Şeyh Seyyid Muhammed Nurani Erol (k.s.)

Siirt – Baykan – Zokamir Köyü (Eğridere köyü)

Şeyh Seyyid Muhammed Nurani  hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Muhammed Nurani Erol, babası Abdulhakim Bilvanisi’nin görev yaptığı Siyanis (Gümüşkaş) köyünde doğmuştur. Tahsiline babasının yanında başlamış ancak babasının Şeyh Ahmed Haznevi’nin yanına gittiği dönemlerde onun talebesi Molla Osman’ın yanında devam etmiştir. Tasavvufi eğitimine de babasının halifesi Şeyh Ali Arınci’nin yanında başlamıştır.

1981 yılında hilafet aldıktan sonra Van’ın Çaldıran ilçesinin Soğuksu köyünde görev yapmaya başlamış, 1984 yılında şeyhinin vefatından sonra Veysel Karani beldesine yakın Zokamir köyüne taşınarak tedris ve irşad hizmetlerini burada yürütmeye başlamıştır. Bu dönemde yaz aylarında
Soğuksu ve çevresindeki köylerde irşad faaliyetleri yürütmüştür. 1984 yılından sonra bölgede yaşanan sosyal olaylardan rahatsız olması ve çevresinde bulunan bazılarının, yaşanan olaylarla ilgili nasihatlerini dinlememesi üzerine Zokamir’den ayrılmaya karar vermiştir.

Şeyhi Ali Arınci’nin oğlu Hikmet Efendi; Zokamir köyüne giderek köyden ayrılmamasını yahut Arınc (Tılfakir) köyüne gelerek kendileriyle beraber kalmasını rica etmişse de Muhammed Nurani Erol Efendi, kararında ısrar etmiştir. Bu dönemde İzmit’teki muridlerinin daveti üzerine 1992 yılında bu ile bağlı Doğantepe köyünde bir külliye inşa ederek irşad hizmetlerini yürütmeye başlamıştır. Şartların musait olduğu dönemlerde Zokamir köyüne sık sık ziyaretlerde bulunmuş ve nihayet olayların azalması üzerine tekrar bu köye dönmüştür.

Muhammed Nurani Erol Efendi, 2002 yılında bu köyde vefat etmiştir. Kabri bu koydedir. Şeyh Ali Arınci’nin oğulları Hikmet ve Fadli, babalarının tek halifesi Muhammed Nurani Erol’dan tasavvufi hilafet almışlardır. Günümüzde Zokamir köyünde Muhammed Nurani Erol’un oğlu Hikmetullah irşad hizmetlerini yurutmektedir.

Şeyh Ali Arınci ve Arınç/Tılfakir Dergahı , İbrahim Baz , Şırnak Ünicersitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi , 2016/2 yıl 7 Cilt :VII
[/toggle]

Şeyh Ali Arınci (k.s.)

Siirt – Baykan – Arınç Köyü (Çamtaşı köyü)

Şeyh Ali Arınci hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Siirt bölgesinde son dönemde yaşamış önemli alim ve ariflerinden biri olan Şeyh Ali Arınci, 1916 yılında Siirt’in Baykan ilçesinin Arınç köyünde doğmuştur. Babasının adı Molla Ömer, annesinin adı Halime Hatun’dur. Babası Molla Ömer Efendi, Norşin Dergahı şeyhlerinden Muhammed Ziyauddin’in (o. 1924) dervişlerindendi.

Şeyh Ali Arınci, tahsil hayatına Kur’an dersiyle birlikte babasının yanında başlamıştır. Bir süre sonra yine Arınc köyünden Şeyh Ahmed Haznevi’nin halifelerinden Molla Muhammed Reşid’in (ö. 1977) yanında medrese tahsilini sürdürmüştür. Bunun haricinde Molla Şefik, Molla İbrahim ve Şeyh Muhammed Arbovi gibi alimlerden de ders almıştır. Ozellikle Şeyh Muhammed Arbovi’nin yanında uzun süre okumuştur. Bu tahsil hayatından sonra ilk olarak bir süre Arınç köyüne 3 km. mesafede bulunan Millo (Günbuldu) köyüne geçerek fahri imamlık yapmış ve orada köyün çocuklarına medrese usulüne göre ders vermiştir. Millo köyünde yaklaşık 3 yıl gorev yaptıktan sonra Bitlis’e bağlı Kermate (Alanici) köyünde imamlık yapmaya başlamıştır.

Şeyh Ali Arınci, Kermate köyünde görev yaptığı yıllarda Şeyh Abdulhakim Bilvanisi ile tanışmış ve onun yanında medrese derslerini tamamlamıştır. Bu yıllarda Abdulhakim Bilvanisi, Şeyhi Ahmed Haznevi’yi ziyaret etmek icin Kamışlı yakınlarında bulunan Hazne’ye giderken Ali Arınci’ye beraber gitmeyi ve ona intisab etmesini teklif etmiştir. Ali Arınci, bu ziyaret icin imkanı olmadığını belirtmiş ve “Selamlarımızı iletin eğer beni müridliğe kabul ederse ben zaten kabul ediyorum” demiştir. Böyle bir uygulamanın olmadığını söyleyen Abdulhakim Bilvanisi, Hazne’ye gitmiş ve ziyaretini yapmıştır. Rivayete göre döneceği zaman Şeyh Ahmed Haznevi, Abdulhakim Bilvanisi’ye “Molla Ali sana bir şey söylemedi mi?” diye sorduğunda, o da aralarında geçen konuşmayı anlatmıştır. Bunun uzerine Şeyh Ahmed Haznevi, “Ben onu müridliğe kabul ettim” demiştir. Abdulhakim Bilvanisi, döndükten sonra bu olayı Ali Arınci’ye anlatmıştır.

1950 yılında Şeyh Ahmed Haznevi’nin vefatı uzerine aynı yıl 33 veya 34 yaşında iken Abdulhakim Bilvanisi’ye intisap etmiştir. Bu sürede zaman zaman Bilvanis köyüne gitmiş ve orada belli süre kalmıştır. Sekiz yıl süren seyr u suluktan sonra 1958 yılında Abduhakim Bilvanisi kendisine hilafet vermiştir. Abdulhakim Bilvanisi, halifesi Ali Arınci’yi önce Van bölgesinde irşad faaliyetleri yürütmekle görevlendirmiştir. O da ozellikle bahar mevsiminden sonra Van’ın ilçelerinde ve köylerinde yanında bulunan muridleriyle birlikte aylarca dolaşarak kendisine verilen görevi yerine getirmiştir.

