Muhammed Zeynel Abidin Efendi

Medine – Cennetül Baki’de Hz. Osman’nın civarında

Muhammed Zeynel Abidin Efendi (k.s.) Silsile-i Şerifi

Bahauddin Efendinin büyük oğlu Zeynel Abidin, 1866 yılında Konya’da doğdu. İlk tahsilini Konya’da, medrese tahsilini de İstanbul’da yaptı. Babası Şeyh Bahauddin Efendi’den sonra Nakşî Halidî şeyhi oldu.

Orta boylu, şişmanca olan Zeynel Abidin Efendi, beyaz bir derviş arakıyesi üstüne gelişi güzel sarılmış sarığı, sırtında bir lâta ve bol bir cübbe, ayağına ise futa gibi daracık lapçinler ve üzerine de taka gibi yayvan pabuçlar giyer, tel çerçeveden yapılan gözlükler takardı.

Nakşibendî Tekkesi Konya Postunda iken şöhreti Bozkır ve civarı, Hadim, Taşkent, Karaman, Seydişehir ve Beyşehir’e   kadar yayıldı. Islah-ı Medâris’i kurdu. Bir müddet müderrislik yaparak talebe yetiştirdi.

Politikaya atılan Zeynel Abidin Efendi, 1908’deki Meclis-i Mebusan seçimlerinde Konya’dan, İttihat ve Terakki Fırkası milletvekili seçildi. 1911 yılına kadar İttihat ve Terakki Partisi’nin diğer mebuslarıyla birlikte hareket eden Zeynel Abidin Efendi, Meclisten Konya’ya fazla tahsisat ayrılması için Konyalı mebuslarla birlikte hareket etti. Şehrin valileriyle görüşerek çeşitli meselelerin halline yardımcı oldu.

1911 yılının ortalarına doğru İttihat ve Terakki Partisi’nin bazı çalışmalarını onaylamayan Zeynel Abidin Efendi, muhalefet safına geçerek, 21 Kasım 1911 de Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurucuları arasında yer aldı.

Hürriyet ve İtilaf Partisi merkez teşkilatı idare heyetinde görev alan Zeynel Abidin Hocaefendi, Konya’da il teşkilatını kurdurarak, Mazlumzade Hacı Osman’ın sahipliği, Mehmet Hilmi Efendi’nin mesul müdürlüğü altında, Mehmet Burhanettin, Rusçuklu Ali Şevki, Ali Rıza gibi yazarların yazılarıyla destek verdiği “Meşrik-i İrfan” gazetesini destekledi.

İttihatçıların bütün gayretlerine rağmen nüfuzunun geniş bir sahaya yayılması sonucu 18 Ocak 1912 ikinci dönem Mebusan seçimlerinde, Bozkır, Hadim, Taşkent, Karaman, Beyşehir, Seydişehir seçmenleri Zeynel Abidin Efendi’ye oy verdiler. Konya merkezdeki altmış dört seçmenden dördü oy kullanmadı, geriye kalan altmış kişiden, elli dokuzunun reyini aldı. Ancak nedendir bilinmez, Meclis-i Mebusan’da, mazbatası uzun müddet tasdik edilmedi, münakaşalara yol açtı.

İttihat ve Terakki Partisi Hükümetinin, Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi olayında suçladığı Zeynel Abidin Efendi diğer Hürriyet-İtilafçılarla birlikte hapis yattı. Daha sonra Gemlik’e sürgün gönderildi.

30 Ekim 1918 Mondros Antlaşması’ndan sonra İstanbul’a geri geldi. Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin yeniden canlandırılmasına ön ayak oldu.

Keskin zekâsı, kuvvetli medrese mantığı ile bilenmiş şahsiyetinden ayrı olarak yaman bir politikacıydı. Konya ağzı ile hitabet kudreti ve belâgat kabiliyetinin yanı sıra kaleminin de kuvvetli oluşu sebebiyle Hürriyet-İtilafın ileri gelenleri arasında Konyalı yabana atılır biri değildi. Bu özelliğini duyan Padişah Vahdettin, halka yakın olmak, halkla temas kurmak için her çeşit vasıta ve teşkilattan mahrum bulunduğu bir sırada Zeynel Abidin Hoca’ya iltifat ve itibar etmiştir.

Zeynel Abidin Efendi’nin Sultan Vahdettin ile tanışması şöyle anlatılır;
“Zeynel Abidin Hoca’nın uzun yıllar mebusluk yapmış, dini ve umumi kültürü geniş, zeki ve becerikli bir zat olmasına rağmen, halkla anlaşmasına çok ehemmiyetli bir vasıta teşkil eden mahalli lisanını bırakmamış olması padişahın hoşuna gidiyordu.

Öğrendiği Frenkçe kelimeleri bile Konya ağzına çevirerek telâffuz etmekten kendini alamayan Zeynel Abidin Hoca’nın, padişahla tanıştığı o zamanki memleketin durumuna göre siyasi içtihadı;

— Velinimetim, bu memleketi ancak bir İslam demokrasisi kurtarabilir! Tarzındaki ifadesinden ibaretti.

Padişah Vahdettin’e Tanzimat hareketlerine karşı olduğunu, Yeniçeri Ordusu’nun kaldırılmaması gerektiğini ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nu okuyan Mustafa Reşid Paşa’nın affedilmesinin mümkün olmadığı yolundaki düşüncelerini de aktaran Zeynel Abidin Hoca, padişahın emriyle Edirne iline vali tayin edildi.

Üç-beş gün Edirne valiliğinden sonra Padişah Vahdettin Zeynel Abidin Efendi’yi I. Damat Ferit Hükümeti’ne Ayan üyeliğine aldırdı

Zeynel Abidin Efendi, Milli Mücadele’den sonra “Yüzellilikler” listesi ile yurtdışına çıkarıldı.

Zeynel Abidin Efendi, ailesiyle birlikte önce Hatay İskenderun’a daha sonra da Mısır ve Şam’a giderek yerleşti. 1935 yılından itibaren de Medine-i Münevvere’ye yerleşti. Islâh-ı Medaris’te okuyan ve sonradan Medine’ye yerleşen Saatçi Osman Efendi, Zeynel Abidin Efendi hakkında şunları anlatır:

“Zeynel Abidin Efendi’ye Medine’de iken şu soru sorulmuş;

– Efendi Hazretleri tasavvufu ve dervişliği en kısa olarak nasıl tarif edersiniz. Kendisinin bu suale verdiği şu cevabın, yıllardır tesiri altında bulunmaktayım:
-Derviş, hazır askerdir!

Böyle bir tarif, tasavvuf tarihinde görülmemiştir. Bu tarif beni kendimden geçirmiş, mest etmiştir… Bu tarife göre mücahitler hep derviştir ve dervişlerin de hep mücahit olmaları lâzımdır.

Derviş, kendi nefsini terbiye edip İslâm’ı yaşadığı gibi, ümmet-i Muhammediye’yi de yaşatıp kurtarmakla vazifelidir… Sahabe-i Kiram, en büyük dervişlerdir. Çünkü İslâm’ı hem yaşamış, hem yaşatmaya çalışmış ve daima hazır birer asker olarak cihad etmişlerdir.”

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ise Zeynel Abidin Efendi için şunları anlatır:“Zeynel Abidin Efendi, Ziya Efendi kadar âlim değildi. Fakat son derece zeki ve basiret sahibi idi. Uzak görüşlüydü. Cesur ve pehlivan yapılı bir zattı. Baştan hep taraf olduğumuz İttihat ve Terakki Cemiyetinin iç yüzünü ilk fark ederek bizi uyaran ve o fesat ocağına karşı mücadele bayrağını açmamıza sebep olan Zeynel Abidin Efendi olmuştur. -Bu teşekkül, bu fırka masonların ve Yahudilerin, İslam ve Osmanlı düşmanı zümrelerin elinde alettir. Bu fırka sonunda memleketin başına büyük felaketler getirecektir. Bizim bundan ayrılmamız gerekir, demiş, sonuna kadar da bu fikirde ve mücadelesinde devam etmiştir.

Medreselerin ıslah edilmesi gerektiğine inanarak kardeşi Ziya Efendi’yi bu işe sevk ve teşvik eden ondan Islâh-ı Medaris açmasını temin eden de Zeynel Abidin efendidir.”

Burhanzadeler’den Rüveyda Hanım ile evlenen Zeynel Abidin Efendi’nin Ayşe, Emine, Behiye ve Kadriye adında dört kızı oldu.

Şam’da vefat eden Rüveyda Hanım’ın cenazesi Zülkifl Mezarlığına, Medine’de vefat eden Zeynel Abidin Efendi’nin cenazesi ise Medine Baki Mezarlığı’nda Hz. Osman (r.a)’ın kabri civarına defnedildi.

Soyu; Yardımcı ve Öncü soy isimleri ile devam etmektedir.
Eserleri:
1- İslamiyet ve Meşrutiyet
2- Malumat-ı Medeniye adlı Osmanlı’nın son dönemi ve milli mücadele dönemini içeren anıları vardır

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Muhammed Kudsi Bozkıri, Yrd. Doç. Dr. İsmail Bilgili – Ahmet Çelik , [/toggle]

Şeyh Muhammed Hafid (ks.)

Bitlis – Güroymak  – Norşin ( Nurtepe) köyünde

Şeyh Muhammed Hafid (k.s) hazretleri, 1928’de Norşin’e bağlı Siz köyünde dünyaya geldi, İlk erkek çocuk olması itibarıyla bütün etbalar, onun dünyaya gelişinde bayram ettiler. Hatta dünyaya geldiği zaman etrafta ki köylüler siz köyüne gelerek Şeyh Takiyeddin (k.s)’i tebrik ettiler.

Şeyh Muhammed Hafid (k.s) hazretleri, çocukluk döneminde, Hazret (k.s)’in bütün halifelerinin hayatta olmasından dolayı, birçok kişiden daha şanslıydı.

Bu halifeler Şeyh Muhammed Hafid (k.s)’in Hazret (k.s)’in yerine geçmesi ve onun makamına ulaşması için, gece gündüz dua ediyorlardı.

Nazlı yetişmesi itibariyle aynı zamanda hareketliydi de. Çalışkandı, gayretliydi. Yedi yaşındayken okumaya başladı. Kuran-i Kerim’i kısa sure içerisinde bitirdi. Akaid, Nubuhar, Gayet ul iktısar gibi önemli temel kitapları çocukluk döneminde okudu. İlk tarikatı yedi yaşındayken Mele-i Mezin (k.s)’den tarikat aldı.

Okumasının büyük bölümünü Seyda Molla Abdulbaki (k.s)’in yanında bitirdi. İlimde büyük üstünlük sağladı. Daha talebe iken ders veriyordu. Yetişir yetişmez, babasına her konuda yardım ederdi, Hem dünyevi hem de Uhrevi. Talebelerin çoğunun derslerini o verirdi. Kardeşi Şeyh Ataulah (k.s) ve Muhammed Bakır (k.s)’ın yetişmesiyle babaları (Şeyh Takiyeddin (k.s) elini dünya işlerinden tam çekti. Bu üç kardeş babalarına yakışır evlat oldular. Üçüde medresede okuyup iyi âlimler oldular.

Şeyh Takiyeddin (k.s)’in vefatından sonra. Seyda Molla Abdulbaki (k.s)’nin yanında tasavvuf ilmine devam etti. Seyda Molla Abdulbaki (k.s) onu ğayda’ya götürerek orada hilafet verdi. Dedi :

– ’’ Bu hilafeti Ğavs Hizan-i (k.s) bana emir etti, ben de sana verdim. Sen manen Ğavs Hizan-i (k.s)’nin halifesisin.’’ Şeyh Muhammed Hafid (k.s), Seyda Molla Abdulbaki (k.s)’nin yanında süluk yaparken, zaman zamaz fecir vaktinde odasının kapısında rabıtaya geçerdi.

