Ana Sayfa>(Sayfa 20)

Kemali Ümmi

Niğde – Yenice Mahallesi, Dört Ayak sokak’taki Kemal Ümmi mescidi’nin batı tarafında

Kemal Ümmi (V. 1475) bazı kaynaklara göre Karaman’da bazı kaynaklara göre de Niğde’de doğmuştur. Karaman’da doğduğuna dair resimli Türk Edebiyatı Tarihi’nde, “Büyük İnsanlar” adlı eserde, Meydan Larousse’da kayıtlar vardır. Doğum tarihi bilinmemektedir. Kemal Ümmi’nin Niğde çevresinde yaşadığına dair en önemli delil, Niğde’nin Yenice Mahallesi’ndeki türbesi ve Niğde Müzesi’ndeki sicil kayıtlarıdır.Türbesinin Niğde’de bulunduğu hususunda bir ihtilaf yoktur.

Kemal Ümmi’nin Şeyh Cemal-i Halveti pirdaşlarından ve Muhammed Bahaeddin-i Erzincani’nin halifelerinden olduğu konusunda kaynaklar birleşmektedir. Kemal Ümmi’nin adına Karaman, Manisa, Mudurnu ve Niğde’de birer makam bulunması, onun Anadolu halkı tarafından çok sevildiğinin bir göstergesidir. Müridlerinden menakıbını yazan Aşık Ahmed , Kemal Ümmi’nin Bolu’da medfun bulunduğunu ve üç oğlu olduğunu bildirerek bunlardan Cemal ve Sinan ile alakalı hikayeler de anlatır.

Kemal Ümmi; şiirde muhteva yönünden Yunus takipçilerinden olmuş, XV . Yüzyılda aruz vezniyle; kaside, gazel, mesnevi gibi klasik nazım şekilleri ile tasavvufi şiirler söylemiş, tekke şiirlerinde kendinden sonrakilere örnek teşkil etmiş şöhretli bir şahsiyettir. Onun hayatı da tıpkı Yunus Emre’de olduğu gibi menkıbelerle süslüdür.

Kemal Ümmi, şiirlerinde sade bir Türkçe kullanmış, aruz vezniyle yazmış olmasına rağmen halkın dilinden uzaklaşmamış usta bir şairdir. Özellikle ilahi tarzında oldukça başarılı olmuş ve şöhreti Anadolu sınırlarını aşmış Kırım, Kazan, Taşkent ve Özbek Türkleri arasında da tanınmıştır. Divan’ının, dil açısından Türk dili tarihine çok önemli belgeler kazandıracağı söylenebilir. Mehmet Fuat Köprülü’nün XV. Yüzyıl şairleri arasında ona özel bir önem vermesinin bir sebebi de budur. Divan’ında dünyanın faniliğine, Allah sevgisine, nimetlerine, iyi ahlak ve ibadete dair yazdığı nasihat şiirlerinin sayısı bir hayli fazladır. Ayrıca Divan’da münacat, naat, kaside, gazel, mesnevi ve ilahilerden müteşekkil nazım türleri ve 2371 beyit bulunmaktadır. Divan’ın pek çok yazma nüshası, Kırk Armağan adlı didaktik bir eseri Risale-i Vefat ve Risale-i İman isimli eserleri de vardır

Türbe düzgün kesme taştan inşa edilmiştir. Kare planlı, tek kubbeli olup içerisinde iki mezar vardır. Küçük köşe eyvanlarına kadar iç kısmının orijinalliği sıva ve badana ile tamamen kaybolmuştur. Yalnızca köşe eyvanları ve kubbe orijinalliğini korumuştur. Dıştan ise türbede duvarlar zaman zaman kubbe ise tamamen restore edilmiştir. Kare planlı gövde dıştan sekizgene dönüşen kaide ile kubbeye birleşmektedir. Türbeye sonradan doğu duvarına bitişik olarak bir mescit inşa edilmiştir. Yapım tarihi hususunda bir belge temin edilememişse de inşa tekniği ve kullanılan malzeme bakımından Rahmaniye Camii (1747) ve Dörtayak (Künkbaşı) Camii’ne (1764-65) benzerliğinden dolayı XVIII. Yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş olmalıdır.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak, Türk Kültür Varlıkları Envanteri Niğde , Türk Tarih Kurumu .
Niğde Evliyaları , Abdulhalim durma
[/toggle]

