Seyyid Harun Veli (k.s.)

Konya – Seydişehir’deki Seyyid Harun Veli camii girişinde sağ tarafta

Peygamber Efendimizin soyundan gelen, Seydişehir’i kuran büyük velidir. 13. Yüzyılda Horasan bölgesinde yaşamakta olan sultan ve ilim, medrese sahibi Seyyid Harun Veli, kulağına birkaç defa gelen “Ya Harun, Rum’a çık ve Karaman bölgesinde bulunan Küpe Dağı’nın çevresinde bir şehir kur. O şehrin halkı salih ola” sesi üzerine müritleri ile birlikte, kılavuzluk yapan bulutların gölgesinden geçerek Küpe Dağı’nın etrafını mesken seçmiş ve Seyyidler şehri olarak tarihe geçen Seydişehir’i kurmuştur.

İlahi bir emirle Seydişehir’e gelen Seyyid Harun Veli’nin, Çiğdem Tepesi’nde inşa ettiği cami ve hamamın çevresi yerleşim yeri haline gelmiştir. İslam şehirleri hep böyle mescitler, camiler etrafında şekillenmiştir. Seyyid Harun Veli gibi Horasan erenleri sadece maddi imarlar yapmamış, manevi inşalar yaparak, Anadolu İslam Medeniyeti’nin şekillenmesinde büyük rol oynamışlardır.

Bir alim, bir zahit, bir veli olarak Seyyid Harun Veli, almış olduğu bu emir ve işaret üzerine dünya taç ve tahtını, terk ederek, manevi sultanlığı tercih etmiştir. Horasan’dan çıktığı büyük yolculuğunun varış noktasina ulaşmış, Seydişehir’in temelini takva üzerine Anadolu’nun bu şirin köşesinde atmıştır. Hicret yurdu olarak Seydişehir’in seçilmesi sıradan değildir. Burayı manevi, erdemli şehir haline getirmiştir.

Seyyid Harun Veli’nin hayatı hakkında bilgi veren tek eser, kardeşi Seyyid Bedreddin’in dokuzuncu kuşaktan torunu Abdülkerim b. Şeyh Musa’nın h. 962 (m. 1554) yilinda yazdığı Makalat-ı Seyyid Harun adlı eserdir. Bu eser, edebiyatçı Doç.Dr. Cemal Kurnaz tarafindan Manisa (Muradiye) nüshası esas alınarak mevcut üç nüshası karşılaştırılmış, tenkitli bir metin oluşturularak Türk Tarih Kurumunca 1991 yılında yayımlanmıştır. Abdülkerim b. Şeyh Musa, eserini yazarken çevresindeki yaşlı ve muteber kişilerin anlattıklarının yanı sıra bazı Farsça eserlerden de yararlandığı belirtmekte, ancak eserlerin isimleri ve yazarları hakkında herhangi bir bilgi vermemektedir. Eser, bir şehir kurmak amacıyla Horasan’dan Anadolu’ya gelen Seyyid harun veli’nin hayatını, faaliyetlerini ve kerametlerini anlatan bir menakıbname olup Seydişehir tarihi için en eski kaynak hüviyetindedir.

Seyyid Harun, Horasan’da dünyaya gelmiş, ancak doğum tarihi bilinmemektedir. Horasan; İran , Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın bir kısım topraklarını içine alan geniş bir bölgenin adıdır. Esere göre Seyyid Harun, Hz. Muhammed’in torunlarından İmam Musa Kazım’ın oğlu Harun’un oğlunun oğludur. Yani Seyyid Harun, dedesinin adını almıştır. Makalat’ta Seyyid Harun Veli’nin babasının adı belirtilmemiştir, ancak yeğeninin adının Musa olmasi sebebiyle, babasinin adının Musa olma ihtimali yüksektir. Seyyid Harun’un anne tarafindan ise soyu Veysel Karani’ye dayanmaktadır.

