Ana Sayfa>(Sayfa 13)

Şeyh Muhyiddin Basreti (k.s.)

Siirt – Merkez’de bulunan Şeyh Hüseyin hasreti Kur’an Kursu binasının yanındaki türbesinde

Şeyh Muhyiddin 1932 yılında Basret köyünde doğdu. Aile ortamında ilimle iştigal ederek büyüdü. Henüz on dört yaşında iken  babasından tarikat dersi aldı. Babasından hilafet aldığı gibi Basretilerin Suriye kolu olan Şeyh İbrahim Hakkı Basreti’nin oğlu Şeyh Ulvan’dan da icazet aldı. Siirt merkezde büyük bir medrese yaptırarak tedris ve irşad hizmetlerini birlikte yürüttü. Siirt ve çevresi başta olmak uzere değişik illerde yirmiden fazla camiin yapılmasına vesile oldu. Bolgede kendisine duyulan saygı ve hürmet nedeniyle meydana gelen yüzlerce sorunun çözmüne yardımcı oldu. Vefatından bir hafta önce Suriye’ye geçerek orada amca cocukları Şeyh Adnan Basreti, Şeyh Haşim Basreti ve bazı alimlerle vedalaşmaya gitti. Dönüşten bir hafta sonra 2009 tarihinde Siirt’te vefat etti. “Beni medresenin ve dergahın yanına defnedin, talebelerin sesini duyayım” şeklindeki vasiyeti gereği Siirt merkezde bulunan medresenin bahcesine defnedildi.

 

 

 

Şeyh Muhyiddin Basreti hazretleri’nin Silsile-i Şerifi

 

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Mevlana Halid-i Bağdadi’nin Halifelerinden Şeyh Halid-i Cezeri ve Basret Dergahı , İbrahim Baz , Tasavvuf Dergisi , 2013/2 s.139-167
[/toggle]

Fethullah Hamidi (k.s.)

Batman – Kayapınar (Aynkaf köyü )

Fethullah Hamidi 1873 yılında Batman ilinin Gercüş ilçesinin Kayapınar (Ayınkaf) Belde’sinde doğmuştur. Fethullah Hamidi’nin dedesi olan Hamid Mardini, 1802’de Siirt’te doğmuştur. Önce Hasankeyf’te bulunmuş, Mardin yöresinin saygın aileleri özellikle Çelebi ailesinin davetiyle Hasankeyf’ten ayrılmış ve 1844 yılında Savur’a yerleşmiştir. 1882 yılında Mardin’de vefat etmiştir. Fethullah Hamidi’nin babası İbrahim Hamidi, 1822’de Siirt’te doğmuş, 1843 yılında Mardin’in Dara Köyüne yerleşmiştir. Bir yıl sonra, Kayapınar’a (Aynkaf) geçmiş ve orada ikamet etmeye başlamıştır. 1895 yılında aynı yerde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

Şeyh Fethullah Hamidi, derin hoşgörüsü ve problemleri çözmesiyle tanınmaktadır. Eğitim ve öğretime büyük bir önem vermiştir. Bulunduğu yerleşim yeri çevresinde özellikle yetim ve öksüz çocukların eğitimiyle yakından ilgilenmiştir. 1940’lı yıllarda Aynkaf medresesinde eğitim gören ve kendisine sığınan öğrencilerden bir tas çorba, bir parça ekmeğini esirgememiş ve medreseyi açık tutmak için elinden geleni yapmıştır. O dönem ülke olarak her ne kadar II. Dünya Savaşına girmemiş olsak dahi savaşın etkileri ve doğal kuraklık bu bölge insanını derinden etkilemiş, yokluğu had safhada yaşatmıştır.1947 yılının Nisan ayında Batman ilinin Beşiri ilçesinin Sulan Köyü’nde vefat etmiştir. Fethullah Hamidi’nin kabristanı Aynkaf (Kayapınar) Beldesindedir.

İslam Peygamberi Hz Muhammed’ in torunu Hüseyin’in soyundan geldiğinden dolayı sülalesi bu bölgede “seyyid” olarak adlandırılmaktadır. Fethullah Hamidi’nin herkes tarafından bilinen en önemli yönü, bölgede Süryani– Hıristiyan ve Müslümanlar arasında meydana gelmesi muhtemel çatışmaları önlemesi olmuştur. Midyat ve çevresindeki Süryaniler, bu olayı her ortamda dile getirmekte ve bu kişiye karşı büyük bir saygı duymaktaydı. 1915’li yıllarda, Midyat ve çevresinde bulunan bazı yerleşim yerleri, bazı eşkıya ve mutaassıp aşiretlerin baskısına maruz kalmış ve hatta bazı yerlerde çatışmalar yaşanmıştır. Bu sırada Şeyh Fethullah Hamidi devreye girmiş ve barış ortamının sağlanmasına büyük katkı sağlamıştır. Fethullah Hamidi’nin benzer şekilde birçok yerleşim yerinde arabuluculuk yaptığı, onu tanıyan kişilerce dile getirilmektedir. Fethullah Hamidi, Midyat Gülgöze’de (Aynvert) toplanan binlerce Süryani’yi “gayrimüslimlerin malları, canları ve ırzları size haramdır, kim bu hududu aşarsa günah işler” demek suretiyle Müslümanlarla barıştırmıştır.

1915’te, yani 1. Dünya Savaşı sürerken Ruslarla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Ermeniler bölgeden göç ettirilirken Mardin’deki Süryaniler de sürgünle karşı karşıya kalmış, Savur Şeyhi Fethullah Efendi’nin gayret ve fedakârlığı ile kurtulmuşlardır. 1914’lü yıllarda gerçekleşen Ermeni tehciri sırasında yörede bulunan Müslüman din adamlarından bir kısmı Hıristiyanların öldürülebileceği yönünde fetva verirken, Fethullah Hamidi ise bu duruma karşı çıkan din önderlerinden biri olmuştur. Fethullah Hamidi yayınladığı fetvada, bölgede farklı dinden olanları (özellikle Süryanileri) öldürmenin, dinen uygun olmadığını ve barış içinde yaşamanın gerekli olduğunu ifade etmiştir.

