Ana Sayfa>Genel(Sayfa 80)

Şeyh Ali Arınci (k.s.)

Siirt – Baykan – Arınç Köyü (Çamtaşı köyü)

Şeyh Ali Arınci hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Siirt bölgesinde son dönemde yaşamış önemli alim ve ariflerinden biri olan Şeyh Ali Arınci, 1916 yılında Siirt’in Baykan ilçesinin Arınç köyünde doğmuştur. Babasının adı Molla Ömer, annesinin adı Halime Hatun’dur. Babası Molla Ömer Efendi, Norşin Dergahı şeyhlerinden Muhammed Ziyauddin’in (o. 1924) dervişlerindendi.

Şeyh Ali Arınci, tahsil hayatına Kur’an dersiyle birlikte babasının yanında başlamıştır. Bir süre sonra yine Arınc köyünden Şeyh Ahmed Haznevi’nin halifelerinden Molla Muhammed Reşid’in (ö. 1977) yanında medrese tahsilini sürdürmüştür. Bunun haricinde Molla Şefik, Molla İbrahim ve Şeyh Muhammed Arbovi gibi alimlerden de ders almıştır. Ozellikle Şeyh Muhammed Arbovi’nin yanında uzun süre okumuştur. Bu tahsil hayatından sonra ilk olarak bir süre Arınç köyüne 3 km. mesafede bulunan Millo (Günbuldu) köyüne geçerek fahri imamlık yapmış ve orada köyün çocuklarına medrese usulüne göre ders vermiştir. Millo köyünde yaklaşık 3 yıl gorev yaptıktan sonra Bitlis’e bağlı Kermate (Alanici) köyünde imamlık yapmaya başlamıştır.

Şeyh Ali Arınci, Kermate köyünde görev yaptığı yıllarda Şeyh Abdulhakim Bilvanisi ile tanışmış ve onun yanında medrese derslerini tamamlamıştır. Bu yıllarda Abdulhakim Bilvanisi, Şeyhi Ahmed Haznevi’yi ziyaret etmek icin Kamışlı yakınlarında bulunan Hazne’ye giderken Ali Arınci’ye beraber gitmeyi ve ona intisab etmesini teklif etmiştir. Ali Arınci, bu ziyaret icin imkanı olmadığını belirtmiş ve “Selamlarımızı iletin eğer beni müridliğe kabul ederse ben zaten kabul ediyorum” demiştir. Böyle bir uygulamanın olmadığını söyleyen Abdulhakim Bilvanisi, Hazne’ye gitmiş ve ziyaretini yapmıştır. Rivayete göre döneceği zaman Şeyh Ahmed Haznevi, Abdulhakim Bilvanisi’ye “Molla Ali sana bir şey söylemedi mi?” diye sorduğunda, o da aralarında geçen konuşmayı anlatmıştır. Bunun uzerine Şeyh Ahmed Haznevi, “Ben onu müridliğe kabul ettim” demiştir. Abdulhakim Bilvanisi, döndükten sonra bu olayı Ali Arınci’ye anlatmıştır.

1950 yılında Şeyh Ahmed Haznevi’nin vefatı uzerine aynı yıl 33 veya 34 yaşında iken Abdulhakim Bilvanisi’ye intisap etmiştir. Bu sürede zaman zaman Bilvanis köyüne gitmiş ve orada belli süre kalmıştır. Sekiz yıl süren seyr u suluktan sonra 1958 yılında Abduhakim Bilvanisi kendisine hilafet vermiştir. Abdulhakim Bilvanisi, halifesi Ali Arınci’yi önce Van bölgesinde irşad faaliyetleri yürütmekle görevlendirmiştir. O da ozellikle bahar mevsiminden sonra Van’ın ilçelerinde ve köylerinde yanında bulunan muridleriyle birlikte aylarca dolaşarak kendisine verilen görevi yerine getirmiştir.

Şeyh Ali Arınci, 1954 yılında şeyhi Abdulhakim Bilvanisi’nin ve bazı muridlerinin de bulunduğu kalabalık bir grup ile İskenderun’dan Cidde’ye deniz yoluyla giderek Hac vazifesini ifa etmiştir. Şeyhinin vefatına kadar yalnız onun verdiği vazifeleri yaptırmıştır. 25 Mayıs 1972 tarihinde şeyhinin vefatından sonra, 1974 yılında Millo yakınlarındaki Tılfakir mevkiindeki araziyi satın alarak buraya kerpiçten bir mescid, medrese ve dergah yaptırmıştır. Ardından doğu istikametinde ailesinin kalacağı bir ev ile dergaha gelenlerin kalacağı misafirhaneler eklemiştir. Şeyh Ali Arınci vefatına kadar on yıl bu dergahta irşad faaliyetlerini sürdürmüştür. Günümüzde medrese ve dergah daha da genişlemiş durumdadır. Dergah gunumuzde faal durumdadır ve her gün ikindi namazından sonra toplu olarak hatme-i hacegan yapılmaktadır. Büyük şehirlerde ise genellikle hafta içi iki gun yatsı namazından sonra, cumartesi gunleri ise ikindi namazından sonra hatme-i hacegan yapılmaktadır.

Şeyh Ali Arınci, medreseden mezun ederek cok sayıda talebeye icazet vermiştir. Çok sayıda muridi olmasına ve seyr u suluklarını tamamlamalarına rağmen yalnız bir kişiye hilafet vermiştir. O da kendi şeyhi Abdulhakim Bilvanisi’nin büyük oğlu Muhammed Nurani Erol’dur. .

Şeyh Ali Arınci, 24 Temmuz 1984 tarihinde, 68 yaşında Diyarbakır’da tedavi gördükten sonra Siirt’e dönüşünde yolda vefat etmiştir. Kabri şerifi Arınç köyünde, Tılfakir denilen mevkidedir. Talebesi M. Akif İnan, şeyhinin vefatı üzerine 1984 yılında yazdığı Arzıhal isimli bir şiirde kendi halini şöyle dile getirir ;
Sen öte bahçede açalı gülüm
Bütün bülbülleri yandı içimin

Dağıldı eczası sesin ahengin
Güzelin lezzetin rengin biçimin

Öpüp kokladığım ellerin gülüm
Hayat ırmağıydı fidanlarıma

Açardı yolumu anahtar sesin
Gözlerin guneşti zamanlarıma

Bir yetim çocuktur günlerim gülüm
Seslerim kırıktır yatağım zindan

Ne olursun tez elden beni de çağır
Al götür yanına sevdiğim aman

[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”] Şeyh Ali Arınci ve Arınç/Tılfakir Dergahı , İbrahim Baz , Şırnak Ünicersitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi , 2016/2 yıl 7 Cilt :VII
[/toggle]

Seyyid Bilal Türbesi

Batman – Gerçüş – Becirman (Vergili) köyü

Seyit Bilal Türbesi; kare planlı üst örtüsü ise büyük bir ana kubbe ve bu kubbenin etrafında şekillenen 10 adet küçük kubbeden oluşmaktadır. Türbenin güneyinde ve doğusunda olmak üzere iki adet girişi mevcuttur. Bu girişler dikdörtgen formlu olup güneydeki giriş erkekler, doğudaki giriş ise kadınlar için yapılmıştır. Erkeklerin girişi sundurmalıdır. Türbede 8 adet dikdörtgen formlu pencere açıklığı bulunmaktadır. Ana kubbenin dört yönünde dikdörtgen formlu aydınlatma penceresine yer verilmiştir. Türbenin içinde Seyid Bilal ve köylülerin mezarları bulunmaktadır. Yapı sonradan geçirdiği yenileme ile orijinal özelliğini kaybetmiştir.

Şeyh Sevinç Türbesi

Batman – Hasankeyf – Uzundere köyü kale arkasında.

Hasankeyf Uzundere bölgesi kale arkası. Sevgi vadisinde büyük bir Ermiş. Şeyx Sevinç iki büyük kayalık arasında mütevazi bir türbe. Perşembe ve cuma günleri su ile dolan bir kuyu. İnsanların manevi bir huzur bulduğu Allah dostu bir evliya.

Şeyh Halil Becirmani (k.s.)

Mardin – Dargeçit – Deywan köyü (Sümer)

Seyda Halil Becirmani hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Şeyh Halil Becirmani hazretleri’nin oğlu Şeyh M. Beşir Aksoy’un anlatımı ile Şeyh Halil Becirmani hazretlerinin hayatı ;

Babam Şeyh Halil, Batman’a bağlı olan Bilaxşe Köyünde dünyaya geldi. Biz aslen Bêcirman’lıyız. Bu köy seyyidlerin yaşadığı en meşhur köylerdendir. Bu köye ilk gelen dedemiz Seyyid Bilal’dır. Seyyid Bilal, Moğollar tarafından Abbasî Halifeliğinin yıkıldığı dönemde, takriben Miladi 1258 tarihinde İslam âlemindeki çalkantıdan dolayı Bağdat’tan hicret edip Bêcirman Köyüne yerleşmiştir. Cizre, Mardin, Siirt ve civarındaki birçok seyyidin soyu Seyyid Bilal vasıtasıyla Hz. Resulullah’a dayanır. Bunun dışında Arnas Seyyidleri gibi birkaç seyyid ailesi daha vardır. Fakat bunlar içerisinde Seyyid Bilal’ın soyundan gelen Bêcirman (Kürtçe “vergisiz” anlamına gelmektedir. Cumhuriyetten sonra köyün adı “vergili” olarak değiştirilmiştir.) seyyidleri bölgede daha yaygındırlar.

