Gazi Sığla Bey Türbesi ;Selçuk Kuşadası kavşağında Selçuk Devlet Hastanesi’nin yanında bulunmaktadır.
İnşaında ağırlıklı olarak moloz taş ve yer yer tuğla kullanılmış olan kare planlı bir yapıdır. Kitabesi olmadığı için yapılış tarihi kesin olarak bilinememektedir. Yapının zaviye olması kuvvetle muhtemeldir. Üst örtü olarak kullanılan kubbe beden duvarlarına oturtulmuş, herhangi bir ara taşıyıcı öğe kullanılmamıştır. Giriş cephesinde uygulanan sivri kemer tüm cephe duvarına hakimdir ve girişi vurgulamaktadır. Giriş cephesindeki bu uygulamayı destekler biçimde yapılan köşeler alçak tutulmuştur. Selçuklu’nun giriş eyvanlarını anımsatan bir uygulamayla yapılan giriş cephesi güneybatıya bakmaktadır. Dikdörtgen formlu küçük pencerelerle aydınlatılmış olan yapı iki sıra kirpi saçakla çevrelenmiştir. Yapıda 2010 yılında yapılan kazı çalışmalarında, iç mekanda Beylikler Devri’ne ait iki tane mezar bulunur. Bu mezar taşlarının Aydınoğulları Beyliği döneminde yaşamış ve Ayasuluk’un şehirleşmesinde büyük katkısı bulunduğu bilinen Ahmed Paşa’ya ait olduğu tespit edilmiştir. Mezarın bulunduğu türbe, iç duvarlarında yer alan yelkenli, el ve Mühr-ü Süleyman motiflerini tasvir eden grafitiler ile büyük önem taşımaktadır.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Ece Sultan Türbesi ; İzmir – Selçuk’a 12 km uzaklıkta bulunan Sultaniye köyünde
Eğimli ve yüksek bir arazide bulunan mezarlığın içinde kare planlı düz çatılı kesme taştan yapılı türbedir. Ece sultanın Bektaşi erenlerden olduğu söylenmektedir. Yanında yatan kişinin bir bayan olduğu fakat Ece Sultanın hanımı olup olmadığı bilinmediği köyde yaşayanlar tarafından söylenmiştir.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Hıdır dede’nin kabri ; İzmir – Seferihisar’da Hıdırlık camii arkasında.
Hıdırlık cami banisi olup, Seferihisar ve cevresinin alınması ve müslümanlaşmasında ismi geçen HIDIR BEY olduğu söylenmektedir. Türbe açık türbe olup, etrafı demir perdelikle çevrelenmiştir.
Kaynak;
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Zeytinli Dede türbesi Bergama merkezde eski Yıldız Sineması bitişiğinde Zeytinli dede sokakta yer almakta ve yoldan oldukça yüksektedir.
Türbe kule gibi örülmüş ve tepesinde zeytin ağacı büyümüştür. Belki de bu yüzden kitabesi, kimliği bilinmeyen mezara, Zeytinli Dede adı verilmiştir. Eski Yahudi Mahallesinde yer alması nedeniyle aziz mezarı da olabileceği ileri sürülür.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Lokman dede türbesi ; İzmir – Bergama ilçesi Dursun bey kız türbesinin hemen yanında
Lokman Dede’nin 13. Yüzyılın ortalarında yaşadığı ve Kız Türbesi yanında bulunan küçük mezarlığa gömülmüş olduğu anlatılır. İsminden de anlaşıldığı üzere ilaçların ilmini bildiği bir çok hastalığı iyi ettiği söylenir.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
‘‘Ashabım Yıldızlar gibidir…” ” Allahım, beni korumak için sabaha kadar uykusuz kalan Ebu Eyyüb’u sen de dünya ve ahirette muhafaza buyur.” ” Ashabımın her biri, vefat ettiği belde halkı için kıyamet günü önder ve nur olarak diriltecektir.”