Seyda Molla Abdulbaki (k.s) bu durumu gördüğü zaman.

-’’ Hafid yapma, sen Hazret (k.s)’in torunusun, senden bu kadar istemiyorum.’’ derdi. Hatta bazı geceler gidip, Seyda Molla Abdulbaki (k.s)’nin ahırlarını temizlerdi. ’’ işte bu hizmet, muhabbet ve samimiyetle büyük derecelere ulaştı.’’

[toggle title=”Şeyh Muhammed Hafid hazretlerinin ailesi” load=”hide”] ŞEYH MUHAMMED HAFİD (K.S)’İN HANIMLARI
Şeyh Muhammed Hafid (k.s)’in ilk zevcesi Rahile hanımdır. Şeyh Taha (k.s)’nın
kerimesidir. Şeyh Taha (k.s) Şeyh Şehid Muhammed Said (k.s)’in oğludur.
Şeyh Muhammed Hafid (k.s) hazretleri, Rahile hanımın vefatından sonra,
Şeyh Nasireddin (k.s) Hazretlerinin kerimesi Nazime hanım ile evlendi.
ŞEYH MUHAMMED HAFİD (K.S)’İN EVLATLARI
Rahile hanımın evlatları :
1- Yahya Efendi
2 – Fethi Efendi
3 – Necla Hanım
Nazime hanımın evlatları :
1 – Şakir Efendi
2 -Umaneddin Efendi
3 -Şahin Efendi
4 -Şakire Hanım
5 – Canan Hanım
6 – Mizgin Hanım
[/toggle]

İrşada başladığı zaman. Seyda-i Taği (k.s)’nin bütün muhib’leri sevinç içerisinde kaldılar. Hemen onu irşada götürdüler. Hazret (k.s)’in teveccühünde bulunan o eski müridler

– ’’ Şeyh Muhammed Hafid (k.s)’in teveccühü aynı Hazret (k.s)’in teveccühüne benziyor, çok tesirli. ’’ Diyorlardı. – ’’ Gerçekten insan onun teveccühüne oturduğu zaman harikulade şeyler hissediyordu.’’

Şeyh Muhammed Hafid (k.s)’in iki kardeşi de, onun irşad döneminde ona hep destek ve güç verdiler. Ona, maişet ve tekkenin idaresine dair hiç bir iş yüklemediler. – ’’ Sen babamızın yerindesin. Hiç bir şey sana sıkıntı vermesin her şeyi biz yaparız.’’ Diyerek onu irşat işinden uzaklaştıracak hiç bir engel bırakmadılar

Kardeşi Şeyh Ataullah (k.s)’ın erken vefat etmesi, onu sağ vezirsiz bıraktı. Geride sol vezir, Şeyh Muhammed Bakır (k.s) kaldı. Şeyh Muhammed Hafid (k.s) kardeşinin vefatından çok etkilendi.

Şeyh Abdulkerim (k.s) anlatıyor :
’’Zaman zaman bana şöyle derdi ’’ :

– ’’ Babanın vefatı bizi çok etkiledi. O hayatta iken hiç bir şekilde sıkıntım yoktu. Hep benim yanımdaydı. Elimdeydi.

Barışlara onu gönderiyordum. Aile ve tekkenin işlerini o yürütürdü. O gidince Şeyh Muhammed Bakır (k.s)’la yalnız kaldım.

Şeyh Muhammed Bakır (k.s) yalnız, tek başına, bu büyük işleri yapamaz. Onlar iki kişiyken dahi bu işleri zor yapıyorlardı.’’

Şeyh Muhammed Hafid (k.s) son senelerde çok hastalık geçirdi.1989’da İzmir’de, beş damarından baypas ameliyatı oldu. Bu ameliyat sonrasında teveccüh edecek kadar sıhhatte değildi. Sonra 2000’de Bel ameliyatı geçirdi. 2001’de İzmir’de tekrar baypas ameliyatı geçirdi. Yoğun bakımdan çıkmayıp, Ölüm şerbetini içti. ( Hakk’a kavuştu.)

ŞEYH MUHAMMED HAFİD (K.S)’İN HALİFELERİ

1- Şeyh Muhammed (k.s), Hırvıs Şeyhlerinden. Erzurum- Hınıs’a bağlı köylerde kalıyordu. 1980 öncesi vefat ettı. O’nun hakkında fazla bilgimiz yok. Sadece Şeyh Muhammed Hafid (k.s)’in kendisine hilafet verdiğine dair bir mektubu var.

2- Şeyh Celal (k.s), Şeyh İsmail Hakkı (k.s)’nın oğlu. O’ da Hazret (k.s)’in halifesi Şeyh Muhammed Selim-i Hezan (k.s)’nın oğludur.
3- Şeyh Seyyid Abdulkadir Xaxrıf (k.s), Şeyh Abdulkadir Geylani (k.s)’nin torunlarından.
4- Şeyh Seyyid Necmeddin Xaxrıf (k.s), Şeyh Abdulkadir’in (k.s)’in ağabeyi.
5- Seyyid Muhamed Sasoni (k.s) – Adıyaman merkez’de ikamet ediyor.
6- Molla Lütfi sobaşi (k.s), Hazret (k.s)’in talebesı Molla Şahabeddin’in oğlu.

7- Molla Muhamed Nasıh (k.s), Molla Fethullah ve Hazret (k.s)’in talebesi olan Molla Caferi Balek-i’nin oğlu.
8- Molla Mahfuz-ı Balek-i (k.s), Mersinde kalıyor.
9- Molla Bedirhan Ağrı-i (k.s), Ağrı’da kalıyor.
10- Molla Usameddin Melekend (k.s),Önce Ağrı’da ikamet ediyordu. Şimdi İstanbul’da kalıyor.
11- Molla Nuredin Ağri-i (k.s), İstanbul’da kalıyor.
12- Molla Asim Diyarbakır-i (k.s), Diyarbakır’da kalıyor.
13- Şeyh Abdulmenaf Abiri (k.s),Seyda-i Taği (k.s)’nin halifesi Seyyid Tahir-i Abiri (k.s)’nin torunu.
14- Şeyh Muhammed Nasıh (k.s)
Şeyh Muhammed Hafid (k.s) Hazretlerinin ’in 4 halifesi kendisinden
önce vefat ettiler.
İsimleri :
1- Şeyh Abdulmanaf Abiri (K.S)
2- Şeyh Abdulkadir Xaxrıf (K.S)
3- Şeyh Necmeddın Xaxrıf (K.S)
4- Şeyh Lütfi Sobaşi (K.S)

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Şeyh Muhammed Maşuk Norşini (ks.)

Mekke ‘de Cennetül Mualla’da Hazreti Hatice Validemizin ayak ucunda

Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri 1325 (1906) yılında Nurşin de dünyaya gelmiştir. Babası Şeyh Masum, annesi Fatıma Hanım’dır.Şeyh Muhammed Diyauddin hazretlerinin kardeşinin oğlu olan Şeyh Masum, ilmi olgunluğa sahip, muhabbetullah sahibi bir kişi idi.Onu diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerinden birisi hizmete çok düşkün olmalarıydı.Şeyh Masum (k.s.) kimseden korkmaz ve çalışıp hizmet etmekten asla usanmaz bir zattı.Öyle olurdu ki bazen onu tarlada çalışırken,bazen koyunları güderken,bazen medresede talebe okuturken, bazen de insanlara hizmet ederken görebilirdiniz.O yörede bulunan aşiret ağalarını toplar ve köylülere zulüm etmemeleri,adaletli ve merhametli olmaları konusunda sert bir dille uyarırdı.Emri bil maruf ve nehy-i anil münker konusunda çok titizdi.Tabiatları Hz Ömer (r.a.)’i andırırdı.

Hazret’in (k.s.) zamanın da onun yanından bir an ayrılmadı. Medresenin işlerinde Hazret’e (k.s.) yardımcı oldu. Hazret’in (k.s.) vefatından sonra medreseyi ayakta tutmaya ve insanlara nasihat etmeye devam etti. Şeyh Masum(k.s.) aşiretler arasındaki kan davalarını hallediyor, dargın insanları barıştırıyor, yüce ahlaki değerleri yerleştirmeye çalışıyordu. Öyle yerler vardı ki Şeyh Masum(k.s) oralara nasihat etmeden önce o bölge halkı namaz, abdest, helal, haram nedir bilmez bir haldeydiler. Birbirleriyle düşman bir şekilde yaşıyorlardı. Mardin yöresinde bir köy vardı ki ahalisi cehaletlerinden dolayı hem namazdan uzaklaşmış ve hem de öyle bir gaflete düşmüşlerdi ki camiyi ahır yapmış, içinde et pişirip, yiyorlardı. Cami pislikten içine girilmez olmuş, cam ve duvarları içinde yakılan ateşin isinden dolayı kapkara kesilmişti Şeyh Masum’un (k.s) nasihatleri ve O’nun edepleri ile İslam’ı güzel şekilde yaşamaya başladılar. Cami yeniden düzenlendi ve eskisinden daha güzel bir şekilde restore edildi. Kalplerdeki korkunç perdeler kalktı. Bu onlar için yeni bir doğuş oldu. Sanki üzerlerine atılan ölü toprağından silkinerek kurtuldular ve yıllar süren derin bir uykudan uyandılar.

Bu güzel vasıflara sahip babanın oğlu olan Şeyh Maşuk Hazretleri 7 yaşında Hazret’in(k.s) yanında okumaya başladı. Çok zeki bir talebeydi. Çocukluğunda tasavvuf kabiliyeti çok ileri bir seviyedeydi.Diğer çocuklar çelik çomak oynarken o bir köşede onları seyrederdi.Bir gün Hazret (k.s) onun oyun oynamadığını görünce “ Gel çelik-çomak oynayalım” diye çağırdı.Çelik çomak oynarken Hazret (k.s) ağaç dalını attığında Seyda Şeyh Maşuk(k.s) dal ile tekrar oynamak yerine Hazret’e (k.s) geri getiriyor ve önüne bırakırdı. Niye böyle yapıyorsun da oynamıyorsun diye sorulunca “Hazret neşelensin” diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Hazret (k.s) halifelerini toplayıp ‘Bu çocuğun kabiliyeti çok fazla, buna iyi bir insan olması için dua edeceksiniz.’ dedi.

Seyda-i Taği(k.s) bir sohbetinde Hazret’in (k.s) bulunduğu bir sohbette “Molla Diyauddin sınırın öbür tarafından bir genç gelecek. Sen ona iyi bak. O Nurşin’deki nisbeti alıp sınırın öbür tarafına götürecek. Nurşin’in kurdu nisbeti oradan alıp geri getirecek.” diye belirtmişti. Uzun seneler önce söylenen bu sözün manası ilerleyen zamanlarda ortaya çıkacaktı.

Seyda Şeyh Maşuk (k.s) çocukken Şeyh Ahmed-ül Haznevi (k.s) , Hazret’in(k.s) yanında amel ediyordu. Hazret (k.s) ona “Sen burada hizmet ediyorsun. Buradan büyük bir Nisbet elde edeceksin. Nurşin’in kurdu gelip senden nisbeti alacak. Tekrar Nurşin’e geri getirecek.”dedi herkes bunun kim olduğunu merak etti.

Şeyh Abdurrahman-ı Tagi hazretleri, Seyda Şeyh Maşuk’un(k.s) büyüklüğüne önceden işaret etmiştir. ‘Nurşin den Nisbet gidecek ama bir (kurt) onu geri getirecek’ demiştir. Şeyh Abdurrahman-ı Tagi hazretleri ve Hazret’in(k.s) böyle demesi ile (kurt)lakabının kim için söylendiği bir olay neticesinde ortaya çıkacaktı..