Şeyh Ali Arınci, 1954 yılında şeyhi Abdulhakim Bilvanisi’nin ve bazı muridlerinin de bulunduğu kalabalık bir grup ile İskenderun’dan Cidde’ye deniz yoluyla giderek Hac vazifesini ifa etmiştir. Şeyhinin vefatına kadar yalnız onun verdiği vazifeleri yaptırmıştır. 25 Mayıs 1972 tarihinde şeyhinin vefatından sonra, 1974 yılında Millo yakınlarındaki Tılfakir mevkiindeki araziyi satın alarak buraya kerpiçten bir mescid, medrese ve dergah yaptırmıştır. Ardından doğu istikametinde ailesinin kalacağı bir ev ile dergaha gelenlerin kalacağı misafirhaneler eklemiştir. Şeyh Ali Arınci vefatına kadar on yıl bu dergahta irşad faaliyetlerini sürdürmüştür. Günümüzde medrese ve dergah daha da genişlemiş durumdadır. Dergah gunumuzde faal durumdadır ve her gün ikindi namazından sonra toplu olarak hatme-i hacegan yapılmaktadır. Büyük şehirlerde ise genellikle hafta içi iki gun yatsı namazından sonra, cumartesi gunleri ise ikindi namazından sonra hatme-i hacegan yapılmaktadır.

Şeyh Ali Arınci, medreseden mezun ederek cok sayıda talebeye icazet vermiştir. Çok sayıda muridi olmasına ve seyr u suluklarını tamamlamalarına rağmen yalnız bir kişiye hilafet vermiştir. O da kendi şeyhi Abdulhakim Bilvanisi’nin büyük oğlu Muhammed Nurani Erol’dur. .

Şeyh Ali Arınci, 24 Temmuz 1984 tarihinde, 68 yaşında Diyarbakır’da tedavi gördükten sonra Siirt’e dönüşünde yolda vefat etmiştir. Kabri şerifi Arınç köyünde, Tılfakir denilen mevkidedir. Talebesi M. Akif İnan, şeyhinin vefatı üzerine 1984 yılında yazdığı Arzıhal isimli bir şiirde kendi halini şöyle dile getirir ;
Sen öte bahçede açalı gülüm
Bütün bülbülleri yandı içimin

Dağıldı eczası sesin ahengin
Güzelin lezzetin rengin biçimin

Öpüp kokladığım ellerin gülüm
Hayat ırmağıydı fidanlarıma

Açardı yolumu anahtar sesin
Gözlerin guneşti zamanlarıma

Bir yetim çocuktur günlerim gülüm
Seslerim kırıktır yatağım zindan

Ne olursun tez elden beni de çağır
Al götür yanına sevdiğim aman

[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”] Şeyh Ali Arınci ve Arınç/Tılfakir Dergahı , İbrahim Baz , Şırnak Ünicersitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi , 2016/2 yıl 7 Cilt :VII
[/toggle]

Şeyh Hüseyin Basreti (k.s.)

Siirt – Eruh’un Hâlidiyye (Kekliktepe) köyündedir.

Evliyânın meşhurlarından Şeyh Hâlid Zibârî’nin oğludur. Annesi Fâtıma-ı Sâliha, Şeyh Muhammed Aynî’nin kızı ve kerâmet ehliydi. 1914 (H.1333) senesinde vefât etti. Kabri, Eruh’un Hâlidiyye (Kekliktepe) köyündedir.

Babası vefât ettiğinde altı yaşında idi ve sarf ilminden İzzi kitabını okuyordu. Babası vefât ederken onun yetiştirilmesi için halîfelerinden Şeyh Ömer Zenkânî’ye vasiyet etti. Bütün ilimleri öğretmelerini, tasavvufta yetiştirip mürşid-i kâmil olmasını sağlamalarını vasiyet etti.

Bu vasiyet üzerine Şeyh Ömer Zenkânî ona bütün ilimleri okuttu. Sarf, nahiv, mantık, beyan, fıkıh, tefsir, hadîs ilimlerini öğretti. Bu talebeliği on beş sene sürdü. Neticede seçkin bir âlim oldu. Ayrıca Molla Abdülhamîd Raşînî’den de ilim öğrendi. Hocası Şeyh Ömer Zenkânî ona ilimde icâzet verdi. Ancak tasavvufta vermedi. Tasavvufta da, asrın büyük âlimi ve meşhur velîsi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’den naklen aldı. Şöyle ki, Şeyh Hüseyin’in yakınlarından Molla Muhammed onun emriyle Şam’a gidip Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin evini sorup buldu. O sırada vefât etmişti. Evin kapısını çaldı. İhtiyar bir nine çıkıp onu görünce; “Hoş geldin Molla Muhammed!” dedi. Hayret edip; “Beni nereden tanıdınız. Şam’a daha önce hiç gelmedim.” deyince; “Mevlânâ Şeyh Hâlid bana bir gün; “Vefâtımdan sonra Cizre tarafından Molla Muhammed nâmında bir zât gelecek! O takvâ ehli ve âlimdir.” buyurdu. Sonra bana çanta bırakıp, bu çantayı halîfem Şeyh Hâlid Cezîrî’nin halîfesinin oğlu Şeyh Hüseyin’e teslim etsin.” dedi. Anladım ki teslim etmek üzere vereceğim kişi sizsiniz.” dedi. Bunun üzerine emâneti alıp Basret köyüne getirdi. Çantayı açtılar. İçinden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin cübbesi, Yesir ağacından yapılmış ve ortasında dördü kırmızı mercandan olan tesbihi, takkesi, seccadesi vardı. Bunları aynen Şeyh Hüseyin hazretlerine teslim etti. Bu emânetler daha sonra oğlu Şeyh İbrâhim Hakkı’ya intikal etti. Kardeşi Şeyh Muhammed Şefîk bunları, İbrâhim Hakkı da defâlarca görmekle şereflendiğini bildirmiştir.

Şeyh Hüseyin Basretî hazretleri bu icâzetten sonra insanları irşâd edip talebe yetiştirdi. Halk ve meşhur kimseler arasında tanındı. Bu hizmeti Mustafa Paşanın ona düşmanlık yapıp, zulme başvurmasına kadar devâm etti. Zulme mâruz kalması sebebiyle âilesini de alıp, 1901 (H.1317) senesinde Diyarbakır’a gitti. Bir müddet sonra oradan Haleb yoluyla Şam’a ulaştı. O göçüp gittikten altı ay sonra kendisine zulmeden ve memleketini terke mecbur bırakan Mustafa Paşa, aşîretler arasında çıkan bir kavga sırasında öldü.