1915 yılında, bugünkü adıyla Gülgöze Köyü ve çevresinde karşılıklı bir muharebe yaşanmış, Süryanilerin toplandığı bu köy ve çevresi savaş meydanına dönmüş, bu durum üç ay sürmüştür. Süryaniler, Gülgöze’ye sıkışıp kalırken onların imdadına bölgenin önemli Müslüman din adamı sayılan Aynkef Şeyhi Fethullah Efendi yetişmiştir. Fethullah Hamidi, Süryanilerle Müslümanlar arasında arabuluculuk yaparken“savaş dursun, düşmanlık bitsin” demiştir. Görüşme ve pazarlıklar sırasında kapana sıkışmış halde bekleyen Süryani cemaatinin yanında yer almış, fetvalar yayınlamıştır. Ayrıca Şeyh Fethullah Efendi, anlaşma sağlanıncaya kadar, arada güven bağı oluşsun diye, oğlunu Süryanilere rehin bırakmıştır. Bu tavır, Gülgöze Köyü ve karşı taraf için mühim bir uyarı olmuştur. Neticede düşmanlık, korku ve güvensizlik kuyusundan bir barış çıkmıştır. Fethullah Hamidi oğlunu Süryanilere rehin olarak bırakırken, sözler tutulmadığı takdirde, oğlunu öldürebileceklerini kendilerine ifade etmiştir. Daha sonra hemen Diyarbakır’a geçerek yetkililerden olayın sonuçlanmasını sağlayacak belgeyi almış ve olaylar böylece sona ermiştir. Bölgede anlatılanlara göre, Müslümanların katledilmesine karışmayan Ermeniler de bu fetvadan yararlanmış ve genel anlamda bir zarar görmemişlerdir. O dönemlerde Hıristiyan ve Müslümanlar, yaşadıkları en küçük bir anlaşmazlıkta bile Fethullah Hamidi’ye başvurmuşlardır. Bu kişi, dinsel açıdan önder olduğu gibi adli olaylarda, eğitim konusunda, toplumsal felaketlerde de her zaman başvurulan bir kişi konumunda olmuştur. Savur Şeyhi Fethullah olarak bilinen Fethullah Hamidi’nin fotoğrafı, Süryanilerin bu bölgedeki en önemli yapıtı olarak bilinen Deyruzzafaran’da, Hıristiyan din adamlarıyla birlikte asılı durmaktadır. Bu fotoğrafın bir vefa borcu olarak asıldığı, Süryani cemaati yetkilileri tarafından dile getirilmektedir. Bu ufku açık ve fedakâr Hoca Efendi için Süryani kaynaklar “beyaz esvaplar içinde nur yüzlü bir aziz, kurşunların içinden geçip gelen bir aziz kurtarıcı” ifadelerini kullanıyor. Yüz sene sonra Fethullah Efendi’nin mührünü mabetlerinin duvarına asan Süryaniler, kendi azizlerinin arasına resmini ilave etmişlerdir.

Fethullah Hamidi’nin, bölge insanı ve yönetim nezdinde önemli bir yer işgal ettiğinin en önemli göstergesi, kendisine her konuda başvuruda bulunulduğunu gösteren yüzlerce (700) mektubun bulunmasıdır. Fethullah Hamidi, ileri görüşlülüğü, hoşgörüsü, müsamahakârlığı ile ön plana çıkmış ve bu yönleriyle tanınmıştır. Eğitim-öğretim faaliyetlerine de büyük önem vermiş, birçok yetim ve öksüz çocuğun öğrenim görmesine yardım etmiş ve bu konuda hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Süryaniler, Fethullah Hamidi’nin torunlarından biri olan Ahmet Hamidi’nin öğrenim masraflarını karşılayarak ve yurt dışında bazı imkânlar sağlayarak Fethullah Hamidi’ye olan vefa borçlarını az da olsa karşılama yoluna gitmişlerdir. Ahmet Hamidi, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş, Avusturya’nın Başkenti Viyana’da dâhiliye alanında uzmanlık ve doktora yapmış ve profesörlük unvanına yükselmiştir.

Hz. Şeyh Reşid El Derşevi

Mekke – Hz. Hatice validemizin de kabrinin bulunduğu cennetü’l Mualla’ya defnedilmiştir.

Derşev Şırnak ın terkedilmiş bir köyüdür. Birçok alimin çıktığı bir yerdir. Hocası olan Molla Ali Meydini, Hz. Şeyh Reşid El Derşevi’nin takva ve ilim sahibi olduğunu görünce kızını Şeyh Reşid El Derşevi ile evlendiriyor. Okumak için Diyarbakır’a gidiyor.Yedi yıl süresince orada medreselerde okur. Medrese usulüne göre ilmini tamamlayıp memleketine geri dönüyor. İlmi icazetini ve tarikat icazetini aldıktan sonra, Cizre Bölgesine, irşad için görevelendiriliyor . Aldığı üstün ilimlerle birlikte tasavvuf ilmini de Cizre Bölgesinin her yerine yayar. Hz. Şeyh Reşid el Derşevi hazretleri 1865- 1868 yılları arasında hac farizasından sonra yolda vefat etmiştir. Hz. Hatice validemizin de kabrinin bulunduğu cennetü’l Mualla’ya defnedilmiştir. .

Menkıbeleri

Şeyh Hazretlerinin müridi ve has dostu olan, Hamedi (Muhammed’) Xwarzî El Cezeri anlatıyor: Hz. Şeyh Reşid , bir cuma gecesi Kırmızı Medrese’de (medrese-a sor) âlimlerle ve ilim öğrencileriyle dolu olan bir meclisinde (divanda), konu evliyaların yaşadığı Hâl’a gelince, öğrenciler edeben meclisten ayrılmaya başladılar; bende kalkacaktım ki, o anda şeyh hazretleri kalmamı emretti. Ben de, alimlerin arasında ne işim var diye düşünerek utanarak bir köşede öylece oturdum. Şeyh evliyaları şöyle anlatıyordu: Ğavs’ın yeri Mekke’dir. Bazen cuma geceleri mizam-ı rahmetin(altın oluk’un) altında Hazreti İsmail’in hücresinde huşu ile dua ediyor. Seneler geçtikten sonra şeyh hacca gidiyor. Hacdayken bir gece onu ararken gördüm ki mizam-ı rahmetin altında dua ediyor. O anda, yıllar öncesinde içinde benim de bulunduğum medrese-a Sor’daki şeyhin meclisini hatırladım ve onun yanına doğru gittim. Ellerini öpüp, sen Ğavsun Kutbu Fertsin dedim. Şeyh bu durumu gizlemeye çalışarak bu durumu kimselere söylememi istedi. Ben de Şeyh’in heybetinden bayıldım. Ayıldıktan sonra millet başıma duruyordu. Bana ne oldu sorarken; ne yazı ki söyledim. O anda Şeyh Hazretleri beni burada bıraktın dedi.

Şeyh hazretleri hastalandı… Arkadaşlar dönüş için vapura yetişmek üzere yola çıktılar. Ben de Şeyh’in yanında ağlayarak kaldım. Şeyh gözlerini açtı ve bana baktı. Bana dedi ki; “üzülme vapura ilk binen sen olacaksın.” İşte O an, Şeyh’in “Beni burada bıraktın” sözleri ile vefat edeceğini anlatmaya çalıştığını anlamıştım.

