Seyyid Muhammed Mazhar Ettasi hazretleri (ks.)

Elazığ – Harput – Meteris Kabristanında

Evliyanın büyüklerinden Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri Miladi 1898 (Hicri 1315) yılında Harputta doğmuştur. 5 Ağustos 1986’da Kışla Cami adıyla bilinen ve kendi yaptırmış olduğu bu caminin karşısındaki evlerinde vefat etmiştir. Türbesi Harput’ta Meteris kabristanında İmam Efendi Hazretlerinin türbesine varmadan sol taraftadır.

Seyyid Muhammed Mazhar ettasi  hazretleri’nin (k.s.) Silsile-i Şerifi
Hem anne, hem de baba tarafından soyu Rahmeten-lil Âlemin Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimize dayanmakta olup Seyyiddir (Hz. Hüseyin (r.a.) ‘ın soyundan) .Kıymetli anneleri Faize Hanım tarafından da soyu, İklime (İklima) Hatun vasıtasıyla Yavuz Sultan Selim Han Hazretlerine ulaşır. İklime Hatun, Yavuz Sultan Selim’in kıymetli eşleri olup edep timsali bir hanım idi. İklime Hatun, Dulkadiroğulları’nın hükümdarı Emir Şahruh’unda kerimeleridir. Muhterem babaları Osman Efendi (rh.a) âlim ve fadıl bir kimse idi. Bütün çocuklarını zamanın ilimlerini öğretmek için sabırla okuttu. Osman Efendi iki kez evlenmiş, toplam 10 (8 erkek, 2 kız) evladı olmuştur. Muhammed Mazhar Ettasi Hazretleri, Osman Efendinin ikinci hanımı olan Faize Hanımdandır. Faize Hanım’ın 2 kız ve 2 erkek evladı olmuştur. Yaş sırasına göre Ayşe Hanım, Muhammed Mazhar Hazretleri, Asım Bey ve Gülgüle Hanımdır. Muhammed Mazhar Ettasi hazretlerinin diğer ağabeyleri de okumuşlar ve zahiri ve batıni ilimlerde mütehassıs olmuşlardı. Ağabeyi Hasan Bey Şam Emeviye Camiinde sohbet veren âlimlerdendi. Bir diğer ağabeyi Seyfullah Bey ise okumak için İstanbul Cihangire gelmiş ilahiyat fakültesini bitirmişti. Muhammed Mazhar Ettasi hazretleri verâ ve takvasıyla bütün kardeşlerini ve akranlarını geçmiştir. Anne ve babasından mükemmel bir terbiye almıştır. Kendisi anlatıyor, “Annem gece yatarken Cenab-ı Hakkın huzurunda ayaklarımızı uzatmamamız için, bir ipin iki ucunu bağlar ve sıkmayacak şekilde ensemizden ve diz kapaklarımızın altından geçirirdi”. [Böylece uykudayken evlatlarının isteseler de ayaklarını uzatmamaları için önlem alırlarmış. Bir süre sonra insan uykuda bile olsa ayaklarını uzatmaz ve hep ayaklarını kendine doğru çekerek yatar. Benzer durum Musa Kâzım Harputi hazretlerinde de görülüyor. Mübarek, yatağının ayak tarafına karton koyarmış. Güzel alışkanlıkların çocukken kazanılacağına dair güzel bir misâl].

Muhammed Mazhar Ettasi hazretleri’nin (k.s.) Menkıbeleri
YIKILAN TURBE
Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri’nin büyük kızı Edibe Anne, Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri’nin türbesinin yapımı esnasında yaşanan bazı kerametleri bizzat şöyle nakletmektedir; Efendim Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hz. vefat ettikten 1 yıl sonra, Kahramanmaraş’tan ve Elazığ’dan müritler bir araya gelerek efendimin kabrini türbe haline getirmek için hemen türbe inşaatına başladılar. Fakat bir gün sabah erken saatlerde evin kapısı çalındı. Kapı açıldığında Harput’tan gelen birkaç bağmancının çok üzgün ve tedirgin bir şekilde kapıda bekledikleri söylendi. Onlara neden böyle üzüntülü oldukları sorulduğunda ise verdikleri cevap bana şöylece anlatıldı; ‘’Biz sabah erken bağ bahçe işlerimizle ilgili olarak Harput’tan şehre inmek için yola koyulduk. Muhammed Mazhar Efendi Hz.’nin türbe inşaatının önünden geçerken birde baktık ki efendinin türbesi yıkılmış. Sabahın çok erken saatleri olduğu için türbenin etrafında kimseyi göremedik. Bu yüzden size haber verdik’’ dediler. Onların bu cevabı bana iletildiğinde efendimin hayatta iken bize vasiyet ettiği sözleri aklıma geldi ve onlara bu işin hikmetinin şu şekilde anlatılmasını söyledim; ‘’O türbenin yüksekliği İmam Efendi Hz.’nin türbesinden daha yüksek olduğu için yıkılmıştır. Zira Efendim Şıh Muhammed Mazhar Efendi, Mürşidi olan İmam Osman Bedreddin ErzurumiHz.’ne karşı duymuş olduğu büyük sevgisinden dolayı, hayatta iken bize vasiyet ederek şöyle demişti; ‘’ Ben dünyamı değiştirdikten sonra türbemin boyunu sakın Şıhım İmam Efendi Hz.’nin türbesinden yüksek yaptırmayın.’’ İşte bu nedenden dolayı o türbe yıkılmıştır. Bunun üzerine türbeyi yaptıran müritler durumdan haberdar edildi. İnşaatı yapanlar İmam Efendi Hz.’nin türbesinin boyunu ölçtüler ve gördüler ki kendilerinin Muhammed Mazhar Efendi Hz. leri için yaptırdıkları türbe, İmam Efendi Hz.’nin türbesinden daha yüksek. Durumu anlayarak hiç vakit kaybetmeden Muhammed Mazhar Efendi Hz.’nin vasiyet ettiği şekilde yeni bir türbe yaptırdılar. Günümüzde de her gün pek çok kişinin ziyaret ettiği bu türbe gerek maneviyatı gerek mimarisi ile Harput’un eşsiz güzelliklerinden biridir.

.

Menkıbeleri
………İmam Osman Bedreddin Erzurumi Hz. nin oğlu Muhit Efendi yaşadığı dönemin amansız bir hastalığı olan verem ile mustarip olmuştu. Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hz. manevi kardeşi olan Muhit Efendi’ye bu zor günlerinde destek olabilmek için çok çaba gösteriyor, bu hastalığın kendisine bulaşmasına neden olabilecek hiçbir durumdan kaçınmıyor ve hatta Muhit Efendi ile aynı tabaktan yemek yiyordu. Muhit Efendi ise Muhammed Mazhar Efendi Hz. ne‘’Kardeş yapma, benim tabağımdan yeme, biliyorsun bu hastalık çok bulaşıcı sana da bulaşır’’ demesine rağmen, Muhammed Mazhar Efendi Hz.onu dinlemiyor yine de aynı tabaktan yiyordu.Muhit Efendi’nin hastalığı çok ilerlemekle beraber kendisi de manevi olarak ömrünün son günlerinin yaklaştığını anlamıştı. Bu hal üzere iken bir gün üzerinde bulunan köstekli saatini çıkarıp Muhammed Mazhar Efendi Hz. ne vererek;‘’Kardeş bu saat sende kalsın sakın kimseye verme bu bizim kardeşlik bağımızdır’’demiştir. Muhammed Mazhar Efendi Hz. de bu saati o günden sonra bir ömür kardeşlik muhabbeti ile saklamıştır. Ancak oda Muhit Efendi gibi manevi olarak dünyasını değiştireceğini anladığında saati büyük kızı Edibe Anne’ye vererek şöyle vasiyet etmiştir; ‘’Bu saati ben dünyamı değiştirdikten sonra Şıh’ım İmam Osman Bedreddin Erzurumi Hz.’nin oğlu Ziyaddin Efendi’ye ver.’’ Edibe Anne’de efendisi ve babası olan Muhammed Mazhar Efendi Hz.nin vasiyetini yerine getirerek saati Ziyaeddin Efendi’ye teslim etmiştir.

