Erzurum – Taşkesenli camii avlusundaki Aile kabristanında.
1931 yılında Erzurum’un taşkesen köyünde dünyaya geldi. İlk tahsilini Taşkesen köyü medresesinde dayısı ve kayınpederi Şeyh Şehabettin Efendi’nin yanında yaptı. Daha sonra Horasan Yüzören Köyünde Şeyh Muhammed Efendi, Taşkesenli Molla alaattin efendi ve Karayazı Erenler Köyü’nde Şeyh Yahya Efendi gibi zatlardan kelam, hadis, tefsir, fıkıh ve mantık dersleri aldı ve son olarak yine kayınperedi Şeyh şehabettin Efendi’nin yanında tahsilini bitirdi.
Şeyh Abdurrahman Tagi hazretlerinin torunu Şeyh Muhammed Maşuk Efendi’nin halifesi Yüzören Köyü İmamı Taşkesenli Şeyh Muhammed Efendi’nin yanında manevi ders alarak hilafet ünavanını aldı.
Nakşibendi Şeyhi Taşkesenli Şeyh Zeki Hoca Efendi, Taşkesenli ailesinin manevi önderi ve Taşkesenli Kültür Eğitim ve Dayanışma Vakfınında fahri başkanı olarak Erzurum’a ikamet etmekte iken 23 Nisan 2002 tarihinde sabah namazını eda etmekte iken vefat etti. O yaşamı boyunca dine ve din adamlarına hizmet etmeyi kendine en asli görev olarak addetmişti. O, Tekman ve çevresinin manevi önderiydi. O’nun vefatıyla gönüller bir kez daha dağlandı gözyaşları sel olup aktı. O’nun sadece ismini duyan cenazesine koşup geldi . O’nun cenazesindeki mahşeri kalabalığı gören bin kat daha üzüldü ve orada kimi kaybettiğini bir kez daha iyice anladı. Son yıllarda belki de Erzurum halkı bu kadar kalabalık bir cenazeye katılım görmemişti. Cenazesi onbinlerin tekbir sesleri ve gözyaşları arasında Erzurum tebrizkapı semtindeki emir Şeyh Camiinden alınıp dedesi Şeyh Ahmet Efendi’nin de türbesinin bulundduğu ( Deli Ömer tarlası Taşkesen sokak) Taşkesenli camii yanına defnedildi.
Erzurum – Tekman ilçesi – Taşkesen köyü kabristanında.
Şeyh Alaeddin Efendi, ilim ve irşat faaliyetleriyle bilinen Taşkesenli ailesinin bir ferdi olarak 1881 yılmda Taşkesen Köyü’nde dünyaya teşrif etmiştir. Taşkesenli Şeyh Ahmed Efendi’nin küçük kardeşi Molla Abdullah Efendi’nin büyük oğludur.
Yaşadığı iklimin tabii bir neticesi olarak çok küçük yaşlarda tedris hayatının içerisinde bulunmuştur. Taşkesenli ailesinin her ferdi gibi çocukluk yılları aile büyüklerinin ders verdiği Taşkesen Medresesi’nde geçmiştir. Erken yaşlarda başlayan talebeliğinde Kur’an-ı Kerim tilaveti ve ilk Arapça bilgilerini Taşkesen Medresesi müderrislerinden olan babası Molla Abdullah’ın yanında almıştır.
Sonraki yıllarda medrese tahsilini ikmal etmek üzere Vuslat sarayının gül bahçelerine yönelmiş mükemmel büyüklerden amcası Şeyh Ahmed Taşkeseni’nin evinin bulunduğu Erzurum’a, amcasının yanına gelmiş ve Caferiye Medresesi’nde tedrise devam etmiştir. Çok kısa bir zaman amcası Şeyh Ahmed Efendi’den de ders almış olan Molla Alaeddin Efendi, ilim tahsilinin büyük kısmını Şeyh Ahmed Efendi’nin oğlu, büyük alim Şeyh Ziyaeddin Efendi’nin yanında yapmıştır. Şeyh Ziyaeddin Efendi’nin yanında; sarf, nahiv, akaid, fıkıh, tefsir, hadis, mantık, belağat, meanî, beyan, bedi…ilimlerinden oluşan medrese tahsilini ikmal etmiştir. İcazetini de hocası, aynı zamanda amcasının oğlu olan Şeyh Ziyaeddin Efendi’den almıştır.
Aynı zamanda Tariken Nakşidir. Şeyh Ziyauddin Efendi’nin halifesidir. İcazetini aldıktan sonra, Taşkesenli ailesinin mutad geleneği olan ilim ve irşat faaliyetlerinde bulunmuş, başta Taşkesen Köyü olmak üzere görev yaptığı, Horasan’nın Komasor, Tekman’ın Çukuryayla (Bastok) ve Köprüköy’ün Alaca köylerinde ilmi faaliyetlerini devam ettirmiş ve görev yaptığı her yerde çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Yetiştirdiği talebeleri arasında; Taşkesenli ailesinin ilmi mirasım devam ettiren, Erzurum’da ve İstanbul’a taşındıktan sonra da Istanbul’da ilahiyat fakültelerinde hocalık yapan çok sayıdaki akademisyenle ders halkaları kurmuştur. Ahmed Davudoğlu ve Mehmed Savaş Hocaefendilerle Hanefi fıkhının önemli alimlerinden olan İbn Abidîn’in ”Reddul-Muhtar” adlı eserini ve Muhammed Ali es-Sabüni’nin Ahkam Tefsiri’ni tercüme eden ve ilim muhitlerince yakından tanınan Mazhar Taşkesenlioğlu, Taşkesenli ailesinin son donemdeki önemli alimlerinden olan şeyh Muhammed Zeki Taşkesenli, Erzurum ve Pasinler’de tanınan zatlardan olan Molla Eşref , Taşkesenli Ata (Ataullah) Efendi, Taşkesen köyünden Molla Refik Karabulut, Ali Haydar Taşkesenligil, Molla Habib Tekin, Geçit (Madrekli) Molla Ahmed, Çatlı Molla Halid, Yüzören köyü imamı olarak ma’ruf olan amcazadesi Molla Muhammed Efendi, Altunan köyünden Molla Halis ve Molla Nureddin, Cökoğlan köyünden Molla Haydar, Molla Nurettin ve Molla Enver, Çukuryayla (Bastok) köyünden Molla Ziya, Molla Abdulkerim, Molla Sıddık ve yeğeni Molla Zümrüt, Karlıova’dan Halifan Şeyhlerinden Şeyh îbrahim, Akçakoca Köyü’nden Molla Halis yer almaktadır.
Molla Alaeddin Efendi, özellikle fıkıh ilmine vuküfiyyeti, fetva vermedeki isabeti ile İstanbul ve Ankara’nın gerektiğinde müracaat noktası olmuştur. Fıkıh ve Arapça gramerindeki yetkinliğiyle yaşadığı dönemde Erzurum ve civarında tanınmış, dersin daha iyi anlaşılması için örnekleri gündelik hayattan vererek somutlaştırması ve ders işleyişindeki nüktedan kişiliğiyle öğrencileri tarafından çok sevilen bir alim olarak bilinmektedir.
Alaeddin Efendi kısa boylu, çok zayıf ve nurani yüzlü, ihtişamı, gösterişi sevmeyen, halk içerisinde bulunduğu zaman, halktan ayırt edilemeyen bir hayat sürmüştür. Birgün, köylüsü Kasım Efendi’nin evinde otururlarken. Molla Halid, Taşkesen’e okumaya gelir. Hane sahibi akrabasıdır. Gayesi, aynı köylü Kasım Efendi’nin yardımını sağlayarak, Alaeddin Efendi’nin yanında okumaktır. Alaeddin Hoca Efendi, Molla Halide sorar:
– Niçin geldin?
