Manisa – Gördes
Celal Baba Türbesi
Evliya, Sahabe, Peygamber Kabirleri
Evliya ve Sahabe
Manisa – Gördes
Manisa – Merkez’de Kumlu dere caddesi üzerindeki kabristanda
Kumludere Caddesi üzerindeki türbeden ismini almış olan bu mahalle (Eyne Ali) ve mekanın 15. yüzyılda yaşamış büyük mutasavvıf Aynı Ali Baba’yla irtibatlı olduğunu öğreniriz. Anlatılır ki, 19. yüzyılda yine aynı bölgede türbenin karşısında bulunan ulu çitlembik ağacı altındaki kahvehanede Ahmet Raci adındaki tek müridi ile meclup paltosu ve şapkasına aynalar takarak dolaşan, bu çitlembik altında paltosundan çıkardığı neyin sesi ile derinden ezgilerle etrafındakilere hoş zamanlar ve hikayeler anlatarak geçiren zatın rahmete kavuşmadan bir gün önce müridine, “bu alemden göçeceğiz ama bizim adımız devam edecektir”, sözü ile ertesi günü hakkın rahmetine kavuşur.
Diğer taraftan Filibeli Ahmet Hilmi’nin ‘A’mak-ı Hayal’ adlı eserinin temel kahramanı olan Aynalı Dede’nin burada yattığı rivayet edilir. Aynı Ali Dergahı olarak bilinen mekan dededen toruna geçerek zamanla gönül sohbetleri yapılan bir yer haline gelir. Aynı isimle anılan caminin 50m. kadar kuzeyinde yer alan parkın ortasında bulunan türbe, vaktiyle bir mezarlığın merkezinde idi
17 . Manisa Belediyesinin 1996’daki çalışmaları sonucunda bu mezarlık kaldırılır, yerine park düzenlemesi yapılır. Ayn-ı Ali’nin Fatih ve II. Bayezid dönemlerinde yaşamış bir Bektaşi şeyhi olduğu, zaviyesine birçok arazi ve emlakin vakfedilmiş olduğu nakledilir. Türbenin yapı üslubundan Osmanlı döneminde XVI-XVII. yüzyılda inşa edildiği ileri sürülür. Düzgün kesme taştan yapılmış olan türbenin önünde çatılı, yuvarlak kemerli küçük bir giriş vardır. Sandukanın bulunduğu bölüm sekizgen planlı olup üzeri kubbe ile örtülüdür. Giriş dışında üç kenarda dikdörtgen söveli, yuvarlak kemerler içerisine alınmış pencereler bulunmaktadır. Bunların üzerine de birer küçük alçı pencere yerleştirilmiştir. Bektaşilerin, 1826’dan beri Manisa’da tekkeleri yoktur. Ama burada eskiden önemli olduklarını ve Ayn-ı Ali ile Niyazi Baba’nın türbelerinin kendi tarikatlarına ait bulunduğunu ileri sürmektedirler. Evliya Çelebi’nin döneminde burasının medrese olduğu görülüyor. “Aynı Ali Medresesi evvelce Bektaşi Tekkesi idi. Şimdi hariç medresedir ama inşallah yine tekkesi olur.”
.
Hakkari – Şamdinli – Bağlar köyünde ( Seyyid Taha Hakkari hz’nin yanında)
Seyyid Muhammed Salih hazretleri, Osmanlılar zamanında Anadolu’da yetişen evliyanın en büyüklerindendir. Silsile-i aliyyenin otuz ikincisidir. Büyük veli Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin on birinci torunu ve Taha Hakkari hazretlerinin kardeşidir. Seyyiddir. 1865 yılında Nehri’de (Bağlar köyü) vefat etti. Kabri, ağabeyi ve hocası Seyyid Taha-yı Hakkâri hazretlerinin ayak ucundadır.
Seyyid Salih, küçük yaşta Kur’an-ı kerim okumayı öğrendi. Çok zekiydi. Kısa zamanda Kur’an-ı kerimi ezberledi. Medreseye giderek tefsir, hadis, fıkıh gibi zahiri ilimlerle, zamanın fen ve edebiyat bilgilerini öğrenerek büyük bir âlim oldu. Tasavvufta da yetişerek, kalb ilimlerinde marifet sahibi olmak için, ağabeyi Seyyid Taha-yı Hakkâri’nin sohbetiyle şereflendi. Senelerce ona hizmet etti. Mübarek teveccühlerine kavuştu. Vilayet derecelerinde çok yükseldi. Hocası, ona icazet vererek, talebe yetiştirmek üzere Berdesur’a gönderdi. Seyyid Salih hazretleri orada talebe yetiştirmeye başladı.
Seyyid Taha hazretleri vefat edeceği zaman ona kendisinden sonra makamlarına kimin oturacağı sorulunca; “Biraderim Salih, kâmil ve olgundur. Herkesin başı onun eteği altındadır” buyurarak Seyyid Salih’i yerine bıraktı. Hasta kalblere şifa olan sohbetleri ile, aşıklarının kemale gelmesine, Hakk’a yaklaşarak veli birer zat olmalarına vesile oldu.
Seyyid Salih hazretleri, muhabbet ve edep sahibiydi. Verası ve takvası çoktu. Haramlardan şiddetle kaçar, şüpheli korkusuyla mubahların fazlasını terk ederdi. Ekseri günleri oruçlu geçerdi. Gecelerini ibadetle ihya eder, uykusunu öğleye yakın kaylule yaparak alır, hem de sünnet-i şerife uyardı. Çok merhametli olup, hiç kimseyi incitmezdi. İnsanların Cehennemde yanmamaları için elinden gelen gayreti gösterir, Allahü teâlânın emirlerini bildirir, yasaklarından kaçınmalarını sağlardı. Gayr-i müslimlere dahi iyilik yapardı. Bu sebeple herkes tarafından sevilirdi.
Seyyid Taha hazretlerinin oğlu Ubeydullah, babasının yerine geçen amcası Seyyid Salih hazretlerine talebe olmayıp diğer halifesi Seyyid Fehim hazretlerine tâbi olmak istedi. Fehim-i Arvasi ise ona; “Muhterem babanız, yerine Seyyid Salih hazretlerini tayin ettiler. Bu sebeple siz de, biz de onun sohbetine gidip, ona tâbi olmamız lazımdır” buyurdu. Buna rağmen Ubeydullah, buna itiraz eyledi. Bunun üzerine Fehim-i Arvasi; “Mübarek hocamızın kabr-i şerifine gidelim ve soralım. Ne buyururlarsa yapacak mısın?” buyurdu. O da; “Yaparım” dedi. Gittiler. Kabristana girişte ayakkabılarını çıkarıp, kabrin yanına vardılar. Daha hiçbir şey söylemeden Taha-yı Hakkâri hazretlerinin; “Fehim, Ubeydullahı, kardeşim Salihe götür” buyurduğunu işittiler. Ubeydullah, babasının bu emrine uyarak, süratle amcasının huzuruna koştu.
Seyyid Salih, 1865 yılında hastalandı. Talebelerini toplayarak herbiriyle vedalaştı, helalleşti. Vasiyetini bildirdi. Kabriyle ilgili olarak da; “Kabrimi ağabeyim Seyyid Taha hazretlerinin kabr-i şerifinin ayak ucuna kazınız. Edebi gözetip kabirde de mübarek ayakları başımın üstüne gelecek şekilde olmasını sağlayın. Bizden sonra Seyyid Fehime tâbi olun” buyurdu. Sonra talebelerinin Kur’an-ı kerim tilavetleri arasında vefat edip, sevdiklerine kavuştu. Vasiyetini aynen yaptılar. Kabrini hocasının ayak ucuna kazdılar. Şimdi bu iki kabrin üç taşı vardır. Yani Seyyid Taha hazretlerinin kabrinin ayak ucundaki taş, Seyyid Salih hazretlerinin baş taşıdır.
Seyyid Muhammed Salih hazretlerinin vefatından sonra yerine Seyyid Fehim-i Arvasi hazretleri geçip vazifesini devam ettirdi. İnsanlara İslamiyet’in emir ve yasaklarını anlatıp onların kurtuluşlarına vesile oldu.


Hakkari – Şemdinli – Bağlar Köyü
Anadolu’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Seyyid Abdullah-ı Şemdînî’dir. Ahlâkı, hazret-i Osman’ın güzel ahlâkını hatırlatan çok yüksek bir velî idi. Şafiî mezhebi âlimlerindendir. Lakabı Sirâcüddîn ve Menba’ul-hilm’dir. Nisbesi; Nekşibendî, Hâlidî, Müceddidî, Şemdîni ve Nehrî’dir. Hakkâri vilâyetinin Şemdînân (veya Semzînân, şimdiki adıyla Şemdinli) kasabasındandır. Doğum târihi bilinmemektedir. 1228 (m. 1813) senesinde vefât etti. Şemdînân’ın Nehri kasabasında medfûndur.
Rivâyet edilir ki: Seyyid Abdullah, Irak’da Süleymâniye beldesindeki medresede ilim tahsil ederken, Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî de orada idi. İkisi medrese arkadaşı idiler. Burada zâhirî ilimleri tahsil ederlerken, bir taraftan da kendilerine hep bir rehber (kendilerini ma’nevî olarak terbiye edip, bâtınî ilmleri öğretecek, yetiştirecek bir yol gösterici) arıyorlardı. Bu iki samîmi talebenin birbirlerine olan muhabbetleri o derecede idi ki, aradıkları rehberi, ikisinden hangisi daha evvel bulursa, o büyük zâttan alacağı feyz ve bereketin aralarında müşterek olması için anlaşmışlar, bu husûsta birbirlerine söz vermişlerdi. Ya’nî aradıkları o büyük velîyi hangisi daha evvel bulur, tanırsa, hemen diğer arkadaşının da o zâtı tanımasına, ona bağlanmasına ve feyz almasına sebep olacaktı.
