Geyikli Baba – Çanakkale

çanakkale – ezine – geyikli Ezine İlçesi, Geyikli Beldesi sınırları içinde Geyikli’den Kemallı köyüne giden ara yolun hemen kenarında bulunan zeytinliğin içinde yeralır. Mezar, çevreden toplanmış moloz taşlarla harçsız olarak yapılmış, yerden yüksekliği 50 cm olan basit bir mezardır. Mezar üzerinde mezar sahibine veya yapımına …

Şah Dede Sultan – Çanakkale

Çanakkale – Ezine – Akköy Şah Dede Sultan mezarlığı, Akköy’ün kuzeydoğusunda bulunmaktadır. Halen köy mezarlığı olarak gömü yapılmaktadır. Tamamen çalılıklarla kaplı olan mezarlığın içinde mermer mezar taşlı osmanlı dönemi özellikleri gösteren mezarlar mevcuttur. Mezarlığın orta kısımlarında bir de türbe bulunmaktadır. Mezarlık, 14. yy başlarında kurulmuş …

Aburga Ahmed Dede

çanakkale – bozcada – fener burnu mevkii Aburga Ahmet Dede mezarlığı , Alaybey mahallesi Fener Burnu mevkiinde bulunmaktadır. Bozcaada limanına ve denize hakim bir tepe üzerinde küçük bir mezarlıktır. Mezarlığın orta kısmında kenarları duvarlarla çevrili bir mezar bulunmaktadır. Bu mezarı ri­vayete göre denizci olan ‘Aburga …

Yedierenler – Çanakkale

çanakkale – merkez – kemel köyü  Merkez Kemel köyü sınırları içinde Dedelik tepesi üzerinde bulunmaktadır. Mevki, köyün hemen üstünde, güney doğusunda bulunan yüksek tepededir. Kemel köylüleri buraya hayır tepesi de demektedir. Tepe Çanakkale boğazına ve çevresine hakim bir konumda bulunmaktadır. Tepe üzerinde betonla onarılmış altı …

Ahmet Talibi İrşadi Baba (k.s.)

Çanakkale – Kilitbahir’de

Talib-i İrşadi hazretleri , 1819’da Tire-Bayındır’da dünyaya gelmiş olup, Derebeyizade Helvacıoğlu Ahmed Efendi namıyla da hatırlanır. 1839 yılında medresede ilim tahsiliyle meşgul iken Uşşakiyye’den Ömer Hulusi ve Hüseyin Hakki efendilerle karşılaşmıştır. Ömer Efendi, “Talib benim irşad senin” diye Hüseyin Hakki Efendi’ye teslim etmiş, Hakki Efendi de bu göreve “Efendim can senin canan senin” diye mukabelede bulunmuştur. On beş sene mücahede ile meşgul olup, “Talib-i İrşadi” namıyla meşhur olmuştur.

Hüseyin Vassaf’ın naklettiğine göre, 1854’te zuhur eden bir hal ile yedi sene dağlarda, sahralarda inziva hayatı yaşamış, saçını sakalını uzatmış, bilahare bu hal zail olmuştur. Bu süre içerisinde haram yememiş, haram içmemiş, haram işlememiş sadece saç ve sakalını uzatmış, bir hasır parçasına bürünmüş olarak şeyhi Hakki Efendi’nin huzuruna gelmiştir. 1860’da Hakki Efendi’den müstahlef olmuş, Uşşakiyye’nin İrşadiyye kolunu kurmuştur.

Uzunçarşılı, Karesi Meşahiri adlı eserinde, “Beni dur eyleme ya Rab visal-ı zat-ı pakinden/Mekandan la-mekan zatın görünür dilde hal içre” gibi beyitleri olan İrşadi’nin bir divanı tutacak kadar ilahisi olduğunu, mensuplarının pirlerinin yolundan giderek saç ve sakalını uzattığını haber vermektedir. Yirmi bir sene Çanakkale, Biga, Balıkesir, Karabiga, Çardak, Lapseki, Bayramiç, Kumkale, Edremit ve Gelibolu taraflarını dolaşmıştır.

