Ana Sayfa>evliya(Sayfa 5)

Sakıb Dede

Kütahya Mevlevihanesi

Kütahya – Merkez’de Dönenler camii içerisinde

Anadolu’da yetişen büyük velîlerden. İsmi Mustafa’dır. Endülüs’ten İzmir’e göç eden bir âilenin çocuğu olarak doğdu. Doğum târihi belli değildir. Babası ticâretle uğraşırdı. Sâkıb Dede doğmadan önce, annesi Halime Hâtun rüyâsında mübârek bir zât gördü. O zât; “Allahü teâlâ sana üç beş gün içinde bir oğul verecektir. Gözünü aç onun kıymetini bil. O bizim yüksek oğlumuz olacaktır. Sana da dünyâ ve âhirette faydası çok olacaktır.” dedi. Annesinin bu rüyâsından birkaç gün sonra Sâkıb Dede doğdu.

Sâkıb Dede yürümeye başladığı sırada babası ticâret için Mısır’a gitmişti. Aradan birkaç sene geçtiği halde kendisinden hiç haber alınamadı. Bu yüzden geçim sıkıntısı çekiyorlardı. Annesinin, bir gün akşam yemeği hazırlamaya çalışırken, ağladığını ve mahzûn olduğunu gören Sâkıb Dede, yemek yemeyip üzgün olarak bir köşede oturdu. Bu sırada kapı çalındı ve bir zât pekçok erzak ve çeşit çeşit hediyelerle birlikte mektup getirdi. Mektupta babası yakın zamanda döneceğini bildiriyordu.

Yedi sekiz yaşlarına geldiğinde hocaya gitmeye başladı. Çalışkanlığı ve zekîliği ile kısa zamanda Kur’ân-ı kerîmi ve başlangıç ilimlerini öğrendi. Daha sonra tahsîline devâm etmek için İstanbul’a gitti. Fâtih Câmii Medreselerinde meşhûr âlimlerden ders aldı. Sonra Köprülüzâde Mustafa Efendinin derslerine devâm etti. Bu arada hocası ile birlikte küffâr üzerine yapılan bir sefere katıldı. Çehrin Kalesi muhâsara edildi. Muhâsaranın başlamasından üç ay geçmesine rağmen bir netîce alınamadı. Zaman zaman asker arasında, Sultan Süleymân’ın Kânunnâmesinde; “Yeniçerilerin üç aydan fazla muhâsara üzerinde kalmayacağının” yazılı olduğu konuşulmaya başlandı. Bu sırada bir ikindi vakti sefer kumandanının çadırına bir derviş geldi. Komutan ona çok hürmet etti. Sohbetin sonunda derviş; “Bu gece mânâ âleminde Mevlânâ Celâleddîn Rûmî hazretlerinin bütün halîfeleri talebeleri ile gelip kalenin hizâsında murâkabe hâli üzere oturduklarını gördüm. İnşâallahü teâlâ yarın ikindi vakti kalenin alınma ihtimâli vardır.” dedi ve askerin kaleye gireceği yeri gösterip, oradan ayrıldı. Komutan bu haber üzerine rahatladı. Bu hâdiseyi gören Sâkıb Dede’de bambaşka haller oldu. Sevdiği ve güvendiği Fevzi Efendiye durumunu arz edip, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin ahvâlini anlatmasını istedi. O da bildiği kadar anlattı. O güne kadar tasavvuf ehlinin sohbetlerine katılmamış olan Sâkıb Dede’de tasavvufa karşı bir sevgi ve meyl hâsıl oldu. Gece rüyâsında şunları gördü: Çehrin Kalesinin semâsında bir kubbe vardı. Burada evliyâ zâtlar gömülüydü. O kubbeden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî çıkıp, koltuğunda bulunan kopcayı Sâkıb Dede’ye eliyle işâret etti. Sâkıb Dede; “Peki efendim.” deyip süratle yanına vardı. Elini öpüp, emirlerini, ne buyuracaklarını beklediği sırada o zât; “Ey genç! Ben seni kabûl ettim.” dedikten sonra mevlevî elbisesi giydirdi ve; “Senin dünyevî bir işin yok.” buyurdu. Ertesi gün rüyâsını Fevzi Efendiye anlattı. O da rüyâsını tâbir etti ve bundan sonra mevlevî olduğunu söyledi.

Sâkıb Dede’yi sefer dönüşünde Farsça öğrenmek husûsunda büyük bir merak sardı. Bunun için Bursa’ya gitti. Kısa zamanda Farsçayı öğrendi. Üstelik bu dili Bursa’nın ileri gelenlerine öğretmeye başladı. Daha sonra Uşak üzerinden Manisa, Isparta havâlilerinde hem ders vererek hem de vâz u nasîhatlerde bulunarak Konya’ya gitti. Konya’da câmilerde vâz u nasîhatta bulundu. Yaşının çok genç olmasına rağmen güzel vâzları ile Konyalıların dikkatini çekti.