Peygamber Efendimiz, “Ashabımın her biri, vefat ettiği belde halkı için kıyamet günü önder ve nur olarak diriltilecektir” buyurarak onları, doğdukları bölgelerin değil, vefat ettikleri bölge halkının ahiret önderi olarak tanımlamaktadır. Bu hadîs-i şerifte, sahabe kabrinin bulunduğu bölge mensupları için, çok önemli uyarı ve müjdeler bulunmaktadır. Halkımızın nazarında onlar bu toprakların gerçek sahibidir. Buralara gelmeyi kolay ve sevimli kılan öncülerdir. Ahiret günü kendileri için önder olarak diriltilecek kutlu rehberlerdir. Farklı coğrafyalarda doğdular, İstanbul’da şehit oldular. Asırlardır buradalar, yanımızda, yanı başımızda, Ne sıcak, ne güven veren, insanı rahatlatan bir duygu; var olduklarını bilmek ve hissetmek. Doğdukları yerlerde bir ömür bile kalamayan bu “ahiret önderlerimiz”, yüzyıllardan beri, sosyal ve tarihi kimliğimizin yapıcı unsuru, sosyal hayatımızın en etkili merkezleri olmuşlardır. Merhum Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver bu tesiri şu cümlesıyle ifade etmektedir: “Bunlar İstanbul’un inzibatında ve halkın birle dürüst muamelelerinde büyük birer manevi rol oynamıştır.“
Onlar asırlardır İstanbulludur. İstanbul’u İslamlaştırmanın ilk adımlarını atmışlardır. Onları anlamadan, geliş nedenlerini tefekkür etmeden, fethin anlaşılmasi kolay değildir. Onları tanıtmak, korumak, gelecek nesillere taşımak bir vefa görev olduğu kadar, dini ve milli bir misyondur. Bu topraklarda yaşayanların ruh ve gönül yapılarının oluşumunda onların derin tesirleri olduğu/olacağı muhakkaktır.
Peygamber Efendimiz’in iltifat ettiği Hz. Abdullah b. Ömer, Hz. Abdullah b. Abbas, Hz. Abdullah b. Zübeyr, Hz. Fedale b. Ubeyd gibi tanınmış sahabeler İstanbul’un fethi
Sahabe
seferlerine iştirak etmiş, istanbul önlerine gelmişlerdir. Hatta, İbnü’l-Kesir ve İbni Asakir gibi ünlü İslamtarihçileri Hz. Hüseyin’in de bu seferlere katıldığını belirtmektedir. Bazı kaynaklarda, çok sayıda sahabenin sefere iştirak ettiği ve sur önlerindeki çatışmalarda yüzlercesinin belki de binlercesinin şehit olduğu, vaktiyle sadece Toklu Dede Haziresi’ne ( Ayvansaray’daki Hz. Ebu Şeybe El Hudri – Hz. Kab (r.a.) ve Hz. Hamdullah El Ensari ‘nin kabirlerinin bulunduğu yer.) 1000’den fazla sahabenin defnedildiği kaydedilmektedir. Bu katılımlar. Peygamber Efendimiz’in ve arkadaşlarının İstanbul’un fethine ne kadar önem verdiğinin ve Müslümanlar için bu şehrin fethinin ne kadar önemli olduğunun ifadesidir. Bu sebeple bu türbe ve makamlar çok değerlidir ve hala ne yazıkki gerektiği kadar araştırılmamıştır.
İstanbul’da medfun bulunan Sahabelerin kabir ve makamlarıyla ilgili yapılan çalışmada ; Bazı türbe sahipleri hakkında yeterli bilgi bulunamamıştır. Adına türbe yapılan bazı sahabenin de İstanbul’a gelmedikleri ve burada vefat etmedikleri tespit edilmiştir.Bu durum sahabe kabir/makamlarıyla ilgili farklı yorumlara neden olmaktadır. Adına türbe yapılmasına rağmen o isimde bir sahabe olmadığı ya da, ismine makam yapılanların İstanbul’a hiç gelmediği gibi kesin iddialarda bulunmak yerine, ihtiyatlı bir tavır takınmak daha makul görünmektedir. İsim benzerlikleri, zaman içinde isimlerde değişiklik olabileceği,bütün kaynakların günümüze ulaşmadığı, ulaşanların tamamen incelenmediği, henüz on binlerce sahabenin hayatının ayrıntılarına, hatta bir kısmının isimlerine bile vakıf olunamadığı, İstanbul’a gelen sahabelerin bile tespit edilmediği gibi hususlar dikkate alınmalıdır. Mesela, Hz. Cabir makamıyla ilgili değerlendirmelerde, umumiyetle, meşhur ‘sahabe Cabir b. Abdullah hazretlerinin, bazen de Cabir b. Semüre hazretlerinin hayatı esas alınmaktadır. Halbuki, Cabir isminde 14 sahabe vardır ve bunlardan üçünün ismi Cabir b. Abdullah olup hayatları hakkında da bilgi bulunmamaktadır. Bu makamın ismi de Hz. Cabir b. Abdullah değil, Hz. Cabir makamıdır. Diğer sahabelerin hayatları hakkında bilgi bulunduğu takdirde, belki de, Hz. Cabir makamıyla ilgili daha farklı sonuçlar ortaya çıkabilecektir.
