Ana Sayfa>Yollar(Sayfa 40)

Cahidi Sultan

Çanakkale – Kilitbahir köyünde Cahidi Sultan camiinde

Câhidî Ahmed Efendi, XVII. yüzyılın önemli mutasavvıflarından biridir. Aslen Edirneli’dir. Rumeli’li bir ailenin çocuğu olup babasının ismi Muhammed’dir. Gerçek adı Ahmed’dir, Câhidî ise mahlasıdır. Padişah IV. Mehmed’in Câhidî’yi rüyasında görmesi üzerine, Çanakkale’nin Kilitbahir beldesine gelerek kendisini ziyaret eder. Padişah, bu ziyaret sırasında maddi ikramları kabul etmeyen Câhidî’yi “Sultan” ünvanı ile manen taltif eder. Böylece halk arasında “Câhidî Sultan” şeklinde meşhur olmuştur.

Câhidî, genç yaşta Edirne’den gelip Gelibolulu Şeyh Ömer Karibî (Kutub Ömer) Efendi’ye intisab eder. Seyr ü sülûkünü tamamladıktan sonra icazetini alır ve o zamanki ismi ile Kiludu’l-Bahr’e gelerek şimdi bulunduğu yere tekkesini kurar ve irşad faaliyetlerine başlar. Burada Kerime Hatun ile evlenir. Bu evlilikten Âdem ve Lütfullah adında iki oğlu olur. Âdem Efendi, babasından 17 yıl önce 1053/1643 yılında vefat eder. Kabri türbenin dışında güney cephededir. Halk arasında keramet ehli bir hanım olduğu söylenen eşi Kerime Hatun ise Câhidî’nin yanında metfundur.

Ahmed Câhidî hazretleri çok cömert ve vakar sâhibi idi. Gece-gündüz Kur’ân-ı kerîm okurdu. Âlimlerden haberleri doğru olarak naklederdi. Allah korkusundan çok gözyaşı dökerdi. Dünyânın parlaklığına ve malına îtibâr etmezdi. Bu hâlleri sebebiyle kısa zamanda çevresinde tanındı ve herkes tarafından sevildi. Talebeleri çoğaldı. Kilidü’l-Bahr’de asıl tanınması ise şu hâdiseye dayanır:

Bir gün Ahmed Câhidî Efendi, Çanakkale’ye geçmek için Kilidü’l-Bahr iskelesine geldi. Parası olmadığı için zamânın kayıkçıları kendisini kayığa almadılar. Üzgün bir hâlde dönüp evine geldi. Kendisini gören hanımı Kerîme Hâtun niçin gitmediğini sordu. Câhidî hazretlerinin kayığa alınmadığını söylemesi üzerine de; “Al şu seccadeyi de bin üzerine, Çanakkale’ye geç-gel.” dedi. Bu şekilde Çanakkale’ye geçen Câhidî Efendiyi gören kayıkçılar şaşırıp kaldılar. Böylece onun büyük bir velî olduğunu anladılar.

Talebelerinden birisinin sohbet esnâsında kalbin ne şekilde terbiye edileceğine dâir sorduğu suâle Ahmed Câhidî hazretleri şu cevâbı verdi:
Tarîkatlarda asıl olan kalbin çeşitli hastalıklarından temizlenerek şifâ bulmasını temin etmek, onu güzel sıfatlarla süslemektir. Allahü teâlâyayaklaşmanın yolları tövbe, nefsini hesâba çekme, yaptığı işlerden gurura kapılmama ve ümitli olmak gibi kalbî makamlarla, doğruluk, samîmiyet, ihlâs, sabır gibi güzel hasletlerdir. Tasavvuf yolunda yürüyen kimse bu vasıflarıyla cenâb-ı Hakk’a yaklaşırsa, mârifet ehlinden olur ve bu sûretle en yüksek derecelere kavuşur.

Ahmed Cahidî hazretleri bir soru üzerine de tarîkatlerde esas olan zikri dört madde halinde özetledi.

1. Dilin zikri: Kalpten kötülüklerin izale edilmesini sağlayacak olan cenâb-ı Hakk’ın anılması.
2. Kalbin zikri: Allahü teâlâyı kalpten tefekkür etmek, düşünmek ve O’nun kalbe nazar ettiğini bilmek.
3. Nefsin zikri: Harf ve ses yerine his ve hayâl ile içten, kalpten Allah’ı anmak.
4. Rûhun zikri: Cenâb-ı Hakk’ın kâinâtta tecellî eden, güzel sıfatlarının netîcesine bakarak O’nu tefekkür etmek, düşünmektir.