………HAC YOLUNDA DURAN OTOBÜS
Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri’nin büyük kızı Edibe Anne’den aldığımız bilgiye göre; Bizzat, Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri anlatıyor: Kahramanmaraş’tan bir müridin arkadaşı, kendi kullandığı otobüse bir grup hacı adayını alarak hac farizasını yerine getirmek üzere Beytullah’a doğru yola çıkarlar. Hac yolculuğu esnasında bir çöle gelindiğinde araç arıza yapar. Şoför ile birlikte bütün hacılar otobüsten inerler ve tüm çabalarına rağmen otobüs hareket etmez. Tam o sırada birde bakarlar ki otobüsün yanında sakallı bir ihtiyar duruyor. İhtiyar şoföre bakarak ‘Sen çık otobüsü sür’ der. Şoför ihtiyara ‘Nasıl süreyim motor patlar’ der. İhtiyar tekrar şoföre ‘Sen hele şu arabaya bin sür’ deyince şoför otobüse biner ve anında otobüs çalışır. Hacılar hemen otobüse binip derler ki ‘O ihtiyar herhalde burada yolunu kaybetmiştir, onu da otobüse alıp gideceği yere götürelim’ diye konuşurlar. Ancak birde bakarlar ki o ihtiyar çoktan kaybolmuş. Herkes hacını ikmal eder ve Kahramanmaraş’a dönerler. Mürit, arkadaşı olan otobüs şoförünün haccını hayırlı etmek niyetiyle bir tepsi ikramını da alarak arkadaşının evine gider. Bir zaman sonra da arkadaşı kendisine gelen müride iade i ziyaret yapmak için müridin getirdiği tepsiye hediyesini koyarak evine akşam oturmaya gider. Eve vardığında mürit kapıyı açınca sevinerek ‘İyiki geldin, efendimde bizde onunla tanışmış olursun’ der. Müridin arkadaşı odadan içeri girip efendiyi gördüğü anda büyük şaşkınlık içinde ‘İşte hac yolunda iken duran otobüsümüzü yürüten ihtiyar’ der ve hemen orada efendinin müridi olur.

…………BURADAN NEHİR AKIYOR BURADAN DA DENİZ
Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri’nin büyük kızı Edibe Anne’den aldığımız bilgiye göre; Şıh Muhammed Mazhar Efendi bir gün Kahramanmaraş’ın Uzunsöğüt köyüne davet edilir. Köy halkı sohbet esnasında Muhammed Mazhar Efendi’ye, ‘Efendi biz suyumuzun azlığı nedeniyle çok sıkıntı çekiyoruz, acaba köyümüzde su var mıdır?’diye sorarlar. Muhammed Mazhar Efendi evin kapısının önüne çıkar ve eliyle işaret ederek derki; ‘Buradan nehir akıyor buradan da deniz’. Köy halkı ilerleyen günlerde gösterilen yerleri açıp suyu çıkarınca Kahramanmaraş’ta bulunan Efendi’yi davet ederek tekrar Uzunsöğüt köyüne getirirler ve suya okuması için açılan yere götürürler. Açılan su kuyularında 15 kişi çalışmaktadır ve Efendi oraya gelir gelmez çalışanlara bakarak ‘Hemen buradan çıkın’ diye buyurur. Çalışan 15 kişi su kuyularından çıkar çıkmaz orası yıkılır. Ancak yinede o su çıkarılmış ve suyun çıkarıldığı yerde bir çeşme yapılarak ”Muhammed Mazhar Efendi Çeşmesi”adı verilmiştir. Bu mucizevî suyu içen hastaların Allah’ın izniyle şifa bulduğu bilinmektedir.

………..KONUŞAMAYAN ÇOCUK
Yine Kahramanmaraş’ın Uzunsöğüt köyünde, Muhammed Mazhar Efendi Hz. bir müridin evinde misafir olarak kalmakta iken yaşanılan bir kerameti Edibe Anne şöyle nakletmektedir; Köy sakinlerinden bir ailenin küçük bir çocuğu konuşma çağına geldiği halde konuşamamaktadır. Çocuğun anne babası haliyle bu duruma çok üzülmekte ve sürekli çare aramaktadırlar. Bu nedenle sık sık doktora giden ailenin o gün doktora gitme günüdür ve sabah erkenden kalkan evin beyi hanımına seslenerek hazırlanmalarını ve doktora gidileceğini söyler. Ancak evin hanımı Muhammed Mazhar Efendi Hz. nin köyde bir evde misafir olarak bulunduğunu duymuştur. Bu nedenle beyine ”Bugün de doktora gitmek yerine Muhammed Mazhar Efendi ye giderek onun dua ve himmetleri vesilesi ile Allah’tan şifa isteyelim o çok değerli bir evliyadır.”der. Evin beyi hanımına ” Bugün randevu günümüz doktora bir gidelim sonra yine efendiye de gideriz.” şeklinde cevap verir. Bu şekilde konuşmalar devam ederken hazırlanıp evlerinden çıkan aile önce doktora mı efendiye mi gidilecek diye tartışırlarken kendilerini efendinin kaldığı evin kapısının önünde bulurlar. Kapıyı çaldıkların da ev sahibi kendilerini karşılayarak içeriye alır. Anne, baba ve çocukları efendinin huzuruna geldiklerinde onlar henüz hiçbirşey söylemeden, Muhammed Mazhar Efendi Hz. gülümseyerek çocuğun annesine ‘’Senin dediğin oldu hastanı doktora götürmedin bana getirdin’’ der. Sonra çocuğa bir süre dua okur ve çocuk uyuduktan sonra mübarek ağızlarının barından bir miktar parmağı ile alarak çocuğun ağzına sürer. Çocuğun anne babasına onu eve götürmelerini ve kendiliğinden uyanıncaya kadar uyandırmamalarını uyandıktan sonra ise artık Allah’ın izni ile konuşabileceğini söyler. Aile söyleneni yapar ve eve getirdikleri çocuklarını kendiliğinden uyanıncaya kadar uyandırmazlar. Uzun bir uykudan sonra uyanan çocuk ise Allah’ın izni ile mucizevi bir şekilde artık konuşmaya başlamıştır.
Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri, Hacı Firdevs Hanımın mezarının başında ‘’52. geceni de okuyup hemen yanındayım Hacı Hanım’’ diye buyurur ve çok üzülür çok ağlar. Orada bulunanlar ‘’Neden bu kadar ağlarsın efendi’’ diye sorarlar. Muhammed Mazhar Efendi Hz. onlara hitaben şu cevabı verir, ‘’Hacı Hanım beni 40 sene teheccüd namazına kaldırdı nasıl ağlamam.’’ Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri, Hacı Firdevs Hanımın mezarının başında buyurduğu üzere 52 gün sonra dünyasını değişir. Vefatı anında yanında bulunan kızı Edibe Anne büyük evliyanın son anlarını şöyle anlatmaktadır; ‘Babamın dünyasını değiştirmeden önceki son anlarında ben uyuyordum. Fakat aniden uykumdan uyanıp babamın yanına gittiğimde onun sürekli Kelime i şehadet getirip dua okuduğunu gördüm. Bende başucunda Yasin-i şerif okumaya başladım. Bir süre sonra babam kıbleye yönelerek yine Kelime-i şehadet getirip dünyasını değiştirdi.Tam o sırada ‘’tık’’ diye bir ses duydum fakat o anda bu sesin ne olduğunu anlayamadım. Sabah olduğunda ise babamın odasında bulunan saatin durduğunu ve artık çalışmadığını görünce o tık sesinin ne olduğunu anladım. Annem Hacı Firdevs Hanım’da babam Muhammed Mazhar Efendi ile aynı saatte dünyasını değiştirdi.’

……….Sayesinde Resulullahı Gördüm
Halifelerinden olan Nusred Çilesiz (rh.a) (Bu zat bankalar caddesinde ayakkabıcılık yapmış, daha çok Çilesiz Efendi diye bilinen bir zattı. Hâlbuki o ayakkabıcı Çilesiz, maneviyatta çok mesafeler kat etmiş büyük bir veliydi. Detaylı bilgi için, “Halifeleri” kısmına bakınız) naklediyor: Muhammed Mazhar Hazretleri, daha çok küçük yaşta iken, yaşının çok üstünde bir olgunluğa ve batıni meziyetlere sahipti. Harputta çarşıda İmam Efendi hazretleri ile beraberlerken, önlerinden kalabalık bir cemaat ile bir cenaze geçer. Cemaatin arkasından da adamın birisi Helal Etmem! Helal Etmem! diye bağırarak nahoş bir vaziyette koşturur. Meğer vefat eden kişinin bu zata borcu varmış ve borcunu vermek istemesine rağmen fakir olduğundan, veremeden vefat etmiş. Adam her Helal Etmem! diye bağırdıkça henüz küçük bir çocuk olan Muhammed Mazhar hazretleri her defasında Helal Et! diye karşılık verir. Sonunda adam insafa gelir, İmam Efendi ve bu küçük çocuğun yanına gelerek, “Nasıl helal edeyim, borcumu vermeden öldü”, der. İmam Efendi hazretleri de söze karışarak “Olsun, sen bu çocuğu dinle ve helal et”, diye emir buyururlar. Velhasıl adam hakkını helâl eder ve o gece rüyasında Peygamber Efendimizi görerek yaptığı hayırdan dolayı iltifatlarına mazhar olur. Sabahleyin ilk iş olarak küçük Muhammed Mazhar’ın yanına gelerek, çevredekilerin şaşkın bakışları altında elini öpmek ister ve “Ben bu gece bu çocuk sebebiyle Peygamber Efendimizi rüyamda gördüm” diyerek haylice ağlar.