İstanbul ilk kuşatmadan yaklaşık 785 sene sonra İslam toprağına dönüşmüştür. Hıristiyan Bizans halkı, kabir/makamlarla ilgili bilgilerini nesilden nesile aktarırken bu isimlerin değişmiş olabileceği, bu yüzden haklarında bilgi bulunamaması da muhtemeldir. Bu değişikliklerin tespiti durumunda da farklı neticelere ulaşmak mümkün olabilecektir.
Bu türbelerin neden/nasıl ortaya çıktığı, niçin bu isimler adına yapıldığı, Osmanlı halkının ve ulemasının niçin bu kabir/makamları öne çıkardığı, kuşatmaya katılan sahabe adına değil de, katılmadığı tarihen sabit olan meşhur sahabe adına makamlar yapıldığıdır. Devrin ulemasının bizim ulaşamadığımız bazı kaynaklara vukufıyeti bu işte etkili olmuş mudur? Bu yaklaşımlarda, fetihten sonra Hıristiyan Bizans halkının, mezar yerleri hakkında , atalarından kendilerine ulaşan bilgileri Müslümanlara aktarmaları müessir midir? Sahabe kabir/makamlanmn sözlü tarih kaynağının olması da mümkündür. Mesela, Halid b. Zeyd Ebü Eyyüb el-Ensarî hazretlerinin mezarının keşfi anlatılırken, kaynaklar buraya Hıristiyanların da önem verdiğini nakletmektedir. Benzeri durum aynı boyutta olmasa bile diğer kabirler için de geçerli olamaz mı? Bilindiği gibi, tarih araştırmalarmda, halk arasındaki inanışlar ve rivayetler.de, kaynak eksikliği durumunda dikkate alınmaktadır. Bu metodu sahabe kabir/makamlan için kullanmak yanlış değildir.
Bu türbelerden bazıları daha Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılmıştır. Bir kısmına II. Bayezid dönemi vakıflarından gelir tahsis edilmiştir. Devrin sultanları, şeyhülislamları, velîleri, devlet adamları, düşünürleri buraların korunması için özel alaka göstermiş, bu türbelerin etrafına defnedilmelerini vasiyet etmiştir. Bu yaklaşımlar, bizim buralara nasıl bakmamız gerektiğini de ortaya koymaktadır. Maksadımız, bir “fikri sabit” ispat değildir. Bazı ihtimalleri de dikkate alarak düşünülmesini sağlamaya katkıda bulunmaktır.
İstanbul’da sahabe kabir/makamlarmın hepsi günümüze ulaşmamıştır. Mesela, Üsküdar Dereboyu’nda (veya Dere Karyesi) Abdulvehhap isminde bir sahabe kabrinden bahsedilmektedir. Tarihçi Ahmed Rifat, Sünbül Efendi Dergahı’nda Hz. Hüseyin makamından söz etmektedir. Bir buçuk asır önce bulunan bir kitabede, bir zamanlar, Kasımpaşa’da yeni havuzun (Havz-ı cedîd) arkasında ashab-ı kiram’ın makam-ı şerifleri olduğu ifade edilmektedir: “İşbu mahalde vaki mescid-i şerif derünunda Emevî Devleti tarafından Kostantiniye gazası için Mesleme hazretleri maiyyetiyle teşrif eden ashab-ı güzîn ve tabiîni hazretlerinin bazıları da harap kalmışlardır. Der-i Aliyye’ye teşrifleri sene hicrî 64, miladî 683.” Bu ve benzeri kayıtlardan günümüze ulaşmayan sahabe makam/kabirlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Yakın tarihimizin iki döneminde sahabe kabir/makamlarının onarımlarına resmi düzeyde önem verilmiştir. Birincisi, Sultan II. Mahmud devridir. İkinci resmi onarım çalısması da 1994’ten sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafmdan yapılmıştır. Bu türbelere halk yakın alaka göstermiştir. Gönüllü etkinlikler olmasa, bu türbelerin büyük çoğunluğu, sokak aralarındaki tarihi eserlerin akibetinden kurtulamazdı. Ancak, korumak maksadıyla bilinçsiz müdahaleler de ciddi tahribatlara neden olmuştur.
