Hatay – Habib Neccar camiinde
……
Evliya, Sahabe, Peygamber Kabirleri
Evliya ve Sahabe
Erzincan – Terzi Baba Kabristanında
Şah-ı Nakşibend Efendimizi görmek isteyenler Beşir Efendi’yi ziyaret etsin.. ” Pir Sami Hazretleri
Dedelerinin Buhara’dan Bağdat, Antep ve Maraş üzerinden Erzincan’a göç ettikleri bildirilen Beşir Efendi’nin aslen Maraşlı Emirzâdeler olarak bilinen bir aileye mensup olduğu ve Erzincan’a 1800’lü yıllarda yerleştikleri nakledilmektedir. Küpesük (Saztepe) köyünde 1865 senesinde dünyaya geldiği ifade edilmişse de özellikle ailesinden gelen bilgilerden bu tarihin 1869 senesi olabileceği kuvvetle muhtemeldir. Nakîbü’l-eşrâflık kurumunun aileye verdiği Seyyidlik Şeceresi’nden soyu baba tarafından Hz. Hüseyin’e (r.a) dayandığı ifade edilmekte fakat şecereyi gösteren bu vesikanın kaybolduğu anlaşılmaktadır. Babası Hüseyin, dedesi Musa Efendi’dir. Annesinin adı ise Zeynep Hanım’dır. Ailenin tek çocuğu olan Beşir Efendi’nin annesi ve babasının o daha küçük yaştayken vefat ettikleri, bakımının amcası Hasan Efendi ve yengesi tarafından üstlenildiği nakledilmektedir. Amcası Hasan Efendi’nin. İstanbul’a gittiği ve burada Sultan Abdulhamid tarafından saltanat kayıklarına ‚kayıkçıbaşı‛ olarak görevlendirildiği söylenir.
Beşir Efendi’nin çocukluk ve gençlik dönemine ait bilgiler sınırlıdır. Ancak amcasının vefatından sonra bugün Karakaya olarak bilinen Keleriç köyüne yerleştiği ve başından üç evlilik geçtiği anlaşılmaktadır. Bu evliliklerden toplam on üç çocuğu olan Beşir Efendi’nin ilk eşi Meysun hanımdan olan çocuklarından bazıları ‚Kabak‛, bazıları ise ‚Reyhan‛ soyadını almışlar, Fadime ve Aliye Hanım’dan dünyaya gelen çocukları ise ‚Buyruk‛ soyadını kullanmışlardır. Osmanlı Devleti’nin savaşla geçen zor ve meşakkatli döneminde Rus işgalini ve muhacirliği görmüş; Milli Mücadele’nin başından sonuna kadar Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluşuna tanıklık etmiştir. 1916-1918 yılları arasında Erzincan’ın Rus işgali altında olması sebebiyle birkaç seneliğine Kırşehir’de zorunlu ikamete tâbi tutulmuştur.
Tasavvufa intisabı, Pîr-i Sâmî ile tanışması ve mürîdi olmasıyla gerçekleşen Beşir Efendi’nin halîfe olduktan sonra Erzincan dışında önce Otlukbeli daha sonra da Tercan’da irşad faaliyeti yaptığı anlaşılmaktadır. Şeyhi Pîr-i Sâmî vefat edince yeniden Erzincan’a dönen Beşir Efendi yaklaşık yirmi senelik irşad vazifesinden sonra 8 Ekim 1932 senesinde vefat etmiştir. Kabri Terzi Baba Mezarlığı’ndadır. Pîr-i Sâmî’nin kendisi hakkında; ‚Şah-ı Nakşibend Efendimizi görmek isteyenler Beşir Efendi’yi ziyaret etsin.‛ diyerek halîfesini tahsin ettiği görülmektedir. Kendisinden sonra tarîkat postuna Dede Musa Bayburdî (Musa Baştürk) oturmuştur, hilafet verdiği Tahrirat Kâtibi Nuri Efendi, Selükeli Nazım Hoca ve Hidayet Efendiler hakkında yeterli bilgi yoktur. Meşhur halk şâiri Bayburtlu Celâlî Baba’nın da Beşir Efendi’nin mürîdi olduğu nakledilmektedir.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak
Terzi Baba Kabristanında
Bayburt’un Aşağı Lori (Yazıbaşı) köyünde doğdu. Asıl adı Mûsâ’dır. Büyük dedesinin adına izâfeten Dede Paşa adıyla şöhret buldu. Babası İzni Ağalar diye anılan, misafirperverlikleriyle meşhur bir aileye mensup olan Hacı Hüseyin Efendi, annesi Seyyidler lakabıyla tanınan bir aileden Gülhanım’dır.