Şeyh Hüseyin Basretî hazretleri dokuz sene memleketinden ayrı kaldı. Aslî vatanı Buhtan’a dönmeyi çok arzu etti. O civardaki insanları irşâd etmek istiyordu. 1913 (H.1329) senesinde memleketine dönüp, Basret köyüne gitti. O havâlide insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatıp, emr-i mâruf yapmak için Basret köyünden diğer köylere de gitti. Bu seferlerinden birinde yolda Allahü teâlâyı zikirle meşgul bir halde giderken yol kenarında büyük bir kayaya nazar etti. Kaya yerinden oynayıp parçalandı. Yanında bulunan talebeleri bu hâli görünce, hayrette kaldılar. Oradan gelip geçtikçe bir bakışı ile parçalanan kayayı görüp kerâmetini hatırladılar.Daha pekçok kerâmetleri görülmüştür.

Yüksek derecede âlim, her ilimde mâhir olup, sünnet-i seniyyeye tam uyardı. Güzel yüzlü tatlı sözlüydü. Son derece yumuşak huylu, din ve dünyâ işlerinde yüksek derecede basîret sâhibi idi. İnsanlara dâimâ yumuşak olmalarını İslâmiyete uymalarını tavsiye ederdi. Dünyâya hiç meyletmez, hep hüzünlü bir hâlde olurdu. Vefâtı sırasında devamlı; “Sübhâneke innî küntü minezzâlimîn.” derdi. Hastalığı şiddetlenince, gözlerinden yaş geldi. Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah, deyip dudaklarını kapatarak vefât etti. Vefâtı bölge ahâlisini çok üzdü. Hâlidiyye köyünde defnedildi. Edep ve ilim ehli olan temiz nesli devâm etmektedir.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)

1) Kitâbü Ahvâl-üd-Dürriyye fî Silsilet-iz-Zibâriyye
[/toggle.]

Şeyh Muhammed Ayni (k.s.)

Siirt – Eruh – Ayne (bağgöze köyü).

Anadolu velilerinden. Doğum tarihi bilinmemektedir. 1859 (H.1276) senesinde vefat etti. Türbesi Eruh’ta Ayni (Bağgözü) köyündedir. Babası Şeyh Muhammed, mürşid-i kamil bir zattı. Memleketinde ilim tahsiline başlayıp ilm-i aletten Şerh-i Şemsiyye kitabına kadar okudu. İlim tahsili sırasında bir gün Şeyh Salih Sibkî’yi ziyaret için Basret köyüne gitti.Şeyh Salih hazretleri onun mürşid olmaya istidatlı ve kabiliyetli bir kimse olduğunu görerek onu yetiştirip kendine vekil olarak insanların irşâdı ile vazîfelendirdi. Bu emir üzerine bir hafta Ayni, bir hafta da Basret köyünde kalmak suretiyle insanların irşadı ile meşgul oldu. Dünyaya hiç meyletmezdi. Üstün haller sahibiydi.

O devrin paşalarından Kenan Paşa, Şeyh Muhammed Ayni hazretlerini ziyaret maksadıyla Siirt’e oradan da Ayni köyüne gitmişti. Askerleriyle birlikte Ayni köyüne varınca, caminin avlusunda bir hasır üzerine oturdu. Paşa için yemek hazırlamak istediler. Şeyh hazretleri; “Bu hususta tekellüfe girmeyiniz, kendinizi zorlamayınız.” dedi. Evinde arpa unundan yapılmış iki yufka ve iki gün önce pişirilmiş et yemeği vardı. Bunları yedirmek bizim için ar olur dedilerse de, Şeyh hazretleri; “Bunlar yemek olarak kafidir. Mevcud olan bunlardır. Bunları ikram etmekte bir mahzur yoktur.” dedi. Sonra kendisi Kenan Paşa’nın yanına gitti.Paşa onu görünce ayağa kalkıp hürmetle elini öptü ve duâ istedi. Sofrayı getirmelerini söyleyince, Paşanın önüne iki yufkayı ve et yemeğini koydular. Bunları yedi. Sonra kalkıp Şeyh Muhammed Ayni hazretlerinin elini tekrar öptü. Teşekkür ederek müsade isteyip ayrıldı. Dönerken yolda adamlarından biri, Şeyh’in huzurunda ne yemeği yediğini sorunca; “Arpa ekmeği ve bayat et yemeği yedim. Yemin ederim ki ömrümde böyle lezzetli yemek yemedim.” dedi.

Şeyh Halid Zibari onun halifesi ve damadıdır. Damadı olunca onu kendine vekil etmek istedi. Ancak o bunu kabul etmeyip medrese hocalığı yapmak istediğini bildirdi. Bu hususta uzun müddet ısrar etti. Kabul ettiremedi. Bir gün talebelerine; “Hazırlık yapınız. Yarın oradaki ve çevresindeki insanları irşad için Basret köyüne gideceğiz.” dedi. Adeti üzere bir hafta Ayni köyünde bir hafta da Basret köyünde ikamet ederdi. İhtiyarlayıp gidip gelemeyecek hale gelinceye kadar bu adetine devam etti. Bu sebeple o havalinin irşad işini Hâlid Zibârî’ye vermek istiyordu.

Pekçok müridinin de bulunduğu bu yolculukları sırasında, namaz vaktinde namaz kılmak ve istirahat için bir akarsuyun başında durdular. Bu sırada şeyhlerinin ve Peygamber efendimizin ruhaniyetinden yardım isteyerek talebesi Şeyh Hâlid Zibarî’nin kalb gözünün açılması ve halifelik teklifini kabul etmesi için dua etti. Şeyh Halid Zibari bu sırada bir ağaç altında bir müddet uyumuştu. Uyandığında yüzünde bir nur parlıyordu. Hocası onun güzel bir rüya gördüğünü anlayıp ne gördüğünü sordu. O da; “Rüyâmda Şeyh Hâlid Cezeri’yi gördüm. Bana hırka giydirdi kalb gözüm açıldı. Sizin emrinize uymamı, razı olmamı söyledi.” dedi.Sonra Basret köyüne gittiler. Orada kendi yerine Şeyh Hâlid Zibarî’yi halife tayin etti. İnsanlara İslamiyeti anlatmakla vazîfelendirdi. Bunun üzerine o da Basret köyüne yerleşti. İrşâdı o havâlide, Siirt ve Mardin çevresine kadar yayıldı.