Daha sonra Elmalılı Halil Efendinin sohbetlerine devâm etti. Tasavvufa dâir kıymetli eserler okudu. Halil Efendiden icâzet aldıktan sonra İstanbul’a döndü. Fâtih Câmiinde dersiâm olup, altı ay kadar ders verdi. Bu arada rahatsızlandı. Kaplıca tedâvisi görmek için Bolu’ya gitti. Bolu’da kaldığı müddet zarfında halka vâz u nasîhatta bulundu. İşlerini bitirince tekrar İstanbul’a döndü. Tasavvuf yolunda kendisini terbiye edecek bir zât arıyordu. Kendisine Edirne Mevlevî Dergâhında ders veren Siyâhî Dede’yi tavsiye ettiler. Edirne’ye gidip bir müddet onun terbiyesi altında bulundu. Ondan tasavvufta icâzet aldı. Sonra oradan ayrılıp Galata Dergâhında Şeyh Gavsî Dede’nin hizmetinde bulundu. Mevlevî tarîkatının âdâbını öğrendikten sonra, matematik öğrenmek için Mısır’a gitti.

Sâkıb Dede Mısır seyâhati sırasında uğradığı mevlevî dergâhlarındaki, gelip geçmiş zâtların hayatlarını toplayıp meşhûr Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyye isimli eserini yazdı. Geri dönüşünde Kütahya Mevlevîhânesi şeyhliğine tâyin edildi. Uzun süre burada hizmet ettikten sonra 1735 (H. 1148) senesinde vefât etti ve dergâhın bahçesine defnedildi.

Sâkıb Dede, her kimden gelirse gelsin ezâ ve cefâlara karşı şikâyette bulunmaz, onlarla güzel ve tatlı bir şekilde konuşarak, dost olmayanları da dost yapardı. Başına gelen her türlü sıkıntıları şükr ile karşılardı. Aleyhinde olanların bir kısmı onun bu halleri karşısında tövbe edip, ona talebe oldu. Diğerleri ise bir musîbete dûçâr oldular. Bir Cumâ günü İbrâhim Efendi isimli bir zât Aksu’ya giderken, yolu Sâkıb Dede’nin dergâhının yanından geçti. Dergâha girip; “Bana bir fırsat verseler bütün dedelerin ayaklarını kırardım.” dedi. Ayrılıp giderken, dergâha yakın bir yerde düştü ve ayağı kırıldı. Ömrünün sonuna kadar bu derdi çekti.

Sâkıb Dede’nin ayrıca şiirlerinin toplandığı bir Dîvân’ı vardır. Samîmi ve bir çoşku hâlinin terennümü niteliği taşıyan şiirlerinde lirik bir hava hâkimdir.

KAYNAKLAR
1) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.179

2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye Zeyli (Fındıklı İsmet Efendi); s.406

3) Tezkire (Safâyi, Süleymâniye Kütüphânesi Esad Efendi Kısmı, No:2549); s.51a

4) Âdâb-ı Zurefâ (Millet Kütüphânesi Ali Emîri Târih 762); s.53b

5) Hatimet-ül-Eş’ar; s.38

6) Tufeyli Menâkıb-ı Kibâr-ı Mevlevî fî Menâkıb-ı Şeyh Sâkıb Mânevî, Üniversite Kütüphânesi, T.Y. 2509

Şeyh Salih Efendi

Şeyh Salih Efendi

Kütahya Merkez’de Molla bey camiinin yanındaki türbesinde

Şa’ban-ı Veli yolu halifelerinden. Adı Mehmed Salih, babasi Hacı Halil Efendi’dir. 1805 yilinda doğmuştur, ilk tahsilini yaptıktan sonra Kastamonu’ya giderek Şa’ban-ı Veli hazretlerinin yoluna intisap etmis, uzun seneler tekkede kalarak yetişmiştir. Hocası ona hilafet vererek Kütahya’ya göndermiştir. Satın aldığı arsa üzerinde 15 odalı halvethane ve mescid yaptırmıştır. Vakfiyesini düzenlemiştir. Salih Efendi 1882 yilinda vefat etmiştir. Şeyh Salih Efendi’nin Molla Bey Camii’nin yanında yer alan Tekkesi, Kütahya’da ayakta kalabilmiş, geç devir tekke mescitlerin en önemlilerindendir. 1854 yılında Şeyh Salih tarafından Halveti Mesudiye Tekkesi olarak yaptırılmıştır. Yerine oğlu Mehmed Efendi şeyh olmuş ve o da burada vefat etmiş olup kabri aynı tekke içindedir. Tekkenin son Şeyhi 1936 yılında ölen Şeyh Bekir Efendi’dir. Bu nedenle ‘Bekir Efendi Tekkesi’ diye de anılır. Mescit ve türbe kısımlarından oluşmaktadır.