Küçük yaşta yetim kalan ve geniş bir arazinin vârisi olan Mûsâ, dayısının yanında büyüdü. Sıbyan mektebini ve rüşdiyeyi bitirdi. Bu arada dinî tahsilini tamamladı. On sekiz yaşlarında iken Nakşibendiyye tarikatının Hâlidî koluna mensup Erzincanlı Şeyh Beşir (Buyruk) Efendi’ye intisap etti. Tarikat silsilesi Muhammed Sâmî, Abdurrahman Tâgî, Seyyid Sıbgatullah Arvâsî, Seyyid Tâhâ yoluyla Nakşibendiyye’nin Hâlidiyye kolunun kurucusu Hâlid el-Bağdâdî’ye ulaşır. Beşir Efendi, Doğu Anadolu’da yaygın bir şöhrete sahip olan Muhammed Sâmî Efendi’nin halifesidir. Muhammed Sâmî, 1300 (1883) yıllarında Erzurum’un Hınıs ilçesinde muallim olarak çalışırken şöhretini duyduğu Abdurrahman Tâgî’yi tanımak için Nurşin’e giderek kendisine intisap etti. 1886 Ekiminde Abdurrahman Tâgî tarafından irşad için Erzincan’a gönderildi. Kırtıloğlu adıyla anılan tekkeyi kurarak Erzincan ve yöresinde irşad faaliyetlerine başlayan Muhammed Sâmî, Hâlidiyye’nin Doğu Anadolu’dan İç Anadolu’ya kadar yaygınlık kazanmasını sağladı. Râbıta-i Nakş-i Hayâl adlı bir divanı bulunan Sâlih Baba (ö. 1906) başta olmak üzere birçok mürid yetiştirdi.
Dede Paşa Beşir Efendi’ye intisap ettikten sonra sürekli onun yanında ve hizmetinde bulundu. Erzincan’ın Ruslar tarafından işgal edilmesi üzerine (1917) Tokat’ın Zile ilçesine gitti ve kısa bir süre burada kaldıktan sonra Erzincan’a döndü. Beşir Efendi’nin vefatından sonra (1932) kırk yıldan fazla bir süre şeyhlik yaptı. Soyadı Kanunu çıktığında Baştürk soyadını aldı. Her yıl arazisinden elde ettiği gelirin büyük bir kısmını ihvana verilmek üzere Erzincan’daki Kırtıloğlu Tekkesi’ne bırakırdı. Kışın Bayburt’un merkezinde Sarı Konak adıyla anılan evinde mürid, misafir ve ihtiyaç sahiplerine kapılarını açar, yaz aylarında Bayburt’un Aşağı Lori köyündeki arazisiyle ilgilenirken irşad faaliyetlerini de sürdürürdü. Dede Paşa 1950’den sonra Türkiye’nin bütün yörelerini gezerek çok sayıda müntesip edindi. Bunun sonucu olarak başta Erzincan, Erzurum, Bayburt, Gümüşhane olmak üzere İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi büyük merkezlerde halifeleri ve müntesipleriyle irşad faaliyetini yaygınlaştırdı. Dede Paşa vefat edince Erzincan Terzi Baba Mezarlığı’na defnedildi. Silsilesi ölümünden sonra halifesi Abdürrahim Reyhan tarafından sürdürülmektedir.
Tevazuu, şeriata bağlılığı ve cömertliğiyle sohbetlerine katılan hemen herkesi etkileyen Dede Paşa, kendisini ziyarete gelenlere ve müridlerine söylediği, “Sizler bizim büyüğümüzsünüz, biz size hizmet etmekle şeref kazanırız” sözleri ve bu sözlere uygun tavırlarıyla çok büyük saygı gördü. Ona göre tasavvuf Allah’ı bilmek, Allah’ı bulmaktır. Allah nasıl bulunursa O’nu öylece aramak icap eder.