İnsanlar cenazeye devir okumak için camide bir gün toplandılar. Seyda Şeyh Maşuk(k.s) caminin önündeki ayakkabıları bunlar cennetlikler ve bunlar cehennemlikler diye ikiye ayırır. Hazret(k.s) dışarı çıkıp ayakkabıların üstüne atlayıp birbirine karıştırır. “Kurt kurt git başka yerlerde oyna.” der.

Küçük yaşlardan keşfi açık olan Seyda Şeyh Maşuk’un bu kerametlerinin kapanıp, manevi eğitiminden sonra açılması için hazret namaz kılmayan terki salat bir kadının ekmeğini getirip ona yedirmelerini söyler. Uzak köylerden birinden namaz kılmayan bir kadının ekmeğini getirir ve yedirirler.

Hazretin yanında 7 yaşında okumaya başlar. Daha sonra eğitimine Mutkan’da devam eder. Çok zeki bir talebe olan Şeyh Muhammed Maşuk (k.s) ilerleyen yıllarda medresede talebe yetiştirmeye başlar ve birçok kimseye ilim icazeti verir.

Şeyh Ahmed-el Haznevi’den (k.s) hilafet alması

İlk olarak Molla Müezine (hazretin halifesi olup hazretle beraber Seyda-i Taği’de amel etmiş) intisab etti. Herkes Şeyh Ahmed-el Haznevi’den (k.s) hilafet almasını beklerken Molla Müezine bağlanmasına şaşırdılar. Fakat kısa bir süre sonra Molla Müezzin (k.s) vefat etti. Şeyh Muhammed Maşuk (k.s) bir müddet yalnız kaldı.

Şeyh Muhammed Maşuk (k.s) ,Şeyh Ahmed’in (k.s) yanına Suriye’ye gitmek istedi. Babasından Suriye’ye gitmek için izin istemeye utandığından hacca gitmek için izin ister. Şeyh Masum elindeki çomakla yere çizgiler çizer. Üzgün olduğu her halinden bellidir. Ona bir cevap veremez. Eve geldiklerinde Seyda Şeyh Maşuk’a “babam bana cevap vermedi diye düşünüyorsun. Bütün ailenin geçimini temin ettiğim için senin yol masrafını nasıl karşılayacağımı düşünüyorum.” dedi. Bunun üzerine Seyda Şeyh Maşuk (k.s) “Ben yol için gerekli ihtiyaçlarımı hazırladım.” diyince. Sevinerek ‘hayırlısı ile git gel, bana sormana gerek yok.’ der. Seyda Şeyh Maşuk, Şeyh Abdulhalim(k.s) ve Molla Nimetullah (k.s) birlikte hacca gitmek üzere yola çıkarlar. Suriye’den geçerken Hazne’ye uğrayıp Şeyh Ahmed’i (k.s) ziyaret ederler. Şeyh Ahmed(k.s) onları görünce çok memnun olur ve sevincinden ağlar. Hazret’in (k.s) çocukları çayı çok sever diyerek çay hazırlamak için içeri gider. Geri döndüğünde üstündeki kıyafetini değiştirmiştir. Seyda Şeyh Maşuk bunu görünce çok canı sıkılır ve biz buraya zenginlik görmek için gelmedik, diye aklından geçirir. Çay içip oturup biraz sohbet ettikten sonra Şeyh Ahmed (k.s) onu alıp dışarıda uzak bir yere götürdü. Kumların üzerine oturttu. ‘Maşuk bu yerler kumdur, bundan ötesi de hep çöldür. Siz geldiğiniz için ben o kadar çok sevindim ki çay çabuk olsun diye gaz ocağının pompasını çok doldurdum. Oda üzerime fışkırdı. Bunun için elbisemi değiştirmek zorunda kaldım.’ Böylece Seyda Şeyh Maşuk’un (k.s) kalbindeki sıkıntı gitti. O gece orada misafir oldular. Sabahleyin Seyda Şeyh Maşuk (k.s) intisap etmek için Seyda Şeyh Ahmed’in (k.s) onu çağırmasını içinden geçiriyordu.

Ertesi sabah Seyda Şeyh Maşuk (k.s) , Şeyh Abdulhalim ve Molla Nimetullah (k.s) otururlarken üçünün arasından Şeyh Ahmet (k.s) , Seyda Şeyh Maşuk’u(k.s) yanına çağırdı. Bu gece rüyamda sadat-ı kiramı bizim eve gelirken gördüm. Çok sevindiklerini söylediler. Senin buraya gelmenden çok memnun oldular. Dedi ve onu tekrar kumların oraya götürerek ona tarikat verdi. Geriye döndüklerinde arkadaşları “sende değişik bir hal gördük.”dediler Seyda Şeyh Maşuk (k.s) “bu hal iyi midir, kötü müdür?” diye sorar. Arkadaşları “seni çok iyi gördük.” derler. O da “çok güzel bir iş yaptım, şeyh Ahmed’in tarikatina girdim.” der. Arkadaşları çok memnun olup birbirlerine sarılır ve çok güzel bir iş yaptın derler.

Seyda Şeyh Ahmed “selametle haccınıza gidin, dönüş yine bu kapıdan olsun.” der ve onları uğurlar. Seyda Şeyh Maşuk Suriye’den ayrılıp hacca gider. Hacdan dönüşünde tekrar Suriye’de tekrar Şeyh Ahmed’in yanına uğrar. Seyda Şeyh Maşuk “Şeyh Ahmed Nurşin’e geldiğinde babamın yanında nasıl davranacağım, ayağa nasıl kalkacağım, edebimi nasıl muhafaza edeceğim?”diye içinden geçirir. Şeyh Ahmed onu yanına çağırarak “Nurşin’e geldiğimizde bizim müridimiz olduğunu kimse bilmeyecek. Ben divana geldiğimde Şeyh Masum’un (k.s) yanında ayağa kalkmayacaksın. Tarikata girdiğini kimseye söylemeyeceksin.”der ve Nurşin’e geri dönerler.

Nurşin ile Hazne arasında bir gidiş geliş başlamış olur. Uzun ve sıkıntılı yolculuklar sırf Allah-u Teala’nın rızasını tahsil için yapılmaktadır. molla Muhyeddin hazretleri ve Şeyh Maşuk hazretleri birlikte arabanın uçağın olmadığı o günlerde ayakların da bir çarık uzun yolları yürüyerek gider, gelirler.hazneye gittiklerinde ayakkabılarının altları çıkmış,ayakları yara içindedir. Fakat onlar gönül saraylarını mamur etmeye uğraşmaktadırlar. Seyda Şeyh Maşuk (k.s) , Şeyh Muhammed Diyauddin (k.s)’in halifesi Suriye-Hizna’daki Şeyh Ahmed ül-Haznevi (k.s)’nin yanında tarikat terbiyesi almış ve işaret edildiği üzere Şeyh Ahmed ül-Haznevi (k.s)’nin halifesi olmuştur ve Nurşin’e nisbeti geri getirmiştir.

Molla Sıddık, Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerini şöyle anlatır. O, çok halim bir insandı. Altı gün hizmetinde bulundum. Her hali ve davranışı Allah (c.c) hatırlatırdı. İnsanlarla münasebetinde hiç riyası yoktu. Müridleri yanında rabıtayı gözü açık yaparlardı. Molla Sıddık talebeyken Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri Seyrantepe köyüne geldi. Molla Sıddık yanına ziyarete gitti. Çok büyük kalabalık vardı. Büyük bir sofra misafirler için kuruldu. Şeyh Maşuk’ a ayrı küçük bir sofra kurulmuştu. Molla Sıddık’ı yanına davet edip oturtu. Şeyh maşuk “burada yemek yemeyelim. Başka köye gidiceğiz orada yeriz.” dedi. Molla Sıddık orda sadece 3–4 lokma yemek yedi. Yediği o lokmaların acısı 3–4 gün karın ağrısı çektikten sonra geçer ve Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri’nin yanına geri döner. Hâlbuki sözünü dinleseydim O’nunla üç günü beraber geçirecektim.”diye anlatır.

Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri dünyevi işlerde talebelerine karşı çok müsamahakârdı. Allah-u Teâlâ’nın emirleri konusunda çok titizdi. Namazını cemaatle kılmayanlara, Allah-u Teâlâ’nın emirlerine uymayanlara çok kızardı. Bir sohbetinde “Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ismi anıldığında gözünden yaş, ağzından içindeki yangının kokusu gelmeyenin muhabbeti zayıftır.” buyurmuştur.

Dünyevi işlerle ilgilenmezdi. Ticari işlerle uğraşmayı sevmezdi. Harama ve helale çok dikkat ederdi. Ailenin maddi geliri ile talebelere gelen yardımları ayrı tutardı. Oğlunun anlattığı şu hadise çok dikkat çekicidir. “Nurşin’de açılan yeni bir lokantada yemek yemeği çok isterdik. Paramız olmadığından lokantaya gidemezdik. Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerinin maddi işlerine bakan bir salikine bize biraz para ver dedik. “Ailenin parasını size veremeyiz.” dedi. Seyda Şeyh Maşuk Hazretlerine baktım, bize parayı vermek istemişti. Ama ailenin parası olduğu için izin vermedi ve yarın köylülere sattığım keçilerin parası gelecek. Yemek parasını o paradan “yarın veririm.” dedi.

Aileye çok önem verirdi. Şeyh nasır(k.s.) ve şeyh takiyeddin’i(k.s.) çok severdi. Hep birlikte gezerlerdi. Birbirlerini çok sayarlar ve birbirlerini çok severlerdi. Şeyh Takiyeddin’e (k.s.) Şeyh Nasır’ı(k.s.) sorduklarında, onu o kadar övdü o kadar övdü ki soran şahıs “gidip mürüdi olasım” geldi dedi.

Vefatı

Vefatından önce defaatle vefat edeceğine dair işaretler vermiştir. Demirci köyüne gittiklerinde “bir daha bu yaylaları göremeyeceğim, bu son gelişim.”dedi.

Nurşin’e döndükten sonra hacca gitmek için hazırlıklara başladı. Oğluna “sende benimle gelmek istemezmisin?”dediğinde “ağbim var o hazırlıklarını tamamladı.”diye cevap veren Şeyh Veysi’ye “gelmek istersen sende gel. Yalnız işleri çabuk bitir. Diyarbakır’a git ve tarlaları ek, oyalanmadan geri dön.”dedi .

Şeyh Maşuk Hazretlerine astım rahatsızlığının ilerlemesinden dolayı hacca gitmemesi gerektiğini söyleyenlere “bana hastasın hacca gitme diyorlar, ben merkate gittim üç kere bana “uğurlar olsun.” dediler.

Şeyh Maşuk Hazretleri hanımını yanına çağırdı “hakkını helal et seninle uzun zaman sıkıntıları birlikte paylaştık ben gidiyorum geri gelmeyeceğim.”diyerek helalleşti. Fakat bu vedalaşmaları herkes hasta olduğundan dolayı söylediğini düşünerek “böyle söylemeyin efendim.” dediler.

Diyarbakır’a tarlaları ekmeye giden şeyh Veysi’nin yanında çalışan adamı rüyasında “şeyh Veysi çabuk hazırlansın pasaportlar hazır yola çıkılıcak”denilir.sabah Nurşin den bir haberci gelir rüyayı gören kişi şeyh Veysi’yi mi acele çağırıyor dediğinde çok şaşırırlar. Sen nerden biliyorsun? diye sorunca “akşam rüyamda gördüm” der.

Rüyayı gören zat da onlarla hacca gitmek ister, bir günde pasaporta müracaat eder ve pasaportu çıkar. Herkes hayretler içindedir. O zamanın şartlarında bir günde pasaport çıkması mümkün değildir. Araştırıldığında nüfus bilgilerinin sorulduğu tüm bilgilerin kendileri tarafından hazırlandığı cevapların çabuk geldiği hayretle görülmüştür. Muhabbet ve saadatın duasının zorlukları kolaylaştırdığı bu hadiseyle bir kez daha görülür.

