Üryan Baba – Elazığ

Elazığ – Merkez’de Kayabaşı denilen dik kayalıklara varmadan sağa doğru 100 m. kadar mesafede, tepenin Harput’a bakan yamacında medfundur.

Halk arasında Tesbih Baba olarak da bilinen Üryan Baba, Kayabaşı denilen dik kayalıklara varmadan sağa doğru 100 m. kadar mesafede, tepenin Harput’a bakan yamacında medfundur. Makam bölümünü oluşturan yapı kayalıklar içindeki bir mağaranın türbeye dönüştürülmesi ile meydana getirilmiştir. Bu kayalıklara Harput’un yerli halkı eskiden “Tilki Kayalıkları” derdi. Buranın hemen yanıbaşında eski bir mezarlık vardır. Üryan Baba Türbesi ile ilgili tarihi kayıtlarda, burada bir hücre ve mescid bölümünün bulunduğu yazılıdır. Bugün ise makam bölümünün bitişiğinde bulunan tek katlı taş ve moloz karışımı olan yapı, Üryan Baba türbedarının kaldığı küçük bir evdir.

Günerkan Aydoğmuş İshak Sunguroğlu’na atfen, türbe yanında bulunan mescidin eskiden tekke olarak kullanıldığını kaydeder. Bugün hücre ve mescid bölümü yıkılmış olup türbenin giriş kapısı dikdörtgen taştan yapılmış iki yan sütun üzerine konulan yarım kemerli taş bloktan oluşmuştur. Bu giriş kapısını oluşturan kemer üzerinde, “Allah’ın ariflerinden ve Allaha karşı olan muhabbet sırrının alimlerinden, cömertliği itibariyle de Allah’ın sevdiği kullarından İsmail’in torunu, Ömer’in oğlu Hafız Muhammed büyük şehadet rütbesine nail olarak burada ölmüştür. Tanrı sırrını mukaddes etsin”, yazısı bulunmaktadır. Türbe mezarın keşfinden hemen sonra 1861 yılında yapılmıştır. Giriş kapısından sonra sağ tarafta sanduka yer alır.

Anlatıldığına göre, Harput’un Alaca Mescid Mahallesinde bir evde oturan Hacı Ali namındaki zat, bir gece rüyasında üç lüle çeşmenin önünde dururken caddeden bir devecinin yuları elinde kendine doğru geldiğini, yanına gelince devesini çökerttiğini ve Hacı Ali’yi üzerine bindirerek Üryan Baba’nın bulunduğu yere bıraktığını ve sonra gözden kaybolduğunu görür. Bu rüyanın bir kaç gece aynıyle tekrarlanması, Hacı Ali’yi hayretler içerisinde bıraksa da korkusundan derdini kimseye açamaz. Nihayet bir arefe günü kazma kürekle oğlu Süleyman’ı da yanına alarak Üryan Baba semtindeki aile mezarlığına gider. Harap ve düzeltilmesi gereken mezarları yaptıktan sonra oğluna, “Evladım! Üç gecedir rüyamda bir deveci beni üç lülenin önünde devesine bindirerek tam şuracığa getirip indiriyor ve gözümün önünde kayboluyor. Gel kazalım bakalım ne çıkacak?”, demesi üzerine Süleyman kazmaya sarılır ve bir taraftan kazar, bir taraftan küreği ile toprağı atar. Çukur bir buçuk metre kadar derinleşince, bir delik açılır. Deliği genişletirler. Ortaya bir lahit çıkar. Lahidin içerisinde bütün vaziyette çürümemiş ve bozulmamış bir cesedinbulunduğunu, yanında çok eski devirlere ait bir deste ok olduğunu ve bu okların yalnız ahşap kısımlarının çürümüş, demir kısımlarının ise sapa sağlam kalmış olduğunu görürler. Üzerini muvakkaten örterek şehre dönünce, hadiseyi müftüye ve şehrin ileri gelenlerine haber verirler. Tetkik neticesinde bu zatın mücahit ve aynı zamanda mazannenden (veli olduğu sanılan) bir kimse olduğuna hükmedilerek bir mescid ve bir de sıbyan mektebi yaptırılır. Lahidin içerisindeki zatın hüviyetine ait bir şey bulunamadığı için kendisine “Üryan Baba” denilir. Burası o günden beri de ziyaretgah olur.

Beyzade Hacı Ali Rıza Efendi’nin sonradan manevi keşifleri neticesinde bu zatın Allah’ın sevdiği kullarından İsmail’in torunu, Ömer’in oğlu Hafız Muhammed olduğu ve burada şehid düşmüş olduğu açıklanır. Beyzade Hacı Ali Rıza Efendi’nin bu açıklamalarından sonra bu keşif, türbenin giriş kapısı üzerine Arapça harflerle yazılır.