…………..Muhammed Hilmi Efendi’nin kızı Emine Hanım (1919-2003) anlatıyor: Elazığ’da büyük bir kuraklık vardı. Ben çocuktum. Babam, masasına oturmuş elindeki kâğıda bazı dualar yazıyordu. Bitirdikten sonra, kâğıdı bana vererek, “Kızım git, bunu bahçedeki kuyuya at”, dedi. Ben denileni yaptım. Ertesi sabah, kurumuş olan kuyumuzdan, suların taştığına bütün ev halkı ve mahalleli şahit oldu.
Muhammed Hilmi Efendi’nin kendisi gibi hafız olan evlatları İdris ve Ömer Efendilerde kâmil zatlar idi. Firdevs, Aişe ve Emine isminde de üç kız evladı vardı. Firdevs Hanımı, Muhammed Mazhar hazretleri ile nikâhlandırmıştı. Kızı Emine Hanım (Muhammed Hanefi Bey ile evlenmiştir, Allah hepsine rahmet etsin) anlatıyor: “Babam, ablamın (Firdevs hanımı kast ediyor) nikâhından sonra eve gelince bana, “Emine, kızım, bize öyle bir damat geldi ki maneviyatı benden çok çok yüksektir”, dedi”. İşte, Muhammed Hilmi Hazretleri; bizzat kendisi de, yukarıda anlatıldığı gibi kerameti aşikâr bir veli olmasına rağmen, kendisinden çok çok genç olan ve evladı yerine koyduğu, Muhammed Mazhar Hazretlerinin manevi büyüklüğünü kalp gözüyle görmüş ve hakkını teslim etmiştir.

…….Musa ve Harun (A.S.)’ın Eşlik Etmeleri
Muhammed Mazhar Hazretleri’nin hac farizasını yaptığı dönemlerden birisidir. Vakfe için Arafat’a doğru talebeleriyle beraber yürüyerek giderlerken o kadar kalabalığın içerisinde, bembeyaz renkte 2 tane güvercin Muhammed Mazhar Hazretlerinin sağ ve sol omuzlarına konarlar ve çok uzun bir süre Muhammed Mazhar Hazretlerinin omuzlarında Arafat’a kadar eşlik ederler ve daha sonra uçup giderler. Bu duruma hem kendi talebeleri hem de oradaki yüzlerce kişi şahid olurlar. Bunun olağanüstü bir durum olduğu açıktır. Daha sonra, ihvanlardan biri müsaid bir zamanı gözeterek cesaret edip sorar: “Efendim, o güvercinler neydi?”, der. Muhammed Mazhar k.s. hazretleri:
“Onlardan biri Musa a.s. diğeri de Harun a.s. idi”, diye emir buyurur. Allah şefaatleriyle şereflendirsin.

…………Muhammed Mazhar Hazretlerinin (k.s.) bacanakları Muhammed Hanefi Bey (rh.a) 1981 yılında vefat ederler. Muhammed Hanefi Bey’in oğulları Mahmud Bey anlatıyor: Babam, Efendi hazretlerini çok sever ve çok fazla hürmet gösterirdi. Sünneti Seniyyeye o kadar bağlıydı ki, aynı evin içinde yaşamamıza rağmen bir kere bile babamın ayağının aşık kemiğinden yukarısını görmemiştim. Vefat etti. Cenaze işlemlerinden sonra babamı İmam Efendi hazretlerinin türbesinin 10 metre kadar kuzey tarafına gömdük. Gömdükten sonra, ben mezarın başında elimde olmadan, “Acaba babamın durumu nasıldır?” diye kendi kendime durmadan düşünüyor ve üzülüyordum. O zamanlar, Muhammed Mazhar Efendiye henüz intisab etmemiştim. Böyle düşünceler içerisindeyken birden, Efendi hazretlerinin gönüllere huzur veren sesiyle irkildim “Mahmud! Mahmud! Gel, üzülme, babanın durumu çok iyidir!” dedi. Bu esnada Efendi hazretlerinin, mürşidi İmam Efendi’nin türbesine girmekte iken bana seslendiğini fark ettim. Efendi hazretleri, aklımdan geçenleri kitap gibi okumuştu. Nasıl olur du? O günden sonra ona olan saygım çok daha fazla arttı. İntisab ettikten sonra da, kendisini görünce bu olay ara sıra aklıma gelirdi. Yine böyle bir zamanda, sohbetin konusu hiç böyle şeyler değilken birden bana dönüp, ileriye doğru uzattığı sağ elininin baş parmağının tırnağına bakıyor olduğu hâlde, “Mahmud! İnsan-ı Kâmil baş parmağının tırnağından 18 bin âlemi seyreder. Kabirdeki kişinin hâlini bilmek, bunun en kolay olanıdır” diye emir buyurdular. O günü kast ettiğini anlamıştım. Kaddesallahu Sırrahulaziz…

[/toggle]

Çok küçük yaşlardan itibaren Büyük İslam Âlimi Seyyid Osman Bedrûddin Erzurumî (İmam Efendi) Hz. nin hususi teveccühleriyle yetişmiş ve daha 18 yaşında iken mutlak icazet ile şereflenip tasavvufta çok yüksek derecelere kavuşmuştur. Zahiri ilimlerdeki tahsilini Harput medreselerinde yapmıştır. Kurşunlu Camii önünde bulunan medresedeki hücresinde yıllarca, bitmek tükenmek bilmez ilim pınarlarından kana kana içmiştir. Bir dönem El-Aziz (Elazığ) müftülük görevini de vekâleten yürütmüştür. İmam Efendi hazretlerinin verdiği aynı icazetname üzerine, İmam Efendi hazretlerinin dünyasını değiştirmesinden sonra sırasıyla Hace Mustafa Naci Hazretleri ve Musa Kâzım Hazretleri de mübarek mühürlerini vurmuşlardır. Bu icazetnamedeki mühürlere müridanından pek çok kimse şahit olmuştur. Kendisi bu konuya işaretle, “Biz üç nur sahibiyiz”, diye buyurmuşlardır. Mürşidlerine olan saygı ve edebinden dolayı, vasiyeti üzerine kabirleri rakım olarak onlardan daha aşağıdadır. Sevenleri tarafından üzerine türbe yapılmış olup, ziyaret edilebilmekte ve manevi feyzlerinden aynen hayattaki gibi yararlanılabilmektedir.

Halifeleri
1) Tadımlı Seyyid Osman Efendi Hazretleri (k.s.) (Kabri, mürşidinin türbesinin doğusunda yolun karşısındadır)
2) Mehmed Paksoy Hoca.
3) Mehmed Taşkıran Hoca. 
4) Seyyid Nusred Çilesiz Harputi Hazretleri (k.s.) (Kabri, Musa Kâzım hazretlerinin 20 metre güney doğusunda aile mezarlığındadır. İlk önce Musa Kâzım hazretlerine intisap etmiş, onun vefatı ile Muhammed Mazhar Efendiyi kendi mürşidi bilip, onun derslerine samimiyetle devam etmiş ve karşılığını da sonunda görmüştür. Bu zat, Elazığ Bankalar caddesinde ayakkabıcılık yapmıştır ve Elazığ’da Çilesizler diye asil bir ailedendir. Dedeleri Horasandan gelmiştir. Kıymetleri eşlerinin dedesi Büyük İslam Alimi Seyyid Osman Bedreddin Erzurumî (İmam Efendi) Hazretlerinin kayın babasıdır. Çilesiz Efendi, her haliyle, Hazreti İnsan kelimesinin karşılığıydı. Şöhret afettir sırrınca kendisini son derece gizlerdi. Yakın çevresi bile onu sadece “Ayakkabıcı Çilesiz” diye tanırdı. Fakat kalp gözü açık olanlar Çilesiz Efendinin ne kadar büyük bir veli olduğunu bilirlerdi. Muhammed Mazhar Hazretlerinin ihvanlarından bacanağı oğlu Harputlu Mahmud Efendi anlatıyor: Bir gece rüyamda, Cenab-ı Hakk bana “Sen Çilesiz’i bilir misin? O zamanının Kutup Yıldızıdır”, dedi. Rüyadan çok tatlı bir zevkle uyandım ve çok etkilendim. Rüyayı kendisine anlattığımda; utanarak, hiçbir şekilde kabul etmedi. Hâlbuki kendisi de çok iyi biliyordu. Bu durumu Mazhar Efendi hazretlerinin Yar-ı Gar-ım (mağara arkadaşım) dediği Maraşlı Hacı Abdullah Efendi de aynen tasdik etmiştir. Hilafeti alması olayı ise son derece ilginç ve vefatından sonra bile Muhammed Mazhar hazretlerinin kerametlerinden sadece biridir. Evet, o hilafetini mürşidi vefat ettikten sonra almıştır.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Gözerekli Molla Muhammed Efendi