Birkaç gün sonra Şeyh Hazretleri vefat ediyor. Onun için bir Mezar yeri satın aldım (4 altın lirası ile) defin ettikten sonra Arazinin sahibi geliyor ve Kabrinin yeri için Ücretini istiyor. Meğer araziyi bana satan ilk kişinin arazinin asıl sahibi olmadığını ve beni dolandırmış. Artık, arazinin asıl sahibine verecek param kalmamıştı. Param kalmadı demem üzerine; O zaman cenazeyi çıkarın dedi. Ben de Allah’a sığındım ve dedim ki ey Şeyh Reşid eğer buradan çıkarılmandan razıysan, çıkarsınlar… Sen ki Ğavssın… İşçiler cesede ulaşınca kabirden bir ışık çıktı ve cenaze kayıp oldu. Bunun üzerine işçiler bağırarak kaçtılar. Kabristan’ın sahibi ise bu bereketli mübarek zat burada kalsın dedi. Kabri yeniden kapattırdı ve üstelik bana dört lira’nın yerine sekiz lira da verdi. Ben de yola çıktım. Memlekete dönmek üzere limana vardığımda baktım ki arkadaşlarım halen vapuru bekliyorlar. Vapur gelince, vapura ilk binen de ben oldum.

Şeyh Reşit hazretlerinin vefa ederken arkasından iki oğul bırakır:
Şeyh Abdulhakim Ed derşevi ile Şeyh Muhammed Nuri Ed derşevi . (El Kutuf El-Cenniye) adlı eserden tercüme edilmiştir)

Şeyh İbrahim Hakkı Basreti (k.s.)

Suriye – Kamışlı – Hilva köyünde

[toggle title=”Şeyh İbrahim Hakkı Basreti Hazretleri’nin Silsile-i Şerifi” load=”hide”]1. Hz. Seyyid-i Kâinât Muhammed-i Mustafa (sas.)
2. Hz. Ebû Bekir (ra.)
3. Hz. Selmân-ı Fârisî (ra.)
4. Hz. Kasım İbni Muhammed (ks.)
5. Hz. Câfer-i Sâdık (ks.)
6. Hz. Bâyezid-i Bistâmî (ks.)
7. Hz. Ebu’l-Hasen-i Harakânî (ks.)
8. Hz. Ebû Ali-i Fâremedî (ks.)
9. Hz. Yusuf-ı Hemedânî (ks.)
10. Hz. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî (ks.)
11. Hz. Ârif-i Rivgerî (ks.)
12. Hz. Mahmud İncir-i Fağnevî (ks.)
13. Hz. Ali-i Râmitenî (ks.)
14. Hz. Muhammed Baba-ı Semmâsî (ks.)
15. Hz. Emir Külâl (ks.)
16. Hz. Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddîn (ks.)
17. Hz. Alâeddîn-i Attar (ks.)
18. Hz. Yakub-ı Çerhî (ks.)
19. Hz. Ubeydullâh-ı Ahrâr (ks.)
20. Hz. Muhammed Zâhid (ks.)
21. Hz. Muhammed Derviş (ks.)
22. Hz. Hâcegi-i Emkenegî (ks.)
23. Hz. Muhammed Bâkî (ks.)
24. Hz. İmam Rabbânî Ahmed Fâruk es-Serhendî (ks.)
25. Hz. Muhammed Ma’sûm (ks.)
26. Hz. Şeyh Seyfüddin (ks.)
27. Hz. Seyyid Nur Muhammed-i Bedvânî (ks.)
28. Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân-ı Mazhar (ks.)
29. Hz. Şeyh Abdullâh-ı Dehlevî (ks.)
30. Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Hâlid-i Bağdâdî (ks.)
31. Hz. Şeyh Halid-i Cezeri (ks.)
32. Hz. Şeyh Salih Sıpki (ks.)
33. Hz. Şeyh Muhammed Ayni (ks.)
34. Hz. Şeyh Halid Zibari (ks.)
35. Hz. Şeyh Ömer Zengani (ks.)
36. Hz. Şeyh Hüseyin Basreti (ks.)
37. Hz. Şeyh İbrahim Hakkı Basreti (k.s)

[/toggle]

1892 yılında Basret koyunde doğan Şeyh İbrahim Hakkı Basreti , Şeyh Hüseyin Basreti’nin oğludur. İbrahim Hakkı Basreti Şeyh İbrahim Hakkı, babasından ve Şeyh Siraceddin Derşevi, Şeyh Hüseyin Gandeki ve Halidiyye köyünde Molla Hasab Sekin’den ders okudu.

Irak’ın değişik yerlerinde dersler okudu. 1926 yılında ailesiyle birlikte gittiği Irak’tan Suriye’ye geçti ve oraya yerleşti. Turkiye sınırında bulunan Kamışlı iline bağlı 15 km mesafede bulunan Hilva köyüne yerleşti. Orada kurduğu medrese ve dergah ile başlattığı tedris ve irşad hizmetlerini hayatının sonuna kadar yürüttü. 1963 yılında Hilva köyünde vefat etti.

Şeyh İbrahim Hakkı vefat ettikten sonra (1893 – 1963) oğlu Şeyh Muhammed Zeki (1916 – 1971) irşad hizmetlerini yurutmuştur. Daha sonra sırasıyla Şeyh Alvan (1927- 1991), Şeyh Adnan (d. 1931) üstlenmiş ancak kısa süre sonra dergahın postnişinliğini Şeyh Haşi (d. 1937)’e bırakmıştır. Şeyh Haşi, Suriye’de olaylar nedeniyle Turkiye’de yaşamaktır.
Kaynaklar ;

Mevlana Halid-i Bağdadi’nin Halifelerinden Şeyh Halid-i Cezeri ve Basret Dergahı , İbrahim Baz , Tasavvuf Dergisi , 2013/2 s.139-167

Şeyh Hüseyin Basreti (k.s.)

Siirt – Eruh’un Hâlidiyye (Kekliktepe) köyündedir.

Evliyânın meşhurlarından Şeyh Hâlid Zibârî’nin oğludur. Annesi Fâtıma-ı Sâliha, Şeyh Muhammed Aynî’nin kızı ve kerâmet ehliydi. 1914 (H.1333) senesinde vefât etti. Kabri, Eruh’un Hâlidiyye (Kekliktepe) köyündedir.

Babası vefât ettiğinde altı yaşında idi ve sarf ilminden İzzi kitabını okuyordu. Babası vefât ederken onun yetiştirilmesi için halîfelerinden Şeyh Ömer Zenkânî’ye vasiyet etti. Bütün ilimleri öğretmelerini, tasavvufta yetiştirip mürşid-i kâmil olmasını sağlamalarını vasiyet etti.