Bu zikir çeşitleri kişiyi kemâl mertebesine ulaştırmak için en kuvvetli yoldur. Bunlar tarîkatta zikir çeşitlerinin özetidir. Gayrisi teferruâttan ibârettir.”

Ve talebelerine; “Lâ ilâhe illallah, diyerek kalbinizin pasını siliniz.” dedikten sonra, şu şiiri söylerdi:

Her kelâmın âlâsı, Lâ ilâhe illallah
Cümle varın mevlâsı, Lâ ilahe illallah
Cümle derdin dermânı, koma dilinden anı
Müminlerin îmânı, Lâ ilâhe illallah
Tâliblerin şükrüdür, kalplerinin fikridir
Dillerinin zikridir, Lâ ilâhe illallah.

Câhidî Ahmed Efendi, Halvetiyye Tarikatı’nın Ahmediyye şubesinin Uşşâkiyye koluna mensuptur. Hayatı boyunca birçok mürid ve halifeler yetiştirmiştir. İsmine izafeten tesis ettiği Câhidiyye Tarikatı, vefatından sonra oğlu Lütfullah Efendi tarafından temsil edilmiş ve kısa sürede Çanakkale, Edirne ve Bursa’da yayılmıştır. Câhidîlik, XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar, Bursa’da bir kaç farklı tekkede aynı anda faaliyet gösteren önemli tarikatlardan biri olmuştur. Doğum tarihi tam olarak tespit edilememekle beraber, XVI. yüzyılın sonlarında doğduğu kuvvetle muhtemel olan Câhidî Ahmed Efendi, 1070/1659–60 yılında vefat etmiştir

Cahidi Sultan Camii ve Türbesi
Eceabat ilçesi, Kilitbahir köyünde bulunmaktadır. Köyün en üst kısmındaki (batısında) yamaç üzerinde yer alır. Cami, türbe, hazire ve çeşme yapılarından meydana gelen bir külliyedir. Kaynaklarda geçen tekke bugün bulunmamaktadır.

Cami:8 x8 m ebatlarında kare planlı tek kubbeye sahiptir. Yapım malzemesi kesme taş ve moloz taşdır. Camiye yuvar­lak kemerli kapıdan girilmektedir. Kapının kilit taşının üzerine yaprak süslemeler yapılmıştır. Kapının her iki yanında yuvarlak kemerli pencere ve bu pencerelerin üzerinde, üç adet ikinci kat pencereleri yer alır. Pencereler yuvarlak kemerli olup, ikinci kat pencerelerinden ortadaki yandakilerden daha büyük tutulmuştur. Yan cephelerde dikdort­ gen ikişer pencere ve bu pencerelerin tam ortasına gelecek şekilde göz pencerelere yer verilmiştir. Güney cephesinde mihrabın her iki yaruda simetri şekilde yuvarlak kemerli birer pencere ve ikinci kat penceresi olarak göz pencereler bulunur. Mukarnas kavsaralı mihrabın nişi altıgen formludur. Mihrabın iki yanında, yan yana üç silme üzerine bir başlık eklenmiş durumdadır. Mukarnas kavsaranın her iki yanında üç kademeli olarak bitkisel bezeme işlenmiştir.

Caminin kuzey batı köşesinde tek şerefeli silindirik gövdeli minare yer alır. Kare kaideli minare kaidesi caminin beden duvarları ile bütünleşmiş durumdadır. 1953 yılında yıkılan minarenin yerine yenisi yapıldığından kaideden sonrası orijinal değildir.

Türbe: Caminin kuzey doğusunda olup, kareye yakın yamuk planlı ve tek kubbelidir. Türbeye, cami ile arasındaki boşluğa sonradan eklenmiş tek eğimli kiremit çatılı bir ön odadan sonra geçilmektedir. Ön odanın giriş kapısı üzerin­de “Cahidi Sultan’nın makamı” yazılı, H.1290, M. 1873 tarihli kitabe bulunur. Ön odanın tavanı ahşap olup, tavanın tam ortasında, ışın demeti ve yirmi iki kollu yıldız demetinin oluşturduğu tavan göbek bulunur. Türbe içinde Cahidi Sultan ve eşi Kerime Hatun’a ait olan iki sanduka bulunur.