Hz. Sa’d bin Abu Vakkas (r.a.) – Seydi Vakkas Türbesi – Gaziantep

Gaziantep – Araban’da Ziyaret köyünde

Sa’d bin Ebu Vakkas Hazretlerinin türbesi Gaziantep’in Araban ilçesinde ziyaret köyünün kuzeydoğusundaki mezarlığın yanı başında yer alır. Dikdörtgen planlı ve düzgün kesme taşlarla inşa edilmiş yapının iç bölümünde bağdadi sıva kullanılmıştır. Kuzey ve güneyde mihrap ve paye biçiminde sütunlar yer almaktadır. Mezar mermerden yapılmış sanduka ve kapak kısmından oluşmaktadır. 1998 yılındaki restorasyonu sırasında türbenin 30 metre güneybatısında mescit, misafirhane ve kurban kesim yeri inşa edilmiştir. Türbenin ön avlusunda da 24 sahabenin mezarı olduğu rivayet edilmektedir. Halk arasında Seydi Vakkas Hazretleri olarak bilinen zat, hayatta iken cennetle müjdelenen on sahabe arasında yer alır. Ashab-ı Kiram’ın büyüklerindendir. Peygamber efendimizin (s.a.v) duasına mazhar olmuş büyük islam kumandanıdır. Sa’d bin Ebu Vakkas (r.a), Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamanında yapılan bütün seferlere katılmıştır. Hz. Ömer döneminde İran ve Irak’ı fethetmek için İslam Orduları Komutanı olarak görevlendirilmiştir. Tarihi kaynaklara göre Sa’d bin Ebu Vakkas bu seferler esnasında Ziyaret Tepesi diye bilinen bu tepede karargah kurmuş, Bizans orduları ile savaşmış ve zafer kazanmıştır. Bu türbe, Sa’d Bin Ebu Vakkas Hazretlerinin makamıdır. 675 yılında Medine’de vefat etmiştir. Kabri, Medine’deki Cennet’ül Baki mezarlığındadır.

Türbe hakkında halk arasında söylenen birkaç rivayet vardır. Birinci rivayete göre, Sa’d bin Vakkas Hazretleri düşmanları ile savaşırken yaralanmış ve yaralı iken yanında Ayşe Fatma adlı kız kardeşini düşmanların eline geçmemesi için karşı tarafta bulunan yüksek dağa fırlatmıştır. İlkbahar mevsiminde kız kardeşinin düştüğü yerde her taraf otsuz iken orada otların yetiştiği rivayet edilmektedir.

İkinci bir rivayete göre ise, Sa’d bin Vakkas Hazretlerinin ziyaret edilen türbesi bir rüya sonucunda inşa edilmiştir. Kahramanmaraş’tan Dulkadiroğlu Beyliği’nde bir şahıs rüyasında Sa’d bin Vakkas Hazretleri’ni görür. Sa’d bin Vakkas orada şehit düştüğünü ve gelip mezarının yapılmasını ister. Dulkadiroğlu Beyliği’ndeki şahıs Kahramanmaraş’tan kalkıp atıyla buraya gelir. Bir türlü mezarın yerini tespit edemez. Tekrar memleketine döner. İkinci defa Sa’d bin Vakkas Hazretleri adamın rüyasına girer, “Eğer sen gelirsen benim düştüğüm yerin hemen yanında bir büyük kaya vardır. Eğer o kayayı görürsen benim düştüğüm yer hemen kayanın yanındadır” der. Dulkadiroğlu Beyliğindeki şahıs atına binip oraya gelerek tarif edilen kayayı görür ve mezar yerini tespit eder. Hemen oraya binayı inşa eder.

Diğer bir rivayete göre, bir zamanlar türbenin bulunduğu yer ziyaretçi akınına uğrarmış. Ziyaretçilerin ağırlanması esnasında yapılan masraflar ise Şanlıurfa iline bağlı Halfeti ilçesi ile Araban arasında işleyen gemiler tarafından karşılanırmış.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak ; Gaziantep Evliyaları – Abdulhalim Durma
[/toggle]

Şuayipzade Şeyh Ali Akif Efendi

Gaziantep – Şahinbey İlçesi – Ünaldı mahallesi Mıhçı Zekeriya sokak no :2

Şuaybzade Ali Akif Efendi (1822-1905), Antep’te dünyaya gelir. İsmi halk arasında Ali Baba veya Ali Akif Efendi Hazretleri diye anılır. Babası Şuaybzade Hacı Emin Efendi, dedesi ise Muhammed Efendidir. Ali Akif Efendi ilim tahsiline Şeyh Camii Medresesinde başlar. 1850’li yıllarda Kilisli Baytazzade Abdullah Efendinin talebesi olur ve otuz yıl sohbetlerinden faydalanır. Hocasının vefatından sonra uzun müddet halka vaaz ve nasihatlerde bulunur. Şuaybzade’nin Antep’teki en meşhur talebesi Şam ve Mısır’da tahsilini tamamladıktan sonra Antep’te bir ilim muhitinin odağı olan Mehmed Hasib Dürri Efendi (1913)’dir.

Türbesi, Gaziantep’in Şehreküstü Mahallesinde olup özellikle üniversite sınavı öncesi öğrencilerin ve konuşmakta geç kalan çocukların annelerinin medet umdukları bir ziyaret yeri olarak ziyaret edilmektedir.

Kitabesinde H.1323 tarihinde inşa edildiği yazan türbede, Ali Akif efendinin mezarı vardır. Son yıllarda türbenin yanına ek binalar, tuvaletler ve mescit yapılmıştır. Avlu duvarı ile çevrelenen türbede kesme taştan yapılmış kemerli bir giriş kapısı bulunmaktadır. Ayrıca avlu duvarı üzerinde çift renkli kesme taştan yapılmış beşik kemerli bir kapı yer alır. Avlu içinde giriş bölümünün zemininde kara taş beyaz ve pembe mermerlerle geometrik şekiller yapılmıştır. Avlunun geri kalan bölümleri yenilenmiş ve basamaklarla kot farkı olan ra ulaşım sağlanmıştır. Türbe özellikle Cuma günleri ziyaret edilmektedir.