Seyyid Harun, asil bir aileye mensup olduğu için küçük kardeşi Seyyid Bedreddin ile birlikte iyi bir eğitim almışlardır. Seyyid Harun, Horasan Emiri olan amcasının vefatından sonra emirliğine getirilir. O, adil bir hükümdar iken atalarının mezarını ziyareti sırasında gaipten gelen bir ses tarafından kendisine Anadolu’ya giderek “Küpe dağı civarında bir şehir kurmasının emredilmesi üzerine emirliği birakip kendini ibadete verir ve nice ilahî sırlara “erişir. Sonra bir bulutun rehberliğinde yanında kırk kişilik bir kafile ile yola çıkar.
Kafileyi, Bağdat’ın girişinde Cafer-i Sadık soyundan Şeyh Alaeddin karşılar ve Seyyid Harun’a şeyhlerin izlediği yol hakkında bilgiler verir, tarikatın usul ve erkanını öğretir, kendisine aba ve asa verip esmalar telkin eder. Kırk gün Bağdat’ta kalarak Şeyh Alaeddin’den tasavvuf eğitimi alan Seyyid Harun Veli, buradan ayrılıp kafileyle, Konya’da Hoca Faruk Mescidi’ne varır. Burada iki rekat namaz kıldıktan sonra mutasavvıf Hoca Ahmet Fakih (ö.1221)’in kabrini ziyaret eder. Kafile, Hatunsaray yakınında konakladığında hasta olan kardeşi Seyyid Bedreddin vefat eder, onu oraya defnederler. Kabrinin bulunduğu yer, “Seyyid Sini” (Seyyid Kabri) adıyla bilinmektedir.

Kafile; Çukurçimen, May üzerinden Karaviran köyüne, orada bir süre kaldıktan sonra bugünkü Seyyid Harun Camii’nin bulunduğu Çiğdem Tepesi’ne gelir. Burada Seyyid Harun Veli’ye bazı ilahî işaretlerle şehrin planı gösterilir. Kale, cami ve külliyesi için kullanılan taşlar, llıca’da yer alan Elite (Vervelit) isimli antik bir şehrin kalıntılanndan getirilir, ağaçlar ise Küpe Dağı’nın Pınarbaşı ve Ağılkaya mevkilerinden temin edilir. Şehrin ilk nüvesi olarak kale, mescit, medrese, zaviye,hamam ve bazı evler inşa edilir. Şehrin kuruluşu sırasında Seyyid Harun Veli’nin pek çok kerameti görülür.

Şehir, site şehri şeklinde kurulmuştur. Yapıların kale içine alınması, Seyyid Harun Velinin emirlik yaptığı şehrin planını Seydişehir’de uyguladığı düşüncesini uyandırmaktadır. Kale kapısı olan Çiğdem tepesinin kıble tarafında ( Ulu kapı) , güney tarafına ( Hızır :Pazar kapısı) , batı tarafına ise ( Evliya : Kiçi Kapı) yapılmıştır. Anlam Olarak Ulu ; büyük , kiçi ise ; küçük demektir. Ağa çeşmesinin yanında yer alan büyük kemerli Ulukapı ve Kiçi kapı yakın zamana kadar ayakta kalabilmiştir.

Seyyid Harun’un seydişehir’e geldiği sırada bölgede Eşrefoğlu Mehmet Bey (1302-1320) hüküm sürmekteydi. Eşrefoğlu Mehmet Bey, başlangıçta Seyyid Harun’dan çekinip düşmanca bir tavır takınmış, sonradan onun iktidar hırsı içinde olmadığını, dervişlikten başka gayesi bulunmadığını görünce onun en büyük destekçisi olmuş, hatta Seydişehir’de kurulan külliye için Seydişehir ve Beyşehir ‘de vakıflar tahsis etmiştir. Bu tarihten sonra eski adı Süleymaniye olan Beyşehir ” beğ şehri” Seydişehir ise ” Seyyid şehri ” adlarıyla anılmaya başlanmıştır.