Erzincan – Merkez’deki Terzi Baba Kabristanında
Nakşibendi Tarikatının Halidî kolu Erzincan Şubesi’nin dördüncü şeyhi ve Altın Silsilenin otuz sekizinci halkası Şeyh Seyyid Abdurrahim Reyhan (K.S) Hazretleri 1930 yılında Erzincan’ın Keleriç (Karakaya) beldesinde dünyayı teşrif etmişlerdir. Babası ‘Seyyid’ nesebli ve ‘Emiroğulları’ sülalesinden Hoca Hüseyin Efendi’dir. Annesi keşif ve keramet sahibesi saliha hatunlardan Tûbî Hanım’dır.
Hoca Hüseyin Efendi, Şeyh Muhammed Beşir el-Erzincani (K.S) Hazretlerinin âlim ve fazıl en büyük oğludur. Muhammed Beşir Hazretleri, Halidî Kolu’nun Erzincan Şubesi, kurucusu Şeyh Muhammed Sami (Pir-i Sami) Hazretlerinin halifesidir.
Abdurrahim Reyhan (K.S) Efendi’nin yaşadığı belde, erenler yatağı olarak pek çok tasavvuf büyüğünün mührünü taşıyan bir bölgedir. Abdurrahim Reyhan (K.S), çocukluğundan itibaren çevresinde gördüğü sevgi ve saygı uyandıran özelliğinden ötürü ‘Abdurrahim’ ismine ilaveten kendisine ‘Efendi’ olarak da hitap edilmiş asıl ismi ile birlikte kullanılmaya başlanmıştır.
Babası Hüseyin Efendi, dedesi Erzincanlı Nakşi Şeyhi Muhammed Beşir Efendi ile Otlukbeli ve Tercan’daki dergâhta kalır ve hizmet eder. Sonraları Keleriç’e yerleşerek bağcılık ve tarımla uğraşır. Abdurrahim Efendi 14 yaşında yetim kaldığında altı kardeşi vardır. Çok farklı bir çocukluk dönemi yaşayan Abdurrahim Efendi, arkadaş ve akranları oyun oynarken, vaktini kitap okumakla ve günlerini tefekkürle geçirirmiş.
Ailesinin geçimini sağlamak için bir yandan babasından tevarüs eden bağcılık ve tarım işlerini yürüterek, diğer yandan da marangozluk ve ustalık yapar.
Askere gittiğinde okula gitmediği halde çavuş rütbesi verilir. Güven verici kişiliğinden ötürü askeri depoların güvenlik sorumluluğu da kendisine verilir. Bu görevleri arasında kitap okumakla meşgul olur.
Pişkidağ köyünden Halil İbrahim Efendi’nin kerimesi Fatıma Hanımla evlenir. Bu evlilikten Vehbi, Hüseyin Avni ve Rabia isimli üç çocuğu olur.
Dedesini henüz iki yaşındayken kaybeden Abdurrahim Efendi’nin bağrında hep bir ‘dede’ özlemi ve iştiyakı olur. Bunu sohbetlerinde sürekli dile getirir. Dedesi Muhammed Beşir Efendi’nin (K.S) halifesi Dede Paşa diye bilinen Musa Baştürk (K.S) ile babasının vefat ettiği günlerde karşılaşır. 1944’teki bu karşılaşmadan 13 sene sonra 1957 yılında Dede Paşa’ya (K.S) intisap eder. İntisabından önce, rüyasında dedesi Muhammed Beşir Hazretleri’ni (K.S) görür. Bu rüyada dedesi Abdurrahim Efendi’ye şöyle buyurur: “Bizim bağın üzümü dururken neden ellerin bağından üzüm yemeye çalışıyorsun?”. Bu hitap, Abdurrahim Efendi’nin dedesine olan özlem ve iştiyakını daha da arttırır ve bu rüya kendisine bir işaret olur. Keleriç’e gelen Dede Paşa’nın ziyaretine gider ve onu görünce huzurda bayılır. Ayılınca, Paşa Hazretleri’ne orada intisap eder. 1957 yılındaki bu ikinci karşılaşmada Abdurrahim Efendi ‘‘fenafişşeyh’’, yani şeyhinde fani olma, makamına vasıl olur. Bunu o mecliste hazır bulunanlar sonradan ifade etmişlerdir. 1972 yılında ‘’zikir tacı’’ ile şereflenir ve teveccüh emriyle irşad halifesi olur. Şeyh Efendisi Musa Baştürk Hazretleri’nin 4 Eylül 1973 tarihinde dar-ı bekaya irtihalleri üzerine, Nakşibendi Tarikatı, Halidî Kolu’nun dördüncü şeyhi olarak irşad faaliyetlerini yurt içinde ve yurt dışında yürütmeye başlar.
