Yy’a kadar indirmek mümkün olacaktır. Ancak XVI. Yy’a ait araştırmalarda adına rastalnmaması ve kendi mahallesi olan Zeryen Mahallesindeki böyle bir türbe veya zaviyeden Evliya Çelebi’nin de söz etmemiş olması ayrıca dikkat çekicidir.

Avluda bulunan dağılmış mermer mezarın baş ve ayak taşları XIX yy’ın tipik örnekleridir. Barak kıvrımlar arasında, özellikle natüralist çiçek motifleriyle süslü ayak taşı dikkar çekicidir. Baş taşındaki zorlukla okunan kitabesinde (1282 / 1865/66) tarihi ile mezarın Kütahyalı Hüseyin gazi Paşa’ya ait olduğu okunamaktadır.

Sakıb Dede

Kütahya Mevlevihanesi

Kütahya – Merkez’de Dönenler camii içerisinde

Anadolu’da yetişen büyük velîlerden. İsmi Mustafa’dır. Endülüs’ten İzmir’e göç eden bir âilenin çocuğu olarak doğdu. Doğum târihi belli değildir. Babası ticâretle uğraşırdı. Sâkıb Dede doğmadan önce, annesi Halime Hâtun rüyâsında mübârek bir zât gördü. O zât; “Allahü teâlâ sana üç beş gün içinde bir oğul verecektir. Gözünü aç onun kıymetini bil. O bizim yüksek oğlumuz olacaktır. Sana da dünyâ ve âhirette faydası çok olacaktır.” dedi. Annesinin bu rüyâsından birkaç gün sonra Sâkıb Dede doğdu.

Sâkıb Dede yürümeye başladığı sırada babası ticâret için Mısır’a gitmişti. Aradan birkaç sene geçtiği halde kendisinden hiç haber alınamadı. Bu yüzden geçim sıkıntısı çekiyorlardı. Annesinin, bir gün akşam yemeği hazırlamaya çalışırken, ağladığını ve mahzûn olduğunu gören Sâkıb Dede, yemek yemeyip üzgün olarak bir köşede oturdu. Bu sırada kapı çalındı ve bir zât pekçok erzak ve çeşit çeşit hediyelerle birlikte mektup getirdi. Mektupta babası yakın zamanda döneceğini bildiriyordu.

Yedi sekiz yaşlarına geldiğinde hocaya gitmeye başladı. Çalışkanlığı ve zekîliği ile kısa zamanda Kur’ân-ı kerîmi ve başlangıç ilimlerini öğrendi. Daha sonra tahsîline devâm etmek için İstanbul’a gitti. Fâtih Câmii Medreselerinde meşhûr âlimlerden ders aldı. Sonra Köprülüzâde Mustafa Efendinin derslerine devâm etti. Bu arada hocası ile birlikte küffâr üzerine yapılan bir sefere katıldı. Çehrin Kalesi muhâsara edildi. Muhâsaranın başlamasından üç ay geçmesine rağmen bir netîce alınamadı. Zaman zaman asker arasında, Sultan Süleymân’ın Kânunnâmesinde; “Yeniçerilerin üç aydan fazla muhâsara üzerinde kalmayacağının” yazılı olduğu konuşulmaya başlandı. Bu sırada bir ikindi vakti sefer kumandanının çadırına bir derviş geldi. Komutan ona çok hürmet etti. Sohbetin sonunda derviş; “Bu gece mânâ âleminde Mevlânâ Celâleddîn Rûmî hazretlerinin bütün halîfeleri talebeleri ile gelip kalenin hizâsında murâkabe hâli üzere oturduklarını gördüm. İnşâallahü teâlâ yarın ikindi vakti kalenin alınma ihtimâli vardır.” dedi ve askerin kaleye gireceği yeri gösterip, oradan ayrıldı. Komutan bu haber üzerine rahatladı. Bu hâdiseyi gören Sâkıb Dede’de bambaşka haller oldu. Sevdiği ve güvendiği Fevzi Efendiye durumunu arz edip, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin ahvâlini anlatmasını istedi. O da bildiği kadar anlattı. O güne kadar tasavvuf ehlinin sohbetlerine katılmamış olan Sâkıb Dede’de tasavvufa karşı bir sevgi ve meyl hâsıl oldu. Gece rüyâsında şunları gördü: Çehrin Kalesinin semâsında bir kubbe vardı. Burada evliyâ zâtlar gömülüydü. O kubbeden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî çıkıp, koltuğunda bulunan kopcayı Sâkıb Dede’ye eliyle işâret etti. Sâkıb Dede; “Peki efendim.” deyip süratle yanına vardı. Elini öpüp, emirlerini, ne buyuracaklarını beklediği sırada o zât; “Ey genç! Ben seni kabûl ettim.” dedikten sonra mevlevî elbisesi giydirdi ve; “Senin dünyevî bir işin yok.” buyurdu. Ertesi gün rüyâsını Fevzi Efendiye anlattı. O da rüyâsını tâbir etti ve bundan sonra mevlevî olduğunu söyledi.