Seyyid Harun Veli, şehrin kuruluşundan bir süre sonra inzivaya çekilmiş, namazlarını cemaatle tekkesinde eda etmiş, ömrünün kalan kısmını çok az yemek yiyerek fazla kimseyle konuşmadan tefekkür Içerlslnde tekkeslnde geçirmiştir. Seyyld Harun Veli, sağlığında hallfelerlnl irşat için değişik bölgelere göndermiştlr. Mahmut Seydi’yi Alanya’ya, Zekeriya Baba’yı Manavgat’a, Ali Baba, Gök Seydi, Kilimpuş ve Siyah Derviş’i Antalya’ya, Akça Baba’yı Kütahy’ya, Nasipli Babayı Aydın ‘na, Gök Demir Baba’yı Ata’ya yollamış, Haydar Baba’ya ise “Suyun öte tarafinda Bük’ten beri bir yerde yurt tut.” Demiştir.

Seyyid Harun Veli, halifeLerine gittikleri yerlerde hak yolundan aynlmamalannı, cihat etmelerini ve fakir fukarayı koruyup kollamalannı tavsiye etmiştir. Seyyld Harun Veli’nin halifelerini gönderdiği yerler dikkate alındığında onun Akdeniz ve Ege bölgelerinin islamlaşma sürecinde etkin rol oynadığı görülmektedîr.

Seyyid Harun Veli, 3 Mayıs 1320 (h. 23 Rebiülevvel 720) tarihinde vefat etmiş, vasiyeti üzerine tekkesinln bulunduğu yere defnedilip üzerine türbe yapdırılmıştır.Seyyid Harun Veli; fikirleri, hayat tarzı ve sahip olduğu misyonu itibariyle toplum nezdinde çok saygın ve önemli bir yere sahipti. O, bölgedeki gayr-i Müslimlere karşı savaşan bir mücahit, insanları Islam’a çağıran bir davetçi, onların hidayete ermesini sağlayan bir mürşit ve rehber, onlara öncülük eden bir lider, duasıyla şifa veren, fakirleri koruyup kollayan bir Allah dostuydu. Ayrıca o, kurduğu medresenin ilk müderrisiydi. Seyyid soyundan gelenlerin ders verdiği bu medrese, bölgenin önemli bir eğitim kurumu olarak varlığın ve faaliyetlerini 1900’lü yıllara kadar sürdürmüştür.

Seyyid Harun Veli’nin vefatından sonra yerine Halife Sultan geçmiş, onun da 1367 yilinda vefat etmesi üzerine Seyyid Harun Veli’nin yeğeni Seyyid Musa, şeyh olmuştur. Şeyh Musa’dan sonra şeyhlik görevi, bu soydan gelenler
tarafindan yürütülmüştür.

KAYNAKLAR:
Mehmet Önder, Seydişehir Tarihi, Ankara 1986, s.96-101
Abdülkerim b. Şeyh Musa, Makalat-ı Seyyid Harun, Haz. Cemal Kurnaz, TTK Basımevi, Ankara 1991, vr. 3a-25a.
Abdurrahman Ayaz, Seydişehir Tarihi, 5. Baskı, Seydişehir 2008, s.17-56
Haşim Şahin, “Seyyid Harun Veli, TDVÎA, C.37, Istanbul 2009, s. 58-59
Şerafettin Yıldız, “Seyyid Harun Veli (Seydişehir’in Kuruluş Tarihçesi)”, Küpenin Incisi Seydişehir Araştırma Dergîsi, Ağustos 2011, s.6-10
Şerafettin Yıldız, iz Bırakan Seydişehirliler 1320 1923, Aybil Yayınları, Konya 2013, s.9-30.

Sultan’ul Ulema Bahaeddin Veled (k.s.)

Konya – Hazreti Mevlana Türbesinde – Hazreti Mevlananın hemen yanında

Sultanü’l-Ulema Bahaeddin Veled hazretleri, Mevlana Celaled­din-i Rumi’nin babasıdır. 545 veya 546 Hicri yılında Belh şehri’nde doğmuştur. Babasının adı Hüseyin, dedesininki ise Ahmet Hatibi’dir. Kendisi ulema bir aileye mensuptur. Babasından ve zamanın büyüklerinden ilim tahsil etmiş ve Belh’te büyük bir şöhrete sahip olmuştur. Belh halkının ve Harizmşah’ın çekememeleri üzerine bunlara kızarak 614/ 1217 yılı civarında Belh’ten ayrılmıştır. Seyahatı sırasında oğlu Celaleddin ile birlikte Nişabur’da meşhur İran Şairleri’nden Feridüddin-i Attar ile buluşmuş, Attar, Celaleddan’e ‘‘Esrar­ name” isimli eserini hediye etmiştir.