Mecd-i tâlid ve diğer mu’teber kaynaklarda bildirildiğine göre, Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî, aldığı ba’zı işâretler üzerine Hindistan’a gitmeye karar verdiğinde, Seyyid Abdullah da beraber gitmek istemişti. Bunun üzerine Mevlânâ ona; “Ben gideyim oradan alıp, getirdiğim feyzlere ortağız” demişti. Nihâyet Mevlânâ Hâlid hazretleri Hindistan’a giderek, Şah Gulâm Ali Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin huzûr ve sohbetleri ile şereflenip, lâyık ve müstehak olduğu fazilet ve kemâlâtı aldı. Hocasından tam bir icâzet ve hilâfetle me’zûn oldu. Hocasının tam ve mutlak vekîli olarak aldığı yüksek feyz ve kemâlâtı, ilim ve edeb âşıklarına sunmak, onları yetiştirmek üzere Bağdat’a gönderildi. Bundan sonra bütün âlem, vasıtalı ve vasıtasız olarak, irşâd ve feyz kaynağı olan Mevlânâ hazretlerinin bâtınî nûru ile nûrlanmaya başladı. Böylece Bağdat’ta feyz ve nûr saçan bir şems-i rahmet (rahmet güneşi) doğmuştu.
Daha evvelki anlaşmalarının îcâbı olarak, bu günlerde Seyyid Abdullah Süleymâniye’de bulunan Mevlânâ Hâlid hazretlerinin ziyâretine gitti. Mevlânâ’nın Hindistan’da elde ettiği ma’rifet ve kemâlâtını görünce, ona olan muhabbeti daha da arttı. Talebelikte arkadaşı olduğunu düşünmeyip, o evliyâlık güneşinin sohbetlerine devam etmeye başladı. Talebelerinden oldu. Kendisinde bulunan asâlet ve yüksek istidâd ile Mevlânâ hazretlerinin talebe yetiştirmek husûsundaki maharetinin birleşmesiyle, kısa zamanda bütün ilimlerde ve tasavvuf hâllerinde yetişerek kemâle gelen Seyyid Abdullah hazretleri, binlerce talebe arasında, Mevlânâ Hâlid hazretlerinin en gözde talebesi, halîfelerinin birincisi oldu.
Mevlânâ Hâlid hazretlerinden sonra talebelerin başına geçip, onları yetiştirmeye başlayan Seyyid Abdullah-ı Şemdînî, derin âlim, ilmiyle âmil, haysiyet, şeref, vekâr ve heybet sahibi, pek yüksek bir zât, çok üstün bir velî idi. Zâhirî ve bâtınî kemâlâtı kendinde toplamış idi. Haya ve edebin kaynağı, güzel huyların hazînesi idi. Her hâli doğruluk üzere idi. Sohbetleri hasta rûhlara gıda, bakışları kararmış kalblere şifâ idi. Kurtuluş ve saadet kapısının anahtarı idi. Evliyâlık yolunun sırlarına, ince bilgilerine kavuşmuş idi.
Hocasından icâzet ve hilâfet alanların Üçüncüsü olan Seyyid Abdullah, Şemdinli civarında Nehri kasabasında ikâmet eder, orada tâliblere feyz saçardı. Vefâtına kadar orada bulunup, bu mühim hizmete devam etti. Kabr-i şerîfi Nehri kabristanının girişindedir. Kabrinin üzerinde sâde bir türbe vardır. Mübârek kabri ziyâret olunmakta, o büyük zâtın asıldan, duâ edip mübârek rûhundan istifâde etmekte, onu vesile ederek duâ edenlerin, maddî ve ma’nevî dertlerine derman buldukları, dilden dile anlatılmaktadır.
Nehri kasabasında ilk defa feyz ve irşâd kaynağı olan Seyyid Abdullah hazretleridir. Bu temeli o kurmuş, medrese, tekke ve zaviyeler yaptırarak, Türkiye, Irak ve İran’ın uzak yerlerine kadar âlimlerin feyz ve nûrlarını yaymıştır. Bilhassa edeb ve ahlâkdan nasîbi olmayan aşiretler üzerinde çok te’sîrli olup, onların düzelmesine vesile olmuştur. Kabile ve aşiretlere nasihat verici, onları doğru yola götürücü idi. Hayâtında olduğu gibi, vefâtından sonra da çok kerâmetleri görülmüştür.
Seyyid Abdullah hazretleri, yeğeni (Kardeşi Seyyid Ahmed Geylânî hazretlerinin oğlu) Seyyid Tâhâ-i Hakkâri’yi, Mevlânâ hazretlerinin sohbetlerine götürerek, onun da, bu yolda yetişmesine vesile oldu. Mevlânâ’dan sonra, bu yeğeninin yetişmesiyle kendisi bizzat meşgûl oldu. O da bu yolda çok yükselerek amcası, Seyyid Abdullah’ın halîfesi oldu.
[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”]1) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 11282) Şems-üş-şümûs sh. 136
[/toggle]
Edirne – Enez’de
………
Bursa – İnegöl – İshak paşa camii yanında
…..