Şeyh Maşuk Hazretleri ile hacca gidecek kafilede halifeleri, âlimlerden birçok kimse vardı. Molla Hüseyin, Molla Muhyeddin onla birlikte yolculuk yaptılar. Seyda molla Muhyeddin hazretleri onun hem amel arkadaşı hemde halifesidir. Molla Muhyeddîn hazretleri, Baykan-Havilli olup, medrese tahsilini, Ohin ve Norşin’de tamamlamıştır. Tarikat icâzeti Şeyh Muhammed Maşuk hazretlerindendir. Bölgenin en tanınmış ulemasından olup, fetva sahibi idi. 1988 yılında Havil’de vefat etmiş olup, çeşitli ilimlerde 100’e yakın basılmamış Arapça eseri mevcuttur.

Seyda molla Muhyeddin hazretleri Şeyh Maşuk Hazretlerinin halifesi olmasına rağmen sen âlimsin der her şeyi ona sorardı. Medine’ye geldiklerinde “molla Muhyeddin Mekke’de mi ölmek Medine’de mi ölmek daha iyidir? Diye sordu. Molla Muhyeddin hazretleri ona “Mekke’de kılınan bir vakit namaza100 000vakit namaz sevabı, Medine’de kılınan 1 vakit namaza 1000 vakit namaz sevabı vardır. Ölüm de böyledir.” Diye cevap verir.

Nurşin’den ayrılıp Medine’ye doğru yola çıkarlar. Şama uğrarlar. Seyda Şeyh Maşuk orda bulunan insanların hatırları kırılmasın diye insanların meselelerini çabuk halletmesi için oğluna talimat verir. Şöyle der, “ziyaretler bitmez! Vazifelerimiz bitti! Mekke’ye çabuk gitmeliyiz. Mekke’ye gittiğimizde beni Hz. Hatice’nin (r.a.) ayakucuna defnedin. Ana kucağının şefkati daha iyidir. Etrafındakiler “neden böyle söylüyorsunuz?” dediğinde, “ ben geri dönmeyeceğim!” der.

Mekke’ye ulaşıp hac vazifelerini yerine getirirler. Yanında bulunanların bir kısmı Medine’ye gitmek üzere yola çıkarlar. Seyda molla Muhyeddin hazretleri birkaç arkadaşı ile beraber Seyda Şeyh Maşuk hazretlerinin yanına geldiklerinde “siz ne zaman Medine’ye geleceksiniz?” diye sorduğunda. “tüm hacılar Mekke’den ayrılınca geleceğim” cevabını alır. Bunun üzerine Seyda molla Muhyeddin hazretlerinin gözlerinden süzülen yaşları arkadaşları fark ederler ve sorarlar “Ne oldu? Niçin ağlıyorsun?” Seyda molla Muhyeddin onlara “ Mekke’de hacılar kıyamete kadar bitmez. Bunun manası Seyda’nın vefat edeceğidir.” der. Seyda Şeyh Maşuk’la vedalaşır ve Medine’ye yola çıkar.

Seyda Şeyh Maşuk hazretleri bir akşam rahatsızlanır oğlunu hareme göndermez ve şöyle söyler. Haremde namaz kıymetlidir. Ama babaya bakmak daha kıymetlidir. Sen babana bak! Dedi.

Oğlunu cennet-ül muallâ’ya gönderdi ve “Hz. Hatice’nin(r.a.) etrafı sahabelerle doludur. Hz. Hatice’nin(r.a.) ayakucuna beni defnedin. Nurşin’e dönerken molla Hüseyni yanınıza alın” dedi. Hulefalarından bazıları geldiler. “Seni çok iyi gördük.” Dediler. Seyda Şeyh Maşuk hazretleri “ölmeden önce düzelme iyidir.” dedi. Onlarla sohbet etti. “ben biraz rahatsızım” dedi ve Seyda Şeyh Maşuk sağ yanı üzerine yattı. Rahatsızlığı artınca bir doktor çağırdılar. Şeyh asım ve yanındakiler Yasin ve hatim okumaya başladılar. Doktor gelene kadar Seyda Şeyh Maşuk hazretleri mubarek ruhunu teslim etmişti.

Seyda Şeyh Maşuk hazretlerinin mubarek bedeni yıkanıp kefenlendi ve sabah namazına kadar harem-i şerifte başında kuranlar okunarak dualar edildi. Sabah namazı sonrası binlerce kişi tarafından cenaze namazı kılındı. Vasiyeti üzerine Hz. Hatice (r.a.) validemizin ayakucuna defedilmek için cenneti muallâya götürüldü. Cennet-ül muallâdaki görevliler buraya sahabelerden başka kimsenin gömülemeyeceğini söylediler. Yanındakiler ise “Seyda Şeyh Maşuk hazretlerinin Şam’dan beri defaatle “Beni Hz. Hatice (r.a.) validemizin ayakucuna defnedin!” diye vasiyet etti” dediler. Bunun üzerine görevliler ayakucunda boş bir yer olduğunu yerini belli etmemek ve başına taş koymamak koşuluyla defnetmek için izin verdiler.

Bir ömür Allah rızasına uygun olarak yaşanmış ve en mukaddes topraklarda tüm müminlerin annesinin ayakucunda noktalanmıştır. Arkasında on altı halife ve gözü yaşlı binlerce seven bırakarak 1975’in 28 aralığında dar-ül bekaya göç etmiştir.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
[/toggle]

Şeyh Seyyid Muhammed Maruf

Batman – Çamlıca Mahallesindeki aile kabristanında

Batman’ın önde gelen kanaat önderlerinden Şeyh Seyyid Muhammed Maruf Yıldırım 1925 yılında Batman’ın Gercüş (Gercews) ilçesine bağlı Vergili (Bêcırman) köyünde doğdu.Şırnak’ın Cizre ilçesinde bulunan Şeyh Seyda Elcezeri’nin yanında tefsir, mantık, hadis ve tüm ilimleri okuyup icazet aldı.Nakşibendi, Kadiri ve Rufai tarikatların halifeliğini yapan ve aslen Seyyid Bilal soyundan gelen Şeyh Maruf, Hüseynî olup soyu Hz. Muhammed’e (sav) ulaşıyor.

Şeyh Muhammed Maruf hazretleri 20 ekim 2017 tarihinde tedavi gördüğü İstanbul Acıbadem hastenesinde vefat etti. Cenaze namazı Batman – Dergah camiinde kılındıktan sonra Çamlıca mahallesindeki ali kabristanına defin edilmiştir.

 

Seyyid Mustafa Naci Hazretleri (ks.)

Elazığ – Harput – Meteris kabristanında . İmam Efendi ( Osman Bedreddin Erzurumi) Türbesinin içerisinde

Seyyid Mustafa Naci hazretleri’nin (k.s.) Silsile-i Şerifi

Hace Mustafa Naci Hazretleri aslen Muşludur (1843-1929). Palu’da Seyyid Mahmud Sâminî Hazretlerinin sohbetleri ile kemâlâ gelmiş ve icazetini almıştır. 28 yaşında iken gördüğü bir manevi işaret üzerine daha 25 günlük evli iken Muştan Paluya gelir. Paluda dedesinin bir dostu  olan Cemal Bey’e misafir olur. Cemal Bey ile Sâminî hazretlerinin sohbetlerine devam ederler.

 Bir gün sohbetten sonra, Sâminî hazretleri ile daha önce hiç tanışmadıkları hâlde,
Sâminî hazretleri, “Mustafa, kalk kahve yap, beraber içelim”, diye emir buyurur.
Sâminî hazretleri Cemal Bey’e “Misafiriniz nerelidir?”
Cemal Bey, “Muşludur kurban”, der.
Sâminî hazretleri, “Peki bundan sonra bizim misafirimiz olsun”, der. O misafirlikle beraber Mustafa Naci Hazretleri Sâmini hazretlerinin müridi olur.

 Hace Mustafa Naci Hazretleri, o günden sonra gönlüne hiç bir havatır (hatıralar) getirmeden, mürşidine manevi anlamda tam olarak teslim olur. Sâminî hazretleri bir gün Mustafa Naci Efendi’ye “Mustafa senin bir ailen varmış, neden bize bahsetmedin”, der. Mustafa Naci hazretleri, “Efendimiz sormadı, bizde söylemedik”, diyerek hocasına olan bağlılığının, muhabbetinin ve aşkının zirvesinde olduğunu gösterir. Sâminî hazretleri, “Hemen aileni al ve buraya gel”, diye emir buyurduktan sonra, Mustafa Naci hazretleri emri yerine getirerek ailesiyle Paluya taşınır.

 Sâminî hazretlerinin alem-i bekaya teşriflerinden sonra, Hace Mustafa Naci hazretlerinin aynı icazeti üzerine, Seyyid Osman Bedrûddin Erzurumi (İmam Efendi) hazretleri tarafından ikinci bir mühür vurulur. Artık iki nur sahibidir. Kabr-i Şerifleri Elazığ, Harputta Meteris mezarlığında İmam Efendi hazretlerinin türbesi içerisindedir.

 Hace Mustafa Naci Hazretleri’nin son derece heybetli bir görünüşü olup, pek uzun boylu idi. İnsanın içine işleyen nazarları, insanda ister istemez saygı uyandırır ve bir topluluk içerisinde manevi yükseklikleri ile hemen fark edilirdi. Mürşidi Mahmud Sâminî Hazretlerine 22 yıl hizmet etmiştir. Sâminî hazretleri, Mustafa Naci hazretlerinin sadakat ve hizmetleri üzerine bizzat kendisi “Naci” (kurtulan, necat bulan) ismini Mustafa’ya eklemiştir.

 Muhammed Mazhar Harputi hazretleri naklediyor: Sâminî hazretleri, İmam Efendi hazretlerinden önce Mustafa Naci hazretlerine icazet vermek isterler. Fakat, Mustafa Naci hazretleri “Efendim, önce İmam Efendiye icazetini veriniz”, derler. Kaddesallahu Sırrahulaziz. İşte büyüklük dedirttirecek bir davranış ki, her velide görülmez. Muhammed Mazhar Harputi hazretleri, bu konu ile ilgili “Maneviyatta bile tercih ederler. Tercih eden kazanır”, diye emir buyururlar.

 Vefat ettikten sonra, mübarek vücudlarını kabre Muhammed Mazhar Harputi hazretleri koymuştur. Bu sırada İmam Efendi Hazretlerinin kabrinden bir kısmın açıldığını görmüş ve daha sonra şöyle buyurmuştur, “Hoca Efendimizi kabre koyduktan sonra İmam Efendimizin kabri şeriflerinin yan tarafı açıldı. Meğer dostunu bekliyormuş. İki mezar birleşti”, diye emir buyururlar.

 Muhammed Mazhar Ettasi Hazretleri nakl ediyor:
“Hoca Efendimiz (Hace Mustafa Naci) Hazretleri, Harputlu Hacı Tevfik Efendi (Bu muhterem zat, o dönem zahiri ilimlerde mütehassıslığıyla meşhur bir zat olup bu olay gerçekleştiğinde henüz batıni ilimlerde ilk dönemlerinde olduğu anlaşılıyor) ile İmam Efendimizin oğlu Muhyiddin Efendinin ticaret yaptığı dükkânın önünde otururlarken, Hoca Efendimiz bu işin sadece zahiri ilimlerle olamayacağını ilm-i batının da bir insanda olması gerektiğini ve zahiri ilmine güvenmemesi gerektiği konusunda konuşurlarken, Hoca Efendimiz Hazretleri birden elini Hacı Tevfik Efendinin dizine koyarak yolun karşısında yürümekte olan bir ademi gösterirler  ve “Bak !” diye emir buyururlar. O anda Hacı Tevfik Efendi’nin gözündeki perde kalkar ve o adamın Nefs-i Emmareyi kendisinin haberi olmadan Hoca Efendimizin nazarlarıyla atlayarak, manevi olarak terakki ettiğini görür.
Hacı Tevfik Efendi, “Aman Efendim bu nasıl olur?” diyerek pek hayret eder.
Hoca Efendimiz Hazretleri, “Ne olacak? Geleceği yer orası değil miydi?”, diyerek emir buyurur. [Bu olayın geçtiği yer şimdiki Harputta Kurşunlu Camiinin doğu tarafında köşe başındadır. Bu dükkân maalesef muhafaza edilmemiştir. Dükkânın olduğu yer, şimdi bir ilköğretim okuluna bakmaktadır. O ademinde demek ki kabı boşmuş ki Hace Mustafa Naci Hazretleri’ni nazarlarıyla terakki etti. Kaddesallahu Sirrahulaziz].