Gelişigüzel boyanıp tamir edildiklerinden, türbelerin hem estetik, hem de tarihi özellikleri gün geçtikçe kaybolmaktadır. İç tefrişatları, sandukalar üzerine yerleştirilen eşyalar, bir ilginin ürünü olmakla birlikte, tarihi bilinçsizlik ve ilgisizliğin yansıması olarak değerlendirilebilir. Türbelerin büyük bir kısmına, sahabe komşusu hane sahiplerinin ziline basılarak, onlardan anahtar temin edilerek girilebilmesi ciddi bir eksikliktir. Bu eksikliği tamamlayan en önemli problemlerden birisi de, aynı haziredeki sahabe isimlerinin kanştırılması, çoğunda doğru dürüst tanıtıcı bir levhanın bulunmamasıdır.
İyi niyetli girişimler elbette her türlü takdire değer faaliyetlerdir.Sahabe türbeleri, ciddi bir program dahilinde düzenlenmeyi, korunmayı ve ziyarete açılmayı hak eden önemli mekanlardır. Bu her şeyden önce Sevgili Peygamberimiz ve onun kutlu arkadaş larına bir vefa borcudur. Merhum Ünver’in dediği gibi, “Buraların böyle perişan bırakılmasına karşı kayıtsız kalmak adeta bir insanın babasmı inkar ve ona hürmet etmemesi gibi bir his yaratmaktadır.”
Sahabeyi görüp. Peygamber Efendimiz’i göremedikleri için “tabiîn” olarak isimlendirdiğimiz büyük şahsiyetler de İstanbul seferlerine katılmış ve burada şehit olmuşlardır. Az da olsa, bunların bazıları adina kabir/makam yapılmıştır. Hz. Süfyan b. Uyeyne ile Hz. Kerîmeteyn, adına kabir/makam yapılan tabiîndendir. Fakat bunlar da bazı eserlerde ve sahabe listelerinde sahabeyle karıştırılmaktadır.
Kaynak ;
İstanbullu Sahabeler , Necdet Yılmaz ve Çoşkun Yılmaz , Bilge Kitab ,2013
Veysel Karani hazretleri’nin kabri şerifi Siirt – Baykan’da Ziyaret köyünde.
“Şüphesiz tabiinin en hayırlısı Üveys’dir.”
Asıl adı Üveys bin Amir-i Karani olan Veysel Karani’nin doğum yeri, Yemen’in Karen Köyü’dür. 555–560 yılları arasında burada doğduğu tahmin edilir.