 

Elazığ – Karakoçan’a bağlı eski Sarıcan Mahallesinde mezarlıkların biraz ilerisinde, dağ yamacında türbesi bulunur

Kadiri Şeyhi Haydar Baba’nın halifesi

Gözerekli Molla Muhammed Efendi 1890 yılında Karakoçan’ın 1994’te belde olan ve ilçeye 18 km. mesafede bulunan Sarıcan köyünde dünyaya gelir. İlk tahsilini Palu’nun Mirahmed köyünde yapar. Daha sonra Kovman şeyhi Molla Mustafa’dan Molla Cami kitabına kadar ders okur. Nakşî tarikatıyla yine hocası Molla Mustafa vasıtasıyla tanışır. Daha fazla eğitim almak için Lice’ye gider ve Liceli Seyda Molla Muhammed’in Şerh-u Şemsi (Mantık) kitabına kadar okur. Hocası vefat edince talebelerini dağıtmayıp kendisi okutmaya başlar. Buradan da ayrılıp Silvan’a geçer ve Molla Küçük Hüseyin’den ilmini tamamlayarak icazetini alır. Sonra da kendi memleketine döner ve bu bölgede bir süre imamlık yapar.

Gözerekli Ali Ağa’nın kızı Ayşe Hanımla evlenerek bu bölgeye yerleşir. 1928 yılında Konya Aksaray’da zorunlu ikamete tabi tutulur. Aksaray’da birkaç yıl kaldıktan sonra dönüşüne izin verilir. Memleketine dönen Molla Muhammed, vefatına kadar hem hayvancıkla uğraşır hem de öğrenci yetiştirir. 1940 yıllarının başında Palu’da Haydar Baba (1906-1979) ile tanışması neticesinde Kadiri tarikatına intisap eder. Bazen Haydar Baba ile bazen de öğrencileriyle köy köy dolaşarak irşat eder. Ruhunda esen coşkuyu şiirleriyle yazıya döker. Şiirleri yanı sıra bir de Arapça kitabı vardır. Öğrencisi olan Molla Bahri Tunç onun için şunları söyler: “Hocamız çok tevazu sahibi ve ahlak-ı hamide sahibiydi. İlmi kariyeri çok yüksek, hitabeti ve ikna kabiliyeti çok fazlaydı. Onun bulunduğu mecliste ilim adamları konuşmaya cesaret edemezlerdi. Yanında doğru dürüst kitap bulundurmaz, fakat vermiş olduğu fetvaların ne kadar isabetli olduğunu şimdi o fetvalarla karşılaşınca daha iyi anlıyorum. Hocamız bizlere “Oğlum, ben çok zeki biri değildim. Fakat çok çalıştım ve başardım. Kışın samanlıkta üşümemek için boğazıma kadar samanlıklara gömülüyor ve ders çalışıyordum. Bu şekilde tam on sekiz kitabı baştan sona ezberledim”, demişti.”

Gözerekli Molla Muhammed Efendi 1955 yılında Sarıcan’la Yığ arasında tipiye tutulur ve boğularak vefat eder. Gözerekli Molla Muhammed’in Karakoçan’a bağlı eski Sarıcan Mahallesinde mezarlıkların biraz ilerisinde, dağ yamacında türbesi bulunur. Tek kubbeli ve herhangi bir mimari özelliği bulunmayan türbe, sadece kabrin bulunduğu makam bölümünden oluşmaktadır. Kabir taşında Arapça “Ahmed oğlu Molla Muhammed’in ruhuna fatiha 5.6.1954” yazılıdır.

Kabri haftanın her günü ziyaret edilmektedir. Bölgede iklim şartları sert olduğu için bu ziyaretler daha çok bahar ve yaz mevsiminde gerçekleşir. Ziyarete özellikle felçli hastalar, akli dengesi bozulanlar ve sinir hastaları getirilmektedir. Gelenler burada Kur’an okumakta, dua etmekte ve Allah’tan şifa dilemektedirler. Ayrıca ziyarete ailevi sıkıntısı bulunanlar, geçim sıkıntısı çekenler, günlük hayatın zor şartları altında bunalanlar da gelmekte, bu sıkıntılarından kurtulmak için Allah’a dua etmektedirler. Amaç ve maksatlarına ulaşan ziyaretçiler ise buraya tekrar gelmekte, kurban kesip tasadduk etmektedirler.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Hacı Muharrem Hilmi (Kösetürkmen) Efendi

Muharrem Hilmi (Kösetürkmen) Efendi’nin (1878-1964) türbesi Elazığ’da Asri Mezarlık’ta

Nakşi – Kadiri Şeyhi

Hacı Muharrem Hilmi Efendi il merkezine 25 km. mesafede bulunan Sarılı köyünde dünyaya gelmiştir. Aile lakapları Sipahigiller olup babası Köse Ahmet’tir. Muharrem Hilmi Efendi beş altı yaşlarına geldiğinde ailesi ile birlikte Elazığ’ın merkez köylerinden Gurbet Mezire’ye göçerler. Burada arkadaşlarıyla beraber koyun güderken onar tane ihlâs süresini okurlar ve bir dağın başında oturur “hû” çekip dervişlerin zikirlerini taklit ederler. Bir gün bu zikirleri esnasında orada beliren bir ihtiyar çocuklara ileride ne olacaklarını söyler. Muharrem Hilmi Efendi’nin de okuyup ilerleyeceğini ifade eder. Daha sonra kendi adının da Ahmed Zeyneddin olduğunu söyleyip gözden kaybolur. Muharrem Hilmi Efendi çevresindekilere bu olayı anlatırken “İşte biz ilk feyzimizi Ahmed Zeyneddin’den aldık” dermiş.

Kövenkli Hacı Ömer Baba’ya intisabı
Muharrem Hilmi Efendi bir süre sonra ilim tahsiline başlar. 1892’de ailesiyle beraber Sofular köyüne göç eder. Burada ikamet ederken, bir gün Kadiri ve Nakşî şeyhi Kövenkli Hacı Ömer Baba köye konuk olur. Birkaç gün süresince bu zatın sohbetlerinde bulunur ve ondan etkilenir. Hacı Ömer Baba da bu süre zarfında onunla yakından ilgilenir. Hacı Ömer Baba köyüne gitmek için Sofular Köyü’nden ayrılırken Muharrem Hilmi Efendi ona, “Nereye gidiyorsun? Ben seni tekrar nerede bulurum, sana nasıl gelirim?” der. Bu soru üzerine Hacı Ömer Baba, “Benim bir çengelim vardır, onu senin kalbine takar, seni bana doğru çekerim”, diye cevap verir ve köyden ayrılır. Aradan bir hafta geçer. Muharrem Hilmi Efendi, Hacı Ömer Baba’yı çok özler. Hacı Ömer Baba’nın çengeliyle kendisini çekmediğini görünce, onu görmek için yola koyulur ve yürüyerek Kövenk köyüne gelir Çeşmeden abdest alıp camiye doğru giderken evinin kapısı önünde bekleyen Hacı Ömer Baba, “Gel benim müridim, gördün mü nasıl çengeli takıp seni buraya çektim”, der. Muharrem Hilmi Efendi Hacı Ömer Baba’ya böylece intisab eder ve haftada birkaç defa mürşidini görmeye gider.

Askere gidişi ve Muhammed Küfrevi hazretlerinden nakşi icazeti alışı
Muharrem Hilmi Efendi ailesiyle birlikte birkaç köy daha dolaştıktan sonra Harput’a yerleşir. Hacı Abdullah Efendi’nin medresesinde Hacı Abdullah Efendi ve oğullarından zahiri ilimleri öğrenmeye başlar. Bir yandan ilmi dersler alırken bir yandan da Kövenk’e şeyhini görmeye gidip gelir. Bu arada herkesin evliyadan kabul ettiği Beyzade Ali Rıza Efendi’ye müezzinlik yapar. 1906’da askerlik görevi için Erzurum’a gönderilir. Önce tabur katipliği yapar. Güzel sülüs ve rik’a yazı yazdığı ve oldukça keskin bir zekâya sahip olduğu için komutanlarının özellikle Paşanın dikkatini çeker ve Paşa ile yakın bir dostluk kurar. Daha sonra açılan imtihanı kazanarak tabur imamı olur. Bir müddet sonra Erzurum’dan Bitlis’e geçer. Burada Hizan Gavsi ahfadından Abdulgaffar Hoca ile dost olur Muhammed Küfrevi’ye de intisab edip sohbetlerinde bulunur ve nakşîlikten icâzet alır.