Seydayê Şeyh Halil, 1916 yılında Gerçüş’ün Bilaxşe Köyünde doğmuş, ilk olarak babası Şeyh İbrahim’in yanında ilim tahsiline başlamıştır. Dedem Şeyh İbrahim bölgenin tanınan bir âlimiydi. Fıkıh ve astronomi alanındaki ilmi çok meşhurdu. Bunun yanında diğer ilimlere de ciddi vukufiyeti vardı. Şeyh Ahmed Haznevi, Şeyh İbrahim’in yanında uzun bir müddet ilim tahsil etmişti.

Rahmetli babam Şeyh Halil, “Kavli Ahmed” isimli kitaba kadar dedemin yanında okumuştur. 18 yaşlarındayken dedem vefat etmiş, bu sıralar Serdêf Köyünde imamlık yapmaya başlamış, Cizreli Şeyh Seyda, bu köyü ziyaret ederken babamla tanışmış, babamın Şeyh İbrahim’in oğlu olduğunu öğrenip onun kişiliğini beğenmiş ve Cizre’ye gelip ilim tahsilini tamamlamasını istemiştir. O sıralar evli ve çocuk sahibi olan babam Şeyh Halil, Cizre’ye gitmiş ve burada ilim tahsilini tamamlamıştır. Oradayken Şeyh Seyda, Molla Abdullah, Molla Süleyman ve Cizre müftüsü Molla Mahmud gibi âlimlerden dersler almış ve Şeyh Seyda’dan icazetini almıştır. Şeyh Seyda, Şeyh Halil’e ilim icazeti verdikten bir sene sonra 1953 yılında ona tasavvuf icazetini de vermiştir. Şeyh Halil burada ilmini ikmal ettikten sonra tekrar Serdêf Köyüne dönmüş, kısa bir müddet sonra da Dargeçit’e bağlı Dêyvan (şimdiki adıyla Sümer beldesi) Köyüne yerleşmiştir.

Şeyh Halil Dêyvan Köyüne yerleştikten sonra bir cami, yanına da medrese inşa ettirmiş, bir yandan camide halka vaaz ve nasihat vermekle meşgul olurken diğer yandan medresede talebe yetiştirmiştir. İslami ilimlere vukufiyeti ve Şeyh Seyda’nın halifesi olması hasebiyle kısa zamanda etrafı insanlarla dolmuş, medresesi ilim talebelerinin rağbet ettiği mekân haline gelmiştir. Bölgedeki insanların bir sıkıntısı olduğunda Şeyh Halil’e müracaat ederler, Şeyh Halil onların sıkıntıları ile ilgilenir, çözüm bulmaya çalışırdı. Aşiretler arası yaptığı sulhlar çok meşhurdu. Birçok kere iki kabile arasında bir öldürme vakası olduğunda daha ölünün cenazesi defnedilmeden Şeyh Halil iki kabileyi barıştırmıştı. Şeyh Halil’in güzel bir ikna kabiliyeti ve hoş sohbeti vardı. Dolayısıyla halkı çabuk etkilerdi. Onun yaptığı bu sulhlar daha sonra bölgenin her tarafına yayılmış, Ğarzan, Botan, Serhad bölgelerinden aşiretler sulh için babamın yanına gelmeye başlamıştı.

Şeyh Halil’in cömertliği de meşhur idi. “Tor” diye isimlendirilen o bölgede Şeyh Halil’in evinde yemek yemeyen insan hemen hemen yok idi. Hatta Batman, Cizre, Siirt, Bitlis gibi yerlerden ilimle uğraşan müderrisler, tasavvuf şeyhleri, köy ve şehirlerde yaşayan insanlar sık sık babamın ziyaretine gelirler, onun yemeğini yerler, sohbetinde bulunurlardı. Divanı her zaman insanlarla doluydu. “Şeyh Halil’in hem sohbeti hoş, hem de yemekleri hoştur.” sözü halkın dilinde dolaşırdı. Şeyh Halil’in yaşadığı bölge, toplumsal sorunların çok yaşandığı bir yer idi. Seyda, sohbetlerinde, sulh yapmak için gittiği köylerde halkı sükûnete davet ediyor, onlara İslami yaşantının güzelliğini anlatıyor, çalışmalarının etkisi, toplumda herkes tarafından hissediliyordu. Onun yaptığı bu faaliyetler Midyat’taki kilise papazları tarafından dahi çoğu zaman takdir edilmişti. Çünkü onlar da halk arasındaki bu sorunlardan zarar görüyorlardı. Hatta Seyda vefat ettiğinde taziyesine çevredeki Süryaniler ve Papazlar da gelmişlerdi.

Seyda, halkın sorunları ile ilgilenip irşad çalışmalarında bulunmaktan dolayı çok istediği halde kitap telifi yapamamıştı. Medresesindeki ilim tahsiliyle de son zamanlar ilgilenememiş bütün zamanını halkın sorunlarıyla ilgilenip, irşad faaliyetlerine ayırmış, İslam davetçisi olarak hayatı sürdürmüştü. Ağrılı Şeyh Muhammed, Şeyh Reşidê Mivêlê, Molla Muhammedê Bêcirmanî (Molla Mizgin) gibi birçok âlim Şeyh Halil’in yanında yetişmişti.

Şeyh Halil ve onun zamanındaki diğer âlimler hem ilimlerinin hem de tasavvufun hakkını verirlerdi. Bundan 30–40 yıl önceki bölge âlimleri, İslami ilimlerde şimdiki mollalardan çok daha ileri seviyelerdeydiler. Yine tasavvuf şeyhlerinin zahidane yaşantıları vardı. Hilafet vermek istediklerinde ilmi ve takvası yerinde olan kimselere hilafet verirlerdi. Daha sonra bazı şeyhler vefat ettiklerinde hilafet almadıkları halde oğulları onların yerine geçtiler. Yine eski âlimlerin maddi yönden ciddi varlıkları yoktu. Mesela babam o kadar meşhur olmasına rağmen bir arabası dahi yoktu. Tasavvufun aslı budur. Eski âlimler tasavvuf ile nefislerini terbiye eder, dünya malından uzaklaşırlar, Allah’a ibadet etmeye yönelip divanlarında halkın sorunları ile ilgilenirlerdi. Ama daha sonra bu tasavvufi yaşantı da bir şekilde değişime uğradı. Şeyh Seyda, Üstad Bediüzzaman’ın Urfa’ya geldiğini öğrenince yaşlılığına rağmen Üstad’ı ziyaret etmek için halife, talebe ve müridlerinden oluşan kalabalık bir kafileyle Urfa’ya doğru yola çıkar. Midyat’a ulaştıklarında Üstad’ın vefat haberini alırlar. Bunun üzerine Şeyh Seyda burada gıyabi cenaze namazı kıldırır. Ve Şeyh Halil’in evine misafir olur. Cuma namazını ise Şeyh Seyda çok yaşlı olduğu için kıldıramaz, Şeyh Halil o kalabalığa Cuma namazını kıldırır. Babam Üstad’ı çok sever, kütüphanesinde risaleleri bulundurur, zaman zaman onları mütalaa ederdi. Seyda’nın tasavvufi yaşantısı birebir Kur’an ve Hadis ile örtüşüyordu. O, İzz Bin Abdusselam, İmam-ı Suyuti, İbni Hacer-i Askalani gibi âlimlerin yaşadığı tasavvufu benimsiyor ve tasavvufi yaşantının Kur’an, Sünnet ve bu âlimlerin görüşlerine uygun olmasını istiyordu. Seyda vefatından önce birtakım âlimlere tasavvuf hilafeti de vermiştir.

2002 yılının Şubat ayında Seyda, Camide Cuma namazını kıldırmış, kısa bir süre sonra da vefat etmişti. Seyda’nın cenaze namazı on binlerce insanın katılımıyla kılınmış, naaşı Dêyvan Köyüne defnedilmişti. Seyda vefat ettiğinde Dargeçit, Midyat, Batman ve çevre ilçelerdeki birçok dükkân kapatılmış, yurtdışından ve yurtiçinden binlerce kişi cenaze namazına iştirak etmişti. Cenaze namazına katılanlar şimdiye kadar öyle bir kalabalığı hiç görmediklerini söylemekteydi. Allah rahmetini esirgemesin.

Şeyh Fahreddin Arnasi (k.s.)