 Muhammed Mazhar Ettasi Harputi hazretleri nakl ediyor:
Bir defasında Hoca Efendimiz hazretleri şöyle buyurdu: “İbrahim Edhemler bizim zamanımızda gelseydi. Tacıyla tahtıyla Allah’a vasıl ederdik. Hiç bir manisi olmazdı”, diye emir buyurur.
Bu sözü her kâmil söyleyemez. Bu söz, Mustafa Naci Hazretlerinin büyüklüğünü gösterdiği gibi, diğer önemli bir hususta “her zamanın eğitiminin farklı olduğudur”. Nitekim Mahmud Sâminî hazretlerinin hayatını anlatırken bahsettiğimiz gibi, emr-i ilahi ve peygamberiyle daha önce mürşidinin 5000 olan kelime-i tevhid dersi 300’e indirilmiştir. Dediğimiz gibi bu da bizzat Cenab-ı Hakk tarafından emredilmiş ve Peygamber Efendimiz tarafından Sâminî hazretlerine mana aleminde bildirilmiştir. Yoksa haşa bu büyükler kendi kafalarına göre böyle şeyler söylemezler. Bizzat davacıları Peygamber efendimiz olur ki, davacısı Peygamber olanı da hangi avukat kurtarabilir. Bu nedenle, Allah’a giden yolda görülenleri kendi görüşlerimize göre değerlendirmek manevi anlamda büyük vebalin altına girmemize neden olur.

 Halifeleri
Hace Mustafa Naci (Hoca Efendi) hazretleri İmam Efendiden icazetli olan beş büyük halifenin icazetnamelerini kendisi tekrar tasdik etmiş ve mübarek mührünü vurmuştur. Bu durumu Hace Mustafa Naci Hazretlerinin kıymetli oğulları, Abdullah Demirel (1918-2013) gülümseyerek şöyle anlatırlardı: “Efendi hazretleri (babası) beşini de çağırdı ve icazetnamelerini verdi. O zaman küçüktüm. Ben zannettim ki bana da icazet verecek. Sonra anladım ki bu iş babadan oğula geçmez. Ancak, Emr-i İlahi ve Emr-i Peygamberi ile olur” [Abdullah Demirel Bey, kalb gözü açık veli olduğunda şüphemiz olmayan değerli bir zat idi. İnsanın aklından geçenleri hemen okurdu. Fakat, irşad ile görevlendirilmemişti. Bu önemli bir noktadır ki Muhammed Mazhar Hazretleri (k.s.)’nin mübarek kelâmı hemen akla gelir: “Alim çoktur ve Veli çoktur ama İnsan-ı Kâmil bir tanedir”. Kabri İmam Efendi hazretlerinin türbesinin dışındadır].

Bu 5 büyük veli (Harputta beş kardeş diye de bilinirler). [“Bilenler için”, ihvan kardeşliği kan bağıyla olan kardeşlikten üstündür]
1) Seyyid Nureddin Efendi Hazretleri (İmam Efendi’nin oğludur. Kabri, İmam Efendinin türbesi içerisinde girişte hemen karşıdaki kabirdir.
2) Sonsürülü (Sürsürülü) Molla Hüseyin Efendi (Kabri, İmam Efendi hazretlerinin türbesinin dışında, güney tarafında, türbeye yaklaşık dört metre uzaklıktadır,
3) Hz. Şeyh Musa Kazım Harputi
4) Sadeddin Efendi Hazretleri (k.s.) (Tilenzik köyünden. Kabri, İmam Efendi hazretlerinin türbesinin kapısının hemen sağındadır).
5) Seyyid Muhammed Mazhar Ettasi

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
www.harputelazigsamini.com[/toggle]

Seyyid Muhammed Mazhar Ettasi hazretleri (ks.)

Elazığ – Harput – Meteris Kabristanında

Evliyanın büyüklerinden Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri Miladi 1898 (Hicri 1315) yılında Harputta doğmuştur. 5 Ağustos 1986’da Kışla Cami adıyla bilinen ve kendi yaptırmış olduğu bu caminin karşısındaki evlerinde vefat etmiştir. Türbesi Harput’ta Meteris kabristanında İmam Efendi Hazretlerinin türbesine varmadan sol taraftadır.

Seyyid Muhammed Mazhar ettasi  hazretleri’nin (k.s.) Silsile-i Şerifi
Hem anne, hem de baba tarafından soyu Rahmeten-lil Âlemin Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimize dayanmakta olup Seyyiddir (Hz. Hüseyin (r.a.) ‘ın soyundan) .Kıymetli anneleri Faize Hanım tarafından da soyu, İklime (İklima) Hatun vasıtasıyla Yavuz Sultan Selim Han Hazretlerine ulaşır. İklime Hatun, Yavuz Sultan Selim’in kıymetli eşleri olup edep timsali bir hanım idi. İklime Hatun, Dulkadiroğulları’nın hükümdarı Emir Şahruh’unda kerimeleridir. Muhterem babaları Osman Efendi (rh.a) âlim ve fadıl bir kimse idi. Bütün çocuklarını zamanın ilimlerini öğretmek için sabırla okuttu. Osman Efendi iki kez evlenmiş, toplam 10 (8 erkek, 2 kız) evladı olmuştur. Muhammed Mazhar Ettasi Hazretleri, Osman Efendinin ikinci hanımı olan Faize Hanımdandır. Faize Hanım’ın 2 kız ve 2 erkek evladı olmuştur. Yaş sırasına göre Ayşe Hanım, Muhammed Mazhar Hazretleri, Asım Bey ve Gülgüle Hanımdır. Muhammed Mazhar Ettasi hazretlerinin diğer ağabeyleri de okumuşlar ve zahiri ve batıni ilimlerde mütehassıs olmuşlardı. Ağabeyi Hasan Bey Şam Emeviye Camiinde sohbet veren âlimlerdendi. Bir diğer ağabeyi Seyfullah Bey ise okumak için İstanbul Cihangire gelmiş ilahiyat fakültesini bitirmişti. Muhammed Mazhar Ettasi hazretleri verâ ve takvasıyla bütün kardeşlerini ve akranlarını geçmiştir. Anne ve babasından mükemmel bir terbiye almıştır. Kendisi anlatıyor, “Annem gece yatarken Cenab-ı Hakkın huzurunda ayaklarımızı uzatmamamız için, bir ipin iki ucunu bağlar ve sıkmayacak şekilde ensemizden ve diz kapaklarımızın altından geçirirdi”. [Böylece uykudayken evlatlarının isteseler de ayaklarını uzatmamaları için önlem alırlarmış. Bir süre sonra insan uykuda bile olsa ayaklarını uzatmaz ve hep ayaklarını kendine doğru çekerek yatar. Benzer durum Musa Kâzım Harputi hazretlerinde de görülüyor. Mübarek, yatağının ayak tarafına karton koyarmış. Güzel alışkanlıkların çocukken kazanılacağına dair güzel bir misâl].

Muhammed Mazhar Ettasi hazretleri’nin (k.s.) Menkıbeleri
YIKILAN TURBE
Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri’nin büyük kızı Edibe Anne, Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri’nin türbesinin yapımı esnasında yaşanan bazı kerametleri bizzat şöyle nakletmektedir; Efendim Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hz. vefat ettikten 1 yıl sonra, Kahramanmaraş’tan ve Elazığ’dan müritler bir araya gelerek efendimin kabrini türbe haline getirmek için hemen türbe inşaatına başladılar. Fakat bir gün sabah erken saatlerde evin kapısı çalındı. Kapı açıldığında Harput’tan gelen birkaç bağmancının çok üzgün ve tedirgin bir şekilde kapıda bekledikleri söylendi. Onlara neden böyle üzüntülü oldukları sorulduğunda ise verdikleri cevap bana şöylece anlatıldı; ‘’Biz sabah erken bağ bahçe işlerimizle ilgili olarak Harput’tan şehre inmek için yola koyulduk. Muhammed Mazhar Efendi Hz.’nin türbe inşaatının önünden geçerken birde baktık ki efendinin türbesi yıkılmış. Sabahın çok erken saatleri olduğu için türbenin etrafında kimseyi göremedik. Bu yüzden size haber verdik’’ dediler. Onların bu cevabı bana iletildiğinde efendimin hayatta iken bize vasiyet ettiği sözleri aklıma geldi ve onlara bu işin hikmetinin şu şekilde anlatılmasını söyledim; ‘’O türbenin yüksekliği İmam Efendi Hz.’nin türbesinden daha yüksek olduğu için yıkılmıştır. Zira Efendim Şıh Muhammed Mazhar Efendi, Mürşidi olan İmam Osman Bedreddin ErzurumiHz.’ne karşı duymuş olduğu büyük sevgisinden dolayı, hayatta iken bize vasiyet ederek şöyle demişti; ‘’ Ben dünyamı değiştirdikten sonra türbemin boyunu sakın Şıhım İmam Efendi Hz.’nin türbesinden yüksek yaptırmayın.’’ İşte bu nedenden dolayı o türbe yıkılmıştır. Bunun üzerine türbeyi yaptıran müritler durumdan haberdar edildi. İnşaatı yapanlar İmam Efendi Hz.’nin türbesinin boyunu ölçtüler ve gördüler ki kendilerinin Muhammed Mazhar Efendi Hz. leri için yaptırdıkları türbe, İmam Efendi Hz.’nin türbesinden daha yüksek. Durumu anlayarak hiç vakit kaybetmeden Muhammed Mazhar Efendi Hz.’nin vasiyet ettiği şekilde yeni bir türbe yaptırdılar. Günümüzde de her gün pek çok kişinin ziyaret ettiği bu türbe gerek maneviyatı gerek mimarisi ile Harput’un eşsiz güzelliklerinden biridir.

.

Menkıbeleri
………İmam Osman Bedreddin Erzurumi Hz. nin oğlu Muhit Efendi yaşadığı dönemin amansız bir hastalığı olan verem ile mustarip olmuştu. Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hz. manevi kardeşi olan Muhit Efendi’ye bu zor günlerinde destek olabilmek için çok çaba gösteriyor, bu hastalığın kendisine bulaşmasına neden olabilecek hiçbir durumdan kaçınmıyor ve hatta Muhit Efendi ile aynı tabaktan yemek yiyordu. Muhit Efendi ise Muhammed Mazhar Efendi Hz. ne‘’Kardeş yapma, benim tabağımdan yeme, biliyorsun bu hastalık çok bulaşıcı sana da bulaşır’’ demesine rağmen, Muhammed Mazhar Efendi Hz.onu dinlemiyor yine de aynı tabaktan yiyordu.Muhit Efendi’nin hastalığı çok ilerlemekle beraber kendisi de manevi olarak ömrünün son günlerinin yaklaştığını anlamıştı. Bu hal üzere iken bir gün üzerinde bulunan köstekli saatini çıkarıp Muhammed Mazhar Efendi Hz. ne vererek;‘’Kardeş bu saat sende kalsın sakın kimseye verme bu bizim kardeşlik bağımızdır’’demiştir. Muhammed Mazhar Efendi Hz. de bu saati o günden sonra bir ömür kardeşlik muhabbeti ile saklamıştır. Ancak oda Muhit Efendi gibi manevi olarak dünyasını değiştireceğini anladığında saati büyük kızı Edibe Anne’ye vererek şöyle vasiyet etmiştir; ‘’Bu saati ben dünyamı değiştirdikten sonra Şıh’ım İmam Osman Bedreddin Erzurumi Hz.’nin oğlu Ziyaddin Efendi’ye ver.’’ Edibe Anne’de efendisi ve babası olan Muhammed Mazhar Efendi Hz.nin vasiyetini yerine getirerek saati Ziyaeddin Efendi’ye teslim etmiştir.