– Kasım Amca yardımcı olsun, Seyda’nın yanında okumak için der.
Alaeddin Efendi sana burada yer yok dediğinde, aldığı cevap- Ey sofi kararı sen niye veriyorsun. Dur bakalim Seyda ne diyecek der. Sohbete fazla dayanamayan Kasım Efendi: – Oğlum, Hoca Efendi karşında, kararı o verecek ki sende okuyabilesin dediğinde Molla Halid, Sarığı ve cübbesinde bir ihtişam görmediğimden sandım ki bu köylü bir sofidir. Hocam elin ver öpeyim, beni bağışla der. Bu anekdot da Hoca Efendi’nin hep halk gibi yaşadığını, ayırt edilmediğini anlatıyor.
1967 yılında Taşkesen Köyünde vefat eden Molla Alaeddin, babasıyla amcaoğlu olan Şeyh İbrahim Efendi’nin Türbesinin de bulunduğu Taşkesen Köyü mezarlığında metfundur. Mezarı toprak mezar, çevre düzenlemesi yapılıp korumaya alınırsa daha iyi olur.
Erzurum – Taşkesenli Ahmed Efendi camii haziresindeki aile kabristanında
Erzurum’un Sultanmelik Mahallesi’nde dünyaya gelir. Babası Taşkesenli Şeyh Ziyaettin Efendi, dedesi de Şeyh Ahmet Efendi’dir. Gerek baba ve gerekse anne tarafı hep ilim ve irfanla iştigal etmiş olan zatlardır.
İlk tahsiline babasının yanında başlayan Şeyh Şahabettin Efendi, daha sonra medrese tahsiline Tortum Müftüsü Mehmet Bey veya Büyük Müftü olarak tanınan aynı zamanda halasının kocası ve babasının talebesi olan Muhammed Sıddık Efendi’nin yanında Arapça ve Farsça okuyarak devam eder. Aynı zattan kelam, mantık, hadis ve tefsir derslerinden icazet alır.
Dedelerinin maruz kaldığı akibete o da uğrar. Rus ve Ermenilerin Erzurum’u işgalinden ve daha sonra da Şapka İsyanından etkilenen ailesi ile birlikte Erzurum’un dışında ikamete zorlanır. Bunun üzerine Pasinler’in Ketvan ve Kurnuç köylerinde uzun süre imamlık görevi yapar. Bu yıllarda maddi ve manevi sıkıntılar içinde vazifesini yürüten Şeyh Şahabettin Efendi, aynı zamanda çevre köylerde irşad faaliyetleri yürütür. Bu köylerde ve çevresinde büyük bir saygınlık kazanan Şeyh Şahabettin Efendi, fıkhi meseleleri izah etmekle de ün kazanır.Şeyh Şahabettin Efendi talebe okuturken baş gösteren Ermeni zulümlerine karşı çıkmak için Pasinler’in köylerini gezer, halkı cihada davet eder ve Ermeniler’le savaşır. Gazi ünvanını alan Şeyh Şahabettin Efendi, 11 Ocak 1956’da Erzurum’da vefat etmiş ve Şeyh Ahmet Efendi’nin Taşkesenli Camii bahçesinde bulunan türbesi yanına defnedilmiştir. Hayatını ilme ve irşada vakfeden Şeyh Şahabettin Efendi, Horasan Müftüsü olarak meşhur olan küçük kardeşi Şeyh Muhammed Sıddık Efendi ve Nakşibendi Halifesi Yüzören köyü imamı Muhammed Efendi gibi büyük zatları yetiştirir.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Erzurum’un Kandilleri , Abdurrezzak Türk , Arı sanat Yayınları
Erzurum – Asri Kabristanında amcası Muhammed Sırrı Efendi’nin yanında.
Şeyh Ziyaettin Efendinin oğlu ve Şeyh Ahmet Efendinin torunu olan, Muhammet Sıddık Efendi Erzurum’un Sultan Melik Mahallesinde dünyaya gelir. İki aylık iken yetim kalan Sıddık Efendi, ağabeyi Şehabettin Efendinin nezaretinde büyür ve onun talebesi olur. Arapça, Fıkıh, Hadis, Tefsir, Kelam, Mantık ve Farsça okuyarak icazetini ağabeyisinden alır. Medrese ilmi devam ederken ilk ve ortaokulu da Erzurum’da okuyarak bitirir.
1952–1954 yılları arasında Tekman ilçesi müftülüğünde, 1954–1960 yılları arası Horasan müftülüğünde bulunur. 1960 sonrası Erzurum merkez vaizliğine atanan Hoca Efendi Erzurum’da Horasan Müftüsü namıyla anılır. 1960 İhtilalinde altı ay Sivas’ta tutuklu kalan Sıddık Efendi tahliye olduktan sonra Erzurum merkez vaizliği devam eder. Bu sıralarda Bitlis’te Abdurrahman-i Taği Hazretlerinin torunlarından Şeyh Taha Efendiye giderek manevi irşat dersleri alır. Onun halifesi olur.
Şeyh Muhammet Sıddık Efendi, Erzurum’un çeşitli camilerinde vaazlarıyla halkı aydınlatırken, bir yandan da Derviş Ağa Camiinin yanındaki evinde talebe okutur, hatmeler yaptırır ve yüzlerce kişinin ruhen aydınlanmasına vesile olur. Talebeleri, yeğeni Taşkesenli Şeyh Zeki Efendi, Tortum eski Müftüsü Hafız Yahya (Sevindik) Efendi, Karayazılı Eşref (Ağgül) Hoca Efendi, Pasinlerin Kevank köyünden, Hafız Şuayıp Hoca Efendi gibi şahsiyetlerdir. Muhammet Sıddık Efendi, babası gibi şair ruhlu olup nüktedandır. Bazı söz ve gazellerinden kısa örnekler şöyledir; Günah hastalığının İlacı Tövbe kökünü istiğfar yaprağıyla karıştırıp Gönül havanında tevhit tokmağıyla güzelce dövmeli İnsaf eleğinden eleyip gözyaşıyla hamur etmeli Aşk ateşinde pişirip muhabbet balına katarak Gece ve gündüz kanaat kaşığıyla yenmeli. KASİDE Gurubum geldi ey Saki, bana medle’e görünmez mi,? Ölümüm geldi ey Mevla, bana lütfün görünmez mi? Beni candan usandırdı feleğin çarkı canbazi, Acep nesimi hevadan bana zerre görünmez mi? Meclisi ekabirde kusurum i’tirafından , Bağışlanır cürümler hep bana, şefkat uyanmaz mı? “Herisün Aleyküm” sırrını hatırla ey cana, Benim de ümmeti olduğuma lütfun yakışmaz mı. Büyük dergahına tuttum yüzüm Gaffar-u Rahzanım. Bana baran rahmetinden acep bir katre yağmaz mı. Niçün böyle ümitsizlik içinde kaldın Ey Sıddık, “Öd’uni estecip leküm” senedi kafi gelmez mi… MÜNACAAT Hasta halim, dilperişanım meded yarap meded, Dembedem artmakta efganım meded yarap meded. Tövbekarı affedersin, sitredersin cürmünü, Sahip bikes olanın, el meded yarap meded. Nefsi şeytan şerrinden hem koru bu acizi, Nazıri didarın eyle, el meded yarap meded. Kabr-u mahşerde mizanda hem sıratta kıl delil, Zat-i pak-i Mustafayi, el meded yarap meded. Hür-u gilman Sıddık’ın canına hiç minnet degil, Maksadi görmek cemalin, el meded yarap meded.