Sultanü’l-Ulema, yoluna devamla Bağdat’a uğramış orada halife ile görüştükten sonra Hicaz’a giderek Hac farizasını yerine getirmiştir. Hac dönüşü Şam yolu ile Anadolu ‘ya geçerek Malatya üzerinden, Erzincan’a gelmiş ve Erzincan Akşehir’inde dört yıl kaldıktan sonra Larende (Karaman)’ye gitmiş, yedi sene kadar burada kaldıktan sonra 626/1229 yılında Sultan Alaeddin’in isteği üzerine Konya’ya gelmiş ve orada 628/1231 yılında vefat etmiştir.

Belh Şehri hükümdarı Alaeddin Muhammed Harizm­ şah’la araları açılan Bahaeddin Veled, Belh’ten çıktıktan sonra Bağdat’a vardığında Selçuk Sultanı Alaeddin Keykubat tarafından Bağdat’a gönderilen kimselerle tanışmıştır. Bunlar Konya’ya döndüklerinde Sultanü’l-Ulema’nın büyüklüğünden bahsediyorlardı. Bu sebeble Alaeddin Keykubat, Sultanü’l-Ulema’nın Konya’ya gelmesi için yolunu bekliyordu. Alaeddin Keykubat, Sultanü’l-Ulema’nın vefatında yedi gün yas tutmuş sarayından dışarıya çıkmamıştır.

Sultanü’l-Ulema lakabı ile anılmasının sebebi: Seyyid Burhaneddin Tirmizi Hz.lerinden rivayet edilmiştir ki:
Bahaeddin Veled’i çekemeyenlerden üçyüz alim ve müftü, Belh Şehri’nde bir gece rüyalarında Kainatın Efendisi Hz. Muhammed Mustafa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i görmüşler. Peygamber (s.a.v.) yeşil bir çadıra oturmuş, Bahaeddin Veled de O’nun huzurunda idi. Peygamber (s.a.v.), Bahaeddin Veled ‘e iltifatlarda bulunuyor, kucaklıyor ve orada bulununlara: ”O’na Sultanü’l-Ulema lakabını verdim” diyordu. Bu rüyayı gören cemaat uyanınca her biri ayrı ayrı Bahaeddin Veled’e doğru yöneldi. Yolda birbirleriyle karşılaşanlar, dün geceki rüyadan bahsediyorlar, hayret ve şaşkınlık içinde kalıyorlardı. Sultanü’l-Ulema uzaktan bu topluluğu görünce: ”Peygamber (s.a.v.) dervişlerin halini bildirmeden sizde gerçek bilgi hasıl olmadır” dedi. O cemaat, Sultanü’l Ulema’dan özür dileyerek O’na karşı olmaktan vazgeçip müridi oldular. Bu rüyadan sonra, verdiği fetvalar altına, isminin yerine bunu Sultanü’l-Ulema yazdı” diye imza ederdi.

Yine Seyyid Burhaneddin Tirmizi Hz.lerinden nakledilmiştir. ki: “Şeyhim Bahaeddin Veled, ulu arkadaşlar arasında her zaman: ”Benim Hüdavendigar’ım (Mevlana Celaleddin) ulu bir nesildendir. Asil bir padişahdır. O’nun velayeti de asaletinden geliyor. Çünkü O’nun büyük annesi Şemsü’Il Eimme Serahsi’nin kızıdır” derdi. Şemsü’l-Eimme’nin Şerif olduğunu söylerler. Anne tarafından da nesebi, Müminlerin Emiri Aliyyü’l-Murtaza’ya ulaşır. Benim annem de Belh Hükümdarı Harizmşah ‘ı kızıdır. Dedem Ahmed Hatibi’nin annesi ise Belh Hükümdarı İbrahim Edhem’in kızıdır. Bu nesebi bildirmekten maksad, O’nun gözüken nesebini övmektir. Ta ki şecereciler (soy kütüğü yazanlar) ve bilgisiz münazara edenlere, onların büyük baba ve dedelerinin böyle bir dünya ve ahiret padişahları neslinden ve temiz unsurdan süzülüp gelmiş oldukları malum olsun. Peygamber (s.a.v.)’in: ‘‘ırk dessastır” sözü mucibince onların temiz olan bu ırkına itibar etsinler ve O’nu layık olduğu derecede yüceltsinler. Mevlana Celaleddin Mesnevi de:

”Ulu padişahlardan süzülüp gelen bu neseb, O’nun görünen nesebi olmuştur. O hazretin özü, hakikatte nesebden uzak ve pakdır. O, balıktan ta Simak Yıldızı’na kadar kimsenin cinsinden değildir. Adem’e kadar ulaşan O’nun bütün geçmişleri aşk meclisinin ve savaşının en büyükleri idiler”demiştir.

Sultanü’l-Ulema’nın üç cüz üzerine tertip edilmiş ” el-Maarifü’l-Veledi fi Esrari’l-Ehadi” isimli Farsça, tasavvufla ilgili bir eseri İran Maarif Vekaleti tarafından bastırılmıştır. Ayrıca ‘‘el­ Esrarü’r-Ruhiyye” ve “Meşrıku’ş Şemseyn fi’t-Tasavvufi ve’l Ahlak” isimli iki eseri daha vardır.

Kaynak ; Kayseri İlmiye Tarihinde Meşhur Mutasavvıflar , Ali Rıza Karabulut , Seyyid Burhaneddin Vakfı

Şeyh Sadreddin Konevi (k.s.)

Konya – Şeyh Sadreddin Konevi camii yanında

Sadreddin Konevi hazretleri 1208 yılında Malatya’da doğdu. Sema kayıtlarında künyesi “Sadrüddin Ebü’l-Mealî Muhammed bin el imam Eş-Şeyhü’l Islam İshak bin Yusuf bin Ali” olarak kayıtlıdır.

Sadreddin Konevi’nin babasi Şeyh Mecdüddin Ishak Malatyalıdır. Mecdüddin Ishak Bağdat’ta fütüvvet teşkilatında hizmet etmiş alim bir zattır. Selçuklu Sultanı ve Abbasî Halifesi nezdinde diplomat olarak görevler yapmıştır. Selçuklu sultanlarından I .Giyaseddin Keyhüsrev’in şehzade iken hocasıdır. Selçuklu sarayında ağırlığı olan bir zattır. Mecdüddin Ishak, Bağdat ve hac ziyaretlerinde tanıştığı İbni Arabi, Evhadüddin Kirmani, Ahi Evren, Ebu Cafer Muhammed el Berzaî, Ebul Hasen Ali et İskenderanî gibi zatları Konya’ya dönerken yanında getirmiş, bu zatları sultanla görüştürüp, Konya’nın ilim ve maneviyatına büyük katkılar sağlamıştır.

Eğitimi
Sadreddin Konevi’nin hocaları başta Muhyiddin Arabî olmak üzere Evhadüddin Kirmanî, İbni Şebin, Muhyiddin Dımaşkî, Şeyh İzzeddin, Muhammed bin İbrahim es Silefi el Isfehanî dir. Sadreddin Konevi’nin babası Mecdüddin Ishak 1221 tarihinde vefat etti. Bir rivayete göre daha sonra Sadreddin Konevi’nin annesi, Ibn-i Arabi ile evlenmiştir. İbn-i Arabi, Konevi ile birlikte 1227 yilinda Malatya’dan Şam’a göçmüş, Konevi burada eğitimine devam etmiştir. Konevi , Şeyh Evhadüddin Kirmani’ye de uzun yıllar hizmet etmiş, beraber Anadolu seyahatleri yapmış, Hacca gitmişlerdir. Sadreddin Konevi 1233 yılında İbn-i Arabi’nin izniyle Evhadüddin Kirmani ile birlikte Mısır’a gitmiştir. Mısır dönüşü Kirmani Bağdat’a gitmiş, Konevi ise Şam’da kalarak burada dersler vermeye başlamıştır. Bu dönemde babasından kalan malları tasadduk etmiştir.