Araplar Muharrem Hilmi Efendi’ye “Reculun Salih’’ derler
1912’de Elazığ’da depo taburlarının teşkiline memur tayin edilir. Bir süre sonra Yemen’e gönderilir. Yemen’de tabur imamlığından başka Arap çocuklarına Türkçe öğretmenliği de yapar. Burada iki yıl kalır ve yaşadığı bir olay kendisine “Reculun Salih” denmesine sebep olur. Anlatıldığına göre, Yemen’de yağmur yağmamaktadır. Her ne kadar yağmur duasına çıkılsa da, bu bir çare olmamıştır. Bunun üzerine Paşa kendisini huzuruna çağırır. “Sen iyi bir adama benziyorsun. Görüyorsun ki burada yağmur yağmıyor, yağmur duasına çıkıyorlar, kâr etmiyor. Bir de senin yağmur duasına çıkmanı istiyorum.” der. Muharrem Hilmi Efendi ise, “Olur Paşa, yalnız Allah’ın huzuruna hep dost olarak çıkmalıyız. Askeri silahtan tecrit edeceksiniz. Paşa “Olur mu Araplar bizi vururlar”, deyince Muharrem Hilmi Efendi, “Onu bana bırakınız”, der. Yemen Şerifinin huzuruna çıkar ve vaziyeti anlatır. Namaza silahsız çıkacaklarını, şayet askere bir saldırı olursa Resülüllah’ın huzurunda kendisinden şikâyetçi olacağını söyler. Yemen Şerifi ise yerli halktan bir saldırı olmayacağı hususunda teminat verir. Muharrem Hilmi Efendi daha sonra evlad-ı Resulden olan şerifin küçük oğlunu da yanına alarak namazgâha çıkar. Önce hem Türklere hem de Araplara kendi lisanlarında öğütler verdikten sonra Allah’a dua eder ve evlad-ı Resul’den olan bu çocuğun yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Hak’tan yağmur ister. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başlar. Bu dua üç gün yapılır ve üç gün boyunca yağmur yağar. İşte bu olay üzerine Araplar Muharrem Hilmi Efendi’ye “Reculun Salih” (Bu salih bir adamdır) derlermiş.

‘’Sırri’’ mahlasını kullanması
Muharrem Hilmi Efendi “Sırri” mahlasını ise kendisinin anlatmış olduğu şu olay üzerine almıştır. “Çocukluğumda kalbimde iki noktayı düşünmekte idim. Birincisi Peygamberimize o kadar muhabbetim vardı ki ekseri geceleri rüyamda denizlerde yüzerek O’nun türbesinin saçaklarına kadar gider, göremeyip geri dönerdim. Bu hal bir hayli müddet sürmüş ve nihayet türbe-i saadeti ziyaret etmem mümkün olmuştur. İkincisi Pir-i Geylani’ye fart-ı muhabbetim saikasıyla bir fırsat bulup ve arkadaş arayarak Bağdat’a gitmeye azmettim. Bir gün köyden çıktım, kalbim üzüntülü idi. Büyük meydandaki yüksek kule önünde bir saraç dükkânının duvarına ellerimi arkamda tutarak yaslanmış, Bağdad’a gitme düşüncesine dalmıştım. Hayret içinde iken bir zât, Alikurna kâğıdı üzerine gayet güzel yazılmış, zarfsız bir yazı verdi elime. Bir manzume idi bu. Hayret âleminde olduğumdan verenin kim olduğunu sormadım, o da bir şey demedi. Manzume şöyle başlıyordu: “Muharrem sırri Hudadır…” Kâğıt Bağdat’tan geliyordu. Veren de Bağdatlı idi. Onu Pir-i Geylani’nin ruhaniyeti vermişti bana. O andan itibaren “Sırri” mahlasını kullandım”.

Muharrem Hilmi Efendi Yemen’den döndükten sonra Mekke ve Medine’ye tayin edilir. Medine-i Münevvere’de bir buçuk yıl mücavir olarak kalır ve Şeyhü’l Harameyn’e niyabeten Türbe-i Saadet’in içine girer. Muharrem Hilmi Efendi Hicaz bölgesine atanmadan önce o mukaddes yerlere gitme arzusunu Peygamber Efendimize yazdığı şu hasret dolu şiiriyle dile getirmiştir:

“Ey benim şem-î dilim ruh-î revanım Mustafa
Kime vardım ise bu derdime derman demedi
İd-î vuslata ne hacet, gayriye kurban içün,
Muharrem sırr-î kulun ravzana yüz sürmek içün,
Gelmişem kapına lütfeyle, sultanım Mustafa,
Senden aldım bu derdi, kanı dermanım Mustafa
Kâbe’ye kurban gerek işte canım Mustafa
Kıl şefa’at ki, gel şems-î tabânım Mustafa”

Bu şiirin hemen akabinde Allah’ın izniyle Hicaz’a atandığını söyler. Daha sonra tekrar Erzurum’a gelir ve Birinci Dünya Savaşlarına katılır. Muharrem Hilmi Efendi bu şartlar altında zahiri ve batıni ilmi çalışmalarını yürütür. Erzurum’da iken Edip Efendi Medresesi’ne devam eder ve ilmi icazetini alır. 1925–1926 yıllarına kadar Erzurum’da kaldıktan sonra emekliye ayrılıp doğum yeri olan Elazığ’a döner.

Muharrem Hilmi Efendi bundan sonra evinden pek dışarı çıkmaz. Hem gelen talebelere ders verir hem de kendisi ilmini daha da ilerletmek için ders çalışır. Hiçbir talebeyi de geri çevirmez. Halk arasında anlatılır ki, kendisi iyi bir alim, gerçek bir mutasavvıf ve kamil bir mü’mindir. En güç fetvalar dahi onun evinde çözülürmüş. Tasavvufu asla istismar edip geçim vasıtası yapmaz. Erzurum’da ev alıp yerleşmesi için samimi bir müridinin kendisine verdiği 300 altını dahi reddetmiştir. O, gösterişi asla sevmez, riya olmasın diye gelenleri şapkasıyla karşılarmış. Son zamanlarında yeşil sarığını vurup yaptığı nafile ibadetlerini ise elinden geldiğince gizlemeye çalışırmış. Herkesi özellikle hayvanları çok sevip onları korurmuş. Hacı Muharrem Hilmi Efendi, Elazığ’ın 20 km. güneydoğusunda bulunan Kövenk köyündeki şeyhi Hacı Ömer Baba’yı zaman zaman ziyaret eder Bu ziyaretlerinden birisini Süleyman Ateş şu şekilde nakleder.

Hacı Muharrem Hilmi Efendi, Harputtaki müzezzinliği sırasında bir Perşembe günü Kövenk’te şeyhi Hacı Ömer Baba’yı ziyarete gider. Şeyhinin isteğiyle o geceyi Kövenk’te geçiren Hacı Muharrem, cuma namazı için vaktin hayli daraldığını, Harput’ta görevli olduğu camide bulunması gerektiği halde, şeyhinden izin çıkmadığını ve bu sıkıntısını şeyhine açamadığını, ümidini de kestiğini notlarında ifade eder. Zira Kövenk Harput’a epey uzak bir mesafede olmasına rağmen, Cuma namazının vaktine de az bir süre kalmıştır. Hacı Muharrem Hilmi Efendi bu sıkıntılar içersindeyken Hacı Ömer Baba kendisine, “köyü çıkıp abdest almasını ve rabıta etmesini” söyler. Söylenenleri yapan Hacı Muharrem Hilmi Efendi, Hacı Ömer Baba’nın geldiğini, elinden tutup onu yel gibi uçurduğunu bir ara nerede olduklarını tayin için gözlerini açtığında, Harput’un alt tarafındaki Hüseynik köyünün üstünde olduklarını, gözlerini açmamış olsaydı tam Harput’taki caminin önünde olacaklarını, ancak bu safhadan sonra yirmi dakikalık yol yürüyerek camiye geldiğini ve görevini ifa ettiğini”, anlatmaktadır.