Şeyh Muhammet Sıddık Efendinin kasidelerini ve münacat isimli manzum divanı ve sözlerini ihtiva eden neşredilmemiş bir “Fikir Bahçesi” isimli eseri bulunmaktadır. Cenaze namazı Emir Şeyh Camiinde kılındıktan sonra Asri mezarlıktaki Taşkesenli aile kabristanına defin edilir. Kabri amcası Sırrı Efendi’nin yanındadır.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Erzurum’un Kandilleri , Abdurrezzak Türk , Arı sanat Yayınları
Erzurum – Asri Kabristanında babası Muhammed Sırrı Efendi’nin yanında.
Şeyh Abdurrahman Efendi, Şeyh Muhammet Sırrı Efendi’nin yedi oğlunun en büyüğüdür. Ailenin Toparlak Köyü’nde ikametleri döneminde, komşu köy olan Çeperli Köyü’nde bir düğün törenine Muhammet Sırrı Efendi davet edilir. Aynı köyde 1914 tarihinde dünyaya teşrif ediyor. Birinci Dünya Savaşı’nın çıktığı, iç karışıklıkların, zorlukların devam ettiği dönemlerdir.
Tahsil çağı geldiğinde babasının talim ve terbiyesi altındadır. 1925 yılındaki mektep ve medreselerin kaldırılması, şapka isyanı gibi durumlar hüküm sürerken Şeyh İbrahim Efendi sürgün edilmiştir. Şeyh Muhammet Sırrı Efendi gözetim altında tutulur. O zor şartlar altında bile hanesinde, çevresine ders okutmaya devam etmiştir. Abdurrahman Efendi, babasından Kuran, tecvit, Arapça, tefsir, hadis, kelam, fıkıh ve tasavvuf derslerini okuyarak icazetini (diploma) alıyor.
Babasının vefatından sonra, talebe okutma ve halifelik görevini Abdurrahman Efendi yürütüyor. İmametliği yanında Nakşibendî- Halidiye kolu halifesi olarak irşat işlerini ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür. Pasinler civarında sohbetleri aranan, fıkıh konularında danışılan bir şahsiyettir.
1947 yılında babası tarafından Güllü Köyü’ne imam olarak görevlendiriliyor. Köylünün isteği üzerine bu köye yerleşiyor. Otuz yıl hizmet eder. Bu hizmet süresince çevre büyükleri ile muhabbetleri devam ediyor.
Hacı Abdurrahim Kılıç, Abdurrahman Efendi hakkında duyduğu hadiseyi şöyle anlatır: ”Merkeze bağlı Sığırlı köyünden Dursun Ağa, Alvarlı Muhammet Lütfü Efendi’yi nasihat etmesi için evine davet eder. Efe, eve teşrif ettiğinde kalabalık bir cemaatle karşılaşır. Dursun Ağaya ”Oğul, siz Abdurrahman Efendi’yi davet etmediniz mi?” deyince, daha önce tanımadıkları Abdurrahman Efendi’yi getirmek için bir atlı gönderirler. Onların Abdurrahman Efendi’yi tammadıklarını anlayan Alvarlı Efe anlatır; “Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi’nin torunu. Hacı Sırrı Efendi’nin büyük oğludur.” der.
Abdurrahman Efendi geldiğinde herkes Alvaril Efe’nin sohbet etmesini beklerken o, Abdurrahman Efendi’ye bu insanların kendilerinden sohbet etmelerini beklediklerini söyler. Abdurrahman Efendi’yi ilk defa tanıyan topluluk gece geç saatlere kadar süren sohbetini adeta nefes almadan dinlerler. Bu durum karşısında Alvarlı Efe: Siz size en yakın alimleri tanımazsınız. İbrahim Hakkı Hazretleri’nin de kıymetini bilmediniz. Taaa Tillo’lara kadar gitti. Demek ki size boşuna Kor Galalılar dememişler. Naziresin! yapar.”
Abdurrahman Efendi’nin talebi Mevla’dandı. İcabınca dünyaya muhabbeti yok idi. Kimseden bir şey kabul etmez, çevresine istetmezdi. Bekaya meyli ziyade idi. Bir taraftan imametliği ile meşgul iken, diğer vakitleri tesbihat ve devamlı Ayet el-kürsi okumakla geçerdi. Yatsı namazı sonrası yatmaya hazırlanırken, yanında bulundurduğu beyaz kefenine bürünür her gün tefekkür ü meft yapar, ondan sonra yatağına girermiş. Halim, selim, mütevazı ve kemal derecesinde mahviyet perver, kendi haline kimsenin muttali olduğunu istemez. şöhretten uzak durur. Fukaraya muhabbet eder. Kapısı daima misafire açık bir zattı. Bulunduğu bölgede farklı bir yeri vardı, çok sevilirdi.
Son dönemlerinde; yazı Güllü köyünde, kış aylarını Erzurum’da geçirirdi. 4-11-1980 tarihinde altmış altı yaşında Rahmeti, Rahmana kavuştu. Kabri asri mezarlıkta, aile kabristanında, babasının kabir komşusudur.
Mezar şahidesinde (Ayak taşı, Latin harfleri ile) El Merhumul Mağfur ilarahmeti Rabbihil Gagfur Taşkesenlizade Şeyh Ahmet Efendinin torunu Şeyh Sırrı Efendinin büyük Oğlu Hoca Abdurrahman Efendinin Ruhuna Fatiha D: 1330 (1914), Ö: 4-11-1980
Baş taşında: Huvvel Hallakul baki El merhumul gafur ila Rahmetihil gafur Hoca Abdurrahmani Daşkesani M. Sırrı Efendi Mahdumu Ruhi içun Fatiha H.12-26-1400
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]Kaynak Erzurum’un Kandilleri , Abdurrezzak Türk , Arı sanat Yayınları Silsile-i Aliyye’nin Taşkesenli Halkası , Fuat Taşkesenligil [/toggle]
Erzurum – Taşkesenli camii avlusundaki Aile kabristanında.Babası Şeyh Ahmed Efendi‘nin yanında
Şeyh Ziyaeddin Efendi; Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi‘nin oğludur. 1878 yıhnda Bingöl’ün Karlıova ilçesi Hacılar köyünde dünyaya teşrif etmiştir. Babasının Caferiye Medresesi müderrisliği döneminde, yanında yetişmiş, genç yaşta icazet alarak müderris olmuştur. Taşkesenli ailesinin en büyük alimlerindendir. Caferiye Medresesinde ders okuturken, diğer yanda babasımn yanında irşat dersleri alan Şeyh Ziyaeddin Efendi’ye 25 yaşlarında mürşitlik izni verilir.
Daima ilim ve tasavvufla iştigal halinde olmuş, ömrünü irşada adamiş çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Yetiştirdiği talebelerden: Tortum Müftüsü Mehmet Öğülmüş bey, Molla Alaaddin Efendi, Şam Salihiye Mahallesi’nden Molla Abdulkuddus Efendi, Dağıstanlı Molla İlyas Efendi, Siirtli Ismail Hakkı Efendi, Erzurum’un meşhur imamlanndan Hafız Ali Efendi ve Eleşkirtli Molla Şakir Efendi kardeşi M. Sırrı Efendi gibi. Kendisi aynı zamanda şairdir. Çevrede okunan çok sayıda şiirleri vardır.