Caminin hazire kısmında, en erkeni H.1254 M. 1838, en geçi ise H.1329 M.1911 tarihini taşıyan yirmi adet mezar bulunmaktadır. Caminin güney tarafında tek cepheli yuvarlak kemerli bir çeşme, külliyenin sokağa bakan kısmına tek cepheli ve sivri kemerli olmak üzere iki çeşme bulunmaktadır. Çeşmelerin yapım kitabeleri bulunmamaktadır. Bugünkü durumu ile oldukça harap durumdadır.

Tekke: Günümüzde mevcut olmayıp, muhtemelen caminin güney bölümündeki mezarlık alanındaki duvarlar tekkeye ait olmalıdır. Tekke işlevini yitirip yıkılmasından sonra, yeri mezarlık olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Caminin giriş kapısı üzerindeki yeni kitabede 1630 yazsada, Külliye’nin başka bir yerinde yapılış tarihi hakkında her hangi bir kitabe mevcut değildir. Muhtemelen külliye’nin cami ve tekke bölümü Cahidi Sultan’ın sağlığında var olduğu, Türbe ise ölüm tarihi olan 1659 yılından sonra yapılmış olmalıdır. Cami süsleme ve plan özelliği olarak 17. yy özelliği göstermektedir. Camide ve türbedeki süslemelerden bazıları 19 yy özlliği gösterdiğinden, 1893 yılında ön odanın türbeye eklenmesi sırasında cami ve türbe de onarılmıştır.

kaynak : tasavvuf dergisi ,17.sayı, cahidi ahmet efendi’nini ”abdest namaz ve hac ” ibadetlerine dair bazı batıni yorumla, Dr. Hamdi Kızıler

Kalender Baba

 

Çanakkale – Gelibolu’da Yazıcızade camini geçtikten sonra general Dursun bak caddesine dönüyoruz. 100 mt ilerledikten sonra solda garipler çıkmazı sokağının başında.

Gelibolu’nun fethinde Gazi Süleyman Paşa’nın yanında bulunmuş yiğitliği, ve askere verdiği şevk ve gayretle ün salmış bir gazi alperenimizdir. Hicri 787 miladi 1384 yılında vefat etmiştir. Mezarı üzerindeki kitabe de ”innemen Süleyman ve İnnehu Bismillahirahmanirrahim iza tahyyen tğm fil-umur Feteumimin ehili kuburi fari dervişan ankebut kalender Fatih Kale Gelibolu Vatan asar merhum ve mağrur ruhu için el fatiha (H.787) yazmaktadır.

Hoca Hamza

Çanakkale – Gelibolu’da Hallacı mansur türbesinin karşısından bayraklı baba ya doğru değilde şehit nuriye ak sokağa doğru gidiyoruz. sokağa girdikten sonra fener 2 sokağa doğru devam ediyoruz. Sokakta 50 mt yürüdükten sonra sol tarafta bir evin arka bahçesinde.( çevredeki kişilere soralım)

Hoca Hamza mahallesini adını veren kişidir. Yazıcızade çeşmesinin karşı tarafında Feneraltına doğru inen yerde mezarı bulunmaktadır. Mezarı tamir edilirken aslına uygunluğu bozulmuştur. tamirden önce kitabesinde şunlar yazmaktaydı ; Mebni hazel – mescidül şerif el mübareke el Abdülzaif el muhtaç ilellahi Teala Hoca Hamza el-emir fi şehri zilhiccesene fis’a ve semane mie el hicriyye H.809 M.1406. Mezarı bugün bakımsız bir halde bir Fener 2 sokakta bir evin bahçesindedir.

Zengi Ata (k.s.)

Özbekistan’ın Başkenti Taşkend’in güneyin de yer alan Zengi Ata köyündeki Külliyesinde

Hoca Ahmed Yesevi’nin ilk hocası Arslan Baba’nın torunu, Tac Hoca’nın oğlu, Süleyman Hakim Ata’nın halifelerinden olan, Türkistan’ın büyük evliyalarından Zengi Ata, Taşkent bölgesinde 12 ve 13’üncü yüzyıllarda yaşadı.

” Ne zaman Zengi Ata’nın Kabrini ziyarete gitsem, kabrinden ”Allah , Allah ” sesleri işitirim ”
Hace Ubeydullah Ahrar (k.s.)