 

Batman – Korik köyündeki aile kabristanında

 

Şeyh Fahreddin Arnasi hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Şeyh Muhammed Saîd Seydâ el-Cezerî’nin ilmî yetkinliğini takdir ettiği en önde gelen halîfelerinden biridir. Fahreddin Arnâsi, 1910 yı-lında Midyat’a bağlı Arnas (Bağlarbaşı) köyünde doğdu. Seyyid nesep olan Şeyh Fahreddin, 14 yaşında medrese tahsilini tamamlamak üzere Batman’a gitti. Tahsilini bölgenin büyük üstadlarından kabul edilen, aynı zamanda tasavvufî yönü de bulunan Silvan’lı Molla Hüseyin Kiçik’in talebesi olan ve Beşirî’nin Tilmiz köyünde müderrislik yapan Molla Hasan Tilmizî’nin yanında tamamladı ve ondan icazet aldı.

Batman Ulu Camii imamlığı sırasında yaptığı etkili vaazlarla bölge halkının teveccühünü kazanan Şeyh Fahreddin, bu sıralarda manevî açlık hisseder ve Cizreli Şeyh Seydâ’nın yanına giderek 40 yaşlarında ona intisab eder. Seyr-i sülûkunu tamamladıktan sonra 1955 yılında kendisine halifelikle birlikte ilmî icazet de aldı.

“Şeyh Fahreddin-i Batmani” olarak şöhret oldu. Yazdığı fetvaların sonunda “El-Miskin Fahruddin” mahlasını kullandı. Şeyh Fahreddin, 62 yaşında iken 1 Şubat 1972 tarihinde vefat etti ve annesinin de metfun bulunduğu Batman yakınlarındaki Korik köyünde defnedildi.

Şeyh Fahreddin, özelllikle fıkıh ilminde otorite kabul edilmiştir. Şeyh Seydâ onun için “Eğer fetvayı Şeyh Fahreddin verdiyse kaynağına bakmanız gerekmez.” diyerek onun ilmine güvenini ortaya koymuştur. Yüzlerce talebe yetiştiren Şeyh Fahreddin, şeyhinin isteği üzerine kendi çocuklarına da özel ders vermiştir. Hatta kendisinden sonra postnişîn olan Şeyh Nurullah Seydâ ilmî icazeti ondan almış, halen bu hizmeti yürüten Şeyh Ömer Faruk Seydâ ile kardeşi Şeyh Bâki Seydâ ondan ders okumuşlardır. Ayrıca Prof. Dr. Kerim Ünalan, Prof. Dr. Halil Çiçek, Prof. Dr. Abdülaziz Beki ve Yrd. Doç. Dr. Nusrettin Bolelli başta olmak çok sayıda akademisyenin, il müftüsünün, imamın hocasıdır. Damadı Midyat’lı Molla Muhammed Beşir Aksoy ile Molla Şefik Aksoy da talebeleri arasında yer almaktadır.

Velûd bir yazar olan Şeyh Fahreddin’in başlıca eserleri şunlardır:
1- Cuma Gunu ve Cuma Namazı
2- Keşfu’l-Ğıta Haşiyetu İmtihani’l-Ezkiya
3- Durretu’s-Sadef fi Beyani Asnafi’l-Harf,
4- et-Tarsif fi İlmi’t-Tasrif
5- el-İstinare fi İlmi’l-İstiare
6- Isağuci fi’l-Mantık, Risaletu’l-vad’
7- el-İ’tisam Haşiyetu Şerhi’lİsam Ale’l-Ferideti fi’l-Beyan
8- Miftahu’l-Cenne fi Ezkari’l-Kitabi ve’s-Sunne
9- Zu’l-Fikaru’l-Hayderi fi’d-difai ani’ş-Şeyh Seyda el-Cezeri,
10-El-Kavlu’s-Sedid
11- fi Beyani Hukmi’s-Saydi Bi’l-Bundukati’l- Muttehazeti Mine’l-Hadid

<p>

Kaynaklar
Güneydoğuda Bir İrfan Merkezi : Serdahl Tekkesi ve Külliyesi , İbrahim Baz , Şırnak Üniversitesi İlahiyat fakültesi Dergisi 2011/2 yıl :2 cilt:II sayı :2
</p>

 

 

Seyda Seyyid Ali Fındıki (k.s.)

Şırnak – Cizre’de Şeyh Seyda camii yakınındaki aile  kabristanında.Şeyh Seyda Muhammed Said Hazretlerinin yanında

Seyda Seyyid Ali Fındıki hazretlerinin Silsile-i Şerifi

Seyda Seyyid Ali Fındıki h. 1309/m. 1892 senesinde Siirt’e bağlı Eruh İlçesi’nin eskiden nahiye olan şimdi ise köy statüsünde bulunan Fındık’ta dünyaya gelmiştir. Günümüzde bu yer Şırnak’ın Güçlükonak İlçesi’nin bir köyüdür. Babası, Seyyid Süleyman (ö. 1374/1955), annesi Mirârî Hanım’dır. Fındıkî beş çocuğu olan bu ailenin ikinci oğludur. Ali Fındıkî’nin ismi Ali’dir. Fındık Köyü’nde dünyaya geldiği için Fındıki lakabıyla da meşhur olmuştur. Nesebî Hz. Hasan vasıtasıyla Peygamber Efendimize ulaştığı için Seyyid lakabını almıştır. Medrese eğitimini bitirdikten sonra medrese usulü ile talebe yetiştirdiği için kendisine Seyda denmiştir.

Seyyid Ali Fındıkî’nin Seyyidlik şeceresi şöyledir:
Seyyid Ali Fındıkî (ö. 1308/1891),
Seyyid Süleyman (ö. 1374/1955),
Seyyid İbrahim,
Siirt’li Seyyid Ömer,
Seyyid Mele Hasan el- Hatip,
Erzenli Seyyid İbrahim,
Seyyid Ömer,
Seyyid Ali,
Seyyid Ahmed,
Cunili Seyyid Hasan,
Şeyh Muhammed,
Şeyh Kemalüddîn,
Şeyh Hasan,
Şeyh Ahmet,
Şeyh Muhammed,
Şeyh Elemüddîn,
Şeyh İzüddîn,
Şeyh Siracüddîn,
Şeyh Necmüddîn,
Şeyh Şemsüddîn,
Şeyh Nasrüddîn,
Şeyh Şahabbuddin,
Şeyh Salih Zeynelabidîn,
Şeyh Ferecullah,
Şeyh Nasrullah,
Şeyh Abdullah,
Şeyh Tacüddîn Ali,
Şeyh İmamüddîn Hasan,
Şeyh İshak,
Fadıl ve Kâmil Şeyh İbrahim,
Şeyh Abdulkâdir Geylânî (ö. 470/1077),
Ebu Salih Seyyid Musa Cengi Dust,
Musa,
Ceylili Seyyid Abdullah,
Zâhid Seyyid Yahya,
Muhammed, Davud,
İkinci Musa,
İkinci Abdullah,
Cunli Musa,
Abdullah el-Mehd,
İkinci Hasan,
Hz. Hasan (ö. 49/669),
Hz. Ali (ö. 40/661)

 

Seyyid Ali Fındiki meşhur bir âlim ve babası tarafından akrabası olan Şeyh Hasan’ın yanında bir süre ders okumuş, ondan ilmi icâzet almıştır. Daha sonra da hocasının kızı Rahime Hanım ile evlenerek hocasına damat olmuştur. Ali ve Rahime Hanım’ın evliliğinden üç erkek ve iki kız dünyaya gelmiştir. Oğullarından Abdurrahman Cizre Müftüsü olmuş, oğlu Mehmet Baba ise imamlık yapmıştır. İkisi de ilmî icâzetlerini babalarından almıştır. Masum adındaki ortanca oğlu, babası Cınıbr (Yeşilyurt) Köyü’nde iken vefat etmiş ve orada defnedilmiştir. Fatma adındaki büyük kızı Şırnak’ın Kasrik Köyü’nde yaşayan Şeyh Abdullah ile evlenmiştir. Zeynep adındaki küçük kızı ise Şeyh Emin ile hayatını birleştirmiştir.