Sâkıb Dede’yi sefer dönüşünde Farsça öğrenmek husûsunda büyük bir merak sardı. Bunun için Bursa’ya gitti. Kısa zamanda Farsçayı öğrendi. Üstelik bu dili Bursa’nın ileri gelenlerine öğretmeye başladı. Daha sonra Uşak üzerinden Manisa, Isparta havâlilerinde hem ders vererek hem de vâz u nasîhatlerde bulunarak Konya’ya gitti. Konya’da câmilerde vâz u nasîhatta bulundu. Yaşının çok genç olmasına rağmen güzel vâzları ile Konyalıların dikkatini çekti.

Daha sonra Elmalılı Halil Efendinin sohbetlerine devâm etti. Tasavvufa dâir kıymetli eserler okudu. Halil Efendiden icâzet aldıktan sonra İstanbul’a döndü. Fâtih Câmiinde dersiâm olup, altı ay kadar ders verdi. Bu arada rahatsızlandı. Kaplıca tedâvisi görmek için Bolu’ya gitti. Bolu’da kaldığı müddet zarfında halka vâz u nasîhatta bulundu. İşlerini bitirince tekrar İstanbul’a döndü. Tasavvuf yolunda kendisini terbiye edecek bir zât arıyordu. Kendisine Edirne Mevlevî Dergâhında ders veren Siyâhî Dede’yi tavsiye ettiler. Edirne’ye gidip bir müddet onun terbiyesi altında bulundu. Ondan tasavvufta icâzet aldı. Sonra oradan ayrılıp Galata Dergâhında Şeyh Gavsî Dede’nin hizmetinde bulundu. Mevlevî tarîkatının âdâbını öğrendikten sonra, matematik öğrenmek için Mısır’a gitti.

Sâkıb Dede Mısır seyâhati sırasında uğradığı mevlevî dergâhlarındaki, gelip geçmiş zâtların hayatlarını toplayıp meşhûr Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyye isimli eserini yazdı. Geri dönüşünde Kütahya Mevlevîhânesi şeyhliğine tâyin edildi. Uzun süre burada hizmet ettikten sonra 1735 (H. 1148) senesinde vefât etti ve dergâhın bahçesine defnedildi.

Sâkıb Dede, her kimden gelirse gelsin ezâ ve cefâlara karşı şikâyette bulunmaz, onlarla güzel ve tatlı bir şekilde konuşarak, dost olmayanları da dost yapardı. Başına gelen her türlü sıkıntıları şükr ile karşılardı. Aleyhinde olanların bir kısmı onun bu halleri karşısında tövbe edip, ona talebe oldu. Diğerleri ise bir musîbete dûçâr oldular. Bir Cumâ günü İbrâhim Efendi isimli bir zât Aksu’ya giderken, yolu Sâkıb Dede’nin dergâhının yanından geçti. Dergâha girip; “Bana bir fırsat verseler bütün dedelerin ayaklarını kırardım.” dedi. Ayrılıp giderken, dergâha yakın bir yerde düştü ve ayağı kırıldı. Ömrünün sonuna kadar bu derdi çekti.

Sâkıb Dede’nin ayrıca şiirlerinin toplandığı bir Dîvân’ı vardır. Samîmi ve bir çoşku hâlinin terennümü niteliği taşıyan şiirlerinde lirik bir hava hâkimdir.

KAYNAKLAR
1) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.179

2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye Zeyli (Fındıklı İsmet Efendi); s.406

3) Tezkire (Safâyi, Süleymâniye Kütüphânesi Esad Efendi Kısmı, No:2549); s.51a

4) Âdâb-ı Zurefâ (Millet Kütüphânesi Ali Emîri Târih 762); s.53b

5) Hatimet-ül-Eş’ar; s.38

6) Tufeyli Menâkıb-ı Kibâr-ı Mevlevî fî Menâkıb-ı Şeyh Sâkıb Mânevî, Üniversite Kütüphânesi, T.Y. 2509

Celaleddin Ergun Çelebi

Kütahya Mevlevihanesi

Kütahya – Merkez’de Dönenler camii içerisinde

Mevleviliğin yayılmasını sağlayan ilk şeyhlerden. Hayatı hakkındaki bilgiler kendisinden çok sonra yazılan Sefine-i nefise-i Mevleviyan adlı esere dayanır. Kütahya’da doğdu. Babasi Burhaneddin llyas, dedesi Germiyanoğlu Süleyman Paşa’dır. Süleyman Paşa ,Sultan Veledin kızıyla evlendiği için Celaleddin Ergun’a da Çelebi unvanı verildi. Ulu Arif Çelebi, Emir Alim Çelebi, Emir Vacid Çelebi’den feyiz aldı. Bir ara Bursa’ya giderek Geyikli Baba’nın da sohbetlerine katıldı. Konya’da hilafet aldıktan sonra, Kütahya’ya gelerek Imadüddin Mezar tarafindan yaptirilan Kütahya Mevlevihanesinin ilk postnişini, şeyhi oldu. Uzun seneler halka Mevlevi yolunu anlattı. 1373 (H. 775)’de burada vefat etti. Türbesi dergahın haziresindedir. Yerine oğlu Burhaneddin İlyas Çelebi geçti.Erguniyye Dergahı da denilen Kütahya Mevlevihanesi o tarihte Konya ve Afyon Mevlevihanesinden sonra üçüncü büyük Mevlevihane oldu.