Bu vasiyet üzerine Şeyh Ömer Zenkânî ona bütün ilimleri okuttu. Sarf, nahiv, mantık, beyan, fıkıh, tefsir, hadîs ilimlerini öğretti. Bu talebeliği on beş sene sürdü. Neticede seçkin bir âlim oldu. Ayrıca Molla Abdülhamîd Raşînî’den de ilim öğrendi. Hocası Şeyh Ömer Zenkânî ona ilimde icâzet verdi. Ancak tasavvufta vermedi. Tasavvufta da, asrın büyük âlimi ve meşhur velîsi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’den naklen aldı. Şöyle ki, Şeyh Hüseyin’in yakınlarından Molla Muhammed onun emriyle Şam’a gidip Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin evini sorup buldu. O sırada vefât etmişti. Evin kapısını çaldı. İhtiyar bir nine çıkıp onu görünce; “Hoş geldin Molla Muhammed!” dedi. Hayret edip; “Beni nereden tanıdınız. Şam’a daha önce hiç gelmedim.” deyince; “Mevlânâ Şeyh Hâlid bana bir gün; “Vefâtımdan sonra Cizre tarafından Molla Muhammed nâmında bir zât gelecek! O takvâ ehli ve âlimdir.” buyurdu. Sonra bana çanta bırakıp, bu çantayı halîfem Şeyh Hâlid Cezîrî’nin halîfesinin oğlu Şeyh Hüseyin’e teslim etsin.” dedi. Anladım ki teslim etmek üzere vereceğim kişi sizsiniz.” dedi. Bunun üzerine emâneti alıp Basret köyüne getirdi. Çantayı açtılar. İçinden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin cübbesi, Yesir ağacından yapılmış ve ortasında dördü kırmızı mercandan olan tesbihi, takkesi, seccadesi vardı. Bunları aynen Şeyh Hüseyin hazretlerine teslim etti. Bu emânetler daha sonra oğlu Şeyh İbrâhim Hakkı’ya intikal etti. Kardeşi Şeyh Muhammed Şefîk bunları, İbrâhim Hakkı da defâlarca görmekle şereflendiğini bildirmiştir.

Şeyh Hüseyin Basretî hazretleri bu icâzetten sonra insanları irşâd edip talebe yetiştirdi. Halk ve meşhur kimseler arasında tanındı. Bu hizmeti Mustafa Paşanın ona düşmanlık yapıp, zulme başvurmasına kadar devâm etti. Zulme mâruz kalması sebebiyle âilesini de alıp, 1901 (H.1317) senesinde Diyarbakır’a gitti. Bir müddet sonra oradan Haleb yoluyla Şam’a ulaştı. O göçüp gittikten altı ay sonra kendisine zulmeden ve memleketini terke mecbur bırakan Mustafa Paşa, aşîretler arasında çıkan bir kavga sırasında öldü.

Şeyh Hüseyin Basretî hazretleri dokuz sene memleketinden ayrı kaldı. Aslî vatanı Buhtan’a dönmeyi çok arzu etti. O civardaki insanları irşâd etmek istiyordu. 1913 (H.1329) senesinde memleketine dönüp, Basret köyüne gitti. O havâlide insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatıp, emr-i mâruf yapmak için Basret köyünden diğer köylere de gitti. Bu seferlerinden birinde yolda Allahü teâlâyı zikirle meşgul bir halde giderken yol kenarında büyük bir kayaya nazar etti. Kaya yerinden oynayıp parçalandı. Yanında bulunan talebeleri bu hâli görünce, hayrette kaldılar. Oradan gelip geçtikçe bir bakışı ile parçalanan kayayı görüp kerâmetini hatırladılar.Daha pekçok kerâmetleri görülmüştür.

Yüksek derecede âlim, her ilimde mâhir olup, sünnet-i seniyyeye tam uyardı. Güzel yüzlü tatlı sözlüydü. Son derece yumuşak huylu, din ve dünyâ işlerinde yüksek derecede basîret sâhibi idi. İnsanlara dâimâ yumuşak olmalarını İslâmiyete uymalarını tavsiye ederdi. Dünyâya hiç meyletmez, hep hüzünlü bir hâlde olurdu. Vefâtı sırasında devamlı; “Sübhâneke innî küntü minezzâlimîn.” derdi. Hastalığı şiddetlenince, gözlerinden yaş geldi. Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah, deyip dudaklarını kapatarak vefât etti. Vefâtı bölge ahâlisini çok üzdü. Hâlidiyye köyünde defnedildi. Edep ve ilim ehli olan temiz nesli devâm etmektedir.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)

1) Kitâbü Ahvâl-üd-Dürriyye fî Silsilet-iz-Zibâriyye
[/toggle.]

Şeyh Ömer Zengani (k.s.)

Hac yolculuğunda Cidde’de vefat eder.

Şeyh Ömer Zengani, Şeyh Halid-i Zibari’nin halifelerindendir. Ailesi, aslen Mardin iline bağlı Dargecit (Kerboran) ilçesinin Kureyşa mezrasındandır. Arabiye Aşiretine bağlı olan Kureyşa Köyü, bölgede “Pikureyş” (Pir-i Kureyş) olarak bilinen, Zengani’nin dedelerinden seyyid bir zatın yerleşim yeridir. Ömer Zengani bu köyde doğdu.

Şeyh Ömer Zengani’nin babası Mustafa Efendi, dedesi Hamid Efendi’dir. Annesi ise ilim sahibi hafız Hacer Hatun’dur. Ömer Zengani küçük yaşta babasını kaybetti, annesi de başka bir evlilik yapınca yalnız kaldı. Bunun uzerine bolgenin en yaygın geleneklerinin başında gelen medrese tedrisatı icin Gerza aşiretinin bir köyünde medrese eğitimine gonderildi. Tedrise gittiği yıllarda köyü Kereyşa’da yaşanan Kolera salgını nedeniyle toplu ölümler yaşandı ve ailesinden neredeyse kimse kalmadı. Kendisi de anneannesi Asiyye ve teyzesi Ayşe’nin yaşadığı Zengan (Karabayır) köyüne giderek teyzesinin himayesinde yaşamaya başladı. Bir süre Zengan köyünde bulunan camide fakı olarak derslere devam etti. Ancak bu sırada kendisinde görülen kabiliyet ve özel haller nedeniyle daha iyi bir eğitim alması icin hocası ve teyzesi tarafından, Basret köyünde bulunan Nakşbendiyye şeyhi ve büyük bir müderris olan Şeyh Halid-i Zibari’nin yanına gonderildi.