Vefâtı yaklaşınca, evladlarına ve talebelerine yaptığı vasiyetinde Aynî köyünün batısındaki tepenin üzerine defnetmelerini söyledi. Kabri üzerine üstü açık, kubbesiz türbe yapmalarını ve kubbe yerine türbenin ortasına o bölgede meşhur olan bıtım ağacı dikmelerini söyledi. Vefatından sonra kabri üzerine yapılan türbenin üstünü de bir kubbe ile kapattılar. O gece köy halkı bir gürültü duydu. Sabahleyin yaptıkları kubbenin yıkıldığını gördüler.Tekrar ve daha sağlam bir şekilde yaptılar. Fakat gece şiddetli bir gürültü ile yine yıkıldı. Bunun üzerine vasiyetine uyarak kubbesiz bir türbe yaptılar, ortasına da bir bıtım ağacı diktiler. Bu ağaç büyüyüp türbenin üzerini kubbe gibi kapattı. Dalları türbenin duvarından taşmadan âdetâ çadır gibi türbeyi kapatmaktadır.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Kitâbu Ahvâl-üd-Dürriyye fî Silsilet-iz-Zibâriyye
[/toggle]

Veysel Karani (k.s.) – Siirt

Veysel Karani

Veysel Karani hazretleri’nin kabri şerifi Siirt – Baykan’da Ziyaret köyünde.

Şüphesiz tabiinin en hayırlısı Üveys’dir.

Asıl adı Üveys bin Amir-i Karani olan Veysel Karani’nin doğum yeri, Yemen’in Karen Köyü’dür. 555–560 yılları arasında burada doğduğu tahmin edilir.

Üveys el-Karani, Yemen’deki Murad kabilesinin Karan aşiretine mensuptur. Veysel Karani’nin Yemen’de iken nasıl müslüman olduğu, Kufe’deki hayatı, vefatı ve şahsiyetine dair yeterli bilgi yoktur. Rivayetlere göre Veysel Karani Yemen’de deve çobanlığı yaparak, hurma çekirdekleri toplayıp satarak geçimini sağlayan bir zahiddir. Muhtemelen İslam’ı anlatmak üzere Yemen’e giden müslümanlar vasıtasıyla İslamiyet’i kabul etmiştir. Medine’ye gidip Hazreti Peygamber’i ziyaret etme arzusuna rağmen yaşlı annesini bırakamamış, 40 yaşının üzerindeyken Hazreti Peygamberi görmek için Medine’ye gitmek üzere annesinden izin alır. Uzun bir yolculuktan sonra Medine’ye gelir, ancak peygamberimiz Tebük Seferi’nde olduğu için, O’nu bulamaz. Hazreti Aişe O’na kapıyı açar ve selamını peygamberimize iletir. Peygamberimiz eve döndüğünde evine ulu bir insanın geldiğini anlar ve Hazreti Aişe’ye kimin geldiğini ve onu görüp görmediğini sorar. Hazreti Aişe, onu gördüğünü söyleyince peygamberimiz, “O gözünü ben de ziyaret edeyim, görüşün ve gördüğün mübarek olsun.”, der. Sahabilere de Üveys’i gören gözü ziyaret etmelerini buyurur ve ardından, “Şüphesiz tabiinin en hayırlısı Üveys’dir.”, der. Peygamberimiz son hastalığında, Hazreti Ömer, Hazreti Ali ve Hazreti Aişe’ye, “Benden sonra, arkamdaki hırkamı Üveys’e verin.”, diye vasiyette bulunur. Hırka ona teslim edildikten sonra, halkın gözünde değeri artar. O da, annesinin vefatıyla Küfe’ye ve Basra’ya gider.

Bazı hadis kitaplarındaki rivayetlere göre Hazreti Ömer, halifeliği döneminde Yemen’den gelen bir grup insana aralarında Üveys el- Karani’nin bulunup bulunmadığını sormuş, bunun üzerine Üveys ortaya çıkıp kendini tanıtmış, Hazreti Ömer de Resul-i Ekrem’in kendisine ileride Üveys’in Medine’ye geleceğini haber verdiğini ve onu gördüğü takdirde dua istemesini tavsiye ettiğini söylemiş, Üveys de ona dua etmiştir. Bu sırada Hazreti Ömer, Üveys’in Kufe’ye gitmekte olduğunu öğrenince Kufe valisine onun hakkında bir mektup yazmayı teklif etmiş, ancak Üveys kalabalıktan uzak sade bir hayat yaşamayı tercih ettiğini belirtmiştir. Ertesi yıl Kufe’den hacca gelen bir kişiye Üveys’in durumunu soran Hazreti Ömer, onun yoksulluk içinde yaşadığını öğrenince, ona Üveys hakkında Hazreti Peygamber’den duyduklarını anlatmış, hacdan dönen Kufeli de Üveys’in yanına gidip ondan dua istemiştir. Bu olay üzerine halkın dua istemek için yanına gelip kendisine iltifat etmesinden endişe duyan Veysel Karani’nin o bölgeyi terk ettiği kaydedilir.

Hazreti Ali, onu Sıffın Savaşı’nda yanında yer alması için, Medine’ye davet eder. Veysel Karani de oraya gider. Savaş sırasında yaralanarak 657 şevvalin 18. günü şehit olur. Şehit olduktan sonra, üç ayrı kabile onun naaşını alarak kendi topraklarına götürmek isterler. Bu duruma, ilk etapta Hazreti Ali de bir çözüm bulamayınca onu korumaya alır. Ertesi gün Veysel Karani Hazretleri’nin mübarek naaşı üç kabilenin de tabutlarında görülür. Her biri razı olarak; biri Yemen’e, biri Şam’a, biri de Bitlis’e doğru yola çıkarırlar.

Veysel Karani hazretlerinin kabrinin bulunduğu yer tam olarak belli değildir. Yemen’in Zebid, İran’ın Kazvin ve Kirmanşah, Özbekistan’ın Hive, Suriye’nin Şam ve Rakka şehirleriyle Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ona nisbet edilen makam-mezarlar vardır. Anadolu’daki en meşhur makamları Manisa, Mardin, Kurtalan, Bursa Gemlik yolundaki Atıcılar, Diyarbakır’ın Lice ilçesi ve Siirt’in Baykan ilçesi yakınındadır. Veysel’in Sıffin Savaşı’nda öldüğü yolundaki rivayetlerin genel kabul gördüğü, bu savaşın da Suriye’nin Rakka şehri yakınlarında vuku bulduğu dikkate alınırsa asıl kabrinin bu şehirde olması ihtimali güç kazanır.

Zahidane hayatı dolayısıyla Veysel Karani tasavvuf ehli tarafından örnek bir şahsiyet kabul edilmiş, Hazreti Peygamber’i zahiren görmemekle birlikte manen kendisinden feyiz aldığı ileri sürülmüştür. Bu sebeple sonraki asırlarda Resul-i Ekrem’i, Veysel Karani’yi veya herhangi bir şeyhi görmeden rüya gibi manevi bir yolla onlardan eğitim alan kişilere Üveysi denmiş, bu şekilde eğitim almaya Üveysilik adı verilmiştir. Ayrıca Resulullah’a nisbet edilen, “Rahmanın nefesini Yemen’den alıyorum” sözüyle Veysel Karani’nin kastedildiği söylenmiştir.

Veysel Karani
Veysel Karani

Veysel Karani hazretleri ve Hırka-ı şerif
Hazreti Peygamber’in ona bıraktığı rivayet edilen hırkanın sonraki nesillere intikal ederek günümüze ulaştığı kabul edilir. Bu hırka, İstanbul’un Fatih ilçesindeki Hırka-i Şerif Camii’nde ramazan aylarında ziyaret edilmektedir 58. Hırka-ı Şerif Camii, İstanbul, Fatih İlçesi’nde Atikali semti sınırları içinde, adını verdiği Hırka-i şerif Mahallesi’nde yer almakta olup 1851’de inşa edilmiştir. Burası, Hazreti Muhammed’in Veysel Karani’ye hediye ettiği hırkanın (Hırka-ı Şerif) muhafaza ve ziyaret edilmesi için padişah Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır. Veysel Karani’nin vefatından sonra Üveysi sülalesi elinde kalan Hırka-ı Şerif XVII. Yüzyılın başlarında, ailenin o tarihteki reisi Şükrullah Üveysi tarafından I. Ahmed’in fermanı gereğince İstanbul’a getirilir. İstanbul’a yerleşen Üveysi ailesinin, Fatih semtindeki evinde ziyaret edilen hırkanın korunması için Sadrazam Çorlulu Ali Paşa’nın kagir bir hücre ile bitişiğinde bir çeşme ve imaret inşa ettirdiği, daha sonra Şeyh Osman Üveysi zamanında 1725’te ilk defa bir vakfın tesis edildiği bilinir. Yapının ziyaretler için yetersiz kalması üzerine I. Abdülhamid bugün “Küçük Hırka-i Şerif Dairesi” veya “Eski Hırka-i Şerif Odası” olarak adlandırılan ve caminin avlusunda kalan hücreyi 1780’de inşa ettirir. II. Mahmud tarafından 1812’de yenilenen hücre zamanla yetersiz kalınca Sultan Abdülmecit devrinde Hırka-ı Şerif Camii yaptırılır. Çevredeki binaların kamulaştırılarak yıktırılmasından sonra 1847’de başlayan inşaat, 1851’de tamamlanır. Camide Hırka-ı Şerif’in korunması ve ziyareti için birimler, hünkar mahfili ve hünkar kasrı bulunur. Ayrıca yapının çevresinde Üveysi ailesinin en yaşlı erkek bireyi (reisi) ile ailesi için bir meşruta, bu kişinin reşit olmaması halinde kendisine vekalet edecek olana mahsus vekil dairesi, hırka-i şerifi korumakla görevli bir bölük jandarma için kışla ve görevliler için çeşitli odalar da inşa edilmiştir.

Veysel Karani hazretleri ve Pakistan’daki Kırık iki dişi
Veysel Karani’nin Uhud Gazvesi’nde Resul-i Ekrem’in dişinin kırılması üzerine kendi dişini kırdığı şeklindeki rivayete istinaden, Pakistan’ın Lahor şehrindeki Badşahi Camii’nin avlusunda bulunan Teberrükat-ı Mukaddese Bölümü’nde ona izafe edilen kırık iki diş sergilenmektedir. Hayatına dair müstakil menakıbnameler ve şiirler kaleme alınan Veysel Karani’nin gerçek hayatı ile efsanevi kişiliği birbirine karışmıştır.

Siirt – Baykan’daki Veysel Karani camii ve Türbesi
Yakın zamanda yenilenmiş olan külliyenin ilk inşa tarihi kesin şekilde bilinmemektedir. X. Yüzyıl coğrafyacısı Muhammed b. Ahmed el-Makdisi ve Nasır-ı Hüsrev eserlerinde bugünkü Ziyaret beldesinde mevcut bir mescidden bahseder. Evliya Çelebi ise Veysel Karani Camii ve Türbesi’nden Mescid-i Üveys-i Karani diye söz eder ve ayrıntılı bilgi verir. Evliya Çelebi’nin, “Menzil-i Hazret-i Sultan Veys: Hazzo hakinde bir dere ve tepeli sengistan içre bir uyun-i sagire kenarında …” ifadesiyle tanıttığı cami ve türbe, Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi’ne (1534) katılan Matrakçı Nasuh’un minyatüründe gerçekçi bir şekilde tasvir edilir. Bu minyatürde sekizgen planlı ve üzeri içten kubbe, dıştan külahla örtülü türbe ile buna bitişik iki bölümlü kubbeli cami görülmektedir.

