Çoban Bey

Çoban Bey

Bursa – Molla Arap mah 6. park sokak’da.

Osmanlı devleti kurucularından Osman Gazi’nin oğludur. Türkmen gruplarını Bursa’ya yerleştiren ve onlara liderlik yapan bir alperendir.
Çoban Bey türbesi’nin yapım kitabesi bulunmamakla birlikte XIV. yüzyyıl başlarında yapıldığı bilinmektedir. Yer yer moloz, taş ve tuğla malzemelerinin bir arada kullanıldığı 6,45×6.45 m iç ölçüsünede kare planlı üzeri basık bir kubbe ile örtülü mimariye sahiptir. Beden duvarlarından kubbeye geçiş üçgenler aracılığı ile sağlanmıştır. Kubbe dıştan betonla kaplı ve iki sıra kirpi saçaklıdır. Yapının içi sıvasızdır.Giriş kapısı tuğladan yapılmış , sivri alınlıklıdır. Güney ve doğu yönündeki altlı üstlü ikişer pencere ile içerinin aydınlanması sağlanmıştır. Batıdaki pencereler ile kapı üstündeki pencere sonradan örtülerek kapatılmıştır.

Türbe de Çoban Bey lahdi ile beraber beş lahit bulunmaktadır. 8 Şubat 1854 ve bir yıl sonra Nisan 1855 yılında meydana gelen büyük depremlerde Bursa’daki bir çok yapı gibi Çoban Bey mescidi ve medresesi de yıkılmıştır. 1971 yılında Bursa eski eseleri sevenler kurumu tarafından onarılmıştır. 1997 yılında Yıldırım Belediyesi tarafından onarılmış ve çevre düzenlemesi yapılmıştır.

Samsa Çavuş

Samsa Çavuş

Bilecik – Söğüt’de Ertuğrul Gazi türbesinde

Osmanlı devletinin kuruluşuna çokça hizmeti bulunan ve Ertuğrul Gazi ile Osmna Gazi’nin gazalardaki arkadaşıdır. Çavuş Ünvanını ilk kullanan gazidir. Kardeşi Sülemiş ile birlikte maiyetindeki insanlarla beraber önce Bursa – İnegöl civarına sonra da Mudurnu’ya yerleşti.
Samsa Çavuş birçok gazada yararlılık göstermiştir. Aşıkpaşaoğlu’na göre 1304’lü yıllarda Osman Gazi kendisine Lefke’nin (osmaneli) yanında yenişehir suyu civarında bir kaleyi tımar olarak vermiştir. Bu köyün ismi halen çavuşlardır.
Orhan Gazi zamanında Kara Tegin kalesinin muhafızlığına getirilmiştir. Bu kalenin İznik’e yakınlığından dolayı , Samsa Çavuş sık sık İznik ve civarına akınlar düzenlemiş ve bu bölgenin fethinde önemli bir rol oynamıştır.
Bolu2nun Günbegüz köyünde bizzat kendisinin yaptırdığı bir cami , hamam ve çesmesi bulunan Samsa Çavuş’un kabrinin Hacı Musallar köyünde olduğu söylenir. Söğütteki kabrinin ise makam olduğu düşünülmektedir.
[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”]

Mehmed Hakan Alşan , Horasan Erenleri , Kurtuba Yayınları , 2012
[/toggle]

Saltuk Alp

Saltuk Alp

Bilecik – Söğüt’de Ertuğrul gazi türbesinde

Ertuğrul Gazi’nin silah arkadaşlarındandır. Osman Gazi’nin de beyliği döneminde özelikle kendisine güvendiği bilinmektedir. Aşıkpaşaoğlu eserinde Osman Gazni’nin; Saltuk Alp’i , Orhan Gazi’nin ilk seferlerinde yanında refakatçi olarak gönderdiğini yazmaktadır. Mezarının tam olarak nerede olduğu bilinmemekle beraber söğüt deki kabri makam olsa gerektir.
[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”]

Mehmed Hakan Alşan , Horasan Erenleri , Kurtuba Yayınları , 2012
[/toggle]

Satuk Buğra Han (k.s.)

Satuk Buğra Han 1

Doğu Türkistan’ın Kaşgar Eyaleti Kızılsu Bölgesinde

Babası; bugün Doğu Türkistan sınırları dahilinde bulunan Kaşgar şehri civarında hükümran olan Karahanlı Devleti hükümdar ailesinden Bezir Arslan Han; onun da babası, Bilge Mangur Kadir Han idi. Soyları, Afrasiyab bin Besen vasıtasıyla Türk bin Yafes bin Nuh aleyhisselama ulaşmaktadır. 829 (H. 245) yılında bir Karahanlı şehzadesi olarak doğan Satuk Buğra Han, babası Bezir Han’ın ölümü üzerine, amcası Oğulcak Kadir Hanla evlenen annesinin himayesinde büyüdü. 12 yaşlarında iken müslüman olmakla şereflenip Abdülkerim ismini aldı. 25 yaşında iken islâm nimetine kavuştuğunu herkese ilan etti. 26 yaşında iken, putperest olan amcasını öldürüp Karahanlı tahtını ele geçirdi. İlk, Müslüman-Türk hükümdarı oldu. 70 yıl hakanlık yaptı. Güzel idaresi, kavminden binlerce kimsenin müslüman olmasına sebeb oldu. 955-956 (H. 344) senesinde, Kaşgar civarında bulunan Artuc kasabasında vefat edip oraya defnedildi.

Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın müslüman olması hususunda, tarihçiler çeşitli bilgiler vermektedir. Bunlardan Müneccimbaşı, “Cami-ud-duvel” adlı eserinde; “Karahanlılardan ilk müslüman olan, Satuk Buğra Kara Han’dır. Onun müslüman olmasının sebebi şöyledir: O, rüyasında bir zat gördü. Bu zat ona; “Müslüman ol, dünyada ve ahırette selamete erersin” dedi. Bunun üzerine rüyasında müslüman oldu. Sabahleyin uyanınca, İslâmiyet’i kabul edip müslüman olduğunu açıkladı. Satuk Buğra Han, vefat edince, yerine oğlu Mûsâ bin Satuk geçti. Bundan sonra onun oğlu Ali bin Mûsâ, sonra bunun oğlu Nasr Arslan hükümdar oldu…” demektedir.

İbn-ul-Esir de, “El-Kamil fit-tarih” adlı eserinde; “Satuk Buğra Han, rüyasında yanına, gökten bir adamın inip geldiğini gördü. Ona Türkçe; “Müslüman ol, dünyada ve ahırette selamet bul” dedi. Bunun üzerine rüyasında müslüman olan Satuk Buğra Han, uyanınca da müslüman oldu” diyerek ondan bahsetmektedir.

Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın müslüman olması hususu, onun adına yazılmış olan “Tezkire-i Satuk Buğra Han” adlı eserde de yer almıştır. Bu eserin muellifinin Ahmed ibni Sa’d-ul-Erganî olduğu rivayet edilir. Farsça ve Türkçe pek çok nüshası bulunan bu esere, sonradan sıhhatli olmayan bilgiler ve efsaneler karıştırılmıştır. Bu bakımdan bu eserde verilen malumat, muteber kabul edilmemektedir.

Abdülkerim Satuk Buğra Han hakkında bilgi veren en önemli kaynak Cemal Karsî’nin yazmış olduğu “Mulhakat-us-surah” adlı eserdir. Cemal Karsî de, Ebu’l-Fütuh Abdu’l-Gafîr ibni Şeyh Ebu Abdullah Hüseyn Fadlî’den rivayet etmektedir. Rivayete göre, Horasan ve Maveraünnehr’de hükümran olan Samanoğulları Devleti hükümdarlarından İsmail bin Ahmed, Nuh bin Esed’in vefatından sonra idareyi ele alınca, Türklerle olan önceki iyi münasebetlerine sadık kaldı. Bu sırada Türklerin başına Satuk Buğra Han’ın amcası Oğulcak Kadir Han geçmişti. Oğulcak Kadir Han’a, İslâm elçileri gelip gidiyordu. Fakat o, elçilerin söylediklerini ve İslâm’a davetlerini kabul etmiyordu. Samanîlerden Nasir bin Ahmed, kardeşleriyle giriştiği taht kavgasında mağlub olunca, Kaşgar’a gelerek Oğulcak Han’a sığındı. Oğulcak Kadir Han, onu hoş karşılayıp himayesine aldı. Yardım ve ikramda bulunup; “Sen evine geldin, ailene kavuştun” dedi. Sonra da Artuc nahiyesinin idaresini Nasir bin Ahmed’e verdi. Semerkand ve Buhara’dan gelen kafileler, Artuc’da yiyecek ve çeşitli mallar satıyorlardı. Nasir bin Ahmed, Artuc’da bulunduğu sırada, kendisini himaye eden Türk hakanı Oğulcak Kadir Han’a kıymetli hediyeler vererek, onun gönlünü kazanmaya çalıştı. O zaman müslüman olmayanlar, yiyecekleri ve giyecekleri memleketin bir yerinde topluyorlardı. Bunlardan istifade edebilmek, ancak onlarla yakınlık kurduktan sonra mümkün oluyordu. Nasir bin Ahmed, bir ara Oğulcak Kadir Han’a müracat edip, ondan, cami yapmak için öküz derisi genişliğinde bir yer istedi. Oğulcak Kadir Han bu isteğini kabul etti. Nasir bin Ahmed de, bir öküz kesti. Bu öküzün derisini ince ince dildi. Metrelerce uzunlukta sırım yaptı. Sırımın çevrelediği yer kadar toprağa sahib oldu. Sonra da kendisine verilen bu küçük yere bir cami yaptı. Bu yer Artuc Camii’nin bulunduğu yerdir. Onun bu zekasına, insanlar hayret ettiler.