Bu tarihten sonra Ömer Zengani Basret’te yaşamaya başladı. Burada bir yandan medrese eğitimi alırken aynı zamanda tasavvufi eğitime da başladı. Ömer Zengani, Basret medresesinde Molla Cami’yi bitirip mantık ilmine giriş olarak kabul edilen Muğni’t-tullab eserine başlayanlara isim olarak verilen “Talip” seviyesine kadar geldi. Şeyh Halid-i Zibari kendisine büyük değer verdi ve onun eğitimi konusunda ihtimam gosterdi.

Hatta aileden bir birey gibi görmeye başladı ve bunun resmileşmesi için onu halifelerinden Şeyh Reşid-i Derşevi’nin kızlarından Halime Hatun ile evlendirdi. Diğer kızı Safiye ile de kendi oğlu Huseyin’i evlendirdi. Bu evlilikten önce, Ömer Zengani’nin kayınbabası olan Şeyh Reşid-i Derşevi Hac ziyaretine gitmiş ve orada vefat etmişti. Gitmeden önce de Halid-i Zibari’yi çocuklarının vasisi olarak tayin etmişti. Bu yüzden Şeyh Halid-i Zibari, Ömer Zengani’yi vasisi bulunduğu Halima Hatunla ev lendirirken üzerindeki sorumluluğu da şoyle hatırlattı “Ömer! Şeyh Reşid’in kızının mehri, yetim kalmış olan kardeşleri Abdulhakim ve Muhammed Nuri’yi okutmandır.”

Halid-i Zibari, bu vazife ile birlikte Ömer Zengani’yi vefat etmiş olan kayınbabasının medrese ve dergah hizmetlerini yürüttüğü Hoser (Düzova) köyüne, hem muderris hem de tasavvufi hilafet ile gonderdi. Ömer Zengani’nin hocası ve şeyhi Şeyh Halid-i Zibari, 1863 yılında irşad için gelmiş olduğu Cizre’de vefat etti ve şeyhinin şeyhi Şeyh Salih-i Sıpki ve Mevlana Halid-i Bağdadi’nin halifelerinden Şeyh Halid-i Cezeri’nin de medfun bulunduğu Basret’te bölgeden birçok alim ve şeyhin katılımıyla defnedildi. Vefatından once etrafına toplanmış olan muridan ve muhibbanının huzurunda “Ey Şeyh Ömer! Oğlum Huseyin’e senin ona tum ilmini okutup büyüyünceye kadarki sürede dergah ve medreseyi sana emanet ediyorum.” diyerek çocuğu Huseyin’i ona emanet ederken aynı zamanda medresenin baş muderrisliğini ve kendisinden sonra şeyhlik vazifesini tevdi etti.

Bunun üzerine Ömer Zengani, Hoser (Duzova)’daki medreseyi bırakarak talebelik yaptığı Basret Medrese ve Dergahının başına gecti. Ömer Zengani, hocasının vasiyetine büyük bir titizlikle riayet etmiş hem müderrislik hem de şeyhlik vazifesini kamilen yerine getirmiştir. Hocasının oğlu Huseyin’in derslerini bizzat kendisi vererek hocasına karşı vefa ve vicdani sorumluluğunu da yerine getirmiştir. Bu süreçte medreseyi büyüterek Fındık köyünden Abdulkādir-i Geylani hazretlerinin torunlarından Seyyid Hasan-i Fındıki (Erzen) ve Molla Said-i Berreşi gibi bircok alim zatı yetiştirmiştir.

Hocası Şeyh Halid-i Zibari’nin oğlu Huseyin’e medrese icazeti verdi. Hüseyin’e babası tarafından vefatından once yaşı küçük olmasına rağmen hilafet verilmişti. İşte Ömer Zengani, Halid-i Zibari’nin vasiyeti üzerine Huseyin’in hem medrese hem de tasavvufi icazetini göz önünde bulundurarak Basret Dergahı ve medresesini ona bırakarak yedi yıl hizmetinin ardından tekrar Hoser Medresesi’ne döndu. Ancak silsilede yer alan Şeyh Salih-i Sıbki’nin oğlu Yahya, Basret Dergahı ve medresesinin Hüseyin’e devredilmesine itiraz etti. Bunun uzerine Ömer Zengani ertesi gün tekrar Basret köyüne dönerek şeyhinin vasiyetini hatırlattı ve sorunu çözdü. Ardından tekrar Hoser köyüne döndu. Burada da Molla Abdurrahman-ı Hoseri ve medreselerde istiare ilminde kaynak kitap olarak okutulan Sutur kitabının yazarı ve aynı zamanda kayınbiraderi Abdulhakim-i Derşevi gibi alimleri yetiştirdi.

Basret Dergahı’na Şam’dan verilen icazetle birlikte Ömer Zengani’ye de güveni tazeleyen bir icazet daha verildi. Böylece Ömer Zengani hem şeyhi Halid-i Zibari hem de Şam’daki Halidi dergahından çift tarikat icazeti aldı. Hoser koyunde hizmetlerine devam eden Ömer Zengani’ye çok büyük bir teveccuh oldu. Botan ve Tor bölgesinden cok sayıda talebesi ve muridi oldu. Ancak özellikle Cizre’den gelen muridlerinin fazlalığı sebebiyle, Cizre eşrafından Seyyid Hacı Hafız Efendi onu Cizre’ye davet ederek onu kendi evinin yakınlarında bir eve yerleştirdi. Artık Ömer Zengani’nin ailesi kayınbiraderleri Derşevi’lerle birlikte Cizre’de yaşamaya başlarlar ve Cizre’de medrese ve tasavvufi hizmetlerini yürütürler.

Şeyh Ömer Zengani 1889-1890 yılında Hac ziyareti yapmak arzusuyla sevenlerinden Ensari ailesinin büyüğü olan Muhyiddin Ensari, Şeyh Yahya-ı Mızuri’nin torunlarından Şeyh Yahya başta olmak üzere birçok muhip ve muridiyle birlikte hazırlıklara başlar. Eşi Halime Hatun’a bir vasiyet yazarak verir ve oğullarını emanet eder. Ardından medrese ve dergah hizmetleri konusunda kayınbiraderi Molla Abdulhakim-i Derşevi’ye emanet ederek yola çıkar. Bu sırada Ömer Zengani’nin üç çocuğu vardır. Bunlar Muhyiddin, Siracuddin ve Amine’dir. Hac yolculuğuna çıkıldıktan beşaltı ay sonra 1990 yılında Muhammed Said dunyaya gelmiştir.

Ömer Zengani, Hac yolculuğunu tamamladıktan sonra dönüş yolunda Cidde’de 1889-1890 yılında vefat eder ve orada defnedilir. Haber Cizre’ye ulaştıktan sonra taziye icin gelen Ömer Zengani’nin talebesi Şeyh Huseyin Basreti altı aylık bir bebek olan Muhammed Said’i sever ve ona dua ederek; “Bu yavru benim seydamın oğludur ve bu cocuk inşallah seyda olacaktır.” der. İşte o gunden sonra Muhammed Said’e herkes “Seyda” demeye başlar ve doğu universitelerinin bu ilmi unvanı, onun ismi haline gelir.

Ömer Zengani’nin eşi Halime Hatun da kendisi gibi seyyid nesep bir ailedendir. Ömer Zengani, Halime Hatun ile evlenmesiyle yalnız bir şeyh efendinin damadı olmamış, aynı zamanda Gabar Dağı’nın zirvesinde bulunan Derşev (Alkemer) köyünde yaşayan ilim ve irfan ehli, bölge halkının büyük saygı gostermiş olduğu Derşevi ailesi ile cok yakın hatta iç içe denebilecek bir birlikteliği kurmuştur. Bu tarihten sonra Şeyh Ömer Zengani’nin çocukları ile Derşevi ailesinin fertleri medrese ve tasavvufi hizmetleri birlikte yurutmuş, birbirlerinin yetiştirilmesine katkı sağlamışhatta tek aile gibi olmuşlardır.

Şeyh Ömer Zengani Silsile-i Şerifi
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)

Kaynaklar ;

Mevlana Halid-i Bağdadi’nin Halifelerinden Şeyh Halid-i Cezeri ve Basret Dergahı , İbrahim Baz , Tasavvuf Dergisi , 2013/2 s.139-167
[/toggle]

Şeyh Halid-i Zebari (k.s.)

Şırnak – cizre – Basret Köyü (inceler) camii haziresinde ( Köy 1992 yılında boşlatıldı.)

Anadolu velîlerinden. 1826 (H.1242) senesinde doğdu. Babası Şeyh Hüseyin Efendi, Diyarbakır’da medfundur. 1863 (H.1280) senesinde Şırnak’ın Basret köyünde vefat etti. Türbesi, bu köydeki caminin yanındadır.

İlim tahsiline başlayınca, önce Kur’ân-ı kerimi, kıraat ilmini öğrendi. Sonra diğer ilimlerden bir mikdar babasından okudu. Tahsilini devam ettirmek için çeşitli yerlere gitti. Tanze Medresesinde tahsil gördü. Bu medresede iken Minhac üzerine bir şerh olan Şerh-i Remli kitabından eliyle bir nüsha yazdı sonra Siirt’e gidip, bölgenin kıymetli ve meşhur alimi Molla Halil Siridî’nin medresesinde talebe oldu. Burada tahsilini tamamlayıp Molla Mustafa’dan bütün ilimlerde icazet aldı. Raşine köyündeki amcası Şeyh Abdüsselam’ın yanına döndü. Orada Şeyh Muhammed Ayni’nin keramet sahibi kızı Fatıma-ı Saliha ile evlendi. Kayın babasından tasavvuf yolunda feyz alıp, kemale erdi. Bu hocasının emri ile ona vekil olarak insanları irşâd için Basret köyüne gitti. Ders ve sohbetlerinde pekçok talebe toplanırdı. Pekçok âlim ve sâlih insan yetiştirmiştir.

Talebelerinin meşhurlarından ve halîfesi Şeyh Ömer Zerkanî şöyle anlatmıştır: “Hocam Şeyh Hâlid Zibârî hazretlerinden çeşitli ilimleri öğrenmekte olduğum sıralarda bir gün huzûrunda ders alıyordum. Başımı elimdeki kitaba eğerek, dersle meşgul olduğum sırada, başımı kaldırdım.

Fakat hocamı göremedim.Sağa sola baktım. Ortalıkta görünmüyordu. Fakat ders odasından dışarı çıkmamıştı. Az önce karşımda oturuyordu. Şaşırdım, elindeki kitab da oturduğu yerdeydi. Beni bir titreme, korku ve dehşet kapladı. Ne yapacağımı bilemiyordum. O sırada pencerenin demiri üzerine beyaz bir kuş kondu. Sonra da uçup gitti. Ben bu kuşa bakıp başımı çevirdiğimde hocamı karşımda oturur gördüm. Derse başlayıp bitirdikten sonra bana, kerâmetini gördüğüm için; “Bunu mümkün mertebe hiçbir yerde anlatma!” buyurdu.

Bir defâsında insanları Allahü teâlânın emirlerine uymaları, dünyâya düşkün olmamaları husûsunda irşâd için köyleri dolaştı. Meşhur âlim Molla Muhammed Barşinî’nin köyü Barşa’ya da gitti. Sabah namazından sonra insanlara nasîhat etmek için yüksek bir yere oturdu. Huzûrunda binden fazla insan toplandı. Aralarında pekçok âlim vardı. Bu insanlara gâyet güzel vâz etti. Haramlardan sakınmaları husûsunda uyardı. Fakat insanlar bu güzel ele geçmez nasîhatlerden de etkilenmediler. Bu hâli görünce; “Allahü teâlâya yemin ederim ki, eğer şu ağaca vâzetseydim, Allahü teâlânın azametinden dolayı yanar, yıkılırdı.” diyerek karşısındaki dut ağacını gösterdi ve ağaca baktı. O sırada ağaç büyük bir gürültüyle kökünden sökülüp yere yıkıldı. Etrafa fırtına sesi gibi şiddetli bir ses yayıldı. Orada bulunan insanlar, bu hâli görünce, hayret içinde ağlaşmaya başladılar. Kalpleri uyanıp, hepsi Şeyh Hâlid Zibârî hazretlerinin huzûrunda tövbe ettiler.

Ömrünün sonuna kadar insanları irşâd ile meşgûl oldu. Son olarak insanlara nasîhat için Cizre’ye gittiği sırada hastalandı. Oradan Basret köyüne getirildi. Bir iki gün sonra kırk iki yaşında vefât etti.Şeyh Hüseyin ve Şeyh Muhammed Hâlid onun halîfelerindendir.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)

1) Kitâbu Ahvâl-üd-Dürriyye fî Silsilet-iz-Zibâriyy

[/toggle]

Şeyh Halid-i Zebari Silsile-i Şerifi

Şeyh Muhammed Ayni (k.s.)

Siirt – Eruh – Ayne (bağgöze köyü).