Sunguroğlu hikayeyi şöyle sürdürür.
Bu şehid mezarını gördüğü rüya ile keşfeden Hacı Ali Efendi daha sonra uzun bir müddet Üryan Baba’nın türbedarlığını yapar. Bu türbedarlık babadan oğula intikal ederek evvelâ oğlu Hacı Süleyman vazifelendirilmiş, 1896 (1312.H ) tarihinde ölümü üzerine yerine torunu Mehmed Şükrü geçmiştir. Mehmed Şükrü’nün de 1903 (1324.R) tarihinde ölmesiyle bu türbedarlık küçük oğlu Mustafa Lütfi Efendi namında bir arkadaşa geçmişti. Lütfi Efendi babasının ölümünde üç aylık bir çocuktu. Kendisi çok temiz ve samimi bir hemşehrimiz olup halen yaşamakta ve Elâzığ’da oturmaktadır. Her pazar günü, yaya olarak Harput’a çıkar, Uryan Baba’ya gider, türbe ve etrafının temizliğine bakar, müsterih ve huzur içerisinde gününü bu hoş ve mübarek yerde geçirerek akşama evine döner.”İshak Sunguroğlu, türbe önündeki çeşmeye dair de ilgi çekici bir anekdot anlatır. “Türbenin yan tarafında ufak bir çeşme göze çarpar. Hariçten gelen ziyaretçiler, bu çeşmenin bir akar çeşme olduğunu zannederlerdi. Halbuki, değildi. Müslüman ve hayır sahibi bir saka Ömer Dayı her sabah civarın en yakın pınarlarından sırtıyla 8-10 tulum su taşır, hazinesini doldururdu. Bu çeşmede abdest alıp, bu mescitte iki rekât namaz kılanların ruhlarında öyle bir ferahlık ve gönül açıklığı husule gelirdi ki, buraya bir gelen bir daha gelmek ister ve bu suretle ziyaretçileri çoğalırdı.

Geçmişte bu yere akıl hastası olanlar ve gerçekleşmesini çok istedikleri bir muradı olanlar gidermiş. Hatta türbenin içerisinde bulunan ‘Binlik’ bir tesbihin içerisinden de murad ve şifa bulmak niyetiyle geçerlermiş. “Üryan Baba” ismi verilen bu zatın Selçukluların Anadolu’yu fethi sırasında burada Bizanslılarla savaşırken şehid düştüğü ve aynı yere defnedildiği kabul edilir.

Üryan Baba türbe ve mescidi Elazığ Kültür Varlıkları Koruma Envanterinde anıtsal eser olarak kayıtlıdır.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)

Elazığ Evliyaları , Abbdulhalim Durma  

[/toggle]

Üryan Baba

Eskişehir – Seyitgazi İlçesinin 7 km uzağındaki Yazıdere köyü girişinde.

Uryan Baba, onüçüncü asırda yaşamış ”Abdalan-ı Rum” yani Anadolu erenlerindendir. Hayatı ve kişiliği hakkında kaynaklarda yeterli bilgiye rastalanmamasına rağmen Ebul Hayr Rumi’nin yedi yılda yazdığı (1473-1480) Saltık-name’de Uryan Baba‘nın Sarı Saltık’ın çağdaşı olduğunu nakleder.

Saltık-name”de nakledilen iki menkıbeye göre Uryan Baba, Anadolu erenlerinden bir derviştir. Sakarya havzasında zaviye­leri bulunan Karaca Ahmed Sultan, Hacı Tuğrul Baba, Tapduk Emre, Hoca Nasreddin ile aynı dönemde yaşamış bir gönül eri ve Hak aşığı­ dır. Menkıbeye göre de Hacı Bektaş-ı Veli’nin de halifesi değildir.

Bazı yayınlarda Uryan Baba‘nın, onbeşinci asırda yaşayan Sul­tan Şucaeddin Veli‘nin halifesi “Ahmed Uryan Baba” olabileceği gö­rüşü ileri sürülmüştür. Yağmur Say, “Uryan Baba ve Türbesi”nde Saltık-name’deki bu menkıbelerden hiç bahsetmeyerek onu bir Ka­lenderi dervişi olarak tanıtmış ve Balkanlar’da “Uryan Şucaileri” adıyla anılan zümreden olduğu görüşünü savunmuştur. “Baba”, “Dede”, “Ata”, “Abdal” ve “Uryan” adını taşıyan her dervişi de Kalen­deri veya Bektaşi kabul etmek doğru değildir. Her ehl-i tarik meş­repte bu unvanlar kullanılmıştır.

Kitabesi yoktur. Mimari özellikleri dikkate alınarak 16. yüzyıla tarihlenmektedir. Yazıdere köyünde, yerleşim alanının hemen dışında, boş bir arazide yer alan türbe ve imaret yapılarından oluşan yapı topluluğuna dahildir. Yapılar, ortak bir duvarla birbirlerine bağlıdır. Söz konusu duvar, imaretin güneybatı, türbenin kuzeydoğu duvarını aynı hatta kesintisiz olarak birleştirir. Duvar ekseninde sivri kemer alınlıklı, dikdörtgen biçimli bir pencere yer almaktadır. Söz konusu pencere, duvarın arkasında günümüze gelemeyen bir mekanın daha bulunduğunu düşündürmektedir.

Sekizgen planlı, kubbe örtülüdür. Önünde kare planlı kubbe örtülü bir giriş bölümü bulunmaktadır. Kuzeydoğu cephe eksenindeki basık kemerli kapıyla giriş bölümüne girilir. Kapı içte, dikdörtgen biçimlidir. Giriş bölümünün kuzeybatı ve güneydoğu cephe eksenlerinde sivri kemer alınlıklı, dikdörtgen biçimli birer pencere yer alır. Pencereler, dış cephe düzenlemesini içte de tekrarlarlar. Mekan, köşe üçgenleriyle geçilen kubbeyle örtülüdür. Duvarları ve kubbesi tümüyle sıvalıdır. Sıvaların üzerine kalemişi bezemeler işlenmiştir. Köşe üçgenlerinin kenarları kalın mavi şeritlerle boyanarak vurgulanmış, kubbe eteğine bitkisel bezemeler işlenmiş, kuzeybatı duvara iki büyük yazılı madalyon resmedilmiştir.

Giriş bölümünün güneybatı duvarındaki aynalı basık kemerli kapıdan asıl türbe bölümüne geçilir. Kapı türbe içinde sivri kemerli bir niş içine alınmıştır. Türbenin kuzeybatı, güneydoğu ve güneybatı cephe eksenlerinde sivri kemer alınlıklı dikdörtgen biçimli birer pencere bulunur. Bunlardan kuzeybatıda yer alanı kapatılmıştır. Diğer cepheler sağırdır. Cephe yüzeyleri, kalın düz silmelerle dört yandan dikdörtgen biçimli çerçeveler içerisine alınarak çökertilmek suretiyle vurgulanmıştır. Cepheler, üstte profilli silmelerle çevrelenmiştir. Türbenin cephe silmelerinin profilasyonu daha zengindir. Alttaki kaval silmenin üzerinde geniş bir şerit bulunmakta, bu şeridin üstündeki iki kalın, bir ince silmeyle cephe nihayetlenmektedir. Kasnağın kuzeydoğu, güneydoğu kuzeybatı ve güneybatı cephe eksenlerinde birer yuvarlak pencere yer almaktadır.

Türbenin güney ve batı duvarlarında sivri kemerli birer niş bulunur. Nişlerden batıda yer alanı pencereden çevrilmiştir. Güney ve batı duvar eksenlerinde birer pencere bulunmaktadır. Ortasına doğu-batı doğrultusunda bir sanduka yerleştirilmiştir. Kubbe, duvarların üstündeki iki sıra rnukamasın oluşturduğu silindirik kasnağa oturur. Giriş bölümünün cepheleriyle kubbe kasnağında moloz taş, cephelerle kasnakta kesme taş kaplama, pencerelerle kapıların söve ve lentolarında merıner kullanılmıştır. İçte dökülen sıvaların altından, kemer ve duvarların tuğla örgülü olduğu anlaşılmaktadır. Her iki bölümün de kubbeleri kurşun kaplıdır.

İç duvarlar, tümüyle sıvanarak üst üste dikdörtgen biçimli iki alana ayrılmıştır. Bu alanların her biri kalemişi süslemelerle bezenmiştir. Üstteki dikdörtgen yüzeylerin köşelerinde serbest, ortalarında madalyonlar içerisine alınmış, bitkisel bezemeler yer alır. Alttaki dikdörtgen yüzeylerin köşeleri sarmal dal ve bitkisel bezemelerle süslenmiştir. Ayrıca güneybatı duvarına kalemişi bir niş resmedilmiştir. Kubbe merkezinde, yüzeyleri bitkisel bezemeli küçük boyutlu altı madalyonun çevrelediği bitkisel bezemeli kalemişi bir göbek yer alır. Kubbe eteğine de kalemişi bitkisel bezemeler işlenmiştir.

Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan