İstanbul – Eyüp – Evlice baba tekkesi sokak.
………..
Evliya, Sahabe, Peygamber Kabirleri
Evliya ve Sahabe
İstanbul – Eyüp – Evlice baba tekkesi sokak.
………..


Ahmet Süheyl Ünver Efendi’nin kabri ; İstanbul – Edirnekapı’daki Sakızağacı Kabristanı 9. Ada’da
İstanbul – Eminönü – Süleymaniye camii arkasında
Dünya mimarlık tarihinin büyük üstatlarından, bilim tarihimizin en karizmatik şahsiyetlerinden birisi olan “Koca” lakaplı Mimar Sinan, İstanbul’a ruhunu veren ve gü nümüzün teknik imkanlarıyla bile aşılması zor görünen anıtsal yapılarıyla ölümsüzleşmiş bir isimdir. Yüksek bir mühendislik zekası isleyen eserleri, onun matematik, geometri, trigono metri, fizik ve jeoloji gibi birçok dalda yetkin bir kimse olduğunu, geliştirdiği üslupla da eşsiz bir sanat görüsüyle bu dehasını taçlandırdığını bize göstermektedir. Birçok bilim in sanı ve sanat tarihçisi, üslubundaki berraklığa rağmen, onun inşa ettiği ihtişamlı yapılar üzerinde gerçekleştirilen teknik çözümlemeler neticesinde bile, hala aydınlatılamamış esrarengiz detayların çözülemediğini dile getirirler.
Türk bilim ve sanat tarihinin yüz akı olan Sinan’ın hayatıyla ilgili en net bilgileri, birinci el kaynak kabul ede bileceğimiz Muslafa Çelebi’nin Tezkiretü’l-bünyan ve Tezkiretü’l-ebniye (Sinan’ın kendisinin yazdığı, daha doğrusu taslak halinde kalan üç eserin varlığından da bahsedilmektedir) adlı eserlerinden öğrenmekteyiz. Bu eserlerin önemi, aynı zamanda Sinan’ın en sevdiği dostu olan müellifin, Sinan’ın anlattıklarından derlediği hayat hikayesinden oluşması ve yaptığı eserlerin listesini vermesinden kaynaklanır. Birinci el kaynak olmalarına rağmen Sinan’ın kökeniyle ilgili kesin bir veri içermemeleri, günümüzde de süren bir takım tartışmalara ve spekülasyonlara neden olmuştur. Yalnızca Kayserili Hristiyan bir aileden alınarak devşirildiği ve yeniçeri ocağına alındığı kesinleşmiş bir bilgidir.
Buna göre, mimarın adı “Sinan İbn Abdül mennan” olarak yazılmış, devşirilmesi ve yeniçeriliği şu ifadelerle kayda geçmiştir: “Sultan Selim Han Hazretlerinin zamanı saltanatlarında devşirme gelip şeref-i İslam ve iman ve hizmet-i ekabiri-i ayan ile müşerref olup merhum ve mağfurüleh Sultan Süleyman Han Gazi devrinde yeniçeri olup…” Doğum tarihinin 1489 ve yerinin Ağırnas köyü olduğu kuvvetle muhtemeldir.
1491 yılında İstanbul’a getirildiğinde 22 yaşında olan Sinan, At Meydanı’ndaki bir mektepte eğitime tabi tutulmuş, kendi tercihiyle marangozluk mesleğine girmiştir. Mısır Seferi’nde ve Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki Belgrad ve Rodos Seferlerinde bulunmuş, bu seferler vesilesiyle antik kalıntılar da dahil olmak üzere birçok mimari yapıyı müşahade imkanı elde etmiştir. Yeniçeri olarak katıldığı Mohaç savaşı, Alman, Irakeyn, Korfu ve Boğdan seferlerinde küçük donanmalar inşa etmek, köprüler kurmak suretiyle ordunun istihkamını güçlendirmek gibi mühendislik ve mimari alan da gösterdiği üstün yararlılıklar, ordunun muzaffer olmasına, dolayısıyla da şöhretinin hızla yayılmasına tesir etmiştir.