Gençname, İşaret-ül beşare, adlı eserler ona nisbet edilmiş ise de kesinlik kazanmamıştır. Hem zahir ilimlerde alim hem tasavvufta mahir ve edebiyatta da zirve idi.

Ahi Evren Sultan

Ahi Evran Sultan

Kütahya – Merkezde Ahi Evren camiinin karşısındaki türbesinde

Yaylı Sokak’tadır. Türbe, 16. yüzyıla tarihlenmektedir. Ahi Evran için yapılan türbenin mezarları, kime ait olduğu bilinmemektedir. Dikdörtgen planlı yapı, moloz taştan yapılmıştır. Ahi Evran Zaviyesi’nin güneyi, ahşap korkulukla bölünmüş olup, zaviyenin büyük bir bölümü türbeye ayrılmıştır. Bu bölümde büyük ölçüde bir lahit ve güneydeki pencere, önünde de üç lahit daha bulunmaktadır.

Şeyh Salih Efendi

Şeyh Salih Efendi

Kütahya Merkez’de Molla bey camiinin yanındaki türbesinde

Şa’ban-ı Veli yolu halifelerinden. Adı Mehmed Salih, babasi Hacı Halil Efendi’dir. 1805 yilinda doğmuştur, ilk tahsilini yaptıktan sonra Kastamonu’ya giderek Şa’ban-ı Veli hazretlerinin yoluna intisap etmis, uzun seneler tekkede kalarak yetişmiştir. Hocası ona hilafet vererek Kütahya’ya göndermiştir. Satın aldığı arsa üzerinde 15 odalı halvethane ve mescid yaptırmıştır. Vakfiyesini düzenlemiştir. Salih Efendi 1882 yilinda vefat etmiştir. Şeyh Salih Efendi’nin Molla Bey Camii’nin yanında yer alan Tekkesi, Kütahya’da ayakta kalabilmiş, geç devir tekke mescitlerin en önemlilerindendir. 1854 yılında Şeyh Salih tarafından Halveti Mesudiye Tekkesi olarak yaptırılmıştır. Yerine oğlu Mehmed Efendi şeyh olmuş ve o da burada vefat etmiş olup kabri aynı tekke içindedir. Tekkenin son Şeyhi 1936 yılında ölen Şeyh Bekir Efendi’dir. Bu nedenle ‘Bekir Efendi Tekkesi’ diye de anılır. Mescit ve türbe kısımlarından oluşmaktadır.

Seyyid Nurettin

Paşam Sultan - Seyid Nureddin 6

Kütahya – Merkez’de Kurşunlu sokakta bulunan Paşam Sultan tekkesinde

Kurşunlu Sokak’ta yer alan türbe, Seyyid Nureddin adıyla bilinen bir zaviye-tekkedir. Kütahya velilerinden. Şeyh Nureddin Hazretlerinın Türbesinin Kitabesi türbe 1421 yilinda yapıldığına göre bu tarihlerde yaşamışlardır. Türbede Paşam Sultan ile Seyyid Nureddin ve talebeleri medfundur. Kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Kubbeli yapı içerisinde, dört ahşap sanduka ve türbenin altında mumyalık bölümü bulunmaktadır. Duvarları iri moloz taştan örülmüştür.

Rivayete göre Paşam Sultan Kütahya’da vali iken kendisine bir şikayet gelir. Caminin karsisında ayakkabı tamircisi olan Nureddin Efendi diye birinin Cuma vakti namaza gelmediği şikayet konusudur. Vali Cuma vakti bir de ben göreyim, diye gider. Ezan vakti Vali “Haydi Cuma namazına gidelim, der. Nureddin Efendi gideriz bakalim, der. Yine ısrar edince “yum gözünü” buyurur. ‘Aç gözünü” deyince kendilerini Ka’be’de bulurlar. Namazı orada kılarlar. Dönecekleri zaman şeyhin bir akrabası ile karşılaşırlar. Akrabası helva yaptık götürür müsünüz derler. Tabağı da yanlarına alırlar. Yine aynı şekilde Kütahya’ya dönerler.

Vali, Nureddin Efendi’nin keramet ehli bir veli olduğunu anlayarak ona talebe olmak ister. Aynen Uftade hazretlerinin Kadı Aziz Mahmud Hüdai’ye yaptığı gibi merdivenleri, halı ve kilimleri süpürtür. Hamallık yaptırır ve neticede talebeliğe kabul eder. Kabirleri yaptırdıklan Tekke ve cami içindedir.