Seyyid Ali Fındıki ; İlk eğitimini babasının yanında yaptı. Daha sonra Haruna Aşireti mensuplarının köylerinde bulunan âlimlerin yanına giderek Nahiv ve Sarf‘a dair eserler okudu. Arkasından “Bafi” denilen köye gidip orada bulunan Molla İsmail adında bir zâta talebe olmuştur. Oradan da Batman’ın Gercüş ilçesinde bulunan Molla Necmeddin’in yanına daha sonra da Beşiri ilçesine bağlı Kurik köyü imamı İbrahim Hoca’nın yanına ders almak için gitti. Molla İbrahim’in yanında belirli bir süre kaldıktan sonra Diyarbakır’ın Silvan İlçesi’ne h. 1333/m. 1914 yılında gitmiş, orada bulunan Behlül Medresesi’nde yedi yıl ilim tahsil etmiş ve medrese usulüyle mezun olmak için okuması gereken bütün ilimleri bu medresede bitirmiştir. H. 1340/m. 1921 senesinde amcası ve hocası olan Silvan Müftüsü Seyyid Abdurrahman’dan ilk icâzetini almıştır. Ayrıca burada bölgede meşhur olan Mele Hüseyinê Kıçık, Mele Yakup gibi hocalardan ilim tahsil etmiştir. Farsça öğrenmek için Seyda Hacı Fettah’a talebe olmuş, Hacı Fettah da Feraiz (miras hukuku) dersini Fındıkî’den alarak öğrencisine talebe olmuştur. Silvan’da ilk ilmî icâzetini aldıktan sonra köyüne dönen Seyyid Ali, okuduğu ilim dallarında kendisini geliştirmek maksadıyla bölgenin değerli âlimlerinden babasının amcası olan Şeyh Hasan’a talebe olmuş ondan ikinci ilmî icâzetini almıştır. Bu icâzeti hangi tarihte aldığı kesin olarak bilinmemektedir. Üçüncü ilmî icâzetini ise h.1359/m. 1940 yılında Şeyh Muhammed Said Seyda’dan almıştır. İlmî icâzetler o zamanın hükümeti tarafından büyük tahsil belgesi olarak kabul edildiği için Fındıkî askerlik yapmaktan muaf tutulmuştur.

Seyyid Ali Fındıkî tahsilini bitirdikten sonra Eruh İlçesi’nde katıldığı imamlık imtihanını kazanarak Fındık’ta resmî olarak göreve başlamıştır. Bir süre sonra Fındık Köyü’ne yakın Guvinan (Çetinkaya) Köyü’nde kendisi gibi âlim olan abisi Mecid ile birlikte imamlık yapmıştır. Belirli bir süre burada kaldıktan sonra Şeyh Muhammed Nûri’nin oğlu Şeyh Abdullah’a ve çocuklarına ders vermek için Cizre’ye bağlı Senati Köyü’ne gitmiştir. Bir müddet sonra Şeyh Muhammed Said Seyda el-Cezerî’nin tekkesinde müderrislik yapmak üzere Serdehl (Bağlarbaşı) Köyü’ne gidip yerleşmiştir. Şeyhi tarikatın merkezi dergâhını Cizre’ye taşıdıktan sonra Fındıkî şeyhiyle birlikte gelip Cizre’de yaşamaya başlamıştır. Şeyhi Şeyh Seyda O’nu Cınıbr (Yeşilyurt) köyüne halifesi olarak görevlendirmiştir.

Bundan sonra Fındıkî intisap ettiği tarikatın kural ve kaidelerine bağlı kalmış, aynı zamanda da irşâd vazifesini hakkıyla yerine getirmeye gayret etmiştir. Tarikatının dinî hususlardaki düsturlarını evvela kendisi yerine getirip yaşadığı için çevresindeki insanlara tesir etmiş, bunun neticesinde de çok sayıda müridi olmuştur. Din hususunda hassas olan Fındıkî, İslam’ın emir ve nehiylerini uygulamaya çalışmış, Peygamber Efendimiz’in sünnetlerini elinden geldiği kadar yaşamaya gayret etmiştir. Peygamber Efendimiz’in yolundan gitmeyi kendisine şiar edinmiş, ibadet yaşantısında ifrat ve tefritten uzak durmuş, Allah’ın kendisine verdiği nimetlerden dolayı sürekli şükretmiştir. Dünya malına düşkün değildi. Bunun en büyük göstergesi maddi olarak daha fazla rahat edeceği yerler olmasına rağmen şeyhinin tavsiyesi üzerine gidip yerleştiği yerdir. Hayatının sonuna kadar sabırla kaldığı yerleşim birimi küçük ve fakir bir köydü. Maddî imkânsızlıklara rağmen müstağnî davranırdı. Köylülerden maddî bir beklenti içerisinde değildi. Ancak yörede ilim ehline hediye vermek ve köy işlerinde onlara yardım etmek âdet olduğundan bazen köylünün kendisine getirdiği şeyleri ve gelenek olan imece usulü destekleri kabul etmiştir. Yeme, içme ve giyim hususlarında aşırıya gitmeyen sade bir hayata sahipti. İsraf etmeyi sevmezdi, çoğu zaman yamalı ama aynı zamanda temiz olan elbiseler giyerdi. Temizlik hususunda çok dikkatli davranırdı. Dünyayı Allah Teâlâ tarafından lanetlenmiş, İblis’in kızına benzeten Fındıkî, dünya tutkusunu içinden atmış, ibâdet ve kulluk şuurunu canlandırmaya vesile olan takvâ sahibi ve tasavvuf erbabına yakışan zühd ve zahidâne bir hayat sürmüştür.

Ömrünü adeta ilme ve talebe yetiştirmeye adayan Fındıkî, yaşadığı ve sıhhatinin el verdiği müddetçe talebelere ders vermiş ve çok sayıda talebenin yetişmesine vesile olmuştur. Bunlardan ilk akla gelenler İslam Dünyasında “Fıkhu’s-Siyer” adlı eseriyle nam bulmuş, Prof. Dr. Muhammed Said Ramazan el-Bûtî’nin babası, Ramazan el-Bûtî, Cizre Müftülüğü yapmış oğlu Abdurrahman Erzen, “Dünden Bugüne Erzen Ailesi” adlı eserin yazarı M. Said Erzen, Cizre camilerinin süslemelerinde hattatlık yapan Molla Mehmet Emin, Adıyaman’da medrese açıp talebe yetiştiren Molla Muhyettin Ürper gibi zatlardır.

Ali Fındıkî ömrünün sonlarına doğru felç geçirmiştir. Bu sebeple yaklaşık 14 ay felçli olarak yaşamıştır. Geçirmiş olduğu hastalığın tedavisi için Cizre ve Diyarbakır’da tedavi görmüş, yapılan bütün müdahalelere rağmen iyileşmemiştir. 01 Mart 1968 yılında Cuma günü Cizre’de vefat etmiştir. Dostu, mürşidi ve şeyhi olan Şeyh Seyda ile aynı yıl vefat etmişlerdir. Kendisinden 55 gün önce vefat eden şeyhinin defnedildiği yere defnedilmiştir. Cizre’nin Kale Mahallesi’nde bulunan türbe halk tarafından ziyaret edilmektedir. Bilhassa yoğun olarak Perşembe ve Cuma günleri ziyaretçi sayısı artmaktadır. Dışarıdan gelen ziyaretçilere rehberlik etmek amacıyla türbede Şeyhi Şeyh Muhammed Said Seyda’nın müridlerinden birisi türbedârlık vazifesini yürütmektedir. Ali Fındıkî’nin mezar taşında Arap alfabesinden uyarlanmış Kürtçe alfabeyle şu meşhur beyit yazılıdır.

Dünyaya kim gelirse, ister fakir, ister şeyh, ister ağa olsa
Onlar doğuda da batıda olsalar, yine ölümden kurtulamazlar.

Eserleri

1- Divân,
2- Defü’ş-şübühat fî nazmi’t-terehât,
3- Havâşî alâ Tefsiri’l-Kadî Beyzavî,
4- Risâletün fî Necâti ebeveyni’n-Nebî,
5- Zülfikâr-ı Ali fî rakabeti münkiri’l-istimdâd mine’n- Nebî evi’l-velî,
6- Risâletül-lema’ fî iâdeti’l-Cuma,
7- el-İnsâf fî cevâzî’z-zekâti ile’l-eşrâf,
8- Havâşî alâ Divânî Cezerî

[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”]Seyda Seyyid Ali Fındıki’nin Hayatı ve Tasavvufi kişiliği , Serdar Sabuncu , e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Nisan 2016[/toggle]

Şeyh Abdurrahman Aktepe (k.s.)

Diyarbakır – Çınar – Aktepe köyü

Şeyh Abdurrahman Aktepe Hazretleri’nin Silsile-i Şerifi

Şeyh Abdurrahman hazretleri 1270/18544 yılında Diyarbakır iline bağlı Çınar ilçesinin Aktepe köyünde dünyaya gelmiş ve 29 Mart 1910 tarihinde burada vefat etmiş ve aynı köye defnedilmiştir.

Şeyh Abdurrahman hazretleri, Şeyh Hasan-i Nurâni hazretlerinin en büyük oğludur. Aslen Hakkari’li olan Nûrâni hazretleri Hakkari’den ayrılıp Diyarbakır’a gelerek, burada yakın civarlarda bulunan medreselerde eğitim görmeye başlar. Şeyhlik makamına ulaştıktan sonra Aktepe köyüne yerleşir. Burada kısa bir zaman sonra Aktepe medresesini açar ve öğrencilerin eğitimine başlar, çok kısa bir süre sonra medrese genişleyerek bölgeye hitap etmeye başlar, çok sayıda öğrenci yetiştirilir. Bölgede meydana gelen gelişmeler, İstanbul’da saraya kadar ulaşır ve o devrin Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecit Han (1823/1861) hazretleri bizzat bölgeyi ziyarete gelir, güzel bir şekilde ağırlanır, padişah ziyadesiyle memnun olarak bölgeden ayrılırken, medreseye bir hediye olması adına Aktepe köyü ve çevresinde hayli fazla ve geniş bir araziyi şeyh hazretlerinin şahsında hibe eder ve hediye olarak hizmette kullanmaları adına kabul etmelerini ister. Şeyh hazretleri de hizmet adına bu hediyeyi kabul eder. Arazinin hibe edildiğine dair ferman ve berat yaşanan yağmalama olaylarında maalesef kaybolmuştur.

Şeyh Hasan hazretlerinin şeyh Abdurrahman başta olmak üzere, şeyh Muhammed Can, şeyh Muhammed Siraç ve şeyh Muhammed Nur olmak üzere dört oğlu vardır. Şeyh Abdurrahman hazretleri diğer üç kardeşi gibi ilk eğitimine babasının yanında başlar. Ancak şeyh Abdurrahman hazretleri diğer üç kardeşinden farklı olarak eğitimini tamamlamak için, Irak ve Suriye başta olmak üzere bölgedeki birçok medresede eğitim görür ve eğitiminbaşarıyla tamamladıktan sonra Aktepe’ye geri dönerek, babası Şeyh Hasan-i Nûrânî hazretlerinin vefatından sonra bir süreliğine medresenin eğitim sorumluluğunu üstlenir.

Ancak şeyh hazretlerinin medrese eğitmenliği de tıpkı buradaki öğrenciliği kadar uzun sürmez, kısa vadeli olur. Bunun sebebine gelince, şeyh hazretleri kendini başka alanlara yönlendirerek, kitap ve makale yazmaya ağırlık verir. Sürekli babasının kütüphanesinde bulunan şeyh hazretleri bilimle ve kültürle iç içe bir yaşam sürdürür. Yaşamının büyük bir kısmını bu kütüphane de geçiren şeyh hazretleri, kendisini sürekli araştırmaya ve bu araştırmaların bir sonucu olarak bilim dünyasına ve İslam âlemine nitelikli eser, makaleler ve çeviriler kazandırmıştır. Bu yönü kendisini ziyarete gelen herkesin dikkatini çekmektedir. Şeyh hazretleri müderrisliğin eğitimini “Leyl-u Mecnûn” adlı eserin sahibi şeyh Muhammed Can’a devretmiştir. Şeyh Muhammed Can’da bu görevi yaşamının son anına kadar başarıyla icra etmiştir.

Şeyh Abdurrahman hazretleri birçok eser kaleme almış, ancak bu eserlerden birçoğu çeşitli sebeplerden ötürü kaybolmuş, günümüze ulaşamamıştır. Şeyh hazretlerinin şu anda sağlam olarak 13 eseri mevcuttur. Bu on iki eserinin dışındaki eserleri, ya bakımsızlıktan ya da âlimlerin kütüphaneden alıp geri getirmeyişlerinden ve bir takım sebeplerden dolayı günümüze ulaşamamıştır. Bu duruma en güzel örnek, şu an Konya il müzesinde Aktepeli’ye ait yazma eser ve Diyarbakır kültür müdürlüğünde kayıtlı bulunan yaklaşık 250 kadar yazma eserdir.

Şeyh hazretlerinin eserlerinin başlıcaları; Ravdu’n-Naîm, Dîvâna Rûhî, Kitâbu’l-Đbrîz, Keşfu’z-Zelâm, Diyarbakır’a Özgü Takvim, Astronomi Kitabı, Astronomi Kitabı çevirisi, Fıkıh üzerine bir eser, Arapça Gramer üzerine bir çalışma, hastalıklar için şifâ kitabı ve Tarîkat ehli olanlar için yazmış olduğu “Risâletu’l-Edeb ve’l-Âdâb adlı eseridir.

Şeyh Abdurrahman Hazretleri, bir Peygamber aşığıydı. Tam bir bağlılıkla Resulullah’ın sünnet-i seniyyesine bağlıydı. Halinde, tavrında, sözlerinde, fiillerinde kısaca her türlü münasebetinde sünnet-i seniyyeden hiç ayrılmazdı. Harfiyen sünnete uymaya çalışırdı. Kendisini tanıyanlar onu bu özelliğiyle bilirdi. Cömertliğiyle bilinen Şeyh Abdurrahman Hazretleri’nin çok misafiri olurdu. Özellikle bahar aylarında çoğu zaman âlim ve faziletli insanlar ziyaretine gelir ve onun terbiyesinde süluka girerdi. Günlerce, bazen aylarca misafir kalanlar olurdu. Şeyh Hazretleri, kendi elleriyle yemek sofrasını hazırlardı. Misafirlerin sofrada bıraktığı yemek kırıntıların bereketlenme ve hayır kazanmak adına, kırıntıları toplayıp yerdi “Misafirlerin artığını yemek, insan gönlünü Allah’a yaklaştırır” derdi.
[toggle title=”Şeyh Abdurrahman Aktepe Sözleri” load=”hide”]
“Kendinizi hiç kimseden üstün görmeyiniz. Bilakis bütün insanları kendinizden üstün biliniz”

“Vallahi, billahi, tallahi içinizden kendimden daha hor, daha hakir kimseyi görmüyorum”

“ALLAH’ım, ahireti kalplerimizde büyük, dünyayı da gözlerimizde küçük kıl”

“Haya ve mahcubiyet, kadını güzel ve sevimli gösteren en tabii bir vasıtadır”

“En güzel ahlak haram şeylerden sakınmaktır”

“İyi huy odur ki ne kimseyi incitsin, ne de kimseden incinsin”

“Gökyüzünün ziyneti yıldızlar, yeryüzünün ki ise âlimlerdir”

“İnsan suratlı, şeytan tabiatlı insanlarla arkadaşlık etmeyin”

“Camiler mü’minler için, uyanma, silkinme ve şuurlanma merkezidir”

“Cennetin dereceleri Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin sayısı kadardır”

“Küçük günahları küçümsemeyin! Çünkü onlardan büyük günahlar dallanıp, budaklanır”

“Akıl ve gönül gözünün en büyük ve en kalın perdesi, çok fazla uyumaktır”

“Bila çil sal li zîndanan bimînim,

Her roj sed mar û dûpişkan bibînim,

Li hevraza barê aşan bikşînim,

Li berwara pevzkûvîyan biçerînim,

Zivistanan li ser avan bimînim,

Ne ku carek yekî ehmeq bibînim.”

* * *

“Kırk yıl zindanlarda kalayım,

Hergün yüzlerce yılan ve akrep göreyim,

Yokuşlarda değirmen yükü taşıyayım,

Dağ keçilerini otlatayım,

Zemheri kışta suların başında kalayım,

Ama tek bir ahmakla karşılaşmayayım.”
[/toggle]Şeyh Abdurrahman Hazretleri ; 29 Mart 1910 kalp krizi sonucu vefat etti. Babası Şeyh Hasan-ı Nurani’nin yanına defnedildi. Babası Şeyh Hasan-i Nurani’nin vefat yıldönümünde her yıl binlerce kişi türbesini ziyaret etmektedir. Bu ziyaretlerde insanın aklına hemen şeyhin şu sözü gelmektedir: “Dostlarım, emri Hakk tecelli edince insanlar ölürler ve zaman ilerledikçe bir süre sonra insanlar artık unutulur ve akla hayale gelmez olurlar. Ancak ben fakir Abdurrahman, Cenab-ı Mevla’nın sonsuz inayet ve rahmetiyle inşallah unutulmayacağım ve ölümümden sonra yıllar geçtikçe, zaman ilerledikçe daha da yenileneceğim ve hatırlanacağım.” Bu sözün alameti olarak her yıl gittikçe katlanarak artan sayıda ziyaretçi akınıyla karşılaşılmaktadır.

Şeyh Hacı Halid-i Gülpevari (k.s.)

Şanlıurfa – Siverek – Gülpınar Beldesinde

Şeyh Hacı Halid Gülpevari Hazretleri’nin Silsile-i Şerifi

Diyarbakır’ın Çınar ilçesine bağlı Altoğar (Altunakar) köyünde hicri 1279 tarihinde doğmuştur. İnsanları Hakk’a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin otuz dördüncüsüdür.

Babası, meşhur ulemadan, aynı zamanda Şeyh Hasan-i Nurani’nin halifesi olan Şeyh Kasım El-Hadi Altunakar (El Toğârî) Hazretleridir. İlim ve tarikat tahsilini babasının yanında yaparak sohbetlerinde kemale ermiş hem ilim, hem tarikat icazetini alarak babasının halifesi olmuştur.

Muhterem babası Şeyh Kasım El-Toğari resmi bir dilekçe ile oğlu Şeyh Halid-i Gülpevari’ye (Gülpınar) Siverek ilçesinde görevlendirmiştir.
Bu dilekçe şöyledir;

Huzur-i Ali-i Risalet penahiye Ma’rudi daireleridir ki:

Vilayeticelilelerine mülhak, Siverek kazası dahilindeki –Gülpınar- karyesinde, ihtiyar-ı ikamet ve inziva eyleyip, ibadet ve duayı vacib-ul edayı cenab-i Padişahiye muvazebetle meşğul iken, her nasılsa hasbelkader bundan birkaç ay evvel, Mekke’ye i’zam olunan oğlum Şeyh Halid, Dairelerinin şayani mürüvvet ve merhamet olan ahvali perişaniyeti iştimaline dair, kendisinden bu kere almış olduğum arabiyyul ibare bir kıt’a mektubunu zat-ı Ali-i Vilayetpenahilerine takdim etmiştim.

Münderecatından, mumaileyh dailerinin güya Mekke’den hilafı rızai ali, firar eylemiş olması hakkında zuhur eden havadis ve eş’arat’ın, makarin-i Hilafe-i Uzma’ya, her mü’min ve muvahhid’in ma’ruden uhde-i sadakati olan daavat-ı Hayriye ile meşğul bir hal’i felaket ve zaruret içinde olduğu halde, merahim ve eşfak’i alemşumuli şehriyari’ye muntazır bulundağu ve şu hal Mekke’ye i’zam içun sebeb addedilen şeylerin mahiyetini tehvin ve mağduriyet ve sadakatini açıklamakla bulunmuştur.

Ahvali hususiye ve umumiyemize tahvile vakıf olan vilayet-i Celileleri ahalisince ma’lumdur ki, gerek senakar malasşiarları ve gerek oğlum mumaileyh Şeyh Halid daileri, fukarayı tarikat-ı aliyeyi Nakşi’den olup, sakin olduğumuz karyelerde, ta’lim-i ulum’i diniyye ile iştiğal ve bu cihetle isticlab-ı daavat-ı hayriyye-i ayat-ı cihanbani ile vazife-i sadakat ve ubudiyeti ikmal edegelmekte, hilafı emr ve rıza-i ali, hiçbir hal ve harekette bulunmamış ve bundan böyle dahi bulunmayacağımız derkar bulunmuştur.

Mumaileyh dailerinin Mekke’ye i’zamından bu an’a kadar tarafı ali-i asifanelerinden icra buyurulan tahkiat ve tetkikatı lazime neticesinden dahi, mumaileyh daileri hakkında, dermeyan olunan şeylerin ehemmiyetsizliği bir derece tahakkuk eylediğine ve mumaileyh’in burada kalan evladu iyali, bir hali sefalet ve felaket ve acizleri de, bu şehir-i sırr-ı şeyhuhat içinde, mufarakatı evlat teessürat-ı tahammülkedalerine takat getirememekte olup, bu gah rıza-i ali ve merhamet-i meselleme-i cenabi velayetpenahileri kail olunamayacağına binaen, dailerinin; ikamet etmekte olduğum karye’de oturup hizmeti daiyanemde bulunmak üzere mumaileyh dailerinin yine bu tarafa celbine delalet ve merhamet-i aliyye-i fehimanelerinin ……..(okunamadı)……. Buyurulması, istirhaf-e cesaret olundu
Ol bab da emr ve ferman Hazret-i men leh’ul emr’indir.
28 teşrinievvel 1306
Tarikat-ı Aliye-i Nakşibendiye hulefasından
Şeyh Kasım
Mühür

Şeyh Halid-i Gülpınar henüz genç sayılan 27 yaşında babasının emriyle bu dilekçe ile Şanlıurfa iline bağlı Siverek ilçesinin Gülpınar nahiyesine görevlendirilerek hemen medrese tedrisata ve tekkede irşada başlar. Birçok ulema ve meşayih yetiştirir.

Türbesi Şanlıurfa ili Siverek ilçesi Gülpınar Beldesinde meftun bulunmaktadır. Sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir. Bölgenin halkını irşâd ederek birçok talebe yetiştirdi. Yetiştirdiği ve icazet verdiği en büyük talebeleri şunlardır: Oğlu Eyyüb Gülpınar, Seyyid Mevlana Muhammed Halid-i Zilan ve Muhammed Bel Fırat Hazretleridir.

Yüce sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.

[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak :
1) Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbekir Velileri I-II M.Şefik Korkusuz s.144-146
[/toggle]

Şeyh Muhammed Kasım Zilani (k.s.)

Batman – Beşiri – Örmegözü köyü Kanireval’deki kabristana

 

 

Şeyh Seyyid Mevlana Halid-i Zilani Hazretleri’nin Silsile-i Şerifi

Seyyid Mevlana Muhammed Kasım-i Zilan Hazretleri Batman da yaşayan âlim ve evliyanın en büyüklerindendir. İnsanları Hakk’a davet eden, onlara doğru yolu gösterip onları hakikate kavuşturan ve kendilerine Silsile-i Aliyye denilen büyük âlim ve velilerin otuz altıncısıdır.

Tasavvuf mütehassıslarının üstadı Müslümanların gözbebeği Seyyid olup Hz. Ali Efendimizin soyundandır. Hicri 1332 de Batman’ın Beşiri köyünde daha annesinin karnında iken babası Seyyid Hâlid’i ziyarete gelen Bağdatlı Seyyid Ali, Seyyid Muhammed Hazretleri annesi onlara hizmet ederken şu anne karnındaki çocuğa bir selam verelim dediler. Ziyaretleri bittikten sonra Bağdat’a döndüler ve aradan tam 7 yıl geçtikten sonra aynı Seyyidler Zilân dergâhına geldiklerinde bir çocuk sohbet ediyordu. Selam verdiler, çocuk onlardan iki selam aldı. Seyyidler çocuğa “Ey çocuk biz sana bir selam verdik, sen bizden iki selam aldın bu nedendir” o zaman çocuk olan Seyyid Kasım Hazretleri “sizden aldığım birinci selam şimdi verdiğiniz ikinci ise ben anne karnında iken verdiğiniz selamın karşılığıdır” diye buyurur. Eğer ben İsa (AS) ‘dan hayâ etmeseydim anne karnında selamınızı alırdım.

Seyyid Kasım Hazretleri 7 yaşındayken Kur’an-ı Kerimi ezberledi. Ve Şafi mezhebi fıkıh ve beşeri ilimlerinde büyük bir âlim olan babası Seyyid Halid Hazretlerinin yanında 40 yaşına kadar tasavvuf ilmini aldı. 1953’de seyri sülüğünü tamamlayan Seyyid Kasım-i Zilan Hazretleri babası Seyyid Mevlana Muhammed Hâlid-i Zilan Hazretlerinden tasavvufi icazetlerin tümünü aldıktan sonra irşad vazifesi ile Batman’ın Binatlı köyüne gitti. Bu arada yöre halkı ve sevenleri Hazret-i Sultan’ı ziyarete giderler. Hazreti Sultan ziyaretine gelenlere; “artık bende bir şey yok, bende oğlum Seyyid Kasım-i Zilan’dan himmet bekliyorum, hepsini oğlum Seyyid Kasım aldı. Cenab-ı Allah Zülcelal (c.c.) hepsini oğlum Seyyid Kasım-i Zilan’a verdi. Bu yüzden sizler oğluma gidiniz” buyurarak Seyyid Kasım-i Zilan Hazretlerinin de babasını yetiştiren veli unvanının Kasım-i Zilan Hazretlerinde olduğunu belirtmiş, Kasım Baba’nında“MEVLANA” makamına ulaştığını beyan etmiştir. Bu yüzden Seyyid Kasım-i Zilan Hazretlerine “Seyyid Mevlana Muhammed Kasım-i Zilan” denilmektedir.

