Ana Sayfa>(Sayfa 11)

Şeyh Takıyeddin Norşini (k.s.)

Bitlis – Güroymak  – Norşin ( Nurtepe) köyünde

Şeyh Takıyuddin Norşini hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Şeyh Takiyeddin Norşini hazretleri ; Şeyh Molla Fethullah’ın oğlu ve Şeyh Muhammed Dıyaeddin Hazret (k.s) torunudur. Doğum tarihi tam olarak bilinmiyor. Fakat Hazret (k.s)’in vefatında on iki yaşlarındaydı. İlk tevbesini Hazret (k.s)’den almıştır. Hazret (k.s) hayatta iken Hazret (k.s)’den, babası Şeyh Fethullah’dan ve ağabeyisi Molla Cemaleddin’den ders alırdı. İlk cuma Molla Fethullah, ikinci cuma Hazret (k.s), üçüncü cuma Molla Fethullah (k.s)’ın oğlu Molla Cemaleddin vefat etti. Bu üç Mübareğin de onbeş gün içerisinde vefat etmelerinden sonra Seyda ailesinin bütün çocukları yetim kaldılar. Fakat Hazret (k.s) onlara büyük bir miras birakmıştı.

Bu miras ;
16 halife ve sayısı belli olmayan çoklukta ki alimlerdi.
Bu halife ve ulemalar Seyda ailesinin çocuklarına sahib çıktıkları gibi, müritlerede manevi destek veriyorlardı. Hazret (k.s)’in vefatından sonra amcası sayılan Şeyh Masum onlara dediki ;
– ” Yeterki okuyun sizden hiç bir iş yada çalışma istemiyorum.”
Onlarda hiç zamanlarını boşa harcamadan okudular. Akabinde her biri birer büyük alimler oldular. Bunlar ;
1- Şeyh Takiyeddin (k.s)
2- Şeyh Taha (k.s) – Şehid Şeyh Muhammed Said (k.s)’in oğlu.
3- Şeyh Maşuk (k.s)- Şeyh Masum (k.s)’un oğlu.
4- Şeyh Nasır (k.s) – Şeyh Molla Fethullah (k.s)’ın oğlu.
Bu Mübarekler, tasavvuf derslerini Mele-i Mezin Şeyh Muhammed Emin (k.s) yanında çalışıyorlardı. Şeyh Takiyeddin (k.s) ilminin büyük bölümünü Seyda Şeyh Muhammed Baki (k.s) yanında okudu ve ondan ilmi icazet aldı.

Hazret’in k.s vefatından sonra Norşinde irşad faaliyetlerini devam ettiren Şeyh Muhammed Emin Kursinci Mele-i Mezin (k.s)’in vefatından sonra, Şeyh Alaeddin Verkanisi’nin (k.s) yanında tasavuf derslerine devam etti. Onaltı seneye yakın bir zamana kadar, Şeyh Alaeddin (k.s)’in yanında süluk’a devam etti. Bütün kış boyunca Oğin’de kaldı. Şeyhan ve Balekan’lılar gelip onu Norşin’den Oğin’e götürürledi. Arada bir Şeyh Alaaddin (k.s)’den izin alıp onu köyüne götürürlerdi. Bazen Şeyh Alaaddin (k.s) ona bir kaç gün izin verirdi. Şeyhan ve Balekan’lılar gelip onu tekrar Oğin’e geri götürürlerdi. Onaltı seneye yakın böyle devam etti.
Şeyh Alaaddin (k.s)’in vefatından önce. Şeyh Alaaddin (k.s)’in zevcesi ;
– ” Sen niye Şeyh Takiyeddin (k.s)’e hilafet vermıyorsun ? O uzun zamandır burda Seyda ailesinin ona ihtiyaçları var.”
Şeyh Alaaddin (k.s)’ şöyle cevap verir ;
– ” Evet doğru. Uzun zamandır burada süluk yapıyor. O şimdi ki şeyhlerden çok daha iyi yetişmiş bir durumdadır. Ben istiyorum ki Seyda-i Taği (k.s) ve Hazret (k.s) gibi olsun. Bu sebeb ile kendisini bekletiyorum.”
Şeyh Alaaddin (k.s)’in ömru ona hilafet vermeye yetmedi. Ölüm şerbetini içti. (Hakk’a kavuştu) Şeyh Alaaddin (k.s)’in vefatından sonra. Şeyh Alaaddin (k.s)’in oğulları Şeyh Mazhar (k.s), Şeyh Halid (k.s) ve Şeyh Asım (k.s)’a ;
– ” Sizler nereye gidersenız, ben de oraya giderım. ” Diyerek onlara bağlılığını gösterdi.
Bunlar büyük ve olgun bir grup idiler. Hazret (k.s)in işaretlerini araştırdılar. Hazret (k.s)’in şeyh Alaaddin (k.s)’e ;
– ” Sen büyük emek vereceksin. ”
Şeyh Mahmud-i Karaköy (k.s)’e ;
– ” Sonu sende olacak.” Sözünden yola çıkarak, hep beraber Şeyh Mahmud-i karaköy (k.s)’e gittiler.

Şeyh Alaaddin (k.s)’in üç oğlu, Şeyh Takiyeddin (k.s), Şeyh Cüneyd (k.s) (Şeyh Mahmud-i Zokaydinin k.s oğlu) ve beraberlerinde çok sayıda alimlerle birlikte yola çıkarak Suriye – Haseki’ye bağli Tililon köyüne gittiler.
Şeyh Mahmud (k.s) Şeyh Alaaddin (k.s)’in taziyesini yapar.
– ” Keşke ben ondan üç sene önce vefat etseydim.” Der.
(burada ilk kerametini gosterir. Gerçekten Şeyh Mahmud (k.s) Şeyh Alaadin (k.s)’den üç sene sonra vefat eder) Bu Alimler tekrar Şeyh Alaaddin (k.s)’in yanında seyri sulükleri kaldıkları yerden Şeyh Mahmud’un (k.s) yanında amele başlarlar.
Şeyh Mahmud (k.s) onların herşeylerinin tamamlandıklarını görür. Aynı sene Şeyh Asım (k.s)’ın dışında, Onların hepsine hilafet verir.
Önce Şeyh Takiyeddin (k.s)’e hilafet verir.
Bunun üzerine biri sorar ;
– ” Kurban Şeyh Takiyeddin (k.s)’e Hazret (k.s)’in torunu olduğu içinmi önce ona halifelik verdin ? Yoksa onu kamil mi gördün?
Şeyh Mahmud (k.s) ;
– ” Vallahi onu çok kamil gördüğüm için verdim. Zaten Şeyh Alaaddin (k.s), bana şefkat gostermiş. Herşeylerini tamamlamıştı. Sadece beni bu hayırdan mahrum birakmamak için onu bana verdi.”
Şeyh Asım rivayet ediyor ;
– ” Şeyh Takiyeddin letaifleri o kadar çok zikir yapıyordu ki, uykusu hiç gelmiyordu. Çok büyük bir alim olarak yetişti.”
O kış mevsimini Tililon’da geçirdikten sonra Şeyh Mahmud (k.s) ;
– ” Git irşad et.”dedi.

