Ana Sayfa>(Sayfa 109)

Seyyid Ömer Efendi (k.s.)

Samsun – Çarşamba’ya 10 kilometre doğusunda bulunan Yeni Karacaali Köyü’ne ait mezarlık içerisinde bulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Seyyid Ömer Efendi Türbesi” ile “Yel Tekkesi” şeklinde anılan 1700’lü yıllarda yaşamış olduğu söylenmekte olup türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken son yıllarda betonarme olarak yeniden inşaa edilmiştir. Çatısı kiremit ile kaplı olan türbenin dış ve içi sıva üstü boyadır. Türbeye ait kabrin sandukası mermer ve mezarın üzerinde ahşaptandır.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Seyyid Ömer Efendi Türbesi hakkında çokfazla rivayet bulunmamaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içindeAllah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Şeyh Habil – Samsun

Samsun – Çarşamba’ya 12 kilometre doğusunda bulunan Yaycılar Köyü’ne ait köy mezarlığı içerisinde bulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Şeyh Habil Türbesi” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken son yıllarda betonarme olarak yenideninşaa edilmiştir. Çatısı kiremit ile kaplanmış olan türbenin dış ve içi sıva üstü boyadır. Türbeye ait kabrin sandukası ahşaptandır. Yerler ise halı ile döşenmiştir.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Şeyh Habil Türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c)izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Geyikli Türbesi – Samsun

Samsun – Çarşamba’ya 14 kilometre güney doğusunda bulunan Sığırtmaç Köyü’ne ait köy mezarlığı içerisindebulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Geyikli Türbesi” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken son yıllarda betonarme olarak yeniden inşaa edilmiştir. Çatısı kiremit ile kaplanmış olan türbenin dış ve içi sıva üstü boyadır. Türbeye ait kabrin sandukası ahşaptandır. Yerler ise halı ile döşenmiştir.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Şeyh Habil Türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c)izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Gazi Hasan Bey – Samsun

Samsun – Çarşamba’ya 16 kilometre güneyinde bulunan Ordu Köyü Tekkealtı mevkiinde 121 ada, 15 noluparselde mezarlık alanı içerisinde bulunmaktadır.

Halk arasında ” Gazi Hasan Bey” şeklinde anılan türbenin orijinal kitabesinin çalındığı, yerine H.1327(M.1909) yılında bir kitabe konulduğu, bununda 1997 yılında çalınarak satılmak üzere müzeye getirildiği ve halen müzede olduğu bilinmektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken yeniden kare planlı olarak inşaa edilmiştir.Çatısı kiremit ile kaplı olan türbenin içerisindeki sanduka ahşaptandır. Türbede sandukandan başka kabzası çalınmış bir kılıç bulunmaktadır. Türbenin etrafında çoğu tahrip edilmiş Arapça kitabeli birçok mezar taşı bulunmaktadır.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Gazi Hasan Bey Türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Türbede metfun bulunan zatın Ordu Köyü’nde yerleştikleri bilinen Tacüddinoğullarından Hüsamettin Hasan Bey olduğu rivayet edilmektedir. Anadolu Beyliklerinin topyekûn Timur’un hâkimiyetine girdiğibu dönemde Timur, hâkimiyeti kabul etmiş olan Alparslan oğlu Hasan Bey’i Samsun’a göndermiştir. Samsun’u terkeden Cüneyt Bey, Çarşamba ve Terme’de tutunmaya çalışmış ancak daha sonra Hasan Bey’le yapılan savaşta burada şehit düşmüştür (1413). Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Arap Tekke Türbesi – Samsun

Samsun – Çarşamba’ya 19 kilometre güneyinde bulunan Muşçalı Köyü’nün 1 kilometre yol kıyısında bulunmaktadır

TARİHÇE: Halk arasında “Arap Tekkesi” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken son yıllarda tamirat görmüştür. Çatısı altermit ile kaplı olan türbenin dış ve içi duvarları ahşaptandır. Türbenin zemini fayans ile kaplanmıştır. Türbeye ait kabrin sandukası ahşaptandır.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Sarılık Türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Sarılık hastası kişilerin şifa bulması nedeniyle türbeye halk tarafından Sarılık Türbesi denilmiştir.Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmakumuduyla ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Sarı İsmail Sultan (k.s.)

Denizli Tavas ilçesine bağlı Tekke Mahallesi’nde mezarlık içinde bulunur.