Üveys el-Karani, Yemen’deki Murad kabilesinin Karan aşiretine mensuptur. Veysel Karani’nin Yemen’de iken nasıl müslüman olduğu, Kufe’deki hayatı, vefatı ve şahsiyetine dair yeterli bilgi yoktur. Rivayetlere göre Veysel Karani Yemen’de deve çobanlığı yaparak, hurma çekirdekleri toplayıp satarak geçimini sağlayan bir zahiddir. Muhtemelen İslam’ı anlatmak üzere Yemen’e giden müslümanlar vasıtasıyla İslamiyet’i kabul etmiştir. Medine’ye gidip Hazreti Peygamber’i ziyaret etme arzusuna rağmen yaşlı annesini bırakamamış, 40 yaşının üzerindeyken Hazreti Peygamberi görmek için Medine’ye gitmek üzere annesinden izin alır. Uzun bir yolculuktan sonra Medine’ye gelir, ancak peygamberimiz Tebük Seferi’nde olduğu için, O’nu bulamaz. Hazreti Aişe O’na kapıyı açar ve selamını peygamberimize iletir. Peygamberimiz eve döndüğünde evine ulu bir insanın geldiğini anlar ve Hazreti Aişe’ye kimin geldiğini ve onu görüp görmediğini sorar. Hazreti Aişe, onu gördüğünü söyleyince peygamberimiz, “O gözünü ben de ziyaret edeyim, görüşün ve gördüğün mübarek olsun.”, der. Sahabilere de Üveys’i gören gözü ziyaret etmelerini buyurur ve ardından, “Şüphesiz tabiinin en hayırlısı Üveys’dir.”, der. Peygamberimiz son hastalığında, Hazreti Ömer, Hazreti Ali ve Hazreti Aişe’ye, “Benden sonra, arkamdaki hırkamı Üveys’e verin.”, diye vasiyette bulunur. Hırka ona teslim edildikten sonra, halkın gözünde değeri artar. O da, annesinin vefatıyla Küfe’ye ve Basra’ya gider.
Bazı hadis kitaplarındaki rivayetlere göre Hazreti Ömer, halifeliği döneminde Yemen’den gelen bir grup insana aralarında Üveys el- Karani’nin bulunup bulunmadığını sormuş, bunun üzerine Üveys ortaya çıkıp kendini tanıtmış, Hazreti Ömer de Resul-i Ekrem’in kendisine ileride Üveys’in Medine’ye geleceğini haber verdiğini ve onu gördüğü takdirde dua istemesini tavsiye ettiğini söylemiş, Üveys de ona dua etmiştir. Bu sırada Hazreti Ömer, Üveys’in Kufe’ye gitmekte olduğunu öğrenince Kufe valisine onun hakkında bir mektup yazmayı teklif etmiş, ancak Üveys kalabalıktan uzak sade bir hayat yaşamayı tercih ettiğini belirtmiştir. Ertesi yıl Kufe’den hacca gelen bir kişiye Üveys’in durumunu soran Hazreti Ömer, onun yoksulluk içinde yaşadığını öğrenince, ona Üveys hakkında Hazreti Peygamber’den duyduklarını anlatmış, hacdan dönen Kufeli de Üveys’in yanına gidip ondan dua istemiştir. Bu olay üzerine halkın dua istemek için yanına gelip kendisine iltifat etmesinden endişe duyan Veysel Karani’nin o bölgeyi terk ettiği kaydedilir.
Hazreti Ali, onu Sıffın Savaşı’nda yanında yer alması için, Medine’ye davet eder. Veysel Karani de oraya gider. Savaş sırasında yaralanarak 657 şevvalin 18. günü şehit olur. Şehit olduktan sonra, üç ayrı kabile onun naaşını alarak kendi topraklarına götürmek isterler. Bu duruma, ilk etapta Hazreti Ali de bir çözüm bulamayınca onu korumaya alır. Ertesi gün Veysel Karani Hazretleri’nin mübarek naaşı üç kabilenin de tabutlarında görülür. Her biri razı olarak; biri Yemen’e, biri Şam’a, biri de Bitlis’e doğru yola çıkarırlar.
Veysel Karani hazretlerinin kabrinin bulunduğu yer tam olarak belli değildir. Yemen’in Zebid, İran’ın Kazvin ve Kirmanşah, Özbekistan’ın Hive, Suriye’nin Şam ve Rakka şehirleriyle Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ona nisbet edilen makam-mezarlar vardır. Anadolu’daki en meşhur makamları Manisa, Mardin, Kurtalan, Bursa Gemlik yolundaki Atıcılar, Diyarbakır’ın Lice ilçesi ve Siirt’in Baykan ilçesi yakınındadır. Veysel’in Sıffin Savaşı’nda öldüğü yolundaki rivayetlerin genel kabul gördüğü, bu savaşın da Suriye’nin Rakka şehri yakınlarında vuku bulduğu dikkate alınırsa asıl kabrinin bu şehirde olması ihtimali güç kazanır.
