Gaziantep de günümüze ulaşamayan türbeler ve mezarlıklar

BOSTANCI CAMİİ TÜRBESİ Bostancı Camii avlusunda olduğu bilinen türbe muhtemelen ilk caminin hamsi olan Ahizade Hacı Abdurrahman Ağa tarafından cami ile birlikte yapılmıştır. 1908 tarihli bir Şer’i Mahkeme Sicili’ne göre türbenin o tarihte ayakta olduğu anlaşılıyor . DÖNE HATUN TÜRBESİ Şehitkamil ilçesi sınırları içerisinde, eskiden Gazhane …

Hz. Sa’d bin Abu Vakkas (r.a.) – Seydi Vakkas Türbesi – Gaziantep

Gaziantep – Araban’da Ziyaret köyünde

Sa’d bin Ebu Vakkas Hazretlerinin türbesi Gaziantep’in Araban ilçesinde ziyaret köyünün kuzeydoğusundaki mezarlığın yanı başında yer alır. Dikdörtgen planlı ve düzgün kesme taşlarla inşa edilmiş yapının iç bölümünde bağdadi sıva kullanılmıştır. Kuzey ve güneyde mihrap ve paye biçiminde sütunlar yer almaktadır. Mezar mermerden yapılmış sanduka ve kapak kısmından oluşmaktadır. 1998 yılındaki restorasyonu sırasında türbenin 30 metre güneybatısında mescit, misafirhane ve kurban kesim yeri inşa edilmiştir. Türbenin ön avlusunda da 24 sahabenin mezarı olduğu rivayet edilmektedir. Halk arasında Seydi Vakkas Hazretleri olarak bilinen zat, hayatta iken cennetle müjdelenen on sahabe arasında yer alır. Ashab-ı Kiram’ın büyüklerindendir. Peygamber efendimizin (s.a.v) duasına mazhar olmuş büyük islam kumandanıdır. Sa’d bin Ebu Vakkas (r.a), Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamanında yapılan bütün seferlere katılmıştır. Hz. Ömer döneminde İran ve Irak’ı fethetmek için İslam Orduları Komutanı olarak görevlendirilmiştir. Tarihi kaynaklara göre Sa’d bin Ebu Vakkas bu seferler esnasında Ziyaret Tepesi diye bilinen bu tepede karargah kurmuş, Bizans orduları ile savaşmış ve zafer kazanmıştır. Bu türbe, Sa’d Bin Ebu Vakkas Hazretlerinin makamıdır. 675 yılında Medine’de vefat etmiştir. Kabri, Medine’deki Cennet’ül Baki mezarlığındadır.

Türbe hakkında halk arasında söylenen birkaç rivayet vardır. Birinci rivayete göre, Sa’d bin Vakkas Hazretleri düşmanları ile savaşırken yaralanmış ve yaralı iken yanında Ayşe Fatma adlı kız kardeşini düşmanların eline geçmemesi için karşı tarafta bulunan yüksek dağa fırlatmıştır. İlkbahar mevsiminde kız kardeşinin düştüğü yerde her taraf otsuz iken orada otların yetiştiği rivayet edilmektedir.

İkinci bir rivayete göre ise, Sa’d bin Vakkas Hazretlerinin ziyaret edilen türbesi bir rüya sonucunda inşa edilmiştir. Kahramanmaraş’tan Dulkadiroğlu Beyliği’nde bir şahıs rüyasında Sa’d bin Vakkas Hazretleri’ni görür. Sa’d bin Vakkas orada şehit düştüğünü ve gelip mezarının yapılmasını ister. Dulkadiroğlu Beyliği’ndeki şahıs Kahramanmaraş’tan kalkıp atıyla buraya gelir. Bir türlü mezarın yerini tespit edemez. Tekrar memleketine döner. İkinci defa Sa’d bin Vakkas Hazretleri adamın rüyasına girer, “Eğer sen gelirsen benim düştüğüm yerin hemen yanında bir büyük kaya vardır. Eğer o kayayı görürsen benim düştüğüm yer hemen kayanın yanındadır” der. Dulkadiroğlu Beyliğindeki şahıs atına binip oraya gelerek tarif edilen kayayı görür ve mezar yerini tespit eder. Hemen oraya binayı inşa eder.