………HAC YOLUNDA DURAN OTOBÜS
Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri’nin büyük kızı Edibe Anne’den aldığımız bilgiye göre; Bizzat, Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri anlatıyor: Kahramanmaraş’tan bir müridin arkadaşı, kendi kullandığı otobüse bir grup hacı adayını alarak hac farizasını yerine getirmek üzere Beytullah’a doğru yola çıkarlar. Hac yolculuğu esnasında bir çöle gelindiğinde araç arıza yapar. Şoför ile birlikte bütün hacılar otobüsten inerler ve tüm çabalarına rağmen otobüs hareket etmez. Tam o sırada birde bakarlar ki otobüsün yanında sakallı bir ihtiyar duruyor. İhtiyar şoföre bakarak ‘Sen çık otobüsü sür’ der. Şoför ihtiyara ‘Nasıl süreyim motor patlar’ der. İhtiyar tekrar şoföre ‘Sen hele şu arabaya bin sür’ deyince şoför otobüse biner ve anında otobüs çalışır. Hacılar hemen otobüse binip derler ki ‘O ihtiyar herhalde burada yolunu kaybetmiştir, onu da otobüse alıp gideceği yere götürelim’ diye konuşurlar. Ancak birde bakarlar ki o ihtiyar çoktan kaybolmuş. Herkes hacını ikmal eder ve Kahramanmaraş’a dönerler. Mürit, arkadaşı olan otobüs şoförünün haccını hayırlı etmek niyetiyle bir tepsi ikramını da alarak arkadaşının evine gider. Bir zaman sonra da arkadaşı kendisine gelen müride iade i ziyaret yapmak için müridin getirdiği tepsiye hediyesini koyarak evine akşam oturmaya gider. Eve vardığında mürit kapıyı açınca sevinerek ‘İyiki geldin, efendimde bizde onunla tanışmış olursun’ der. Müridin arkadaşı odadan içeri girip efendiyi gördüğü anda büyük şaşkınlık içinde ‘İşte hac yolunda iken duran otobüsümüzü yürüten ihtiyar’ der ve hemen orada efendinin müridi olur.

…………BURADAN NEHİR AKIYOR BURADAN DA DENİZ
Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri’nin büyük kızı Edibe Anne’den aldığımız bilgiye göre; Şıh Muhammed Mazhar Efendi bir gün Kahramanmaraş’ın Uzunsöğüt köyüne davet edilir. Köy halkı sohbet esnasında Muhammed Mazhar Efendi’ye, ‘Efendi biz suyumuzun azlığı nedeniyle çok sıkıntı çekiyoruz, acaba köyümüzde su var mıdır?’diye sorarlar. Muhammed Mazhar Efendi evin kapısının önüne çıkar ve eliyle işaret ederek derki; ‘Buradan nehir akıyor buradan da deniz’. Köy halkı ilerleyen günlerde gösterilen yerleri açıp suyu çıkarınca Kahramanmaraş’ta bulunan Efendi’yi davet ederek tekrar Uzunsöğüt köyüne getirirler ve suya okuması için açılan yere götürürler. Açılan su kuyularında 15 kişi çalışmaktadır ve Efendi oraya gelir gelmez çalışanlara bakarak ‘Hemen buradan çıkın’ diye buyurur. Çalışan 15 kişi su kuyularından çıkar çıkmaz orası yıkılır. Ancak yinede o su çıkarılmış ve suyun çıkarıldığı yerde bir çeşme yapılarak ”Muhammed Mazhar Efendi Çeşmesi”adı verilmiştir. Bu mucizevî suyu içen hastaların Allah’ın izniyle şifa bulduğu bilinmektedir.

………..KONUŞAMAYAN ÇOCUK
Yine Kahramanmaraş’ın Uzunsöğüt köyünde, Muhammed Mazhar Efendi Hz. bir müridin evinde misafir olarak kalmakta iken yaşanılan bir kerameti Edibe Anne şöyle nakletmektedir; Köy sakinlerinden bir ailenin küçük bir çocuğu konuşma çağına geldiği halde konuşamamaktadır. Çocuğun anne babası haliyle bu duruma çok üzülmekte ve sürekli çare aramaktadırlar. Bu nedenle sık sık doktora giden ailenin o gün doktora gitme günüdür ve sabah erkenden kalkan evin beyi hanımına seslenerek hazırlanmalarını ve doktora gidileceğini söyler. Ancak evin hanımı Muhammed Mazhar Efendi Hz. nin köyde bir evde misafir olarak bulunduğunu duymuştur. Bu nedenle beyine ”Bugün de doktora gitmek yerine Muhammed Mazhar Efendi ye giderek onun dua ve himmetleri vesilesi ile Allah’tan şifa isteyelim o çok değerli bir evliyadır.”der. Evin beyi hanımına ” Bugün randevu günümüz doktora bir gidelim sonra yine efendiye de gideriz.” şeklinde cevap verir. Bu şekilde konuşmalar devam ederken hazırlanıp evlerinden çıkan aile önce doktora mı efendiye mi gidilecek diye tartışırlarken kendilerini efendinin kaldığı evin kapısının önünde bulurlar. Kapıyı çaldıkların da ev sahibi kendilerini karşılayarak içeriye alır. Anne, baba ve çocukları efendinin huzuruna geldiklerinde onlar henüz hiçbirşey söylemeden, Muhammed Mazhar Efendi Hz. gülümseyerek çocuğun annesine ‘’Senin dediğin oldu hastanı doktora götürmedin bana getirdin’’ der. Sonra çocuğa bir süre dua okur ve çocuk uyuduktan sonra mübarek ağızlarının barından bir miktar parmağı ile alarak çocuğun ağzına sürer. Çocuğun anne babasına onu eve götürmelerini ve kendiliğinden uyanıncaya kadar uyandırmamalarını uyandıktan sonra ise artık Allah’ın izni ile konuşabileceğini söyler. Aile söyleneni yapar ve eve getirdikleri çocuklarını kendiliğinden uyanıncaya kadar uyandırmazlar. Uzun bir uykudan sonra uyanan çocuk ise Allah’ın izni ile mucizevi bir şekilde artık konuşmaya başlamıştır.
Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri, Hacı Firdevs Hanımın mezarının başında ‘’52. geceni de okuyup hemen yanındayım Hacı Hanım’’ diye buyurur ve çok üzülür çok ağlar. Orada bulunanlar ‘’Neden bu kadar ağlarsın efendi’’ diye sorarlar. Muhammed Mazhar Efendi Hz. onlara hitaben şu cevabı verir, ‘’Hacı Hanım beni 40 sene teheccüd namazına kaldırdı nasıl ağlamam.’’ Şıh Muhammed Mazhar Efendi Hazretleri, Hacı Firdevs Hanımın mezarının başında buyurduğu üzere 52 gün sonra dünyasını değişir. Vefatı anında yanında bulunan kızı Edibe Anne büyük evliyanın son anlarını şöyle anlatmaktadır; ‘Babamın dünyasını değiştirmeden önceki son anlarında ben uyuyordum. Fakat aniden uykumdan uyanıp babamın yanına gittiğimde onun sürekli Kelime i şehadet getirip dua okuduğunu gördüm. Bende başucunda Yasin-i şerif okumaya başladım. Bir süre sonra babam kıbleye yönelerek yine Kelime-i şehadet getirip dünyasını değiştirdi.Tam o sırada ‘’tık’’ diye bir ses duydum fakat o anda bu sesin ne olduğunu anlayamadım. Sabah olduğunda ise babamın odasında bulunan saatin durduğunu ve artık çalışmadığını görünce o tık sesinin ne olduğunu anladım. Annem Hacı Firdevs Hanım’da babam Muhammed Mazhar Efendi ile aynı saatte dünyasını değiştirdi.’

……….Sayesinde Resulullahı Gördüm
Halifelerinden olan Nusred Çilesiz (rh.a) (Bu zat bankalar caddesinde ayakkabıcılık yapmış, daha çok Çilesiz Efendi diye bilinen bir zattı. Hâlbuki o ayakkabıcı Çilesiz, maneviyatta çok mesafeler kat etmiş büyük bir veliydi. Detaylı bilgi için, “Halifeleri” kısmına bakınız) naklediyor: Muhammed Mazhar Hazretleri, daha çok küçük yaşta iken, yaşının çok üstünde bir olgunluğa ve batıni meziyetlere sahipti. Harputta çarşıda İmam Efendi hazretleri ile beraberlerken, önlerinden kalabalık bir cemaat ile bir cenaze geçer. Cemaatin arkasından da adamın birisi Helal Etmem! Helal Etmem! diye bağırarak nahoş bir vaziyette koşturur. Meğer vefat eden kişinin bu zata borcu varmış ve borcunu vermek istemesine rağmen fakir olduğundan, veremeden vefat etmiş. Adam her Helal Etmem! diye bağırdıkça henüz küçük bir çocuk olan Muhammed Mazhar hazretleri her defasında Helal Et! diye karşılık verir. Sonunda adam insafa gelir, İmam Efendi ve bu küçük çocuğun yanına gelerek, “Nasıl helal edeyim, borcumu vermeden öldü”, der. İmam Efendi hazretleri de söze karışarak “Olsun, sen bu çocuğu dinle ve helal et”, diye emir buyururlar. Velhasıl adam hakkını helâl eder ve o gece rüyasında Peygamber Efendimizi görerek yaptığı hayırdan dolayı iltifatlarına mazhar olur. Sabahleyin ilk iş olarak küçük Muhammed Mazhar’ın yanına gelerek, çevredekilerin şaşkın bakışları altında elini öpmek ister ve “Ben bu gece bu çocuk sebebiyle Peygamber Efendimizi rüyamda gördüm” diyerek haylice ağlar.

…………..Muhammed Hilmi Efendi’nin kızı Emine Hanım (1919-2003) anlatıyor: Elazığ’da büyük bir kuraklık vardı. Ben çocuktum. Babam, masasına oturmuş elindeki kâğıda bazı dualar yazıyordu. Bitirdikten sonra, kâğıdı bana vererek, “Kızım git, bunu bahçedeki kuyuya at”, dedi. Ben denileni yaptım. Ertesi sabah, kurumuş olan kuyumuzdan, suların taştığına bütün ev halkı ve mahalleli şahit oldu.
Muhammed Hilmi Efendi’nin kendisi gibi hafız olan evlatları İdris ve Ömer Efendilerde kâmil zatlar idi. Firdevs, Aişe ve Emine isminde de üç kız evladı vardı. Firdevs Hanımı, Muhammed Mazhar hazretleri ile nikâhlandırmıştı. Kızı Emine Hanım (Muhammed Hanefi Bey ile evlenmiştir, Allah hepsine rahmet etsin) anlatıyor: “Babam, ablamın (Firdevs hanımı kast ediyor) nikâhından sonra eve gelince bana, “Emine, kızım, bize öyle bir damat geldi ki maneviyatı benden çok çok yüksektir”, dedi”. İşte, Muhammed Hilmi Hazretleri; bizzat kendisi de, yukarıda anlatıldığı gibi kerameti aşikâr bir veli olmasına rağmen, kendisinden çok çok genç olan ve evladı yerine koyduğu, Muhammed Mazhar Hazretlerinin manevi büyüklüğünü kalp gözüyle görmüş ve hakkını teslim etmiştir.