Zahidane hayatı dolayısıyla Veysel Karani tasavvuf ehli tarafından örnek bir şahsiyet kabul edilmiş, Hazreti Peygamber’i zahiren görmemekle birlikte manen kendisinden feyiz aldığı ileri sürülmüştür. Bu sebeple sonraki asırlarda Resul-i Ekrem’i, Veysel Karani’yi veya herhangi bir şeyhi görmeden rüya gibi manevi bir yolla onlardan eğitim alan kişilere Üveysi denmiş, bu şekilde eğitim almaya Üveysilik adı verilmiştir. Ayrıca Resulullah’a nisbet edilen, “Rahmanın nefesini Yemen’den alıyorum” sözüyle Veysel Karani’nin kastedildiği söylenmiştir.
Veysel Karani
Veysel Karani hazretleri ve Hırka-ı şerif
Hazreti Peygamber’in ona bıraktığı rivayet edilen hırkanın sonraki nesillere intikal ederek günümüze ulaştığı kabul edilir. Bu hırka, İstanbul’un Fatih ilçesindeki Hırka-i Şerif Camii’nde ramazan aylarında ziyaret edilmektedir 58. Hırka-ı Şerif Camii, İstanbul, Fatih İlçesi’nde Atikali semti sınırları içinde, adını verdiği Hırka-i şerif Mahallesi’nde yer almakta olup 1851’de inşa edilmiştir. Burası, Hazreti Muhammed’in Veysel Karani’ye hediye ettiği hırkanın (Hırka-ı Şerif) muhafaza ve ziyaret edilmesi için padişah Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır. Veysel Karani’nin vefatından sonra Üveysi sülalesi elinde kalan Hırka-ı Şerif XVII. Yüzyılın başlarında, ailenin o tarihteki reisi Şükrullah Üveysi tarafından I. Ahmed’in fermanı gereğince İstanbul’a getirilir. İstanbul’a yerleşen Üveysi ailesinin, Fatih semtindeki evinde ziyaret edilen hırkanın korunması için Sadrazam Çorlulu Ali Paşa’nın kagir bir hücre ile bitişiğinde bir çeşme ve imaret inşa ettirdiği, daha sonra Şeyh Osman Üveysi zamanında 1725’te ilk defa bir vakfın tesis edildiği bilinir. Yapının ziyaretler için yetersiz kalması üzerine I. Abdülhamid bugün “Küçük Hırka-i Şerif Dairesi” veya “Eski Hırka-i Şerif Odası” olarak adlandırılan ve caminin avlusunda kalan hücreyi 1780’de inşa ettirir. II. Mahmud tarafından 1812’de yenilenen hücre zamanla yetersiz kalınca Sultan Abdülmecit devrinde Hırka-ı Şerif Camii yaptırılır. Çevredeki binaların kamulaştırılarak yıktırılmasından sonra 1847’de başlayan inşaat, 1851’de tamamlanır. Camide Hırka-ı Şerif’in korunması ve ziyareti için birimler, hünkar mahfili ve hünkar kasrı bulunur. Ayrıca yapının çevresinde Üveysi ailesinin en yaşlı erkek bireyi (reisi) ile ailesi için bir meşruta, bu kişinin reşit olmaması halinde kendisine vekalet edecek olana mahsus vekil dairesi, hırka-i şerifi korumakla görevli bir bölük jandarma için kışla ve görevliler için çeşitli odalar da inşa edilmiştir.
Veysel Karani hazretleri ve Pakistan’daki Kırık iki dişi
Veysel Karani’nin Uhud Gazvesi’nde Resul-i Ekrem’in dişinin kırılması üzerine kendi dişini kırdığı şeklindeki rivayete istinaden, Pakistan’ın Lahor şehrindeki Badşahi Camii’nin avlusunda bulunan Teberrükat-ı Mukaddese Bölümü’nde ona izafe edilen kırık iki diş sergilenmektedir. Hayatına dair müstakil menakıbnameler ve şiirler kaleme alınan Veysel Karani’nin gerçek hayatı ile efsanevi kişiliği birbirine karışmıştır.