Konevi’nin 1242 yilinda Halep’te ders verdiğine dair sema kayıtları vardır. Bu tarihten sonra ise Konya’ya gelerek yerleşmiştir. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri Sadreddîn-i Konevî’ye nefsini terbiye yollarını öğretti. Sadreddîn Konevî günlerini riyazet ve mücahede ile nefsiyle uğraşmakla geçirdi. Nefsiyle uğraşması öyle bir dereceye ulaştı ki, uyumamak için Muhyiddîn-i Arabî hazretleri onu alır, yüksek bir yere çıkarır, o da düşme korkusuyla uyumaz tefekkürle meşgul oturdu. Sadreddîn-i Konevî hazretleri anlatır: “Hocam Muhyiddîn-i Arabî hayatta iken, benim yüksek makamlara kavuşmam için çok uğraştı. Lakin hepsi mümkün olmadı. Vefatından sonra bir gün, kabrini ziyaret edip dönüyordum. Birden kendimi geniş bir ovadabuldum. O anda Allahü Teala’nın muhabbeti beni kapladı. Birden Muhyiddîn-i Arabî’nin ruhunu çok güzel bir surette gördüm. Tıpkı saf bir nurdu. Bir anda kendimi kaybettim. Kendime geldiğimde onun yanında olduğumu gördüm. Bana selam verdi. Hasretle boynuma sarıldı ve; “Allahü Teala’ya hamd olsun ki, perde aradan kalktı ve sevgililer kavuştu, niyet ve gayret boşa gitmedi. Sağlığımdakavuşamadığın makamlara, vefatımdan sonra kavuşmuş oldun.” buyurdu. Yine kendisi anlatır: 1255 senesi Şevval ayının on yedisine rastlayan cumartesi gecesi, rüyamda hocam Muhyiddîn-i Arabî hazretlerini gördüm. Aramızdaki uzun konuşmalardan sonra, ona, Cenab-ı Hakk’ın Esma-i Hüsnası ile ilgili kalbime doğan bilgileri arz ettim. O da; “Çok doğru, pek güzel!” deyince, ona; “Efendim! Hakîkatte güzel olan sizsiniz.Çünkü bu ilimleri bana siz öğrettiniz. Siz olmasaydınız, bu ilimleri bana kim öğretirdi?” dedim. Mübarek ellerini öptüm ve; “Efendim! Bütün mahlukatı, herşeyi unutup Allahü Teala’yı daimî olarak hatırımda tutabilmem için dua ve himmetlerinizi istirham ediyorum.” diye yalvardım. O da, benim bu arzuma kavuşacağımı müjdeledi ve uyandım. Sadreddîn-i Konevî hazretleri, bundan sonra çok büyük manevi derecelere yükseldiğini, manevî alemlerin kendisine seyrettirildiğini, hiçbir zaman Allahü Teala’yı hatırından çıkarmadığını, bir an bile unutmadığını Nefehat isimli eserinde bildirir.

Konevi Konya’da
Konevi , oğlu Ali Han’ın hastalığının iyileşmesine vesile olduğu için Hace-i Cihan tarafindan tahsis edilen Meram Çeşme Kapıdaki Konakta müderrisliğe başladı. Burada, alim ve seçkin insantara Camiul- Usul, Ahkamu’l- Kübra, tefsir ve tasavvuf dersleri veriyordu. Sağlığında oturduğu konak, vefatından sonra cami, hanikah, imaret, mektep ve türbeden oluşan Sadreddin Konevi mamuresi haline geldi. Sultan II. Izzeddin Keykavus, Sadreddin Konevi’yi, Konya’dan Denizli’ye giden Ahi Evreni getirmesi için görevlendirmiş, Konevi’de Denizli’ye giderek Ahi Evreni tekrar Konya’ya getirmiştir.

Sadreddin Konevi ve Mevlana
Sadreddîn-i Konevî ve Mevlana Celaleddîn-i Rumî on üçüncü asır Anadolu’sundaki iki önemli şahsiyet olarak dikkati çekmektedir. Her ikisi de şöhretlerini Konya’da elde ettikleri gibi, en verimli çalışma ve eserlerini de bu şehirde vücuda getirmişlerdir. Yaşları hemen hemen aynı olup, doğum ve ölüm tarihleri birbirine oldukça yakındır. Sadreddîn-i Konevî ile Hz. Mevlana’nın dost olduğu, birçok önemli davet ve toplantılarda birlikte bulundukları, aralarında cereyan eden karşılıklı ikram, incelik ve tevazunun olduğu bir çok kaynakta anlatılmaktadır. Sadreddîn-i Konevî ile Hz. Mevlana aynı safta veya biri imam öteki cemaat olarak birlikte namaz kılmışlardır. Ömrünün son senelerinde Hz. Mevlana’nın da Sadreddîn-i Konevî’ye karşı samimi bir muhabbet hissiyle dolu olduğu anlaşılıyor. O ağır hastadır, artık vefatı yaklaşmıştır. Ziyaretçiler gelip gitmektedir. Dudaklarının kuruluğu gitsin diye şerbet sunmak isterler, fakat kabul ettiremezler, kimsenin elinden almaz. Nihayet Sadreddîn-i Konevî verince reddetmez ve bir kaç yudum içer. Duygulanan Sadreddin üzüntüsünü şöyle dile getirir: “Yazık yazık, hlüdavendigar’ın mübarek vücüdundan mahrum kaldığımız vakit halimiz nice olur?” demekten kendini alamaz.
Ölüm anına yakın Mevlana’nın cenaze namazını kıldırmak üzere Sadreddîn-i Konevî’yi seçmesi ona olan sevgi ve alakasının en önemli delillerinden biri olsa gerektir.

Vefatı
Sadreddîn-İ Konevî 13. yüzyılda Konya’da yaşamış büyük ilim, fikir ve tasavvuf üstadı, insan-ı kamildir. Zamanında Konya’nın en büyük alimi ve şeyhi idi. Ekberiye geleneğinin kurucusu ve temsilcisi idi. Şeyhi Kebir olarak diye anılırdı. Sultanlar divanında ona ‘Arap ve Acem diyannın halifesi’ diye hitap edilirdi. Zamanı Anadolu’nun Moğol istilasına uğradığı ve siyasetin karışık olduğu dönemlerdi. Vasiyeti meşhurdur. 16 Muharrem 673 / 22 Temmuz 1274 tarihinde vefat etti.

Eserleri
Konevi pek çok eser vermiştir. Eserlerine şerhler yazılmış, İslam felsefesi ve tasavvuf alemini etkilemiştir. Böyle önemli bir şahsiyet olmasına karşılık özellikle ülkemizde tarihte olduğu gibi yeterli yayın yapılmamıştır. Eserlerinin tamamı henüz Türkçeye tercüme edilerek yayınlanmamıştır. Ekrem Demirli tarafindan bazı eserleri tercüme edilerek Türkçe isimlerle yayınlanmıştır.

1- Miftahu’l-ğayb ve’l-cem’ve tafsîlühü (Tasavvuf Metafiziği)
2- İ’cazü’l-beyan fi Tefsin Ümmi’l- Kur’an (Fatiha Süresi)
3- Şerh’u esma’illahi’l-Hüsna (Esma-Hüsna Şerhi)
4- El-Fükuk fî esrari müstenidati Hikemi’l-Fusüs (Fususu’l-Hikem’in Sırları)
5- Şerh-u Erbaîne Hadîs (Kırk Hadis Şerhi )
6- En-Nefehatü’l-İlahiyye (İlahi Nefhalar)
7- En-Nusus fî tahkîki tavri’l- Mahsus ( Vahdet-i Vucüd ve Esasları )
8- El-Müraselat beyne Sadriddin Konevi ve Nasiriddin Et-Tusi ( Sadreddin Konevi ve Nasreddin Tusi Arasında yazışmalar)
9- Tebsıratü’l- Mübtedi ve tezkiretü’l- müntehi ( Marifet Yolucusuna Kılavuz)

Türbesi
Selçuklu eserlerden olup caminin hemen yanında bulunur. Giriş kapısında bir kitabe bulunmaktadır. Türbenin üstü açık kafesle Örtülerek vasiyeti yerine getirilmiştir.
Türbenin kafesi zarif başlıklı ve köşeli on iki mermer üzerine oturmaktadır. Mermere zarif geometrik şekiller işlenmiş olup türbenin kuzeye açılan kapısının söveleri som beyaz mermerdendir. Kapının üstündeki boşluğa yerleştirilmiş olan mermer kitabede sülüs yazı ile şu cümleler bulunmaktadır. “Sabahın izzet ve devlete kapın da hacet sahiplerine açık olsun”

Camii
Sadreddin Konevi’nin türbesine bitişik olan kendi adıyla meşhur olan cami de Selçuklular devrinde topraktan yapıldığı için zamanla harabeye dönüşerek içinde namaz kılınmaz hale gelmiştir. Caminin bu durumu Konya Valisi Ferit Paşa tarafindan Sultan II. Abdulhamid’e bir tutanakla bildirilmiş tamir için emir ve müsaadeleri istenmiştir. Müsaade alındıktan sonra toprak örtü ve dikmeler kaldırılarak duvarları yeniden taştan yapılmış ve üzeri de çatıya alınmıştır. 19 Ağustos 1897’de yeniden ibadete açılan caminin zamanımıza kadar ulaşan minaresi Osmanlılar zamaninda tuğladan yapılmıştır. Caminin tarihi açıdan en önemli kısmı ise; Selçuklular devrinde yapılan ve günümüze kadar ulaşan mihrabıdır. Mihrap, mavi siyah çinilerle süslenmiş olup daha çok mavi renk hakimdir. Çiniler arasinda dağılan siyah lüleler onları daha da güzelleştirmiştir. Cami daha önceleri kubbeli olup duvarları ve kenarları da çinilerle süslüydü. Caminin pencere kapakları Türk oymacılığının en güzel örneklerindendir.
Bu kapaklar Istanbul Eski Eserler Müzesinde saklanmaktadır. Pencerelerden birinin sağ kanadında “La şerefü eazzü mine’t-takva” (takvadan daha aziz bir şey yoktur.) yazılıdır. Sol kanadında da “ve la etemme min terki’l-heva” (heva ve hevesi bırakmaktan daha mükemmel kerem olmaz) yazılıdır.

Vasiyeti
Rahman ve Rahim olan Allah Celle Celalühü’nün adıyla Dostlarım ve mensup olan müritlerim talebelerim beni Müslümanların umumi kabristanına defnetsinler. Olümümün ilk gecesinde Cenab-ı Allah’ın beni her türlü azabından ve cezasından uzak tutmasına vesile olmasi için Cenab-ı Allah’ın kabul etmesi niyetiyle 70.000 kelime-i tevhidi okusunlar. Yine ölümümde hazır bulunanlardan her biri aynı niyet ve ağır başlılıkla ve kalp huzuru içinde 70.000 adet La ilahe illallah diyerek zikirde bulunsunlar. Onlar beni fıkıh kitaplannda yazıldığı tarzda değil hadis kitaplarında belirtilen esaslara göre yıkasınlar. Kefen olarak beyaz bir izara sarsınlar ve Şeyh Muhyıddîn Arabi’nin gömleği ile beyaz bir gömlekle kefenlesinler.
Cenazemi hiçbir cenaze okuyucusu (ağıt yakan) takip etmesin. Tabutumun üzerine Şeyh Evhadüddîn Kirmani’nin seccadesini örtsünler. Cenazemde cenaze okuyucuları bulunmasın. Kabrimin üzerinde ne bir imaret ne de bir çatı yapılmasın. Kabrimin yerinin belli olmasi ve kaybolmaması için sağlam taştan yapsinlar. Kızım Sekineyi de Allah muvaffak kılsın. Namazı geçirmemesini diğer farzlarla birlikte istiğfara devam etmesini ve Allah Celle Celalühü’ye itaat etmesini vasiyet ediyorum.