Geçimini sağlamak için Taşkent halkının hayvanlarına çobanlık yapan ve asıl adı “Ay Hoca” olan Zengi Ata, uzun yıllar dedesi ve babasından zahir ve batini ilimlerini öğrendikten sonra Ahmed Yesevi’nin halifelerinden Hakim Ata’nın hizmetine girdi.

Ten renginden dolayı zenci anlamına gelen “Zengi”den, Orta Asya’da genelliklere velilere verilen “Ata” unvandan alan Zengi Ata, aynı zamanda “Zengi Baba” olarak da biliniyor.

Hoca Ahmed Yesevi’nin, “Ben sizden önce ölsem de sizin kabriniz üzerine türbe benimkinden önce yapılmalı” dediği rivayet edilen Zengi Ata, 1258 yılında Taşkent yakında Zengin Ata köyünde vefat etti ve burada defnedildi. Türbesi ise Emir Timur tarafından inşa ettirildi. Başkente yakın Zengi Ata köyünde yer alan külliye, iki türbe, mescit, medrese ve kabristandan oluşuyor. Uluğ Bey zamanında ise medrese ve cami yaptırıldı.

Zamanla Zengi Ata’nın eşi Anber Bibi’nin naaşı, bu türbenin yakınına defnedildi ve onun için de bir türbe inşa edildi. Zengi Ata’nın kabri çevresinde bir külliye ve kabristan oluştu. Dolayısıyla 19’uncu yüzyılda bugünkü görünümünü aldı.

Zengi Ata’nın kabrinin yakınında Anber Ana’nın mezarı bulunuyor. Türbenin sağ ve güney tarafında, köyün bir gazisi tarafından kurulan mescid yer alıyor. Mescidin rengarenk olan duvarlarından birinde Mekke’nin tasviri işlendi. Türbenin sol tarafında, hocalar ve öğrenciler için planlanan ve birçok hücresi olan medrese var.

Ana giriş kapısının tam karşısında Zengi Ata türbesi bulunuyor. Türbe, geleneksel mimariye uygun inşa edildi. Türbeye Taç Kapı’dan giriliyor. İlk girişteki mihraplı ve üzeri kubbeyle örtülü odanın duvarları ve mihrabı çinilerle süslenmiş olup kubbesindeki tezyinat, dikkati çekiyor. Bu odada yerinden sökülmüş bir alem, köşede duruyor. Bu odadan sanduka odasına açılan kapıdan geçince mermer bir lahit şeklindeki Zengi Ata’nın sandukası görülüyor.

Mescid ve türbenin açıldığı avlunun üç tarafı, medrese odalarıyla çevrili. Bu avluda binalardan bağımsız inşa edilen minare, Özbekistan’daki diğer minarelerden farklı biçimde şerefeli yapıldı. Külliyenin çevresinde oluşturulan bahçede büyükçe bir havuz yer alıyor.

Türbenin yapılış öyküsü

Halk arasında anlatılan, Zengi Ata’nın kabrinin üstüne inşa edilen türbenin yapılışına ilişkin rivayetlere göre, Emir Timur, Türkistan’a gelip ustalarını toplayarak Hoca Ahmed Yesevi’nin kabri üstüne, mükemmel bir türbe yapmalarını emretti.

Türbe bittikten sonra bir gece türbenin temeli yıkıldı. Tekrar yapılan türbe yine yıkıldı. Emir Timur, bu durumun sebebini öğrenmek üzere Türkistan şehrindeki mollalar, evliyalar ve gazileri topladı.

Gelenlerden biri, Hoca Ahmed Yesevi’nin, sağlığında, “Zengi Ata’dan önce öleceğim fakat türbe benden önce Zengi Ata’nın mezarına yapılsın, sonra bana” dediğini aktardı. Önce Zengi Ata’nın, sonra da Hoca Ahmed Yesevi’nin mezarları üzerine türbe yapılması gerektiğini ifade etti. Bu sözler üzerine Emir Timur, bütün askerlerini ve ustalarını toplayıp Zengi Ata köyüne gelerek türbeyi inşa ettirdi.

Zengi Ata Türbesi bittikten sonra Emir Timur, Türkistan’a dönüp ustalarına, Hoca Ahmed Yesevi’nin türbesini acele bir şekilde yeniden yapmalarını emreder.

Özbekler arasındaki rivayetlere göre, Emir Timur, Zengi Ata Türbesi’ni yaptırmak için Asya’nın pek çok yerinden ustalar getirdi ve onları Türkistan şehri ile Zengi Ata köyünde topladı. Türkistan şehrindeki türbe, Zengi Ata türbesinin inşasında kullanılan alet ve malzemelerle yapıldı.

Türbe, özellikle 1869 depreminde zarar görmüş. Daha sonra belli dönemlerde restore edilen külliyede, Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un talimatlarıyla restorasyon çalışmaları sürüyor.

Zengi Ata Bayramı

Yaşamı, evliliği ve halifeleri konusunda ölümünden önce ve sonrasına dair menkıbeler bulunan Zengi Ata için onun adını taşıyan köyünde bir zamanlar “Zengi Ata Bayramı” kutlanıyordu.

Özbek halkı, önceleri Zengi Ata’nın türbesini ziyaret etmeyi dini bir tören olarak kabul görürken daha sonra bu tören normal bir bayrama dönüştü. Bu bayramı hem Taşkent halkının hem de şehir çevresinde yaşayan yerli halkın sabırsızlıkla beklediği, başkent dışından da birçok kişinin bu bayramı kutlamak üzere köye geldiği anlatılıyor. Zamanla bu bayram unutuldu. Günümüzde ise Zengi Ata Külliyesi’nde, “hayrat adağı” adıyla uygulamalar devam ediyor.

Taşkent’in güney batısında yer alan Zengi Ata köyünde yaşayanlar, kendini “Hocalar evladıyız” diye tanımlıyor.

Yazı için Kaynak ; www.yenisafak.com

 

Has Ahmet Bey

Çanakkale – Gelibolu’da ; büyük camiden yukarı doğru çıkarken altıyol caddesi üzerinde Kasapharman aralığı sokak ile Has ahmet baba sokağının tam kesiştiği noktadadır.

Gelibolu’nun önemli evliyalarındandır. Yazıcızade mehmet efendi Muhammediyesinde Onun için özel dua ederek ” cümle gaziler sultanı Subaşı Has ahmet ” diye bahseder.Has Ahmet zamanında Gelibolunun emniyetinden sorumlu kişi idi. Bİr hayli Hamam ve dükkanlar vakf etmiştir. Gevrekzade Hafızz Hasan Topkapı sarayı kitaplığında bulunan Mecbua(MENAKIB) ındaAhmed-i Has ın keramet sahibi veliler listesinde olduğunu Yazıcıoğluyla yaşadığı bir menkıbeyle anlatır.

Yazıcıoğlu Mehmet Hac için Hicaz a gider. Orada hastalanır. Arkadaşları geri döner o gurbet ellerde yalnız kalır. Kendisine yardım edecek Allah dostlarından yardım aramaya başlar. Keşif ve keramet sahibi bir zat ile karşılaşır.Ondan Geliboluya dönebilmek için himmet ister. O zat yazıcızadeye ” ey yolcu ey efendi sen nerelisin diye sorunca ” yazıcıoğlu ben Gelibolu doğumluyumder.

O Allah dostu siizn orada subaşı Ahmet var tanır mısın der. Oda evet efendi çok ii tanışırız çok iyi insandır ve şehrimizin su başıdır der. ” Madem o kadar samimisiniz oraya vardığınızda selamımı söyle ve öyle bir sille vurku gözünden yaşlar aksın der.”Ve cebinden mum çıkararak yazıcı zade ye verir. Mehmet efendi mumu yakmasıyla beraber bir anda kendini Gelibolunda bulur. Yolda subaşı ahmet’e rastlar. Subaşı Ahmet ; ” sultanım geldiğin yerde bir sille meselesi geçmişti diye tebessüm eder.” Ey Mehmet efendi işte biz istekli olan bazı kişilerin senin geldiğin o mekanlara tayi mekanla yollarız. deyince Mehmet efendi onun manevi derecesi daha iyi anlamış olur.

İbn Hasancık

Çanakkale – Gelibolu’da ;İbni Hasancık sokakla ibni hasancık 2 sokağının kesiştiği yerde köşe başındadır. Camii kebir den aşağıya doğru inen yokuş üzerinde

Camii kebir mahallesi Kale bayırı inişinde İbni hasancık sokakta bulunmaktadır.  Civarında  cami ve mescidi bulunması gerekirken bugun sadece kabri ve önünde suyu akmayan çeşmesi kalmıştır.