Nitekim 1537 yılında, 48 yaşındayken mimarbaşılık (ser mimaran) görevine getirilen Sinan, askerlik mesleğinden de bir anlamda emekli olmuştur. Bu tarih, medeniyetimizde bir dönüm noktası olarak algılanmalıdır. On yıl sonra “çıraklık eserim” dediği Şehzade Camii Külliyesi’ni, 1557’de de mütevazı bir şekilde “kalfalık eserim” dediği Süleymaniye Camii Külliyesi’ni inşa etmiştir. Nihayet “ustalık eseri” olarak tanımladığı Selimiye Camii Külliyesi’ni 1575 yılında, 83 yaşındayken, II. Selim adına Edirne’de inşa etmiştir. Vefat ettiği 1588 yılına kadar mimar başı olarak mesleğini sürdüren Sinan, ömrüne bir rivayete göre 456, bir diğer rivayete göre ise 350 civarında eser sığdırmıştır.
Üç kıtaya yayılan imparatorluk topraklarını camiler, külliyeler, hamamlar, köprüler, su kemerleri ve kervansaraylarla süsleyen Sinan’ın inşa ettiği bu yapılardan daha önce, evvelki kültür ve medeniyetlerden kendisine yetişmiş eserleri mükemmel bir tetkik ve analiz yeteneğiyle yorumlayıp tamamıyla kültürümüze özgü ve tamamıyla yeni bir mimari üslup tesis ettiği bilinmelidir. Bu husus kavranmadan, bir insan ömrüne sığdırılması imkansız görülen bunca eserin nasıl vücuda getirildiği layıkıyla anlaşılamaz. Sinan, sadece mesleğinde mükemmele ulaşan bir baş mimar değildir; aynı zamanda o, yeni bir ekolün, özgün bir tarzın sembolüdür.
Sinan’ın oluşturduğu bu okulun felsefesi ve tekniği, kendini cami mimarisinde daha belirgin bir biçimde gösterir. Diğer bir deyişle, Sinan’ın getirdiği yenilikleri, inşa ettiği camiler çerçevesinde tartışmak daha doğru olacaktır. Öyle ki, bu yapılar Osmanlı başkenti İstanbul’un bugün bile korunan tarihsel silüetini oluşturan yegane unsurlardır.
En önemli buluşu, kendisine kadar farklı teknikler de uygulanan mekan-kubbe ilişkisine getirdiği yeni formdur. Ayasofya’nın mimari ihtişamından hayli etkilenen Sinan, Süleymaniye ve Selimiye camileriyle Ayasofya’nın mimari özelliklerini, bilhassa kubbe tekniğini aşmıştır. Önemli buluşları arasında, cami binalarına eklenen revaklar, ana yapı ve minareler arasındaki estetik düzenleme, mekan içinde sütunların olabildiğince azaltılmasıyla sağlanan ferahlık ve duvarlarda uygulanan şeffaflandırma tekniği sayesinde ulaşılan mükemmel ışıklandırma sistemi de vardır. Elbette camilerin dışında ki eserlerinde, bilhassa su yapılarında da Sinan’ın sergilediği hüner tartışılmazdır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde, İstanbul’a su getirme girişimleri neticesinde Sinan’ın inşa ettiği 55 kilometreyi aşan Kırkçeşme Su Sistemi bünyesindeki Mağlova Su Kemeri, benzerlerinden ayrılan yönleriyle belki de dünya çapında alanındaki en muhteşem eserdir. Sinan’ın akıllara durgunluk veren mühendislik yeteneğini gözler önüne seren bu sistem onun en pahalı projesidir. Sistemin üzerine kurulan kemerler sayesinde 1563 yılından itibaren Belgrad ormanların dan İstanbul’a su getirilmiş, padişah evlere girmesini yasakladığı suyun yalnızca Sinan’ın evine verilmesini emretmiştir .
1588’de vefat eden Mimar Sinan, Süleymaniye Külliyesi’nin bir köşesinde yine kendi inşa ettiği türbede medfundur. Yakın arkadaşı Sait Çelebi, mezar taşına şu ifadeyi nakşetmiştir: “Geçti bu demde cihandan pir- i Mimar-ı Sinan “
Günümüz İstanbul’unda Sinan’ı yaşatan onlarca eser hala ayaktadır ve bu tarihsel miras nedeniyle Sinan ve İstanbul birbirinden ayrılamaz ikilidir. Uzaktan bakıldığında bile seçilen, sadelikle ihtişamı bünyesinde esrarengiz bir kimyayla birleştirmiş bu yapıların tamamını burada anmak mümkün görünmese de şehri adım adım dolaşarak her birini ziyaret etmek, onlara dokunmak mümkündür. Bunların dışında İstanbul’un Fatih, Üsküdar, Eyüp, Ataşehir ve Tuzla gibi birçok ilçesinde Sinan’ın adını yaşatan mahalle, okul, sosyal tesis, kültür merkezi vs. bulunmaktadır.
Ayrıca 1882 yılında ünlü ressam Osman Hamdi Bey tarafından kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi, 1981 yılında Mimar Sinan Üniversitesi adını almıştır; 2004 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olarak adı güncellenen okul mimarlık, güzel sanatlar ve sosyal bilimler ağırlıklı eğitim veren ve ülkemizin saygın eğitim kurumları arasındadır.
Kaynak ; İstanbul’un 100 Sufisi , Ebru Erte , İBB Yayınları .
İstanbul -Üsküdar’da Karacaahmet Türbesi ‘nin yanındaki Otobüs durağının hemen arkasında
Türbe, Kapıağası semtinde, Karacaahmet Sultan Türbesi’nin arkasında, Nuhkuyusu Caddesi üzerinde ve Mehmet Cavuş Sokağı ile Arakiyeci Sokağı arasındadır. Türbe Nuhkuyusu Caddesi’ne açılan bir çıkmaz sokak uzerinde ve bu sokağın sol tarafındadır. Sağ tarafında ise İbrikdar Hüseyin Ağa’nın 1206 (1791-92) tarihinde yaptırmış olduğu ve kendisinin de medfun bulunduğu bir namazgah bulunmaktadır. Bu çıkmaz yoldan, bugün yerinde bir taşcının bulunduğu ahşap Şeyh Hafız İsmail Efendi Tekkesi’ne gidilirdi.
Set üzerindeki bu açık türbenin içinde Selim Sultan Dede ile Nenesi Dede’ye ait iki kabir vardır. Dört köşe ince şahidelerinin üzerine elifi sikkeler yerleştirilmiştir. Her ikisinin de tarihi yoktur. Birinin uzerinde:
Kutbu’l-arifin Nenesi Dede ruhuna Fatiha
Diğerinde ise:
Kutbu’l-arifin Selim Dede Sultan ruhuna Fatiha
diye yazılıdır.
Süt Baba’nın buraya çocukken gelen Karacaahmet Sultan’a süt temin ettiği veya yaşlı bir kimsenin çocuğuna gosterdiği şefkat icin bu isimlerle anıldığı soylenmektedir.
[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Yüzyıllar Boyunca Üsküdar , Mehmet Nermin Haskan , Üsküdar Belediyesi Yayınları [/toggle]
İstanbul – Üsküdar’da Fenai Ali Efendi camii nin yer aldığı Boy beyi sokak ile Köprülü Fazıl Ahmet Paşa sokağının kesişiminde
Türbe, Boy Beyi Sokağı ile Köprülü Fazıl Paşa Sokağı’nın birleştiği yerde ve ikinci yolun sol köşesindedir. Civarında Alaca Minare Mescidi, Hacı Dede Nakşibendi Tekkesi, Fenayi Ali Efendi Celveti Tekkesi Camii, Türk Ahmet Paşa Mektebi ve çeşmesi ile bir çarşı bulunmaktadır.
Ömer Dede’nin kimliği belli değildir. Mir’at-i İstanbul adlı eserin sahibi M. Raif Bey: “Köşe başında bir türbe içinde Ömer Dede namında bir zat metfundur. Mezar taşında şu beyit yazılıdır:
Alametden murad bir duadır
Bugun bana ise yarın sanadır
910
M. Raif Bey’in görmüş olduğu bu taş bugün de mevcuttur. Fakat tarihi 910 (1504-5) değil 1133 (1720 21)’dir. Türbeden eser kalmamışltır. Bir set üzerinde bulunan ve bir kaç kabirden oluşan küçük hazirenin duvarı üzerine: Ömer Dede ve üç yatırlar – 1133 kitabesi ile yukarıdaki kitabenin yeni yazı ile yazılmış mermer bir kopyası yerleştirilmiştir. 1924 tarihli gayri menkul vakıflar listesinde “Ömer Paşa Türbesi, Toprak Sokak, Mechul, Mamur” olarak gosterilmiştir.
[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Yüzyıllar Boyunca Üsküdar , Mehmet Nermin Haskan , Üsküdar Belediyesi Yayınları [/toggle]
İstanbul – Üsküdar – Kısıklı’da Büyük Çamlıca caddesinden İBB tesislerine çıkarken solda yer alan Selami Türbe sokaktaki kabristanda
Celveti şeyhlerinden olan Selami Ali Efendi, Menteşe’nin Kozyaka köyünde doğmuştur. Doğum tarihi belli değildir. Babasının adı İlyas’dır.
Selami Ali Efendi, kadı olup tahsilini tamamladıktan sonra, önce Kırkakça Medresesine müderris olmuş ardında İstanköy adasına müftü oldu. Burada manevî ilimlere ve tasavvufa olan meyli sebebiyle müftülük ve kadılık gibi resmi vazifeleri bırakarak Celvetî büyüklerinde Zakirzade Abdullah Efendi‘ye (v. 1068/ 1658) intisab etti. Seyr ü sülükunu tamamladıktan sonra Bursa’ya irşad vazifesiyle gönderildi. Orada bir zaviye yaptırıp insanlara din-i İslamı anlatmak, öğretmek ve yaşatmakla meşgûl oldu. 1679 (H.1090) senesinde Divitçizâde Şeyh Mehmed Efendinin vefatıyla boşalan İstanbul Üsküdar’daki Şeyh Aziz Mahmûd Dergâhının şeyhliğine getirildi.
Selami Ali Efendi ; sözünü esirgemeyen , meczub tabiatı ile karşısındaki etkileyen , nazar sahibi bir idi. Vahdet-i vücud neşvesini önere çıkaran mutasavvıflardandı. Bu sebeple diğer zühdi tasavvufu benimseyen Celvetilerce tenkid edilmiştir.
Hüseyin Vassaf Bey’in tesbitine göre, Hüdayî Tekkesi’ndeki görevinin üçüncü senesinde bazı garazkar insanların dedikoduları ve Vani Mehmet Efendi’nin arzusu doğrultusunda, Selamî Efendi’nin meşihati IV. Mehmet (1648-1687) tarafından kaldırmış, fakat 1683 Viyana bozgunundan sonra, Vani Mehmet Efendi’nin Bursa’nın Kestel köyüne sürülmesi üzerine 1684-5 tarihinde bir hatt-ı hümayun ile tekrar meşihate getirilmiştir. Hüseyin Vassaf Bey bu hadiseyi şu cümleleriyle anlatır: “Hazret-i Selamî hakkında isnadatın müfteriyatdan ibaret olduğu tahakkuk edince, def’e şane olarak 1095/1685’de Asitane-i Hz. Pîr’de şeyh oldu. Bu sırada Üsküdar’da Baglarbaşı’nda kain ve Selamsız denilmekle meşhur mahallede bir tekye ile mescidi şerife ve Bülbülderesi ile Acıbadem’de birer cami-i latif ve Bulgurlu (1101/ 1690) ve Kısıklı’ya birer zaviye inşa edip vazifeliler tertib eyledi.“
Selami Efendi , varlıklı bir mutasavvıftır. Sağlığın bu servetinin tamamını hayır işlerinde kullanmış. Bursa’da namazgah’da bir zaviye; Üsküdar Bağlarbaşında bir tekke ve bir cami, Bülbülderesi’nde ve Kısıklı’da birer tekke -cami inşa etmiş , diğer taraftan Bağlarbaşı – Fıstıkağacı arasında adına kurulan Selami Ali mahallesini, bu cami ve dergahların hizmetleri için vakfetmiştir. Hüseyin Vassaf , şeyhin ayrıca ” inşa ve tamiren ihya eylediği çeşmelerin adedi kırka yakındır. Halen nam-ı alilerine nisbetle mahalle ve tekye ve cami ve çeşmeleri vardır.” denmektedir.
Selami Ali Efendi, Celvetiliğin dört büyük şubesinden birisi olan ve kendi adıyla anılan Selamiyye kolunun da Pîridir. Niksarlı Mehmet Efendi ile Bilecikli osman efendi önemli halifelerindendir.
Selamiyye’nin, ana kol Celvetiyye’den temel farkı zikir icra şekliyle alakalı olduğu gibi, mensuplarının başlarına giydikleri taclarının onyedi dilimli olmasıdır. Zira, Selami Ali Efendi, Celvetiyye’nin on üç terkli tacını yeni bir yorum getirerek on yedi terke çıkarmıştır. Üsküdar’daki Türbe-i şerifinin haziresinde dergahın şeyhlerinden Mustafa Şerafeddin Efendi’nin on yedi terkli mezar taşını görmek mümkündür.
Selamî Ali Efendi, Safer 1103/1691 tarihinde vefat etmiş ve Kısıklı’da yaptırdığı tekkenin haziresinde sırlanmıştır. Selami Ali Efendi’nin türbesi, Belediye tarafından 1957 senesinde tamir ettirilmiştir. Burada bulunan dergah 1912-1917 yıllarında yıkılmış, daha sonraları da ortadan kalkmıştır. Dergahın içindeki evler 1960′ yıllarda VakıOar idaresi tarafından satılmıştır.İbrahim Has Efendi’nin Tezkire-i Has isimli eserinde Selami Ali Efendi’nin dostlarından Seyyid Abdulkadir Efendi’den naklen şeyhin vefatıyla ilgili şu bilgileri verir; Şeyh Efendi vefat etmeden önce merkez asitanede bulunuyordu ki, ”Biz burda vefat etsek halk bizi omuzlarında götürmeye zahmet çekerler. Varalım merkadmızın yanında vefat edelim” deyip Kısıklı’ya, bugünkü türbesinin bulunduğu tekke ve türbeye gelmiştir. Burada keşkek yaptırıp gelene gidene üç gün yemek yedirmiş, her gelenin eline iki para vermiştir. Bu adet bilahere İstanbul ve Üsküdar’da meşhur olmuştur. Üç gün tamalandıktan sonra şeyh abdest almak istediğini bildirmiş, abdestini tazeledikten sonra tekrar oturduğu çadıra götürülmüş, dervişlerin hatm-i tevhide başlamalarından yarım saat sonra vefat etmiştir.
Şeyh Selami Ali Efendi’nin kabri’nin bulunduğu hazire’de şeyh Efendi’den başka ; Tekke’nin Şeyhlerinden ;
Niksarlı Şeyh el Hac Mehmed Efendi ( Etrafı demir parmaklıkla çevrili 17 terkli şahidesi var )
Şeyh Mustafa Şerafeddin Efendi ‘nin de kabirleri bulunmaktadır.
Selamî Efendi’nin ihvanı içinde yetişen halifelerden bazıları şunlardır ;
Fenayî Ali Efendi (v. 1158/1745)
Niksarî Mehmed Efendi (v. 1159/1746)
1065/1655 yılında Niksar’da doğmuştur. Bursa’ya gelerek Selami Ali Efendi’den hilafet almış ve İnegöl kasabasında irşad vazifesinde bulunmuştur. Selamî Ali Efendi’nin 1090/1679 yılında İstanbu’a tayini ile kendi yerine bıraktığı İbrahim Efendi, Niksarî Mehmed Efendi ile becayiş ile İnegöl’e gönderilmiş. Niksarî Mehmed Efendi de Bursa Selamî Ali Efendi Tekkesine vekaleten tayin edilmiştir. 1143/1730 yılında Üsküdar’a gelerek Kısıklı Selami Ali Efendi zaviyesinde ikamet etmek üzere iken izzet Paşa tarafından bu tekke genişletirerek yeniden yaptırılmış, selamlık kısmı da eklenmiştir. Buradaki postnişînliği üzerine Bursa Selami Ali Tekkesi şeyhliğini oğlu el-Hac Mustafa Efendi’ye bırakmıştır.
1153/1740 senesinde Hüdayi asitanesi postnişini Edirneli Yusuf Efendi’nin vefatıyla Niksari Mehmed Efendi buraya tayin olunmuş ve altı sene şeyhlikten sonra da vefat ederek Kısıklıdaki Selami Ali Tekkesi haziresine defnedilmiştir.
Fenayî Mustafa Efendi (v. 1115/ 1704)
Rumeli’nde Şumnu kasabasında doğmuştur. İstanbu’a gelip Dergah-ı alî yeniçerileri odalarında yirminci bölükte karakullukçuluktan aşçılığa, vekil hare ve odabaşılığa kadar yükselmiştir. Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi evladından Emetullah Hanımla evlenmiştir. Uzun zaman Yahya Efendi türbesi civarında oturmuştur. Ümmî olduğu halde, Şeyh Yahya Efendi’den aldığı rühanî feyz ile o asırda Celvetiyye’den Şeyh Selamî Efendi’ye intisap ederek kendisinden hilafet almıştır. Yahya Efendi türbesi civarında yaptırdığı zaviyede irşadla meşgul olmuştur. “Odabaşı Şeyhi” namıyla şöhret bulan Fenayî, 1115/ 1704 senesinde göçmüştür. “Şîr-i Huda” tamlamasıyla vefatına tarih düşürülmüştür. Fenayî mahlasıyla yazdığı şiirleri bir divanda toplanmıştır. Hz. Peygamber’e yazdığı na’tlarıyla meşhurdur.
Bilecikli Osman Efendi (v. 1140/ 1727)
Osman Efendi, Selamî Efendi’nin halîfelerindendir. Çavuşderesi’nde Hayreddin Çavuş Mahallesi’nde Eski Semerciler’deki Atpazarı Celvetî Tekkesinde postnişînlik yapmıştır. 1130/1717’de Mehmed Sabürî Efendinin vefatı üzerine Hüdayî Asitanesi’ne on dördüncü postnişîn olarak tayin edilmiştir. Şeyh-i dergah” (1140/1727) tamlamasıyla vefatına tarih düşülmüştür. Mezarı Hz. Hüdaî Asitanesi civarındaki Açık Türbe’de Mehmed Saburî Efendi’nin yanındadır. Meşîhatı kendisinden sonra halifesi ve damadı Yakup Efendi üstlenmiştir.
Bosnalı Mehmed Fevzî Efendi (v. 1084/1674)
Bosna’da doğmuştur. Gençliğinde îstanbul’a gelip Üsküdar’a yerleşmiştir. Eli kalem tutan, manzum ve mensur eserler yazan mürettep bir dîvan bırakan Fevzî, bazı vezîrlere dîvan efendisi olmuştur. Ömrünün sonlarına doğru cezbeye düşüp makam ve mansıbını terkederek Üsküdar’da Şeyh Selamî Efendi’ye intisap etmiştir. Hizmet ve sülükunu tamamladıktan sonra 1084/1674 senesinde vefat etmiştir.
Kaynaklar ; Üsküdarlı Selami Ali Efendi , Mustafa Tatcı -M. Cemal Öztürk , Kaknüs yayınları
İstanbul -Üsküdar’da Emniyet sokak üzerinde
…..
İstanbul -Üsküdar’da Karacaahmet Kabristanının arkasında yer alan Nalçacı Halil camii haziresinde
…….
İstanbul -Üsküdar’da Karacaahmet Kabristanının arkasında yer alan Nalçacı Halil camii haziresinde
……
İstanbul -Üsküdar’da Karacaahmet Kabristanının arkasında yer alan Nalçacı Halil camii haziresinde
……