Türbenin İki kitabesi olup birincisi şöyledir;
Şeyh Ali Akif Efendi eyledi azm-i bekaa
Gitti eyvah can dayanmaz ah kim bu fırkata
Hoca Sermest anı postunda kılmıştır halef
Ol şerefle nail oldu bu hakiki devlete
Bir mücevher tarih-i tam söyledim kîm fevtine
Allah Allah geçti ol şeyh-i mükemmel vuslata (1323)

Türbenin kapısında olduğu belirtilen İkinci kitabe ise şöyle ;

Hulüs-i kalb ile peyrev olub bîr pir-i agaha
Müheyya eyle daim zad-ı rahı azm-i nagaha

Tarîk-i vuslatın her hatvasında bin hatalar vardır
Refik ü reh-nüması olmayan a’ma düşer çaha

Tarik-i Nakşibendi menzil-i canana akrebdîr
Ana can ile hizmet vasıl eyler halkı dergaha

Kilisli Hoca Abdullah Sermest’e edüp hizmet
Ali Akif Efendi rehnüma oldu bu dergaha

Muammer oldu seksenüç sene ilm ü ibadette
Sena-yi hüsn-i ahlakı şeref-bahş oldu efvaha

Tulüi’s-şems ile reh-yab olur maksuda Mevlana
Teşebbüs eyleyenler damen-i ah-i sehergaha

Oku tarihini geçme hudud-ı nokta-i yeri
Makam-ı evliyada hacetin arzeyle Allah a 1323 (1905)
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]Kaynak
Kaynak ; Gaziantep Evliyaları , Abdulhalim Durma
Gaziantep Kültür Envanteri
[/toggle]

Hz. İmam Abdullah (r.a.)

Batman – Hasankeyf’de

Hasankeyf Köprüsüne girişte soldaki tepe üzerinde bulunan İmam Abdullah Zaviyesi, Dicle Nehrine Kuzeyden bakan bir mezarlık kümesinin ortasında yer almaktadır. İmam Abdullah M.S. 638 yılında Hasankeyf Kalesini altı yüz yıllık Bizans hakimiyetinden kurtarmak üzere düzenlenen son İslami akınlarda, Halid Bin Velid’in ünlü komutanı İyaz Bin Ganem’in sağ kolu olarak görev yapmış ve bu tarihteki Hasankeyf kuşatması sırasında şehit düşmüştür.

Hz. Muhammed’in amcasının oğlu olan Caferi Tayyarın oğlu İmam Abdullah, Peygamber neslinden gelen muhterem bir zat ve müstesna bir Veliyullahtır. Bu özelliğinden dolayı türbesi, bir zaviye olarak her devirde saygı görmüş ve Eyyübiler döneminden Osmanlıların son dönemine kadar birçok kez onarılarak günümüze kadar az bir tahribatla ulaşmıştır.

Dikdörtgen bir avlunun içinde, kare planlı olarak inşa edilmiş olan İmam Abdullah türbesinin sağ köşesinde yine kare planlı olarak inşa edilmiş bir kule ve türbenin güneyinde uzun dik dörtgen şeklinde yapılmış bir mescit vardır. Türbe ile kule arasındaki beşik tonozlu girişin kapı kanatlarının ahşap oymacılığında ve türbenin kubbesinde bulunan alemdeki incelik, 14.yüzyıl sanat zevkinin özelliklerini taşımaktadır. Sanat değeri yüksek olan bu kapı, Diyarbakır Müzesinde koruma altındadır. Kültür Bakanlığınca tescilli olan İmam Abdullah Zaviyesi, Hasankeyf ve yöre köylüleri tarafından her yıl Haziran ayının ilk haftasında anılmakta ve hafta boyunca türbe çevresinde adaklar adanarak dilekler dilenmektedir.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak
Kaynak ; Batman İl kültür ve Turizm Müdürlüğü
[/toggle]

 

Garip Dede

…….

Ulu bir ağacın gölgesinde bulunan açık türbenin etrafı alçak bir duvar ve demir parmaklık ile çevrilmiştir. Şâhidesi yoktur. Toprak makberesinin üzerine dört mısralı şu mermer kitâbe konmuştur:                       
Gönlü Garib Dede’nin ruhuna Fatiha
Yâ Kadir yâ Kadir yâ Kadir yâ Kadir
Kerem kıl kulundur Hacı Ahmed Lütfi fâkîr
Müceddeden inflâ idüb kabrini tenvîr
Dareynde mes’ûd buyursun anı Cenâb-ı Kadir
fî Ramazan-1328 Re’fet

Kitâbeye göre türbe, 6 Eylül 1910 tarihinde Hacı Ahmet Lütfi isimli bir hayır sever tarafından şimdiki şekliyle tamir edilmiştir.