Şeyh Muhammed Kasım Zilani hazretlerinin sözleri
– “Ey müridlerim önce içinizdeki nefis denen ejderi öldürün, yüzünüzü toprağa sürün, hata ve isyanı kabul ve itiraf edin ve işlediğiniz hata dolu ibadetlerinizin yüzünüze vurulmasından korkun. AllahuTeala kullarının kalbine nazar eder o halde ey insanlar kalbinizi temiz ve pak tutunuz, onu cilalandırınız, güzel tutup parlatınız. Orada yalnız doğruluk ve ihsan bulunsun.”
– İhvan olmak isteyen birine; “ey oğlum tövbe etmek istersen bu hususta laubali olma yani hem dilinle hem de kalbinle tövbe etmeli hem haramları hem de yasak olanları yapmamalısın. Tövbe nasıl olur bilir misin kulun kalbini Allah’tan başka bir şeyle meşgul etmemeye tövbe etmesiyle tövbesi makbul olur. Hak Teala Hazretlerinin izzeti ve celali için yemin ederim ki Kur’an- Azimüşşan’da her harfin kendine has manaları vardır ki ins ve cin tasvir etmekten acizdir. Yaratılmışların hepsi bir araya gelse yalnız bir harfinin manasını çözmeye güçleri yetmez.”
– Seyyid Mevlana Muhammed Kasım-i Zilan Hazretleri bir gün ihvanlarına; “Allah neyi emretmişse onu işlemenizi, neyi nehyetmişse onlardan kaçmanızı tavsiye ediyorum” diye buyuruyordu.
– “Seven sevilir, hor gören hor görülür. Allah’a itaat edene insanlarda itaat eder. İlim kulluğun gerçek manasını anlamak ve Allaha tam kulluk etmek içindir. Gıybet yalancıların meyvesi, fasıkların ziyafeti, kadınların sakızıdır.”
– Cenabı Hak şu kimseleri sever; “İffetli ve kalbi temiz olanı, elini fenalıktan, bedenini ve dilini gıybetten ve lüzumsuz sözlerden koruyanı, edep yerine sahip olanı, iyilik, ikram ve ihsana koşanı, daima Allah’ı hatırlayanı, affetmeyi seveni sever. Kişinin Rabbine kavuşması onun uğrunda vücudundaki yağların eriyip ciğerlerinin parçalanmasıyla olur. Kalbin fani arzularına karşı meyletmemesi lazımdır ki; ancak bu şekilde olduktan sonra aradan perdeler kalkar, perdeler kalkıncada ilahi hitap buyrulur. Levh-i Mahfuzdaki işaretler  okunur pek gizli manalar bile kendiliğinden çözülür.
– “Ey müritlerim bizim yolumuzun esası zaruri olanla yetinmektir. Sonsuz saadeti arzu ediyorsanız Allah’u Tealadan başkasına muteolmayınız, bizim tasavvufa girenin gıdası Kanaat ve ihlâs ile gözyaşı akıtmaktır. Mutlaka kalbe acıma duygusu gelene kadar oruç tutmaktır. İşte o zaman insan kalbi huzurla ibadetlerini yapar Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin manalarını anlayıp ondan istifade eder, tasavvuf yoluna girmiş olan müritlerimin sermayesi muhabbet ve teslimiyettir. Muhalefeti bırakıp Seyyidinbütün emirlerini, onun arzu ettiği şekilde yapmalısınız. Müritler Seyyidin müsaadesi olmadan konuşmamalıdır. Eğer Seyyid orada hazır değilse manevi olarak ondan müsaade istenmelidir. Zira her bakımdan haberi olan Seyyid müritlerinin bu şeylere riayet ettiğini görünce onu çok sever kısa zamanda hedefine ulaştırır.
– “Bir kimse dinimizin emir ve yasaklarına uymazsa benim öz evladım dahi olsa onu benim evladım olarak kabul etmem. Her kim dinin emir ve yasaklarına uyar ilimle amel ederse en uzak memlekette olsa bile o benim öz evladımdır.” Seyyid Mevlana Muhammed Kasım-i Zilan Hazretleri; Bir konuşmasında şöyle buyurdular; “hiçbir kimse bütün insanları sevip şefkat göstermedikçe ve ayıplarını örtmedikçe kemale eremez. Olgun bir insan olamaz.”
Kasım Baba şöyle buyurdu; “Allah-u Tealayamuhabbetle vesile ol ki yerdekiler ve göktekilerde sana muhabbet etsin. Allah-u Tealaya itaat et ki insanlarda, cinlerde sana itaat etsin. Cenabı Hakk’a muhabbet ve itaat edene Allah-u Teala ikram ve ihsanlarda bulunur. Sular dönüp yol olur, hava emrine amade olur. Yine Kasım baba buyurdu ki uygun olmayan yerlere gitmekten çok sakın oralara girip çıkanlardan kendini sakın. Müslüman kardeşlerinde yersiz bir şey görürsen ona iyi muamele et, iyi geçin onun durumuna düşmekten kaçın. Senin en iyi en yakın dostun özü sözü doğru olandır. O böyle kaldıkça onu koru.”
– Seyyid Muhammed Kasım Hazretleri şöyle buyurdular; “ey evlatlarım ömrümüz her geçen gün azalmakta, acele ediniz ecel her geçen gün yaklaşmaktadır. Bir gün bu üstünde yaşadığımız dünya duracak kıyamet kopacaktır. Her gün amel defterinizi hayırlı işlerle doldurmaya bakın. Böyle yapanlara müjdeler olsun amel defterini yasaklarla dolduranlara yazıklar olsun. Vaktinizi israf etmeyiniz. Zamanınızı boşa geçirmeyin, değerlendiriniz. Yoksa pişman olursunuz. Eğer duanızın kabul olmasını istiyorsanız helal yiyiniz ve Müslüman kardeşlerinizin hakkında yersiz söz söylemekten dilinizi tutunuz” buyurdu.
– Her şeyin özünü Kasım Baba 4000 hadisten 400 tane, bunların içindende şu 4 taneyi  seçmiştir:
1) Kalbini bir kadına bağlama, bugün senin yarın başkasının, eğer kadına itaat edersen cehenneme gidersin
2) Kalbini mala bağlama zira mal sana emanettir bugün senin ise yarın başkasınındır. Başkasının malı için kendini yorma başkasına hoş gelir fakat günahı sanadır. Eğer kalbini mala bağlarsan Allah-u Tealanın haklarını gözetmezsin. Kalbine fakirlik korkusu girer ve şeytana itaat edersin.
3) Herhangi bir hususta kalbine de bir sıkıntı olursa o şeyi terk et, zira mü’minin kalbi şahit yeridir. Kalp şüphelilerden sıkılır helal de ise sukut bulur.
4) Bir işin makbul olacağı hükmüne varmadan o işi yapma!!
Seyyid Mevlana Muhammed Kasım-i Zilan sabah namazından sonra şu sohbeti yaptı; “Bir Seyyid bir müride tövbe ettirir, tasavvuf yoluna davet ederse, O Seyyid O müridin gece kaç kere sağa ve sola döndüğünden, ailesi ile ne konuştuğundan, evini her türlü afattan koruyamıyorsa, O Seyyid posta oturmasın dağa çıkıp eşkıyalık yapsın. O Seyyidlikten daha iyidir.” buyurmuşlardır.


Seyyid Muhammed Kasım Zilan hazretleri ;Mürşidi Kamil ve Rabbani ilmine sahipti. 23 sene insanları Hakk’a davet edip irşâd etti. 63 yaşındayken 1977 Şubatının yedisinde Batman ve Beşiri arasındaki Kanireyol’da Mevlana Seyyid Halid’in yanına türbesi yapıldı. Ömrünü hep İslam’a hizmet etmekle geçirdi. İnsanların doğru yola kavuşması için çaba gösterdi. Geceleri uyumaz sabahlara kadar ibadet ile ve Cenabı Hakk’a bütün kalbi ile yalvarmakla geçirirdi. Gündüzleri talebelerine ders verirdi. Sünnet olduğu üzere öğleleri bir miktar kaylule yapardı. Ömrünün sonuna kadar müritleri ile sohbet ederdi. Seyyid Muhammet Kasım-i Zilan Hazretleri “zahirden önce batınınızı temizleyin, gurur kibir haset ve bu gibi kötü huylardan kalbinizi muhafaza ediniz” diye buyururdu.
Seyyid Mevlana Muhammed Kasım-i Zilan hayatı boyunca kimseden bir şey kabul etmedi. Bazı Seyhler gibi mal toplama zenginlik peşinde koşmayı sevmezdi. Evi ve dergâhı kerpiç duvardan yapılmıştı. Evinin üstü çil kamış, altındaki sergisi hasırdandı.
Seyyid Mevlana Muhammed Kasım-i Zilan Hazretleri geride milyonlarca mürid bıraktı. Müridlerine son sözü “ ben dünyada da ahirettede sizin Üstadınızım” diye emretti.

Mübarek ruhunu Hakk’a teslim eyledi. Yüce Allah sırrını mukaddes ve mübarek kılsın. Vefatından sonra oğlu Seyyid Süleyman Efendi türbenin hizmetlerini yürütmektedir

Şeyh Muhammed Kasım Hazretlerinin Keramet ve Menkıbeleri
– Kasım Baba Hz. Bir sohbet meclisinde bulunuyorlardı. Şehrin ve civar illerin gelenleri ordaydı. Oturanlardan bir kaçı aralarında konuşuyorlardı. İçlerinden biri “bu devirde hiç evliya yoktur” dedi. Kasım-i Zilân Hazretleri bu söyleneni duydu. Ve sebebini sordu. O da “hiç” dedi. Bunun üzerine Kasım Baba “hemen tövbe et sakın bundan sonra böyle bir şey aklından geçirme; zira âlemin ayakta durması evliya iledir. Onlar olmazsa bütün dünya alt üst olur.” O kişi Kasım Baba Hazretlerine; “doğru söylüyorsunuz bu fakir bunu inkâr etmiyor lakin görünüşe göre böyle birisi yoktur” dedi. Kasım Baba sukut etti. O kişi o anda yere düştü ve yuvarlanmaya başladı. Oradakiler bu kişiyi kaldırıp götürdüler. Sabah erkenden bu kişi tövbe etti ve tam bir muhabbetle Seyyidin huzuruna geldi ve özür diledi. Kasım Baba bu kişiye şefkatle muamele etti ve buyurdular ki; “rahat ol bundan sonra evliya için uygun olmayan söz sakın ha söyleme. Eğer dalgınlıkla ağzından uygunsuz söz çıkarsa tövbe et evliyalardan yardım iste” buyurdu.
– Kasım Baba Hazretlerinin dergâhı hidayet ve ihtiyaç sahiplerinin sığınabildiği, dergâha gelen muhtaçların işini görüldüğü, hastaların şifa, dertlilerin deva bulduğu bir mekândı. Ahlakı Muhammed ile ahlaklanmıştır. Hayagibi üstün sıfatlarda Hz Osman’a benzemiştir. Cömertlikte engin bir deniz gibiydi. Tasavvufta 12 tarikatın yüksek yoluna mensuptu.
– Kasım Baba hazretlerinin sohbetlerinde bulunmak için uzak yerlerden kalkıp gelenler olurdu. Gelenlerin çoğu onun veli bir zat olduğunu bilirler ve onun sohbetlerinden istifade ederlerdi. Dergaha gelen birisi aklından bir şey tutup, bana bunu şunu ikram etsinler diye kalplerinden geçirir ve birbirlerine söylemez. Tuttukları şeylerin hepsi mevzu olan ve bulunan şey olurdu. Gelenlerin arasında itikadı bozuk bir kimse vardı. Arkadaşlarına eğer gerçekten Seyyid hazretleri evliya ise bana bu ayda bulunmayan bir kavun versin, eee bu mevsimde kavun bulunmaz ama bakalım bilecek mi? Arkadaşları ona böyle yapmamasını söylediler ama o hiç aldırmadı. Nihayet Seyyidin huzuruna vardılar. Seyyid Kasım onlara “buyurun oturun” dedi. Nihayet Seyyid onlara niyet ettikleri şeyi ikram etti. Sonra o bozuk itikatlı kimseye geldiğinde ona da “ey oğul sen bu mevsimde bulunmayan bir kavun istedin inşallah o da az sonra gelir” dedi Bu sırada müritlerinden biri bir iş için uzak bir yere gitmişti ve oradan dönüyordu dönerken vakti geçtiği için ikram olsun diye Seyyid hazretlerine bir kavun alıp getirmişti. Bu arada Seyyidin huzuruna vardı kavunu Seyyid hazretlerine sundu. Seyyid hazretleri de kavunu alıp o bozuk itikatlı kimseye uzattı. Bir müddet sonra gitmek için izin istediler. Seyyid izin verince oradan ayrıldılar dışarı çıktıktan sonra herkes onun büyük bir zat olduğundan hürmetle bahsederken  okavunu alan kişi yine alaylı konuşmaya başladı. Arkadaşları onu ayıpladılar ey kafasız tövbe et yoksa rezil ve helak olursun dediler. Böyle bir mürşidi Kamil zat için uygun olmayan sözler söyleme dediler fakat  o kimseyi dinlemedi bozuk sözler söylemeye devam etti. Nihayet bu hadiseden sonra hastalandı gün gün hastalığı arttı hiçbir ilaç fayda vermedi sonra herkese ibret olacak şekilde vefat etti. Bu olay Batman ve çevresinde anlatılır.
– Bir gün dergâha bir kız çocuğu getirdiler, çocuk çok hastaydı. Seyyid Hazretleri o sırada abdest alırken Allah-u Tealatarafından kalbine ilham geldi hastanın sahibine buyurdu: abdest suyundan arta kalanı içsin ve suyun geri kalanını çocuğa içirsinler. Allah-u Tealanın izniyle hemen orada şifa buldu.
– Seyyid Kasım Hz bir gün Mardin’e sohbet için müritleriyle gitmiştir. Orada sohbet ederken yanlarına bir iki kişi geldi Seyyidinelini öptü Seyyid hazretleri bu iki kişiyi hiç tanımıyordu. Seyyid Hazretleri bu kişilerin halini hatırını sordu sonra gelen kişi şöyle dedi: “Efendim ben cinlerdenim burası bizim kaldığımız yerdir. Sizin müridiniz olmak feyiz ve bereketinizden istifade etmek istiyorum sizin gibi yüksek bir zat bekliyorduk ve sizi çok sevdik. Cinin bu sözlerini dinleyen Seyyid Kasım onun arzusunu kabul edip sohbetlerinde bulunabileceğini böylece arzu ettiğine kavuşabileceğini söyledi, daha sonra ki sohbetlerinde bu cin ve arkadaşları katıldılar Seyyidin sohbetlerini dinlediler Bu gelenleri Seyyid Kasım’dan başkası göremezdi.
– Seyyid Hazretleri ölümüne yakın bazı halifeleri ve vekillerine cinleri görmeleri ve konuşmaları için müsaade etmiştir. Seyyid Kasım Hazretleri çok büyük bir veliydi. Üstadı ve babası Seyyid Mevlana Hâlid-i Zilan Hazretleri buna en güzel delil idi. Gayet vakarlı heybetli bir zattı. Müritleri yetiştirmesi manevi olarak terbiye etmesi Allah-u Tealaya kavuşmak arzusunda bulunanlara pek güzeldi. Seyyid Hâlid pek çok Seyyidler yetiştirdi. Çokta kerametleri  görülmüştü. Seyyid Mevlana Hâlid-i Zilan Hazretleri vefatından önceki son sözleri şöyledir: “Silsileyi aliyye ismi verilen büyük velilerden otuz altıncı zatı görüyorum. Bu yüksek hanedanın makamına oturmak bizden sonra size verildi. Önceki hastalığım esnasında görmüştüm ki siz bizim makamımıza oturmuş kayyumluk size verilmişti. Teveccühü ve kabiliyeti ile bizden sonra bu dergahı Seyyid Muhammed Kasım-ı Zilan a bırakıyorum” buyurdu.
– Evliyanın büyüklerinden Seyyid Muhammed Kasım-i Zilan Hazretleri Batmanın köylerinden birine uğramıştı. Köylülerden biri Seyyid Kasıma bu köyde büyük bir âlim var. Herkes ona saygı duyar. O zat çok hasta olup ayrıca benim babamdır hep yatıyor ayağa kalkamıyor Seyyid Kasım baba bu kişinin derdini dinledikten sonra hastayı ziyarete gider ve onun bozuk itikatlı olduğunu anladı. Ve şöyle buyurdu; Şifa bulup kalkarsan rücu edecekmisin? Hasta olan adam eğer şifa bulursam köy halkı ile birlikte sana tabii oluruz Seyyid Kasım Baba namaz kıldıktan sonra yüce Allah’a hastanın şifası için dua etti. Seyyid Kasım Baba giderken hastaya: tövbe et ve sakın tövbeni bozma eğer tövbeni bozarsan hastalığın tekrar başlar dedi ve bir kaç sene sonra bu adam tövbesinden döndü. Seyyid Kasım bunu yanına çağırdı; ona da şöyle buyurdu ben sana söylememiş miydim? Sende razı olmuştun merhamete müstehakdeğilsin, velilerin attığı ok geri dönmez” der.
– Seyyid Kasım Hazretlerinin bir rivayetini de Şahabeddin nakleder. Bir gün akşam namazında abdest almak için destisini istedi ve sehpaya oturarak abdest almaya başladı. Bende suyu dökmeye başladım abdestin yarısına gelince bana Seyyid Kazım-i Zilan Hz. emrettiler ki; bırak geç, orada ayaklarını yıkamak için içlerinden birine suyu sen dök dedi. O kardeşimiz suyu dökmeye başladı. Bu arada takunyasını ayağından fırlattı. Dergâhın bahçesini aramamıza rağmen bir türlü takunyayı bulamadık. Akşam namazını kıldıktan sonra Seyyid Kasım Baba son abdest suyunu döken müride hadi sen köyüne dön evladım dedi.
– O mürit elinde kayıp takunya üzerinde bir insan gözü ile bunu Seyyid Hazretlerine verin dedi. Takunyayı alıp Seyyid Hazretlerine vermek için bahçeye doğru gittim. Seyyid Kasım Baba sabah namazını kılmak için geliyordu ki takunyayı ve gözü görerek bunları hemen kaybedin diye emretti. Ve o müridi çağırarak ona dedi ki: “Köyün muhtarı için elini kana bulama onun ömrü az ölür gider.” Bu olayı mürit hanımından rivayetle şöyle anlatır. Akşam ezanı okunurken kapı çaldı kapıyı araladım baktım ki köyün muhtarı önce seni sordu ben de; kocam Seyyide gitti gelmez dedim. Muhtar bu durumdan faydalanmak isteyerek Ben bu gece seninle kalacağım dedi. Ben kapıyı itmeye başladım, o arada bir takunya muhtarın gözünü çıkardı. Muhtar bağırarak kaçtı.

Kaynaklar
Kaynak: Şeyh Kasım Zilan Hz. Eski talebeleri
Şeyh Kasım, Yazan İbrahim Bağdu, Star Matbaası, İst.1993.