İcazet Verdikleri
Muharrem Hilmi Efendi Nakşî usülüyle dersler verirdi. O, Elazığ’da daha çok ilmi yönüyle tanınmıştır. Yöredeki birçok imam ve vaiz onun ilminden istifade etmişlerdir. Kendisinin belirttiğine göre üç zâta icazet vermiştir. Bunlardan birisi Karadeniz taraflarından bir zattır. İkincisi yine Karadenizli fakat Erzurum’da kalan Ali Rıza Pirimoğlu’dur. Prof. Dr. Süleyman Ateş’e de bir icazetname bırakmış ve bu icazetnameyi ise kendi parmağıyla mühürleyerek vermiştir. Muharrem Hilmi Efendi, Nakşîlikten, Kadirilikten, Şettârilikten ve Şâzilikten bir âlim ve mutasavvıftır.

Eserleri
Tasavvufa, feraize, va’za dair birçok eserler yazmıştır. Divan, mev’ize-i Hilmiye, Divan-ı Hüdayi, Menazil-üs Salikin, Makamat-ı Ezkâr-i İlahiyye Lisalik-it Tarikat-il Kadiriye, eserlerinden bazılarıdır. Bunlar içinde en önemli eseri kendi şiirlerini de içinde topladığı Divan adlı eseridir. Şiirlerinde “Sırri” mahlasını kullanmıştır adlı eseridir. Şiirlerinde “Sırri” mahlasını kullanmıştır lokma adı verilen yiyecek bıraktıkları görülür.

Vefatı ve Türbesi
Vefatından önce dört beş ay hasta yatar. Hastalığından hiçbir zaman şikâyetçi olmaz. Çevresindekiler ziyaretine gidip halini sorduklarında, “Elhamdülillah iyiyim, hiçbir şeyim yok, dolaşıp ne yapacağım? Yatmak hoşuma gidiyor, yatıyorum işte”, der ve, “Dünya bir lâşedir, Onu isteyenler köpeklerdir, Her gün bir melek şöyle bağırır: Doğun ki ölesiniz, yapın ki yıkılsın” anlamındaki Arapça şiiri ve hadisi okurmuş.

Muharrem Hilmi (Kösetürkmen) Efendi’nin (1878-1964) türbesi Elazığ’da Asri Mezarlık’ta bulunmaktadır. Yapı, altıgen planlı olup üstü kubbelidir Aydınlatması iki pencere ile sağlanan türbeye, 2009 yılı içerisinde Konyalı bir işadamı olan Muharrem Hilmi Şenalp tarafından restore ettirilip çevre düzenlemesi yapılarak modern bir görünüm kazandırılır.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Hacı Hulusi Yahyagil

Elazığ – Harput – Meteris Kabristanında. İmam Efendi türbesinin 10 metre kuzeyinde

Ramazan ayının ilk gecesi Elazığ merkeze bağlı Kesrik köyünde dünyaya gelir Babası Yahyazâdelerden Mehmet Efendi, alaylı bir zabittir. İlk tahsilini Elazığ Camii İmamı Sarı Hâfız’dan alır. Elazığ ve Erzincan’da başladığı askerî eğitimine Kuleli Askerî Okulunda devam eder. Daha sonra Harbiye Mektebine geçer. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla eğitimini yarıda bırakır. Bir süre talim ve terbiye gördükten sonra 1915′de Çanakkale’deki 3. Kolorduda görev alır. 1925′de öğrenimini tamamlamak üzere tekrar okula başlar ve Harbiye’den mezun olur. 1944 yılında Albaylığa terfi eder ve 1950′de Denizli Askerlik Dairesi’nden emekli olur.

Hulûsi Yahyagil 1925 yıllarında Bediüzzaman Said Nursî’yi ilk duyduğunda, onu bir şeyh zanneder ve gidip kendisine intisap etmeyi düşünür. 1929′da bir kaç arkadaşıyla birlikte Barla’ya giderek Üstad Bediüzzaman’ı ziyaret eder. Daha sonraki ziyaretlerinden birisinde, Bediüzzaman ona, “Uzaklığın alâmeti olan mektuplaşmak âdetim değildir. Fakat sen yaz” der.

Hulûsi Bey, 1930′daki görüşmelerinin üstünden yirmi yıl geçtikten sonra, Bediüzzaman’ı 1950′de Emirdağ’da ziyaret eder. Bu görüşmeleri yirmi dakika sürer. Aynı yıl hac farizasını yerine getirir. Üstadı en son 1957′de Emirdağ’da ziyaret eder.

Hulûsi Yahyagil ömrünün büyük kısmını, doğduğu yer olan Elazığ’da geçirir. Hayatını Risale-i Nur hizmetine adar. Hizmetle dolu uzun bir ömür geçirir ve 26 Temmuz 1986 tarihinde bir ders sonrası rahatsızlanarak vefat eder. Harput’taki aile mezarlığına defnedilir.

Abdullah Aymaz bir yazısında İhsan Atasoy’un kaleme almış olduğu “Nurun Birinci Talebesi Hulusi Yahyagil” isimli kitaba atfen, Çanakkale Savaşı ile ilgili bölümden bazı yerleri aktarır.

“..26 Temmuz 1915’te “Melhame-i Kübra” denilen Osmanlı’nın ölüm-kalım savaşı Çanakkale Savaşı’na katılır. Conk Bayırı Muharebesi’nde, atların çektiği ağır toplardan birisi bataklığa saplanır. Atlar ne kadar hamle yapsalar da onu kurtaramazlar. Hulusi Bey, birliğinde bulunan “Destan” isimli atı getirip diğerlerinin yanına bağlar ve bir insanla konuşur gibi atın boynuna sarılarak; “Destan, haydi yavrum! Bu din işi, iman işi, vatan işi, göreyim seni!” der. Atlar son bir defa dehlenir, kırbaçlanır. Büyük bir hamle sonunda top kurtarılır ama Destan cansız “..yere serilir. Zira takatının üstünde gösterdiği gücün sonunda hayvancağız çatlayarak ölmüştür.

Son taarruzda bütün subaylar ve erler abdestli olacaktır, su bulamayanlar da teyemmüm edecektir. 8 Ağustos 1915 gecesi Kadir Gecesi’dir, karadan ve denizden düşmanın top mermileri gelmektedir. Hulusi Bey’in önünde bir top mermisi patlar. İki el ateş eder. Düşman cephesinden gelen kurşun sol yanağına isabet eder. Bir kurşun köprücük kemiğini ikiye bölerek kalbine doğru iki buçuk santimetre kadar ilerler. Sol koluna da kurşun isabet eder. Artık şuuru işlemez olur.

Cephede doktorlar genelde ağır yaralılarla uğraşıp vakit zayi etmek istemezler. Onun için Hulusi Bey’i de hayata döndürülmesi zor diyerek ölmek üzere olan ağır yaralılar arasına bırakırlar. Hulusi Bey seneler sonra, Haluk Tangülü’ne Çanakkale’de ölüler arasından nasıl kurtulduğunu şöyle anlatır: “Baygın halde yatıyordum. Birden kulağıma gaipten bir ses geldi. Bu gaybi ses, ‘İmamuha, kitabüha, yazaruha!.’ diye çınlıyordu. Beni bu ses uyandırdı. Üzerimden pardösümü çıkardılar, her yerimden kan damlıyordu!” Hulusi Bey, kendine gelir gelmez, karşısında duran Fransız doktora, Fransızca “Allah’ın izniyle ben ölmeyeceğim!.” diye bağırır. Bunun üzerine ölüler arasından alınıp önce Biga’da, daha sonra İstanbul’da tedavi altına alınır. Beş ay tedaviden sonra tekrar cephedeki birliğine döner. Korkusuz, pervasız biriydi. Subaylar ondan çok korkarlar, erler ise kendisini çok severlerdi. Komutan olduğu yerlerde, askere okunacak hutbeyi kendisi yazar verirdi. (…) Zekâsı çok kuvvetliydi. Dünya malına kıymet vermezdi. Dünya ile maddî bir bağlantısı yoktu. Hayatında bir tek hediye kabul etmemişti. Dünyada bir tek çöp almadığı gibi, ben küçükken dedemden kalan evi de sattı. Öldüğünde üzerlerindekilerden başka bir eşyası, malı yoktu. Maddî hiçbir miras bırakmadı bize. İşi gücü ibadetti. Uyku nedir bilmezdi… Emekli olduktan sonra Elazığ’a geldiğinde evde aynı odada kaldık. Gece yarıları uyanışımda, onu ya namaz kılarken veya Risale yazarken bulurdum. Delâil-i Hayrat ve Kur’an-ı Kerim’den başka kitap yoktu. Abdestsiz gezmezdi katiyen…

 

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abbdulhalim Durma
[/toggle]

Osman Bedreddin Erzurumi (ks.) ( İmam Efendi )

Elazığ – Harput Meteris Kabristanında

Osman Bedreddin Erzurumi hazretleri (k.s.) Silsile-i Şerifi

Asıl adı Hafız Osman Bedrüddin Erzurumi (1850-1924) olan İmam Efendi’nin türbesi, Harput’ta Meteris Mezarlığı’nın doğu tarafında, Buzluk Mağaraları’na giden yolun sağ üst kısmında yer alır Kare planlı ve üzeri büyük bir kubbe ile örtülü olan yapı, tek mekandan ibarettir. Türbenin aydınlatması dışarıya bakan tek pencereyle sağlanır. Burada yer alan üç mezar demir bir setle çevrilidir. Girişte sağda Mustafa Naci Efendi’nin (Muşi Efendi), ortada İmam Efendi’nin, solda (kıble tarafında) ise oğlu Muhit Efendi’nin kabirleri yer alır Yine makam bölümünde bir kabir daha bulunup bu da oğlu ve aynı zamanda halifesi olan Nureddin Efendi’ye aittir. Türbeye girmeden sağ tarafta ise halifesi Saadettin Efendi’nin kabri bulunmaktadır. Yine türbenin dışında güney cephede İmam Efendi’nin halifelerinden Sürsürülü Molla Hüseyin Efendi’nin kabri yer almaktadır. Türbenin etrafında Harput’ta yetişmiş veya hizmetlerde bulunmuş değerli âlimlerin mezarları da bulunmaktadır.

Doğumu ve İlk Tahsili
İmam Efendi Erzurum’un Abdurrahman Ağa Mahallesi’nde dünyaya gelir. Rivayete göre, doğduğunda adet üzerine sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunur. Nakledilir ki, İmam Efendi, okunan bu ezanı ilk duyduğunda sağ elinin şahadet parmağını havaya kaldırır ve ezan bitimine kadar da elini indirmez. Babası ilim ve tasavvufi konulardaki liyakatiyle tanınmış olan Selman Sükutî Efendi, annesi Esma Hatun’dur. Osman Bedreddin üç yaşında iken babasını kaybeder. İlk derslerini Erzurum’daki hocası Mehmet Tahir Efendi’den alır ve dokuz yaşında hafız olur. Arapça’yı öğrendikten sonra tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerine yönelir. Osman Bedreddin, İslami ilimlere olan ilgisi ve kabiliyeti sebebiyle bu ilimlerde derin bilgi sahibi olmuştur. Tefsir çalışırken, Hucurat suresinin tefsirinde işaret edildiği üzere, “yaptığı amellerin, bilmeyerek işleyeceği hatâlar sebebiyle boşa gitmesinden”, korkarak çok az konuşmaya başlar Onun bu sessizliği üzerine hocaları ve arkadaşları kendisine, “Sessiz Hafız Osman Bedrettin”, demeye başlarlar. Mehmed Tahir Efendi bir gün İmam Efendi’ye “Molla Hafız! Bütün bildiklerimi sana öğrettim. Ayrıca bilmediklerimi de öğrendim. Şöyle ki, bilmediklerimi sana öğretmek için önce çalışıp öğrenmeye mecbur kaldım. Bundan ötesine gidemiyorum. Artık senin, ilmi benden daha fazla bir hocaya devam etmen gerekiyor. Bugünden itibaren ders vermeyeceğim”, der

Seyyid Ahmed Merami Hazretlerine talebe olması
Bunun üzerine İmam Efendi, “Dertliyim derdim derin, derdime derman için sana geldim ya Mûin” diyerek bir mürşid bulmak için Allah’a dua eder ve medreseden ayrılır. Aslında o, zahiri ilimlerde yetişmiş olup, batıni ve tasavvuf ilminde kendisini yetiştirecek bir hoca aramaktadır. Bu arayışı sırasında Buhara’daki Cami-i Kebir’de halka vaaz ve nasihat eden Seyyid Ahmed Meramî’nin bu duaya muttali olduğu ve Buhara’dan ayrılarak Erzurum’a geldiği nakledilir. Hasankale’nin ebu’l kasım köyünde üzerine aldığı imamlık vazifesini yürüten Ahmet Merami’nin yapmakta olduğu sohbetler üzerine kısa sürede ilmi ve şöhreti bütün çevreye yayılır Bu zatın ismini ve ilmini duyan İmam Efendi derhal yola çıkar. Aradığı mürşidi bir namaz vaktinde camide bulur. Seyyid Ahmed Meramî bu gencin kendisine yetiştirmesi için işaret edilen genç olduğunu anlar. Namazdan sonra “Merhaba! Hoş geldin, Hafız Osman Bedrüddin” der. Bunun üzerine Osman Bedrüddin birden bire ürperir ve hayretler içinde yaklaşarak Ahmed Meramî’nin elini öper. Daha sonra kendisinden ders almak istediğini söyler. Onun bu arzusuna Ahmed Meramî, “Buhara’dan kalkıp buraya kadar geliriz de senin gibi ilim isteyen bir talebeye ders vermez miyiz?” cevabını verir. Daha sonra Osman Bedrüddîn’i alıp evine götürür. Onun ilimdeki derecesini ölçmek için bazı sorular sorar. Sorduğu sorulara tatmin edici cevaplar alınca, onu yetiştiren hocasını metheder ve şöyle der. “Şunu bilesin ki, ilmin uçsuz bucaksız yolu neticede insanları Hakk’a ulaştırır. İlmin muhtelif safhaları ve sahneleri vardır. İlmin çeşidi çoktur. Bizim sana vereceğimiz ilim tasavvuf ilmidir.” Bir süre daha sohbet eden Ahmed Meramî, İmam Efendi’nin kendisini dikkatle ve şevkle dinlediğini görünce onun istek ve meylini anlar. Daha sonra İmam Efendi’nin istek ve arzusu doğrultusunda her gün gelip kendisinden ders alması kararlaştırılır. Böylece İmam Efendi her gün Erzurum’dan kalkar ve aralarında üç saat mesafe bulunan Alvar köyüne gider. Sabah namazını burada kıldıktan sonra Bulkasım köyüne varır, dersini alır. Yedi yıl süren bu meşakkatli eğitimin ardından Ahmet Meramî, bir gün Hafız Osman Bedrüddîn’e dönerek “Şunu bilesin ki, ilm-i zahir ile ilm-i batın birleşerek ait olduğu kalpte merkezleşti. Allah-ü Teala’ya hamd ve sena olsun, size de mübarek olsun. Benim vazifem burada tamam oldu. Ben irşada memur değilim. Sizi bu güne kadar yetiştirmekle, tasavvufî ahkamı size bildirmekle vazifeliydim. Biz memleketi, memlekettekiler de sizi arzuluyor. Varis-i enbiya meşarık-ı evliya (peygamberlerin varisi evliya güneşi) olarak bir mürşid-î kamil aramaya selahiyet kazandınız. Cenab-ı Hak hayırlısıyla muvaffak buyursun”, der ve derslerine son verir.

93 harbi ve Orduya katılması
Osman Bedreddin, hocası Ahmet Meramî’nin tavsiyesi üzerine gönüllü olarak orduya katılır. Harbin başlamasının ertesi günü 8 Kasım 1877 günü Osman Bedreddin, sabah Kars kalesi (veya Ayas Paşa) Camiinden ezan okur. Bu ezan halkı düşman karşısında cesaretlendiren kıvılcım olmuştur. Erzurum halkı bu ezan sesinden çok etkilenerek camiye koşar, sabah namazını kılan halk, hızlıca evlerine dağılarak düşmanla savaşmalarına silah olarak yardımcı olacak ne varsa yanlarına alarak cepheye koşarlar. Erzurum halkının da desteğiyle ordu güçlenmiştir. Rus ordusu dağıtılarak düşman güçlerini geri çevirmeyi başarmıştır.

Savaşın başladığı sabah, okuduğu ezanla halkı heyecanlandıran Osman Bedreddin, düşmanla ön saflarda çatışarak Erzurum halkına büyük bir cesaret örneği olmuştur. Okuduğu etkileyici ezan ve savaş esnasında gösterdiği cesaret ile Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın dikkatini çeker. Bu sayede Gazi Ahmed Muhtar Paşa onu 28. Alayın 3. Tabur imamlığına tayin eder Osman Bedreddin tabur imamı olduktan sonra ‘İmam Efendi’ diye anılmaya başlar. Bu vazifesi esnasında evliyânın büyüklerinden Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî hazretlerinin oğlu ve halîfesi Seyyid Ubeydullah ile Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin halîfelerinden Kufrevî Şeyh Muhammed ve Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddîn ve Erzincanlı Terzi Baba lakabıyla meşhûr Şeyh Hayyât’ın talebelerinden Hacı Fehmi Efendilerle sohbet eder. Osman Bedreddin, 93 Harbi esnasında Erzurum cephesinde savaşmaya gelen birçok ilim ve irfan sahibi zatla tanışma fırsatı bulur. Savaş esnasında birkaç arkadaşıyla esir düşse de kaçmayı başarırlar. Harp sonrası taburu ile birlikte Diyarbakır’a tayinen naklolur. 1882’de ise vazifeli olduğu tabur Palu’ya taşınır.