Türbeyi Osmanlı devrinde saray tarafından görevlendirilen türbedarlar idare eder. Son dönemde tayin edilen Seyyid Muhammed’in (ö. 1902) ardından Seyyid Abdülkerim Tekin bu göreve getirilir. Seyyid Abdülkerim, 1918’de vefat eden amcası Seyyid Ali’nin yerine kaymakamlık payesiyle Siirt’in son nakibüleşrafı olmuş, 1934’te Siirt’te vefat etmiş ve Zeyve Mezarlığı’na defnedilmiştir. Seyyid Abdülkerim zamanında türbenin sol tarafında bir mescidle bir medrese inşa edilmiştir. İsmet İnönü zamanında tekkenin kapatıldığı, önüne duvar örüldüğü, kimsenin içeriye girmesine izin verilmediği, daha sonra Demokrat Parti zamanında türbenin tekrar ziyarete açıldığı nakledilir. 1901 yılında “cas” denilen yerli harçla ve kısmen moloz taşlarla yapılan ve çatısı tonozlarla örtülen türbe, mimari tarzı itibariyle bir sanat değeri taşımadığı gibi devamlı rutubet alması sebebiyle tehlikeli bir durum arzettiğinden 1967’de Veysel Karani Tarihi Eserleri Koruma ve Eski Değerleriyle Güzelleştirme Derneği tarafından yıktırılır ve valilikçe hazırlatılan plana göre eski ölçüler içinde yeni bir türbe inşa edilir. Külliye, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün girişimleriyle 1974 yılından itibaren çok daha bakımlı bir görünüme kavuşur. 1982’de avlu düzenlemesinden sonra 1983’te kesimhane binaları, ardından otel ve konukevi binaları devreye sokulur. Cami ve türbe 1987, 1991 ve 1998’de onarımdan geçirilir, 1998-2001 yılları arasındaki restorasyonda türbenin içi ve çevresi düzenlenir.

Kare planlı olan caminin son cemaat yeri üç kubbelidir. Ana mekanı örten kubbe sekizgen kasnağa oturmaktadır. Son cemaat yerindeki sütunlar kısa olup kubbeler yuvarlak ve geniş aralıklı kemerler üzerine dayanmaktadır. Sade bir iç mekana sahip olan caminin kalem işleri ve hat uygulamaları bozuktur. Kubbeye geçiş iç mekandaki tromplarla sağlanmıştır. Harimin içi, alttan harimi çevreleyen yuvarlak nişli pencerelerin üst hizasına kadar çinilerle kaplıdır. Mihrabı, sade ve düzgün kesme taştan, minberi ve vaaz kürsüsü ahşap olan caminin kadınlar mahfili yine ahşaptır ve harimin kuzeyinde yer alan giriş kapısının üstündedir. Caminin kuzeybatısında bulunan minare de ana yapıya bitişik olarak düzgün kesme taştan yapılmıştır. Kaidesi de düzgün kesme taştan olan minarede kaideden gövdeye pahlanarak bir geçiş sağlanmıştır. Kaidede yatay dikdörtgen mermer bir levha içinde 1956 tarihli, oldukça bozuk bir hatla Hazreti Muhammed’in Veysel Karani hakkında söylediği hadisler yazılmıştır. Bu çerçevenin altında, 1956 tarihli bir başka levhada ise iki satır halinde bir ayet yazılıdır (el-İsra 17/37)61. Caminin kuzeyindeki şadırvan yuvarlak sekiz kemerli ve tek kubbelidir. Türbe yakınında Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün iki katlı irtibat bürosu ve arkasında gasilhane ile müştemilat binası bulunmaktadır.

Türbe cami, şadırvan ve diğer müştemilat binalarıyla aynı avlu içinde yer almaktadır ve kareye yakın dikdörtgen planlı olup kubbe ile örtülüdür. Türbenin kuzey cephesinde iki kapı vardır. Bitkisel süslerle bezenmiş Veysel Karani’nin ahşap sandukasının etrafı ahşap bir korkulukla çevrilidir. Sanduka köşelerde sepet örgülü birer, yanlarda çiçek motifli ikişer sütuna oturan yuvarlak ve dilimli sivri kemerli bir bölüm içinde yer almaktadır. Türbede pencere açıklıklarının üst hizalarına kadar duvarlar çini karolarla kaplanmıştır. Üst kısımlarda ve kubbede bitkisel süslemeli kalem işleri ve hat uygulamaları bulunmaktadır. Türbenin giriş kapısının hemen yanındaki mezarda türbedarlardan ve Siirt nakibüleşrafından Seyyid Muhammed Efendi yatmaktadır. Veysel Karani Türbesi’nin yanı başındaki ağaçlıklı alan mezarlık olarak düzenlenmiştir. Her yıl 16- 17 Mayıs Veysel Karani’yi anma günleri olarak kutlanmakta, türbe bahar aylarında ve özellikle mayıs ayında yurdun dört bir yanından gelen ziyaretçilerin akınına uğramaktadır.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak
Abdulhalim Durma , Siirt Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
http://www.mustafagurelli.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz ve Mustafa Gürelli ‘den Allah razı olsun
[/toggle]

Şeyh Nurettin (k.s.)

Siirt – Tillo’ya 5 km uzaklıkta bulunan Taşbalta köyünde kabristan içerisinde

Rufai Tarikatı şeyhi Nurettin Hazretleri’nin alçak kapılı türbesi basit yapılı olup zikirde kullanılan hançer ve üzerinde Arapça yazılar bulunan kılıcı muhafaza edilmektedir.

Kaynak ;Siirt Evliyaları , Abdulhalim Durma 

Şeyh Muhammed Tomani (k.s.)

Şeyh Muhammed Tomani2

Siirt – Tillo’ya 7km uzaklıktaki İkizbağlar (Tom) köyünde..

İlçeye yedi km. mesafede bulunan İkizbağlar (Tom) köyü girişinde Şeyh Muhammed Tomani Hazretlerinin türbesi bulunmaktadır. Sandukası üzerindeki kitabenin sekiz yüz yıllık olduğu nakledilir. Yaklaşık 1.300’lü yıllarda Suudi Arabistan’ın Teymen kentinde dünyaya geldiği, önce Mardin iline, ardından buköye yerleştiği anlatılır.

Şeyh Muhammed Tomani hazretlerinin Peygamber Efendimizin (s.a.v.) torunu İmam Hüseyin’in soyundan geldiği, iki çocuğunun olduğu halkarasında anlatılır. Türbede bulunan ve gövdesi kaplan görünümünde olan ağacı, hasta insanların şifa bulmak amacıyla kullandığı görülür. Bu ağacın Şeyh Muhammet El Tomani’nin evliyalık işareti olduğu rivayet edilir. Gövdesi türbe duvarına oldukça yakın bir mesafede bulunan bu ağaç üzerinden dökülen suyla kadının hamile kalacağına inanılır. Köyün adını Şeyh Muhammed Tomani’den aldığı söylenmektedir. Ayrıca, il merkezinde türbesi bulunan Şeyh Naccar Hazretlerinin kabrinin civarında medfun Seyyid Halil Tomani Hazretlerinin buradan gittiği rivayet edilmektedir.