…….Musa ve Harun (A.S.)’ın Eşlik Etmeleri
Muhammed Mazhar Hazretleri’nin hac farizasını yaptığı dönemlerden birisidir. Vakfe için Arafat’a doğru talebeleriyle beraber yürüyerek giderlerken o kadar kalabalığın içerisinde, bembeyaz renkte 2 tane güvercin Muhammed Mazhar Hazretlerinin sağ ve sol omuzlarına konarlar ve çok uzun bir süre Muhammed Mazhar Hazretlerinin omuzlarında Arafat’a kadar eşlik ederler ve daha sonra uçup giderler. Bu duruma hem kendi talebeleri hem de oradaki yüzlerce kişi şahid olurlar. Bunun olağanüstü bir durum olduğu açıktır. Daha sonra, ihvanlardan biri müsaid bir zamanı gözeterek cesaret edip sorar: “Efendim, o güvercinler neydi?”, der. Muhammed Mazhar k.s. hazretleri:
“Onlardan biri Musa a.s. diğeri de Harun a.s. idi”, diye emir buyurur. Allah şefaatleriyle şereflendirsin.

…………Muhammed Mazhar Hazretlerinin (k.s.) bacanakları Muhammed Hanefi Bey (rh.a) 1981 yılında vefat ederler. Muhammed Hanefi Bey’in oğulları Mahmud Bey anlatıyor: Babam, Efendi hazretlerini çok sever ve çok fazla hürmet gösterirdi. Sünneti Seniyyeye o kadar bağlıydı ki, aynı evin içinde yaşamamıza rağmen bir kere bile babamın ayağının aşık kemiğinden yukarısını görmemiştim. Vefat etti. Cenaze işlemlerinden sonra babamı İmam Efendi hazretlerinin türbesinin 10 metre kadar kuzey tarafına gömdük. Gömdükten sonra, ben mezarın başında elimde olmadan, “Acaba babamın durumu nasıldır?” diye kendi kendime durmadan düşünüyor ve üzülüyordum. O zamanlar, Muhammed Mazhar Efendiye henüz intisab etmemiştim. Böyle düşünceler içerisindeyken birden, Efendi hazretlerinin gönüllere huzur veren sesiyle irkildim “Mahmud! Mahmud! Gel, üzülme, babanın durumu çok iyidir!” dedi. Bu esnada Efendi hazretlerinin, mürşidi İmam Efendi’nin türbesine girmekte iken bana seslendiğini fark ettim. Efendi hazretleri, aklımdan geçenleri kitap gibi okumuştu. Nasıl olur du? O günden sonra ona olan saygım çok daha fazla arttı. İntisab ettikten sonra da, kendisini görünce bu olay ara sıra aklıma gelirdi. Yine böyle bir zamanda, sohbetin konusu hiç böyle şeyler değilken birden bana dönüp, ileriye doğru uzattığı sağ elininin baş parmağının tırnağına bakıyor olduğu hâlde, “Mahmud! İnsan-ı Kâmil baş parmağının tırnağından 18 bin âlemi seyreder. Kabirdeki kişinin hâlini bilmek, bunun en kolay olanıdır” diye emir buyurdular. O günü kast ettiğini anlamıştım. Kaddesallahu Sırrahulaziz…

[/toggle]

Çok küçük yaşlardan itibaren Büyük İslam Âlimi Seyyid Osman Bedrûddin Erzurumî (İmam Efendi) Hz. nin hususi teveccühleriyle yetişmiş ve daha 18 yaşında iken mutlak icazet ile şereflenip tasavvufta çok yüksek derecelere kavuşmuştur. Zahiri ilimlerdeki tahsilini Harput medreselerinde yapmıştır. Kurşunlu Camii önünde bulunan medresedeki hücresinde yıllarca, bitmek tükenmek bilmez ilim pınarlarından kana kana içmiştir. Bir dönem El-Aziz (Elazığ) müftülük görevini de vekâleten yürütmüştür. İmam Efendi hazretlerinin verdiği aynı icazetname üzerine, İmam Efendi hazretlerinin dünyasını değiştirmesinden sonra sırasıyla Hace Mustafa Naci Hazretleri ve Musa Kâzım Hazretleri de mübarek mühürlerini vurmuşlardır. Bu icazetnamedeki mühürlere müridanından pek çok kimse şahit olmuştur. Kendisi bu konuya işaretle, “Biz üç nur sahibiyiz”, diye buyurmuşlardır. Mürşidlerine olan saygı ve edebinden dolayı, vasiyeti üzerine kabirleri rakım olarak onlardan daha aşağıdadır. Sevenleri tarafından üzerine türbe yapılmış olup, ziyaret edilebilmekte ve manevi feyzlerinden aynen hayattaki gibi yararlanılabilmektedir.

Halifeleri
1) Tadımlı Seyyid Osman Efendi Hazretleri (k.s.) (Kabri, mürşidinin türbesinin doğusunda yolun karşısındadır)
2) Mehmed Paksoy Hoca.
3) Mehmed Taşkıran Hoca. 
4) Seyyid Nusred Çilesiz Harputi Hazretleri (k.s.) (Kabri, Musa Kâzım hazretlerinin 20 metre güney doğusunda aile mezarlığındadır. İlk önce Musa Kâzım hazretlerine intisap etmiş, onun vefatı ile Muhammed Mazhar Efendiyi kendi mürşidi bilip, onun derslerine samimiyetle devam etmiş ve karşılığını da sonunda görmüştür. Bu zat, Elazığ Bankalar caddesinde ayakkabıcılık yapmıştır ve Elazığ’da Çilesizler diye asil bir ailedendir. Dedeleri Horasandan gelmiştir. Kıymetleri eşlerinin dedesi Büyük İslam Alimi Seyyid Osman Bedreddin Erzurumî (İmam Efendi) Hazretlerinin kayın babasıdır. Çilesiz Efendi, her haliyle, Hazreti İnsan kelimesinin karşılığıydı. Şöhret afettir sırrınca kendisini son derece gizlerdi. Yakın çevresi bile onu sadece “Ayakkabıcı Çilesiz” diye tanırdı. Fakat kalp gözü açık olanlar Çilesiz Efendinin ne kadar büyük bir veli olduğunu bilirlerdi. Muhammed Mazhar Hazretlerinin ihvanlarından bacanağı oğlu Harputlu Mahmud Efendi anlatıyor: Bir gece rüyamda, Cenab-ı Hakk bana “Sen Çilesiz’i bilir misin? O zamanının Kutup Yıldızıdır”, dedi. Rüyadan çok tatlı bir zevkle uyandım ve çok etkilendim. Rüyayı kendisine anlattığımda; utanarak, hiçbir şekilde kabul etmedi. Hâlbuki kendisi de çok iyi biliyordu. Bu durumu Mazhar Efendi hazretlerinin Yar-ı Gar-ım (mağara arkadaşım) dediği Maraşlı Hacı Abdullah Efendi de aynen tasdik etmiştir. Hilafeti alması olayı ise son derece ilginç ve vefatından sonra bile Muhammed Mazhar hazretlerinin kerametlerinden sadece biridir. Evet, o hilafetini mürşidi vefat ettikten sonra almıştır.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Şeyh Saadettin Efendi

Elazığ – Palu’da Murat Nehri Kıyısında Şeyh Mahmud Samini hazretlerinin türbesinde

Osman Bedreddin Erzurumi hazretlerinin halifesi.

Şeyh Saadettin Efendi, Mahmut Samini’nin torunu olup Palu’da dünyaya gelmiştir. Talim ve terbiyesini Mahmut Samini Hazretlerinin halifelerinden Osman Bedrettin’in yanında yetişerek almıştır. 1919 yılında Saadettin Efendi mürşidi İmam Efendi’nin gözetiminde on altı gün sülükte kalır. Saadettin Efendi sülükten sonra icazetnamesini alarak Palu’ya gelir ve irşat görevine başlar. 1925 yılında 42 yaşında iken vefat eder. Daha sonra naaşı Murat nehri kenarından alınarak daha yukarı bir yere defnedilir. Bir süre sonra buradan da alınarak dedesi Mahmut Samini’nin yanına nakledilir. Dolayısıyla Mahmut Samini ile aynı amaç ve niyetler doğrultusunda ziyaret edilmektedir. Ziyarette yoğun olmamakla beraber adağı bulunanlar kurban kesip tasadduk etmektedir.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Tepecikli Şeyh Mehmet Baba

Elazığ – Palu’da ilçeye 23 km mesafede bulunan Baltaşı köyünde yüksekçe bir tepede

Nakşî ve Kadiri meşayıhından Ömer Hüdayi Baba’nın halifelerinden Kadiri tarikatına mensup Dereboğazlı Hamza Baba’nın halifesidir e

Tepecikli Şeyh Mehmet Baba, Maden’in Tepecik köyünden göçerek eski ismi Nacaran olan Baltaşı köyüne yerleşir. Mehmet Baba Kadiri şeyhi olup Güntaşı (Kövenk) köyünde medfun bulunan Nakşî ve Kadiri meşayıhından Ömer Hüdayi Baba’nın halifelerinden Kadiri tarikatına mensup Dereboğazlı Hamza Baba’nın halifesidir.

Anlatıldığına göre, Mehmet Baba ölüm döşeğinde iken, “Öldüğüm vakit bir köseği getirip baş ucuma dikin. Şayet köseği göverirse gelir beni ziyaret edersiniz. Eğer köseği gövermezse beni sakın ziyaret etmeyin” diye vasiyet eder. Mehmet Baba vefat ettiği vakit yaptığı vasiyet yerine getirilir. Baş ucuna diktikleri köseği bir süre sonra göverir. Ondan sonra da mezarını ziyaret etmeye başlarlar. Bir başka rivayete göre de, Tepecikli Mehmet Baba, bir gün dergâhında otururken bir köyü eşkıyaların bastığını kalp gözü ile görür. Hemen müritlerinden birisi ile bir mendilin arasında biraz yiyecek gönderir. Mürit mendili götürür ve eşkıyaların liderinin önüne koyar. Mendili açan eşkıya başının gözlerine mendilin içinde değişik çeşitte yemeklerin sıcak sıcak buharlaştığını görünce şaşırır ve hemen yola düşer. Tepecikli Mehmet Baba’ya gelerek mürid olur ve tövbe ederek eşkıyalıktan vazgeçer.

Tepecikli Mehmet Baba’nın türbesi ilçeye 23 km. mesafede bulunan Baltaşı Köyü’nün güneyinde yüksekçe bir tepede yer alır. Türbede makam bölümü ile beraber iki bölüm daha bulunmaktadır. Bir bölümde oğlu Mahmut Efendi’nin kabri yer alıp diğer bölüm mescit ve misafirhane olarak kullanılmaktadır. Türbe alanında elektrik ve su bulunmaktadır.

Mehmet Baba’nın türbesi her türlü hastalıktan şifa bulmak amacıyla ziyaret edildiği gibi daha çok psikolojik, akıl ve ruh hastaları tarafından ziyaret edilmektedir. Ziyarete gelen hastaların bir kısmı şifa bulmak amacıyla burada bir süre bekletilir veya bir gün yatıya bırakılır. Bunun yanında çocuğu olmayan kadınlar, kısmeti kapalı olan gençler, işsiz olan kişiler gibi çeşitli amaç ve maksatlar doğrultusunda buraya rağbet edilmektedir. Ziyaret sonucunda çocuğu olan kişiler çocukları şayet erkek olursa adını “Muhammed” koymaktadırlar. Amaç ve maksatlarına ulaşanlar eğer adak dilemişlerse adağını buraya getirip kesmekte etli pilav yaparak ikram etmektedirler.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Mirmehmetli Hacı Cuma Hoca

Elazığ – Kovancılar , ilçeye 36 km. mesafede Çatakbaşı köyünün Mirmehmet mezraında medfundur.