Sarı İsmail Sultan, 1260-1350 yılları arasında Tekke Mahallesi’nde yaşamış bir Türkmen dedesidir. Hacı Bektaş Veli hazretlerinin müridlerindendir. Denizli’nin güney ve güneybatı bölgelerinin Türkleşme sürecinde etkin bir rol aldığı bilinmektedir. Bölgesinde yaşayan konar-göçer Türk topluluklarını sosyal ve düşünsel açıdan yönlendiren bir lider olarak tanınmaktadır.

Dikdörtgen planlı olan türbenin duvarları yığma taş tekniğiyle yapılmış, beton sıvalıdır. Yapı türbedar odası ve sanduka odası olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Sanduka odası ile türbedar odasını ayıran duvarda küçük bir dikdörtgen pencere bulunmaktadır. Aynı şekilde karşı duvarda da simetrik bir pencere yer almaktadır. Sandukanın sağındaki ve solundaki duvarlarda dikdörtgen formlu birer pencere mevcuttur. Sanduka odasına türbedar odasında bulunan kapıdan geçilmektedir. Sanduka odasının üstü serbest formlu ve kurşun kaplı bir kubbe ile örtülüdür. Türbenin giriş kapısının hemen yanında oldukça yaşlı bir ardıç ağacı yer almaktadır.

Sarı İsmail Sultan Türbesi, her yıl Türkiye’nin dört bir yanından çok sayıda ziyaretçiyi ağırlamaktadır.

Fotoğraf ve Metin için Kaynak ;Denizli Kültür Envanteri , Denizli Belediyesi , 2014

Mahmut Gazi – Denizli

Denizli – Çal ilçesindeki Mahmut gazi mahallesindeki, Mahmut Gazi kabristanında

Selçuklu Dönemi mimari özelliklerini taşıyan türbe, Selçuklu komutanı Mahmut Gazi’ye aittir. Kare planlı bir yapıya sahip olan türbenin üzeri dolgu tuğladan örülmüş kubbe ile örtülüdür. Duvarları devşirme taş ve tuğlalarla yapılmıştır. Doğu cephesinde yay kemerli bir ahşap kapı ile dikdörtgen formlu bir pencere bulunmaktadır. Kuzey ve batı duvarlarında da birer penceresi vardır. Türbenin sandukası doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır. Çeşitli dönemlerde onarım geçiren türbenin duvarlarında ve önünde çevredeki antik yerleşimlerden getirilmiş mimari parçaları görmek mümkündür. Türbenin dışında, mezarlık alanı içinde biri parçalanmış halde iki adet pişmiş toprak küp (pithos) yer almaktadır.

Fotoğraf ve Metin için Kaynak ;Denizli Kültür Envanteri , Denizli Belediyesi , 2014

Akşemseddin (k.s.)

Bolu – Göynük ilçe merkezinde Süleymanpaşa camii yanında

Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza’dır. Ancak Akşemseddin veya kı­saca Akşeyh adıyla şöhret bulmuştur. 792 (1390) yılında Şam’da doğdu. ‘Avarifü’1-ma’arif sahibi Şeyh Şehabeddin Sühreverdi’nin (ö 632/ 1234) torunların­ dan Şeyh Hamza’nın oğludur. Baba tarafından nesebi Hz. Ebu Bekir’e kadar uzanmaktadır. Yedi yaşlarında babasıy­la birlikte Anadolu’ya gelerek o zaman Amasya’ya bağlı olan Kavak ilçesine yerleştiler ( 7 9 9 / 1396-97 ) Kur’an’ı ezberleyip kuvvetli bir dini tahsil gördükten sonra Osmancık Medresesl’ne müderris oldu. Yine bu arada iyi bir tıp tahsili yaptığı da anlaşılmaktadır. Hayatı hakkında en geniş ve doğru bilgilerin yer aldığı Enisi’nin Mendkıbname’sine göre “ilm-i batın lezzeti dimağından gitmediği için”, tahminen yirmi beş yaşlarında iken kendisine bir mürşid aramak üzere Fars ve Maveraünnehir’e doğru yola çıktı; ancak arzusunu gerçekleştiremeden geri döndü. Bazı tavsiyeler üzerine Hacı Bayram-ı Veli’ye intisap etmeyi düşündüy­se de vazgeçti ve şöhreti Anadolu’ya kadar yayılmış bulunan Zeynüddin El Hafi’ye intisap için Halep’e gitti. Fakat bir gece rüyasında, boynuna takılı bir zincirin Hacı Bayram’ın elinde olduğunu görünce Ankara’ya döndü. Akşemseddin hakkında bugüne kadar en geniş araş­tırmayı yapmış bulunan A. İhsan Yurd, Akşemseddin’in Def’u meta’in adlı eserinde Zeynüddin El-Hafı’ye açıkça tarizde bulunduğuna dikkati çekerek tenkit ettiği bir kimseye intisap etmeyi düşünmesinin mümkün olamayacağını belirtmekte ve onun doğrudan doğruya Hacı Bayram’a bağlandığını kaydetmektedir.

İntisap tarihi belli olmayan Akşemsed­din sıkı bir riyazet ve mücahededen sonra kendisini takdir eden şeyhinden kısa zamanda hilafet aldı. Akşemseddin’in içinde çileye girdiği hücre bugün de Ankara Hacıbayram Camii bodrumunda mevcuttur ve şeyhin adıyla anılmakta­dır.

Daha sonra şeyhinin yanından ayrılarak Beypazarı’na gitti, burada bir mescid ve değirmen inşa ettirdi. Fakat halkın büyük rağbet gösterip etrafına toplanması üzerine günümüzde Çorum’a bağlı olan iskitip kazasında Kösedağı civarın­ daki Evlek köyüne çekildi. Bir süre sonra buradan da ayrılarak Göynük’e yerleşti ve orada da yine bir mescidle değirmen yaptırdı. Bir yandan çocukları­ nın, diğer yandan da dervişlerinin talim ve terbiyeleriyle meşgul oldu; bu arada hacca gitti. Şeyhi Hacı Bayram-ı Veli’nin vefatından sonra onun yerine irşad makamına geçti (833 / 1429-30)

Akşemseddin, şeyhi Hacı Bayram’ın II. Murad’la münasebetlerinde hemen daima yanında olduğundan oğlu II. Mehmed ile de tanışmış ve tahta çıktıktan sonra da onunla görüşmeye devam etmişti. Tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber İstanbul’un fethinden önce iki defa Fatih’in yanına Edirne’ye giden Akşemseddin, ilkinde II. Murad’ın kazaskeri Çandarlıoğlu Süleyman Çelebi’yi, öbür defasında da Fatih’in kızlarından birini tedavi ederek iyileştirmiş, Fatih’in kızı da kendisine Beypazarı’ndaki pirinç mezraalarını vermişti. Fatih 1453 yılı baharında istanbul’u muhasara etmek üzere ordusuyla Edirne’den yola çıkınca Akşemseddin, Akbıyık Sultan ve devrin diğer tanınmış şeyhleri de yüzlerce müridleriyle ona katıldılar. Akşemseddin kuşatmanın en sıkıntılı anlarında gerek padişahın gerekse ordunun manevi gücünün yükseltilmesine yardımcı oldu. Araştırmacılar, Akşemseddin’in bu sı­kıntılı anlarda zaferin yakın olduğu müjdesini vererek sabredip gayret göstermesi gerektiğine dair Fatih’e yazdığı mektupların fethin kısa zamanda gerçekleşmesinde büyük bir tesiri olduğu­ nu belirtmektedirler.

Fetihten sonra Ayasofya ‘da kılınan ilk cuma namazında hutbeyi Akşemseddin okuduğu gibi, İslam ordularının daha önceki kuşatmalarından birinde şehid düşmüş olan sahabeden Ebu Eyyub el-Ensari’nin kabrini de Fatih’in isteği üzerine yine o keşfetti. Fatih tarafından kiliseden çevrildikten sonra Fatih medreseleri yapılıncaya kadar önce medrese olarak kullanılan Zeyrek Camii’nin güney ihata duvarında pencere üstündeki bir kitabeden, Akşemseddin’in istanbul’da bulunduğu yıllarda burada oturduğu ve ders verdiği anlaşılmaktadır. Fetihten sonra padişahın taç ve tahtını terkedip bütünüyle şeyhe bağlanmak ve ondan tarikat ahkamını öğrenmek istemesi üzerine Akşemseddin büyük bir dirayet göstererek Fatih’in bu arzusuna engel olmaya çalıştı. Bunu başaramayacağını anlayınca Gelibolu üzerinden Anadolu yakasına geçerek Göynük’e döndü. Sultanın gönlünü almak üzere arkasından gönderdiği hediyeleri geri çevirdiği gibi Göynük’te yaptırmak istediği cami ve tekkeyi de kabul etmeyerek sadece bir çeş­me yapılmasına razı oldu.
Hayatının son yıllarını Göynük’te geçirdiği tahmin edilen Akşemseddin , Menakıbname’ye göre 863 Rebiülahiri nin sonunda (Şubat 1459) burada vefat etti. Türbesi halen ziyaretgahtır.

Halifelerin’den Abdürrahim Karahisari’nin 865’te ( 1460-6 1) Mahmud Paşa adına kaleme aldığı Vahdetname’nin başında yer alanbir beytine göre. Akşemseddin’in bu ta-rihten önce vefat etmiş olduğu açıkça anlaşıldığından, Menakıbname’deki vefat tarihinin doğruluğuna hükmedilebilir. Nitekim bugün türbe kapısı üzerinde bulunan inşa kitabesi de 863 Rebiül ahirini göstermekte ve menakıbın verdiği bilgiyi doğrulamaktadır. E. Hakkı Ayverdi’nin kitabedeki “rebiayn” kelimesini “rebiülevvel” olarak kabul etmesinin izahı zordur. Türbesi vefatından beş yıl kadar sonra yapılmış olup sandukası üzerindeki yazı da oğullarından Mehmed Sadullah’a aittir. Evlatlarından Mehmed Sadullah ve Nürullah da bu türbede yatmaktadır. Kaynaklarda aynı zamanda “tabib-i ebdan olduğu , devrinin iyi bir hekimi sıfatıyla da şöhret kazandığı ve tıbba dair eserleri bulunduğu belirtilen Akşemseddin’in, tıp tarihinde ilk defa mikrop meselesini ortaya atmak ve hastalıkların bu yolla bulaştığı fikrini öne sürmekle, bu alanda kesin bilgiler veren Fracastor adlı İtalyan hekimden en az 100 yıl önce bu konuya ilk temas eden tabip olduğu kabul edilmektedir.

Akşemseddin’in yedi oğlu olmuştur. Bunlar sırasıyla Sadullah, Fazlullah, Nurullah, Emrullah, Nasrullah, Nürülhüda ve Hamdullah Hamdi adlarını taşımak­tadır. Bunlardan küçük oğlu Hamdullah Hamdi (ö 909/ 1503) hey’et, nücüm ve musikide iyi derecede bilgi sahibi olup aynı zamanda devrinin önde gelen şair­leri arasında da yer almıştır.

Akşemseddin’in kurduğu Bayramiyye’nin Şemsiyye kolu kendisinden sonra Göynük’te oğlu Fazlullah, Kayseride İbrahim Tennüri, iskilip’te Attaroğ­lu Muslihuddin, Ankara ve civarında ise Hamza eş-Şami tarafından devam ettirilmiştir.

Akşemseddin Hazretlerinin Eserleri

Akşemseddin’in eserlerinin büyük bir kısmı tasavvufa dair olup baş­lıcaları şunlardır:
1. Risaletü Nuriyye. Sadece Nuriyye olarak da anılan bu Arapça eser, devrinde şöhreti çok yaygınlaşan ve bu sebeple hakkında bazı dedikodular çıkarılan Hacı Bayram-ı Veli ve dervişlerini savunma maksadıyla yazılmıştır. Akşemseddin eserinde, “taife-i nüriyye· adını verdiği sufileri müdafaa ederek onların özelliklerini, tasavvufi ahlak ve adabı anlatır. Kitapta geçen tarihlere bakarak eserin 838- 841 ( 1434- 1438) yılları arasında kaleme alındığı söylenebilir. Risaletü Nuriyye, A. İhsan Yurd tarafından Arapça metni ve Akşemseddin’in kardeşi Hacı Ali’nin Türkçe tercümesiyle birlikte yayımlanmıştır (İstanbul 1972) Bayrami halifelerinden Bolulu Himmet Efendi tarafından 1071 ‘de (1661) yapılmış eksik bir tercümesi ise Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir .
2. Def’u meta ini’s-sufiyye. Kı­saca Def’u meta adıyla da anılan bu kitap bazı kaynaklarda Hall-i Müşkilat olarak zikredilmektedir. 856 (1452) yı­ lında kaleme alınan bu Arapça eser Muhyiddin İbnü’l-Arabi ve benzeri bazı bü-yük mutasvvıfların küfür ve ilhadla itham edilmelerine karşı onların sözleriyle Kuşeyri, Gazzali, Cüneyd-i Bağdadi, Necmeddin-i Kübra gibi tanınmış ulema ve meşayihin sözleri arasında bir fark olmadığını, ikincilerin eserlerinden nakiller yaparak göstermekte ve hepsinin aynı yolda bulunduklarını ispata çalışmakta ve ithamları reddetmektedir.
3. Makamat-ı Evliya. “Mürşid kimdir. makam-ı velayet nedir ve de-receleri nelerdir” gibi tasavvufi konuları işleyen Türkçe bir eserdir. A. İhsan Yurd tarafından beş nüshası karşılaştırılarak neşredilmiştir (İstanbul 1972).
Risale-i Zikrullah, Risale-i Şerh-i Akval-i Hacı Bayram-ı Veli ve Risale-i devrani’s-sufiyye adlı eserleri ise bugüne kadar ele geçmemiştir. Ayrıca Akşemseddin’in Fatih’e yazdığı iki mektubu bilinmektedir. Bunlardan biri Halil inalcık, diğeri ise Bursalı Mehmed Tahir tarafından yayımlanmıştır. Ona nisbet edilen ve yaklaşık kırk beş beyitlik Türkçe manzum bir risale olan Nasihatname-i Akşemseddin ise yine A. İhsan Yurd, Süleymaniye Kütüphanesi nüshasına dayanarak neşretmiştir (İstanbul ı972).
[/toggle]


Kaynak ; Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi , Orhan F. Köprülü – Mustafa Uzun

Beyce Sultan – Denizli

Denizli – Çivril ilçesi sınırları içerisinde bulunan Beycesultan Höyüğü üzerinde yer almaktadır

Çivril ilçesi sınırları içerisinde bulunan Beycesultan Höyüğü üzerinde yer almaktadır. Höyüğün kuzey tarafında konumlanmış olan türbe Selçuklu mimari tarzına sahiptir. Sekizgen planlı yapısıyla dikkat çeken türbenin doğu cephesinde giriş kapısı bulunmaktadır. Güney cephesinde bir penceresi mevcuttur. Türbenin yapımında devşirme taşlar, devşirme mermer ve tuğla kullanılmıştır. Kapısının üzerinde monoblok yay formlu mermer kemer bulunmaktadır. Kubbesi tuğladan yapılmış olup üzeri sıvalıdır. Sandukası batı duvarına bitişik olan türbenin zemini tuğla karo kaplamalıdır. Sanduka üzerindeki şahideler devşirme malzemeden yapılmıştır. Türbenin kitabesi bulunmamaktadır.

Fotoğraf ve Metin için Kaynak ;Denizli Kültür Envanteri , Denizli Belediyesi , 2014 , sy 43

Büyük Tekke Türbesi – Denizli

Denizli – Buldan ilçesine bağlı Yenicekent Mahallesi’nde, mezarlık alanı içerisinde yer almaktadır.

Emir Sultan Türbesi olarak da bilinen türbenin kime ait olduğu hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

Sekizgen formlu yapının kubbesi yarım küre şeklinde olup, sekizgen bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Yapı tamamen devşirme taş bloklardan inşa edilmiştir. Türbenin bulunduğu alanda çok sayıda antik mimari parça bulunmaktadır. Yapıda kullanılan ve çevresinde bulunan mimari parçaların büyük çoğunluğu Tripolis Antik Kenti’nden getirilmiştir.

Türbenin girişi kuzey cephesindedir. Giriş kapısı ahşap ve çift kanatlıdır. Kapının üzeri yuvarlak formlu mermer kemerle sonlandırılmıştır. Yapıda kapı haricinde herhangi bir açıklık bulunmamaktadır. Tuğla örgülü olan kubbesi içeriden ve dışarıdan sıvalıdır. Duvarları ise yalnızca içeriden sıvalıdır. Türbenin içinde sonradan yapıldığı anlaşılan bir sanduka yer almaktadır. Türbe günümüzde iyi durumdadır.

Fotoğraf ve Metin için Kaynak ;Denizli Kültür Envanteri , Denizli Belediyesi , 2014 , sy 23