Ey seba tevcihi eyle mahmelin can eline
Bil vekale babına git kıl tevafi zeyline
Bekle, elbette uyanır gabi nazdan ol peri
Kapamp ayağına ver arzuhalin eline
Devr-i destten tutuşmuş ateşi aşka gönül
Yane yane kül edüp savurma firkat yeline
Sanma kim Gülsen sarayda şem/e yanar bi ziya
Gerçi tenden can ayırmak pek kolaydır ehline…
Doğu cephesine, vatan müdafaasına talebeleriyle katılmış, askere moral dersleri vermiştir. 1914 Osmanh-Rus harbinde Sarıkamış cephesinde, talebeleri başında iken, hastalanmış Erzurum’a dönmüş kısa bir süre sonra 36 yaşında 19 Aralık 1914 Yaradan’ına kavuşmuştur. Kabri şerifi Taşkesenli camii yanındaki aile kabristanında, babası Şeyh Ahmed Efendi’nin yanındadır. Ziyaeddin Efendi’nin ayak ucunda oğlu Şeyh Şahabeddin Efendi yatmaktadır.
Mezar şahidesinde;
Ya baki entel baki
Nevir mergeda Sultanul aşikin
Fil cenaheynis-Sani Eş-Şeyh Muhammed
Ziyauddin in Nakşi bendiyi Taşkesaniyi
Bi nuri Kerimettis-Sebül mesani
El Fatiha
Fevülidet (doğumu) H. 1296
Vefatı H. 1332
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Erzurum’un Kandilleri , Abdurrezzak Türk , Arı sanat Yayınları
Taşkesenli Şeyh İbrahim Efendi, 1855 senesinde Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Hacılar köyünde doğar. Babası Molla Muhyiddin Efendidir. Küçük yaşta tahsil hayatına başlayan İbrahim Efendi, çeşitli medreselerde eğitim görür. Amcasının oğlu Şeyh Ahmed Efendinin sohbetlerinde olgunlaşır. Hocası Ahmed Efendi ile Erzurum’a gidip, Taşkesen köyüne yerleşir.
İbrahim Efendi 1914 Rus harbinde Kafkas cephesinde talebeleriyle birlikte savaşır. Sarıkamış yakınlarında harp esnasında, bir şarapnel parçası ile ayağından yaralanarak gazi olur. Bu yaradan dolayı topal kalır ve Topal Şeyh olarak da anılır. Birinci Dünya Harbi, Erzurum’un işgali, Ermeni zulmü ve Cumhuriyetin ilk yıllarında meşakkatli bir hayat sürmesine rağmen, talebe yetiştirmekten vazgeçmez. 1926 senesinde tutuklanarak Hınıs mahkemesince, Harput (Elazığ) İstiklal Mahkemesine sevkedilir. Yaralı ayağına ve Şubat ayının çetin kış şartlarına rağmen yaya olarak Elazığ’a gönderilir. Elazığ İstiklal Mahkemesi tarafından, İzmir’de mecburi ikamete tabi tutulur. Bu arada köydeki evi, eşyası, hayvanları ve kütüphanesine, devlet tarafından el konulur. Hanımı ve çocukları parasız ve açıkta kalır. Erzurum ve Pasinler’de akraba ve dostlarının yanına sığınmak mecburiyetinde kalırlar.
İzmir’de iken, bölge halkı tarafından sevilmeye başlayan İbrahim Efendi, bir süre sonra Demirci ilçesine sürgün edilir. Talebelerinden Şeyh Muhammed, hocasının öngörüsünü şöyle anlatır: “İzmir’de iken bir gün Bitlis’ten bir telgraf aldım. Şeyh Abdurrahman Tagi’nin ailesinin İzmir’e sürgün edildiği bildiriliyor, ikametleri için büyükçe bir ev tutulması isteniyordu. İzmir’in yabancısı olduğumuz için şaşırıp kaldım. Sıkıntı ve moral bozukluğu içinde hocam İbrahim Efendinin huzuruna gittim. Durumu anlattım. Hocam biraz düşündükten sonra bana dönerek; “Rahat ol! Ev arama! Şeyh hazretlerinin ailesi İzmir’e gelmeyecek.” dedi. Ben rahatladım ve ev aramaktan vazgeçtim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra bir telgraf daha aldım. Bu defa; “Şeyhin ailesinin yola çıktığı bildiriliyordu. Büyük bir telaşla evden çıktım. Yolda İbrahim Efendiye rastladım. Ona bakmadan yanından geçmek istedim. O kolumdan tutarak; “Hayrola Muhammed bu ne telaş!” dedi. Ben de sinirli bir şekilde; “Siz şeyhin ailesi gelmeyecek dediniz. Bugün bir telgraf aldım. Şeyhin ailesi yola çıkmış buraya geliyormuş.” dedim. İbrahim Efendi tebessüm ederek gayet ciddi; “Ben Allahü tealaya yemin ederim ki Şeyhin ailesi İzmir’e gelmeyecek. Bunun için telaşlanma ve ev arama!” dedi. Artık Şeyhin ailesinin kesinlikle İzmir’e gelmiyeceğine inandım. Ama beni bu sefer yolda başlarına bir şey gelebileceği düşüncesi kapladı. Birkaç gün sonra aldığım telgrafta şeyhin ailesinin mecburi ikametinden vazgeçildiği, bu yüzden Nurşin’e geri döndüğü bildirildi.”
Sevenlerinden Agıt Bey şöyle anlatır: “Bir akşam bazı sürgün arkadaşlarla birlikte İbrahim Efendiyi ziyarete gittik. Hepimiz sıkıntılı ve geleceğimizin ne olacağı merakı ve endişesi içinde sohbeti dinliyorduk. Bir süre sonra bizlere; “Hiç üzülmeyin, yakında hepiniz evlerinize gideceksiniz. Çoluk çocuğunuzla refah içinde yaşıyacaksınız. Ben de geleceğim, ancak ne zaman ve nasıl geleceğimi söyleyemem” dedi. Birkaç gün sonra vefat etti ve Demirci’de defnedildi. “Ben de gelirim.” deyip burada kalışına, hepimiz hayret ettik. Bir süre sonra biz evlerimize gönderildik. “Ben de gelirim.” sözünün manasını ancak yirmi yedi sene sonra naaşının nakli sırasında anladık.”
İbrahim Efendi 3 Kasım 1927’de Demirci’de vefat eder ve buraya defnedilir. Sevenleri tarafından üzerine bir türbe yaptırılır. 1954 senesinde türbenin bulunduğu yerden yol geçeceği için, kabrin nakli gerekir. Bu durum, oğlu Abdülkuddüs Efendiye bildirilir ve izin istenir. Abdülkuddüs Efendi, babasının naaşını Erzurum’a nakledeceğini bildirerek, yola çıkar. Kalabalık bir cemaat ile kabir açılır. 27 sene toprak altında kalan İbrahim Efendinin kefeninde en ufak bir leke yoktur. Durum Erzurum ve Demirci’de büyük yankı uyandırır. Taşkesenli Şeyh Ahmed Efendinin oğlu Şeyh Mehmed Sırrı Efendinin nezaretinde ve büyük bir cemaatle Taşkesen köyüne defnedilir. Kabri günümüzde ziyaretgah mahallidir.
Erzurum – Taşkesenli camii avlusundaki Aile kabristanında.
Taşkesenli Şeyhleri’nin ilki Erzurum havalisinde ilim ve irfanı ile tanınan Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi (1848-1909) babası Molla Mahmut Efendi’nin yerleştiği Hacılar Köyü’nde dünyaya gelir. Alim ve fazıl bir aile silsilesinden gelen dedesi Molla Abdurrahman ve ulu dedesi Molla Musa, yaşadığı dönemlerde çevresinde çok sevilen ve takdir edilen zatlardandır. Küçük yaşlarda iken ilme yönelen Şeyh Ahmet Efendi, muhtelif medreselerde tahsil görüp mezun olduktan sonra, bulunduğu yerin en büyük alimlerinden olan Molla Ahmet Kuki Hazretlerinden fıkıh, kelam, hadis, tefsir ve mantık üzerine ilk icazetini alır. Kendisi de bir kaç tane mucaz (icazetli) yetiştirdikten sonra Bitlis’ten Bağdat’a kadar herkesin baş eğdiği ve sevip saydığı Şeyh Halit-i Evreki’yi ziyaret ederek yanında bir süre kalır ve bu süre içerisinde bu zattan fen bilimleri (astronomi, jeoloji, cebir ve hendese) okuyarak ikinci icazetini alır.
Şeyh Ahmet Efendi, Şeyh Halit-i Evreki Hazretlerinin yanında ders alırken ününü çok duyduğu Seyyid Abdulkadiri Geylani Hz.’nin torunu olan Seyyid Sıbğetullahi Arvasi Hazretlerini (v.1870) Bitlis Hizan’da ziyaret ederek, manevi yönden yetişmek üzere bu zata teslim olmuştur. Bu zattan irşad dersleri alan Şeyh Ahmet Efendi, Seyyid Sıbğetullahi Arvasi Hazretlerinin vefatından sonra halifesi olan Şeyh Abdurrahmani Taği’ye (1831-1886) teslim olur. İrşadını bu zatın yanında tamamlayarak halifelik görevini alan Şeyh Ahmet Efendi, mürşidi tarafından irşadda bulunması için Erzurum’a görevlendirilir.
Babası ve dedeleri gibi o da irşad görevi için mekan değiştirme usulüne uymuş ve Erzurum’un Sultanmelik Mahallesi Üç Kümbetler mevkiinde manevi dostları tarafından yaptırılan eve yerleşerek, bu evde talebe yetiştirmeye başlamıştır. Şeyh Ahmet Efendi, yaz aylarında Erzurum’a yaklaşık 45 km. uzaklıkta olan Taşkesen Köyü’nde ikamet edip talebelerini burada okutmaya devam eder. Amcası oğlu ve halifesi olan Şeyh İbrahim Efendi’yi Taşkesen’de ikamet ettirir ve böylece Erzurumlular tarafından Taşkesenli şöhretiyle meşhur olarak Taşkesen’den yükselecek olan altın silsilenin temellerini atar. Erzurum’da yürüttüğü irşad faaliyetleri sonucunda 78 mezun hoca ve dört büyük halife yetiştiren Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi hayatı boyunca kendisini tasavvufa vermiş ve halk tarafından bu yönü ile tanınmıştır. Şöhretin her türlüsünden hayatının her döneminde şiddetle kaçınır.
Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi’nin Sultan Abdülhamit’le hiç görüşmedikleri halde Abdülhamit Han tarafından tanındığı şu olay ile nakledilir. Erzurum’un Pasinler ilçesi Tuylar Köyü’nden bir zat, Sultan Abdülhamit Han’ın ikamet ettiği Yıldız Sarayı’nda diğer bir arkadaşıyla nöbet tutarken, Abdülhamit Han bir ara balkona çıkar ve bunları yanına çağırır. Balkonun yanına gittiklerinde Sultan diğer nöbetçiyi hiç konuşturmadan bir miktar para atar ve hamama gitmesini söyler. (Bilahare anlaşılır ki bu asker gusül etme imkanı bulamadan nöbete gelmiştir.) Erzurumluya dönerek “Siz tarikat ehlisiniz, mürşidiniz kimdir ?” diye sorar. Erzurumlu “Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi” diye cevap verince, Abdülhamit Han, “Evet o zatla tanışıyoruz”, der ve içeri girer. Biraz sonra elinde bir Kur’an-ı Kerim’le gelerek Erzurumluya “Ben bu Kur’an-ı Kerim’i sana hediye ediyorum. Sen de götürür şeyhin olan kardeşime verirsen memnun olurum.”, der. Erzurumlu bir müddet sonra memleketine döndüğünde şeyhinin huzuruna varır; Şeyh Ahmet Efendi onu görünce, “Emaneti getirdin mi ?” diye sorar. Erzurumlu da hediye edilen Kur’an-ı Kerim’i Şeyh Ahmet Efendi’ye teslim eder. Günümüze kadar büyük bir titizlikle korunan bu Kur’an-ı Kerim, hala aile kütüphanesinde muhafaza edilmektedir.
Erzurum’da çok sayıda talebe yetiştiren Şeyh Ahmet Efendi 61 yaşında iken 24 Mart 1909 yılında Erzurum’da vefat eder. Şeyh Ahmet Efendi’nin vefatından birkaç dakika önce gözlerini açarak, “Yazık oldu Sultan Abdülhamit’e, yazık oldu” demiş olduğu nakledilir. Halen Erzurum Merkezdeki Taşkesenli Camii bahçesinde bulunan türbesi halk tarafından ziyaret edilmektedir. Şeyh Ahmet Efendi’nin yetiştirdiği halife ve mezun hocalardan bazıları şunlardır. Şeyh Ziyaettin Efendi, Şeyh İbrahim Efendi, Erzurum Serçeme köyünden Tabur İmamı Muhammed Nuri Efendi, Diyarbakır Liceli Molla Ömer Efendi ve Kağızmanlı Molla Hasan Efendi.
Şeyh Ahmef Efendi ile Abdurrahman Gazi hazretleri Şeyh Ahmet Efendi bir gün müritleriyle beraber Abdurrahman Gaziyi ziyarete gider, selamını verir ayakucunda mukabele okumaya başlar kısa bir süre sonra kabrin göğüs istikametine geçer, daha sonra başucuna yaklaşır ve mukabelesini bitirir.
Şehre dönerler. Bu durum müritlerinin dikkatinden kaçmaz, merakla dayanamayıp nedenini sorarlar. Almış oldukları cevap “ Gittiğimizde Abdurrahman Gazi merkadinde yoktu daha sonra geldi ve beni yukarı çağırdı, göğüs istikametine vardığımda daha yaklaş dedi bende başucuna yaklaştım. Mukabele bittikten sonra Erzurumlulardan manen dert yandı ki hep bana teveccüh ediyorlar hâlbuki benden daha uluları var. Şu deveboynu şehitliğindeki şühedamız ihmal ediliyor. Oradaki şühedalara bolca hediyelerini göndermeliler dedi.” Bu durumdan sonra Şeyh Ahmet Efendi Erzurum’dan Toparlağa her gittiğinde Deveboynunda dinlenme verir şehitliğe mukabele okuduktan sonra yoluna devam edermiş…
Huvel Hayy’ul Baki Allahumme nevir mergade hazer Ragidis-Semedeni Vel kutbul muhakkik-ir Rebbani Mevlana eş-şeyh Ahmedun Nakşî bendi-yi Daşkeseniyi bi nuri Kerimehıs-Sebul mesam El Fatiha sene H.1327 (M.1909)
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]Kaynak ( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin) Erzurum’un Kandilleri , Abdurrezzak Türk , Arı sanat Yayınları Silsile-i Aliyye’nin Taşkesenli Halkası , Fuat Taşkesenligil [/toggle]
Son asırda Anadolu’da yetişmiş velîlerden. Pîrî Sâmî diye de bilinir. Babası Erzincan’ın meşhûr Kırtıloğulları sülâlesinden İbrâhim Efendidir. 1848 (h. 1264) senesinde Erzincan’da doğdu. 1912 (H. 1330) senesinde Erzincan’da vefât etti. Kabri eski Erzincan’da Terzi Baba Mezarlığına giden yol üzerindeki dergâhının bulunduğu Akmezarlık’tadır.
Erzincan’ın Selüke köyünde dünyâya gelen Muhammed Sâmî Efendi, ilk tahsîlini köyünde yaptı. Köy hocasından Kur’ân-ı kerîm okumayı öğrendi. Erzincan’ın “Eski Hükûmet” tâbir edilen medresesinde Arapça ve Farsça öğrendi. İlim tahsîlini devâm ettirmek üzere İstanbul’a geldi. Fâtih Medresesinde aklî ve naklî ilimleri öğrendi.