Köy ileri gelenlerinin beyanına göre Garip Dede, çok eski bir mücahittir. Bunlar yedi kardeş olup yedisi de bu civarda medfundur. Bunlardan biri Alemdağı’nda bir kale inşa edip sonradan şehid olan Alemdar Baba’dır. Diğer biri de Samandra Köyü’nde medfundur. Diğer ikisinin kabri ise bugün de mevcut olup Said Halim Pafla Çiftliği hudutları içinde, Sultan Murat veya Sultan Aziz Kasrı civarındadır. Diğer üçünün kabirleri meçhuldür.

Bu ifade doğru ise Garip Dede, TurHasan Bey’in kardeşidir ve burada şehit olmuştur.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak
Kaynak ; Yüzyıllar Boyunca Üsküdar , Mehmet Nermi Haskan , Üsküdar Belediyesi , 2. cilt sy 531
[/toggle]

Yakup Afvi Efendi

İstanbul – Üsküdar – Karacaahmet kabristanında. İnadiyeden Karacaahmet sultan dergahına giderken .

Atpazari Şeyh Osman Efendi’nin Halifesi ve damadı.

Odabaşı Şeyhi lakabıyla tanınmış olan Amasyalı Fenayi Mustafa Efendi’nin oğlu, Atpazari Şeyh Osman Efendi’nin damadıdır. İnabet ve hilafeti kaimpederi Osman Efendi’dendir. Babasının inabet ve hilafeti Şeyh Selami Ali Efendi’dendir. Vefatına, ‘Şeyh rahil (Şeyh göçtü)- 1149’ tarih vaki olmuştur.

Celvetiye Tarikatı’nın fazilet sahibi bir Şeyhi olan Yakup Gafuri Efendi, ilmi tahsilini babasıyla zamanın kemal sahibi alimlerinden ikmal ettikten sonra Üsküdar’da Atpazarı yakınında yaptırdığı Celvetiye Dergahı’nda ilim ve irfanı neşretmekte olan Şeyh Osman Efendi’ye intisab etmiştir. Bir çok eserleri ve divance teşkil edecek kadar arifane ilahileri vardır.

Kabri, İnadiye’den Karacaahmet Türbesi’ne giderken, sağ tarafta, Yuksekkaldırım adlı yerde, annesinin yanındadır. şahidesi şudur;

Celveti Mahmud Efendi’ye halife idi bu
Lezzet-i dünyaya kat’a eylemezdi arzu
Giceler kaim, günü savm üzre geçdi nice yıl
Hak budur kim rah-ı takvada iderdi cüst ü cu
Mürg-i ruhu Cennet-i firdevs içinde ola şad
Sebz-i bağ-ı gulşen-i Adn ide daim su-be-su
Bir elif kamet gidub fevtinde tarihin didi
Kutb-i Hak Yakub Efendi bezm itdi Hakk’a Hu
Sene 1149 fi Ramazan 15

17 Ocak 1737 tarihinde vefat etmiş olan Yakup Efendi’nin oğlu Ahmet Efendi, Selami Ali Efendi Tekkesi’nin Şeyhi idi. 1196 (1782) tarihinde vefat ederek, babasının yanına gömülmüştür.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak ; Üsküdar Meşhurarı , Yayına hazırlayan Azmi Bilgin , Üsküdar Belediyesi Yayınları
[/toggle]

Şeyh Hamdullah Efendi

İstanbul – Üsküdar – Karacaahmet Kabristanında Tunusbağı Çeşmesi önünden, Karacaahmet Sultan Türbesi’ne giden Tunusbağı Caddesi üzerinde, sol tarafta..

Amasya’da Eslem Hatun (bugünkü Dere) mahallesinde doğdu (1436?). Sühreverdiyye şeyhi Mustafa Dede’nin oğludur. “Şeyh, kıbletülküttâb, kutbülküttâb”gibi unvanlarıyla tanınır. Babası veya dedesi Amasya’ya Buhara’dan göç etmiştir. Dinî ve edebî ilimleri Hatib Kasım Efendi’den öğrendi. Hattı, Hayreddin Mar’aşî’den meşk ederek aklâm-ı sitteden icâzet aldı. Babasının yanında seyrü sülûkünü tamamlayarak hilâfet aldı. Muhtemelen babasının sohbet meclislerinde tanıştığı Şehzade Bayezid onu kendisine hat hocası tayin etti ve ondan icâzet aldı. Daha Amasya’da iken tanınmaya başlayan Şeyh Hamdullah, bu yıllarda Fâtih Sultan Mehmed’in hususi kütüphanesi için bazı eserler istinsah etti.

Şeyh Hamdullah, dayısı meşhur hattat Celâleddin Amâsî’nin kızıyla evlendi; bir kızı ve bir oğlu oldu. Tahta geçen II. Bayezid’in daveti üzerine ailesiyle birlikte İstanbul’a gitti. Sarayda kâtip ve hizmetlilere muallim olarak görevlendirildi. Mushaf yazması için bir meşkhâne, arpalık olarak da Üsküdar’da iki köy tahsis edildi. En güzel eserlerini sarayda görevlendirildikten sonra vermeye başladı ve eserlerinin ketebesinde “kâtibü’s-sultân Bâyezîd Han” unvanını kullandı. II. Bayezid’in vefatından sonra I. Selim dönemini talebe yetiştirerek ve müridlerini irşad ederek geçirdi. Kanûnî Sultan Süleyman’ın onu saraya davet ederek hürmet gösterdiği, artık yaşlanmış olan hattata bir samur kürk giydirip hayır duasını aldığı bilinmektedir.

Şeyh Hamdullah’ın bu hadiseden birkaç ay sonra vefat ettiğini söyleyen Müstakimzâde ölümüne,
“Şeyh Hamdullah olup küttâba kıble pîr-i hat
Rihletinde dil dedi târihini dayf-i ilâh”

beytiyle tarih (926/1520) düşürmüştür. Cenaze namazı Ayasofya Camii’nde kılınmış, vasiyetine uyularak Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir. Birçok meşhur hattat Şeyh Hamdullah’ın mezarının yakınına defnedilmiş, bu mekân zamanla Şeyh sofası adını almıştır.

Şeyh Hamdullah zamanının ünlü okçularındandı.Okmeydanı’nda onun hatırasına dikilen taşta “Sâhibülmenzil Hamdullah ibnü’ş-şeyh reîsü’l-hattâtîn şeyhü’r-râmiyân, sene 911” yazılıdır. II. Bayezid tarafından Mahmud ve Hamza dedelerden sonra Okmeydanı Atıcılar Tekkesi şeyhliğine tayin edilmiştir. Kaynaklarda ayrıca Şeyh Hamdullah’ın Üsküdar’dan Sarayburnu’na yüzecek kadar iyi bir yüzücü olduğu ve II. Bayezid için ek yerleri belli olmayacak şekilde bir kaan dikerek terzilikte de hüner gösterdiği belirtilmektedir.

İslâm milletlerinin an’anevî sanat anlayışları ve zevkleriyle en güzel klasik formlarını bulan yazı nevilerinde, üstat ve muhitlere göre farklı özellikler gösteren pek çok hat mektebi arasında Şeyh Hamdullah ekolü en uzun süre yaşamıştır. Onun klasikleşen formları, kendisini takip eden üstatlar tarafından har erin tenâsüp, duruş ve terkipleri güzelleştirilerek birçok kol ve tarza ayrılmış, günümüze kadar bütün İslâm dünyasında hâkim bir hat mektebi olarak devam etmiştir.
Şeyh Hamdullah mektebiyle aklâm-ı sittenin bütün nevilerinde olgunluk çağı idrak edilmiş, mushaf, cüz, murakka’, kıta ve kitaplarda yeni bir anlayışla hat sanatının en güzel örnekleri verilmiştir. Sanat hayatında Amasya ve İstanbul olmak üzere iki dönem vardır. Yâkut üslûbunun hâkim olduğu başlangıç devri yazılarını Amasya’da, kendi üslûbunu ortaya koyduğu eserlerini ise İstanbul’da vermiştir.

Nesih hattının Şeyh Hamdullah mektebiyle insanda hayranlık uyandıracak derecede güzelleşmesi ve kolay okunan bir yazı haline gelmesi kitap ve mushaf yazısı olarak tercih edilmesine sebep olmuştur. Eserlerinin çoğunu murakka’ ve kıta olarak veren Şeyh Hamdullah koltuklu sülüs-nesih kıtanın Türk zevkine uygun şekil ve ölçüsünü de ortaya koymuş, daha sonra gelen bütün hattatlar onu taklit etmişlerdir. Şeyh Hamdullah tavrında har erin tenâsübü, aralıkları, kelimelerin satıra oturuş vaziyetleri yeniden düzenlenmiş, akıcılık, kıvraklık, sevimlilik ve canlılık getirilmek suretiyle Yâkut tarzı yazılardaki durgunluk giderilmiştir. Şeyh Hamdullah aralarında sultan, şehzade, devlet adamı, âlim, meşâyih ve şairlerin de yer aldığı pek çok talebe yetiştirmiştir. Tezkirelerde adı geçen kırk üç talebesi arasında oğlu Mustafa Dede ile damadı Şükrullah Halife, Şeyh Ham- dullah mektebinin önemli temsilcileridir. Ham- dullah Efendi’den sonra gelen Osmanlı hattatları da onun vadisinde yürüyüp yeni üslûb ve şiveler yaratmışlardır.

Müze, kütüphane ve özel koleksiyonlarda aklâm-ı sitte ile yazılmış pek çok eseri bulunan Şeyh Hamdullah’ın kırk yedi mushaf, bin kadar En’âm, Kehf ve Nebe’ sûreleri, evrâd, ezkâr ve dua mecmuası, tûmâr, kıta ve murakka’ yazdığı nakledilmektedir. Bu eserler arasında meşk için veya ticarî gayelerle Şeyh Hamdullah taklit edilerek yazılmış olanlar varsa da bunları onun yazılarından ayırmak güçtür.

Şeyh Hamdullah Efendi’nin kabri şerifi ; Tunusbağı Çeşmesi önünden, Karacaahmet Sultan Türbesi’ne giden Tunusbağı Caddesi üzerinde, sol tarafta ve türbeye oldukça yakın bir mesafede ve Hattatlar Mezarlığı veya şeyh Sofası adıyla bilinen yerdedir. Silindirik ayak taşı üzerinde şu kitabe bulunmaktadır.

Reisu’l-hattatin Hamdullah
El-ma’ruf bi-ibnu’ş-şeyh rahmetullahi aleyh

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak ; Üsküdar Meşhurları ansiklopedisi , Üsküdar Belediyesi
[/toggle]

Osman Şems Efendi

İstanbul – Üsküdar – Karacaahmet Kabristanında – Karacaahmet Sultan dergahından İnadiyeye doğru giderken yol üzerinde

İstanbul Sirkeci’de doğdu (23 Mart 1814). Asıl adı Osman Nureddin’dir. Nakşibendiyye’ye mensup Münzevî Mehmed Emin Efendi’nin oğludur. Eğitimine devam ederken aynı mahallede oturan İsmail Efendi’ye bağlandı, onun vefatından sonra ise Kuşadalı İbrahim Efendi’ye intisap etti. Bu yıllarda Sirkeci’de geçimini sağlamak üzere tütüncü dükkânı çalıştırdı, ancak eşe dosta ikramları dolayısıyla altı ay sonra kapatmak zorunda kaldı. Daha sonra kâtip olarak bir süre memurluk yaptı. Kuşadalı İbrahim Efendi’nin vefatından sonra Kâdiri şeyhlerinden Abdurrahim Ünyevi’ye bağlanarak seyrü sülukünü tamamladı ve hilafet aldı. Şiirlerinde, Kadiriyye tarikatının kurucusu ve piri Abdülkadir-i Geylâni’nin ruhaniyetinden feyz aldığı ve kendisini Üveysi olarak nitelendirdiği görülmektedir. Abdülkâdir-i Geylani’nin yaygın ünvanı “Bâzü’l-eşheb”e benzer bir adlandırma ile çevresindekiler kendisine “Bazü’l-enver” ünvanını vermişlerdir.

1860’lı yıllarda Encümen-i Şuara toplantılarına katıldı. 1863’ten sonra emekliye ayrılınca Üsküdar İnadiye semtinde Nalçacı Halil Efendi Dergahı’na yakın bir yerde bulunan evinde bir süre inziva hayatı yaşadı. Zaman zaman, muhtemelen göğüs hastalığı dolayısıyla, kısa sürelerle Bursa’da ikamet etti. 1868-1871 yılları arasında Üsküdar Debbağlar Tekkesi’ne devam ederek burada şeyh olan Tevfik Şiari Efendi ile görüşüp sohbette bulundu. 1890’lı yıllardan sonra ise Üsküdar Selimiye’deki evinde irşadla meşgul oldu.

Sûfilik anlayışına Melâmet neşvesi hakim olduğundan Tekke şeyhliğine rağbet etmemiştir. 27 Aralık 1893’te vefat edince Üsküdar İnadiye’de Karacaahmet Türbesi civarına defnedildi. Bağlı olduğu tarikat Kâdiriyye’nin Enveriyye koludur.

Tasavvufî kişiliğinin yanında şairliğiyle de tanınmıştır. Şiire çok genç yaşlarda başlamıştır. Şiirlerinde önce Nuri sonraki yıllarda Şems mahlasını kullanmıştır. Şeyh Galib’i de çağrıştıran şiirleri sağlığında çok sevilmiş, elden ele dolaşıp ezberlenmiştir. Vefatından sonra halifesi Bedreddin İzzi Efendi tarafından derlenen ve oldukça hacimli olan divanında 574 gazel, 27 kaside yanında musammatlar da bulunmaktadır. Divan’ından başka Şem‘-i Şebistân (tasavvufi mesnevi), Kenzü’l-meânî (kaside ve mesnesilerden oluşan tasavvufî bir eser), Âdâbü’l-mürîd fî sohbeti’l-murâd (mensur bir mukaddime ve bir mesneviden oluşur) gibi başka eserlerinin de bulunduğu bilinmektedir. Ehl-i beyt muhibbi, ârif, aşkı kendisine kılavuz edinen muhakkik sufilerden olan şair, melâmet neşvesiyle Üveysiliği kendisinde birleştirmiş bir tasavvuf anlayışını benimsemiştir. Divanında Kerbela olayını anlatan ondan fazla mersiye yer alır. Onun şiirlerinden bazıları bestelenerek tekkelerde ilahi olarak okuna gelmiştir.

Osman Şems Efendi’nin kabri şerifi ; İnadiye Ceşmesi önünden, Karacaahmet Türbesi’ne doğru yüründü-ğünde sağtarafta ve Yüksek Kaldırım tabir olunan mevkiin ilerisindedir.Silindir şeklindeki yuksek, muhteşem baş şahidesi üzerinde Mevlevi sikkesini andıran bir Kadiri serpuşu kabartması ve bunun altında da nefis bir hat ile yazılmış şu kitabe bulunmaktadır:
Ecille-i rical-i Kadiriyye
Ve Üveysiyye’den es-seyyid
Eş-Şeyh Osman Nureddin
Şems Efendi Kuddise Sırruh
Hazretleri’nin kabri şerifleridir.
Sinn-i şerifleri 82, tarih-i veladetleri gurre-i Rebiussani
1229 Çarşamba.
Tarih-i irtihalleri 18 Cumadelahire 1311 Çarşamba.

Kitabenin en üstünde “Ya Hu” ibaresi vardır. Vasiyeti gereğince kendi yazdığı 14 mısralı bir şiir türbesinin demir parmaklıklarına asılmıştır. Büyük bir fırtınada düşüp kırıldığından yok olmuştur. Baş şahidesi üzerinde Mevlevi sikkesine benzeyen bir Kadiri sikkesi vardır. Odasındaki kavuklukta da bu biçim sikkenin bulunduğu ve vefatında tabutunun üzerine yerleştirildiği rivayet olunur.

Türbenin önünde Osman Şems Efendi’nin aile kabristanı vardır. Etrafı, alçak bir duvarla çevrili olan bu hazirede 14 kabir mevcuttur.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynaklar ; Yüzyıllar Boyunca Üsküdar , Mehmet Nermi Haskan , Üsküdar Belediyesi , 2. cil
Üsküdar Meşhurları ansiklopedisi , Üsküdar Belediyesi
[/toggle]

Zakirzade Abdullah Efendi

İstanbul –   Üsküdar –    Karacaahmet Kabristanında  Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin yola  doğru alt bölümünde yer alan Miskinler Kabristanında

Celvetî şeyhlerinden.

Babası Osman Efendi Aziz Mahmud Hüdâyî’nin zakirbaşısı olduğundan “Zâkirzâde” sıfatıyla anılır. Osman Efendi şeyhinin birçok şiirini ilâhi formunda bestelemiştir. Tasavvufî eğitimini tamamlayan Abdullah Efendi önce halife olarak Manisa’ya gönderilmiş, fakat daha sonra İstanbul’a çağrılarak bir süre Zeyrek ve Atik Ali Paşa haremi içerisindeki Kasım Çelebi zaviyelerinde irşad faaliyetlerinde bulunmuş, ardından Kılıç Ali Paşa ve Fatih camilerinde vaizlik yapmış, 1657 yılında Üsküdar’da vefat etmiştir. Mezarı Karacaahmet Mezarlığı’nda Miskinler Tekkesi arkasındadır.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak ; Üsküdar Meşhurları , Yazıyı hazırlayan ; Abdülkadir Özcan , Üsküdar Belediyesi Yayınları
[/toggle]

Aziz Mahmut Hüdai (k.s.)

İstanbul – Üsküdar’da Aziz Mahmud hüdai camii yanındaki türbesinde

Babasının adı Fazlullah’tır. 1541’de Şerefliikoçhisar’da doğdu. Kaynaklarda “seyyid” olduğu bil- dirilmektedir. İlk tahsiline Sivrihisar’da başladı, sonra ilim ve irfanını ilerletmek üzere İstanbul’a geldi. Nazırzade Ramazan Efendi’den medrese tahsilini görürken bir yandan da Halvetiyye tarikatının şeyhlerinden Muslihiddin Efendi’nin sohbetlerine devam etti. Hocası Nazırzade Edirne’deki Sultan Selim Medresesesi müderrisliğine tayin edilince yardımcısı olarak Edirne’ye gitti; daha sonra yine hocasının Şam ve Mısır kadılıkları esnasında da yanından ayrılmadı. Buralarda devrin tanınmış bilginleri ile görüştü; Mısır’da Halveti tarikatı büyüklerinden Şeyh Kerimüddin’den tarikatın usul ve adabı ile ilgili dersler aldı. Genç yaşta tefsir, hadis, fıkıh gibi dini ilimlerin yanı sıra tasavvuf yolunda da bilgisini ilerletti. 1573’te hocası Bursa kadılığına tayin edilirken kendisi de Bursa’daki Ferhadiye Medresesi’ne müderris oldu.

Medrese tahsilini tamamlayıp naiblik ve müderrislik gibi resmi görevlerde bulundu. Bir yandan da Şeyh Üftade Hazretler’nin (ö. 1580) Kaygan Camii’ndeki vaazlarını dinliyordu. Gördüğü bir rüya üzerine veya muhatap olduğu bir davadan sonra resmi görevinden ayrılarak makam, mevki, mal, mülk gibi şeyleri bütünüyle terk edip tasavvuf yolunu seçti.

Üç yıl kadar Celveti şeyhi Üftade Hazretleri’nin manevi eğitiminde kaldı. Üzerinde sırmalı kftanı, omu- zunda sırıkla Bursa sokaklarında ciğer sattıktan sonra müridliğe kabul edildiği bildirilmektedir. Önce Sivrihisar’a irşad için gönderilen, altı ay kaldıktan sonra Bursa’ya geri dönen Hüdayi, şehre gelmesinin hemen akabinde şeyhinin vefatı üzerine önce Rumeli’ye gitti, oradan da İstanbul’a geldi.

Küçük Ayasofya Camii’inde vazifeye başladı. Daha sonra Fatih Camii’nde verdiği tefsir, hadis ve fıkıh dersleri sırasında ulemadan devlet erkanına kadar uzanan geniş bir muhiti oluştu. Fatih Camii’nde 1599 yılına kadar vaizlik de yapıp halen Üsküdar’da bulunan Hüdâyî Külliyesinin yerini satın aldı. İnşaatıyla bizzat ilgilenmek için ikametgâhını Üsküdar’a, Rum Mehmed Paşa Camii yanına taşımıştır. Tekke ve mescidinin tamamlanmasından sonra buraya yerleşti. Külliye 1589-1595 yılları arasında tamamlandı. Bu arada vaizlik görevini de Fatih Camii’nden Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camii’ni naklederek kendi camiinde hatiplik vazifesini üstlendi. 1617’de Sultanahmet Camii’nin tamamlanmasından sonra ilk hutbeyi okudu ve her ayın ilk pazartesi günü vaaz vermeyi kabul etti.

Üftade gibi şair bir şeyhin tesiriyle tasavvufu tercih etmiş olan Hüdayi, İstanbul’un en büyük camilerinde halka dinî öğütler verirken Üsküdar’daki dergâhında zengin-fakir, avam-havas her zümreden insana manevi olgunluğun, ahlâk ve faziletin yollarını gösterdi. Dergahında fakirlerle zenginlerin hatta vezirlerin eşit görüldüğü, belki fakirlere daha çok iltifat edildiği, kaynaklarda yer almaktadır.

Dergaha zaman zaman gelenler arasında “Bahti” mahlasıyla şiirler de yazan Sultan I. Ahmed de bulunuyordu. Halk arasında yaygın olan menkıbe ve kerametlerinin büyük bir kısmı I. Ahmed’le Aziz Mahmud Hüdayi arasında geçen olaylarla ilgilidir. Altı padişahın devrini idrak etmiştir. Bazı padişahlara yazmış olduğu mektupları vardır. Aile hayatıyla ilgili fazla bilgi bulunmamaktadır. Altısı kız, on bir çocuğunun olduğu, neslinin kızları vasıtasıyla devam ettiği bilinmektedir. Üç defa hacca gitmiştir. 2 Ekim 1628’de (3 Safer 1038) vefat etti.

Şöhreti devrinde olduğu gibi ölümünden sonra da devam etmiştir. XVII. yüzyılda tekke edebiyatının önde gelen temsilcilerinden biridir. Tasavvuf mesleğini halk arasında yaymak için bir yandan dini eserler kaleme alırken bir yandan da şiire vasıta olarak başvuran mutasavvıflardan biri de odur. Onun ilahileri içten gelen bir coşkunun, samimi bir yakarışın sade, basit, fakat kuvvetli bir ifadesi olarak da kabul edilmelidir. Divan’ında 250’den fazla ilâhi bulunmaktadır. Yurt içinde ve dışında çeşitli yazma ve basma nüshaları bulunan ve Divan-ı İlâhiyyât olarak da adlandırılan eser, Kemaleddin Şenocak (İstanbul 1970) ve Ziver Tezeren (İstan- bul 1985) tarafından yayımlanmıştır. Yetmişten fazlası bestelenen şiirleri bayram, ramazan, mevlid gibi çeşitli zamanlarda okunmaktadır. Celvetiyye’nin kurucusu olan Hüdayi’nin şiirlerinde diğer birçok tekke şairinde olduğu gibi Yunus’un tesiri görülür. Eserlerini Arapça ve Türkçe olarak yazmıştır.

Arapça eserleri: Nefâisü’l-mecâlis, Mi âhu’s-salât ve Mirka-tü’n-necât, Câmiu’l-fezâil ve kâmiu’r- rezâil, Hâşiyetü Kû-histâni fi Şerhi Fıkhi Keydâni, Keşfu’l-Kınâ an Vechi’s-Semâ, Hulâsatu’l-Ahbâr fî Ahvâli’n-Nebiyyi’l-Muhtâr. Bunlardan başka Hab- beti’l-mahabbe, el-Fethu’l-bâb ve Ref-u’l-hicâb, Ha- yatü’l-ervâh ve Necâtü’l-eşbâh, Tecelliyat gibi çeşit- li kitap ve risaleleri mevcuttur. Bu eserlerinden bazıları Türkçeye tercüme edilmiştir. Divanı dışında başlıca Türkçe eserleri: Mektubât, Nesâyih ve Mevâiz’dir. Ayrıca Necâtü’l-Garik fî Cem’ ve’t-Tefrik, Mi’râciyye, Ecvibe-i Mutasavvıfâne ve Tarikatname gibi çeşitli risaleleri de bulun- maktadır.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak
Kaynak ; Üsküdar Meşhurları , Yazıyı Hazırlayan Azmi Bilgen , Üsküdar Belediyesi Yayınları
[/toggle]