Kaynak ; Siirt Evliyaları , Abdulhalim Durma , sayfa 150 -151

Şeyh Muhammed El Hazin (k.s.)

Siirt – Tillo – Dereyamaç köyünde , köy camiinin hemen arkasında

Önceleri merkeze bağlı bir köy konumundayken ilçe olması üzerine Tillo’ya bağlanan Fersaf köyünde dünyaya gelen Muhammed El Fersafi (1816-1891)’nin lakabı Hazin’dir. Bu lakabın bir istiğrak halinde kendisine ait salavat-ı şerifesini söylerken, “Kul Ya Hezin, Kul!” hitabına mazhar olduğu ve kendisine bizatihi Hazret-i Muhammed tarafından verildiği, nakledilir.

Moğolların Bağdad’ı işgal etmeleri üzerine şerif olduğu (Hazret-i Hasan’ın soyundan geldiği) belirtilen cetlerinin Anadolu’ya göç ettikleri ve Fersaf köyüne yerleşerek halkı irşada başladıkları anlatılır. Babası Şeyh Musa Efendidir. İlk tahsilini Siirt’te Hamid Ağa Medresesinde yapmıştır. Siirt’teki Hocası Molla Halil el Siirdi’dir. Molla Halil el-Ömeri Hazretleri, kendisine emanet edilen Muhammed’i çok sever ve ona daima iltifatta bulunur. Başlangıçta onu, maiyetindeki alimlerden birinin ders halkasına tayin ederse de çok geçmeden huzuruna çağırarak bizzat kendi halkasına katılmasını emreder. Ondan sonra Muhammed el-Fersafi tam on dört yıl boyunca bu üstadın rahle-i tedrisinde ilim tahsil eder. Bu müddet içerisinde hocasının derin sevgisini kazanır ve hususi sohbetlerinde bulunur. Molla Halil Efendi Hazretleri (rahmetullahi aleyh), bazen talebesi Muhammed el-Fersafi’yi çağırır, saçını ona tıraş ettirir, bu vesile ile de kendisine dua eder.

Daha sonra Mardin’e giden ve iki yıl süreyle Kasımpaşa Medresesinde ilim tahsil eden Muhammed el Hazin oradan Irak’a geçerek Şeyh Muhammed El Behdini, Şeyh Haydar el Sohrani ve Şeyh Abbas el Bağdadi’den tasavvuf dersleri alır. Sonra memleketine dönerek Şeyh Salih Sipki Hazretlerini ziyaret eder. Onun işareti üzerine, uzaktan akrabası ve medrese arkadaşı olan Hakkarili Seyyid Taha (ks.) Hazretlerine müracaat ederek onun tavsiyelerini alır.

Seyyid Taha Hazretleri, Şeyh Muhammed el- Fersafi’den yaşça büyüktür. Onun için Şeyh Muhammed ona derin bir saygı gösterir, nasihatlerini dinler. Gıyabında, “Amcamız, büyük üstadımız”, diye kendisinden bahsetmektedir. Seyyid Taha Hazretleri, Muhammed el-Fersafi’ye, “Sevgili yeğenim, senin kalbinin anahtarı Halepçe’de, Şeyh Osman Efendi Hazretlerinin elindedir”, diye buyurur112. Bunun üzerine Muhammed el-Fersafi, Halepçe’ye giderek Şeyh Osman Tavili (ks) Hazretlerinin manevi terbiyesine girer. Şeyh Osman Hazretleri, Mevlana Halid-i Bağdadi (ks), Hazretlerinin halifelerindendir113. Muhammed el-Fersafi burada bir müddet seyrü süluk ile olgunlaştıktan sonra tasavvuf icazetnamesini de alarak üstadı tarafından irşad vazifesiyle görevlendirilir.

Şeyh Muhammed el-Fersafi, 1844 yılında, Irak’tan dönerek doğduğu Fersaf köyüne gelip yerleşir. Burada irşad ve tedris hayatına başlar. Kurduğu medresede yüzlerce talebe yetiştirir. İnsanlara daima zühd ve takva yolunu gösterir. Çok geçmeden bölgenin alimleri ona büyük bir hürmet duymaya başlar ve onu ziyaret ederek ilminden istifade etmeye çalışırlar.

Bunların başında vaktiyle ona ders veren Molla Halil Efendi Hazretlerinin çocukları ve yakınları gelmektedir. Bunlardan, Molla Ömer Efendi ve Zokaydalı Molla Abdülkahhar Efendi en meşhurlarıdır. Ayrıca Nuvinli Şeyh İbrahim Efendi, Halid bin Velid (ra)’in soyundan gelen Siirtli Şeyh Abdullah Efendi, Siirtli Mahmud Cemaleddin Efendi, Siirtli Şeyh Hattab Efendi, Zadolu Şeyh Muhammed Efendi, Huvitli Şeyh Abdullah Efendi, İskambolu Şeyh Derviş Efendi, Fersaflı Şeyh Abdülhakim Efendi ve Verkanisli Şeyh Fethullah Efendi gibi şahsiyetler, onun yanında tasavvuf terbiyesi alırlar. Bu zatlardan Fersaflı Şeyh Abdülhakim Efendi, Zokaydalı Şeyh Abdülkahhar ve Verkanisli Şeyh Fethullah Efendi Hazretleri, daha sonra üstadları Şeyh Muhammed Fersafi’nin işareti üzerine Seyda-yi Taği Hazretlerine giderek seyrü süluk terbiyesini onun yanında tamamlamışlardır.

Şeyh-ül Hazin Hazretleri hayatta iken, defnedileceği yeri göstererek Halid Bin Velid’in (r.a.) savaş sırasında çadırını oraya kurmuş olduğunu söylediği, rivayet edilir. Türbenin yapımı sırasında toprağın altında birkaç ok ve kıvırcık saçlı bir şehit bulunur. Şeyh Muhammed El Hazin’in Türbesine götürülen akıl hastalarının iyileştiklerine inanılmaktadır. Türbede bulunan bir zincire bağlanan ve geceyi orada geçiren hastaların ertesi gün iyileşmiş olarak evlerine döndükleri anlatılır. Diğer taraftan, Şeyhü’l Hazin türbesindeki ağaç, hamile kalmak isteyen kadınlar için kutsal kabul edilir.