Buradaki tahsîlini tamamladıktan sonra, müderrislik icâzetnâmesi, diploması alarak Erzincan’a döndü. Bugünkü adıyla Karakaya olan Keleriç köyü câmiinde imâmlık ve hatiplik vazîfesine başladı. Kâdiriyye yolu mensuplarından Şeyh Abdurrahmân Efendinin ve Nakşibendiyye mensuplarından Hacı Mustafa Fehmi Erzincânî’nin sohbetlerinde bulundu.
Zaman zaman Erzincan’a giderek Câmi-i Kebirde yaptığı vâz ve nasîhatlarıyla insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattı. Birkaç yıl sonra Hınıs Rüşdiyesine muallim ve daha sonra Erzurum Rüşdiyesine muallim-i evvel tâyin edildi. Bu vazîfede dört yıl kadar kalıp talebe yetiştirdi.
Erzurum’da bulunduğu sırada PTT müdürlerinden İsmâil Efendi adında birisiyle tanıştı. İsmâil Efendi, Bitlis’in Nurşin köyünde bulunan büyük velî Abdurrahmân-ı Tâgî (Tâhî) hazretlerinin büyüklüğünü ona anlattı. İsmâil Efendi ile birlikte, hocası olan bu büyük zâtı ziyârete gittiler. Hacı Sâmî Efendi birkaç gün Abdurrahmân-ı Tâgî hazretlerinin sohbetinde bulundu. Onun büyük bir velî olduğunu görerek, talebe olmaya karar verdi.
Bir gün sohbetten sonra, o zâtın elini öperek; “Efendim, kabûl buyurursanız memuriyetten istifâ edip, hizmetinizde bulunmak istiyorum.” dedi. Şeyh Abdurrahmân Efendi, ona âilevî durumunu ve borcu olup olmadığını sorduktan sonra; “Senin biraz borcun varmış. Bir yıl daha çalışarak borçlarını öde; anne ve babandan müsâde aldıktan sonra buraya gel.” diye emretti. Bunun üzerine, Erzurum’daki vazîfesine geri döndü ve bir yıl daha çalışarak borçlarını ödedi. Erzincan’da bulunan babası, annesi ve âliesinden izin alarak, vazîfesinden istifâ edip, Şeyh Abdurrahmân Efendinin hizmetinde bulunmak üzere Nurşin’e gitti.
Şeyh Abdurrahmân Efendinin tekkesindeki talebelerle birlikte iki yıl kadar tasavvuf ilmini tahsîl etti. Abdurrahmân Efendi, sohbetlerini Arapça ve Kürtçe yapıyordu. Hacı Sâmî Efendi, hocasının ilminden istifâde etmek, sohbetlerinden bereketlenmek için orada bulunduğu sırada Kürtçe öğrendi. Türkçe, Arapça ve Farsçanın yanında, Kürtçeyi de ana dili gibi konuşur oldu. İki yıl sonunda kendisine icâzet, diploma verilerek; insanlara İslâmiyeti öğretmek, doğru yolu göstermeki çin memleketi Erzincan’a gönderildi.
Hacı Sâmî Efendinin iki yıl gibi kısa bir zamanda icâzet alıp halîfe oluşu, tekke içinde hizmette bulunan diğer talebeler arasında bir takım dedikodulara sebeb oldu. Uzun zamandır orada bulunup, icâzet alamayan talebeler vardı. Bu durum hocalarına bildirilince; “Hacı Sâmî Efendinin hocaları, lambasının şişesine gazını koymuş, fitilini takmış, bize yalnızca bir kibrit çakmak vazîfesi kalmıştı. Biz de onu yaptık.” buyurdu.
Hocasının elini öpüp, duâsını aldıktan osnra Erzincan’a gelen Hacı Sâmî Efendi, önceden imâmlık yaptığı Keleriç köyüne gitti. Orada eski talebesi Beşir Efendi ile birlikte on kişi hizmetine girdi. bir müddet kendi köyü Selüke’ye gelerek altı ay kadar kaldı ve kışı orada geçirdi.
Sonra babasından izin alarak Erzincan’a gitti. Selüke köyündeki bir kısım mal varlığını satarak Erzincan şehir kıyısında daha sonra Mecidiye-yi kebîr adı verilen bir mahallede, Keçioğullarından altmış dönümlük bir tarla satın aldı. Bu tarla üzerine kendisi için bir mesken ve bitişiğine de gelen misâfirlerin kalması için iki katlı bir bina, evlerin yanına bir de câmi yaptırdı. Hacı Sâmî Efendi, işte bu binada hocasının emir buyurduğu şekilde insanları terbiye etmeye başladı. Allahü teâlânın dînini insanlara öğretti. Yanlış yollara gitmelerine mâni oldu.
Az zamani çinde, sözünden, sohbetinden, hal ve hareketlerinden lezzet alan halk, akın akın gelerek ona bğlanıp istifâde ettiler.
Hacı Sâmî Efendi geriye Nusreddîn, Fahreddîn, Şeyhaddîn, Selâhaddîn, Eşref ve Hacıbayram adında altı erkek; Hâlise ve Muhlise adında iki kız bırakarak 1912 (H. 1330) senesinde kurban bayramı akşamı vefât etti.
Eski Erzincan’da Terzi Baba Mezarlığına giden yol üzerindeki câmiinin ve dergâhının bulunduğu Akmezarlık diye bilinen yerde defnedildi.
Câmi ve dergâhının çevresinde ağaç yetiştirmiş, bunların gelirleriyle câminin, dergâhın ve diğer kısımların ihtiyâcı için dört takım ev, ayrıca çeşitli yerlerde sekiz-dokuz değirmen yaptırmıştır. Dergâhının bulunudğu yerde bugün kendi kabri bulunmaktadır. 1939 yılındaki büyük depremde câmii, dergâhı ve üç bine yakın kitabı olan kütüphânesi harâb olmuştur.
Talebelerinden bâzıları Hahlı Hacı Abdurrahmân Efendi, Kelkitli Hacı Ali Efendi, Refâhiye’nin Hanzar köyünden Hacı Hasan Efendi, Hacı Hoca Mehmet Efendi ve Beşîr Efendilerdir. Kendisinden sonra vazîfesini Beşîr Efendi devâm ettirmiştir.
İsanbul – Hadımköy’de Çakmaklı köyü yakınındaki dergahında. Tem’den Hadımköy’e giderken , fatih üniversitesini geçtikten sonra 300 mt ileride 184. sokağın bir arka sokağındadır.
Şeyh Muhammed Osman Siraceddin (KS), ulu bir zat olup, hayâ ve vakar sahibi bir mürşid, milletin ve dinin kandili olarak, İslamî şeriatın, gerçeğin ve tarikatın başında hizmetkâr olarak bulunmaktadır. Bizzat âlimlerin, fakirlerin, iyiliklerin ve güzelliklerin hâdimidir.
1314 hicrî senesinde (miladî 1896) Halepçe kentine bağlı, şerefli Biyara köyünde dünyaya gelmiştir. İlim, takva, temizlik, iffet, itaat ve ibadet evinde terbiye görüp yetişmiştir. Henüz küçük bir çocuk iken, Yüce Allah (CC), O’nu, en güzel bir şekilde biten bitki gibi terbiye ve edep sahibi bir çocuk olarak irşad evinde yetiştirmişti. Genç yaşta babasının nezaret ve terbiyesi altında büyümüş, Arapça ve kısmen Fars ilimleri öğrenmiş, özellikle Arap edebiyatına vâkıf olmuş, Biyara ve Durud medreselerinde eğitim yapmıştır.