S. Nüzhet Ergun, Bektaşi Şairleri’nde, onun aslında Bektaşi olduğunu, zarardan korunmak için kendisini Uşşaki olarak tanıttığını, takiyye yaptığını, “Nazenin-i Uşşaki” denilen tarikatın Bektaşilik’ten başka bir şey olmadığını, gerçek Uşşakilerin İrşadileri kendilerinden saymadıklarını kaydetmektedir. Devamla Hulusi Baba’nın müridi olan İrşadi’nin daha sonra “Kasabalı” ve “Hakki-i Mürebbi”den icazet aldığını dolayısıyla ilk ve son şeyhinin Uşşaki kisvesine bürünmüş Bektaşilerden başkası olmadığını ifade etmektedir.

Talibi-i İrşadi hazretleri , 1881 senesinde Kilitbahir’de vefat ederek, oraya defnedilir.

İrşadi Baba, Balıkesir’de Azibler Tekkesi adında bir dergah da inşa etmiş, meşihatına vefatından sonra Şeyh Kudsi Ahmed Baba geçmiştir. Talib-i İrşadi’nin diğer halifeleri şunlardır: Baş halifesi Hüseyin Hüsnü Baba, Çardak’ta görevli Şeyh Safi Baba, Gelibolu’da Şeyh Hüseyin Necib Efendi ve Şeyh Ahmed Şucaeddin (Şucai) Baba, Bayramiç’te Şeyh Hasan Niyazi Baba.

 Kaynak ; Çanakkale Evliyaları , Abdulhalim Durma

Gazi Süleyman Paşa

Çanakkale – Bolayır ‘da İlçe kabristanında

Çanakkale İli Gelibolu İlçesi Bolayır Beldesinde bulunan Gazi Süleyman Paşa Türbesi Kesin yapılış tarihi bilinmeyen türbe II. Abdulhamid tarafından yeniden yaptırılmıştır. Türbede Gazi Süleyman Paşa’ya, lalasına ve atına ait üç adet mezar vardır.

Mevlid şairi Süleyman Çelebi’nin dedesi ve Orhan Gazi’nin kayınbiraderi Şeyh Mahmud’un: “Keramet gösterip halka suya seccade salmışsın Yakasın Rumeli’nin dest-i takva île almışsın.” dediği, Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Şah, Rumeli fâtihi olarak tarihlere geçmiştir.

1316′da doğan bu şehzade’nin ömrü; 1359′da bir av esnasında attan düşerek vefatına kadar, gaza meydanlarında, fetihten fethe koşmakla geçmiştir….

1331′de babası Orhan Gazi’ye vezir olan Şehzade Süleyman, idarî işlerden ziyade askerî işlerle vazifelendirilmiştir. Zaten fıtrat icabı cihangir ruhlu olan Şehzade Süleyman, maiyetindeki kahramanlarla zaferden zafere at koşturmuş ve filiz halindeki devletin sınırlarını ikinci bir kıtaya, Avrupa’ya taşırmıştır…

Osman Gazi’nin temelini attığı devletin sınırları gittikçe genişlemekteydi. Ve fetihlerin hedefi Anadolu’daki Bizans topraklarıydı… İznik ve İzmit’in fethinden sonra Osmanlı Süvarileri, İstanbul Boğazı’nın Asya taraflarında at koşturmaya başlamışlardı. Devletin bekası ve ihtişamının ziyadesi için mutlaka Rumeli tarafları ele geçirilmeliydi… Bizanslılar arasındaki taht kavgası Rumeli fethine imkan hazırladı…

Kızı Teodora’yı Orhan Gazi’ye veren Bizans kralı VI.Yoannis Kantakuzinos’la V.Yoannis Paleoloğos arasındaki kavgada, Kontakuzinos’un yardım istemesi üzerine Orhan Gazi, Süleyman Paşa kumandasında asker göndererek kayınpederinin imdadına koşmuştu.

Süleyman Paşa 1349′da yirmi bin kişilik bir kuvvetle Bizanslıların düşmanı Sırpların eline düşmek üzere olan Selanik’in imdadına yetişti ve Sırpları perişan ederek Selanik’i kurtardı.

“Şehzade Sultan Süleyman hem vezir, hem şahımız; Geçtiler Rumeli’ye sal ile arttı şanımız.”

Birkaç yıl içerisinde Gelibolu yarımadasında ve Trakya’da büyük topraklar, Osmanlı Devleti Sınırlarına dahil edilmiştir. Şehzade Süleyman, Gelibolu’nun yanı sıra; Bolayır, Ece-Ova, Konur-Hisar, Tekirdağ, İpsala, Malkara, Hayrabolu ve Keşan’ı da fethetmiştir.

Yine Şehzade Süleyman, Rumeli topraklarında at koşturmaya devam ederek, 1352′de Dimetoka meydan muharebesinde Sırp ve Bulgar ordusunu perişan etmiştir.

Rumeli topraklarındaki bu akınlarla, fethe zemin hazırlanıyordu. Zaten bu topraklarda yaşayan yerli ahâli Osmanlı idaresini hasretle bekler olmuşlardı. Çünkü Onlar, yıllardan beri köhne Bizans idaresinin zulmü altında inlemekteydi. Halk idareden memnun değildi. Saltanat çekişmeleri yanı sıra Katolik ülkelerinin saldırılarından da bıkmışlardı.

Şehzade Süleyman, maiyetindeki mahir kumandanlar; Kardeşi Murad Bey, Hacı İlbeyi, Lala Şahin Paşa, Evranos Gazi, Gazi Fazıl Bey ve Ece Yakup Beylerle her seferden zaferle dönmekteydi.

Rumeli’deki ahâli bu seferler esnasında Osmanlıları yakından tanımak imkanını bulmuştu.

Süleyman Paşa, 1354 başlarında Rumeli’yi tamamen bir İslam Beldesi yapmaya karar vermişti. Hazırlıkları tamamladıktan sonra, 1354 Şubat’ında Edincik’te bulunan donanmayla hareket etti ve üç bin kişilik bir kuvvetle Gelibolu’nun kuzeyinde bulunan Kozludere’ye çıktı. Daha sonra, bir yıl önce Çimpe hisarına yerleşmiş bulunan askerleriyle birlikte Gelibolu üzerine yürüdü ve 2 Mart 1354′te Gelibolu kalesini fethetti.

Gelibolu kalesinin fethini diğer fetihler takip etmiştir. Öyle ki 1356′da Gelibolu yarımadası’nın tamamı fethedilmiştir. Daha sonra marşlarda; destanlara izafeten Rumeli’nin fethi şu şekilde işlenmiştir:

Şehzade Süleyman fethedilen toprakların ebediyen birer İslam beldesi olması için gerekli tedbirleri derhal almış ve Anadolu’dan getirttiği Müslüman ahaliyi fethettikleri yerlere yerleştirmiştir…

Rumeli’nin fethedilişiyle Osmanlı Tarihinde yeni bir devre başlamıştır. Artık İslam askerleri, Asya’nın yanı sıra Avrupa kıtasında da at koşturmaya başlamıştır.

Rumeli’nin fethi yalnız Osmanlı tarihinde değil, Bizans tarihinde de bir dönüm noktasıdır. Etrafı Osmanlılarla çevrilmiş Bizans, günbegün çöküşünü seyretmekten başka bir şey yapamaz hale gelmiştir.

Şanlı devlete Rumeli topraklarını armağan eden Şehzade Süleyman, 1359′da 43 yaşında iken vefat etmiş ve fethettiği Bolayır’a defnedilmiştir…

Gazi Süleymanpaşa Türbesi
Bolayır kasabasında bulunmaktadır. Kasabanın batı kıyısında Saros Körfezine bakan yamacı üzerindedir. Türbenin etrafı mezarlık olarak kullanılmıştır. Türbe; 7,85 x 7,85 cm ölçülerinde kare plamlı kesma taş malzemeden yapılmış tek kubbeli bir yapıdır. Türbenin duvarlarının kalınlığı 115 cm’dir. Kuzey ve güney cepheleri üzerinde mermer sö­ veli birer pencere, batı ve doğu cephelerinde de birer kapı bulunmaktadır. Pencereler bitkisel motifli perforje demir korkulukludur. Saçak altında tuğladan testere dişi şeklinde iki sıra fıriz kuşağı dolaşmaktadır. Pandandiflerle geçilen sekizgen kasnak üzerinde içten sivri kemerli dört pencere bulunmaktadır. Türbe’nin mimari özellikleri ve tuğladan yapılan fıriz kuşağı Erken Osmanlı Dönemi mimari özelliği taşımaktadır.