Önce Keleriç’te sonra Erzincan’da sohbete müsait dergâhlar inşa eder. Manevi bir işaretle Erzincan’dan hicret ederek 1986’ da İstanbul’a yerleşir. Buralarda sohbetleri ve irşad görevi sürerken, sayısı artan ihvan talebeleriyle, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere, pek çok şehir ve belde, özellikle de Avrupa’nın birçok ülkesindeki dergâhlarda, sohbetler ve teveccühler yaparak irşad görevini yürütür.
Ledünni ilminden zuhur eden, ayet ve hadislerle desteklenen, kelam-ı kibarlarla süslenerek berraklaşan sohbetleriyle, yurt içi ve yurt dışı seyahatlerinde her seviyeden insana ‘’hak’’ ve ‘’hakikat’’ ölçülerini anlatıp, istikamet gösterme görevini her zaman şartta yerine getirir. Çoğunlukla dedesinin ihvanı Salih Baba isimli aşığın divan şiirleriyle gelişen sohbetlerinde aşkı, muhabbeti ve tevazuyu öne çıkarır. Sohbetlerinin büyük bir bölümünde herkesin anlayabileceği bir dil kullanan Abdurrahim Efendi, umimiyetle âdeta gönülden sorulan sır sorulara cevap verir gibidir.
Kendisini vakvetmiş bu irşad görevi esnasında, memleket hizmetinde bulunan, ilim erbabını ve gençleri destekleyen Abdurrahim Reyhan (K.S), bu yolda Reyhan Vakfı’nı kurdurarak ihtiyaç sahiplerine yardımlarını her türlü menfaatten sıyrılarak yapmalarını insanlığın şanından saymıştır. Hayatının sonlarına doğru pek çok hastalıktan muzdarib olmasına rağmen yurt içi ve yurt dışı seyahatleriyle sevenlerini irşada devam etmiştir.
Bu hizmetleri sırasında, sade ve gözden ırak bir hayat sürdü. Şöhret afatınden sakındı. Büyük merhamet sahibiydi. Kendi zamanının Şah-ı Nakşibend Hazretleri’ydi. Her bir ihvanıyla tek tek ilgilenir, onların dertlerini üzerine çekip, üzülmelerini istemezdi. Fakir, kimsesiz, yetim, muhtaç olanlarla ve özellikle de öğrencilerle çokça ilgilenirdi. Zengin ve makam sahiplerini yardıma teşvik eder, onlara tevazuyu emrederdi. Gözü yaşlı, âşık meşrep ve tevazu sahibi ihvanları her yerde kollardı. Çok kuvvetli tasarruf sahibiydi. Aynı anda tüm ihvanın haliyle ilgilenir ve onları irşat ederdi. Hangi ihvanına Abdurrahim Efendi’i sorulsa, sanki Hazreti Mürşid sadece bir tek o ihvanla ilgilenmiş gibi kendisinden bahsedilirdi. On binlerce bağlısı olmasına rağmen, her ihvanının Abdurrahim Efendi ile birden çok özel hususi anıları vardır ki bu da Allah’u Teâlâ’nın (C.C) has veli kullarına vermiş olduğu bir özelliktir. Kendisine tevdi edilmiş Allah yolunda tebliğ için canını, sağlığını, zamanını, ailesini, bir tarafa bırakıp gece gündüz sohbet, ders, hatme ve muhtaçlarla ilgilenme haricinde başka hiçbir iş ile meşgul olmazdı. Sürekli tasavvuf-tarikat sohbetleri olurdu. Aşk ve cezbe ile gazeller okunurdu. Muayyen yer ve günlerde Teveccüh yapardı. Sohbetlerinden derlenen kitapları (Gülden Bülbüllere) böyle gösterişsiz bir şekilde tasavvufun derinliklerini ve inceliklerini en kolay anlayabileceğimiz bir üslupla ortaya koydu.
O, Türkiye ve Dünya Müslümanlarına tasavvufi hakikatleri İslami öz içinde anlatırken, yaşamıyla da sünnete uygun hayatın hakiki örneklerinden birini ortaya koymuştur.
İbadet ve halka hizmet gibi zahiri hallerin, hakikatle örtüşmesi için ihlası (samimiyeti, gönülden bağlılığı) esas alır ve bağlılarına öyle öğüt verirdi.
Son devrin müridi ve muhibbi, mahviyetin zirvesi, Ariflerin Kutbu, Nakşi Meşayihi, Evliyaullah, Gönüller Sultanı, Es-seyyid Abdurrahim Reyhan Efendi (K.S) Hazretleri âşıkların sevdası, salihlerin leylası, kâmillerin seyranı idi. Kendisine ait birkaç kıyafetten başka hiçbir dünya malını arkasında bırakmadı. 25 yıllık irşat görevinden sonra 24 Ocak 1998 tarihinde Ramazan ayının Kadir Gecesi’nde İstanbul’da dar-ı bekaya hicret etti. Hem İstanbul hem de bir gün sonra Erzincan’da kılınan cenaze namazlarında muhteşem bir cemaat kalabalığının salavat, tekbir ve dualarıyla Terzi Baba Mezarlığı’nda dar-ı bekaya uğurlandı. Bilahare defnedildiği mübarek mekâna türbe yapıldı.
Onun bizzat yaptırdığı sohbet toplantı mekânları, vakıf binaları (dergâhlar) halen hizmet vermektedir. Hizmeti olan her Müslümanın hayırla anılmasını isterdi. Bunu şiar edinmişti. Allah (C.C) Sırrını Kutsal Eylesin (KSA).
Elazığ – Merkez’de Arap Baba mescidi yanında
Nadir Baba Türbesi , Arap Baba türbesinin doğu yönüne doğru, 50 metre mesafede yer alır. Türbe mescid ve makam bölümleri olmak üzere iki kısımdan oluşur. Mescidden makam kısmına geçilir ve burada ahşap bir sanduka bulunur.
Kadiri şeyhi Tayyar Baba’nın (1902-1973) Harput’ta oturduğu yıllarda Nadir Baba türbesinde bazı din alimleriyle bir araya gelip sohbetler yaptıkları, bu sohbet toplantılarına Yesevi tarikatına bağlı kişilerle birlikte Nakşi tarikatına mensup kişilerin de geldiği kaydedilir. Üstelik Tayyar Baba devamlı bu türbede yatmaktadır. Kadiri şeyhi başından geçen bir olayı şöyle anlatır. “Burada yatıp kalktığım günlerden bir gece sandukanın başına giderek, Nadir Baba burada bu kadar kalıyorum bana niçin görünmüyorsun? Üstelik rüyama bile girdiğin yok. Şayet bana görünmezsen mezarını kazacağım” der. Nitekim Tayyar Baba bir kazma kürek bularak mezarı kazmaya başlar. Tam kemikler göründüğü esnada, “Dur yapma”, diye bir ses duyar. Bunun üzerine Tayyar Baba kendinden geçerek bayılır. Bu baygınlık anında kendisini şeyhi Göllü Mustafa Baba’nın evinde görür. O sırada şeyhi çok ağır hasta bir şekilde yatağında yatmaktadır. Tayyar Baba’nın anlatışına göre, yaşlı ve Buhara sakallı bir zat parmağı ile şeyhinin ağzına Zemzem suyu damlatmaktadır. Oradakilere, “Bu zat kimdir?” diye sorunca, odada bulunanlar bu zatın Nadir Baba olduğunu söylerler. Tayyar Baba şeyhine doğru yaklaşır. Bunun üzerine Buhara sakallı zat Tayyar Baba’ya dönerek, “Tayyar, biz senin şeyhine hizmet ediyoruz, sen bizim kabrimizi kazıyorsun. Bu nasıl iştir” der. Ertesi günü şeyhini ziyarete giden Tayyar Baba, onu ağır hasta olarak bulur.”
Özellikle ruhsal sorunları olan ziyaretçilerin geldiği türbeye, ayrıca çocuğu olmayan ziyaretçiler de gelmektedir Türbeye gelen ruhsal sorunlu ziyaretçiler, ilk iki hafta cuma günleri, üçüncü hafta ise cumartesi günü burada bir gece yatarak şifa bulacaklarını ümit ederler. Ayrıca burada yatarken üzerlerini örtmek amaçlı kullandıkları battaniye, yorgan vs.’leri de Nadir Baba’nın naaşı üzerine bırakırlar. Çocuk sahibi olamadıkları için türbeye gelen ziyaretçiler de buraya geldikten sonra çocuk sahibi olurlarsa adını “Nadir” koyarlar. 1970’lerin sonuna doğru son şeklini almış olan türbe iki bölümden meydana gelmektedir Dikdörtgen planlıdır ve duvarlarının güney cephesi dışında betonla kaplanıp, üzeri sac ile örtülmüştür. Yapıda süs unsuru ve kitabe bulunmamaktadır. İnşasında moloz ve kesme taş birlikte kullanılmıştır. Vaktiyle, türbenin bitişiğinde aynı isimle anılan bir Kadiri tekkesinin bulunduğundan söz edilir. Zaviye olarak da adı geçen bu yapıdan ilk defa 1566 tarihli Tahrir Defterinde, zaviye vakfına gelir tahsis edilmesinden bahsedildiği belirtilmektedir. Nadir Baba tekkesine aynı zamanda Özbekler Tekkesi de denirmiş.
[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Merkez’de Ahmet Bey camii yanında
Şeyh Şerafeddin ismiyle de anılan Murat Baba’nın türbesi, Harput’ta Ağa Camii karşısında Balak Gazi parkının girişinde bulunmaktadır Altıgen planlı ve basık bir kubbe ile örtülü olan türbe tek katlı olup moloz taşlardan yapılmıştır. Bir köşesinde mezar sandukası yer alan türbe, harap halde iken 1963’den sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilir.
Anlatılır ki, Murat Baba Feth Ahmet Baba’nın akrabası olup, onunla beraber Belh’den gelmiş ve burada savaşırken kalenin önünde şehit düşmüş ve naaşı eskiden mezarlık olan bugünkü yerine defnedilmiştir. Ancak türbenin ne zaman ve kim tarafından inşa edildiği bilinmemektedir. İshak Sunguroğlu türbe hakkında şunları kaydeder. “Türbe ile cadde arasındaki dar bir sahaya, terzi Mamo (Mehmed) namında birisi ev yaptırmış ve bu evin içinden türbeye bir de kapı (şimdiki kapı) açarak ziyaret için gelenleri bu kapıdan içeri sokar ve ziyaretçilerden beş on para alarak faydalanırmış. Terzi Mamonun ölümünden sonra oğlu saraç Ahmed, türbeye hiç bakmamış, içi ve dışı harab olmuştu. Vakta ki İringillilerin selâmlık ve harem dairelerini müstemil konaklarını Hacı Kerim Efendi satın alarak bu eski binaları yıktırdığı zaman türbe de meydana çıkmıştı. Hacı Kerim Efendi türbenin içini dışını tamir ve temizlettikten sonra evin içine açılan kapıyı kapatmış ve esas kapısını açtırmıştı. İçerisi tefriş ve sandukası da tamir ettirilmişti.”
Murat Baba’nın cesedinin savaş kıyafetleri ile çürümemiş bir halde kabrinde olduğuna, yine Allah’ın emriyle tekrar kalkıp düşmanlarla savaşacağına inanılır. Halk arasında muradı olup da buna ulaşamayanların ziyaret ettikleri türbeye gelen ziyaretçilerin ziyaret amaçlarını, sandukanın kenarlarındaki yüzlerce dilek yazısından çıkarmak mümkündür. Ayrıca, çocuğu olmayanlar, kısmeti kapalı olan erkek ve bayanlar ve nişanı atılmış kişiler, ziyaretçiler arasında çoğunluktadır.
Murat Baba türbesi özellikle cuma, cumartesi, ve pazar günleri ziyaret edilir. Dilekleri gerçekleşenler ve şifa bulan hastalar adak olarak adamış oldukları Kur’an-ı Kerim, seccade, yeşil örtü vb. şeyler getirirler.