Bahusus en çok Kur’an tilâvetini sevmiş, tecvid dersini meşhur Mısırlı Şeyh Mustafa İsmail’den almış, ihlâsla amellerine devam etmiş, din, şeriat ve fıkıh ilimlerinde ilerlemiş ve yükselmiş; işte bütün bunlar bağlılığın, takvanın ve ledûnnî ilmin sonucu olarak kendilerine ihsan buyurulmuştur.
Babalarının vefatından sonra ilim ve dine bütün gayreti ve cehdi ile sarılmış, yılmadan çalışmış, fakirlere ve zavallılara kendi malından yedirmiş, bu uğurda vaktini, malını, rahatını harcamış; ziyaretçilerine ve mensuplarına yardım ederek, hizmetini sürdürmüştür. Diğer yönden birçok aileleri korumuş, böylece uzak, yakın, oğul, kız diye bir fark göstermeden herkesi bir tutmuş, onların başında bir gölge olarak kalmıştır.
Böylece 1958 yılına kadar hayatını Biyara’da geçirmiş, bazı siyasî sebeplerden dolayı, bu tarihten sonra İran’a göç etmiş, orada irşad ve çalışmaları için ve İslâmî incelikleri ayakta tutup korumak için daha geniş bir alan bulmuş, bu suretle çevresi âlim, fazıl kimselerle sarılmıştı.
Bunlardan bir örnek gösterebiliriz: Mesela, asrın büyük bilgin ve âlimlerinin başkanı ve Balik’de müderris olan üstad Hacı Molla Bakır, Dağıstan ve Türkmen baş âlimlerinden Sahra Şeyhi Dağıstanlı Abdülkadir Hazretleri, Şeyh Yar Muhammed Nazarî Hazretleri ki, Yarcan lâkabı ile anılmaktadır. Bu zat, Rus hududu sahrasındaki Türkmenler’den olup, Şeyh Alâeddin (KS)’in halifesi idi. Daha sonra Şeyh Muhammed Osman Siraceddin (KS)’e bağlanmış, Hazret-i Şeyh’in ders vermesi için kendilerine 400-500 talebelik büyük bir medrese inşa etmiş, bütün masrafları da bizzat kendisi karşılamıştır. Bu meşhur Yarcan Medresesi’nden başka, kendi mıntıkasında, Hazret-i Şeyh Osman Siraceddin (KS)’in irşad görevini sürdürmesi için yüzden fazla medrese bina etmişti. Bu çalışma ve gayreti sayesinde, özellikle Hazret-i Şeyh (KS)’in bu mıntıkayı ziyareti süresince, Kendileri’ne bağlanan Müslümanların sayısı bir milyonu geçiyordu. Bütün bu harcamaların çoğunu Şeyh Yarcan, kendi has malından vermekteydi ki burada yenme ve içme harcamaları, söz konusu hesaba dâhil değildi.
Şimdiki halde Devrud Medresesi, halen tedrisatına Molla Muhammed Selinî idaresi altında devam etmekte, buraya devam eden talebelerin nafaka ve harcamaları, Şeyh Muhammed Osman Siraceddin (KS)’in mülkünün gelirinden karşılanmaktadır. Bu medresede Seyyid Molla Ahmed, beş vakit namazı cemaatle kıldırmakta, Mahmudabad ve Devrud hanegâhında hatm-i şerif, tehlil ve tekbir meclisleri kesintisiz göreve devam etmektedir.
Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Bizzat ben, batıdan, özellikle Avrupa’dan Mübarek Şeyhimize pek çok mektup geldiğine şahid oldum. Burada bu mektuplardan birini, içindeki samimi şiir dolayısıyla yazmadan geçemeyeceğim. Mektup, Amerika Kıtası’nın Kanada ülkesinden gelmekteydi. Kanada’nın Nores bölgesinde bu tarikatın benimsenmesi görevinde bulunan Yahya bin Hakaveyk adlı bağlısı, şeyhi Hazret-i Osman Siraceddin (KS) hakkında şu şiiri yazmış ve göndermişti. Şiir, Yahya bin Hakaveyk’in Hazret-i Şeyh (KS)’e ihlâsla bağlılığının mütevazı bir örneğidir:
Ey Şeyhlerin Şeyhi, Hazret-i Siraceddin,
Bu fakir, feda olsun senin için.
Mübarek cevherleri, çıktığı ağzından
Günün birinde avucumla topladım.
O vakit, arzın kutbu olduğuna inandım,
Sana hoş gelecek, ancak Rabb’imi andım.
Merhamet et ki dualarıma cevap alayım,
Allah’ımı Amerika’nın Nores’inden anayım.
Hizmetkârınız Yahya bin Hakaveyk
İşte orada bulunanlar da yeterli şahid olarak, ulu makam sahibi Hazret-i Şeyh (KS)’e tutunup bağlanmışlardı. Daha sayılamayacak kadar sayıda mektuplarla kendisine bağlananların çokluğuna şahidiz. Böylece güzel nam ve şöhreti, âlemin ufuklarını aşmış bulunmaktadır.
1970 senesinde, İran’da yapılan devrimden sonra ve bazı sebeplerden dolayı, Hazret-i Şeyh (KS), çok kıymetli ve aziz vatanına, yani doğduğu yer olan Biyara’ya dönmüştü. Daha sonra Irak ile İran arasında alevlenen savaş sırasında, evliyalar diyarı Bağdat’a göç etmiş, böylece kış, yaz, soğuk, sıcak, gece, gündüz demeden, kıymetli vakitlerini, muhtaca yardım, korkana teselli, hastaya şifa, tövbekârları irşad işinde harcamış, diğer taraftan da keremli ailesi ve çocuklarına müşfik bir baba sevgisi göstermeyi ihmal etmemiş, onların iyi yetişmelerine, mütevazı ve edepli olmalarına özen göstermiş, dolayısıyla saygı görmelerini temin etmiştir. Mütevazı evi ve hanegâhı, ziyaretçilerinin misafirhanesi, miskinlerin barınağı ve umutsuz hastaların bakım yeri olmuştur.
Hazret-i Şeyh Osman Siraceddin (KS)’in ilk evlilikleri, Hüseyin Han Rezav’ın kızı Rabia Hanım ile olmuştur. Bu hanım, güzel ahlâk ve güzel sesiyle Kur’an tilâveti yapması ile bilinir. Bu hanımdan Şeyh Cemaleddin, Şeyh Abdülmelik ve Âmine Hanım doğmuştur.
Daha sonra, Eba Ubeyde köyünün ileri gelenlerinden, Seyyidzâde lâkabı ile bilinen, Şeyh Ali oğlu Şeyh Muhammed’in kızı Kâfiye Hanım ile evlenmiş, bu evlilikten de Şeyh Nasıh, Şeyh Rauf ve Sıdıka Hanım adında çocukları olmuştur.
Son eşi ise vefatına kadar yanında bulunan iffetli ve dindar, Hazret-i Şeyh (KS)’e ve tarikata bağlılığı ile tanınmış olan Hacı Seyyide Emine Hanım’dır. Bu hanım, Hoşer mıntıkasında, Kâdirî tarikatı mürşidi, Safa Hâne köyünün ileri gelenlerinden Şeyh Seyyid Mehmet Çerağ Abdül Al’ın kızıdır. Hazret-i Şeyh (KS), ailesi hakkında şöyle demiştir: “Allah (CC.)’a hamd olsun ki, ailem, benim tam rızam ve şükrümdür. Bize hizmette kusur etmediği gibi, hanegâha gelenlere bakmakta ve bu güne kadar onlara sonsuz cömertlikte harcama yapmaktadır. Minnetim büyüktür. Bu ailenin adına gölge düşürecek hiçbir aykırı şeyi ondan görmedim ve hissetmedim. “
Hakikat şudur ki, muhterem ailesi, nesebce ve nisabca hanımefendi, ehl-i itaat ve ehl-i namaz olup, ailesinin yolunu izlemektedir. Babasının Şeyh Mahmud ile akrabalığı bulunmaktadır. Bu zat, tanınmış bir bilgin olup, icazetini Çersitânî Üstad Molla Abdullah’tan almıştır. Ayrıca Hazret-i Şeyh (KS)’den de Nakşibendî Tarikatı’nı almış bulunuyordu. Emine Hanım’ın annesi Hacer Hatun olup, şeriata bağlı, güzel Kur’an okuyan, eli açık, bağış ve ihsan sahibi bir hanımdır. Kızı Emine Hanım’ı, Şeyh Alâeddin (KS)’in oğlu Şeyh Osman (KS)’a vereceğini adamıştı. Kendisi vefat edince, ailesi adağını yerine getirmiş, Emine Hanım’ı, Hazret-i Şeyh Osman (KS)’a vermişlerdi.