İlahi aşka dair kasidelerinden başka onun Hazreti Peygamber (sav)’e «Gayatü’l-Hayrat» adı altında manzum olarak yazıp hediye ettiği on üç kıta salevatı şerifeleri vardır. Bu salevat, doğuda geniş bir muhitte namazlardan sonra okunmaktadır. Şeyh Muhammed el Hazin’in Arapça bir münacaatı bulunmaktadır. Münacaatında, Allah’tan visali istemiş, Allahü teala ise ilhamla ona şöyle cevap vermiştir:
“Ya Hazinu kad karrabtüke ileyye bil visali Ve refe’tü lekennikabe an vechi Cemali”
Yani: “Ey Hazin, seni visalim ile kendime yaklaştırdım. Ve perdeyi cemalimin yüzünden sana kaldırdım.” (Dördüncü beyitin sonuna kadar devam eder.)

Bazı kasidelerinde, “Mevlana Halid-i Bağdadi, Zülcenaheyn, yedi yaşımda iken bana hırka giydirdi”,demiştir. Mevlana Halid, vefat ettiğinde Şeyh-ül Hazin yedi yaşındadır. Şeyh Muhammed el Hazin’in bazısı Arapça, bazıları Kürtçe olmak üzere kasideleri vardır. Şeyh, bu kasidelerin bazılarında Allah’ın kendisine ihsan ettiği nimetlerden bahseder. Muhammed el Hazin’in kerametlerinden biri de, vefatından hemen önce, “Gök ve yer onların ardından (helakine) ağlamadı, onlara mühlet de verilmedi” (Duhan süresi:29) mealindeki ayet-i kerimeyi okuyup, tefsir ettikten sonra şöyle der. “Melekler kuş suretine bürünüp Allah’ın bazı velilerinin cenazeleri ile birlikte giderler.” Nakledilir ki, cenazesi ile birlikte hazır olanlar, bu yabancı kuşları görmüşlerdir.

Şeyh-el Hazin Hazretlerinin ilk hanımı olan Şeyğıt Fatım Hanımdan Muhyeddin, Kutbeddin, Abdullah, ikinci hanımı Şeyğıt Hanife hanımdan Fahreddin, Necmeddin, Sadeddin, Kemaleddin, Nureddin, üçüncü hanımı Şeyğıt Halime hanımdan Vefaeddin, Şerafeddin, Alaeddin, ve Diyaeddin isimli çocukları olur. Anlatılır ki, Siirt ve havalisinde uzun süre yağmur yağmamıştır. Dereler kurumuş, değirmenler çalışmaz olmuştur. Muhammed Hazin bu günlerde talebelerine, “Kalkın! Unumuz kalmadı, değirmene gidip un öğütelim.”, der. Talebelerinin, “Değirmenler su olmadığı için çalışmıyor.”, demesine rağmen, “Gidelim!”, der. Bir çuval buğday alıp değirmene giderler. Muhammed Hazin talebelerine değirmeni temizlemelerini söyler. Kendisi dolabı tamir eder. Bu sırada gökyüzünü yavaş yavaş bulutlar kaplar. Bir süre sonra yağmur yağmaya başlar. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur dereyi coşturur ve değirmen çalışmaya başlar. Buğday öğütme işi tamamlanınca, yağmur diner. Muhammed Hazin Hazretleri, ömrünün sonuna doğru rahatsızlanıp, yatağa düşer. Vefat anı yaklaştığında yanında talebelerinden olan müezzini Yusuf Efendi vardır. Muhammed Hazin bir ayet-i kerime okuduktan sonra şöyle buyurur. “Allahü tealanın kullarından bazıları öldüklerinde, gökler kendilerine doğru yükselen amellerin son bulması sebebiyle ağlarlar. Yine aynı şekilde yerler de üzerlerinde yapılan iyi amellerin kesilmesinden dolayı ağlarlar. Melekler bu sırada garip kuşlar şeklinde gelip, cenaze ile birlikte giderler. Sübhanallah velilerin ruhları ne kadar hızlı! Meleklerden daha çabuk gelip gidiyorlar.”, der. Daha sonra Yusuf Efendiden Kur’an-ı kerim okumasını ister. Yusuf Efendi Kur’an-ı kerim okurken Muhammed Hazin vefat eder. Cenazesi evden çıkarıldığında hafiften yağmur yağmaya ve etrafta kalabalık halde garip kuşlar uçmaya başlar.

Dereyamaç köyündeki türbesi, halk tarafından ziyaret edilir. Türbeye asabi olan insanlar götürülür, şifa bulacağına inanılır. Ayrıca ağlayan çocuklara da burası ziyaret ettirilir. Hastalar buradaki odada zincirlere bağlanır ve birkaç saat durmaları sağlanır. Yine türbede bulunulan tokmağı ağrısı olanlar, ağrıyan yerlerine vurarak ağrılarının geçeceğine inanırlar. Konuşamayan insanları da, bu türbeye ziyarete götürürler ve buradaki hayvan gemine benzeyen tahtayı, hastaların ağızlarına koyarak, konuşacaklarına inanırlar.

Kaynak ; Siirt Evliyaları , Abdulhalim Durma , sayfa 153-158

Şeyh Said hazretleri (k.s.) – Tillo

Siirt – Tillo – Çatılı köyünde

Şeyh Said hazretlerinin buradan başka Siirt Conkbayır Mahallesi, ve Doluharman köyünde de kabri olduğu söylenir. Anlatılır ki, yetim büyüyen bu Şeyh Said hazretlerine üvey annesi eziyet eder. Onu bir kış günü dama çıkartıp toprak damın akmasını önlemek için ağır silindir taşla loğlamasını ister. Zayıf çocuk damın bir kenarında oturur semavattan inen yılanlar sayesinde silindir bir o yana bir bu yana gidip gelir. Üvey annesi bu durumu görünce eziyetten vazgeçer. Ormandan çalı-çırpı toplarken ipi evde unuttuğunu görünce yılanları birbirine bağlayarak ip niyetiyle çalıları bağlayıp öylece köye dönmüş olduğu anlatılır. Köyde yılan sokma vakasına rastlanmaz. Toprağını evlerinde bulundurarak yılan-akrep sokmalarına karşı korunacağına inanılır. Aynı şekilde, Şeyh Said türbesinde bulunan ve şeyhin kendi eliyle diktiğine inanılan dut ağacından alınan bir parça dalın da yılan ve akrep sokmalarına karşı koruyucu olduğuna inanılır. Türbenin etrafı ihata duvarı ile örülüdür.

Siirt Evliyaları , Abdulhalim Durma , sayfa 150