Siirt – Baykan’daki Veysel Karani camii ve Türbesi
Yakın zamanda yenilenmiş olan külliyenin ilk inşa tarihi kesin şekilde bilinmemektedir. X. Yüzyıl coğrafyacısı Muhammed b. Ahmed el-Makdisi ve Nasır-ı Hüsrev eserlerinde bugünkü Ziyaret beldesinde mevcut bir mescidden bahseder. Evliya Çelebi ise Veysel Karani Camii ve Türbesi’nden Mescid-i Üveys-i Karani diye söz eder ve ayrıntılı bilgi verir. Evliya Çelebi’nin, “Menzil-i Hazret-i Sultan Veys: Hazzo hakinde bir dere ve tepeli sengistan içre bir uyun-i sagire kenarında …” ifadesiyle tanıttığı cami ve türbe, Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi’ne (1534) katılan Matrakçı Nasuh’un minyatüründe gerçekçi bir şekilde tasvir edilir. Bu minyatürde sekizgen planlı ve üzeri içten kubbe, dıştan külahla örtülü türbe ile buna bitişik iki bölümlü kubbeli cami görülmektedir.
Türbeyi Osmanlı devrinde saray tarafından görevlendirilen türbedarlar idare eder. Son dönemde tayin edilen Seyyid Muhammed’in (ö. 1902) ardından Seyyid Abdülkerim Tekin bu göreve getirilir. Seyyid Abdülkerim, 1918’de vefat eden amcası Seyyid Ali’nin yerine kaymakamlık payesiyle Siirt’in son nakibüleşrafı olmuş, 1934’te Siirt’te vefat etmiş ve Zeyve Mezarlığı’na defnedilmiştir. Seyyid Abdülkerim zamanında türbenin sol tarafında bir mescidle bir medrese inşa edilmiştir. İsmet İnönü zamanında tekkenin kapatıldığı, önüne duvar örüldüğü, kimsenin içeriye girmesine izin verilmediği, daha sonra Demokrat Parti zamanında türbenin tekrar ziyarete açıldığı nakledilir. 1901 yılında “cas” denilen yerli harçla ve kısmen moloz taşlarla yapılan ve çatısı tonozlarla örtülen türbe, mimari tarzı itibariyle bir sanat değeri taşımadığı gibi devamlı rutubet alması sebebiyle tehlikeli bir durum arzettiğinden 1967’de Veysel Karani Tarihi Eserleri Koruma ve Eski Değerleriyle Güzelleştirme Derneği tarafından yıktırılır ve valilikçe hazırlatılan plana göre eski ölçüler içinde yeni bir türbe inşa edilir. Külliye, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün girişimleriyle 1974 yılından itibaren çok daha bakımlı bir görünüme kavuşur. 1982’de avlu düzenlemesinden sonra 1983’te kesimhane binaları, ardından otel ve konukevi binaları devreye sokulur. Cami ve türbe 1987, 1991 ve 1998’de onarımdan geçirilir, 1998-2001 yılları arasındaki restorasyonda türbenin içi ve çevresi düzenlenir.
Kare planlı olan caminin son cemaat yeri üç kubbelidir. Ana mekanı örten kubbe sekizgen kasnağa oturmaktadır. Son cemaat yerindeki sütunlar kısa olup kubbeler yuvarlak ve geniş aralıklı kemerler üzerine dayanmaktadır. Sade bir iç mekana sahip olan caminin kalem işleri ve hat uygulamaları bozuktur. Kubbeye geçiş iç mekandaki tromplarla sağlanmıştır. Harimin içi, alttan harimi çevreleyen yuvarlak nişli pencerelerin üst hizasına kadar çinilerle kaplıdır. Mihrabı, sade ve düzgün kesme taştan, minberi ve vaaz kürsüsü ahşap olan caminin kadınlar mahfili yine ahşaptır ve harimin kuzeyinde yer alan giriş kapısının üstündedir. Caminin kuzeybatısında bulunan minare de ana yapıya bitişik olarak düzgün kesme taştan yapılmıştır. Kaidesi de düzgün kesme taştan olan minarede kaideden gövdeye pahlanarak bir geçiş sağlanmıştır. Kaidede yatay dikdörtgen mermer bir levha içinde 1956 tarihli, oldukça bozuk bir hatla Hazreti Muhammed’in Veysel Karani hakkında söylediği hadisler yazılmıştır. Bu çerçevenin altında, 1956 tarihli bir başka levhada ise iki satır halinde bir ayet yazılıdır (el-İsra 17/37)61. Caminin kuzeyindeki şadırvan yuvarlak sekiz kemerli ve tek kubbelidir. Türbe yakınında Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün iki katlı irtibat bürosu ve arkasında gasilhane ile müştemilat binası bulunmaktadır.