Kırkların İmamı – Şeyh Ali Sebti halifesi – Şeyh Hasan Efendinin halifesi

Mirmehtli Hacı Cuma Hoca Efendi, Palu’da dünyaya geldi. Burada Şeyh Ali Sebti’ye intisap eder. Otuz dört yaşına geldiğinde Şeyh Ali Sebti vefat eder (1871). Bunun üzerine Şeyh Ali Sebti’nin oğlu Şeyh Hasan Efendi’nin dergâhında derslerine devam eder. Ve seyr-i sulükünü burada tamamlar. Şeyh Hasan Efendi icazetnamesini verdikten sonra Hacı Cuma Hocayı bizzat kendisi Karaçor nahiyesi Mirmehmet köyüne getirip yerleştirir ve bu bölgenin irşâd görevini ona verir.

Şeyh Hasan Efendi dervişlerinin hazır olduğu bir ortamda tekkesinde otururken “Kırkların İmamı vefat etti”, der ve hüzünlenir. Biraz sonra “Bizim tarikatımızdan biri Kırkların İmamı tayin edildi” der. Yanındakiler “Efendi kimdir? diye sorunca, Şeyh Hasan Efendi kapıyı göstererek “Şu kapıdan ilk girendir” diye cevap verir. Bir süre sonra kapıdan Hacı Cuma Hoca girer. Şeyh Hasan Efendi kendisini tebrik ederek gözlerinden öper. Bazı tasavvuf çevrelerinin naklettiğine göre, Şeyh Ali Sebti’nin vefatından sonra Hacı Cuma Efendi “Kırkların İmamı” mertebesine yükselmiştir. Hacı Cuma Hoca Şeyh Hasan Efendi’nin vefatından sonra Şeyh Ali Sebti’nin tekkesini bir süre idare eder. Ayrıca Haydar Baba Mirmehmet Köyüne gelerek Hacı Cuma Efendi’nin gözetiminde çileye oturmuş ve icazetini almıştır.

Yöre halkı tarafından Hacı Cuma Efendi hakkında birçok keramet ve menkıbe anlatılır. Haydar Baba rahatsız olduğu dönemde ziyaretine gelen Hacı Cuma Efendi’nin torununa onunla ilgili başından geçen şöyle bir hadiseyi anlatır. Rivayete göre, birgün Hacı Cuma Efendi, Haydar Baba ve Haydar Baba’nın bir arkadaşı beraberce Palu’dan Mirmehmet Köyü’ne gitmektedirler. Bir suyun başına gelindiğinde Hacı Cuma Efendi atından iner ve suya giderek elini ve yüzünü yıkar. Bu arada Haydar Baba ve arkadaşı aralarında keramet üzerine konuşmaktadırlar. Onların bu konuşması Hacı Cuma Efendi’nin dikkatini çeker ve onlara dönerek “Kendi aranızda ne konuşuyorsunuz?” diye sorar. Haydar Baba’nın arkadaşı bir anda cesaretle “Efendi, bu kadar zamandır sana hizmet ediyoruz, ne olur bize bir kerametini göster” der. Bunun üzerine Hacı Cuma Efendi “Ben kimim, benim ne değerim var ki size keramet göstereyim” diye cevap verir. Bunun üzerine bu kişi tekrar “ Allah aşkına Efendi ne olur göster” diye arzu dolu isteğini yeniden söyler. Onun “Allah aşkı” ifadesi üzerine Hacı Cuma Efendi birden titremeye başlar. Bunun üzerine elini bir anda suyun üzerindeki birikintiye batırarak sudan canlı bir balık çıkarır ve tekrar elini suya batırarak onu bırakır. Hacı Cuma Efendi onlardan bu olayı kimseye anlatmamalarını ister. Haydar Baba bu hadiseyi Hacı Cuma Efendi’nin torunu Hasan Hüseyin Efendi’ye anlattıktan bir gün sonra vefat eder.

Yine Hacı Cuma Efendi hasta ve zor günlerini yaşadığı sırada kız torununu yanına çağırır ve ona “Kızım benim yatağımı dama serin, ben orada yatacağım” der. Kız torunu ve damadı onun bu isteğine şaşırırlar. Kendi aralarında onun bu talebini kısa süre tartıştıktan sonra yatağı dama çıkarmaya karar verirler. Önce yatak sonra Hacı Cuma Efendi dama çıkarılır. Yatağına yatar yatmaz torunundan bir ibrik su ister. Kendisine su dolu ibrik getirildikten sonra torunu ve damadına dönerek “Yavrum siz gidip yatın” der. Onlar ondaki bu garip hali merak ettiklerinden uyumayıp Hacı Cuma Efendi’yi gözetlemeye başlarlar. Gecenin ikisine doğru her taraf zifiri karanlığa bürünmüşken gökyüzünden beyaz bir ışığın dama doğru indiğini görürler. Arkasından beyaz ışıkla birlikte yeşil bir ışık gökyüzüne doğru çıkıp gider. Torunu ve damadı bu hal karşısında bir an şaşkınlık geçirirler. Sonra ikisi dama çıkıp Hacı Cuma Efendi’ye bakmak istediklerinde onun yatağında olmadığını görürler. Damı dolaşırlar ama Hacı Cuma Efendi’yi bulamazlar. Bunun üzerine tekrar aşağı inip beklerler. Bir süre sonra aynı iki ışık dama iner. Bu sefer beyaz ışık tek başına gökyüzüne doğru yükselerek kaybolur. Bu olağanüstü durum karşısında ikisi de şaşkına döner. Yeniden dama çıkıp baktıklarında Hacı Cuma Efendi’yi yatağında oturmuş tesbih çekerken bulurlar. Hacı Cuma Hoca vefatından önce, “Kim damdan düşer ve vefat ederse şehit olur.” dermiş. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Hacı Cuma Hoca 1944 yılında damdan düşerek vefat eder. Ölümünden sonra aradan birkaç yıl geçince bilinmeyen bir nedenden dolayı kabri açılır. Kabri açıldığında cesedinin ilk gömüldüğü gün gibi çürümemiş ve sağlam olduğu görülür. Bunun üzerine köylüler ve yakınları tarafından kabrine bir türbe yaptırılır.

Köyün kuzey tarafında yer alan türbeyi ilk olarak Molla Bekir isminde bir zat yaptırmıştır. Daha sonraları türbeye bazı eklemeler yapılarak bugünkü haline ulaşmıştır. İki metre yüksekliğindeki türbenin tavanı ahşap örtülüdür. Türbe, taş ve topraktan yapılmıştır. Makam bölümünün tavanı kubbelidir. Makam bölümünde Hacı Cuma Efendi ile birlikte oğluları Mehmet Efendi ve Hilmi Efendinin kabirleri bulunmaktadır. Türbenin üst kısmına yakın zamanlarda çatı yapılmıştır. Türbede makam bölümü ile beraber mescit ve gelen ziyaretçilerin kalmaları için iki bölüm daha bulunmaktadır. Her bölüme ait kapılar dışarıdan ayrı olup, içeriden bölümler arası geçiş bulunmamaktadır. Türbenin hemen arkasında yer alan mezarlıkta Hacı Cuma Efendi’nin aile fertlerinin kabirleri yer almaktadır.

Türbeye haftanın bütün günleri gelinmekle beraber harhangi bir hastalıktan muzdarip olan kişiler buraya Cuma akşamları gelmekte ve şifa bulmak ümidiyle yatıya kalmaktadırlar. Türbeye her türlü hastalık için gelinmekle beraber daha çok psikolojik rahatsızlığı bulunanlar tarafından rağbet edilmektedir.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Gözerekli Molla Muhammed Efendi

 

Elazığ – Karakoçan’a bağlı eski Sarıcan Mahallesinde mezarlıkların biraz ilerisinde, dağ yamacında türbesi bulunur

Kadiri Şeyhi Haydar Baba’nın halifesi

Gözerekli Molla Muhammed Efendi 1890 yılında Karakoçan’ın 1994’te belde olan ve ilçeye 18 km. mesafede bulunan Sarıcan köyünde dünyaya gelir. İlk tahsilini Palu’nun Mirahmed köyünde yapar. Daha sonra Kovman şeyhi Molla Mustafa’dan Molla Cami kitabına kadar ders okur. Nakşî tarikatıyla yine hocası Molla Mustafa vasıtasıyla tanışır. Daha fazla eğitim almak için Lice’ye gider ve Liceli Seyda Molla Muhammed’in Şerh-u Şemsi (Mantık) kitabına kadar okur. Hocası vefat edince talebelerini dağıtmayıp kendisi okutmaya başlar. Buradan da ayrılıp Silvan’a geçer ve Molla Küçük Hüseyin’den ilmini tamamlayarak icazetini alır. Sonra da kendi memleketine döner ve bu bölgede bir süre imamlık yapar.

Gözerekli Ali Ağa’nın kızı Ayşe Hanımla evlenerek bu bölgeye yerleşir. 1928 yılında Konya Aksaray’da zorunlu ikamete tabi tutulur. Aksaray’da birkaç yıl kaldıktan sonra dönüşüne izin verilir. Memleketine dönen Molla Muhammed, vefatına kadar hem hayvancıkla uğraşır hem de öğrenci yetiştirir. 1940 yıllarının başında Palu’da Haydar Baba (1906-1979) ile tanışması neticesinde Kadiri tarikatına intisap eder. Bazen Haydar Baba ile bazen de öğrencileriyle köy köy dolaşarak irşat eder. Ruhunda esen coşkuyu şiirleriyle yazıya döker. Şiirleri yanı sıra bir de Arapça kitabı vardır. Öğrencisi olan Molla Bahri Tunç onun için şunları söyler: “Hocamız çok tevazu sahibi ve ahlak-ı hamide sahibiydi. İlmi kariyeri çok yüksek, hitabeti ve ikna kabiliyeti çok fazlaydı. Onun bulunduğu mecliste ilim adamları konuşmaya cesaret edemezlerdi. Yanında doğru dürüst kitap bulundurmaz, fakat vermiş olduğu fetvaların ne kadar isabetli olduğunu şimdi o fetvalarla karşılaşınca daha iyi anlıyorum. Hocamız bizlere “Oğlum, ben çok zeki biri değildim. Fakat çok çalıştım ve başardım. Kışın samanlıkta üşümemek için boğazıma kadar samanlıklara gömülüyor ve ders çalışıyordum. Bu şekilde tam on sekiz kitabı baştan sona ezberledim”, demişti.”

Gözerekli Molla Muhammed Efendi 1955 yılında Sarıcan’la Yığ arasında tipiye tutulur ve boğularak vefat eder. Gözerekli Molla Muhammed’in Karakoçan’a bağlı eski Sarıcan Mahallesinde mezarlıkların biraz ilerisinde, dağ yamacında türbesi bulunur. Tek kubbeli ve herhangi bir mimari özelliği bulunmayan türbe, sadece kabrin bulunduğu makam bölümünden oluşmaktadır. Kabir taşında Arapça “Ahmed oğlu Molla Muhammed’in ruhuna fatiha 5.6.1954” yazılıdır.

Kabri haftanın her günü ziyaret edilmektedir. Bölgede iklim şartları sert olduğu için bu ziyaretler daha çok bahar ve yaz mevsiminde gerçekleşir. Ziyarete özellikle felçli hastalar, akli dengesi bozulanlar ve sinir hastaları getirilmektedir. Gelenler burada Kur’an okumakta, dua etmekte ve Allah’tan şifa dilemektedirler. Ayrıca ziyarete ailevi sıkıntısı bulunanlar, geçim sıkıntısı çekenler, günlük hayatın zor şartları altında bunalanlar da gelmekte, bu sıkıntılarından kurtulmak için Allah’a dua etmektedirler. Amaç ve maksatlarına ulaşan ziyaretçiler ise buraya tekrar gelmekte, kurban kesip tasadduk etmektedirler.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]