Paşam Sultan

Paşam Sultan - Seyid Nureddin

Kütahya – Merkez’de Kurşunlu sokakta bulunan Paşam Sultan tekkesinde

Kurşunlu Sokak’ta yer alan türbe, Seyyid Nureddin adıyla bilinen bir zaviye-tekkedir. Geniş avlusunda bulunan türbe, kitabesinden anlaşılacağı üzere koleradan ölen İbrahim Cemal’e aittir. Babası Kemalettin Paşa’dan ötürü buraya Paşam Sultan Türbesi denmektedir. Kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Kubbeli yapı içerisinde, dört ahşap sanduka ve türbenin altında mumyalık bölümü bulunmaktadır. Duvarları iri moloz taştan örülmüştür.

Rivayete göre Paşam Sultan Kütahya’da vali iken kendisine bir şikayet gelir. Caminin karsisında ayakkabı tamircisi olan Nureddin Efendi diye birinin Cuma vakti namaza gelmediği şikayet konusudur. Vali Cuma vakti bir de ben göreyim, diye gider. Ezan vakti Vali “Haydi Cuma namazına gidelim, der. Nureddin Efendi gideriz bakalim, der. Yine ısrar edince “yum gözünü” buyurur. ‘Aç gözünü” deyince kendilerini Ka’be’de bulurlar. Namazı orada kılarlar. Dönecekleri zaman şeyhin bir akrabası ile karşılaşırlar. Akrabası helva yaptık götürür müsünüz derler. Tabağı da yanlarına alırlar. Yine aynı şekilde Kütahya’ya dönerler.

Vali, Nureddin Efendi’nin keramet ehli bir veli olduğunu anlayarak ona talebe olmak ister. Aynen Uftade hazretlerinin Kadı Aziz Mahmud Hüdai’ye yaptığı gibi merdivenleri, halı ve kilimleri süpürtür. Hamallık yaptırır ve neticede talebeliğe kabul eder. Kabirleri yaptırdıklan Tekke ve cami içindedir.

İshak Fakih

İshak Fakih

Kütahya – Merkez’de İshak camii girişinde sağ taraftaki türbesinde

Cemalettin ishak Fakhî Kütahya’da yetişen velilerden. GermiyanoğU Süleyman Şah ve Yakub bey zamanındaki en yüksek ullemadandır. Süleyman Kızını Murad Hüdavendigar’ın oğlu Bayezid’e vermek istediği zaman Osmanlı Hükümdarına gönderediği heyette de yer almıştır. Bu heyetin gönderildiği tarih 1381’den biraz evveldir. İshak Fakih’in mahlasının Cemaleddin ve babasının Hacı Halil Hayrullah olduğunu İshak fakih camiinin vakfiye ve kitabesinden anlıyoruz.

İshak Fakih’in 844 H. sesinde hayatta olduğunu ve 783 H. ten evvel de Osmanlı Hükümdarı nezdinde gönderildiğini nazarı dikkate alınırsa 90 yıldan fazla bir ömür sürdüğü görülür. Cemalettin İshak Fakih’in (825h. – 1422m) Rebiülevvel tarihli vakfiyesinden Mehmet isminde bir olduğu olduğu anlaşılıyor. İshak Fakih’in bu vakfı Sincanlıya tabi kırka köyündedir.İshak Fakih’in kabri banisi olduğu caminin  hemen girişindeki türbesindedir. Türbe de kitabe yoktur.

İshak fakih camii ve türbesi’nin özelikleri
a1.20 m. kalınlığında yüzleri ve köşeleri kesme taşlarla, tuğla ve harçla yapılmış olan cami esas arsaya uyularak 150:180 cm. dolma toprak üzerine inşa edilmiştir. Beşgen duvar üzerine oturtulmuş tek kubbesi ve çatısı vardır. Caminin giriş kapısına kuzeyden 6 basamak çimento merdivenle çıkılır. Solda taştan yapılmış bir istinat duvarı olup camiinin bu dış avlusu iki küçük kubbe ile örtülüdür. Avlunun sağında bir türbe ve türbenin bu kısmında demir parmaklıklarla iki pencere vardır. Türbe tek kubbelidir. Zemini çini plakalarla üç merkad vardır.
Cami (7.80 x 4.5) metrekare boyutunda olup kubbe dört köşe üzerine oturtulmuştur. Minber ahşap ve sadedir. Mihrap beton sıvalı mermer taklidi boyalıdır. Küçük bir müezzin mahvili ve 14 basamak tahta merdivenle kadınlar mahviline inilir.
Minare kesme taşlarla yapılmış olup şerefe kısmı tuğlalarla işlenmiştir. Külah ahşap ve kurşun kaplıdır. 54 basamaklıdır. Basamaklar aşınmış durumdadır.
Cami yanında bulunan çeşme de İshak Fakih tarafından yaptırılmış olup inşası 823h – 1420 m.’dir.

Kalburcu Şeyhi Ahmet Efendi

Kalburcu Şeyhi Pir Ahmet

Kütahya – Eskişehir yolu üzerinde. Kütahya ya 20 km mesafede

Kânûnî Sultan Süleymân devri âlim ve velîlerinden. Aslen Kütahya’ya yakın Gırbalcı köyündendir. Halk arasında Kalburcu Şeyhi adıyla meşhûr olmuştur. Mihmandâr ve Çavdarlı adıyla da bilinirdi. kaynaklarda doğum târihi bildirilmemektedir. 1570 (H.978) senesinde vefât etti.

Önce kendi memleketinin âlimlerinden ilim tahsîl etti. Sonra Şeyh Sinân Karamânî’nin hizmetinde bulundu. Abdüllatîf Efendinin sohbetlerinden çok istifâde etti.Mânevî hâllere ve makamlara kavuştu.

Şöyle bir hâdise anlatılır: Henüz talebeyken, arkadaşlarıyla derse gidip gelirlerdi. Bir gün derse gittiklerinde, iki arkadaşıyle berâber her biri, gönüllerinden geçenlerin hâsıl olması için hocalarından duâ istediler. Hocaları bu talebelerini kırmadı. Onlar için duâ etti.Hocalarının duâsı bereketiyle, o talebelerden biri Pâdişâhın ordusunda komutan, biri de ilim ehli âlim bir kimse oldu. Ahmed Dede ise; hazret-i İbrâhim gibi çok mâl ve mülke kavuştu, zengin oldu. Daha sonra İstanbul’a geldi. Burada büyük zâtlardan olan Kütahyalı Merkez Efendinin yanında hizmet etti. Merkez Efendinin yanında İslâmiyetin güzel ahlâkını ve Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yolunu öğretmek için izin aldı. Yine büyük zâtlardan Kastamonulu Şâban Efendinin de iltifatlarına kavuştu.

İstanbul’dan ayrılıp memleketine geldi. Burada yaptırdığı zâviyesinde ikâmet eder, insanlara dünyâ ve âhiret saâdetinin yollarını öğretirdi.Hocasının duâsı bereketiyle çok mal ve mülke kavuştuğundan, herkese çok fazla ikrâmlarda bulunurdu. Gece-gündüz, gelene geçene yemek yedirir, açları doyururdu. Zâviyesinde sofra hiç eksik olmazdı. Çok kerâmetleri görüldü. Ömrü boyunca hiç kimseden hediye, maaş ve sadaka gibi şeyleri kabûl etmedi. Çiftçilikle geçinirdi. Tarlalarından elde ettiği ürünlerden, misâfirlerine yedirmek ve ihtiyaç sâhiplerine vermek için bir mikdar ayırmak âdetiydi. Hattâ hayvanlar ve kuşlar için bile yiyecek ve buğday ayırırdı.

Tarlaya ektiği buğday ve çavdarlar, normal tohumdan olmasına rağmen, çok güzel ve benzersiz olurdu. Bu sebeple Ahmed Dede’ye halk arasında Çavdar Şeyhi de derlerdi. Tarlalardan elde ettiği buğdayı bir anbara koyar, kapısını kapatırdı. Buğdayı anbarın altındaki oluktan alırlardı. Anbarın tamâmen boşaldığı hiç görülmedi. Bu sâyede hiçbir zaman zahire sıkıntısı çekilmezdi. Ahmed Dede’ye civar köy ve kasabalardan çok misâfirler gelirdi. Misâfirlere, ayrılırken birer çörek verir, onlar da bunu yol azığı yaparlardı. Her zaman; “Bu nîmetlerin hepsi, Ahmed Dede’nin hocası Abdüllatîf Efendinin duâsı bereketi iledir” diye Allahü teâlâya şükrederlerdi.

Sultan İkinci Selîm şehzâdeyken Ahmed Dede’yi ziyâret etmiş ve zâviyesi yakınında bir mescid yaptırmıştır. Kalburcu Şeyhi Ahmed Dede 1570 (H.978) senesinde memleketinde vefât etti.Kabri oradadır.

KAYNAKLAR

1) Şakâyik-ı Nu’mâniyye Zeyli (Atâî); s.203

2) Sicilli Osmanî; c.1, s.201