Türbe içinde Süleyman Paşa’nın, Lalası ve atına ait olmak üzere üç mezar bulunmaktadır. Türbe; Süleyman Paşanın 1359 yılında ölümünden sonra, Sultan 1. Murat tarafından yaptırılmış, 1549 Süleymen Paşa Trakya fatihi olup Bolayır’da karargahı bulunmaktaydı. Atından düşerek ölmüş, vasiyeti üzerine Bolayır’a gömülmüştür..

Kaynak ;http://www.canakkaleili.com/gazi-suleyman-pasa-turbesi.html

Kaşıkcı Dede

Çanakkale – Kilitbahir ‘deyalı caddesi ile çarşı caddesinin birleştiği yerde set üzerinde

Kaşıkçı Dede’nin kale inşaatlarında çalışan işçilerin yemek yerken kullandıkları  kaşıkları, Trakya’dan veya Anadolu’dan getiren ve kaşıklardan sorumlu olan kişinin O olduğu sanılmaktadır. Daha sonra kale inşasında kaşıkçı başı olarak görev alır ve bu görevini ölene kadar devam ettirir. Halk arasında Kaşıkçı Dede, Kaşıklı Dede  ve Kaşıkçı Baba olarak bilinir. Keramet sahibi olduğuna inanılır. Halk arasındaki inanca göre konuşamayan çocuklar Kaşıkçı Dede tarafından tedavi edilir. Konuşamayan çocuğa kabrin üzerinden alınan bir kaşıkla yemek yedirilirse çocuğun konuşacağına inanılır. Bu inanç eskiden beri devam etmektedir.  Ayrıca evlenememiş kızlar hayırlı bir kısmet dilemek için Kaşıkçı Dede’yi ziyaret ederler. Kaşıkçı Dede’nin Çanakkale Savaşlarında cephedeki Türk askerine küçük bir destiyle su dağıttığı ve destideki suyun hiç tükenmediği söylenmektedir (Tellioğlu 1997: 153). Kaşıkçı Dede’nin türbesi İstanbul yolu üzerindedir. Bu nedenle pek çok defa kaldırılmak istenmiş fakat kimse başarı olamamıştır. Hatta kabri kaldırmaya çalışanlardan bazılarının hastalandığı rivayet edilmektedir.
kaynak : Eceebat değerleri Sempozyumu ,2008, Eceebatta türbeler ve efsaneler , Hulusi Güleç

 

Cahidi Sultan

Çanakkale – Kilitbahir köyünde Cahidi Sultan camiinde

Câhidî Ahmed Efendi, XVII. yüzyılın önemli mutasavvıflarından biridir. Aslen Edirneli’dir. Rumeli’li bir ailenin çocuğu olup babasının ismi Muhammed’dir. Gerçek adı Ahmed’dir, Câhidî ise mahlasıdır. Padişah IV. Mehmed’in Câhidî’yi rüyasında görmesi üzerine, Çanakkale’nin Kilitbahir beldesine gelerek kendisini ziyaret eder. Padişah, bu ziyaret sırasında maddi ikramları kabul etmeyen Câhidî’yi “Sultan” ünvanı ile manen taltif eder. Böylece halk arasında “Câhidî Sultan” şeklinde meşhur olmuştur.

Câhidî, genç yaşta Edirne’den gelip Gelibolulu Şeyh Ömer Karibî (Kutub Ömer) Efendi’ye intisab eder. Seyr ü sülûkünü tamamladıktan sonra icazetini alır ve o zamanki ismi ile Kiludu’l-Bahr’e gelerek şimdi bulunduğu yere tekkesini kurar ve irşad faaliyetlerine başlar. Burada Kerime Hatun ile evlenir. Bu evlilikten Âdem ve Lütfullah adında iki oğlu olur. Âdem Efendi, babasından 17 yıl önce 1053/1643 yılında vefat eder. Kabri türbenin dışında güney cephededir. Halk arasında keramet ehli bir hanım olduğu söylenen eşi Kerime Hatun ise Câhidî’nin yanında metfundur.

Ahmed Câhidî hazretleri çok cömert ve vakar sâhibi idi. Gece-gündüz Kur’ân-ı kerîm okurdu. Âlimlerden haberleri doğru olarak naklederdi. Allah korkusundan çok gözyaşı dökerdi. Dünyânın parlaklığına ve malına îtibâr etmezdi. Bu hâlleri sebebiyle kısa zamanda çevresinde tanındı ve herkes tarafından sevildi. Talebeleri çoğaldı. Kilidü’l-Bahr’de asıl tanınması ise şu hâdiseye dayanır:

Bir gün Ahmed Câhidî Efendi, Çanakkale’ye geçmek için Kilidü’l-Bahr iskelesine geldi. Parası olmadığı için zamânın kayıkçıları kendisini kayığa almadılar. Üzgün bir hâlde dönüp evine geldi. Kendisini gören hanımı Kerîme Hâtun niçin gitmediğini sordu. Câhidî hazretlerinin kayığa alınmadığını söylemesi üzerine de; “Al şu seccadeyi de bin üzerine, Çanakkale’ye geç-gel.” dedi. Bu şekilde Çanakkale’ye geçen Câhidî Efendiyi gören kayıkçılar şaşırıp kaldılar. Böylece onun büyük bir velî olduğunu anladılar.

Talebelerinden birisinin sohbet esnâsında kalbin ne şekilde terbiye edileceğine dâir sorduğu suâle Ahmed Câhidî hazretleri şu cevâbı verdi:
Tarîkatlarda asıl olan kalbin çeşitli hastalıklarından temizlenerek şifâ bulmasını temin etmek, onu güzel sıfatlarla süslemektir. Allahü teâlâyayaklaşmanın yolları tövbe, nefsini hesâba çekme, yaptığı işlerden gurura kapılmama ve ümitli olmak gibi kalbî makamlarla, doğruluk, samîmiyet, ihlâs, sabır gibi güzel hasletlerdir. Tasavvuf yolunda yürüyen kimse bu vasıflarıyla cenâb-ı Hakk’a yaklaşırsa, mârifet ehlinden olur ve bu sûretle en yüksek derecelere kavuşur.

Ahmed Cahidî hazretleri bir soru üzerine de tarîkatlerde esas olan zikri dört madde halinde özetledi.

1. Dilin zikri: Kalpten kötülüklerin izale edilmesini sağlayacak olan cenâb-ı Hakk’ın anılması.
2. Kalbin zikri: Allahü teâlâyı kalpten tefekkür etmek, düşünmek ve O’nun kalbe nazar ettiğini bilmek.
3. Nefsin zikri: Harf ve ses yerine his ve hayâl ile içten, kalpten Allah’ı anmak.
4. Rûhun zikri: Cenâb-ı Hakk’ın kâinâtta tecellî eden, güzel sıfatlarının netîcesine bakarak O’nu tefekkür etmek, düşünmektir.

Bu zikir çeşitleri kişiyi kemâl mertebesine ulaştırmak için en kuvvetli yoldur. Bunlar tarîkatta zikir çeşitlerinin özetidir. Gayrisi teferruâttan ibârettir.”

Ve talebelerine; “Lâ ilâhe illallah, diyerek kalbinizin pasını siliniz.” dedikten sonra, şu şiiri söylerdi:

Her kelâmın âlâsı, Lâ ilâhe illallah
Cümle varın mevlâsı, Lâ ilahe illallah
Cümle derdin dermânı, koma dilinden anı
Müminlerin îmânı, Lâ ilâhe illallah
Tâliblerin şükrüdür, kalplerinin fikridir
Dillerinin zikridir, Lâ ilâhe illallah.

Câhidî Ahmed Efendi, Halvetiyye Tarikatı’nın Ahmediyye şubesinin Uşşâkiyye koluna mensuptur. Hayatı boyunca birçok mürid ve halifeler yetiştirmiştir. İsmine izafeten tesis ettiği Câhidiyye Tarikatı, vefatından sonra oğlu Lütfullah Efendi tarafından temsil edilmiş ve kısa sürede Çanakkale, Edirne ve Bursa’da yayılmıştır. Câhidîlik, XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar, Bursa’da bir kaç farklı tekkede aynı anda faaliyet gösteren önemli tarikatlardan biri olmuştur. Doğum tarihi tam olarak tespit edilememekle beraber, XVI. yüzyılın sonlarında doğduğu kuvvetle muhtemel olan Câhidî Ahmed Efendi, 1070/1659–60 yılında vefat etmiştir

Cahidi Sultan Camii ve Türbesi
Eceabat ilçesi, Kilitbahir köyünde bulunmaktadır. Köyün en üst kısmındaki (batısında) yamaç üzerinde yer alır. Cami, türbe, hazire ve çeşme yapılarından meydana gelen bir külliyedir. Kaynaklarda geçen tekke bugün bulunmamaktadır.

Cami:8 x8 m ebatlarında kare planlı tek kubbeye sahiptir. Yapım malzemesi kesme taş ve moloz taşdır. Camiye yuvar­lak kemerli kapıdan girilmektedir. Kapının kilit taşının üzerine yaprak süslemeler yapılmıştır. Kapının her iki yanında yuvarlak kemerli pencere ve bu pencerelerin üzerinde, üç adet ikinci kat pencereleri yer alır. Pencereler yuvarlak kemerli olup, ikinci kat pencerelerinden ortadaki yandakilerden daha büyük tutulmuştur. Yan cephelerde dikdort­ gen ikişer pencere ve bu pencerelerin tam ortasına gelecek şekilde göz pencerelere yer verilmiştir. Güney cephesinde mihrabın her iki yaruda simetri şekilde yuvarlak kemerli birer pencere ve ikinci kat penceresi olarak göz pencereler bulunur. Mukarnas kavsaralı mihrabın nişi altıgen formludur. Mihrabın iki yanında, yan yana üç silme üzerine bir başlık eklenmiş durumdadır. Mukarnas kavsaranın her iki yanında üç kademeli olarak bitkisel bezeme işlenmiştir.

Caminin kuzey batı köşesinde tek şerefeli silindirik gövdeli minare yer alır. Kare kaideli minare kaidesi caminin beden duvarları ile bütünleşmiş durumdadır. 1953 yılında yıkılan minarenin yerine yenisi yapıldığından kaideden sonrası orijinal değildir.

Türbe: Caminin kuzey doğusunda olup, kareye yakın yamuk planlı ve tek kubbelidir. Türbeye, cami ile arasındaki boşluğa sonradan eklenmiş tek eğimli kiremit çatılı bir ön odadan sonra geçilmektedir. Ön odanın giriş kapısı üzerin­de “Cahidi Sultan’nın makamı” yazılı, H.1290, M. 1873 tarihli kitabe bulunur. Ön odanın tavanı ahşap olup, tavanın tam ortasında, ışın demeti ve yirmi iki kollu yıldız demetinin oluşturduğu tavan göbek bulunur. Türbe içinde Cahidi Sultan ve eşi Kerime Hatun’a ait olan iki sanduka bulunur.

Caminin hazire kısmında, en erkeni H.1254 M. 1838, en geçi ise H.1329 M.1911 tarihini taşıyan yirmi adet mezar bulunmaktadır. Caminin güney tarafında tek cepheli yuvarlak kemerli bir çeşme, külliyenin sokağa bakan kısmına tek cepheli ve sivri kemerli olmak üzere iki çeşme bulunmaktadır. Çeşmelerin yapım kitabeleri bulunmamaktadır. Bugünkü durumu ile oldukça harap durumdadır.

Tekke: Günümüzde mevcut olmayıp, muhtemelen caminin güney bölümündeki mezarlık alanındaki duvarlar tekkeye ait olmalıdır. Tekke işlevini yitirip yıkılmasından sonra, yeri mezarlık olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Caminin giriş kapısı üzerindeki yeni kitabede 1630 yazsada, Külliye’nin başka bir yerinde yapılış tarihi hakkında her hangi bir kitabe mevcut değildir. Muhtemelen külliye’nin cami ve tekke bölümü Cahidi Sultan’ın sağlığında var olduğu, Türbe ise ölüm tarihi olan 1659 yılından sonra yapılmış olmalıdır. Cami süsleme ve plan özelliği olarak 17. yy özelliği göstermektedir. Camide ve türbedeki süslemelerden bazıları 19 yy özlliği gösterdiğinden, 1893 yılında ön odanın türbeye eklenmesi sırasında cami ve türbe de onarılmıştır.

kaynak : tasavvuf dergisi ,17.sayı, cahidi ahmet efendi’nini ”abdest namaz ve hac ” ibadetlerine dair bazı batıni yorumla, Dr. Hamdi Kızıler