Seyyid Mahmud Samini hazretleri’ne intisabı
O artık burada asıl hocasına kavuşur Bu mübarek zat Mahmud Samini’dir. Daha İmam Efendi gelmeden önce, onun hallerini kapalı olarak talebelerine bildirmektedir. Zaman zaman işaretler vererek, “Maşallah dokuz yaşında hafız ve fakih olmak her kulun karı değildir.” derdi. Yine bir gün, “Fesübhanallah, ilme olan gayreti hocalarını çalışmaya mecbûr ediyor.” Osman Bedreddin görevi nedeniyle Palu’da yaklaşık dört sene kalır. Burada yaşadığı ve şahit olduğu bazı olağanüstü hal ve buyruklarının manevi tesiriyle büyük bir mürşid ve tasavvuf ehli olduğunu anladığı Mahmut Samini’ye intisap eder. İmam Efendi kısa sürede tasavvufta yetişip kemale erer. Samini dergâhında on sekiz gün sülûkte kalıp Nakşîlikten tarikat icazeti alır.

Palu’daki irşadı ve Vefatı
Bir müddet sonra, Palu’da izindeyken Çemişgezek ilçesine nakledilen taburuna avdet eder. Artık o kendisine gelen talebeleri irşad ve manen terbiye etmeye mürşidi Mahmut Samini tarafından memur ve mezun kılınmıştır. Çemişgezek yöresindeki halka 15 yıl süresince ilim, irfan ve hakikat yüklü sohbetleriyle irşat eder. 1909 yılında tabur imamlığı vazifesinden emekli olur ve o gün için Doğu Anadolu’nun ilim ve irfan merkezi durumundaki Harput’a gider. Onun Harput’taki devresi dopdolu, hayatının en verimli ve feyizli devresi olur. Harput’ta Kurşunlu Camii’nde sohbetlerini yapar. 1911 yılında hacca giden İmam Efendi hacdan döndükten sonra irşad vazifesine Harput’ta devam eder. Ayrıca çevre il ve ilçelere de sık sık seyahatler ederek Elazığ ve Tunceli’nin merkez ve ilçeleri başta olmak üzere Keban, Ağın, Çemişgezek, Arapgir, Kemaliye (Eğin), Divriği, Kemah, Pertek, Hozat gibi civar il ve ilçelerde halka vaazlar verir ve sohbetlerde bulunur. Bu esnada da pek çok talebe yetiştirir. Hayatı boyunca kendini ilme adayan ve bu yolda oldukça önemli bir mesafe alan, ayrıca yaptığı sohbetlerle insanlara hak ve hakikati anlatan İmam Efendi, 17 Ekim 1924 tarihinde vefat eder. Harput Meteris Mezarlığına defnedilir.

[toggle title=”Osman Bedreddin Efendi’nin Vasiyeti” load=”hide”]

Osman Bedreddin Efendinin yakınlarına bıraktığı vasiyeti şöyledir.
”Ey benim evlâd, birâder ve akrabâlarım! İslâmiyette ve doğru yolda bulunan kardeşlerim! Benim Ehl-i sünnet vel-Cemâat mezhebi üzere bir müslüman olduğuma Cenâb-ı Hak şâhidimdir. Lütuf ve ihsânına karşı Allahü Teâlâ’ya hamd ederim. Şâyet ömrüm tamam olup, Allahü Teâlâ’nın emri üzerine âhirete göçüp, ilâhî rahmete nâil olursam, son ömrümde düşmanımız olan nefis ve şeytan tarafından şaşırtılmak istenirsem, inşâallah ben onları dinlemem. Ancak, İslâm dîninde olduğumu şimdiden işitip, kıyâmet gününde müslümanlığıma şâhitlik etmenizi istiyorum. Allahü teâlânın birliğine inanıyorum, elhamdülillah. Allahü Teâlâ’dan başka ilâh yoktur. Muhammed Aleyhisselâm O’nun kulu ve resûlüdür. Yalnız Allahü teâlâ vardır. O’nun ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Hamd O’na mahsustur. O, her şeye kâdirdir. Sizden Allahü teâlânın birliğine olan bu îmânıma şâhid olmanızı istirhâm ediyorum. Ben âciz ve günahkâr bir kulum. “Allahü teâlânın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allahü teâlâ (şirkten tövbe ve îmân etmek sûretiyle) bütün günahları affeder.” (Zümer sûresi: 53) meâlindeki âyet-i kerîmesini kendime delil edinip tövbe ederek, Rabbimin rahmetine sığınıyor, Peygamber efendimizin şefâatına kavuşmayı ümid ederek gidiyorum. Evliyâullahın, Allahü teâlânın sevdiği kullarının ve Nakşibendiyye büyüklerinin bu günahkâr kula mânevî yardımlarını ümid ederim. Bilhassa Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî, Muhammed Behâeddîn Buhârî, pîrim Mevlânâ Hâlid, Şeyh Ali Sebtî, hocam Mahmûd Sâminî ve babamın mânevî yardımlarını ve Allahü Teâlâ’nın katında bu fakîre şefâatçı olmalarını ihsân ve ikrâmlarından ümîd ederim. Vefât ettiğimde üzerime Kur’ân-ı kerîm okuyunuz. Allahü teâlâ bu âcize ve bütün din kardeşlerime îmân ve hüsn-i hatîme nasîb eylesin! Âmin.”

[/toggle]

Osman Bedreddin iki defa evlenmiştir. İlk zevcesinden Bahaeddin, Nureddin ve Muhit isminde üç erkek ve Nuriye isminde bir kızı olmuştur. İkinci hanımından en küçük erkek oğlu Ziyaeddin Uz ise, Elazığ’da Ağır Ceza Mahkemesi başkanlığı yapmış ve 1989 yılında emekli olmuş, 2006’da vefat ederek babasının türbesinin yanına defnedilmiştir.

Osman Bedreddin hazretlerinin Eserleri
İshak Sunguroğlu, İmam Efendi’nin aynı zamanda iyi bir şair olduğunu belirtmekte ve şiirlerinden ancak bir nümunesinin bulunabildiğini söylemektedir. İlahi aşk, insan sevgisi, tevazu, hoşgörü ve kalp temizliği gibi hususlar işlenmiş olduğu bu şiirlerini divan edebiyatı nazım şekilleri ve dörtlüklerle yazmıştır.
Osman Bedreddin’nin talebeleri tarafından sohbetleri not edilerek bir araya getirilmiş olan Gülzar-ı Samini adındaki mektubatı ile Gülbin-i İrşad ve Mecalis-i Saminiyye adında beş ciltlik eseri ve ayrıca kasidesi vardır Hayatına ilişkin en önemli belge, onun Osmanlıca el yazması eseri olan “Sohbetname” adlı kitabıdır. Sohbetname, İmam Efendi’nin İslam ahlakı, fıkıh ve çeşitli konulardaki hadislerin yorumlarından ibaret bir çalışmadır. Sohbetnamenin orijinal el yazması bugün torunu Halit Hoca’nın kütüphanesinde bulunuyor. Ayrıca tasavufi konulardaki şiirlerini kapsayan bir de Divan’ı mevcuttur.

Osman Bedreddin hazretleri’nin Halifeleri
1- Seyyid Hace Musataf Naci hazretleri(ks.) ; Osman Bedreddin hazretleri’nin türbesinin içerisinde girişte sağdaki kabir.
2- Seyyid Saadettin Efendi (ks.); Samini hazretleri’nin torunu, Kabri samini hazretlerinin türbesinin içerisinde
3- Ömer Nasuh Bilmen (ks.); İstanbul – Edirnekapı Sakızağacı şehitliğinde
4- Seyyid Nureddin Efendi ; Osman Bedreddin hazretleri’nin türbesinin içerisinde girişte heen karşıdaki kabir.
5- Seyyid Musa Kazım Harputi
6- Sürsürülü Seyyid Molla Hüseyin Efendi ; Osman Bedreddin hazretleri’nin türbesinin içerisinde girişte heen karşıdaki kabir.
7-Seyyid Saadettin Efendi ; Osman Bedreddin hazretleri’nin türbesinin içerisinde girişte heen karşıdaki kabir.
8- Seyyid Muhammed Mazhar Ettasi Harputi ;

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abbdulhalim Durma
[/toggle]