Anadolu velilerinden. Doğum tarihi bilinmemektedir. 1859 (H.1276) senesinde vefat etti. Türbesi Eruh’ta Ayni (Bağgözü) köyündedir. Babası Şeyh Muhammed, mürşid-i kamil bir zattı. Memleketinde ilim tahsiline başlayıp ilm-i aletten Şerh-i Şemsiyye kitabına kadar okudu. İlim tahsili sırasında bir gün Şeyh Salih Sibkî’yi ziyaret için Basret köyüne gitti.Şeyh Salih hazretleri onun mürşid olmaya istidatlı ve kabiliyetli bir kimse olduğunu görerek onu yetiştirip kendine vekil olarak insanların irşâdı ile vazîfelendirdi. Bu emir üzerine bir hafta Ayni, bir hafta da Basret köyünde kalmak suretiyle insanların irşadı ile meşgul oldu. Dünyaya hiç meyletmezdi. Üstün haller sahibiydi.

O devrin paşalarından Kenan Paşa, Şeyh Muhammed Ayni hazretlerini ziyaret maksadıyla Siirt’e oradan da Ayni köyüne gitmişti. Askerleriyle birlikte Ayni köyüne varınca, caminin avlusunda bir hasır üzerine oturdu. Paşa için yemek hazırlamak istediler. Şeyh hazretleri; “Bu hususta tekellüfe girmeyiniz, kendinizi zorlamayınız.” dedi. Evinde arpa unundan yapılmış iki yufka ve iki gün önce pişirilmiş et yemeği vardı. Bunları yedirmek bizim için ar olur dedilerse de, Şeyh hazretleri; “Bunlar yemek olarak kafidir. Mevcud olan bunlardır. Bunları ikram etmekte bir mahzur yoktur.” dedi. Sonra kendisi Kenan Paşa’nın yanına gitti.Paşa onu görünce ayağa kalkıp hürmetle elini öptü ve duâ istedi. Sofrayı getirmelerini söyleyince, Paşanın önüne iki yufkayı ve et yemeğini koydular. Bunları yedi. Sonra kalkıp Şeyh Muhammed Ayni hazretlerinin elini tekrar öptü. Teşekkür ederek müsade isteyip ayrıldı. Dönerken yolda adamlarından biri, Şeyh’in huzurunda ne yemeği yediğini sorunca; “Arpa ekmeği ve bayat et yemeği yedim. Yemin ederim ki ömrümde böyle lezzetli yemek yemedim.” dedi.

Şeyh Halid Zibari onun halifesi ve damadıdır. Damadı olunca onu kendine vekil etmek istedi. Ancak o bunu kabul etmeyip medrese hocalığı yapmak istediğini bildirdi. Bu hususta uzun müddet ısrar etti. Kabul ettiremedi. Bir gün talebelerine; “Hazırlık yapınız. Yarın oradaki ve çevresindeki insanları irşad için Basret köyüne gideceğiz.” dedi. Adeti üzere bir hafta Ayni köyünde bir hafta da Basret köyünde ikamet ederdi. İhtiyarlayıp gidip gelemeyecek hale gelinceye kadar bu adetine devam etti. Bu sebeple o havalinin irşad işini Hâlid Zibârî’ye vermek istiyordu.

Pekçok müridinin de bulunduğu bu yolculukları sırasında, namaz vaktinde namaz kılmak ve istirahat için bir akarsuyun başında durdular. Bu sırada şeyhlerinin ve Peygamber efendimizin ruhaniyetinden yardım isteyerek talebesi Şeyh Hâlid Zibarî’nin kalb gözünün açılması ve halifelik teklifini kabul etmesi için dua etti. Şeyh Halid Zibari bu sırada bir ağaç altında bir müddet uyumuştu. Uyandığında yüzünde bir nur parlıyordu. Hocası onun güzel bir rüya gördüğünü anlayıp ne gördüğünü sordu. O da; “Rüyâmda Şeyh Hâlid Cezeri’yi gördüm. Bana hırka giydirdi kalb gözüm açıldı. Sizin emrinize uymamı, razı olmamı söyledi.” dedi.Sonra Basret köyüne gittiler. Orada kendi yerine Şeyh Hâlid Zibarî’yi halife tayin etti. İnsanlara İslamiyeti anlatmakla vazîfelendirdi. Bunun üzerine o da Basret köyüne yerleşti. İrşâdı o havâlide, Siirt ve Mardin çevresine kadar yayıldı.

Vefâtı yaklaşınca, evladlarına ve talebelerine yaptığı vasiyetinde Aynî köyünün batısındaki tepenin üzerine defnetmelerini söyledi. Kabri üzerine üstü açık, kubbesiz türbe yapmalarını ve kubbe yerine türbenin ortasına o bölgede meşhur olan bıtım ağacı dikmelerini söyledi. Vefatından sonra kabri üzerine yapılan türbenin üstünü de bir kubbe ile kapattılar. O gece köy halkı bir gürültü duydu. Sabahleyin yaptıkları kubbenin yıkıldığını gördüler.Tekrar ve daha sağlam bir şekilde yaptılar. Fakat gece şiddetli bir gürültü ile yine yıkıldı. Bunun üzerine vasiyetine uyarak kubbesiz bir türbe yaptılar, ortasına da bir bıtım ağacı diktiler. Bu ağaç büyüyüp türbenin üzerini kubbe gibi kapattı. Dalları türbenin duvarından taşmadan âdetâ çadır gibi türbeyi kapatmaktadır.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Kitâbu Ahvâl-üd-Dürriyye fî Silsilet-iz-Zibâriyye
[/toggle]

Şeyh Hamid-i Mardini (k.s.)

Mardin – Merkez’de

Şeyh Hamid-i Mardini, 1802 yılında Siirt’te doğdu. Aslen Kufe’den gelerek Önce Musul’a, daha sonra da Siirt’e yerleşmiş olan seyyid bir aileye mensuptur. Ailesi Siirt’te yaşarken Şeyh Halid-i Cezeri tarafından Mardin’in irşadı ile gorevlendirilmesi neticesinde yaklaşık kırk yıl bu şehir ve çevresinde görev yapması nedeniyle Şah-ı Mardin diye anılmaya başlanmıştır.

Seyyid nesep olan Şeyh Hamid-i Mardini, Siirt Ulu Camii vaizi ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın talebesi olan Abdullah Efendi’nin oğludur. Tahsiline babasının yanında başladıktan sonra Molla Halil-i Siirdi’nin yanında devam etti ve medrese icazeti aldı. Ardından Şam’da Şeyh Hasan el-Baytar, Medine’de Şeyh Yusuf es-Savi, Halep’de Şeyh Ebu’l-Vefa el-Halebi ve Şeyh Davud-i Bağdadi’den ders okudu. Medrese ilimlerini tamamladıktan sonra tasavvufi hayata yonelen

Şeyh Hamid-i Mardini, o donemde Guneydoğu’da daha yaygın olan ve babasının da muntesibi olduğu Kadiriyye tarikatına intisab etti. Sonra Şam’a giderek orada Şeyh Halid Nakşibendi’den ve dönüşte Şeyh Abdulkadir Bilvanisi’den Nakşbendiyye zikri dersleri de almıştır. 1833 yılında hac yolculuğu sırasında da Haleb’de Şeyh Halid-i Halebi’den Kadiri hilafeti aldı.