Norşin bölgesi susamış uzun zamandır onu bekliyorlardı. Döner dönmez irşada başladı. İlk tevecühünü Xask köyünde yaptı. (Norşine yakın bir köy) Sonra köy köy dolaştı. Tarikat verdi, teveccüh yaptı. Bütün kış köylerde irşat yapıyordu. Bu bölgeler de tarikat almayan çok az kişi kaldı. Aynı zaman da talebelere de ders veriyordu. Norşin medresesinde, Onun derslerinin bereketli olduğu çok meşhurdu. Herkes onun yanın da okumak ve onun talebesi olmak istiyordu. Talebeler ;
– ” Bir ders bile bizim için çok onemli ” Derlerdi.

O donemde yetişen büyük ulemalar onun talebesiydi. (Molla Sadreddin Yüksel gibi zatlar.) Onun Özelliklerini gören herkes onu çok severdi. Birde onun mutevaziliği meşhurdu. Şeyh Abdulğani El-Haznevi’nin de (k.s) kayınpederidir. Şeyh Takiyeddin (k.s)’in vefat tarihi ; 6 Haziran 1967

ŞEYH TAKİYEDDİN (K.S)’E DAİR MENKIBELER
Şeyh Takyedin (k.s) küçükken, Hazret (k.s)’in odasında uyurdu. Kendileri Hazret (k.s)’den şöyle bahis ederlerdi.
– ” Birgün. Ben daha küçüktüm. Hazret (k.s) ;
fecir vaktinden önce teheccüt namazı kıldıktan sonra. Yüce Allah (c.c)’a haykırışla yalvardı. Fakat nasıl yalvarıyor. O sırada hanımı namazı bitirirken sonra, hanımının paçasını tutup, yüce Allah (c.c)’a şöyle yalvardı.
” Ey Allah (c.c)’ım bilirsin.”
Bir kişi bir kişiye karşı suç işlediği zaman. Hanımıyla o kişinin evine gider.
” Namusumla beraber sana geldım. Bunun hatırı için beni af et. ” Derdi.
O kişi de ne kadar suçlu olsa dahi. Hanımıyla kendini o kişiye teslim etmesi o kişinin af edilmesine sebep oluyordu. Ve hazret şoyle devam etti.
” Ey Allah (c.c)’ım ben namusumla kendimi sana attım. Beni af et.”
Şeyh Takiyeddin (k.s) diyor ;
” Ben on yaşindaydım. Hazret (k.s)’in bu haykirişi sonrası, birden şiddetli deprem gibi bir şey hissetım. Sanki arş yere inecek. Ben çok korktum, yatakların bulunduğu yere saklandım. Sessizlik olunca. Hazret (k.s)’in hanımı ;
” Oğlum nerde ? Onu korkuttun.”
Beni aramaya başladılar. O zaman ben yatakların bulunduğu yerden çiktım.”
” Ben Hazret (k.s)’in bu haykırışından göklerin titrediğini fark ettim. ”
Şeyh Takiyeddin (k.s) 1968 yılında vefat etmiştir. Kabri Norşinde markad’ta Seyda ailesi kabristanlığındadır.

ŞEYH TAKİYEDDİN (K.S)’İN HALİFELERİ
1- Şeyh Asım (k.s) – Şeyh Alaaddin (k.s)’in oğlu.
2- Şeyh Molla Muhammed Çılğori (k.s) – Balekan’lı.
3- Şeyh Molla Abdulbari Ğavaşi (k.s)
4- Şeyh Molla Tayfur Diyarbekri (k.s)

[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”] https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=1596068340459609&id=815355828530868
[/toggle]

Şeyh Seyyid Muhammed Nurani Erol (k.s.)

Siirt – Baykan – Zokamir Köyü (Eğridere köyü)

Şeyh Seyyid Muhammed Nurani  hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Muhammed Nurani Erol, babası Abdulhakim Bilvanisi’nin görev yaptığı Siyanis (Gümüşkaş) köyünde doğmuştur. Tahsiline babasının yanında başlamış ancak babasının Şeyh Ahmed Haznevi’nin yanına gittiği dönemlerde onun talebesi Molla Osman’ın yanında devam etmiştir. Tasavvufi eğitimine de babasının halifesi Şeyh Ali Arınci’nin yanında başlamıştır.

1981 yılında hilafet aldıktan sonra Van’ın Çaldıran ilçesinin Soğuksu köyünde görev yapmaya başlamış, 1984 yılında şeyhinin vefatından sonra Veysel Karani beldesine yakın Zokamir köyüne taşınarak tedris ve irşad hizmetlerini burada yürütmeye başlamıştır. Bu dönemde yaz aylarında
Soğuksu ve çevresindeki köylerde irşad faaliyetleri yürütmüştür. 1984 yılından sonra bölgede yaşanan sosyal olaylardan rahatsız olması ve çevresinde bulunan bazılarının, yaşanan olaylarla ilgili nasihatlerini dinlememesi üzerine Zokamir’den ayrılmaya karar vermiştir.

Şeyhi Ali Arınci’nin oğlu Hikmet Efendi; Zokamir köyüne giderek köyden ayrılmamasını yahut Arınc (Tılfakir) köyüne gelerek kendileriyle beraber kalmasını rica etmişse de Muhammed Nurani Erol Efendi, kararında ısrar etmiştir. Bu dönemde İzmit’teki muridlerinin daveti üzerine 1992 yılında bu ile bağlı Doğantepe köyünde bir külliye inşa ederek irşad hizmetlerini yürütmeye başlamıştır. Şartların musait olduğu dönemlerde Zokamir köyüne sık sık ziyaretlerde bulunmuş ve nihayet olayların azalması üzerine tekrar bu köye dönmüştür.

Muhammed Nurani Erol Efendi, 2002 yılında bu köyde vefat etmiştir. Kabri bu koydedir. Şeyh Ali Arınci’nin oğulları Hikmet ve Fadli, babalarının tek halifesi Muhammed Nurani Erol’dan tasavvufi hilafet almışlardır. Günümüzde Zokamir köyünde Muhammed Nurani Erol’un oğlu Hikmetullah irşad hizmetlerini yurutmektedir.

Şeyh Ali Arınci ve Arınç/Tılfakir Dergahı , İbrahim Baz , Şırnak Ünicersitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi , 2016/2 yıl 7 Cilt :VII
[/toggle]

Şeyh Ali Arınci (k.s.)

Siirt – Baykan – Arınç Köyü (Çamtaşı köyü)

Şeyh Ali Arınci hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Siirt bölgesinde son dönemde yaşamış önemli alim ve ariflerinden biri olan Şeyh Ali Arınci, 1916 yılında Siirt’in Baykan ilçesinin Arınç köyünde doğmuştur. Babasının adı Molla Ömer, annesinin adı Halime Hatun’dur. Babası Molla Ömer Efendi, Norşin Dergahı şeyhlerinden Muhammed Ziyauddin’in (o. 1924) dervişlerindendi.