Hazret-i Şeyh Muhammed Osman Siraceddin (KS), birçok kitap sahibiyle dosttur. Bunlardan Şeyh Muhammed Ârif, Şeyh Muhammed Garib, Üstad Molla Ali Şerifî, Üstad Hacı Edib, şair olan ve bu risaleyi anlatan Molla Abdullah Fenaî ve mütevazı gönüllü, şeyhine vefalı, edep sahibi ve on beş sene Hazret-i Şeyh (KS)’in hizmetinde bulunan üstad Hacı Molla Ali Lacânî bulunmaktadır. Yine arkadaşlık ettiklerinden, Müderris Molla Mahmud Kalî vardır.
Keza Kur’an-ı Kerim’i üç türlü tilâvet eden hattat, zahid ve nâsık Lübnanlı Şeyh Hüseyin Useyran ve Devrud’da hanegâh imamı Molla Üstad Seyyid Ahmed gibi kişiler vardır. Özellikle Seyyid Ahmed, Şeyh Muhammed Balisânî, merhum Şeyh Molla Muhammed ve Molla Bahâ ve merhum Müderris Biyaralı Molla Ali ve Molla Abdullah Fenaî, Molla Abdülhâlik ve Molla Muhammed Dergî’nin mallarıyla ve hizmetleriyle yaşattıkları medreselerde, talebe okutmuş ve eğitmişlerdir. Nitekim bugün dahi Devrud’da tedrisat devam etmekte ve pek çok talebe okumaktadır.
Bu âlim, fâzıl, edeb ve dirayet erbabı, Hazret-i Şeyh (KS)’e tam ihlâs ve itaat ile bağlı olup, çevresini bir halka gibi sarmış bulunmakta, meclisleri bu gibi kimselerden boş kalmamaktadır.
Kur’an okuyan büyük bilginlerden biri de Âlim Hacı Molla Mehmed Emin Kânî Sananî ve vakar ve edep sahibi üstad Şeyh Halid El Müfti, kardeşi Nureddin El Müfti ve Ömer Bin Hattab Camii’nde hatip ve imam olan oğlu Şeyh Muhsin, Hacı Molla Nezid, Hacı Molla Osman El Merduhî, Hacı Osman Siyrî, okuyucu Şeyh Molla Halid El Serdî, Üstad Seyyid Ahmed ve kardeşi Molla Seyyid Ebubekir, merhum edib Molla Ahmed’in kardeşi Hoca Molla Hîbetullah, Hazret-i Şeyh’in etrafındaki halkada bulunan kişilerdir. Molla Hîbetullah’ın dinî ve şer’î telif kitapları bulunmakta olup, Şeyh Muhammed Osman Siraceddin (KS) hakkında el yazısı ile Ke’sü-şşaribin adlı bir kitabı vardır. Ayrıca bu aileyi anlatan bir kitabı ile Arap, Türk ve Kürt büyüklerini anlatan kitapları bulunmaktadır.
Biyara veya Devrud’daki hanegâhı ziyaret etmiş olanlar, oranın idare ve tedrisatı ile misafireten gelen yolcuların ve ziyaretçilerin ihtiyaçlarının nasıl giderildiğini görür, bu işlerin görülmesi için ne kadar insana ihtiyaç olduğu da anlaşılmış olur.
Şunu açıkça söyleyebiliriz ki, henüz parmak boyunu geçmeyen gençler, bu şerefli hizmetleri, Allah (CC) için ve şeyhlerine sevgi ve bağlılıktan görmektedirler. Bu hizmetleri yapanlardan biri de Hacı Mehmed oğlu Hacı Tevfik Efendi’dir. Bu zat ümmî olup, okuma yazması olmadığı halde, hanegâhta Hazret-i Şeyh (KS)’in maiyetinde okuma yazma öğrenmekle kalmamış, Arapça ve Farsça dillerini öğrenmiş, kavramış, bugün dahi gece ve gündüz Hazret’in hizmetinde bulunmakta idi.
Ve yine bu aileye hizmet edenlerden biri de Mehmet Said Çaycı’dır. Bu kerametli aileye bugüne dek hulûs ile bağlı olup, 40 senedir, yorgunluk duymadan şeyhinin hizmetinde bulunmakta, ziyaretçilerin ve hacet erbabının rahatını temin etmektedir.
Keza Abdullah Derman lakabı ile anılan Abdullah Sübhan ise Hazret-i Şeyh (KS)’in kâtipliğini yapmakta ve hastalara verilen ilâç reçetelerini yazmakta idi.
Yine bu ailenin ve Hazret-i Şeyh (KS)’in vefakâr aşçısı Hacı Muhammed Aşpeze, günde 200 ve daha çok kişiye yiyecek hazırlamakta, Horamî lehçesiyle konuşmaktadır.
Ve yine mutasavvıf zatlardan biri de sabırlı, zâhid ve nâsik Mahmud Çaycı’dır. Bu evin ihtiyaçlarını temin eden halûk, sevimli ve hareketli bir zat olan Cemal Bahavan ve Hazret-i Şeyh (KS)’in emlâkinin idaresi ve hizmeti ile görevli mühendis Salâh Said-Et-Tâhirî vardır.
Hazret-i Şeyh (KS)’in hanegâhında, bakacak kimsesi olmadığından, daimi hanegâhta kalan, kendilerini ibadete vermiş tarikat erbabı ile sâlim ve sakin olan Molla Kerkim ve Mutasavvıf Ahmed Efendi, amcaları olan cezbe sahibi sofilerden Nadir Efendi vardır. Hazret-i Şeyh (KS)’in özel hizmetini gören Şeyh Ebu Mustafa Molla Kerim Hammudî, Ane kesimi ahalisinden olup, Hazret-i Şeyh (KS)’in doktorlara havale ettiği hastaların rehberliğini yapmakta idi.
Saliha kardeşlerden olup ziyarette bulunan kadınlar ile hanegâhtaki kadın efendilere canla başla hizmet edenlerden biri, Hazret-i Şeyh (KS)’in sütkız kardeşi Tuba Hanım, diğerleri ise Hace Hatice Hanım, Seyyidzâde Âmine Hanım ve Hacı Tevfik’in zevcesi Aişe Hanım’dır. Bu hanımlar, bu keremli evi ziyaret edenlere hizmet etmekte olup, bu görevi ne bir memuriyet, ne de hizmetçilik görevi ile yapmamaktadırlar. Bunlar, Allah (CC)’ın ve Şeyhleri (KS)’nin rızasını almak için sadakat ve muhabbet ile hizmette bulunmakta, evin eşyasının bakımına, temizliğine itina göstermekte ve korumaktadırlar. Bu hanımlar, dünyanın ziynet ve eşyasına tamah etmeden bakmakta, Şeyhleri (KS) de kendilerine cömertçe elini uzatmaktadır.