Aziz Mahmut Hüdai (k.s.)

İstanbul – Üsküdar’da Aziz Mahmud hüdai camii yanındaki türbesinde

Babasının adı Fazlullah’tır. 1541’de Şerefliikoçhisar’da doğdu. Kaynaklarda “seyyid” olduğu bil- dirilmektedir. İlk tahsiline Sivrihisar’da başladı, sonra ilim ve irfanını ilerletmek üzere İstanbul’a geldi. Nazırzade Ramazan Efendi’den medrese tahsilini görürken bir yandan da Halvetiyye tarikatının şeyhlerinden Muslihiddin Efendi’nin sohbetlerine devam etti. Hocası Nazırzade Edirne’deki Sultan Selim Medresesesi müderrisliğine tayin edilince yardımcısı olarak Edirne’ye gitti; daha sonra yine hocasının Şam ve Mısır kadılıkları esnasında da yanından ayrılmadı. Buralarda devrin tanınmış bilginleri ile görüştü; Mısır’da Halveti tarikatı büyüklerinden Şeyh Kerimüddin’den tarikatın usul ve adabı ile ilgili dersler aldı. Genç yaşta tefsir, hadis, fıkıh gibi dini ilimlerin yanı sıra tasavvuf yolunda da bilgisini ilerletti. 1573’te hocası Bursa kadılığına tayin edilirken kendisi de Bursa’daki Ferhadiye Medresesi’ne müderris oldu.

Medrese tahsilini tamamlayıp naiblik ve müderrislik gibi resmi görevlerde bulundu. Bir yandan da Şeyh Üftade Hazretler’nin (ö. 1580) Kaygan Camii’ndeki vaazlarını dinliyordu. Gördüğü bir rüya üzerine veya muhatap olduğu bir davadan sonra resmi görevinden ayrılarak makam, mevki, mal, mülk gibi şeyleri bütünüyle terk edip tasavvuf yolunu seçti.

Üç yıl kadar Celveti şeyhi Üftade Hazretleri’nin manevi eğitiminde kaldı. Üzerinde sırmalı kftanı, omu- zunda sırıkla Bursa sokaklarında ciğer sattıktan sonra müridliğe kabul edildiği bildirilmektedir. Önce Sivrihisar’a irşad için gönderilen, altı ay kaldıktan sonra Bursa’ya geri dönen Hüdayi, şehre gelmesinin hemen akabinde şeyhinin vefatı üzerine önce Rumeli’ye gitti, oradan da İstanbul’a geldi.

Küçük Ayasofya Camii’inde vazifeye başladı. Daha sonra Fatih Camii’nde verdiği tefsir, hadis ve fıkıh dersleri sırasında ulemadan devlet erkanına kadar uzanan geniş bir muhiti oluştu. Fatih Camii’nde 1599 yılına kadar vaizlik de yapıp halen Üsküdar’da bulunan Hüdâyî Külliyesinin yerini satın aldı. İnşaatıyla bizzat ilgilenmek için ikametgâhını Üsküdar’a, Rum Mehmed Paşa Camii yanına taşımıştır. Tekke ve mescidinin tamamlanmasından sonra buraya yerleşti. Külliye 1589-1595 yılları arasında tamamlandı. Bu arada vaizlik görevini de Fatih Camii’nden Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camii’ni naklederek kendi camiinde hatiplik vazifesini üstlendi. 1617’de Sultanahmet Camii’nin tamamlanmasından sonra ilk hutbeyi okudu ve her ayın ilk pazartesi günü vaaz vermeyi kabul etti.

Üftade gibi şair bir şeyhin tesiriyle tasavvufu tercih etmiş olan Hüdayi, İstanbul’un en büyük camilerinde halka dinî öğütler verirken Üsküdar’daki dergâhında zengin-fakir, avam-havas her zümreden insana manevi olgunluğun, ahlâk ve faziletin yollarını gösterdi. Dergahında fakirlerle zenginlerin hatta vezirlerin eşit görüldüğü, belki fakirlere daha çok iltifat edildiği, kaynaklarda yer almaktadır.

Dergaha zaman zaman gelenler arasında “Bahti” mahlasıyla şiirler de yazan Sultan I. Ahmed de bulunuyordu. Halk arasında yaygın olan menkıbe ve kerametlerinin büyük bir kısmı I. Ahmed’le Aziz Mahmud Hüdayi arasında geçen olaylarla ilgilidir. Altı padişahın devrini idrak etmiştir. Bazı padişahlara yazmış olduğu mektupları vardır. Aile hayatıyla ilgili fazla bilgi bulunmamaktadır. Altısı kız, on bir çocuğunun olduğu, neslinin kızları vasıtasıyla devam ettiği bilinmektedir. Üç defa hacca gitmiştir. 2 Ekim 1628’de (3 Safer 1038) vefat etti.

Şöhreti devrinde olduğu gibi ölümünden sonra da devam etmiştir. XVII. yüzyılda tekke edebiyatının önde gelen temsilcilerinden biridir. Tasavvuf mesleğini halk arasında yaymak için bir yandan dini eserler kaleme alırken bir yandan da şiire vasıta olarak başvuran mutasavvıflardan biri de odur. Onun ilahileri içten gelen bir coşkunun, samimi bir yakarışın sade, basit, fakat kuvvetli bir ifadesi olarak da kabul edilmelidir. Divan’ında 250’den fazla ilâhi bulunmaktadır. Yurt içinde ve dışında çeşitli yazma ve basma nüshaları bulunan ve Divan-ı İlâhiyyât olarak da adlandırılan eser, Kemaleddin Şenocak (İstanbul 1970) ve Ziver Tezeren (İstan- bul 1985) tarafından yayımlanmıştır. Yetmişten fazlası bestelenen şiirleri bayram, ramazan, mevlid gibi çeşitli zamanlarda okunmaktadır. Celvetiyye’nin kurucusu olan Hüdayi’nin şiirlerinde diğer birçok tekke şairinde olduğu gibi Yunus’un tesiri görülür. Eserlerini Arapça ve Türkçe olarak yazmıştır.

Arapça eserleri: Nefâisü’l-mecâlis, Mi âhu’s-salât ve Mirka-tü’n-necât, Câmiu’l-fezâil ve kâmiu’r- rezâil, Hâşiyetü Kû-histâni fi Şerhi Fıkhi Keydâni, Keşfu’l-Kınâ an Vechi’s-Semâ, Hulâsatu’l-Ahbâr fî Ahvâli’n-Nebiyyi’l-Muhtâr. Bunlardan başka Hab- beti’l-mahabbe, el-Fethu’l-bâb ve Ref-u’l-hicâb, Ha- yatü’l-ervâh ve Necâtü’l-eşbâh, Tecelliyat gibi çeşit- li kitap ve risaleleri mevcuttur. Bu eserlerinden bazıları Türkçeye tercüme edilmiştir. Divanı dışında başlıca Türkçe eserleri: Mektubât, Nesâyih ve Mevâiz’dir. Ayrıca Necâtü’l-Garik fî Cem’ ve’t-Tefrik, Mi’râciyye, Ecvibe-i Mutasavvıfâne ve Tarikatname gibi çeşitli risaleleri de bulun- maktadır.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak
Kaynak ; Üsküdar Meşhurları , Yazıyı Hazırlayan Azmi Bilgen , Üsküdar Belediyesi Yayınları
[/toggle]

Köstendilli Ali Efendi

İstanbul – Üsküdar’da Katibim Aziz Bey sokak ile Ethemağa sokağının kesişimindeki caminin haziresinde.

Nureddin Cerrahi Hazretleri’nin mürşidi.

Nureddin Cerrahî Hazretlerinin mürşidi olan Köstendilli Şeyh Ali Efendi, tanınmış evliyadandır, ilimde ve amelde zühd ve takvası herkesçe teslim edilmiştir. O da tarikatı Lofçalı Fazıl Aliyyü’r-Rumî Hazretlerinden almış ve uzun müddet mürşidine hizmet ile tarikat adabını ikmal eylemiştir.

Kerametleri halk dilinde dolaşan şeyhlerdendir. Halk arasında Köstendilli Kadısı Ali Efendi namı ile meşhur olan. bu zat Üsküdar’da Katibim Aziz Bey sokak ile Ethemağa sokağının kesişimindeki Hz. Selami’nin halen yıkılmış olan tekkesinin mezarlığında medfundur.

Adı geçen tekkeye şeyh olması hadisesini Evrenoszade Sami Bey şöyle anlatmıştır:
Zamanın padişahı, uzun müddet Medine’de kalan haremağalarından Beşir Ağa’ya sormuş :
— Bunca sene «Ravza-i Mutahhara»’da hizmet etmişsin, bu müddet zarfında hiç bir fevkaladelik görmedin mi?
Beşir Ağa:
— Evet Efendim, demiş. Bir gün şöyle bir vak’a oldu: Bir akşam üzeri türbenin kapıları kaparken bir adam hızla içeri girdi. «Ben Köstendil Kadısı Ali» dedi ve benden geç kaldığı için özür diledi ve ziyaret sebebi olarak bazı hadis hakkındaki iltibasın halli için huzur-u Peygamberi’ye geldiğini söyledi. Kendisini biraz bekledim ve beraberce türbenin kapısını kapayıp çıktık. Yolda ben birisine selam verdim, hal hatır sorarken bir de arkama bakayım ki Hazret kaybolmuş.

Beşir Ağa’nın anlattığı bu vakıa üzerine Padişah bu zatı arayıp bulmasını irade ediyor. Bir gün Beşir Ağa Beyazıt meydanında geçerken Kadıya rast geliyor. Köstendilli Ali Efendi:
— Bre ulan Arap! diyor, beni Padişaha neden gammazladın?
Beşir Ağa Padişahın zoru ile anlattığını söylüyor ve saraya avdet edince vaziyeti Padişaha arzediyor. Hükümdar da Ali Efendi’nin şeyhliği açık olan bir tekkeye tayin edilmesi hususunda Şeyhü’l İslamlığa irade ediyor. Köstendilli Ali Efendi bu vazifeyi kabul etmek istemiyor. Fakat
Şeyhü’l-îslam kendisine:
— İki şey reddedilmez, diyor. Biri padişahın iradesi, diğeri Şeyhü’lislam’ın mucibi.

Hazret ister istemez vazifeyi kabul edip Üsküdar’ın yolunu tutuyor. Üsküdar iskelesinde kendisini alayla karşılayıp Tekkekapusu’na götürüyorlar, fakat mahallelinin engeli ile karşılaşıyorlar Mahalleli tekkeye dervişlerden birinin şeyh olmasını arzu ettikleri için tekkenin kapısını iç tarafından açılmasın diye duvar örerek kapatmışlar. Bu vaziyet karşısında Kadı Hazretleri:
— Bize yalnız “Padişahın iradesi ile Şeyhü’l-İslam’ın mucibi red olumnaz” dediler, buna Evliyaullah’ın Fatihasını da ilave etmek lazım deyip bir Fatiha çekiyor. Kapı kendi kendine yıkılıyor ve post’a geçiyor.

Kabir taşı ;

“Tarikat-i Halvetiye’den, hatemu’l muctehidin Piri, Muhammed Nureddin-i Cerrahi Hazretleri’nin murşid-i azizi, Köstendil Mufti-yi kibarı, ricalullahtan Hazreti Şeyh Ali Alaaddin-i Halveti kuddise sırruhu’l-baki 1143 (1730-31) ile haremi Havva Bacı Hatun (k.s.) 1167 (1761-62) ruh-i şerifleri icin el Fatiha”

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]Kaynak
İstanbul Evliyaları ve Fetih şehidleri ; Şevket Gürel
[/toggle]

Şeyh Seyyid Nuri Efendi

İstanbul – Üsküdar’da Kurban Nasuh camii avlusunda

Türbe, Kurban Nasuh Camii avlusunun sağ tarafında, Büyük Selim Paşa Caddesi üzerindedir. Kare planlı olan türbenin çatısı son tamirde kurşun ile kaplanmıştır. Caddeye bakan büyük hâcet penceresinden başka, cami avlusuna bakan iki penceresi daha vardır. Hiçbir yerinde kitâbesi bulunmayan yapının kapısı arka tarafta olup, sağ tarafında ve set üzerinde Recep 1308 (şubat 1891) tarihinde vefat eden Hacı Mehmet Hulusi Efendi’nin ve Şevval 1323 (Kasım 1905) tarihinde vefat eden İbrahim Edhem Surûrî Efendi’nin kabirleri vardır. Avluya bakan pencerelerin önünde ise, 995 (1587) tarihinde vefat eden Kurban Nasuh’un, yine set üzerinde kabri bulunmaktadır.

Türbe içinde üç sanduka vardır. Biri, 29 Muharrem 1273 (1 Eylül 1856) yılında vefat eden Şeyh Mehmet Nuri Efendi’ye; ikincisi 12 Muharrem 1317 (23 Mayıs 1899) tarihinde vefat eden Şeyh Tevfik Efendi’ye; üçüncüsü ise, Hidayetullah ismiyle de anılan Şeyh Nuri Efendi’nin kızı Hediye Sultan Hanım’a aittir.

Türbe, Şeyh Nuri Efendi’nin vefatından sonra, 1856 yılı sonlarında yapılmıştır. Şeyh Nuri Efendi’nin sandukası üzerindeki levhada, güzel bir hat ile şu yazı yazılmıştır:
Yâ Hazreti Şeyh Mevlâna Seyyid Nuri’ er-Rıfai el-Hüseynî el-Üsküdarî. Tarih-i vefatları, 29 Muharrem 1273 Yevm-i Salı
İkinci sanduka üzerinde:
Es-seyyid ŞeyhTevfik Efendi Hazretleri. Vefatı, 1317. Es-Seyyid Mehmed Nuri Efendi Hazretleri’nin mahdumu ve cami-i şerifin son imam-hatibi ve Şeyhi. Es-Seyyid Mehmed Hayrullah Taceddin Yalım’ın pederidir.
Üçüncü sanduka üzerinde ise:
Hediye Sultan Hanımefendi Hazretleri. -Şeyh Nuri Efendi nin kerimesidir,diye yazılıdır. Vefat tarihi yoktur.

Türbe kapısı yanındaki sofada yanyana iki kabir vardır. Etrafı demir parmaklıklıdır. Bu parmaklık üzerindeki mermer levhada şunlar yazılıdır:
”Kudvetü’l-ârifîn eş-şeyh es-seyyid Mehmed Nuri er-Rıfaî Kuddise / Sirruhu’l-Hâdi Hazretleri’nin hâfidi eş-şeyh es-seyyid el-hac Mehmed Hulûsî Efendi’nin rûh-i şerifi çün el-Fatiha Fî 7 Şevval 1323 (5-Aralık -1905)”

Bunun yanındaki diğer bir levha üzerinde ise şunlar yazılıdır:
Ser-tâcü’l-ârifîn eş-şeyh Mehmed Nûri er-Rıfaî k.s. el-celî Hazretlerinin bendesi Bahriye Nezaret-i celilesi / Muhasebecisi ecille-i ricâl-i saltanat-ı Seniyyeden / Es-seyyid İbrahim Edhem Sürûrî Efendi merhûmun rûh-ı şerifleriçün El-Fatiha. Fî l9 fiubat 1307. fî. 13 Recebü’l-ferd 1308
Her ikisinde de şâhide yoktur.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]Kaynak
Kaynak ; Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi , Cilt 8 , sy 119-121 , Hazırlayan ; Süleyman Ateş
[/toggle]

Halil Numan Dede

İstanbul – Üsküdar’da Doğancılar caddesindeki Üsküdar Mevlevihanesinde

1- Tekkenin kurucusu Numan Halil Dede Efendi 1213 Receb 27 (4 Ocak 1799)
2- Hafız Seyda Abdurrahim Dede Efendi. Üsküdar ve Galata ve Yenikapı ve Beşiktaş Mevlevihaneleri ser-kudumi eş-şeyh es-seyyid Seyda Hafız Dede Efendi. Rihleti 27 Muharrem 1215 (20 Haziran 1800)
3- Şeyh Seyyid Mehmed Hüsameddin Dede Efendi1216 (1801).
4- Eş-Şeyh el-hac Ali Dede Efendi (Hacı Dede). 1217 (1802)
5- Şeyh İsmail Hulusi Dede Efendi. 1219 (1804)
6- Eş-Şeyh es-seyyid el-hac Mehmed Emin Dede Efendi. 1227 (1812)
7- Kapıdan girişte sol tarafta kime ait olduğu bilinmeyen bir sanduka vardır. Bu, Şeyh Abdullah Necip Dede Efendiye ait olmalıdır. 1252 (1836)
8 – Şeyh Abdulkadir Kadri Dede Efendi. Beşiktaş Mevlevihanesi şeyhi iken vefatında oradaki türbeye gömülmüştür 1267 Zilkade 15 (11 Eylul 1851).
9- Hazreti Şeyh es-seyyid Hafız Ahmed Arif Himmeti Dede Efendi. 1290 Rebiyulevvel 17 (15 May›s 1873).
10- Eş-şeyh Mehmed Hasib Dede Efendi.
11 -. Eş-şeyh Mehmed Halid Dede Efendi. Oldu Halid Dede’ye huld makam 1320 (1902)
12- Ahmet Vesim Paşa 1328 (1910).
13 – Bursa Mevlevihanesi seccadenişini Şeyh Şemseddin Dede Efendi’nin oğlu Fasih Dede Beyefendi 1335 (1916).
14- Üsküdar Mevlevihanesi’nin meydancısı Mustafa Dede. 1285 Zilkade 3 (şubat 1869).
15- Derviş Aziz Efendi 1323 Zilkade 29 (Ocak 1906)

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak
Kaynak ; Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi , Cilt 8 , sy 119-121 , Hazırlayan ; Süleyman Ateş
[/toggle]

Seyyid Nizam – İstanbul

İstanbul – Zeytinburnunda Seyyid Nizam camiinde

” Bir Veliyy-i Ali Şandır Hazreti Seyyid Nizam
Namına İnşa Olundu Mabed-i Revnak-Nüma
Söyledim İtmamına Tarih-i Hicri Bittamam
Cami-i Seyyid Nizam’a Gel Gönül Eyle Dua ”

İstanbul alimlerinden olup asıl adı Nizameddîn Ahmed Eba Nesîm’dir. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) torunu Hz. Hüseyin evladından olup seyyiddir. Babasi Şehabeddin Efendi, Hz. Hüseyin’in Abdullah A’rec kolundan olan torunlarındandır. Peygamberimizin yirmi yedinci torunudur. Halk arasinda ‘Seyyid Nizam’ ismiyle bilinir.

Bağdat’ta doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 1550 (H.957) senesinde istanbul’da vefat etti. Kabri İstanbul Zeytinburnu’nda, Silivrikapı’da Seyyid Nizam Camii içindedir.

Aslen Bağdatlı olan Seyyid Nizam Efendi, Kasım Zülfikar Mazenderanî’nin ilim meclislerinde ve hizmetinde bulunarak tasavvuf yolunda ilerledi. Yavuz Sultan Selim devrinde İstanbul’a geldi. Silivrikapı dışındaki dergaha şeyh oldu. Burada talebe yetiştirdi. İnsanlara İslam’ın emir ve yasaklarını anlatıp onların dünyada ve ahirette kurtuluşa ermeleri için gayret etti. Pekçok kimse onun sohbetlerinde bulunup feyz aldı.

BİR DAHA GİZLİ İŞ YAPARIM DİYE ZANNETME

Seyyid Nizam hazretlerinin talebelerinden birisi şöyle anlattı: —” Hocamdan gizli olarak bir iş yapmaya teşebbüs ettim. Bu yaptığımdan hocamın haberi olmaz diye düşündüm. Bir gecenin yarısında hocam yattığım odaya geldi. Beni uykudan uyandırarak: —” Yürü gidelim. Dergahta tevhîd edelim” buyurdu. Kalkıp abdest aldım, dergaha girdim. Baktım ki hocam uyuyor, nalınları rafta duruyor, sofiler etrafında toplanmışlar, kandiller yanıyor, melekler etrafında dönüyorlar. Hayret içinde kaldım. Bana bir korku geldi. Kendi odama döndüm. Sabaha kadar Kelime-i Tevhîd okudum. Beni uykumdan uyandırıp tevhide çağıran hocam, kendi odasında uyuyordu. Sabah namazından sonra hocam beni çağırdı ve sitemli bir tavırla: —”

Dervişi Bildin mi ve haline vakıf oldun mu? Meşayıh-ı kiramın (Büyük şeyhlerin) bilinen vücudundan başka bir cism-i latif-i nuranîlerinin (beş duyu ile idrak edilemeyen nurdan bedenlerinin) dahi var olduğuna inandın mı? Bir daha gizli iş yaparım diye zannetme!” buyurdu. Ben utandım. Yaptığıma pişman oldum. Yaptığım her işe istiğfar ettim ve böylece tasavvuf yolunda ilerleyip irşad makamına ulaştım”.

BETTULLAH DA GÖKYÜZÜNDE YÜRÜYORDU

Seyyid Nizam Efendi ile beraber hacca giden bir zat şöyle naklediyor: —” Seyyid Nizam hazretleri ile hacca gitmek üzere yola çıktık. Beytullaha ulaşmamıza on günlük yol varken bana: —” Oğlum aç gözünü temaşa kıl. Hak Teala Beytullah’ı bize istikbale (karşılamaya) göndermiş. Meğer hacılar içinde ne makbul kullar varmış” buyurdu. Gökyüzüne baktım. Olanları gördüm. Biz yer üzerinde yürürken Beytullah da gökyüzünde yürüyordu. Medîne-i Münewere’de Resulullah efendimizin Ravza-i mütahharasına vardık. Konaklamak için çadırlarımızı kurduk.

Seyyid Nizam hazretleri abdest alıp kabr-i saadete giderken ben de gizlice arkasına düştüm. Hazreti şeyh, Hücre-i Saadet’in kapısına yapışıp inleyerek feryad ediyor ve: —” Ey Ceddim! Huzurunuza girmek ve bizzat kabr-i saadete yüzümü sürmek istiyorum” diyordu. O sırada kabr-i seadetten: —” Bana gel ey oğlum” diye bir hitap geldi. Hücre-i Saadet’in kapısının kilidi açıldı. Kabr-i Saadet’ten etrafa nur saçıldı. Bütün bu hadiseleri görünce aklım başımdan gitti, bayılıp düşmüşüm. Daha sonra Seyyid Nizam hazretlerinin ne yaptığını göremeden orada kalmışım. Bir müddet sonra şeyh dışarı çıkmış, beni perişan bir halde bulmuş ve uyandırdı. Bana: Niçin böyle yaptın. Haberim olmadan niçin arkamdan geldin ,diyerek azarladı ve sakın gördüğün bu hali  kimseye soyleme” buyurdu. Kendisi hayatta iken bu sırrı kimseye açmadım”.

İSTANBUL’DA BENİM EVLADIMDAN NİZAM’I BUL

Seyyid Nizam hazretlerinin zamanında yaşamış ve hacca gitmiş olan bir kimse şöyle anlattı: —” Medîne-i Münevvere de Resulullah efendimizin mübarek Ravza-i mütahharasına karşı durup ağlayarak uyudum. Rüyamda Resulullah’ı gördüm. Bana buyurdular ki: —” İstanbul’da benim evladımdan Nizam vardır. Onu bul. Daima ziyaret et. Böylece beni görmüş ve cemalime ermiş olursun”. Ben hac dönüşü İstanbul’a gelip Seyyid Nizam hazretlerini buldum, sık sık ziyaret ettim ve mübarek sohbetlerinden istifade ettim”.

BİZ CEVABIMIZI VERDİK, SEN KENDİ CEVABINI HAZIRLA

Merkez Efendi hazretleri onun defni sırasında şahid olduğu bir hadiseyi şöyle nakletti: —” Seyid Nizam hazretlerini kabre indirdiler. Ben telkin verdim o anda hazret-i Seyyid’in bir sadasını işittim, buyurdu ki: ” Biz cevabımızı verdik. Var sen kendi cevabını hazırla

SEYYİD NİZAM HAZRETLERİNİN ŞAHSİYETİ VE VEFATI

Seyyid Nizam hazretleri uzun boylu, yassı yanaklı, ela gözlü, açık kaşlı, yuvarlak (değirmi) yüzlü, lisanı çok düzgün olup, Hazret-i Ali efendimiz gibi heybetli idi. Hatta onun için: —” Emîrül-müminîn Hazreti Ali’ye benzer” diye söylenirdi. Güzel ahlak sahibi olup pek cömertti. Seyyid Nizam hazretlerinin Seyyid Seyfullah Efendi isminde alim ve velî bir oğlu vardı.

Seyyid Nizam hazretleri altmış üç yaşına geldiğinde Muharrem ayının bir Cuma gecesinde rahatsızlandı. 1550 (H. 957) senesinde İstanbul’da vefat etti. Kabri İstanbulda, Silivrikapı’da Seyyid Nizam Camii içindedir. Seyyid Nizam hazretlerinin vefatı sırasında Kanunî Sultan Süleyman Han, Osmanlı padişahıydı. Vefatı sırasında sağ tarafına bakıp: —” Ceddim Resulullah aleyhisselam geldi. Bu dünyadan gidelim, Cennet’e uçalım” buyuruyor” dedi. Ruhunu teslim etmeden önce burnundan kan geldi. Ellerini kana bulaştırarak güzel yüzlerine sürdü ve:  Allahü Teala’ya hamd ve şükürler olsun ki bugün dedem Hazreti Hüseyin’in kana bulaşmış oldukları gibi ben de öylece gidiyorum” buyurdu. “Ya Allah ve Şehadet getirerek” ruh un u teslim etti. Cenaze namazında on bin kişiyi aşkın cemaat bulundu. Namazını büyük velî Merkez Efendi hazretleri, Fatih Camii’nde kıldırdı. Silivrikapı’da yaptırdığı şimdi cami olan dergahın içine defnedildi.

Kaynaklar ; Bütün Menkıbeleriyle istanbul ve Anadolu Evliyaları , Mehmed emin Yılmaztürk , İpek Yayıncılık 

Yaman Dede – Mehmed Abdülkadir Keçeoğlu

istanbul – üsküdar – küçük selimiye camii karşısında.

Şair, aşık. Yaman dede‘nin kim olduğunu herkes bilmez. O ismi gibi yaman bir insan. Milyonda bir nadir bulunan bir dede!… Onun için birkaç kelime ile kendisinden bahsetmek istiyorum. Hayatında ibretler var!

“Yaman Dede” ve ”Yanar Dede” lakablarıyla anılan şairimizin asıl adı “Diyamandi” dir. Kayseri Rumlarından iplik tüccarı Yuvan’ ın oğludur. Anasının adı ise Afurani’dir. Diyamandi, 1887’de Talas’da doğdu. Henüz on aylık bir çocuk iken ailesi Kayseri’den Kastamonu’ya göç etmişti.

İlk tahsilini Rum Ortodoks mektebinde yapan Diyamandi, 1901’de Kastamonu Lisesine girdi. Yedi senelik liseyi birincilikle bitirdi. Lisede okuduğu yıllarda, duruş, davranış ve hareketlerinden dolayı, Diyamandi, “Yamandi Molla” diye anılıyordu.

Yamandi Molla’nın yaratılışında var olan İslamiyet, onu Kastamonu Lisesinde dürtmeye başlamıştı. Bu sebeple liseyi bitirince iki yıl da medreseye devam etmişti. 1909’da İstanbul Hukuk Fakültesi’ne başlayan Yamandi Molla, 1913’te Hukuk’u bitirdi. Avukatlık yapmaya başladı. Bir taraftan da, Galatı Mesnevihanesi’nde bulunan Ahmed Celaleddin ve Ahmet Remzi dedelerden Mesnevi dersleri okudu.

Ahmed Remzi Dede, Yamandi Molla’nın içinde parlayan İslamiyet’ine bakarak ona “Yaman Dede” adını verdi ve ona hep bu isimle hitab ederdi.

20 sene kadar avukatlık yapan Yaman Dede, daha sonraları avukatlığı bırakarak öğretmenliğe başladı. İlk öğretmenliği 1931’de Üsküdar Rum Karma İlkokulu’nda Türkçe Kültür dersleri ile başlar. 1942’li yıllara kadar, çeşitli Rum ortaokul ve liselerinde Türkçe-Edebiyat dersleri okutmuştur.

Müslüman Olduğunu Açıklaması
Yaradılışında, özünde var olan ve uzun yıllar gizli gizli yaşadığı Müslümanlığını 1942’lerde resmen açıkladıktan sonra Mehmed Abdülkadir Keçeoğlu adını almıştı. 1902 yıllarında Kastamonu Lisesinde başlayan hidayet nuru, onu bir Müslüman hayatı içerisinde, uzun yıllar sessiz, kapalı bir volkan gibi kaynatıp durmuştu. Müslümanlığını açıklayınca Yaman Dede, ailesi, dost-ahbap, Kilise ve çevresi tarafından dışlandı. Sokakta yalnız kaldı. Müslümanlar, İstanbul’un mütedeyyin ve münevver kişileri ona sahip çıktı. Kendisine ev aldılar, everdiler ve onore ettiler.

Görev Yaptığı Yerler
Ondan sonra da, Türk okullarında Türkçe-Edebiyat ve Farsça dersleri öğretmenliği ölümüne kadar devam etmişti. Çamlıca Kız Lisesi’nde din dersleri ve Türkçe, İstanbul imam-Hatip okulu’nda Türkçe, Farsça, İstanbul Yüksek İslam Ensititüsü’nde edebiyat ve Farsça öğretmenliği yapan Yaman dede, İstanbul imam-Hatip Lisesi’nde de, Yüksek lslam Enstitüsü’nde de bize Farsça derslerine gelmişti. Yanıp kavrulmuş, volkanlar gibi kaynayan aşık bir insandı. Resulüllah· (s.a.v.) dediği zaman gözlerinden yaşlar boşanırdı. Aşıktı Resulüllah’a …

Hukukçuluğu, öğretmenliği, ilmi, irfanı ve aşık oluşu yanında bir de iyi bir şairliği vardı. Avukatlığı bıraktığı, Müslümanlığını resmen açıkladığı ve kendisini tamamen eğitime adadığı zamanlar gayet güzel manzumeler, na’tlar ve gazeller yazmıştır.

Vefatı

Yaman Dede, 3 Mayıs 1962 Perşembe günü saat 02.15’te Çamlıca’daki evinde Hakk’a yürümüştür. Merhum Yaman Dede, Karacaahmet Mezarlığında, Küçük Selimeye, Çiçekçi Camii’nin karşısında medfundur. Yeri Cennet, makamı ali olsun! Amin. Şefaatlerini dileriz.

Kaynak ; Yolumuzu Aydınlatanlar -1 , Yahya Kutluoğlu , İbb Yayınları