Şeyh Ali Arınci, tahsil hayatına Kur’an dersiyle birlikte babasının yanında başlamıştır. Bir süre sonra yine Arınc köyünden Şeyh Ahmed Haznevi’nin halifelerinden Molla Muhammed Reşid’in (ö. 1977) yanında medrese tahsilini sürdürmüştür. Bunun haricinde Molla Şefik, Molla İbrahim ve Şeyh Muhammed Arbovi gibi alimlerden de ders almıştır. Ozellikle Şeyh Muhammed Arbovi’nin yanında uzun süre okumuştur. Bu tahsil hayatından sonra ilk olarak bir süre Arınç köyüne 3 km. mesafede bulunan Millo (Günbuldu) köyüne geçerek fahri imamlık yapmış ve orada köyün çocuklarına medrese usulüne göre ders vermiştir. Millo köyünde yaklaşık 3 yıl gorev yaptıktan sonra Bitlis’e bağlı Kermate (Alanici) köyünde imamlık yapmaya başlamıştır.

Şeyh Ali Arınci, Kermate köyünde görev yaptığı yıllarda Şeyh Abdulhakim Bilvanisi ile tanışmış ve onun yanında medrese derslerini tamamlamıştır. Bu yıllarda Abdulhakim Bilvanisi, Şeyhi Ahmed Haznevi’yi ziyaret etmek icin Kamışlı yakınlarında bulunan Hazne’ye giderken Ali Arınci’ye beraber gitmeyi ve ona intisab etmesini teklif etmiştir. Ali Arınci, bu ziyaret icin imkanı olmadığını belirtmiş ve “Selamlarımızı iletin eğer beni müridliğe kabul ederse ben zaten kabul ediyorum” demiştir. Böyle bir uygulamanın olmadığını söyleyen Abdulhakim Bilvanisi, Hazne’ye gitmiş ve ziyaretini yapmıştır. Rivayete göre döneceği zaman Şeyh Ahmed Haznevi, Abdulhakim Bilvanisi’ye “Molla Ali sana bir şey söylemedi mi?” diye sorduğunda, o da aralarında geçen konuşmayı anlatmıştır. Bunun uzerine Şeyh Ahmed Haznevi, “Ben onu müridliğe kabul ettim” demiştir. Abdulhakim Bilvanisi, döndükten sonra bu olayı Ali Arınci’ye anlatmıştır.

1950 yılında Şeyh Ahmed Haznevi’nin vefatı uzerine aynı yıl 33 veya 34 yaşında iken Abdulhakim Bilvanisi’ye intisap etmiştir. Bu sürede zaman zaman Bilvanis köyüne gitmiş ve orada belli süre kalmıştır. Sekiz yıl süren seyr u suluktan sonra 1958 yılında Abduhakim Bilvanisi kendisine hilafet vermiştir. Abdulhakim Bilvanisi, halifesi Ali Arınci’yi önce Van bölgesinde irşad faaliyetleri yürütmekle görevlendirmiştir. O da ozellikle bahar mevsiminden sonra Van’ın ilçelerinde ve köylerinde yanında bulunan muridleriyle birlikte aylarca dolaşarak kendisine verilen görevi yerine getirmiştir.

Şeyh Ali Arınci, 1954 yılında şeyhi Abdulhakim Bilvanisi’nin ve bazı muridlerinin de bulunduğu kalabalık bir grup ile İskenderun’dan Cidde’ye deniz yoluyla giderek Hac vazifesini ifa etmiştir. Şeyhinin vefatına kadar yalnız onun verdiği vazifeleri yaptırmıştır. 25 Mayıs 1972 tarihinde şeyhinin vefatından sonra, 1974 yılında Millo yakınlarındaki Tılfakir mevkiindeki araziyi satın alarak buraya kerpiçten bir mescid, medrese ve dergah yaptırmıştır. Ardından doğu istikametinde ailesinin kalacağı bir ev ile dergaha gelenlerin kalacağı misafirhaneler eklemiştir. Şeyh Ali Arınci vefatına kadar on yıl bu dergahta irşad faaliyetlerini sürdürmüştür. Günümüzde medrese ve dergah daha da genişlemiş durumdadır. Dergah gunumuzde faal durumdadır ve her gün ikindi namazından sonra toplu olarak hatme-i hacegan yapılmaktadır. Büyük şehirlerde ise genellikle hafta içi iki gun yatsı namazından sonra, cumartesi gunleri ise ikindi namazından sonra hatme-i hacegan yapılmaktadır.

Şeyh Ali Arınci, medreseden mezun ederek cok sayıda talebeye icazet vermiştir. Çok sayıda muridi olmasına ve seyr u suluklarını tamamlamalarına rağmen yalnız bir kişiye hilafet vermiştir. O da kendi şeyhi Abdulhakim Bilvanisi’nin büyük oğlu Muhammed Nurani Erol’dur. .

Şeyh Ali Arınci, 24 Temmuz 1984 tarihinde, 68 yaşında Diyarbakır’da tedavi gördükten sonra Siirt’e dönüşünde yolda vefat etmiştir. Kabri şerifi Arınç köyünde, Tılfakir denilen mevkidedir. Talebesi M. Akif İnan, şeyhinin vefatı üzerine 1984 yılında yazdığı Arzıhal isimli bir şiirde kendi halini şöyle dile getirir ;
Sen öte bahçede açalı gülüm
Bütün bülbülleri yandı içimin

Dağıldı eczası sesin ahengin
Güzelin lezzetin rengin biçimin

Öpüp kokladığım ellerin gülüm
Hayat ırmağıydı fidanlarıma

Açardı yolumu anahtar sesin
Gözlerin guneşti zamanlarıma

Bir yetim çocuktur günlerim gülüm
Seslerim kırıktır yatağım zindan

Ne olursun tez elden beni de çağır
Al götür yanına sevdiğim aman

[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”] Şeyh Ali Arınci ve Arınç/Tılfakir Dergahı , İbrahim Baz , Şırnak Ünicersitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi , 2016/2 yıl 7 Cilt :VII
[/toggle]

Seyyid Bilal Türbesi

Batman – Gerçüş – Becirman (Vergili) köyü

Seyit Bilal Türbesi; kare planlı üst örtüsü ise büyük bir ana kubbe ve bu kubbenin etrafında şekillenen 10 adet küçük kubbeden oluşmaktadır. Türbenin güneyinde ve doğusunda olmak üzere iki adet girişi mevcuttur. Bu girişler dikdörtgen formlu olup güneydeki giriş erkekler, doğudaki giriş ise kadınlar için yapılmıştır. Erkeklerin girişi sundurmalıdır. Türbede 8 adet dikdörtgen formlu pencere açıklığı bulunmaktadır. Ana kubbenin dört yönünde dikdörtgen formlu aydınlatma penceresine yer verilmiştir. Türbenin içinde Seyid Bilal ve köylülerin mezarları bulunmaktadır. Yapı sonradan geçirdiği yenileme ile orijinal özelliğini kaybetmiştir.

Şeyh Sevinç Türbesi

Batman – Hasankeyf – Uzundere köyü kale arkasında.

Hasankeyf Uzundere bölgesi kale arkası. Sevgi vadisinde büyük bir Ermiş. Şeyx Sevinç iki büyük kayalık arasında mütevazi bir türbe. Perşembe ve cuma günleri su ile dolan bir kuyu. İnsanların manevi bir huzur bulduğu Allah dostu bir evliya.

Şeyh Halil Becirmani (k.s.)

Mardin – Dargeçit – Deywan köyü (Sümer)

Seyda Halil Becirmani hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Şeyh Halil Becirmani hazretleri’nin oğlu Şeyh M. Beşir Aksoy’un anlatımı ile Şeyh Halil Becirmani hazretlerinin hayatı ;

Babam Şeyh Halil, Batman’a bağlı olan Bilaxşe Köyünde dünyaya geldi. Biz aslen Bêcirman’lıyız. Bu köy seyyidlerin yaşadığı en meşhur köylerdendir. Bu köye ilk gelen dedemiz Seyyid Bilal’dır. Seyyid Bilal, Moğollar tarafından Abbasî Halifeliğinin yıkıldığı dönemde, takriben Miladi 1258 tarihinde İslam âlemindeki çalkantıdan dolayı Bağdat’tan hicret edip Bêcirman Köyüne yerleşmiştir. Cizre, Mardin, Siirt ve civarındaki birçok seyyidin soyu Seyyid Bilal vasıtasıyla Hz. Resulullah’a dayanır. Bunun dışında Arnas Seyyidleri gibi birkaç seyyid ailesi daha vardır. Fakat bunlar içerisinde Seyyid Bilal’ın soyundan gelen Bêcirman (Kürtçe “vergisiz” anlamına gelmektedir. Cumhuriyetten sonra köyün adı “vergili” olarak değiştirilmiştir.) seyyidleri bölgede daha yaygındırlar.

Seydayê Şeyh Halil, 1916 yılında Gerçüş’ün Bilaxşe Köyünde doğmuş, ilk olarak babası Şeyh İbrahim’in yanında ilim tahsiline başlamıştır. Dedem Şeyh İbrahim bölgenin tanınan bir âlimiydi. Fıkıh ve astronomi alanındaki ilmi çok meşhurdu. Bunun yanında diğer ilimlere de ciddi vukufiyeti vardı. Şeyh Ahmed Haznevi, Şeyh İbrahim’in yanında uzun bir müddet ilim tahsil etmişti.

Rahmetli babam Şeyh Halil, “Kavli Ahmed” isimli kitaba kadar dedemin yanında okumuştur. 18 yaşlarındayken dedem vefat etmiş, bu sıralar Serdêf Köyünde imamlık yapmaya başlamış, Cizreli Şeyh Seyda, bu köyü ziyaret ederken babamla tanışmış, babamın Şeyh İbrahim’in oğlu olduğunu öğrenip onun kişiliğini beğenmiş ve Cizre’ye gelip ilim tahsilini tamamlamasını istemiştir. O sıralar evli ve çocuk sahibi olan babam Şeyh Halil, Cizre’ye gitmiş ve burada ilim tahsilini tamamlamıştır. Oradayken Şeyh Seyda, Molla Abdullah, Molla Süleyman ve Cizre müftüsü Molla Mahmud gibi âlimlerden dersler almış ve Şeyh Seyda’dan icazetini almıştır. Şeyh Seyda, Şeyh Halil’e ilim icazeti verdikten bir sene sonra 1953 yılında ona tasavvuf icazetini de vermiştir. Şeyh Halil burada ilmini ikmal ettikten sonra tekrar Serdêf Köyüne dönmüş, kısa bir müddet sonra da Dargeçit’e bağlı Dêyvan (şimdiki adıyla Sümer beldesi) Köyüne yerleşmiştir.

Şeyh Halil Dêyvan Köyüne yerleştikten sonra bir cami, yanına da medrese inşa ettirmiş, bir yandan camide halka vaaz ve nasihat vermekle meşgul olurken diğer yandan medresede talebe yetiştirmiştir. İslami ilimlere vukufiyeti ve Şeyh Seyda’nın halifesi olması hasebiyle kısa zamanda etrafı insanlarla dolmuş, medresesi ilim talebelerinin rağbet ettiği mekân haline gelmiştir. Bölgedeki insanların bir sıkıntısı olduğunda Şeyh Halil’e müracaat ederler, Şeyh Halil onların sıkıntıları ile ilgilenir, çözüm bulmaya çalışırdı. Aşiretler arası yaptığı sulhlar çok meşhurdu. Birçok kere iki kabile arasında bir öldürme vakası olduğunda daha ölünün cenazesi defnedilmeden Şeyh Halil iki kabileyi barıştırmıştı. Şeyh Halil’in güzel bir ikna kabiliyeti ve hoş sohbeti vardı. Dolayısıyla halkı çabuk etkilerdi. Onun yaptığı bu sulhlar daha sonra bölgenin her tarafına yayılmış, Ğarzan, Botan, Serhad bölgelerinden aşiretler sulh için babamın yanına gelmeye başlamıştı.

Şeyh Halil’in cömertliği de meşhur idi. “Tor” diye isimlendirilen o bölgede Şeyh Halil’in evinde yemek yemeyen insan hemen hemen yok idi. Hatta Batman, Cizre, Siirt, Bitlis gibi yerlerden ilimle uğraşan müderrisler, tasavvuf şeyhleri, köy ve şehirlerde yaşayan insanlar sık sık babamın ziyaretine gelirler, onun yemeğini yerler, sohbetinde bulunurlardı. Divanı her zaman insanlarla doluydu. “Şeyh Halil’in hem sohbeti hoş, hem de yemekleri hoştur.” sözü halkın dilinde dolaşırdı. Şeyh Halil’in yaşadığı bölge, toplumsal sorunların çok yaşandığı bir yer idi. Seyda, sohbetlerinde, sulh yapmak için gittiği köylerde halkı sükûnete davet ediyor, onlara İslami yaşantının güzelliğini anlatıyor, çalışmalarının etkisi, toplumda herkes tarafından hissediliyordu. Onun yaptığı bu faaliyetler Midyat’taki kilise papazları tarafından dahi çoğu zaman takdir edilmişti. Çünkü onlar da halk arasındaki bu sorunlardan zarar görüyorlardı. Hatta Seyda vefat ettiğinde taziyesine çevredeki Süryaniler ve Papazlar da gelmişlerdi.

Seyda, halkın sorunları ile ilgilenip irşad çalışmalarında bulunmaktan dolayı çok istediği halde kitap telifi yapamamıştı. Medresesindeki ilim tahsiliyle de son zamanlar ilgilenememiş bütün zamanını halkın sorunlarıyla ilgilenip, irşad faaliyetlerine ayırmış, İslam davetçisi olarak hayatı sürdürmüştü. Ağrılı Şeyh Muhammed, Şeyh Reşidê Mivêlê, Molla Muhammedê Bêcirmanî (Molla Mizgin) gibi birçok âlim Şeyh Halil’in yanında yetişmişti.

Şeyh Halil ve onun zamanındaki diğer âlimler hem ilimlerinin hem de tasavvufun hakkını verirlerdi. Bundan 30–40 yıl önceki bölge âlimleri, İslami ilimlerde şimdiki mollalardan çok daha ileri seviyelerdeydiler. Yine tasavvuf şeyhlerinin zahidane yaşantıları vardı. Hilafet vermek istediklerinde ilmi ve takvası yerinde olan kimselere hilafet verirlerdi. Daha sonra bazı şeyhler vefat ettiklerinde hilafet almadıkları halde oğulları onların yerine geçtiler. Yine eski âlimlerin maddi yönden ciddi varlıkları yoktu. Mesela babam o kadar meşhur olmasına rağmen bir arabası dahi yoktu. Tasavvufun aslı budur. Eski âlimler tasavvuf ile nefislerini terbiye eder, dünya malından uzaklaşırlar, Allah’a ibadet etmeye yönelip divanlarında halkın sorunları ile ilgilenirlerdi. Ama daha sonra bu tasavvufi yaşantı da bir şekilde değişime uğradı. Şeyh Seyda, Üstad Bediüzzaman’ın Urfa’ya geldiğini öğrenince yaşlılığına rağmen Üstad’ı ziyaret etmek için halife, talebe ve müridlerinden oluşan kalabalık bir kafileyle Urfa’ya doğru yola çıkar. Midyat’a ulaştıklarında Üstad’ın vefat haberini alırlar. Bunun üzerine Şeyh Seyda burada gıyabi cenaze namazı kıldırır. Ve Şeyh Halil’in evine misafir olur. Cuma namazını ise Şeyh Seyda çok yaşlı olduğu için kıldıramaz, Şeyh Halil o kalabalığa Cuma namazını kıldırır. Babam Üstad’ı çok sever, kütüphanesinde risaleleri bulundurur, zaman zaman onları mütalaa ederdi. Seyda’nın tasavvufi yaşantısı birebir Kur’an ve Hadis ile örtüşüyordu. O, İzz Bin Abdusselam, İmam-ı Suyuti, İbni Hacer-i Askalani gibi âlimlerin yaşadığı tasavvufu benimsiyor ve tasavvufi yaşantının Kur’an, Sünnet ve bu âlimlerin görüşlerine uygun olmasını istiyordu. Seyda vefatından önce birtakım âlimlere tasavvuf hilafeti de vermiştir.

2002 yılının Şubat ayında Seyda, Camide Cuma namazını kıldırmış, kısa bir süre sonra da vefat etmişti. Seyda’nın cenaze namazı on binlerce insanın katılımıyla kılınmış, naaşı Dêyvan Köyüne defnedilmişti. Seyda vefat ettiğinde Dargeçit, Midyat, Batman ve çevre ilçelerdeki birçok dükkân kapatılmış, yurtdışından ve yurtiçinden binlerce kişi cenaze namazına iştirak etmişti. Cenaze namazına katılanlar şimdiye kadar öyle bir kalabalığı hiç görmediklerini söylemekteydi. Allah rahmetini esirgemesin.

Şeyh Fahreddin Arnasi (k.s.)

 

Batman – Korik köyündeki aile kabristanında

 

Şeyh Fahreddin Arnasi hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Şeyh Muhammed Saîd Seydâ el-Cezerî’nin ilmî yetkinliğini takdir ettiği en önde gelen halîfelerinden biridir. Fahreddin Arnâsi, 1910 yı-lında Midyat’a bağlı Arnas (Bağlarbaşı) köyünde doğdu. Seyyid nesep olan Şeyh Fahreddin, 14 yaşında medrese tahsilini tamamlamak üzere Batman’a gitti. Tahsilini bölgenin büyük üstadlarından kabul edilen, aynı zamanda tasavvufî yönü de bulunan Silvan’lı Molla Hüseyin Kiçik’in talebesi olan ve Beşirî’nin Tilmiz köyünde müderrislik yapan Molla Hasan Tilmizî’nin yanında tamamladı ve ondan icazet aldı.

Batman Ulu Camii imamlığı sırasında yaptığı etkili vaazlarla bölge halkının teveccühünü kazanan Şeyh Fahreddin, bu sıralarda manevî açlık hisseder ve Cizreli Şeyh Seydâ’nın yanına giderek 40 yaşlarında ona intisab eder. Seyr-i sülûkunu tamamladıktan sonra 1955 yılında kendisine halifelikle birlikte ilmî icazet de aldı.

“Şeyh Fahreddin-i Batmani” olarak şöhret oldu. Yazdığı fetvaların sonunda “El-Miskin Fahruddin” mahlasını kullandı. Şeyh Fahreddin, 62 yaşında iken 1 Şubat 1972 tarihinde vefat etti ve annesinin de metfun bulunduğu Batman yakınlarındaki Korik köyünde defnedildi.

Şeyh Fahreddin, özelllikle fıkıh ilminde otorite kabul edilmiştir. Şeyh Seydâ onun için “Eğer fetvayı Şeyh Fahreddin verdiyse kaynağına bakmanız gerekmez.” diyerek onun ilmine güvenini ortaya koymuştur. Yüzlerce talebe yetiştiren Şeyh Fahreddin, şeyhinin isteği üzerine kendi çocuklarına da özel ders vermiştir. Hatta kendisinden sonra postnişîn olan Şeyh Nurullah Seydâ ilmî icazeti ondan almış, halen bu hizmeti yürüten Şeyh Ömer Faruk Seydâ ile kardeşi Şeyh Bâki Seydâ ondan ders okumuşlardır. Ayrıca Prof. Dr. Kerim Ünalan, Prof. Dr. Halil Çiçek, Prof. Dr. Abdülaziz Beki ve Yrd. Doç. Dr. Nusrettin Bolelli başta olmak çok sayıda akademisyenin, il müftüsünün, imamın hocasıdır. Damadı Midyat’lı Molla Muhammed Beşir Aksoy ile Molla Şefik Aksoy da talebeleri arasında yer almaktadır.

Velûd bir yazar olan Şeyh Fahreddin’in başlıca eserleri şunlardır:
1- Cuma Gunu ve Cuma Namazı
2- Keşfu’l-Ğıta Haşiyetu İmtihani’l-Ezkiya
3- Durretu’s-Sadef fi Beyani Asnafi’l-Harf,
4- et-Tarsif fi İlmi’t-Tasrif
5- el-İstinare fi İlmi’l-İstiare
6- Isağuci fi’l-Mantık, Risaletu’l-vad’
7- el-İ’tisam Haşiyetu Şerhi’lİsam Ale’l-Ferideti fi’l-Beyan
8- Miftahu’l-Cenne fi Ezkari’l-Kitabi ve’s-Sunne
9- Zu’l-Fikaru’l-Hayderi fi’d-difai ani’ş-Şeyh Seyda el-Cezeri,
10-El-Kavlu’s-Sedid
11- fi Beyani Hukmi’s-Saydi Bi’l-Bundukati’l- Muttehazeti Mine’l-Hadid

<p>

Kaynaklar
Güneydoğuda Bir İrfan Merkezi : Serdahl Tekkesi ve Külliyesi , İbrahim Baz , Şırnak Üniversitesi İlahiyat fakültesi Dergisi 2011/2 yıl :2 cilt:II sayı :2
</p>

 

 

Seyda Seyyid Ali Fındıki (k.s.)

Şırnak – Cizre’de Şeyh Seyda camii yakınındaki aile  kabristanında.Şeyh Seyda Muhammed Said Hazretlerinin yanında

Seyda Seyyid Ali Fındıki hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Seyda Seyyid Ali Fındıki h. 1309/m. 1892 senesinde Siirt’e bağlı Eruh İlçesi’nin eskiden nahiye olan şimdi ise köy statüsünde bulunan Fındık’ta dünyaya gelmiştir. Günümüzde bu yer Şırnak’ın Güçlükonak İlçesi’nin bir köyüdür. Babası, Seyyid Süleyman (ö. 1374/1955), annesi Mirârî Hanım’dır. Fındıkî beş çocuğu olan bu ailenin ikinci oğludur. Ali Fındıkî’nin ismi Ali’dir. Fındık Köyü’nde dünyaya geldiği için Fındıki lakabıyla da meşhur olmuştur. Nesebî Hz. Hasan vasıtasıyla Peygamber Efendimize ulaştığı için Seyyid lakabını almıştır. Medrese eğitimini bitirdikten sonra medrese usulü ile talebe yetiştirdiği için kendisine Seyda denmiştir.

Seyyid Ali Fındıkî’nin Seyyidlik şeceresi şöyledir:
Seyyid Ali Fındıkî (ö. 1308/1891),
Seyyid Süleyman (ö. 1374/1955),
Seyyid İbrahim,
Siirt’li Seyyid Ömer,
Seyyid Mele Hasan el- Hatip,
Erzenli Seyyid İbrahim,
Seyyid Ömer,
Seyyid Ali,
Seyyid Ahmed,
Cunili Seyyid Hasan,
Şeyh Muhammed,
Şeyh Kemalüddîn,
Şeyh Hasan,
Şeyh Ahmet,
Şeyh Muhammed,
Şeyh Elemüddîn,
Şeyh İzüddîn,
Şeyh Siracüddîn,
Şeyh Necmüddîn,
Şeyh Şemsüddîn,
Şeyh Nasrüddîn,
Şeyh Şahabbuddin,
Şeyh Salih Zeynelabidîn,
Şeyh Ferecullah,
Şeyh Nasrullah,
Şeyh Abdullah,
Şeyh Tacüddîn Ali,
Şeyh İmamüddîn Hasan,
Şeyh İshak,
Fadıl ve Kâmil Şeyh İbrahim,
Şeyh Abdulkâdir Geylânî (ö. 470/1077),
Ebu Salih Seyyid Musa Cengi Dust,
Musa,
Ceylili Seyyid Abdullah,
Zâhid Seyyid Yahya,
Muhammed, Davud,
İkinci Musa,
İkinci Abdullah,
Cunli Musa,
Abdullah el-Mehd,
İkinci Hasan,
Hz. Hasan (ö. 49/669),
Hz. Ali (ö. 40/661)

 

Seyyid Ali Fındiki meşhur bir âlim ve babası tarafından akrabası olan Şeyh Hasan’ın yanında bir süre ders okumuş, ondan ilmi icâzet almıştır. Daha sonra da hocasının kızı Rahime Hanım ile evlenerek hocasına damat olmuştur. Ali ve Rahime Hanım’ın evliliğinden üç erkek ve iki kız dünyaya gelmiştir. Oğullarından Abdurrahman Cizre Müftüsü olmuş, oğlu Mehmet Baba ise imamlık yapmıştır. İkisi de ilmî icâzetlerini babalarından almıştır. Masum adındaki ortanca oğlu, babası Cınıbr (Yeşilyurt) Köyü’nde iken vefat etmiş ve orada defnedilmiştir. Fatma adındaki büyük kızı Şırnak’ın Kasrik Köyü’nde yaşayan Şeyh Abdullah ile evlenmiştir. Zeynep adındaki küçük kızı ise Şeyh Emin ile hayatını birleştirmiştir.

Seyyid Ali Fındıki ; İlk eğitimini babasının yanında yaptı. Daha sonra Haruna Aşireti mensuplarının köylerinde bulunan âlimlerin yanına giderek Nahiv ve Sarf‘a dair eserler okudu. Arkasından “Bafi” denilen köye gidip orada bulunan Molla İsmail adında bir zâta talebe olmuştur. Oradan da Batman’ın Gercüş ilçesinde bulunan Molla Necmeddin’in yanına daha sonra da Beşiri ilçesine bağlı Kurik köyü imamı İbrahim Hoca’nın yanına ders almak için gitti. Molla İbrahim’in yanında belirli bir süre kaldıktan sonra Diyarbakır’ın Silvan İlçesi’ne h. 1333/m. 1914 yılında gitmiş, orada bulunan Behlül Medresesi’nde yedi yıl ilim tahsil etmiş ve medrese usulüyle mezun olmak için okuması gereken bütün ilimleri bu medresede bitirmiştir. H. 1340/m. 1921 senesinde amcası ve hocası olan Silvan Müftüsü Seyyid Abdurrahman’dan ilk icâzetini almıştır. Ayrıca burada bölgede meşhur olan Mele Hüseyinê Kıçık, Mele Yakup gibi hocalardan ilim tahsil etmiştir. Farsça öğrenmek için Seyda Hacı Fettah’a talebe olmuş, Hacı Fettah da Feraiz (miras hukuku) dersini Fındıkî’den alarak öğrencisine talebe olmuştur. Silvan’da ilk ilmî icâzetini aldıktan sonra köyüne dönen Seyyid Ali, okuduğu ilim dallarında kendisini geliştirmek maksadıyla bölgenin değerli âlimlerinden babasının amcası olan Şeyh Hasan’a talebe olmuş ondan ikinci ilmî icâzetini almıştır. Bu icâzeti hangi tarihte aldığı kesin olarak bilinmemektedir. Üçüncü ilmî icâzetini ise h.1359/m. 1940 yılında Şeyh Muhammed Said Seyda’dan almıştır. İlmî icâzetler o zamanın hükümeti tarafından büyük tahsil belgesi olarak kabul edildiği için Fındıkî askerlik yapmaktan muaf tutulmuştur.

Seyyid Ali Fındıkî tahsilini bitirdikten sonra Eruh İlçesi’nde katıldığı imamlık imtihanını kazanarak Fındık’ta resmî olarak göreve başlamıştır. Bir süre sonra Fındık Köyü’ne yakın Guvinan (Çetinkaya) Köyü’nde kendisi gibi âlim olan abisi Mecid ile birlikte imamlık yapmıştır. Belirli bir süre burada kaldıktan sonra Şeyh Muhammed Nûri’nin oğlu Şeyh Abdullah’a ve çocuklarına ders vermek için Cizre’ye bağlı Senati Köyü’ne gitmiştir. Bir müddet sonra Şeyh Muhammed Said Seyda el-Cezerî’nin tekkesinde müderrislik yapmak üzere Serdehl (Bağlarbaşı) Köyü’ne gidip yerleşmiştir. Şeyhi tarikatın merkezi dergâhını Cizre’ye taşıdıktan sonra Fındıkî şeyhiyle birlikte gelip Cizre’de yaşamaya başlamıştır. Şeyhi Şeyh Seyda O’nu Cınıbr (Yeşilyurt) köyüne halifesi olarak görevlendirmiştir.

Bundan sonra Fındıkî intisap ettiği tarikatın kural ve kaidelerine bağlı kalmış, aynı zamanda da irşâd vazifesini hakkıyla yerine getirmeye gayret etmiştir. Tarikatının dinî hususlardaki düsturlarını evvela kendisi yerine getirip yaşadığı için çevresindeki insanlara tesir etmiş, bunun neticesinde de çok sayıda müridi olmuştur. Din hususunda hassas olan Fındıkî, İslam’ın emir ve nehiylerini uygulamaya çalışmış, Peygamber Efendimiz’in sünnetlerini elinden geldiği kadar yaşamaya gayret etmiştir. Peygamber Efendimiz’in yolundan gitmeyi kendisine şiar edinmiş, ibadet yaşantısında ifrat ve tefritten uzak durmuş, Allah’ın kendisine verdiği nimetlerden dolayı sürekli şükretmiştir. Dünya malına düşkün değildi. Bunun en büyük göstergesi maddi olarak daha fazla rahat edeceği yerler olmasına rağmen şeyhinin tavsiyesi üzerine gidip yerleştiği yerdir. Hayatının sonuna kadar sabırla kaldığı yerleşim birimi küçük ve fakir bir köydü. Maddî imkânsızlıklara rağmen müstağnî davranırdı. Köylülerden maddî bir beklenti içerisinde değildi. Ancak yörede ilim ehline hediye vermek ve köy işlerinde onlara yardım etmek âdet olduğundan bazen köylünün kendisine getirdiği şeyleri ve gelenek olan imece usulü destekleri kabul etmiştir. Yeme, içme ve giyim hususlarında aşırıya gitmeyen sade bir hayata sahipti. İsraf etmeyi sevmezdi, çoğu zaman yamalı ama aynı zamanda temiz olan elbiseler giyerdi. Temizlik hususunda çok dikkatli davranırdı. Dünyayı Allah Teâlâ tarafından lanetlenmiş, İblis’in kızına benzeten Fındıkî, dünya tutkusunu içinden atmış, ibâdet ve kulluk şuurunu canlandırmaya vesile olan takvâ sahibi ve tasavvuf erbabına yakışan zühd ve zahidâne bir hayat sürmüştür.

Ömrünü adeta ilme ve talebe yetiştirmeye adayan Fındıkî, yaşadığı ve sıhhatinin el verdiği müddetçe talebelere ders vermiş ve çok sayıda talebenin yetişmesine vesile olmuştur. Bunlardan ilk akla gelenler İslam Dünyasında “Fıkhu’s-Siyer” adlı eseriyle nam bulmuş, Prof. Dr. Muhammed Said Ramazan el-Bûtî’nin babası, Ramazan el-Bûtî, Cizre Müftülüğü yapmış oğlu Abdurrahman Erzen, “Dünden Bugüne Erzen Ailesi” adlı eserin yazarı M. Said Erzen, Cizre camilerinin süslemelerinde hattatlık yapan Molla Mehmet Emin, Adıyaman’da medrese açıp talebe yetiştiren Molla Muhyettin Ürper gibi zatlardır.

Ali Fındıkî ömrünün sonlarına doğru felç geçirmiştir. Bu sebeple yaklaşık 14 ay felçli olarak yaşamıştır. Geçirmiş olduğu hastalığın tedavisi için Cizre ve Diyarbakır’da tedavi görmüş, yapılan bütün müdahalelere rağmen iyileşmemiştir. 01 Mart 1968 yılında Cuma günü Cizre’de vefat etmiştir. Dostu, mürşidi ve şeyhi olan Şeyh Seyda ile aynı yıl vefat etmişlerdir. Kendisinden 55 gün önce vefat eden şeyhinin defnedildiği yere defnedilmiştir. Cizre’nin Kale Mahallesi’nde bulunan türbe halk tarafından ziyaret edilmektedir. Bilhassa yoğun olarak Perşembe ve Cuma günleri ziyaretçi sayısı artmaktadır. Dışarıdan gelen ziyaretçilere rehberlik etmek amacıyla türbede Şeyhi Şeyh Muhammed Said Seyda’nın müridlerinden birisi türbedârlık vazifesini yürütmektedir. Ali Fındıkî’nin mezar taşında Arap alfabesinden uyarlanmış Kürtçe alfabeyle şu meşhur beyit yazılıdır.

Dünyaya kim gelirse, ister fakir, ister şeyh, ister ağa olsa
Onlar doğuda da batıda olsalar, yine ölümden kurtulamazlar.

Eserleri

1- Divân,
2- Defü’ş-şübühat fî nazmi’t-terehât,
3- Havâşî alâ Tefsiri’l-Kadî Beyzavî,
4- Risâletün fî Necâti ebeveyni’n-Nebî,
5- Zülfikâr-ı Ali fî rakabeti münkiri’l-istimdâd mine’n- Nebî evi’l-velî,
6- Risâletül-lema’ fî iâdeti’l-Cuma,
7- el-İnsâf fî cevâzî’z-zekâti ile’l-eşrâf,
8- Havâşî alâ Divânî Cezerî

[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”]Seyda Seyyid Ali Fındıki’nin Hayatı ve Tasavvufi kişiliği , Serdar Sabuncu , e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Nisan 2016[/toggle]

Şeyh Abdurrahman Aktepe (k.s.)

Diyarbakır – Çınar – Aktepe köyü

Şeyh Abdurrahman Aktepe Hazretleri’nin Silsile-i Şerifi

Şeyh Abdurrahman hazretleri 1270/18544 yılında Diyarbakır iline bağlı Çınar ilçesinin Aktepe köyünde dünyaya gelmiş ve 29 Mart 1910 tarihinde burada vefat etmiş ve aynı köye defnedilmiştir.

Şeyh Abdurrahman hazretleri, Şeyh Hasan-i Nurâni hazretlerinin en büyük oğludur. Aslen Hakkari’li olan Nûrâni hazretleri Hakkari’den ayrılıp Diyarbakır’a gelerek, burada yakın civarlarda bulunan medreselerde eğitim görmeye başlar. Şeyhlik makamına ulaştıktan sonra Aktepe köyüne yerleşir. Burada kısa bir zaman sonra Aktepe medresesini açar ve öğrencilerin eğitimine başlar, çok kısa bir süre sonra medrese genişleyerek bölgeye hitap etmeye başlar, çok sayıda öğrenci yetiştirilir. Bölgede meydana gelen gelişmeler, İstanbul’da saraya kadar ulaşır ve o devrin Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecit Han (1823/1861) hazretleri bizzat bölgeyi ziyarete gelir, güzel bir şekilde ağırlanır, padişah ziyadesiyle memnun olarak bölgeden ayrılırken, medreseye bir hediye olması adına Aktepe köyü ve çevresinde hayli fazla ve geniş bir araziyi şeyh hazretlerinin şahsında hibe eder ve hediye olarak hizmette kullanmaları adına kabul etmelerini ister. Şeyh hazretleri de hizmet adına bu hediyeyi kabul eder. Arazinin hibe edildiğine dair ferman ve berat yaşanan yağmalama olaylarında maalesef kaybolmuştur.

Şeyh Hasan hazretlerinin şeyh Abdurrahman başta olmak üzere, şeyh Muhammed Can, şeyh Muhammed Siraç ve şeyh Muhammed Nur olmak üzere dört oğlu vardır. Şeyh Abdurrahman hazretleri diğer üç kardeşi gibi ilk eğitimine babasının yanında başlar. Ancak şeyh Abdurrahman hazretleri diğer üç kardeşinden farklı olarak eğitimini tamamlamak için, Irak ve Suriye başta olmak üzere bölgedeki birçok medresede eğitim görür ve eğitiminbaşarıyla tamamladıktan sonra Aktepe’ye geri dönerek, babası Şeyh Hasan-i Nûrânî hazretlerinin vefatından sonra bir süreliğine medresenin eğitim sorumluluğunu üstlenir.

Ancak şeyh hazretlerinin medrese eğitmenliği de tıpkı buradaki öğrenciliği kadar uzun sürmez, kısa vadeli olur. Bunun sebebine gelince, şeyh hazretleri kendini başka alanlara yönlendirerek, kitap ve makale yazmaya ağırlık verir. Sürekli babasının kütüphanesinde bulunan şeyh hazretleri bilimle ve kültürle iç içe bir yaşam sürdürür. Yaşamının büyük bir kısmını bu kütüphane de geçiren şeyh hazretleri, kendisini sürekli araştırmaya ve bu araştırmaların bir sonucu olarak bilim dünyasına ve İslam âlemine nitelikli eser, makaleler ve çeviriler kazandırmıştır. Bu yönü kendisini ziyarete gelen herkesin dikkatini çekmektedir. Şeyh hazretleri müderrisliğin eğitimini “Leyl-u Mecnûn” adlı eserin sahibi şeyh Muhammed Can’a devretmiştir. Şeyh Muhammed Can’da bu görevi yaşamının son anına kadar başarıyla icra etmiştir.

Şeyh Abdurrahman hazretleri birçok eser kaleme almış, ancak bu eserlerden birçoğu çeşitli sebeplerden ötürü kaybolmuş, günümüze ulaşamamıştır. Şeyh hazretlerinin şu anda sağlam olarak 13 eseri mevcuttur. Bu on iki eserinin dışındaki eserleri, ya bakımsızlıktan ya da âlimlerin kütüphaneden alıp geri getirmeyişlerinden ve bir takım sebeplerden dolayı günümüze ulaşamamıştır. Bu duruma en güzel örnek, şu an Konya il müzesinde Aktepeli’ye ait yazma eser ve Diyarbakır kültür müdürlüğünde kayıtlı bulunan yaklaşık 250 kadar yazma eserdir.

Şeyh hazretlerinin eserlerinin başlıcaları; Ravdu’n-Naîm, Dîvâna Rûhî, Kitâbu’l-Đbrîz, Keşfu’z-Zelâm, Diyarbakır’a Özgü Takvim, Astronomi Kitabı, Astronomi Kitabı çevirisi, Fıkıh üzerine bir eser, Arapça Gramer üzerine bir çalışma, hastalıklar için şifâ kitabı ve Tarîkat ehli olanlar için yazmış olduğu “Risâletu’l-Edeb ve’l-Âdâb adlı eseridir.

Şeyh Abdurrahman Hazretleri, bir Peygamber aşığıydı. Tam bir bağlılıkla Resulullah’ın sünnet-i seniyyesine bağlıydı. Halinde, tavrında, sözlerinde, fiillerinde kısaca her türlü münasebetinde sünnet-i seniyyeden hiç ayrılmazdı. Harfiyen sünnete uymaya çalışırdı. Kendisini tanıyanlar onu bu özelliğiyle bilirdi. Cömertliğiyle bilinen Şeyh Abdurrahman Hazretleri’nin çok misafiri olurdu. Özellikle bahar aylarında çoğu zaman âlim ve faziletli insanlar ziyaretine gelir ve onun terbiyesinde süluka girerdi. Günlerce, bazen aylarca misafir kalanlar olurdu. Şeyh Hazretleri, kendi elleriyle yemek sofrasını hazırlardı. Misafirlerin sofrada bıraktığı yemek kırıntıların bereketlenme ve hayır kazanmak adına, kırıntıları toplayıp yerdi “Misafirlerin artığını yemek, insan gönlünü Allah’a yaklaştırır” derdi.
[toggle title=”Şeyh Abdurrahman Aktepe Sözleri” load=”hide”]
“Kendinizi hiç kimseden üstün görmeyiniz. Bilakis bütün insanları kendinizden üstün biliniz”

“Vallahi, billahi, tallahi içinizden kendimden daha hor, daha hakir kimseyi görmüyorum”

“ALLAH’ım, ahireti kalplerimizde büyük, dünyayı da gözlerimizde küçük kıl”

“Haya ve mahcubiyet, kadını güzel ve sevimli gösteren en tabii bir vasıtadır”

“En güzel ahlak haram şeylerden sakınmaktır”

“İyi huy odur ki ne kimseyi incitsin, ne de kimseden incinsin”

“Gökyüzünün ziyneti yıldızlar, yeryüzünün ki ise âlimlerdir”

“İnsan suratlı, şeytan tabiatlı insanlarla arkadaşlık etmeyin”

“Camiler mü’minler için, uyanma, silkinme ve şuurlanma merkezidir”

“Cennetin dereceleri Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin sayısı kadardır”

“Küçük günahları küçümsemeyin! Çünkü onlardan büyük günahlar dallanıp, budaklanır”

“Akıl ve gönül gözünün en büyük ve en kalın perdesi, çok fazla uyumaktır”

“Bila çil sal li zîndanan bimînim,

Her roj sed mar û dûpişkan bibînim,

Li hevraza barê aşan bikşînim,

Li berwara pevzkûvîyan biçerînim,

Zivistanan li ser avan bimînim,

Ne ku carek yekî ehmeq bibînim.”

* * *

“Kırk yıl zindanlarda kalayım,

Hergün yüzlerce yılan ve akrep göreyim,

Yokuşlarda değirmen yükü taşıyayım,

Dağ keçilerini otlatayım,

Zemheri kışta suların başında kalayım,

Ama tek bir ahmakla karşılaşmayayım.”
[/toggle]Şeyh Abdurrahman Hazretleri ; 29 Mart 1910 kalp krizi sonucu vefat etti. Babası Şeyh Hasan-ı Nurani’nin yanına defnedildi. Babası Şeyh Hasan-i Nurani’nin vefat yıldönümünde her yıl binlerce kişi türbesini ziyaret etmektedir. Bu ziyaretlerde insanın aklına hemen şeyhin şu sözü gelmektedir: “Dostlarım, emri Hakk tecelli edince insanlar ölürler ve zaman ilerledikçe bir süre sonra insanlar artık unutulur ve akla hayale gelmez olurlar. Ancak ben fakir Abdurrahman, Cenab-ı Mevla’nın sonsuz inayet ve rahmetiyle inşallah unutulmayacağım ve ölümümden sonra yıllar geçtikçe, zaman ilerledikçe daha da yenileneceğim ve hatırlanacağım.” Bu sözün alameti olarak her yıl gittikçe katlanarak artan sayıda ziyaretçi akınıyla karşılaşılmaktadır.