Bu sırada Oğulcak Kadir Han’ın yeğeni Satuk Buğra Han, güzel simalı, zeki, akıllı ve fasih bir lisan ile güzel konuşan on iki yaşlarında bir genç idi. Artuc’a gelip giderken Nasir bin Ahmed’le tanıştı. Zaman zaman onunla gizlice görüşüp, İslâmiyet hakkında bilgi aldı. Kalbinde İslâmiyet’e karşı sevgi ve muhabbet hasıl oldu. Arasıra Buhara’dan gelen kafileleri görmek için Artuc’a giderdi. Yine bir defasında Artuc’a gitmişti. Nasir bin Ahmed, Artuc’a gelen ticaret kafilesine gayet hoş muamele ve ikramda bulundu. Öğle vakti olunca, müslümanlar öğle namazını kılmak için abdest alıp namaza gittiler. Satuk Buğra Han, bu sırada henüz müslüman olmamıştı. Fakat, müslümanların namaz kılması hoşuna gitti. Niçin namaz kıldıklarını merak edip, sebebini Nasir bin Ahmed’den sordu. O da; “Bizim üzerimize her gün beş vakit namaz kılmak farzdır” dedi. “Bunu sizin üzerinize kim farz kıldı” deyince, Nasir bin, Ahmed; “Allahü teâlâ farz kıldı” deyip, Satuk Buğra Han’a îmanı, İslâm’ı anlatmaya başladı. Sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselamm, Eshab-ı kiramın ve müslümanların üstün hallerinden bahsetti. Sonra da; “Allah’dan başka ilah yoktur. İbadet ancak O’na yapılır. Muhammed aleyhisselam emin ve sadık bir peygamberdir. İnsanların her bakımdan en üstünüdür. O’ndan başka tabi olunacak bir kimse yoktur. O’nun getirdiği din olan İslâmiyet’ten de güzel bir din yoktur” dedi. Satuk Buğra Han’ın kalbinde îman nuru parladı. İslâmiyet’i kabul ederek müslüman oldu ve Abdülkerim isrnini aldı. Bu hadiseye Oğulcak Kadir Han’dan gizlediler. Bu arada, Satuk Buğra Han, Kur’ân-ı kerirni ve İslâmiyet’i öğrendi. Amcası Oğulcak Kadir Han’ın, bu durumun farkına varmasından çekiniyordu. Bundan sonra, yakın akrabasından elli kişinin müslüman olmasına vesile oldu. İslamiyet’i kabul eden bu elli kişilik grup, genç Türk şehzadesi Satuk Buğra Han’a tabi oldu. Oğulcak Kadir Han ise Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın müslüman olduğundan şüphelenerek, durumu incelemeye başladı ve peşine adam taktı. Bunlar, Satuk Buğra Han’ı gizliden gizliye takib edip, durumu araştırıyor, ne yaptığını anlamaya çalışıyorlardı. Bir defasında onun abdest alıp namaz kıldığını gördüler. Durumu Oğulcak Kadir Han’a bildirdiler. Oğulcak da onun müslüman olduğunu çevresine ve annesine bildirdi. Oğulcak Kadir Han bu hadiseden sonra, Abdülkerim Satuk Buğra Han’ı bizzat kendisi de denemek istedi. Bg maksadla ona, puthaneyi tamir etme vazifesini vermeye karar verdi. Bu durumu annesi haber alınca, oğlu Abdülkerim Satuk Buğra Han’ı haberdar etti. Amcasının kendisini denemek istediğini ve herkesten çok çalışrnasını söyledi. Nihayet Oğulcak Kadir Han bu hususta emir verince, Abdülkerim Satuk Buğra Han derhal çalışmaya başladı. Zaten Nasir bin Ahmed ona bu hususta gerekli telkinlerde bulunmuş; “Şimdi puthane olarak yapılır, sen sonra orayı camiye çevirirsin” demişti. Abdülkerim Satuk Buğra Han, puthanenin tamir işinde gayretle çalıştı. Herkes birer birer kerpiç taşırken, o ikişer ikişer taşıyordu. Bu çalışması sırasında bir taraftan da dua ediyor; “Ey yüce Allah’ım! Eğer bana, din düşmanlarına ve sana iman etmeyenlere karşı yardım edersen, beni, İslâmiyet’in yayılmasına, senin isminin yüceltilmesine vasıta kılarsan; ben elbette bu puthaneyi mescid yaparım. Senin kulların, orada sana ibadet etmek için toplanırlar. Sana ibadet etmek için orada bir mihrab ve seni sena (yüce ismini anmak) için bir de minber yaparım. Bundan sonra sadece senin rızan için ezan okur ve kendim imam olurum” diyordu.

Abdülkerim Satuk Buğra Han yirmi beş yaşına geldiği sırada, İslâm ilimlerini iyice öğrenmişti. Müslüman olduğunu açıkça etrafına îlan etti. Bundan sonra da, hâlâ müslüman olmak şerefine erişemeyen ve Karahanlı Devleti’nin başında bulunan amcası Oğulcak Kadir Han ile mücadeleye karar verdi. Bir gün, yanına inananlardan elli kişilik bir süvari grubu alarak ava gitmek maksadıyla yola çıktı. Yegag Balık adlı beldeye varınca, şehrin kalesini kuşattı. Bu kuşatma üç ay sürdü. Bunu haber alan Oğulcak Kadir Han, ona karşı derhal harekete geçti. Bu sırada, Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın etrafında üç yüz kadar Kaşgarlı süvari toplanmıştı. Oğulcak Kadir Han ile Fergana savaşını yaptı. Bunu takib eden günlerde, taraftarları bin kişiye yükseldi. İlk fethettikleri yer de Atbaşı oldu. Sahib olduğu üç bin kişilik atlı bir orduyla Kaşgar üzerine yürüyüp, orayı da fethetti. Amcası Oğulcak Kadir Han’ı öldürdü. Kaşgar’da kendisine karşı çıkan asîleri ağır bir yenilgiye uğrattı. Kaşgar halkını İslâm’a davet etti. Onlar da müslüman oldular. Kaşgar’dan sonra Bormekik şehrini de aldı. Memleketin idaresini ele geçirip, ülkesinde İslâmiyet’i sür’atle yaydı.

Abdülkerim Satuk Buğra Han, müslüman olduktan sonra, Allahü teâlânın rızası için cihada başladı. Türk ülkelerinde İslâm’ı yaydı. Zaferler kazandı. Büyük bir mücahid ve cihangir oldu ve her tarafta tanındı. Doğru olarak öğrendiği İslâm dinini hiç saptırmadan Ehl-i sünnet alimlerinin bildirdiği gibi yaydı. Bu, onun en büyük meziyeti ve hizmeti oldu. Onun vesîlesiyle Türklere İslâmiyet saf bir şekilde; Peygamber efendimizin bildirdiği, Eshab-ı kiramın ve Tabiînin aynen naklettiği Ehl-i sünnet itikadına uygun olarak ulaştı.

Abdülkerim Satuk Buğra Han, Türklere İslâmiyet’i anlatıp yaymakta fazla zorluk çekmedi. Türklerin bazı örf ve adetleri İslâmiyefe uygunluk gösteriyordu. Zaten Türkler, Nuh aleyhisselamın oğullarından müslüman olan Yafes’in neslinden geliyordu. Yafes, mü’min idi. Evladı çoğalınca, onlara reis oldu. Hepsi, dedelerinin gösterdiği gibi, Allahü teâlâya ibadet ederdi. Yafes nehirden geçerken boğulunca, Türk ismindeki küçük oğlu, babasının yerini tuttu. Bunun evladı çoğaldı. Nesline Türk denildi. Bu Türkler, ecdadı gibi müslüman, sabırlı, çalışkan insanlardı. Bunlar, zamanla çoğalarak Asya’ya yayıldı. Başlarına geçen bazı zalim hükümdarlar, semavî dini bozarak, puta taptırmaya başladılar. Bunlardan, bugün Sibirya’da yaşayan Yakutlar, hâlâ puta tapmaktadır. Dinden uzaklaştıkça, eski medeniyet ve ahlâklarını da kaybetmişlerdi. Hele Hunlar ve onların reislerinden Atilla, dinsizliği ve zulmü ile Allah’ın gadabı ismini almıştı. İslâm güneşi, Mekke-i mukerremeden doğarak, ilim, ahlâk ve her türlü fazilet ışıklarını dünyaya saçınca, Romalıların, Asya’ya kadar yayılan sefahat ve ahlâksızlıkları ve Asya’yı, Afrika’yı kaplamış olan dinsizlik, cahillik ve vahşet altında yetişmiş diktatörler, sömürdükleri insanların İslâmiyet’i işitmelerine, anlamalarına mani oldular. Bu engeller kılıc gücü ile ortadan kaldırıldı. Türk hakanları, asaletleri ve uyanık olmaları sebebi ile islamiyet’in işitilmesine mani olmadılar. Türk’ün asaleti ile İslâmiyet’in şerefi bir araya gelmeden önce, Asurîler Türkistan’a girerek, Türkleri, güneşe, yıldızlara tapınmaya alıştırmıştı. Tan yeri ağarınca, güneşe tapınırlardı. Bu sebepten, güneşin ismi, tanyeri ve nihayet tanrı oldu. Türkler sonradan tekrar iman ile şereflenip, büyük gruplar halinde müslüman oldular. Sapıklık zamanında uydurdukları tanrı ismini kullanmaz oldular. Kur’ân-ı kerîmde bildirilen; “Benim ismim Allah’dır. Beni Allah diye çağırınız. Allah diye ibadet ediniz. Allah diye yalvarınız!” meâlindeki muteaddid ayet-i kerîmelere uydular. Bu bakımdan Allahü teâlâya, kendi istediği ismi söylemeyip de, inanmıyanların, O’nun en sevmediği mabudlarına koydukları tanrı ismi ile O’nu çağırmanın yanlış ve uygunsuz olduğunun şuuruna vardılar.

Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın müslüman olmakla şereflenmesi ve ülkesinde İslâmiyet’i yayması, Türk Tarihi’nin en büyük ve en güzel hadiselerinden biridir. Daha önceden, Oğuz ve Kalag Türkleri arasında müslüman olan gruplar olmuşsa da, devlet olarak İslâmiyet’i kabul eden ilk Türk boyları Karahanlılar ve İdil Türkleri olmuştur. Türkler devlet olarak müslüman olduktan sonra, İslâmiyet’in bayrakdarlığını yapıp dünyanın dört bir tarafına yaydılar. Eshab-ı kiramdan sonra tarihte nadir görülen hizmetler yapıp, din uğrunda cihad ettiler. Sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın bildirdiği İslâmiyet’i, Ehl-i sünnet îtikadını; Karahanlı Türkleri, Türkistan’da; Gazneli Türkleri, Hindistan’da; Oğuz, Selçuklu Türkleri, Anadolu’da ve tarihin en muhteşem müslüman Türk devleti olan Osmanlılar da üç kıtaya yaydılar. Böylece müslüman Türkler, İslâmiyet’e bin yıldan fazla bir zaman hizmet ettiler. Abdülkerim Satuk Buğra Han, Karahanlıların başına geçip hükümdar olduktan sonra, kendisinin müslüman olmasına vesile olan Samanîlere de yardımda bulunmuştur. İbn-i Haldun’un “El-iber” add eserinde ve Cemal Karsî’nin, “Mulhakat-us-Surşh” adlı eserindeki rivayete göre 915 (H. 303) senesinde Hasan ibni Kasım Ed-Daî tarafından Cürcan’a vali tayin edilen Leyla bin Nu’man, Samanîlere karşı isyan etmişti. Etrafına da şiîleri toplamıştı. Samanîler, Abdülkerim Satuk Buğra Han’dan yardım istediler. Samanîlerin kendi orduları Horasan’da başlayan isyanı bastıramamış, asilere yenilmişti. Şiîler, büyük bir ordu ile Horasan’ın merkezi olan Nişabur’u işgal etmişlerdi. Samanîlere yardım etmek üzere hareket eden Abdülkerim Satuk Buğra Han, 921 (H. 309) yılında Leyla bin Nu’man’ın karşısına çıktı. Bu sırada Amid şehrinde bulunan Leyla bin Nu’man’ı mağlub edip yakaladı ve idam ettirip başını Buhara’ya gönderdi.

Abdülkerim Satuk Buğra Han, daha sonra yaptığı savaşlarda; Yagma, Çiğil, Oğuz kabilelerinin yerleşmiş bulunduğu Türkistan şehirlerini birer birer ele geçirdi. İslamiyet’i yayma hususunda, meşhûr alimlerden olan Ebu’l-Hasen Muhammed bin Süfyan Kalamati Horasanî’den çok istifade etti. Ayrıca Karahanlılar Devleti’nin doşu kısmına hakim olan Büyük Kağan, Çinlilerden yardım alarak 942 (H. 332) yılında Abdülkerim Satuk Buğra Han’a karşı savaş açtı. Abdülkerim Satuk Buğra Han müslümanların yardım ve desteğiyle, onunla Balasagun savaşını yaptı ve galib geldi.

Abdülkerim Satuk Buğra Han’dan sonra, oğulları devrinde de ülkesine pek çok İslâm alimi gelip, İslâmiyet’i doğru olarak anlattılar ve yayılmasına çalıştılar. Kendisinden sonra Mûsâ Tunga adında bir oğlu yerine geçti. Bundan sonra da bunun oğlu Beytar Süleyman Arslan hükümdarlık yaptı. Başka oğulları ve kızları olduğu da rivayet edilmiştir.

1) Mülhakat-üs-Surah (Cemal Karsî), (nşr. V. Bartold, st. Petersburg) sh. 130, 135

2) Câmi-üd-düvel; sh. 240, 1030

3) El-Kamil fit-tarih

4) El-İber (İbn-i Haldun); cild-4, sh. 339

5) Rehber Ansiklopedisi; cild-17, sh. 147 cild-9, sh. 249

6) Kaşgar Tarihi (Mehmed Atıf), İstanbul 1300, sh. 52

Aydoğdu Bey

Aydoğdu Bey

Bilecik – Söğüt – Ertuğrul Gazi Türbesinde

Gündüz Alp’in oğlu ve Osman Gazi’nin yeğenidir. Bursa , Adranos , Bidnos , Ketsel ve Kite tekfurlarının birleşmesi ile meydana çıkan Bizans ordusu ile yapılan ” Koyun Hisarı ” savaşında şehit edilmiştir. Mezarının Dizboz’da , Koyun Hisarına gidilen yol üzerinde bulunduğu söylenmektedir. Söğüt’teki kabri makamıdır. Aydoğdu Bey’in , genç yaşta yöreye nam saldığı ve çok bahadır bir alp olduğu bilinmektedir. Şehid edilmesinden sonra dahi ona olan saygı asla azalmamıştır.

Aşıkpaşaoğlu eserinde : ” Mezarı taşla çevrilmiştir. O ilde at dahi sancılansa , onun mezarına iletirler ve dolaştırırlardı. Allah Teala’nın tüm canlılar böyle şifa buldu. ” der. Oruç Bey’e göre mezarına Türk Han mezarı da denmektedir ve yörede oldukça meşhurdur. Müneccimbaşı ve Tacü’t Tevarih ise ” Mübarek türbesi ziyaretgah olup , kabrinin toprağı hummalı ve sıtmalılar için ilaçtır. ” demektedir.

Akça Koca

Bilecik – Söğüt de Ertuğrul Gazi Türbesinde

Ertuğrul Gazi’nin kumandanlarındandır. Osman Gazi’nin beyliği döneminde de hizmetlerine devam etmiş ve Beyliğin büyümesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Bir rivayete göre babasının isimi Abdülmelik b. Abdülfettah’dır. Anadolu Selçukluları döneminde uç bölgelere yerleştirilmiş bir Türkmen boyuna mensup olduğu ve kendisine bağlı aşiretle beraber Ertuğrul Gazi’ye tabi olduğu söylenmektedir.

Osman Bey ve oğlu Orhan Bey dönemlerinde beyliğin kuzey batı tarafından genişlemesi için gazalara katılmış ve bir çok kaleyi fethetmiştir. Özelikle sapanca, İzmit, Yalova üçgeni içinde kalan arazilerin O’nun tarafından fethedildiği söylenmektedir.

İzmit’e onun isminden mülhem ” Kocaeli” denmiştir. Yine Bolu iline bağlı Akçakoca ilçesi de yine O’nun adını taşır. Fethettiği Samandıra ve civarı Osman Gazi tarafından kendisine mülk olarak verilmiştir.

1326 yılından sonra vefat ettiği sanılmaktadır. Asıl türbesi Kandıra’da iken Söğüt’deki makamıdır.

Kaynak ;
Mehmed Hakan Alşan , Horasan Erenleri , Kurtuba Yayınları , 2012

Abdurrahman Gazi

Bilecik – Söğüt’de Ertuğrul Gazi türbesinde

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda büyük hizmetleri geçen mücâhid kumandan; Ertuğrul Gâzi’nin silâh arkadaşı ve Aydos kalesi fâtihi. Doğum târihi ve yeri bilinmemektedir. 1329 (H. 730) târihinde vefât etti. Kabr-i şerifinin, Eskişehir yakınında kendi adıyla anılan köyde olduğu rivâyet edilmektedir.

Abdurrahmân Gâzi, cihâd hizmetini yâni Allahü teâlânın dîninin yayılması ve O’nun kullarına duyurulması vazifesini, Osman Gâzi ve oğlu Orhan Gâzi devirlerinde de devam ettirdi. Târihe altın harflerle geçen bir çok kalenin fethine ve meydan muhârebelerine iştirak etti. Osman ve oğlu Orhan Gâzilerin gözü yerindeki kumandanlarından ve silâh arkadaşlarından idi. Osman Gâzi vefâtından önce, Abdurrahmân Gâzi ve diğer mücâhid silâh arkadaşlarını oğlu Orhan Gâzi’nin hizmetine verdi. Çavdar tatarının Karacahisar pazarını basması üzerine Lefke’ye (Osmaneli) yaptığı gazâdan dönen Osman Gâzi, oğlu Orhan’a; “Oğul! Her ne kadar bu tatarları yemin verdirip gönderdi isek de, bunlar söz tutmaz bir topluluktur. Bu defa var sen gazâ et! Hak teâlânın zafer vermesi ümîd olunur” diyerek onu cihâda gönderdi. Yanındaki mücâhid kumandanlarından Akça Koca, Konur Alb, Abdurrahmân Gâzi ve Köse Mihâil’e hitaben de; “Gâziler, silâh arkadaşlarım! Göreyim sizi. Din yolunda nasıl davranırsınız?” buyurdu. Abdurrahmân ve diğer mücâhid Gâziler, sonradan üç kıt’a ve yedi iklimde hükmeden Osmanlı Devleti’nin temelini attılar. Akça Koca, Samsa Çavuş ve Konur Alb; Akyazı, İznik ve İzmit ile meşgul olurken; Abdurrahmân Gâzi de, İstanbul tarafındaki hisarlara akınlar yaparak Bizanslıları şaşkına çevirdi, İstanbul’dan mücâhidlere gelecek saldırıları önledi. Zîrâ Bizans tekfuru, seçme askerlerini gâzilere karşı gönderiyordu. Abdurrahmân Gâzi, bu seçme Bizans kuvvetlerini, düzenlediği akınlarla zayi edip (kırıp), geri çekilmelerini sağladı. Gâziler geceleri uyumazlar, gündüzleri at sırtından inmezlerdi. Buraları müslüman toprakları yapmak azmiyle, kanlarını, canlarını feda edip hayırla yâd edilmek için çalıştılar.

İznik’e yakın bulunan Kara Tekin’e yerleşen Samsa Çavuş, zaman zaman İznik’e akınlar ve baskınlar yaparak kale çevresinde sık sık görünmekte idi. İznik tekfuru bu baskınlardan yakınarak Bizans imparatorundan yardım istedi. İstanbul’dan toplanan Bizans kuvvetleri gemilerle Yalakova (Yalova)’ya çıkarıldı. Bunu haber alan Abdurrahmân Gâzi, bunlara baskın yaparak çoğunu kılıçtan geçirdi. Sağ kalanlar da bin bir zorlukla gemilere binip İstanbul’a döndüler.

Abdurrahmân Gâzi, Bursa fethedilinceye kadar, Bizans sınırında uç beyi olarak hizmet gördü ve Akça Koca ile istişâreli olarak gazâ ve fetihlerini sürdürdü.

Orhan Gâzi’nin silâh arkadaşları kuzeyde Karadeniz, güneyde İzmit körfezi ve batıda İstanbul Boğazı ile hudûdlanmış olan yarım adaya girmekte gecikmediler. Akçakoca, Konur Alb ve Abdurrahmân Gâzi’nin akınları durmadan devam etti. Nihayet boğaziçi sahillerine kadar ulaştılar. Konur Alb, Akyazı ile Sakarya’nın iki tarafındaki kaleleri Rumların elinden aldı. Akçakoca da; Ermenipazarı, Ayan Gölü (Sapanca Gölü), Kandıra kalelerini ve daha sonra da kuvvetlerini birleştirip Samandra’yı fethettiler. Samandra’nın fethinden sonra, 1326 (H. 726) senesinde o mıntıkaya, fâtihinin adına izafeten Kocaeli denildi. Sakarya’nın kuzeydoğusundaki havaliye de Konur Alb’ın ismine izafeten Konrapa denildi.

Aydos kalesi, Aydos dağının doğu tarafında inşâ edilmiş bir kale olup, Konur Alb ile Abdurrahmân Gâzi tarafından fethedilmiştir.
[toggle title=”Aydos Kalesinin Fethi” load=”hide”] AYDOS KALESİNİN FETHİ

1328 (H. 728) târihinde Orhan Gâzi, Abdurrahmân Gâzi ile Konur Alb’den Aydos kalesinin fethedilmesini istedi. Ancak kalenin çok sağlam istihkâmları, işin uzunca bir zaman alacağını göstermekteydi. Bu sebeble mücâhid Gâziler bir fırsat zuhur edeceği ve zaferi böyle sağlayacakları ümidini beslemekte ve sebeblere yapışıp Allahü teâlâya tevekkül ederek hazırlıklarını sürdürmekte idiler. Nitekim hadis-i şerîfde; “Allahü teâlâ bir şeyin olmasını murâd ettiğinde onun sebeblerini de hazırlar” buyrulduğu üzere, burada da hâdiseler öylece gelişti.

Aydos kalesi tekfurunun güzel bir kızı vardı. Bir gece rüyasında dar ve derin bir kuyuya düştüğünü gördü. Kendisini kurtarmak için tutunacak bir şey, bir çıkış yolu da bulamadı. Yakınlarından kimse feryadına cevap vermedi. En sonunda bu korkunç kuyunun ölümüne sebeb olacağı korkusuyla ümidi kırıldı. Çırpınmaktan vazgeçtiği sırada nûr gibi parlayan bir genç, karanlık kuyunun kenarına gelip, onu bu tehlikeli çukurdan çıkardı ve ipekten elbiseler verdi. Uyandığında gördüğü rüyadan hayretler içinde kaldı. Gece gündüz rüyada gördüğü yiğidin hayâli gözünün önünden gitmez oldu. Kendi kendine; “Benim hâlim ne oldu ki, beni bu çukurdan çıkardı. Giyecekler verdi ve hem durduğum yerden gitti, öyle anlaşılıyor ki, benim hâlim başka türlüye dönse gerek” diye düşünürken, ansızın Türkler kale önünde göründü ve muhasara başladı. Muhasara bir müddet devam etti. Kale çok sağlam ve burçları yüksek olduğundan fethedilemedi. Tekfurun kızı, gönül alıcı, pırıl pırıl bir günde içini karartan kederleri ve merakı bir parça olsun dağıtmak için kale burçlarında savaşmaya çıktı. Birden aşağıda Türk askeri önünde dimdik duran Abdurrahmân Gâzî’yi gördü. Rüyasında kendisini kuyudan çıkaran kişi olduğunu anladı. Gördüğü rüyanın tâbirini kendisi yaptı ve müslümanlar arasına katılmanın lüzumunu duydu. Odasına gidip rumca bir mektup yazdı. Bu mektupta, rüyasını anlatıp müslüman olmak istediğini belirtip; “Dileğiniz bu kaleyi almak ise, şimdi kaçarcasına kale önünden çekiliniz ve filân gece, bir kaç yiğitle gizlice duvarların altına geliniz, o vakit kaleyi kolaylıkla ele geçirmiş olursunuz” diye yazmıştı. Yalvarışlarla dolu olan mektubu bir taşa sardı. Savaşır gibi yaparak kaleden o taşı Türk askerlerinin arasına attı. Taş yuvarlanıp Abdurrahmân Gâzî’nin önüne düştü. Abdurrahmân Gâzi, sarılı taşı görünce hemen mektubu aldı ve doğruca Akçakoca’nın yanına sitti. Mektup, yazıdan anlayanlara gösterildi. İçindekiler anlaşılınca Konur Alb’in de iştirakiyle durum müzâkere edildi. Sonunda geri çekiliş plânları düzenlendi. Kaleye son bir taarruz yapıldıktan sonra kendi oturdukları Samandra hisarını da ateşe vererek düşmana bölgeden Türklerin çekildikleri zannını vermeyi uygun gördüler. İş bundan sonra kararlaştırıldığı şekilde yapıldı. Aydos hisarı halkı, Türklerin korku ve yılgınlıktan çekildiklerini zannederek sevinçten kendilerinden geçip, yiyip içmeye başladılar. İşin nereye varacağından habersiz, sarhoş oldular. Abdurrahmân Gâzi mektupta belirtilen gece, yanında seksen yiğitle kızın dediği yere geldi. Kız, Gâzi Abdurrahmân’ı bekliyordu. Onun geldiğini görünce, hisar bedenine ip bağlayarak aşağıya sarkıttı. Abdurrahmân Gâzi bir örümcek misâli ipe tırmanarak kaleye çıktı. Arkasından bir avuç bahadırı da kaleye çıkardı. Kızın tavsiyesine uyarak kale kapılarını bekleyen askeri zararsız hâle getirmek üzere hisarın kapısına vardılar. Sızmış, uyuyan kapıcının yatağında buldukları kale anahtarları ile hisar kapısını açtılar. Plân gereğince dışarda hazır olan Akça Koca ve gâziler içeri girerek kaleyi ele geçirdiler. Böylece Aydos kalesi fethedildi.

Kalenin fethinden sonra Abdurrahmân Gâzi, tekfur ile kızını ve pekçok ganimeti Yenişehir’de bulunan Orhan Gâzi’ye götürüp teslim etti. Keremli pâdişâh Orhan Gâzi, âlemin tek sahibi yüce Allah’a şükürler ettikten sonra Aydos kalesi tekfurunun gönüller alan güzel kızını Abdurrahmân Gâzi ile nikahladı ve sayısız ganimetlerle mükâfatlandırdı. Evliliklerinden Karaca Abdurrahmân adıyla tanınan bir oğulları oldu. Bu delikanlı öyle bir mücâhid oldu ki, İstanbul’da yaşayan kâfirler rahat ve huzuru unuttular ve gözlerine uyku girmez oldu. Bizans kadınları çocuklarını; “Karaca Abdurrahmân geliyor, ağlama!” diye korkuturlardı.
[/toggle]

Abdurrahmân Gâzi’nin ismi söylendikte akla, Aydos kalesi; Aydos kalesi denince de Abdurrahmân Gâzi gelir. Bu kale feth edilirken vuku bulan kale kumandanının kızı ile Abdurrahmân Gâzi’nin macerası gerek Rum ve gerekse Türklerin hafızalarında silinmez izler bırakmıştır

Abdurrahmân Gâzi, İzmit’in fethinde de büyük hizmetlerde bulundu. Samandra tekfurunun fidyesi bahanesiyle İzmit’e gitti. Kaleyi inceleyen ve çevreyi tanıyan Abdurrahmân Gâzi, geldiğinde İzmit’in nasıl alınabileceğini Orhan Gâzi’ye bildirince, Pâdişâh da onu orduya rehber ve öncü tâyin etti.

Mücâhidlerin tedbir, gayret ve îmânları neticesinde küfrün en büyük kalelerinden İzmit de fethedilmiş, çan sesi yerine burçlarda ezân-ı Muhammedi okunmaya başlanmış oldu. Ömrü, muhârebe meydanlarında, İslâmiyet’e hizmetle geçen Abdurrahmân Gâzi, 1329 yılında vefât etti.

Kaynaklar;
1) Tevârih-i Âl-i Osman (Âşıkpaşazâde, İstanbul-1332); sh. 33
2) Kitâb-ı Cihân-nümâ (Mehmed Neşri, Ankara-1987); cild-1, sh. 139
3) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-1, sh. 15
4) Osmanlı Târihi (İ. H. Uzunçarşılı); cild-1, sh. 117.
5) Devlet-i Osmaniyye Târihi; (Hammer); cild-1, sh. 93
6) Devlet Kuran Kahramanlar; (Safa Öcal, İstanbul-1987); sh. 90