Diğer bir rivayete göre, bir zamanlar türbenin bulunduğu yer ziyaretçi akınına uğrarmış. Ziyaretçilerin ağırlanması esnasında yapılan masraflar ise Şanlıurfa iline bağlı Halfeti ilçesi ile Araban arasında işleyen gemiler tarafından karşılanırmış.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak ; Gaziantep Evliyaları – Abdulhalim Durma
[/toggle]

Şuayipzade Şeyh Ali Akif Efendi

Gaziantep – Şahinbey İlçesi – Ünaldı mahallesi Mıhçı Zekeriya sokak no :2

Şuaybzade Ali Akif Efendi (1822-1905), Antep’te dünyaya gelir. İsmi halk arasında Ali Baba veya Ali Akif Efendi Hazretleri diye anılır. Babası Şuaybzade Hacı Emin Efendi, dedesi ise Muhammed Efendidir. Ali Akif Efendi ilim tahsiline Şeyh Camii Medresesinde başlar. 1850’li yıllarda Kilisli Baytazzade Abdullah Efendinin talebesi olur ve otuz yıl sohbetlerinden faydalanır. Hocasının vefatından sonra uzun müddet halka vaaz ve nasihatlerde bulunur. Şuaybzade’nin Antep’teki en meşhur talebesi Şam ve Mısır’da tahsilini tamamladıktan sonra Antep’te bir ilim muhitinin odağı olan Mehmed Hasib Dürri Efendi (1913)’dir.

Türbesi, Gaziantep’in Şehreküstü Mahallesinde olup özellikle üniversite sınavı öncesi öğrencilerin ve konuşmakta geç kalan çocukların annelerinin medet umdukları bir ziyaret yeri olarak ziyaret edilmektedir.

Kitabesinde H.1323 tarihinde inşa edildiği yazan türbede, Ali Akif efendinin mezarı vardır. Son yıllarda türbenin yanına ek binalar, tuvaletler ve mescit yapılmıştır. Avlu duvarı ile çevrelenen türbede kesme taştan yapılmış kemerli bir giriş kapısı bulunmaktadır. Ayrıca avlu duvarı üzerinde çift renkli kesme taştan yapılmış beşik kemerli bir kapı yer alır. Avlu içinde giriş bölümünün zemininde kara taş beyaz ve pembe mermerlerle geometrik şekiller yapılmıştır. Avlunun geri kalan bölümleri yenilenmiş ve basamaklarla kot farkı olan ra ulaşım sağlanmıştır. Türbe özellikle Cuma günleri ziyaret edilmektedir.

Türbenin İki kitabesi olup birincisi şöyledir;
Şeyh Ali Akif Efendi eyledi azm-i bekaa
Gitti eyvah can dayanmaz ah kim bu fırkata
Hoca Sermest anı postunda kılmıştır halef
Ol şerefle nail oldu bu hakiki devlete
Bir mücevher tarih-i tam söyledim kîm fevtine
Allah Allah geçti ol şeyh-i mükemmel vuslata (1323)

Türbenin kapısında olduğu belirtilen İkinci kitabe ise şöyle ;

Hulüs-i kalb ile peyrev olub bîr pir-i agaha
Müheyya eyle daim zad-ı rahı azm-i nagaha

Tarîk-i vuslatın her hatvasında bin hatalar vardır
Refik ü reh-nüması olmayan a’ma düşer çaha

Tarik-i Nakşibendi menzil-i canana akrebdîr
Ana can ile hizmet vasıl eyler halkı dergaha

Kilisli Hoca Abdullah Sermest’e edüp hizmet
Ali Akif Efendi rehnüma oldu bu dergaha

Muammer oldu seksenüç sene ilm ü ibadette
Sena-yi hüsn-i ahlakı şeref-bahş oldu efvaha

Tulüi’s-şems ile reh-yab olur maksuda Mevlana
Teşebbüs eyleyenler damen-i ah-i sehergaha

Oku tarihini geçme hudud-ı nokta-i yeri
Makam-ı evliyada hacetin arzeyle Allah a 1323 (1905)
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]Kaynak
Kaynak ; Gaziantep Evliyaları , Abdulhalim Durma
Gaziantep Kültür Envanteri
[/toggle]

Hz. Pir Sefa

Pir Sefa hazretlerinin kabri şerifi ; Gaziantep – Merkez’de Bakırcılar çarşısında bulunan Pir Sefa mescidi yanında Hz. Yuşa Peygamber türbesinin yanında

Rivayetlere göre Pir Sefa hazretleri , Hz. Yuşa (a.s.)’ın türbedarı olduğu ve vefat edince buraya gömüldüğü söylenmektedir. Bir başka rivayete göre Pir Sefa hazretleri Medinelidir ve ensardandır. Gaziantep’in Müslümanlar tarafından fethinde Hz. Ali kumandasında buraya gelmiş. Karaçomak’la yan yana savaşırken uğradığı zorlu bir kılıç darbesi ile şehit olmuştur. Bunun üzerine Hz. Ömer , Hz. Yuşa’nın yanına defnederek ” Kendini Peygamberi Zişan’la Komşu ettim” demiştir.

Hz. Yuşa (a.s.) – Gaziantep

Gaziantep – Merkez’de Bakırcılar çarşısında bulunan Pir Sefa mescidi yanında Hz. Yuşa Peygamber türbesinin yanında

Yuşa (a.s.) Peygamber , orta boylu , buğday benizli, yassı yağrınlı, büyük gözlü, mücahid , gazi ve yiğit bir zat idi. Yuşa (a.s.) , İsrailoğullarından olup ,Musa (a.s.)’a yardımcı olmuş ve Musa(a.s.)’ın vefatından sonra İsrailoğullarına Peygamberlik ve önderlik yapmıştır. İsrailoğullarını Tih çölünden geçirdikten sonra Eriha bölgesini 6 ay kuşattıp feth etmiş. Böylece çöllerde göçebe gibi yaşayan israiloğullarını göçebelikten kurtarıp , Arzı Kenan’a yerleştirdi. Hz. Musa(a.s.)’ın kabrini de bu bölgeye getirmiştir. Yine Şam ve bölgesindeki krallarla da çarpışıp onları yenilgiye uğrattı. ele geçirdiği Şam ülkesine Valiler tayin etti.

Yuşa (a.s.) , Musa(a.s.)’dan sonra İsrailoğullarını Tevrat hükümlerine göre yirmi dokuz veya yirmi yedi yıl idare etti ve bir rivayete göre 120 bir rivayete görede 126 yaşında vefat etti. Yuşa(a.s.)’nın kabrinin nerede olduğu ise tam olarak belli değil. Kaynaklara göre ; Muarra , Nablus ve Halep’den birinde gömülüdür.
Türkiye’de İstanbul Yuşa (a.s.) tepesinde ve Gaziantep’de Yuşa (a.s.)’ın kabir ve makamları vardır. Gaziantep’deki kabri şerifle ilgili Gaziantep Evliyaları isimli eserde şu bilgileri bulabildik.
– Halep’de Yuşa(a.s.)’a ait bir türbe bulunmamaktadır. Osmanlı – Halep Vilayet Salnamelerinde Gaziantep , Halep vilayeti içerisinde yer alır . Halep diye kastedilen kabir Gaziantep’deki olabilir.
– Tevratta Yuşa (a.s.) ile şu satırları okumaktayız: “Yuşa bu sözleri Rabbin şeriyat kitabında yazdı ve büyük bir taş alıp orada anı rabbin makdesinde olan bir butum ağacının altina dikti.” İşbu vukuattan sonra Rabbın kulu Yuşa bini Nun 110 yaşında vefat etti ve anı kendi mirasının hududu dahilinde Caaş dağının şimal tarafında vaki Efraim dağında Temniyatı Seraç’da defnettiler .
Tevratta geçen dağların nerede olduğunu bilmiyoruz. Ancak Butum yani fıstığın anası olan sakız ağacı dikkatimizi çekiyor. Gömülü olduğu ileri sürülen yerler arasinda sakız ağacının bulunduğu tek yer Gaziantep’tir.
– Yuşa (a.s.)’ın kabrinin yakınındaki Kunduracılar çarşısındaki bir hanın yapım alanının arka bölümünde içlerinde elekten geçirilmiş ince topraklar dolu kuzeyden güneye doğru uzanan Yahudilerinkiyle aynı mezarlara rastlanmış.Bu duruma bakarak Han inşaasında meydana çıkan mezarların Yuşa türbesi etrafında teşekkül eden bir yahudi kabirliği olduğunu tahmin etmek hatalı olmaz.

Şeyh Fethullah Efendi

Şeyh Fethullah Efendi Türbesi ; Gaziantep – Merkez’de Şeyh Fethullah Efendi camii avlusunda

Şeyh Fethullah Efendi ; Gaziantep Evliyaları içerisinde kerametleri en çok anlatılan velilerdendir. Doğum tarihi belli değildir , babasının adı Abdullatif Efendidir. Şeyh Fethullah Efendi ; Hz. Ebubekir Efendimizin soyundandır. Hatta Şeyh Fethullah Efendi ve yakın zamana kadar soyundan gelen torunlarının ökçeleri deliklidir. ( Hz. Muhammed (s.a.v.) , Hz. Ebu Bekir ile Hicret ederken , Kureyşlilere gözükmemek için bir mağaraya gizlenirler. Efendimiz burada uyumakta iken duvarlardan böcekler çıkmaması için , Hz. Ebubekir bu delikleri elbiseleriyle tıkar. Deliklerden birini de ökçesiyle kapatır. Bu arada Ama yılanlardan birini ökçesini ısırır. Bundan dolayı Hz. Ebubekir’in ökçesinde delik vardır.)

Şeyh Fethullah Efendi‘nin karısı bir gün bir hamama gider. Burada İyi muamele görmez, kurnaların başınaŞeyh Fethullah Efendi camii sokulmaz. Kadın, yapık suyu denilen killi ve sabunlu kirli sularla yıkanarak üzgün bir halde evine döner. Olup bitenleri kocasına anlatır. Fakirliği yüzünden uğradığı bu muuameleden ötürü yakınır. O zaman Şeyh Fethullah Efendi kuyudan bir kuva su çekmesini söyler. Kadın kocasının dediğini yapar.Kovanın altınla dolu olduğunu görür. Şeyhin emri ile bunu kuyuya boşaltır, ikinci bir kova daha çeker. Bunun da içerisinin yılan akrep çiyanla dolu olduğunu müşahade eder. Şeyh Fethullah Efendi ; Eğer dünya malı olan altına rağbet etseydin bu haşarat senin içindi der. Kadın bu kovayı da boşaltır, üçüncü kovadan çıkan su ile yıkanır.

Şeyh Fethullah karısının uğradığı muameleden çok üzülür. Bir hamam yaptırmağa ve adet olduğu üzere yanı başına bir de camii inşa ettirmeğe karar verir, işe girişir Bir yandan temel kazılırken öbür yandan da taşlar getirilip yontulmağa başlanır. Bu sırada yonuculardan birisi ona bu yapılara çok masraf olur, sen fakir bir dervişsin bu kadar parayı nerden bulacaksın diye sorar. Şeyh Fethullah Efendi püf deyince taşlardan biri altın olur.Şeyh Fethullah her akşam işçi ve usta yevmiyelerini üzerine oturmakta olduğu postun altından çıkarıp verir. Bu durumu gören işçilerden biri şeyhin bulunmadığı bir zamanda postun altındaki parayı aşırmak üzere kaldırınca çöreklenmiş kara bir yılanın kendine doğru uzanan korkunç başı ile karşılaşır. Biraz sonra iş yerine gelen Şeyh bu işçiye hitaben: ”Her deliğe elim sokma, kiminden
yılan kiminden çıyan çıkar” der. Onu uyarır.

Cami yapılıp bittikten sonra ustabaşı: Mekke yolunda karataştan yapılmış bir sütun var. Elimize geçse idi buraya dikseydik iyi olurdu diye konuşur. ertesi günü ustabaşı sözünü ettiği sütunu münasip gördüğü yerde dikili olarak görür. Bu sütun halen camiinin doğu kısmındaki bölümdedir.

Şeyh Fethullah Efendi, hamamı yaptırdıktan sonra bir mumla yedi sene hamamın suyunu ısıtır. Hamamın külhanı yanında diğer hamamlarda yakılmakta olan gübre ve odun görülmemesi, külhan kapısının hep kapalı olması dikkati çeker. Bir gün duruma yakından bakan ahali koca hamamın mumla ısındığını görünce hayrete düşer, mumda söner.

Bir gün hamam kazanını değiştirmek için yeni kazan getirildi. Vaktin geç olması sebebiyle değiştirme işi bir gün sonraya bırakıldı. Gecenin geç saatlerinde kapı önünde bırakılan yeni kazanı bir hırsız çalmak istedi. Elini attığı sırada karşısında Fethullah Efendiyi gördü. Hoca Efendi kazanı hırsızın üzerine kapattı. Ertesi gün kazan kaldırıldığında, altından hırsız çıktı. Olup bitenleri oradakilere anlattı ve Fethullah Efendiye gidip af diledi.

Şeyh Fethullah’ın türbesi caminin güney yanındaki hazirede olup üstü açık mezardır. Türbenin bulunduğu hazireye (şıh ocağı) denir. Şeyh Fethullah’ın himmeti ve Allah’ın yardımıyla cami ve hamamda her türlü derdin devası bulunduğuna inanılır. Hatta Şeyh Fethullah Efendi ermenilerce de kutlu bit kişidir. ermeniler Şeyh Fethullah Efendi’ye Sürpağya derler. Yazın belli bir gününde iki üç gün için gruplar halinde Şeyh Hamamına gidilip yıkanılır, ondan sonra türbe ziyaret edilir. Getirdikleri yeşil örtüleri türbeye bırakır ve kurban keserler. O gün gelemeyenler içinde Hamamın suyundan götürülürdü.

Antep savunmasında şehit düşen “Karayılan” lakaplı Molla Mehmet’in mezarı da bu caminin avlusundadır.

Kaynaklar
Kaynak
Cemil Cahit Güzelbey , Gaziantep Evliyaları ,
Abdulhalim Durma , Gaziantep Evliyaları ,

Hz. Ukkaşe Bin Hasene (r.a.)

Hz. Ukkaşe (r.a.) Türbesi ;  Gaziantep – Nurdağı ilçesindeki Durmuşlar köyündeki yüksek bir tepenin üzerinde

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) “Kim cennetteki arkadaşımı görmek isterse, bu adama baksın” buyurarak cennete gireceğini müjdelediği sahebelerden Hz. Ukkaşe Bin Hasene (r.a.).

Türbede medfun olan zatın Hz. Ömer(r.a.) zamanında Gaziantep ve çevresinin fethi sırasında şehit düşen beş sahabeden biri olan Hz. Ukkaşe Bin Hasene (r.a.) olduğu rivayet edilmektedir. Bazılarına göre de, burada katıldığı bir savaşta kaybettiği parmağı yada kanının döküldüğü yer olduğu için buraya türbe yapıldığı rivayet edilmektedir.

Ukkaşe Hazretleri , “ Ya Resulullah Uhud Savaşı’nda bana kırbaçla vurmuştunuz. Hakkımı ancak kısasla ödeşirim”, der. Peygamberimiz (s.a.v), elindeki kırbacı Ukkaşe Hazretlerine verir ve sırtına vurmasını söyler. Ökkeşiye Hazretleri, “Siz bana sırtım çıplak iken vurmuştunuz Ya Resulullah”, der. Peygamber Efendimiz sırtını açar ve tam bu sırada Ukkaşe Hazretleri Peygamber Efendimizin Peygamberlik mührünü görür ve öper. Daha sonra ise “Kısastaki gayem bu idi Ya Resulullah. Yoksa sizde bir hakkım varsa anam sütü gibi helal olsun”, der.

Türbenin bulunduğu yere Ökkeşiye denmektedir. Türbe dağın tam tepesindedir. Hangi yöne baksanız muhteşem bir manzara karşılar sizi. Yakın dönemde restore edilen türbenin yanıbaşında Hz. Ukkaşe Camii yer alıyor. Kompleks içerisinde kurban kesim yerleri, hediyelik eşya satıcıları ve kafetarya bulunuyor.Türbenin alt tarafındaki kuyularda ise birkaç metre derinlikte bol su bulunmaktadır.

Anlatıldığına göre, Peygamberimiz Veda Hutbesinden sonra herkesle helalleşirken Erkek çocuğu olmayanlar ve daha değişik dilekleri olanlar Ukkaşe Hazretlerinin türbesini ziyaret ederler ve isteklerinin kabul edilmesi ve arzularına kavuşmak ümidiyle burada Allah’a niyazda bulunurlar. Ayrıca Allah rızası için kurban keserler. Böylece ziyaretten sonra doğan erkek çocuğa genel olarak Ökkeş adını verirler. Özellikle mübarek zamanlarda türbe ve ziyaret dağında çok parlak bir nurun görüldüğü ve bu nurun Resulullah’a doğru uzanarak kaybolduğu yöre halkı tarafından anlatılır.

Türbenin yılda yurt içinden ve yurt dışından olmak üzere 250-300 bin ziyaretçisi olduğu görülür.

Seyda Muhammed Emin Er (k.s.)

Gaziantep – Şehit Kamil’de Nuri Mehmet Paşa camii avlusunda

Muhammed Emin Er, Zülfügül lakabını taşıyan Hacı Zülfikârın oğlu olup, milâdî 1905 veya 1910 tarihinde, Birinci Dünya Savaşı başlangıcında Diyarbakır’ın Çermik ilçesinin Külüyan (yeni ismi Kalaş) kِöyünde doğdu. Soyadı kanunundan öِnce ailesi “Miryânî” olarak bilinirdi. “Er” soyadı “miryân”ın tekili olan “mîr”in tercümesidir.

Henüz dِört-beş yaşlarındayken annesi Havva hanım vefât etti. Babası zengindi, âlimleri çok severdi. Bu sebeple çocuklarının da okuyup âlim olmalarını çok arzu ederdi. Bu amaçla çocuklarına ders vermesi için bir hoca getirdi. Hocanın bütün masraflarını karşıladı. Kendisi ve büyük kardeşi Ali, bu hocadan Elifbâ okumaya başladılar. Ancak Elifbâ bitmeden babası vefât etti. Üvey annesinin sonra da ağabeyinin yanında yetim olarak kaldı. çobanlık yaparken yazı yazacak kağıt ve kalem olmadığından düz satıhlı taşlar üzerine yine taşlarla yazı yazmaya çalışırdı. Böِylelikle Osmanlıca alfabeyi söِkerek okumayı ِöğrendi.

Kendi kendine okumayı ِöğrendiği için insanlar onun için “Hızır ona uykuda ders veriyor” derlerdi. İlme olan hırsından ve merakından dolayı, her fırsatta kendisinden faydalanabilecek bir ilim sahibi olduğunu duyduğu insanların peşinden koşardı. Bu gayretleri sonunda mektup yazabilecek ve Osmanlıca kitapları okuyabilecek hale geldi. Arap dili ve ilimlerine gelince bu ilimlerde bilgi sahibi olan kimseler yoktu.

Ayrıca o sıralar İslamî harfler yürürlükten kaldırıldı. Kur’ân ve İslamî ilimleri ِöğrenmek yasaklandı. Öyle ki hiç kimse kendi evinde bile olsa çocuklarına Kur’ân öِğretemiyordu. Bu nedenle Suriye’ye gidip İslamî ilimleri öِğrenmek için memleketini terkederek yola çıktı. Gaziantep’e gitti. Ancak oradan Suriye’ye geçme imkânı bulamayınca Adana’ya gitti. Oradan İstanbul’a ve Bursa’ya gitti. Daha sonra tekrar Adana’ya döِndü. Yedi sene devam eden seferleri boyunca çeşitli hizmetlere girdi. Kısa bir müddet sonra tahsil için Suriye’ye sefer etti. Suriye’de bir müddet ilim tahsilinde bulunduktan sonra geri dِönüp tahsiline Türkiye’de devam etti.

İlim tahsiline başladığında 25 yaşında idi. Memleketinde İslamî eğitimde takip edilen usûl gereği Sarf ilmini ِöğrenerek tahsile başladı. Sonra Nahv, Mantık, Vadc, İsti’âre, Edebü’l-bahs ve’l-münâzara, Beyân, Meâ’nî, Bedi’, Usûlu’d-din, Usulu’l-fıkıh ve Kelâm ilimlerini tahsil etti. Bir yandan medresede okutulan bu on iki ilmi öِğrenirken, diğer yandan Fıkıh, Tefsir, Ferâiz, Tecvid gibi diğer ilimleri de ِöğrendi. eş-Şeyh Muhammed Ma’şûk b. Şeyh Muhammed Ma’sûm’dan (ki kendisi Abdurrahman et-Tâğî’nin torunudur) bu ilimlerin hepsinde 1950 yılında icâzet aldı.

Kendisinden bu ilimleri bir çok talebe okudu ve icâzet aldılar. Ayrıca, tasavvufta muhtelif mürşidlerin terbiyesinden geçti. Amelî icâzetini (halka irşad izni) merhum Muhammed Saîd Seydâ el-Cezerî’den aldı. Kendisi Saîd Nursi Hazretleri ile de 1952 yılında Isparta’da görüşmüştür. Üstad Saîd Nursi onu has talebelerinden kabul ettiğini belirtti.

1961 yılında Gaziantep’in Nizip ilçesinin bir köyüne gelip yerleşti. Ardından Gaziantep’e yerleşip burada talebe yetiştirdi. Daha sonra Ankara’da açılan Fıkıh Enstitüsüne Müderris olup Ankara’ya taşındı. İlim tahsilinden sonra hayatı boyunca ders verme, imamlık, vâizlik, tebliğ ve İslam’a davet gibi hizmetlerle meşgul oldu. Bu arada tüm Avrupa ülkelerini, Amerika, Kanada, Japonya, Çin, Hindistan, Pakistan, Afganistan, İran, Rusya, Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, Arabistan, Mısır’a çeşitli seferler yaptı. Burada konferanslar verdi. Üniversitelerde ders verdi. İlim adamlarıyla tanıştı. Talebe yetiştirdi. Pakistan’da Müslüman alimler toplantısında ilk on Müslüman alim olarak kabul edildi. Yüzden fazla eser yazmış olup, bunların ancak on tanesi yayınlanmış olup, diğerlerinin yayın hazırlıkları ailesi tarafından sürdürülmektedir. Arapça eğitim gördüğünden eserlerini Arapça kaleme almıştır. 28 Haziran 2013 tarihinde Ankara’da vefat etti. Vasiyeti gereği çok sevdiği Gazianteb’e getirildi. Nuri Mehmet Paşa Camisi avlusuna defn edildi.

Kaynaklar ;http://www.ibrahimhaliler.com/
Fotoğraflar ;http://www.ibrahimhaliler.com/
www.mustafacambaz.com