Şeyh Hamid-i Mardini’nin hayatına baktığımızda sürekli bir arayış içerisinde olduğunu görmekteyiz. Zamanı tam olarak belli olmamakla birlikte 1933 yılındaki hac ziyaretinden sonra Basret’e Şeyh Halid-i Cezeri’nin yanına gelerek seyr u suluka girdi ve Nakşbendiyye icazeti aldı. Seyr u sülukunu tamamladıktan sonra kendisine icazet verilerek Mardin ve çevresini irşad etmek ve tarikat hizmetlerini yaymak üzere görevlendirildi.

1844 yılında Mardin’e giden Şeyh Halid-i Mardini, kırk yıl kadar ilim ve irşad ile uğraştı ve 1882 yılında seksen yaşında Mardin’de vefat etti ve orada defnedildi.

Şeyh Hamid-i Mardini, değişik alanlarda bircok eser kalem almıştır.
Bunlardan bazısı şu şekildedir:
1. er-Risaletu’l-vehbiyye fi suneni’s-salavati’r-rubaiyye
2. Haşiyetu ala tefsiri Kadı Beydavi
3. Haşiye ala Nuhbetu’l-Fiker
4. Urcuzetu’t-tullab fi’z-zuruf ve’l-car ve’l-mecrur ve’l-i’rab
5. Fethu’l-Vehhab şerhu urcuzetu’t-tullab
6. Haşiyetu ala Fevaidi’d-Diyaiyye
7. er-Risaletu’z-zehebiyye fi akaidi ehli’s-sunneti ve cemaati’l-Muhammediyye[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Mevlana Halid-i Bağdadi’nin Halifelerinden Şeyh Halid-i Cezeri ve Basret Dergahı , İbrahim Baz , Tasavvuf Dergisi , 2013/2 s.139-167
[/toggle]

Şeyh Salih-i Sıpki (k.s.)

Şırnak – Cizre – Basret ( İnceler) köyünde (1992 yılında köy boşaltılmıştır)

Bitlis velilerinden. Aslen Bitlislidir. Doğum tarihi bilinmemektedir. 1852 (H.1269) senesinde Cizre’nin Buhtan Dağı köylerinden Basret’te vefât etti. Türbesi bu köydedir. Evliyanın büyüklerinden Şeyh Hâlid Ceziri‘nin sohbetinde kemale erdi. Bu hocasının ikamet ettiği Basret köyüne gidip ondan zahiri ve batıni ilimleri öğrenip hilâfetle şereflenerek icâzet aldı. Hocasının vasiyeti üzerine vefatından sonra Basret köyünde insanları irşâd ile meşgul oldu ve bölgenin halkını irşad etti.

Kerâmetleri pekçoktur. Cinler de onun sohbetinden istifade etmek için huzurunda toplanırdı. Buhtan emiri Bedir Hanın oğullarından biri ölmüştü. Talebelerinden bir kısmı ile birlikte Bedir Hana taziyeye gittiler. Talebeleri yolda, Emire; “Allah ecrini artırsın, sabır versin.” gibi şeyler söylenmesi için aralarında konuştular. Bedir Han onların geldiğini duyunca adamlarıyla birlikte karşılamaya çıktı. Şehir dışında karşılayıp Şeyh Salih Sıbki hazretlerinin elini öptü. Atının üzengisinden tutup arkasından yürüdü. Şehre girince oturdukları mecliste emirler, âlimler ve halk toplandı. Saygı ile huzurunda oturdular. Bedir Hana oğlunun vefâtından dolayı başın sağolsun derken Emire sanki bir talebesine hitap eder gibi; “Allah ecrini artırsın. Ey Emir! Oğlunun vefâtını duyunca çok sevindim! İnşâallah diğer oğullarının büyüğü, küçüğü de ölür! Yaşarlarsa senin gibi zâlim olurlar!” Bu sözleri söyleyince; meclisinde bulunanlar ve talebeleri Emir Bedir Hanın zâlim bir kimse olduğunu bildikleri için kızıp ona zarar vermesinden çok korktular. Emir çok kızmasına rağmen birşey diyemedi. Ancak kendi kendine, ben bu zâtı bir tecrübe edeyim. Eğer gerçekten velî bir zât ise ona talebe olurum. Öyle değilse şiddetli bir cezâ vereyim!” dedi.

Şeyh Sâlih Sıbki köyüne döndükten sonra, Emir, adamlarından birine helal malından kırk mecidiye para verdi. Bu paraların arasına da haram bir para karıştırdı. Eğer bu haram parayı ayırmadan hepsini alırsa o velî değildir, diyerek gönderdi. Emirin adamı Basret köyüne varıp paraları Şeyh Sâlih Sıbkî hazretlerine verip; “Bunlar size, Emir Bedir Hanın hediyesidir, diyerek kırk mecidiyeyi önüne koydu. Emirin helal paralar arasına karıştırdığı haram parayı göstererek; “Bunu emire götür. Bu para haramdır. Onun helal malından değildir!” diyerek gelen kimseye geri verdi. Emirin adamı gelip durumu anlatınca, Emir Bedir Han onun velî bir zât olduğunu anlayıp ona âşık oldu. Huzuruna gidip elini öptü ve sâdık talebelerinden olup, adil, tebeasını gözeten, haktan ayrılmayan bir emir oldu. O kadar âdil ve güzel ahlâklı bir emir oldu ki, adâleti ve güzel ahlâkı, âlimler ve halk arasında darb-ı mesel hâlini aldı.

Şeyh Sâlih Sıbkî hazretlerinin Şeyh Yahyâ isminde bir oğlu vardır. Halîfeleri Şeyh-ül-Hazîn lakabıyla meşhur Şeyh Muhammed Fersâfî, Şeyh Muhammed Aynî, Şeyh Muhammed Ahtabî’dir. Vefâtına yakın halîfelerinden Şeyh Muhammed Aynî’nin makamına geçip, Basret de kendine vekâlet etmesini vasiyet etti. Basret köyündeki türbesi ziyâret mahallidir. Türbesine ziyârete gelenlerden gereken edebi göstermeden içeri giren kimselerin, bir belâya tutulduğu halk arasında meşhurdur.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Kitâbu Ahvâl-üd-Dürriyye fî Silsilet-iz-Zibâriyye
[/toggle]