Türbe cami, şadırvan ve diğer müştemilat binalarıyla aynı avlu içinde yer almaktadır ve kareye yakın dikdörtgen planlı olup kubbe ile örtülüdür. Türbenin kuzey cephesinde iki kapı vardır. Bitkisel süslerle bezenmiş Veysel Karani’nin ahşap sandukasının etrafı ahşap bir korkulukla çevrilidir. Sanduka köşelerde sepet örgülü birer, yanlarda çiçek motifli ikişer sütuna oturan yuvarlak ve dilimli sivri kemerli bir bölüm içinde yer almaktadır. Türbede pencere açıklıklarının üst hizalarına kadar duvarlar çini karolarla kaplanmıştır. Üst kısımlarda ve kubbede bitkisel süslemeli kalem işleri ve hat uygulamaları bulunmaktadır. Türbenin giriş kapısının hemen yanındaki mezarda türbedarlardan ve Siirt nakibüleşrafından Seyyid Muhammed Efendi yatmaktadır. Veysel Karani Türbesi’nin yanı başındaki ağaçlıklı alan mezarlık olarak düzenlenmiştir. Her yıl 16- 17 Mayıs Veysel Karani’yi anma günleri olarak kutlanmakta, türbe bahar aylarında ve özellikle mayıs ayında yurdun dört bir yanından gelen ziyaretçilerin akınına uğramaktadır.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak
Abdulhalim Durma , Siirt Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
http://www.mustafagurelli.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz ve Mustafa Gürelli ‘den Allah razı olsun
[/toggle]
Karacaahmet yatırı Bergama ilçesi merkezinde Ziraat Odasının arka bahçesinde Karacaahmet Medresesi avlusunda idi. Buradan kaldırılıp eski mezarlığa nakledilir. Kabristanın girişinde solda yer alan büyük mezarın ona ait olduğu söylenir. Kimliği hakkında bilgi sahibi değiliz. Karacaahmet yatırına vaktiyle bez bağlanır, herhangi bir dilek için kandil, mum yakılırdı.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Araplı Dede’nin kabri ; İzmir – Bergama’da Şadırvan camii yanındaki Yıkık minarenin yakınında yol kıyısında ve evin duvarına bitişik haldedir.
Araplı Dede mezarı Bergama ilçesi Yıkık Minare yakınında yol kıyısında ve evin duvarına bitişik haldedir. Yıkık Minare Turabey (Hoca Sinan) Mahallesinin üç kemer köprüsüne giden cadde üzerindedir. Cami Kapısı üstündeki kitabesinden, ”Uzun müddet harap kalmış olan bu cami, Bani Emir Sultan’ın şefaatine mazhar olmak için” Bergama Voyvodası Mustafa Ağa tarafından 1831 tarihinde yaptırılmış.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Bergama ilçe merkezinde bulunan İplikçi Yunus mezarı, mahalleye de adını veren ulu bir kişidir. Harputlu Mescit bahçesindeki hazirede medfun bulunmaktadır. İnkılap Mahallesi Harputlu Sokağında yer alan ve İplikçi Yunus Mescidi olarak da anılan yapının, enine dikdörtgen planlı, ahşap çatılı bir harimi ile son cemaat yeri vardır. Harime giriş kapısının sağında bulunan kitabesinden mescidin Murtazaoğlu Harputluzade Mustafa Ağa tarafından 1809 yılında inşa ettirildiği anlaşılmaktadır. Anlatıldığına göre ismiyle anılan mahallenin ilk yerleşenidir. Pamuktan iplik eğirir ve satarmış. Zamanla onu sevenler kısa zamanda bulunduğu yeri bir mahalleye dönüştürmüşler. Fakat etraf insan dolunca dedenin rahatsız olduğu ve bir süre sonra kaybolduğu fark edilmiş.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun